Mevlana'nın Aşka Dair Fikirlerinden
Büyüklük Değil ki
Mevlana'nın
kendi sözleriyle; “Bazı insanlar 'Enelhakk' demeyi büyüklük iddiası sanıyorlar.
Oysa 'Enelhakk' demek gerçekte büyük tavazudur. Tevazu göstermek için 'Ben
Hakk'ın kuluyum.' diyenler ise, esasında büyüklük taslayanlardır. Çünkü bunlar,
Tanrı'nın varlığı karşısında bir de kendi varlıklarının iddiasında
bulunanlardır. 'Enelhakk' diyen ise, 'Yalnız Hakk vardır, ama ben yokum.' demek
isteyendir.”
Mevlana
Güneş
olmak
ve
altın ışıklar halinde
ummanlara
ve
çöllere saçılmak isterdim
gece
esen
ve
suçsuzların ahına karışan
yüz
rüzgarı olmak isterdim. Güneş olmak ve altın ışıklar halinde
ummanlara
ve çöllere saçılmak isterdim
gece
esen ve suçsuzların ahına karışan
yüz
rüzgarı olmak isterdim.
Mevlana'nın Aşka Dair Fikirlerinden
“Canların
gıdası aşk, bu yüzdendir ki, açlık, ayrılık, şiddetli arzu ve şevk ruhu
canlandırır, güçlendirir, onu besler.” [Mevlana, cilt 3, s. 239.]
“İki alem de aşka yabancıdır. Aşkta yetmiş iki
nurlu delilik ve divanelik vardır. Aşk pek gizlidir. Ama verdiği şaşkınlık
meydandadır. Ona ruh sultanlarının canları bile hasret çeker... Aşkı gizlemek
nedir?
Ateşi yün içinde, pamuk içinde gizlemek... Sen
ne kadar gizlesen, o, o kadar meydana çıkar.”[ a. g. e., s. 367.]
Mevlana'nın
aşka dair fikirlerini, daha çok Divan-ı Kebir adlı eserinde de kaleme aldığı
gözlenmiştir:
“Aşk
üstünlükte, bilgide, defterde, kitap sahifelerinde değildir. Halk dedikoduya
düşmüştür ya, o yol âşıkların yolu değildir. Aşk, öyle bir nur ağacıdır ki,
dalları ezelde, kökleri de ebeddedir. Bu ağaç, ne arşa dayanır ne de yeryüzüne,
bu ağacın gövdesi de yoktur... Aklı işten atıp, hevesi kovduk... Sende fani
güzellere iştiyak var, bir özlem var. Bu ise puttur. Sen kendini kendinde
bulur ve kendin sevgili olursan, sende özlem kalmaz.”
Bilginin ve Duanın Gücü
Mevlana Bahaddin Nakşibendi'ye sordular: "Birçok öyküdeki
kötü adamlar ya da çocuklar yalnızca büyük bir bilgeyle karşılaşınca bile, bir
bakışla ya da başka bir dolaylı yoldan nasıl maneviyat edinebiliyorlar? "
Yanıt olarak aşağıdaki öyküyü anlattı. Bu metodun dolaylı
maneviyat kazandırma yoluna paralel olduğunu söyledi.
Bizans’ın güçlü çağında, imparatorlarından biri, hiçbir doktorun
tedavi edemediği amansız bir hastalığa yakalanmıştı. Her ülkeye hastalığı tarif
etmek üzere elçiler gönderildi. Bunlardan biri de, imparatorun adını Doğu ’nun
büyük bilgelerinden biri olarak duyduğu, bir Sufi olan Büyük Gazalinin okuluna
vardı. Gazali, öğrencilerinden birini İstanbul’ a yolladı.
El-Arif, İstanbul'a varınca kendisi, imparatorun huzuruna çıktı.
İmparator onu çok iyi karşıladı ve bir çare bulmasını diledi. El-Arif hangi
tedavilerin denendiğini ve daha hangilerinin düşünüldüğünü sordu. Sonra da
hastayı muayene etti.
Sonra tüm saray eşrafının toplanmasını istedi, tedavinin nasıl
olabileceğini açıklayacaktı.
İmparatorluktaki tüm soylular toplandığı zaman, Sufi
"Majestelerinin inancını kullanması gerekir" dedi.
Din adamlarından biri "İmparatorun inancı var, ama tedaviye
etki yapmıyor" dedi. "Bu
durumda, dünyada onu kurtarabilecek tek bir şifa olduğunu söylemek zorundayım.
Ama öyle korkunç bir şey ki, bundan söz etmek istemiyorum."
"Yedi yaşın altındaki birçok çocuğun kanından yapılacak bir
banyo, imparatoru kurtaracaktır." Bu sözlerin yol açtığı kargaşa ve telaş
yatıştıktan sonra, devletin ileri gelenleri bu şifanın denenmeye değer olduğuna
karar verdiler. Bazıları kuşkulu bir yabancının sözü üzerine böyle bir
barbarlığa kalkışmaya kimsenin hakkı olmadığını söyledi ama, çoğunluk, herkesçe
hayranlık derecesinde saygı duyulan bir imparatorun hayatını kurtarmak için bu
riskin alınmaya değer olduğunu ileri sürdü.
Kral bu konuda gönülsüz olmasına karşın, sıkıştırdılar. "
Majesteleri, reddetmeye hakkınız yok; çünkü yokluğunuz, bırakın bir miktar
çocuğu, tüm tebanızın kaybından daha fazla şeyden imparatorluğu yoksun
bırakacaktır "
Sonuçta Bizans'ta uygun yaştaki tüm çocukların, imparatorun
sağlığı için kurban edilmek üzere belli bir süre içinde İstanbul'a gönderilmesi
buyruğu her yere yollandı.
Bu çocukların anneleri çoğunlukla, kendi kurtuluşu için
çocuklarının kanını isteyebilecek kadar canavar olduğunu düşündükleri
imparatorlarına lanetler yağdırdılar. Ama bazıları da, çocukları öldürülmeden
önce imparatorun iyileşmesi için dua etti.
İmparatorun kendisi de bir süre geçtikten sonra, ne nedenle
olursa olsun, küçük çocukların katledilmesi gibi bir eyleme izin vermeyeceğini
hissetmeye başladı. Bu problem onu gece gündüz meşgul etmeye, kıvrandırmaya
başladı. Sonunda şunu söyledi: "Masumların ölmesini görmektense kendim
ölmeyi tercih ederim."
Bunu söyler söylemez hastalığı düzelmeye başladı. Kısa zaman
içinde sağlığını kazandı. Sığ düşünceliler iyi hareketinden ötürü
ödüllendirildiği sonucuna vardılar. Onlar kadar sığ düşünen başkaları da
düzelmesini çocukların annelerinin ilahi güçler üzerindeki etkisine bağladılar.
El-Arif'e hangi yoldan hastalığın düzeldiği sorulduğunda şunları
söyledi. "İnancı olmadığı için, ona eşdeğer bir şey bulmak zorundaydım.
Onun kararlılığıyla, hastalığın belli bir zamandan önce düzelmesini isteyen
annelerin arzulan bir araya geldi."
Bizanslılar arasında ona kuşkuyla bakanlar şunları söyledi.
"Kana susamış Arab’ın formülü denenmeden önce, din
adamlarının dualarına yanıt olarak İmparator'un iyileşmesi ilahi güçlerin yüce
bir müdahelesidir. Çünkü o ileride büyüyüp, belki de onun gibilere karşı
Bizans'ı savunacak olan genç nesli yok etmeye çalışıyordu."
Durum El Gazali 'ye bildirildiğinde, şunları söyledi:
"Bir etki sağlanabilmesi için, ancak gereken zamanda sonuç
verecek tarzda gerçekleşir."
"Aynı Sufinin kendini bulduğu insanlara göre yöntemini
adapte etmesi gibi dervişler de çocukların, cahillerin hatta kötülerin
maneviyatını kendince bilinen yöntem aracılığıyla aydınlatabilir. "
Bu da Bahaddin ’in açıklamasıydı.
“Aman”ım Duyar Beni
Bostan
ve Gülistan'daki anlatılır. Abidin birine gaybtan bir ses geldi.
“Senin ibadetin hiç makbul değil”, dendi. Bunun üzerine o şöyle dedi:
-Kabul değil ise başka ibadet edilecek birisi olmadığı
için ben nereye gideceğim. Yani sen kabul etmesen de ben devam edeceğim.
Sonra
hafiften bir ses geldi:
-Güzel olmamasına rağmen amellerini kabul ediyoruz.
Evet…Benden başka senin için sığınacak yer yok.”
***
Şah
Ebû'l-Mealî'nin şöyle bir hikayesi meşhurdur:
Peygamber
Efendimiz (salla’llâhü aleyhi ve sellem), ravzasından, bir şeyh efendinin
muhlis bir müridine "bidatçı şeyhine selamımızı söyle", diye seslendi.
Bu selam şeyhe ulaşır ulaşmaz raks ermeye başladı ve kendinden geçti.
***
Bir
kimseye zikirle meşguliyeti esnasında şöyle bir ses geldi: "Sen kafir
olarak öleceksin". Onun şeyhi bunu şöyle açıkladı:
Bu, içinde sevgi bulunan küfürdür.
Bunu söylemek sevgililerin adetidir.
Sen zikirle meşguliyete devam et.
Mevlana'nın
Mesnevî'sinde bu başlık altında şu şiir de vardır:
"Ey sevgili, sen kızıyorsun,
Bu benim hoşuma gidiyor,
Canım sana feda olsun,
Benim sevgilim biraz kızıyor".
Kaderi Değiştirenler
“Ne kadar tesir eden
himmete kavuşulsa da, kaderlerin surlarını aşamazlar.” Hikem-i Atâi
Şeyhlerin
himmeti Allah Teâlâ’nın kaderini değiştirmez. Fakat Mevlana, Mesnevi´de buyurdu ki;
“Allah Teâlâ canibinden
evliyanın öyle bir kudreti vardır ki atılmış oku yolundan
çevirirler.” (Mesnevi,
c. I, b. 1669)
Abdülkadir Geylânî kaddese’llâhü
sırrahu’l azîz buyurdu ki;
“Ben kaza-i Mübrem-i (tedbir ve
maharetin tesiri olmayan kaza) def ederim”
Bu kaza Allah Teâlâ katındaki
Muallâk (değişebilen) kaza ile
Melaikelerin katında bilinen mübrem (değişmeyen) görünen kaza-i ilahidir. Asıl
olan kaza-i mübremde hiçbir türlü tasarruf olmaz.
Hadis-i şerifi bu hakikate
işaret eder.
“Kaza, kaza ile ret olunur.”
Yazılmış alnına fa´ilin her ne ise reddi nâ-kabul
Hüner bu defteri almalı, hoşça dürmektir
Musaddaktır bu dava ta ezelden mühr-i hikmette
Cihana gelmekten maksat bu tatbikatı görmektir.
Neyzen Tevfik
Bu dünya üzerinde çeşitli müşküllerin görülmesi, perde arkasından
hakikâtin suretlerinin gidip gelmesi hadisesidir. Dışarıdan bakanlar, suretin
hareketine irade isnat ederler. Ama duruma vâkıf olanlar, hemen her meseleyi
ilâhî iradeye havale etmektedir. Böyle yapanlar, duruma tedbir olma
sıkıntısından halâs olmuştur. Vakti gelince zarurî olarak sıkıntılar gelir
gider, bir şekil alır.
Tedbîrini terk eyle, takdir Hudâ’nındır.
Sen yoksun o benlikler hep vehm-ü
gümânındır.
Birden bire bul aşkı bu tühfe bulanındır
Devrân olalı devrân Erbâb-ı safânındır.
Âşıkta keder neyler gam halk-ı cihânındır
Şeyh Galib kuddise sırruhu’l-azîz
Ayrıca hayrın açılacağı kapının yönünü insan tespit edemez. Belki onun
niyetinde kemal penceresini ancak iptilalar açabilir. Bu hikmete vasıl olmakta
ta başka bir haldir.
[Evliya derecesini
bulmuş bir zat varmış. Kürsüye çıkıp vaaz ederken daima:
“Yâ Rabbî, hırsızlara
haramilere rahmet kıl!” Diye dua edermiş. Sebebini sormuşlar. Cevaben:
“Ben Bağdatlı bir
tüccardım, çok zengindim ve iyiden iyiye dünyaya dalmıştım. Bir gün sahradan
geçerken, kervanımın birini haramiler soydu. Bu vak’adan biraz aklım başıma
gelir gibi oldu. Bir başka geçişte, malımın bir kısmını daha gasbettiler.
Üçüncüde ise, tîg u teber şâh-ı levend on parasız kaldım. Bu suretle aç ve
bî-ilâç kalınca bir tekkeye iltica ettim. İşte orada Allah’ım bana bir kâmil
mürşit ihsan etti ve bu devlete nail oldum. Bu nimete o haramîler yüzünden
eriştiğim için onlara hayır duâ ediyorum,” demiş.] (Ken’an Rifâî, Sohbetler,
hzl: Sâmiha Ayverdi, İst, 2000, s.86)
Hâkimest yef’alullah-ı mâyeşâ
O zi ayn-ı derd engîzed deva
“Allah Teâlâ hâkimdir, istediğini yapar; o,
derdin içinden deva çıkarır” (AYVERDİ, Sâmiha, Âbide Şahsiyetler, İst. 1976, s.10)
GAZEL
Efendimsin
cihanda i’tibârım varsa sendendür
Miyân-ı
âşıkanda iştiharım varsa sendendür
Benim
feyz-i hayâtım hâsılı rûh-ı revânımsın
Eğer
ser-mâye-i ömrümde kârım varsa sendendür
Viren
bu sûret-i mevhuma revnak reng-i hüsnündür
Gül-istân-ı
hayâlim nev-bahârım varsa sendendür
Felekden
zerre mikdâr olmadım devründe rencide
Ger
ey mihr-i münevver âh u zarım varsa sendendür
Senün
pervâne-i hicrânunam sen şem’-i vuslatsın
Be-her
şeb hâhiş-i bûs u kenarım varsa sendendür
Şehîd-i
aşkun oldum lâle-zâr-ı dâğdur sînem
Çerâğ-ı
türbetim şem’-i mezarım varsa sendendür
Gören
ser-geştelikde gird-bâd-ı deşt zann eyler
Fenâ-ender-fenâyım
her ne varım varsa sendendür
Niçün
âvâre kıldun gevheri galtânun olmışken
Gönül
âyînesinde bir gubârım varsa sendendür
Şafak-tâb
eyledün peymânemi hûn-âb ile sâkî
Sabâh-ı
sohbet-i meyde humarım varsa sendendür
Sanadur
ilticası Galib’ün yâ hazret-i Monlâ
Başımda
bir külâh-ı iftiharım varsa sendendür
Şeyh
Galib’den Seçmeler MEB Yay. 1985 ŞEYH GALİP
Günümüz
Türkçesiyle:
1-Efendimsin,
dünyada saygınlığım varsa sendendir, âşıklar arasında şöhret bulmuşsam (bu da)
sendendir.
2-Benim
hayatımın bereketi, sözün kısası yürüyen ruhumsun (sevgilimsin); eğer ömür
sermayemde bir kârım varsa, sendendir.
3-Bu
gerçekte olmayan görünüşe (cismime) parlaklık veren güzelliğinin rengidir;
hayâlimin gül bahçesi, ilkbaharım varsa, sendendir.
4-(Senin)
zamanında felekten zerre kadar incinmedim, ey parlak güneş, eğer ahım ve
feryadım varsa, bu sendendir.
5-Senin
ayrılığının pervanesiyim, sense vuslat mumusun; her gece (seni) öpmek ve
kucaklamak isteğim varsa, sendendir.
6-Aşkının
şehidi oldum, göğsüm ateşle dağlanmış bir laleliktir; türbemin ışığı, mezarımın
mumu varsa, sendendir.
7-Başımın
dönüşünü gören çöl kasırgası sanır; yokluk içinde yokluğum, her ne varım varsa,
(ancak) sendendir.
8-Senin
yuvarlanıp duran incin olmuşken beni niçin başıboş bıraktın? Gönül aynasında
bir tozum (kederim) varsa, bu sendendir.
9-Ey
saki, kadehimi kanlı gözyaşıyla (doldurup) şafak gibi parlattın; şarap
sohbetinin sabahında mahmurluğum varsa, sendendir.
10-Ey
Hazret-i Mevlana, Galip’in sığınacağı yer sensin; başımda övündüğüm bir külah
varsa sendendir
Bir
kez gönül yıktın ise
Bu
kıldığın namaz değil
Yetmiş
iki millet dahi
Elin
yüzün yumaz değil
Yol
odur ki doğru vara
Göz
odur ki Hakkı göre
Er
odur alçakta dura
Yüceden
bakan göz değil
Doğru
yola gittin ise
Er
eteğin tuttun ise
Bir
hayır da ettin ise
Birine
bindir az değil
Yunus
bu sözleri çatar
Sanki
balı yağa katar
Halka
meta'ların satar
Yükü
gevherdir tuz değil
Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.
Yorumlar