Muhabbet, Âşk, Derd
Acılar yazdırır
"Nasıl
aşk acısı çekerken aşk şarkıları yazıyorsa, ülkesiyle ilgili acılar çekerken de
böyle şarkılar yazıyor".
Sanat için yaşadım ben
Sanat için, aşk için
yaşadım ben,
Asla kötülük yapmadım
yaşayan bir cana!
Nice sefalete yardım ettim
Elimi farkettirmeden.
İçten inançla hep
Duamla
Kutsal tapınaklara çıktım.
İçten inançla hep
Çiçeklerle süsledim
mihrabı.
Acının şu anında
Neden, neden, Tanrım,
Neden öyle
ödüllendiriyorsun beni?
Meryem’in örtüsüne
mücevherler,
Yıldızlara, gökyüzüne,
şarkımı armağan ettim,
Daha güzel gülümsesinler
diye.
Acının şu anında
Neden, neden, Tanrım,
Neden öyle
ödüllendiriyorsun beni?
Seni Nasıl İncitirim
Ey sevgilim, üzerinde gül deseni bulunan kumaştan yapılmış bir
elbise giymişsin, ama ben korkuyorum.
O elbisenin üzerindeki gül resminin dikeninin gölgesi, tenini
incitecek diye üzülüyorum.
Muhabbet, Âşk, Derd
Âşk sultandır.
Üç mertebe var derler:
muhabbet, âşk, derd.
Muhabbet ehli o ki
mahbûbunu görürse memnûn, görmezse kaydında değil;
aşk ehli o ki mahbûbunu
görünce memnun, görmezse mahzûn;
derd ehli o ki görse de
mahzûn görmese de mahzûn.
Âşk Bu!
İnsanı hayretten hayrete düşüren bahçede, yani dünyada dikensiz
gül beklenecek şey midir?
Burada saf mutluluğu aramak gibi bir saçmalık olabilir mi?
Sen ne diye feryat edip duruyorsun?
Burası dünya, Cennet değil ki.
Sen de bilirsin ki elbette sen yanılıp yakılacaksın o gül için.
Fakat onun yağı çıkarıldığında senin haberin bile olmayacak.
Başkaları, kötüler ondan istifade edecek.
Bunu baştan biliyor olmalısın.
Zaten aşkta herhangi bir ticaret olmaz.
Bir kâr olmaz. Kâr nedir?
Kâr şudur.
Sevgilisinin kendisi için yanmakta olduğunu
bilmesi yeter âşığa.
Bilsin ki ben onun için yanmaktayım.
Bunu inkâr etmesin de bunu unutmasın da bunu görmezden gelmesin de
ne olursa olsun. Yok saymasın, hiç etmesin yeter.
Cevredebilir.
Zaten o cevirde kâr da vardır.
Çünkü sevgilinin, güzelin, mahbubun âşığına ettiği cevr ü cefa
kendi güzelliğinin kemal bulmasına sebeptir.
Âşık ise elbette bundan uzak olamaz.
Bilir ki kendisinin yanışı maşuku besler sevindirir.
Âşk denilen şey âşığı üzer, eritir.
Netice itibariyle de bitirir.
Âşk sarmaşıktır.
Dev bir çınar ağacına sarılmış bir sarmaşık düşünün.
Dışarıdan gösterişli,
güzel, göz alıcı görünür ama içeriden de o çınarı için için çürütür, yok eder
gider.
Farkına bile varılmaz.
Âşk insanı saran bir sarmaşık gibidir.
Âşk demir leblebidir.
Görürsen imrenirsin ama yiyenin dişi kırılır.
Yahut şöyle de söylerler.
Turşu gibidir.
Yemeyenin ağzı sulanır, yiyenin midesi bulanır.
Aslında aşkın her mertebede durumu aynı.
Âşk öyle bir şey.
Çiledir, ama tatlı bir çiledir.
Azap kelimesi gibidir âşk.
Arapçadan dilimize geçen bir kelime.
Hem lezzet hem de ızdırap anlamına gelir.
Âşık ne çeker, azap.
Pervane muma değdiğinde ne çeker, azap çeker.
Ama o azap hem lezzettir hem de acıdır.
Âşık vücudunu eritip, iğne iplik gibi kalıp âdeta gözden kaybolmak
ister gibidir.
Ayna karşısında görülmeyecek kadar süzülme derdindedir.
Sen, kendisine eziyet ediyor da ondan mı böyle sanıyorsun?
İşin aslı şu.
Yarın öldüğü zaman tabutunu taşıyan
dostlarına yük olmak istemez de ondan.
Eğer
yâr seninle ise, yâr sana yakınsa, seni görüyorsa, sen onu görüyorsan, bütün
dünya rakip olsa ne gam.
Kimse
kıymet bilmesin, kimse sevmesin, herkes kötülesin.
Eğer
senin ağlamana bahane dikenlerse, yani onu bahane edip ağlıyorsan bu da
geçersiz, çünkü güller, diken olsa bile tebessümle, gülüşlerle sana yüzünü arz
ediyor.
Sen
sevgiliyi gördükten sonra diken olsa ne olur?
Âşk,
acıya, ızdıraba karşı bir bigânelik, hiçe sayma, yok sayma vaziyeti.
Ben,
sevgili yoluna başı değil canı feda ettim.
Buna
rağmen bu armağanım kabul edilmiyor.
İltifat
görmüyorum.
Yok
sayılıyorum.
Senin
gibi, sevgilimle göz göze değilim.
Aynı
dalda değilim.
Ona
bakamıyorum. O da beni görmüyor.
Dönüp
bakmıyor zaten, tenezzül etmiyor.
Nedir bu hâller, ufacık bir şeysin zaten.
Senin
bu sebepsiz ağlayışların yerinde değil.
Senin
sevgilin sana hiçbir şey vermiyorsa bile yeşil yaprağını esirgemiyor ya.
Bizde
o da yok.
Yerin
gül bahçesi, dostun da gül.
Ey
bülbül, senin bu feryadın neden?
Bir gonca
ağızlı sevgili seni aşk ile rezil etti, rüsva etti.
Ağzını açmaz,
bir şey söylemez, söylesen dinlemez.
Sevgili bana
öyle bigâne, öyle uzak.
Sen ise ey
bülbül günde bin dala konarsın, senin işin iş.
Bir de şikâyet
ediyorsun.
Bak Kâtip gibi
usta şair senin hakkında ne demiş.
Yerin gül
bahçesi, dostun da gül.
Ey bülbül, sen
niçin feryat edip duruyorsun?
Övülmeye Layık Olan
Sadece Sensin
Mevlânâ da, ilâhî aşkın önemini şu şekilde
açıklamaktadır: ‚Aşk hayatın aslı, temelidir; sevgiden başka bir gölgeliğe
giden mahrum kalır. Ey latif can! Aşksız kalma, aşkın her soluğunda binlerce
oruç, binlerce namaz vardır.‛ Lermioğlu, Ayten, Mevlânâ ve Aşk, Sönmez
Neşriyat, İstanbul, ts., s. 18.
Nitekim Tasavvuf tarihinde ilk kez Allah
sevgisine dayalı hayat tarzını benimseyen Râbia el-Adeviyye (ö.185/801) konuyla
ilgili olarak şunları söylemiştir: “(Allah’ım!) Seni iki sevgiyle seviyorum.
Biri benim aşkım, diğeri Senin sevilmeye layık oluşun.
Sana olan sevgim mâsivayı bırakıp sadece Seni
zikretmeme sebep oldu.
Sevilmeye layık oluşun, seni görmedikçe kâinatı
görememe durumuna getirdi beni.
Ne o ne de bu sevgiden dolayı övülecek bir
yönüm yok benim.
Hem o hem de bu sevgiden dolayı övülmeye layık
olan sadece Sensin!”
[Kelâbâzî, Ebû Bekir Muhammed b. İshâk,
et-Taarruf li Mezhebi Ehli’t-Tasavvuf (Doğuş Devrinde Tasavvuf), Haz.: Süleyman
Uludağ, Dergah Yay., İstanbul 1979, s. 162.]
***
Nitekim Râbia el-Adeviyye’nin birmünâcatı
şöyledir: “İlâhî! Seni seven bir kalbi ateşte yakacak mısın?’ Bunun üzerine Râbia hatiften bir ses işitir: “Böyle yapacak
değiliz. Hakkımızda sûi zanda bulunma!”
***
Sen Her Kimi Dost
Edinirsen Onu İnsanlardan Gizlermişsin
Ebu’l Hasan Harakani
Harakânî hazretleri, ‘şu iki kişinin çıkardığı
fitneyi, şeytan bile çıkaramaz: Dünyâ hırsına sâhip âlim ve ilimden yoksun
sûfî…
el-Harakānî; “Ana yavrusuna defalarca; ‘Anan
sana kurban olsun’ der, ama ölmez. Ancak o sözünde de içtendir” [Attâr,
Evliya Tezkireleri, s. 623. ] derken
de gerçek aşka dikkat çekmiş, “sözdedeğil özde sevgiye” vurgu yapmıştır.
“Allâh’ım! Eğer bütün dünyada Sen’in
mahlûkâtına karşı benden daha şefkatli biri bulunursa, o vakit ben kendimden
hayâ ederim!”
Bir gün tohumu saçmış saban sürüyordu. O esnâda ezan
okundu. Hemen sabanı bırakıp namaza durdu. Selâm verdiğinde, öküzlerin kendi
kendilerine çift sürmeye devam ettiğini gördü. Hemen başını secdeye koyarak
şöyle niyâz etti:
“–Allâh’ım, duyduğuma göre Sen her kimi dost edinirsen
onu insanlardan gizlermişsin! (Beni de insanlardan gizle!)”
Sevgiliyi uzak
düşünmeyin Soluğunda
Rahmânî nefes, Bâyezîd’i mest eden şaraba
dönüştü. Buzlu suyla dolu bir testinin yüzeyinde oluşan ter şeklindeki
damlacıklar, onun içinden sızan nemden oluşmuş değildir; hakikatte soğuk
testiye temas eden havadaki nemin, soğukluk nedeniyle ter şeklinde su haline
dönüşmesiyle oluşur; yoksa testiden sızan nemden oluşmamıştır. Hatta metal ve
cam testiden nem çıkmadığı hâlde, havanın etkisiyle onun yüzeyinde de ıslaklık
oluşur. Mevlâna, “Havadan şarap içmek nasıl mümkün olur? Havada su ve nem olur
mu?” şeklinde muhtemel bir soruya cevap vermek amacıyla bu temsili zikretmiştir.
Temsilden maksat: Rabbânî esinti, Ebu’l-Hasan’ın ruhânî kokusunu getirip
Bâyezîd’in testi misâli tenine temas ettirince, o nefha ilâhî aşk şarabına
dönüşmüş; Bâyezîd onu içip sarhoş olmuştur
[Kerîm-i
Zemânî, Şerh-i Câmi‘-i Mesnevi-yi Ma‘nevî, IV, 530.]
Üç tutku
Bertrand
Russell diyor ki…
Üç tutku yönlendirdi hayatımı:
Sevgi
açlığı, bilgi arayışı ve başkalarının acılarına yönelik dayanılmaz bir
merhamet.
Aşk ve bilgi göklere yükseltti ama merhamet
her seferinde çekip yere indirdi beni.
Üzüm
Her Şey Bir’dir ve Bir Her Şey’dir.
Gidenleri
var kalanları var
Hiç
bitmeyen şikâyetleri
Sönenleri
var yananları var
Seni
ilk gördüğüm o günden beri
Adına
aşk deyip bağlandım
Hem
mutluluğu paylaşmaya
Hem
acılarına ortağım
Sana
ait bütünüm senindir özüm
Kimseyi
görmüyor inan ki gözüm
Asla
vazgeçmedim yemin ederim
Arkasındayım
hala verdiğim sözün
Aklıma
gelince o güzel yüzün
Her
yanımı kaplıyor tatlı bir hüzün
Aynı
rüzgâra vurgun iki yelken
Aynı salkımda ayrı iki üzüm
Seviyorum… Sizin Beni Çok
Sevmenizden de
Ebû İdris
el- Hâvlânî anlatıyor:
Dımaşk camiine (Şam Umeyye) girdim, bir de baktım
dişleri parlak güler yüzlü bir genç ve etrafında insanlar toplanmış, bir şeyler
hakkında ihtilaf edince ona müracaat ediyorlar ve onun sözünü kabul
ediyorlardı. Onun kim olduğunu sorduğumda:
-Bu Muaz b. Ccbeh dediler. Ertesi gün erkenden mescide
gittim. Onu bulduğumda benden erken gelmiş namaz kılıyordu. Namazını
bitirinceye kadar bekledim. Sonra huzuruna gittim, selam verdim ve dedim ki:
-Allah'a
yemin olsun ki ben seni Allah rızası için seviyorum.
-Vallahi mi
? dedi.
-Vallahi,
dedim. Tekrar:
-Vallahi mi
? dedi.
-Vallahi,
dedim. Yine:
-Vallahi mi
? dedi.
-Vallahi,
dedim.
Bunun
üzerine elbisemden tuttu, beni yanına çekti ve şöyle dedi:
-Sana
müjdeler olsun! Ben Rasûlullah'ın (salla’llâhü aleyhi ve sellem) şöyle
buyurduğunu işittim:
"Allah Teala şöyle buyuruyor:
Benim rızam için birbirini seven,
benim rızam için bir arada oturan, benim rızam için birbirini ziyaret eden ve
kendilerini benim rızama adayan kimselere sevgim vacibtir." [Muvatta,
Şa'ar, 16.]
Gülsün Nazlıma
İbn
Abbas (radiya’llâhü anh) anlatıyor:
Hz.
Ömer (radiya’llâhü anh) bana şunları söyledi:
Bedir
harbi olduğu gün Rasûlullah (salla’llâhü aleyhi ve sellem) müşriklere baktı,
onlar bin kişi, ashabına baktı, onlar üçyüz dokuz kişiydiler. Bunun üzerine
kıbleye yöneldi ve ellerini açıp Rabbine dua etmeye başladı:
-"Allahım! Bana olan vadini yerine getir. Allah'ım!
Bana vadettiğini ver. Eğer müslümanlardan olan bu topluluğu helak edersen
yeryüzünde sana ibadet eden kimse kalmaz."
Rasûlullah
(salla’llâhü aleyhi ve sellem) ellerini açarak Rabbine o derece niyazda bulundu
ki nihayet ridası omuzundan düştü. [ Müslim, Cihad, 58; Müsned, I, 30, 32.]
Naz,
bir haldir. Bazı aşıklara bu hal ünsiyet ve inbisat (ruhi genişlik) durumu ile
galip olur. Bu da muhabbetin bir nevidir. Bu nazda kâmil ve gayri kâmil olan
arasında şöyle bir fark vardır: Kâmilin bu durumdaki kavi ve fiili edeb
sınırını aşmaz. Gayr-ı kâmil ise edeb sınırını aşabilir, kendisinden edebin
üzerinde ifadeler sadır olabilir.
Hadiste geçen "ibadet eden kimse
kalmaz" ifadesine gelince şöyle bir söz söylenmektedir:
"Maşukun gölgesi âşık üzerine düşerse hali nice
olur".
Evet
âşık nasıl kendini kaybedip maşukta kaybolursa Rasûlullah da (salla’llâhü
aleyhi ve sellem) naz halinde bunu yaşamış ve bu sözü söylemiştir.
Muhabbetdür
Ezelde Kısmet Olan Bize Mevlâ’dan
“Gel ey sofi bizi
men’eyleme aşk-ı tevellâdan
Muhabbetdür ezelde kısmet olan bize Mevlâ’dan
Muhabbetdür ezelde kısmet olan bize Mevlâ’dan
Şarâb-ı aşkıyla
yarün ezelden olmuşam bî-hûş
Ebed ayrılmazam andan gönül geçmez bu sevdâdan
Ebed ayrılmazam andan gönül geçmez bu sevdâdan
Gel ey aşk odına
yanmış gönül âyînesin pâk it
Cemâlin göstere cânân ki tâ kalb-i mücellâdan
Cemâlin göstere cânân ki tâ kalb-i mücellâdan
Şu dil kim âteş-i
aşka yanup küllî kül olmaya
Ne bilsün zevkini aşkın ne duysun hâl-i şeydâdan
Ne bilsün zevkini aşkın ne duysun hâl-i şeydâdan
Gçnül mürğı uçar
her dem o dildârın hevâsından
Anın aşkı kanadıyla geçer arş-ı muallâdan
Anın aşkı kanadıyla geçer arş-ı muallâdan
Gönüldür menzil-i
cânân gönüldür vâsıl-ı Rahmân
Gönüldür âşık-ı sâdık değil hâl-i temennâdan
Gönüldür âşık-ı sâdık değil hâl-i temennâdan
Firâkın nârına
yandım yetiş ey Yûsuf-i Mısrî
Hicâb-ı hicrüni kaldır ki bu Ya’kub-i âmâdan
Hicâb-ı hicrüni kaldır ki bu Ya’kub-i âmâdan
Senin hüsnündürür
yâ Râb ki Yûsuf’ da eder cilve
Senin aşkındurur yâ Râb zuhûr eder Zelihâ’dan
Senin aşkındurur yâ Râb zuhûr eder Zelihâ’dan
Bu gün ey dil
temâşâ kıl cemâl-i vech-i cânânı
Şu kim görmez anı bugün yarın olur ol a’mâdan
Şu kim görmez anı bugün yarın olur ol a’mâdan
Kamû eşya eğerçi
kim haber virür cemalinden
Veli insan olan ismin nişân virür müsemmâdan
Veli insan olan ismin nişân virür müsemmâdan
Düşübdür derbeder
âşık taleb eyler dilârâyı
Dilârâdur gönül içre haber ister dilârâdan
Dilârâdur gönül içre haber ister dilârâdan
Kanı Ferhâd ile
Şîrîn kanı Vâmık ile Azrâ
Kanı Mecnûn-i ser-gerdân haber vir bana Leylâ’dan
Kanı Mecnûn-i ser-gerdân haber vir bana Leylâ’dan
Çü sensün âşık u
ma’şûk çü sensün tâlib ü matlûb
Haber vir gel nedür şahum murâd olan bu gavgâdan.”
Haber vir gel nedür şahum murâd olan bu gavgâdan.”
İSMAİL MAŞÛKÎ
Gönül Yakınlığı
Tüm
canlıların gerek üreme amacıyla gerek yalnız kalmamak arzusuyla kurdukları
Gönül Yakınlığına, günümüzde dünyaca bilinen vicdani yükümlülükten ziyade yasal
yükümlülüğünün olduğu haline “evlilik” denmektedir.
Farklı
farklı olan kültürlerden, dini buyruklardan örf ve adetlerden ve bununla
birlikte kişisel bakış açılarından oldukça etkilenen evlilik bağını Goethe, Gönül
Yakınlığı eserinde farklı evlilik düşüncelerini karakterlerine ayrı ayrı
yansıtmıştır.
Goethe’nin
birbiri ile uyumlu olan çiftleri anlatırken, aslında kişilerin ortak
vakitlerini ne derece uyum içerisinde geçirdiklerine dikkat çekmektedir. Bu
sebeple malikanede müziğin yardımıyla kurulmuş olan enstrümantal bağ oldukça
önemlidir. Eduard ve Ottilie, Charlotte ve Yüzbaşı’da bu duruma en iyi örnek
olmuşlardır.
Ona
göre kusursuz evlilik, erkeğin ve kadının birbirlerine karşı bencil olmayan
sevgi ve sadakat çerçevesinde gerçekleşmiş olandır.
İnsanı
kendisinden dahi uzaklaştırabilecek kadar kuvvetli olan aşk duygusunun değil,
ayakları yere sağlam basan sevginin ve fedakarlığın varlığıyla oluşur kutsal
evlilik birliği. Bu sevginin ve sadakatin, kadın ve erkeğin birbirlerini
tamamlıyor olmalarından kaynaklanmaktadır. Evlilik de kadın ve erkeğin tamamen
birbirlerinde bütünleşip, birbirlerine ayna olmaları demektir.
Mevlânâ’da,
san’at, tabiat, bilim, varoluş, estetik bir imaja bürünür. O ölümü bile
güzelleştirir, derin bir anlam verir. Ölürken gülmeyen kimseye mum deme; aşk
yolunda mum gibi eri-yenlerdir ki, dağılırken amber gibi kokular neşrederler...
O,
bir ömür boyu solmayan rengin, pörsümeyen yeninin, ebedî güzelliğin simgesi
oldu. İç âleminin derinliklerinden doğan en güzel mücevherleri zevkle ve
cömertçe etrafına saçtı. Mevlânâ, Şems’in de etkisiyle, “kâl”e değil “hâl”e,
söze değil davranışa, nazariyata değil tatbikata önem veriyor, yaşanmayan,
uygulanmayan bilgilerin, insana fayda vermeyeceğini, bir yükten başka bir şey olamayacağını
tekrar tekrar söylüyordu. Bir toplantıda, hep başkalarından bahsedildiğini,
falan şöyle yaptı, filan böyle uçtu denildiğini, böylece işin lâfa düştüğünü,
boşuna zaman harcandığını gören Şems birdenbire yerinden fırlar ve şöyle hitap
eder: “Ne zamana kadar başkalarının sözlerini naklederek övüneceksiniz.
İçinizden bir kişi çıkmıyor ki, “Rabbimden kalbime şöyle ilham olundu” diye
söze başlasın. Bu söyledikleriniz o zamanın büyük insanlarının sözleridir.
Bunlar kendilerine ait hâl ve makamdan bahsetmişler. Siz bu zamanın
adamlarısınız. Sizin söyleyeceğiniz bir söz yok mudur?
Ey
aşk delisi olan, ne kaldın perâkende?
O seni deli kılan yine sendedir sende.
Dünya
ahiret…ol Hak, yer gök doludur mutlak,
Hiç
gözlere görünmez, kim bilir ne nişanda?
Ger
meyhaneye vardım, onsuz yer göremedim,
Yine
ona sataştım, girdim ise külhanda.
Her
kim aradı cismin, cisminde buldu hasmın,
Ne
dünya ahret ona, ne assı ne ziyanda.
Bir
nicesine kaç der, bir nicesine tut der,
Kaçanla
bile kaçar, bile durur duranda.
Bir
nice kullarını giriftar eden odur,
Medet
edip erişen odur yine zindanda.
Derler
ki: Miskin Yunus, niçin deli oldun sen?
Ne
akl-u fehim kalsın işbu sırrı duyanda.
Yunus Emre
Bir
gün deniz ölgündü. Bir oltayla balıkta,
Kuşlar
gibi yalnız, yapayalnızdım açıkta.
Şehrin
eleminden bir uzak merhaledeydim,
Fânîleri
gökten ayıran perdeye değdim.
Rüzgârlara
benzer bir uğultuyla sulardan,
Sesler
geliyor sandım ilâhi kuğulardan.
Her
an daha coşkun, daha yüksek, daha gergin,
Binlerce
ağızdan bir ilâhî gibi engin
Sesler
denizin ufkunu uçtan uca sardı,
Benzim,
ölümün şiiri yayıldıkça, sarardı.
Kalbimse
bu hengâmede kuşlar gibi ürkek,
Kalbim
heyecandan dedi: Artık dönelim, çek!
Kâfî
!.. Ölülerden gelen âhenge kapılma!
Birdenbire
hissettim ufuktan bir atılma.
Baktım
ki deniz insanı durgun suyu yardı,
Bir
dev gibi mûnis ve yosun saçları vardı.
Durdum,
dedi:
Mâdem
ki deniz rûhuna sır verdi sesinden,
Gel kurtul o dar varlığının hendesesinden!
Son zevkin eğer aşk ise ummâna karış, tat !
Boynundan
o cânan dediğin lâşeyi silk, at!
Kirpikleri
süzgün o ihânet dolu gözler,
Rikkatle
bakarken bile bir fırsatı özler.
Aldanma
ki sen bir susamış rûh, o bir aç;
Sen
bir susamış rûh, o bütün ten ve biraz saç.
Ummâna
çıkar burda bugün beldediğin yol,
At
kalbini girdâba, açıl engine, rûh ol!
Yahya Kemal
Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.
Yorumlar
Yorum Gönder