Print Friendly and PDF

Mehmet Nuri Conker

Bunlarada Bakarsınız



1905’te 3. Ordu emrinde ilk görevine başlayan Mehmet Nuri, 1909’da 31 Mart isyanına karşı sevk olunan Harekât Ordusu’nda görev aldı. 1910 senesinde Arnavutluk harekâtına katıldı. Aynı yıl 5. Ordu Astsubay Okulu Müdürlüğüne atandı. Trablusgarp Savaşı’nın ilanı üzerine Kıdemli Yüzbaşı Mustafa Kemal’in Genelkurmay’dan isteği doğrultusunda Mısır’a gitti. Mustafa Kemal ile beraber Bingazi bölgesine gittiler. Bingazi Genel Komutanı Kurmay Binbaşı Enver Bey’in Kurmay Başkanlığı görevinde bulundu. 1912 yılında Balkan Savaşı’nın ilanı üzerine Kurmay Binbaşı Mustafa Kemal ile Kurmay Binbaşı Mehmet Nuri’nin Balkan Savaşına katılmalarına izin verildi. Mehmet Nuri, 1912’de Balkan Savaşında Birinci Çatalca Muharebesi esnasında Karadeniz’de Turgut Reis zırhlısında görev aldı. Aynı sene Akdeniz/Çanakkale Boğazı Mürettep Kuvvetler Kurmayı görevinde bulundu. Osmanlı Devleti ile Balkan Devletleri arasında yapılan mütarekenin ilanı üzerine Bulgarlarla hat-ı hazır tayinine memur komisyon azalığında bulundu. 1913’te Bolayır Muharebesinde yaralandı. Tedavi için Almanya’ya gönderildi. 1913’te Genelkurmay 2. Şube Bulgar masası müdüriyetine atandı. 1914’te 3. Kolordu 24. Alay Komutanlığı’na atandı. 1915 yılı Ağustosuna kadar bu vazifede kaldı. 1915’te Kanal harekâtına katılmak üzere Suriye’ye hareket etti. Ancak itilaf Devletlerinin Anafartalar’da asker çıkarmaya başlaması üzerine 08 Ağustos 1915’ten 10 Ağustos 1915’e kadar Conkbayırı’nda icra olunan taarruzlarda bulundu. 11 Ağustos 1915’te Conkbayırı’nda yaralanarak Pangaltı Hastanesinde tedavi gördü. 05 Eylül 1915’te 8. Tümen komutanlığına atandı. Düşmanın Çanakkale’den çekildiği güne kadar tümeniyle Conkbayırı’nda kaldı. Sonrasında Tümeniyle Kırklareli’ne geldi. 1916 yılının ilk aylarında 8. Tümen komutanı olarak Doğu Cephesi 3. Ordu 1. mıntıkasına gelerek Mustafa Kemal’in emrindeki 16. Kolordunun emrine girdi. Doğu Cephesinde Muş’un geri alınmasında görev aldı. 12 Ocak 1917 tarihinde Mehmet Nuri, görevi Mustafa Kemal’in emrettiği şekilde yapmayı reddettiğinden görevinden el çektirildi. Mehmet Nuri, sağlık durumunun da iyi olmamasından istanbul’a tayin oldu. 23 Nisan 1917 de Lahey Ataşemiliteri olarak atandı. 13 Haziran 1920 tarihinde istiklal Savaşına katılmak için Ankara’ya geldi. TBMM tarafından Matbuat ve istihbarat Genel Müdürlüğü; Ankara komutanlığı ve Ankara vali vekâleti görevine atandı. 16 Eylül 1920 tarihinde 41. Tümen Komutanlığına atandı. 01 şubat 1921’e kadar aynı zamanda Adana Valiliği görevini de üstlendi. Fransız işgali karşısında milli direnişi örgütleyip, Adana cephesinin düşman işgalinden kurtulması için çalıştı. Adana valisi Mehmet Nuri, 08 Ekim 1920 Cuma günü, Pozantı’da il’i temsil eden delegelere memleketin iç ve dış durumunu açıkladı. Pozantı’da, Adana valiliği ile 41. Tümen Komutanlığını birlikte sürdüren Kurmay Yarbay Mehmet Nuri, sıhhi durumu nedeniyle 19 Şubat 1920 tarihinde bu görevinden Ankara’ya döndü. Mehmet Nuri, 27 Şubat 1921 tarihinde Dış işleri Bakanlığı tarafından özel görevle Almanya’ya gönderildi. Almanya’da mühimmat satın alma ve sevkiyle görevlendirildi. Ancak bu görevdeki heyet bir Alman borsacısı tarafından dolandırıldı. Mehmet Nuri, TBMM 2. dönem 1923 genel seçimlerinde Cumhuriyet Halk Partisi Kütahya milletvekili seçildi. 04 Temmuz 1927 tarihinde askerlikten emekliye ayrıldı. 1927 – 1931 tarihleri arasında Türkiye Büyük Millet Meclisi 3. Dönem C.H.P. Kütahya milletvekili olarak Dış işleri Komisyonunda görev yaptı. Mehmet Nuri’nin ismet Paşa’ya olan muhalefeti, Türkiye Cumhuriyeti’nin ikinci çok parti hayata geçiş denemesi olan, 1930 yılında kurulan Serbest Cumhuriyet Partisi’nde Genel Sekreter olmasını sağladı. 12 Ağustos 1930 tarihinden ikinci çok partili hayata geçişin başarılı olmaması üzerine S.C.P.’nin kendini fesh ettiği 16 Kasım 1930 tarihine kadar bu görevde bulundu. 1931 genel seçimlerinde aday gösterilmeyen Mehmet Nuri 1932 ara seçimde C.H.P. Gaziantep milletvekili seçildi. 1932 – 1935 tarihlerinde TBMM 4. Dönem C.H.P. Gaziantep milletvekili olarak Ekonomi Komisyonunda görev yaptı. 1935 genel seçimlerinde Gaziantep milletvekili seçilerek 1935’ten 1937 yılına kadar TBMM 5. dönem TBMM Başkan Vekili olarak görev yaptı. Mehmet Nuri’nin askerî geçmişi siyasi hayatındaki faaliyetlerini etkilediği görülmektedir. TBMM zabıt tutanaklarına yansıyan, bilhassa askerî konular ele alınırken daha aktif olması bu ifadeyi güçlendirmektedir. Mehmet Nuri’nin, TBMM 2. Dönem Kütahya Milletvekilliğiyle 1923 yılında başlayan siyasi hayatı Mustafa Kemal Paşa’nın yakın çevresindekilerden olarak, 1937 yılındaki vefatına kadar sadakatle devam etti. 1933 yılında istiklâl Harbi’ni kim başlattı tartışmasında Kazım Karabekir Paşa’nın sınıf arkadaşı ve Mustafa Kemal Paşa’nın yakın arkadaşı olarak Mustafa Kemal Paşa’nın Milli ġef’liğini hem askeri kariyeriyle hem de Milli Mücadeledeki başarılarıyla kanıtladığını Milliyet Gazetesine gönderdiği mektubunda ifade etti. Mehmet Nuri’nin Zabit ve Kumandan kitabı 1914 tarihinde yayınlandı. Mustafa Kemal, bu kitaba karşılık 1914 yılında Sofya Ataşemiliteri iken kaleme aldığı Zabit ve Kumandan ile Hasbihal kitabı 1918’de istanbul’da yayınlandı. Alman, Avusturya- Macaristan, Hollanda, Osmanlı Devletleri nişanı ve TBMM tarafından Kırmızı ġeritli istiklal Madalyası ile ödüllendirildi. Almanca, Fransızca ve Arapça bilen Mehmet Nuri Conker 11.01.1937 tarihinde vefat etti. Cenaze Cebeci Şehitliğinde toprağa verilmiş, 31.08.1988 tarihinde naaşı Devlet Mezarlığı’na nakledilmiştir. Mehmet Nuri Conker’in torunu Prof. Dr. Nur Vergin’in ifadesiyle o Türkiye’yi evlatlarından çok sevmiş, onları eşine emanet ederek vatan savunması için cepheden cepheye koşmuştur. Mustafa Kemal Atatürk’ün çocukluk, okul, silah ve siyaset arkadaşı Mehmet Nuri Conker askerî öğrencilik yıllarında, savaş meydanlarında ve siyasi hayatta bir ömür beraber yaşamışlardır.

Mehmet Nuri Conker’in 1933’te Milliyet Gazetesine Gönderdiği Mektup

Cumhuriyetin ilk yıllarının önemli isimlerinden Siirt Milletvekili Mahmut Soydan Milli Mücadele dönemine ait notlarını “Millici” müstearıyla Cumhuriyetin Onuncu yılı 1933 de “Milli Mücadele Tarihine Dair Notlar: Ankaralı‟nın Defteri” başlığıyla Milliyet Gazetesinde hatıralarını yayınlar. Mahmut Soydan’ın Erzurum Kongresi’nin toplanma sürecine dair yazdıklarıyla başlayıp; Kazım Karabekir’in mektuplarla cevap verdiği, Kurtuluş Savaşını kim başlattı tartışmasına Falih Rıfkı Atay, Nuri Conker ve Ruşen Eşref Ünaydın gibi isimler katılır.  Nuri Conker’in Kazım Karabekir Paşa’ya hitap eden

“Büyük bir deha ve onun alemşümul zaferleri elbette ki küçücük beyin kaplarına sığmaz” başlıklı mektubu 18 Mayıs 1933 tarihine Milliyet Gazetesinde şu ifadelerle yayınlanır: “Karabekir Paşa, yerinde rahat otururken kuru havadan nem kaparak, akıl ve muhakemenin pek kolay sırrını bulamayacağı bir iddia ortayaçıkardı: Milli hareketin nüvesini o kurmuş!
 Erzurum Kongresi‟ni o toplamış!
 O, Gazi‟yi Anadolu‟ya davet etmiş!
.. Filan ve filan zatlara böyle demiş!
 Padişahla görüşmüş!
..vs. Bu iddialarını güya ıspat için de vesika diye o zamana ait bir takım muhabereleri bunların lehine mi yoksa aleyhine mi olduğuna dikkat etmeyerek neşretti. Hala da yazıyor.
Karabekir Paşa‟yı tanımayanlar, bu iddiasının hedef ve maksadını anlayabilmekte kendisini bilenlerden daha ziyade güçlük çekeceklerdir. Ben Paşa‟yı tanıyanlardanım. Harbiye ve Erkânıharbiye tahsillerini bir sınıfta yaptık. Mektepte ve bilhassa Meşrutiyet‟e takaddüm (öncelik) eden senelerde sabık Üçüncü Ordu‟nun Makedonya‟sında sevişerek arkadaşlıklarımız vardı. Bu zatın Cumhuriyet‟in ilanı sırasında ve müteakiben giriştikleri siyasi teşebbüsleri esnalarında cereyan muhaverelerde (karşılıklı konuşma) hiç değilse namuslu vatanperver bir askerdir diyerek hemen daima müdafaa ederdim. Hayatta insanın muvaffakiyetlerine kuvvetli engel olan kibir ve gururdan paşanın hissesinin normalin fevkine oluğunu daha mektepte iken bilirdik. Fakat kibir ve gururun, muhakemesini kaybettirecek derecede kendisini bu rütbe dalalete sevk edeceğini tahmin etmiyorduk. Bu itibarla eski arkadaşlık gayreti kendisine acımaktan insanı men edemez. 
Karabekir Paşa bu yazılarıyla, milli kahramanın filhakika kendisi olduğunu memleketin münevver tabakasına mı yoksa umum Türk halkına mı anlatmak istediği yakında hepimizce şüphesiz anlaşılacak. Ben bu nokta hakkında bir şey söylemeyeceğim. Mızrak çuvala sığmaz, tarih aldanmaz ve aldatmaz ve aldatılmaz. Hatta temenni etmek isterim ki Erzurum Kongresi‟ni teşkil edenin ve Milli hareketin nüvesini kuranın kendisi olduğunu ispata Karabekir Paşa muvaffak olsun. Beni şu satırları yazmaya sevk eden nokta Karabekir Paşa‟nın üçüncü mektubundaki şu fıkra olmuştur:
“11 Nisan 335 (1919) Liman Paşa‟nın hatası yüzünden mahvolan ve 75 bin esir ve 360 top zayi ederek 14 günde 600 kilometrelik bir ricat (çekilme) neticesi kadro haline inkılap eden (dönüşen) Yıldırım Orduları Grubu lağvedilmiş ve bu suretle açıkta kalmış olan Mirliva Mustafa Kemal Paşa Hazretleri‟ni ziyaret ettim. Ziyaret sebeplerinden birisi de müşarünileyhin İstanbul‟da kalıp kabineye dahil olmak hakkındaki arzularından sarfınazar ettirmek gayesine matuf idi.” Kazım Karabekir Paşa‟dan bu kadar insafsızca mağrurane gaflet veya tegafül (anlamazlık) beklemezdim. Bu satırları okuyunca dedim ki: Bizim Karabekir gururunun tam esiri olmuş!
.. Tamamen şaşırmış!
.. Liman Paşa‟nın hatası yüzünden mahvolan ordunun içinden binnetice Mustafa Kemal‟in açıkta kaldığını yazmış olması Kazım Karabekir Paşa‟nın ismi gibi gözlerinin dahi kararmış olduğunu göstermekten başka bir manaya alınamaz. Takdir ve hürmet mevzubahs değil!
 Fakat kadirşinaslığın bu derecesi olamaz.
Karabekir Paşa‟nın en büyük hatası Mustafa Kemal‟i hala anlayamamış olmasıdır. Bu zatın bu hali kendisinin tarih sahifesinde hiç olmazsa Milli cidalde (savaş) Şark‟ta bir şeyler yaptı kaydının yalnız silinmesini intaç etmiş (sonuçlanma) olmakla kalsa gene hayırlı olur. Umumi Harp‟te Suriye‟de mahvolan ordunun kimin hatası yüzünden olduğu ve o Ordu içinde Mustafa Kemal‟in nasıl çıktığı hakkındaki resmi vesikalar neşrolundu ve olunuyor. Ben bunlardan yalnız Gazi‟nin bu mağlup ordular içinde kendi ordusunu terkip eden iki Kolordu Ali Fuat ve İsmet Paşa‟yı ta Nablis civarından ta Halep‟e kadar başlarında kendisi olduğu halde muntazam ricat hareketiyle getirdiğini ve burada son İngiliz taarruzunu bu kuvvetlerle durdurarak Milli Misak hududunu çizdiğini işaretle iktifa edeceğim. Yalnız Karabekir Paşa‟nın Mustafa Kemal hakkında yazdığı yukarıdaki cümlesi üzerinde durarak tabiye (orduyu konuşlandırma) ve sevkülceyş (orduyu sevk etme) ne demek olduğunu bilmesi lazım gelen Paşa‟dan şunu soracağım;
1922 Ağustos‟unda Türk Orduları‟nın kumandasını sana verselerdi sen ne yapabilirdin?
 Tarih-i Harp de okumuş olan Karabekir Paşa‟dan yine sorarım: İlk tarih devirlerinden bugüne kadar cereyan etmiş olan ve sevkülceyşin değişmez kaidelerinin vaz‟-ı tarifine (tarif belirleme) esas teşkil eden meşhur büyük muharebeleri yapmış sevk ve kumanda üstatlarından hangisi hangi muharebede Dumlupınar‟daki sanat büyüklüğünü ve kumanda maharetini göstermiştir?
 Anlaşılan en büyük düşmanları bile hürmete ve teslimiyete icbar eden (zorlayan) bu fevkalede büyük zaferi neticelendiren ordu emrinin istinat ettiği vaziyet muhakemesi ve kararı doğuran kafanın pek müstesna kudret ve kabiliyetini Karabekir Paşa anlayamamıştır. Kendini bilen, vaziyetten az çok anlayan bir asker bu kafayı taşıyan adamın karşısında hiç olmazsa meslek namına eğilir ve ona hürmet eder. Çünkü bu karar ve hareket Erkânıharplerimize (kurmay) ve dünya Erkânıharbiyesine en parlak bir ders numunesi teşkil edecek bir sevkülceyş ve tabiye zaferidir. Düşmanın memleketimizin içine doğru tuttuğu bir zaviye-i harice Re‟s-i Afyonkarahisar‟dan bilistifade hatt-ı ricate amud (direk) Verdun‟umuz diye övündükleri Dumlupınar müstahkem mevzilerinin bir karışından bile istifade imkanını düşmandan selp (zorla alma) ile ve Erkânını Murat dağının sarplıklarına verdirerek Dumlupınar – Afyonkarahisar hatt-ı ricatine muvazi (paralel) bir cephede sıkı muharebeleri kabule icbardan üç gün sonra, onu ateşten çemberin harim-i ismetinde (namus ocağı) boğmak!
.. Bu neticeyi veren hareketin dayandığı manevrayı askerler bilirler, Karabekir Paşa da bilir, fakat mümasil (benzer) ahval ve şeriat içinde askerlik ve harp aleminde şimdiye kadar böyle bir manevrayı icra ve tatbik kuvvetini kafasında yaratan kumandan görülmüştür?
 Her hareketin ehemmiyeti onun tevlit ettiği (doğurma) neticelerle ölçülür, bu hereketin âlemşümul parlaklığı neticesidir ki Dumlupınar tepesinden, “Ordular: Hedefiniz Akdeniz!
”dir direktifi kolaylıkla verilmiştir. Ordularımızın adeta kollarını sallayarak Akdeniz yalılarına inmesi, hiç ayak basılmadan ve tüfek atılmadan Edirne‟yekadar Türk milli misakının bütün hudutlarının düşmandan temizlenmesi, Mudanya ve Lozan‟la bütün kuyut (kayıtlar) ve şuruttan (şartlar) azade tam hür ve yepyeni bir Türk devletinin doğması, Müstakil Türk Cumhuriyeti‟nin teessüsü… Karabekir‟in bugün Erenköy‟de medeni hayat yaşaması… İşte bu hareketin neticelerindendir. Yoksa Karabekir Paşa‟nın genç kumandanların Anadolu‟ya gönderilmesini Padişah‟a söylemesinden ve Erzurum Kongresi‟ni kendisinin kurduğunu iddia etmesinden ve filan ve falan zata veya şöyle veya böyle demiş olmasından değil!!!
 Karabekir Paşa‟nın bu vadide pek piyade kalacağını kendisi de bilmek lazım gelirken bilmiyor ve bilemiyor. Amma biz biliriz ve bütün tarih bilir. Resmi muhabereleri vesika diye öne sürerek milli nüveyi kurduğunu iddia yalancı pehlivanlığı ile ortaya çıkmak, Türk nesli karşısında ve tarih muvacehesinde pek ayıptır.
 İş, bu kabil muhabereleri eğer neşre kaldıysa, bugün devlet dosyalarında muhterem Paşa‟mızı çok geride ve gölgede bırakacak nice yüce arkadaşlarımızın muhaberelerine tesadüf olunur. Fakat bu zevatın hiç biri şimdiye kadar bunları kudret ve tehafür (övünme) vesikası olmak üzere her nedense neşri hatırlardan geçirmemişlerdir.
Karabekir Paşa!
 Zat-ı alinize bir sual daha sorayım: Türk Ordusu galip Yunan Ordusu önünde Sakarya hattına doğru çekildiği ve Kral Konstantin askerlerini bu hat aleyhine saldırdığı 921 yazında sen Türk Ordusu‟na kumanda etse idin halin ne olurdu?
 Geceli gündüzlü yirmi iki gün süren bu korkunç malhamenin (kanlı savaş) kuvvetle pek gayr-i mütenasip (denk olmayan) uzun cephe hatlarında mukavemet ve sebat imkan ve ümitlerinin hemen akşama sabaha çözülmeye yüz tuttuğu dakikalarda hangi kafanla ve hangi kuvvetinle ve hangi mevcudiyetinle cepheyi tespit edebilirdin!!!?
 Siz Tarih-i Harp‟te yalnız manen değil, hatta maddi noksanlarla da sarsılarak ricate (çekilme) başlamış bulunan bir cepheye taarruz emri vermek harikası gösterilmek suretiyle bir kale veya bir darülharekatı (savaş alanı) değil, bir milletin ve bir vatanın talihini kurtarabilen kaç kumandan ve kaç meydan muharebesi bilirsiniz?
 Tarih-i Harb‟in kaydetmediğini kolaylıkla söyleyebileceğimiz Sakarya mukameti ve bu mukavemeti (ata binerken üzengiden ayağı kayarak eğe kemiklerinin kırılmış olmasına rağmen) telkin ve ilham eden dimağ ve karakter kuvvetidir ki, sizin – kendi ifadenizle- Erzurum‟da İngilizlerin görüp anlamasından endişe ederek kurduğunuzu iddia ettiğiniz Erzurum heyetinden yalnız iki kişi ile gizli temas etmekten ibaret olan milli harekete iştirakini daha ileriye götürmek külfetinden sizi müstağni kılmıştır. Ya azizim Karabekir!
 Sakaraya‟dan bir sene evvel Ethem ve hempaları (kötü iş arkadaşı) Türk Ordusu ve Türklük aleyhine bayrak açtıkları zaman nüvesini kurduğunuzu iddia ettiğiniz milli hareketin başında siz olsaydınız ne olurdu?

Sizi kim dinlerdi!
 Ve siz kime ve ne dinletebilirdiniz?

Bu sualin cevabı: “Siz, bu ahval ve şeriatte bulunan bir vaziyetin bir vaziyetin başına geçemezdiniz”den ibarettir. Böyle hallerde vaziyeti elinde tutabilmek kudret ve kabiliyeti herkeste bulunamaz. Siz bu kudret ve kabiliyette olamadığınız için gücenik, rahatsız olmayın!
 Siz de aklı eren, iktidar ve irfan sahibi, vatanperver Kumandansınız. Kolordu ve Ordu Kumandanlıkları askeri rütbelerin en yükseğidir. Bunu küçük mü görürsünüz!
 Siyasi kanaat ihtilafı dolayısıyla kenardasınız. Olabilir. Rahat durursanız günün birinde belki size de bir rol teveccüh edebilir. Biraz daha maziye doğru gidelim:
Umumi Harp mütarekesini müteakip siz de istiklalin elden gitmemesi için milletin canlılaştırılarak harekete getirilmesini lüzumlu görmüşsünüz, pekala!
 Pek iyi düşünmüşsünüz. Bunu düşünen bittabi yalnız siz değilsiniz. Aynı şeyi sizin gibi düşünen kumandanlar elbette az değildir. Fakat siz bunu icra mevkiine çıkarmak için rütbenize ve mesleğe ve aynı zamanda İstanbul‟a da bağlı kalarak yürümek yolunu ihtiyar etmişsiniz. Diğer bir zat büsbütün başka bir yoldan yürümüş: Mesleğini, rütbesini bırakıp sade bir vatandaş sıfatıyla vatandaşlar arasına karışarak ve İstanbul‟dan zerre kadar ümit beslemeyerek sizin Erzurum‟da kurduğunuzu iddia ettiğiniz milli heyetten ve nüveden daha büyük ve bütün millete şamil Sivas‟ta umumi bir Kongre kurarak milletin başına geçiyor, millete yolunu gösteriyor (ibrete şayandır ki rütbesi ve resmi mevkii olmadığı halde siz de dahil olduğunuz halde bütün kumandanlar ve valiler bu zatın emrine giriyor; çünkü bütün bu zevat o zatın bu işteki ehliyetini ve kifayetini tabii mazisine bakarak teslim etmişlerdi); teşkilatı da Meriç kıyılarına kadar tevsi ediyor, nihayet hadisatın sevkiyle milletin idaresini milli iradenin mümessili olarak teşekkül eden yüksek Meclis‟in eline veriyor. Gelelim yüksek Meclis‟teki riyaset işine, bu vaziyetin içinde siz de az çok yaşadınız. Bilhassa Bursa‟nın sükûtu Eskişehir – Afyon hattının da düşman eline geçmesi üzerine ve daha evvel güya hilafet ordusu döküntülerinin Ankara‟nın bir konak mesafesine yaklaştığı günlerde bu Meclis‟in Riyaseti sizin elinizde olsaydı?
 Bir kere olamazdı!
 Farz-ı muhal olsaydı, ne olacaktı!
 Ne yapacaktınız!
 Netice, istihsal edilmiş (elde etme), olandan daha parlak mı olacaktı!
 Bu istihsal edilen neticede gördüğünüz noksanlar var mı?
 Bunları lütfen söyleyin de afakî siyasi bir münakaşa zemini olsun!
 Ne istiyorsunuz?
 Ve neyi ispat etmek istiyorsunuz?
 Filan  kişiye böyle söyledim. Filan kişiyi filan yerde şu tarihte ziyaret etmiştim!
..demekten ne çıkar?
 (Bunları o zaman yalnız siz mi yaptığınızı zannediyordunuz?) Evet öyle oldu amma, işte bu hareket-i milliye denilen şeyi ilk önce ben düşündüm ve ben söyledim, bundan dolayı bunun şerefi bana aittir mi demek istiyorsunuz?
 Eğer bunu iddia ediyorsanız başkasının aynı şeyi düşünmediğini filana ve falana söylememiş olmasıyla mı, veya söylemişse sizin gibi vesikalar neşretmemiş olmasıyla mı hükmediyorsunuz?
 Hem siz, bir taraftan milli nüveyi ben kurdum diyorsunuz, hem de bu kurduğunuz milli nüve ile temas bile etmiyorsunuz. Erzurum Kongresi‟nin kapısından bile içeri girmemişsiniz!
 Binaenalyeh siz bunu düşünmüşsünüz amma, düşündüğünüzü yapmamışsınız!
 Yalnız düşünmüş olmak hakkı olarak bir şeref istiyorsanız ben kendi hesabıma verdim, al be birader!!
 Fakat, bu işi hem düşünen ve hem de yapan adam bunun şerefinin sahib-i aslîsi olan millete ait olduğunu söyler dururken, yarın öbür gün başka bir arkadaş da –çıkmaz ya- bunu ben de düşünmüştüm, hatta filana ve falana da söylemiştim, diye yazı yazmağa kalkarsa ne yapacağız?
... Memlekette bundan sonra yapacak keza yine şerefli işler dururken şimdi milli şerefe tasarruf hakkınızı ispat için tapu senetleri mi göstermeye kalktınız?
 Bu nasıl şey?!
...
Bu senetlerinizi ispata muktedir olsanız nefret edeceğiniz şerefi kimden isteyeceksiniz. Bütün milleti şanıyla şerefiyle temsil eden, şan ve şöhreti Hind‟e ve Çin‟e ve Amerika‟ya intişarla milleti şenlendiren ve şanlandıran adamın size bir hisse ayırıp vermeye hakkı yoktur, veremez. Doğrudan doğruya milletten istiyorsanız, ya millet size derse ki ben Milli Şef olarak bir timsal tanırım, başka şey bilmem. O vakit ne yapacaksınız?
 Yok benim şeref falan istediğim yoktur, maksadım, bu milli hareketin ne olduğunu millet anlasın, bende de şöyle vesikalar vardır, bilinsin, o kadar, başka bir şey istemem. Bu halde milletin, milli hareketin nasıl cereyan etmiş olduğunu bilmediğini kabul ediyorsunuz demektir ki, hata olur. Millet bunu anlamıştır, bu, anlaşılamayacak bir iş değildir ki!
 Hayır o da değil, milli şeref, evvela bana aittir, başkasının bunda hakkı yoktur, demek istiyorsanız, bu hükmü siz değil, bırakınız efkar-ı umumiye versin. İlave olarak Milli Şef olan zatın biraz da emniyet ve itimat telkinine ve sebat ve metanet tavsiyesine esas olan mazisinden bahsedeyim: Bu adamın fikir ve Kumandanlık dehasının umumi tezahürü Büyük Harp‟te , Çanakkale muharebelerinde başlar. Tabiidir, çünkü müşarünileyh bu harbe Kaymakamlık (yarbay) rütbesiyle girdi. Dört senesi de kendisinin muzaffer muharebeleriyle dolu olan Umumi Harb‟in bilhassa Çanakkale muharebeleri, Arıburnu ve Anafartalar Kahramanı‟nın Kumandanlık kudretini bütün bir vatana tanıttı. İngiliz Ordusu‟nun Gelibolu yarımadasına çıktığı 1915 senesi 12 Nisan günü sahil tarassuduna (gözetleme) memur diğer bir Fırka‟nın Kumandanı, Fırkası (Tümen) ile ihtiyatta bulunan Mustafa Kemal‟e bir taburunun Kaba Tepe‟ye gönderilmesini telgrafladığı zaman o, bizzat kendisi iki saat sonra, yanında yalnız yaveri Mülazım Rıza Efendi olduğu halde, Conkbayırı‟nın zirvesine yaklaşmış olan İngiliz avcı hattının önünde nevmit (umutsuz) geri çekilen Bursa müstahfızından 40 neferlik bir sahil muhafız müfrezesinin yanında bulunuyordu. Bu müfrezeye: “Cephaneniz bitti ise süngüleriniz de yok değil ya!” emriyle yüzleri düşmana karşı yere yatırır yatırmaz koca İngiliz avcı hattının da aynı zamanda tevakkufla (durma) yere yattığı görüldü. Burada kazanılan yarım saat, geriden gelmekte olan 57‟nci Alay‟ın Kolbaşısı ile aynı noktaya dahil olabilmesini temin etmişti. 19‟uncu Fırka   Kumandanı Mustafa Kemal, İngilizlere ilk darbeyi işte bu alayla vurdu ve bu darbe denize kadar devam etti. Karabekir Paşa Kaba Tepe ile Conkbayırı‟nın vaziyetlerini iyi bilir. Arıburnu cephesine ilk on gün zarfında gelip miktarı beş fırkaya baliğ kuvvetlere kumanda eden yalnız Mustafa Kemal oldu. “Kemal yeri” on ay sonra düşmanın terk ettiği müstahkem hat Mustafa Kemal‟in bu on gün zarfında ateş yağmuru ve ateş dolusu altında düşmanı tevkif etmiş olduğu hattır. Aynı senenin Temmuz‟unda İngilizler Kitchener Orduları ile Anafartalar cephesine çıktılar. Burada da karşılarında Mustafa Kemal‟i buldular. Bu cephede Gelibolu‟dan henüz gelen yorgun ve zayıf 12 ve 7‟nci Fırkaların İngilizleri mağlup etmesi yalnız ve yalnız Mustafa Kemal‟in enerjisi ile oldu. İngilizler bu defa da Conkbayırı‟na tırmandılar. Üç gün üç gece bu noktada pek kanlı muharebeler oldu. Nihayet üçüncü günün sabahı bu bayırdan düşmanı bir daha tırmanamamak üzere süngü ile atan ve attıran yine Mustafa Kemal idi. Ben kendim de orada idim. Neferden Grup Kumandanı‟na kadar bütün rütbe ve kumanda sahipleri aşağı yukarı hep bir hatta idik. Mustafa Kemal‟in Anafarta Grubu Kumandanlığı‟nda ve Anafartalar cephesinde muvaffakiyetle kumanda ettiği kuvvetler 10 fırka idi. Karabekir Paşa bunları bilmez mi?!
 Ordu Kumandanı Liman Paşa Mustafa Kemal‟in karargâhına geldiği zaman, onu uykuda bulursa uyandırmayıp kapısında kendiliğinden uyanıncaya kadar beklerdi.
Mustafa Kemal parlak hareketleriyle ihtiyar ecnebi General‟in de yüzünü bu derece ağartmıştı. Bu sene zarfında Karabekir Paşa da fırkası ile şibh-i cezirenin (yarımada) Cenup (Güney) cephesinde bulunmuştu. Paşa bu cepheyi beğenmiyordu. İkide bir bu Cephe‟nin kilometrelerce arkasında Soğanlıdere sırtlarına kadar geriye alınmasını teklif ediyordu. Nihayet onu oradan aldılar. Bunları, kumandanlık sahasında Mustafa Kemal ile Karabekir‟i, haşa, mukayese maksadıyla yazmıyorum. Böyle bir kıyas-ı maalfarık (farklılıkla karşılaştırma) hatırımdan geçmedi. Yalnız Milli Şef olabilmek için ne gibi evsaf, ne gibi başkalarında bulunmayan müstesna kabiliyetler lazım olduğu meselesinin münakaşası üzerinde olduğumuz içindir ki, bunlardan bahsetmek icap etti. Karabekir Paşanın yazıları on iki sene evvel değil bugün dahi aklınca milli şeflik davasında bulunduğunu aynen gösteriyor.
Kendisi Şark‟ta kalacakmış, Mustafa Kemal de Garp‟ta?
 Böyle mutabık kalmışlar imiş!
 Yani nerede ise at başı beraber bulunacaklar!?
 Yalnız bu yazıların bugün yazılmakta olması, bir noktanın istifhamını (anlama) müstelzimdir (gerektiren). Karabekir Paşa‟nın ne istediği henüz belli değil gibi. Alman Makenzen Suriye‟de Kumandan iken Mustafa Kemal yine orada Ordu Kumandanı idi. Mustafa Kemal‟in buradan da bir ayrılışı var. Karabekir Paşa‟nın hikaye-i hal tarzında açıkta kalmak tabiriyle tarif ettiği ayrılış ile bu ayrılış arasında esbapça (sebepler yönünden) fark yoktur. Bu ayrılışın sebeplerini mütareke esnasında gazetelerde bütün millet okumuştur. Gazi Hazretleri‟nin sine-i millette bir fert halinde memleketin kumandanlarına ve valilerine emir vermek salahiyetini kendinde görmüş olmasında o zamandan az evvel gazetelerde intişar etmiş olan bu raporların hiçbir tesiri olmamış mıdır acaba?
 Ordu‟yu ve memleketi Umumi Harp‟te şaşkınca ve çılgınca idare edenlere karşı Karabekir Paşa‟nın neler demiş ve yazmış olduğunun bilinmesi merak edilecek bir şeydir. Karabekir Paşa‟nın acaba buna dair de vesikaları var mı?
 Bunları da neşir lütfunda bulunmazlar mı?
 Karabekir Paşa!
 İşte vesika diye Mustafa Kemal‟in Makenzen‟la olan ihtilaflarını izah eden yazılara denir, yoksa sizin yazdıklarınıza değil!
 Bana kalırsa siz artık bu yazılardan ve bu iddiadan vazgeçin ve deyin ki benim bunlardan maksadım, buna dair hatırat neşrediyorsunuz; bu hatırattan bende de bir kısım vardır. Ben de bu meyanda bunları, tarihi tenvir (aydınlatma) için yazdım, bütün maksat bundan ibarettir deyip bu bir türlü içinden çıkamadığınız davaya misk bir hitam vermiş olursunuz!

Gaziantep Mebusu M. Nuri”

Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.

Benzer Yazılar

Yorumlar