Nafia
Ahidnâme
Kemâ
fi Kâniyye.Mes’ele, meyyit ile kabre ahidnâme kovmak câ’izdir. Kemâ fi
Hediyyetü’l Mehdiyyin . Ahidnâme budur ki, .zikr olunur
اللهمّ
فاطر السموات والارض عالم الغيب والشهادة انّى اعهد اليك بانّى اشهد ان “لا
اله الا انت وحدك لا شريك لك وانّ محمّدا عبدك ورسولك وانّك ان تكلنى الى نفسى تقرّبنى من الشرّ و تبا عدنى من الخير وانّى لا اثق الا برحمتك فاجعله لى عهد اتوفّينيه يوم القيمة انّك لا ” تخلف الميعد Kemâ fi Mesâbih.
Meyyitin
cephesinde ya amamesine ya kefenine ahidnâme yazsa mercu‘dur ki, meyyit mağfur
ola. Kemâ fi Bezzâniye.
Göğsün
eve ve eline “Bismillâhirrahmânirrahîm” yazmak dahi böyledir. Kema fi’l Halbi.
Mevtaya nafiaddır ki, kabirleri üzerine Mushaf
vaz‘ oluna üzerlerine Kur’an okuna ve evrâka Kur’an yazılıp mevtânın ellerine
konula. Mâ-i zemzem ile meblul olan kefen ve Ka‘be perdesinin astarı ve onunla
tekeffün dahi böyledir. Kemâ fi’l Esrâr’il Muhammediyye
İsmail
Hakkı Bursevi /Mesâili Nafia [81.a]
Melek Girmez
Cunûb
olan yerden melek firâr eylediği gibi zîrûh sûreti veya kelb olan yerden dahi
firâr eyler. Kemâ fi İnsân’il Uyûn
İsmail
Hakkı Bursevi /Mesâili Nafia
Kur’ân-ı Kerim Okumak
Kur’an
okumak nafile sıyâmdan efdâldir. Ve eimme-i Erbaa‘ nass ve tasrih etmişlerdir
ki taleb-i ilm nafile namâz kılmaktan efdâldir. Ve nafile namâz dahi nafile
oruçtan efdâldir. PES, ilm-i sıyâmdan efdâl olmak lâzım gelir bitarıkile evlâ.
Kemâ fi Akd’id-Dırar ve’l Ülâ.
İsmail
Hakkı Bursevi /Mesâili Nafia
Dua-i Müzâyika /Dar ve sıkıntılı Zaman ve Yer Duası
Ve
şiddet vaktinde bu duayı okuya ki Fahr-i âlem aleyhimü’s-selâm anı İmâm Hasan’a
radıyallâhu
anh ta‘lîm etmiştir.
اللَّهُمَّ اقْذِفْ فِي قَلْبِي رَجَاكَ ، وَاقْطَعْ رَجَائِي عَنْ مَنْ سِوَاكَ حَتَّى لا أَرْجُو أَحَدًا غَيْرَكَ ، اللَّهُمَّ وَمَا ضَعَفَتْ عَنْهُ قُوَّتِي ، وَقَصَرَ عَنْهُ عَمَلِي ، وَلَمْ تَنْتَهِ إِلَيْهِ رَغْبَتِي ، وَلَمْ تَبْلُغْهُ مَسْأَلَتِي ، وَلَمْ يَجْرِ عَلَى لِسَانِي مِمَّا أَعْطَيْتَ أَحَدًا مِنَ الأَوَّلِينَ وَالآخِرِينَ مِنَ الْيَقِينِ ، فَخُصِّنِي بِهِ يَا رَبَّ الْعَالَمِينَ
İsmail
Hakkı Bursevi /Mesâili Nafia
---
(حديث
موقوف) أَنْبَأَنَا بِهَا أَنْبَأَنَا بِهَا أَبُو مُحَمَّدٍ عَبْدُ الْجَبَّارِ بْنُ مُحَمَّدٍ ، وَحَدَّثَنَا أَبُو الحسّنِ عَلِيُّ بْنُ سُلَيْمَانَ بْنِ أَحْمَدَ , عَنْهُ ، أَنْبَأَنَا أَبُو بَكْرٍ أَحْمَدُ بْنُ الْحُسَيْنِ الْبَيْهَقِيُّ ، أَنَا أَبُو عَبْدِ اللَّهِ الْحَافِظُ ، أَخْبَرَنِي أَبُو عَبْدِ اللَّهِ الْحُسَيْنُ بْنُ الْعَبَّاسِ الشَّهْرُزُورِيُّ ، بِبَغْدَادَ ، نَا أَبُو بَكْرٍ أَحْمَدُ بْنُ الْفَرَجِ ، نَا أَحْمَدُ بْنُ عُبَيْدٍ ، نَا أَبُو الْمُنْذِرِ هِشَامُ بْنُ مُحَمَّدٍ ، عَنْ أَبِيهِ ، قَالَ : أَضَاقُ الْحَسَنُ بْنُ عَلِيٍّ , وَكَانَ عَطَاؤُهُ فِي كُلِّ سَنَةٍ مِائَةَ أَلْفٍ ، فَحَبِسَهَا عَنْهُ مُعَاوِيَةُ فِي إِحْدَى السِّنِينَ فَأَضَاقَ إِضَاقَةً شَدِيدَةً ، قَالَ : فَدَعَوْتُ بِدَوَاةٍ لأَكْتُبَ إِلَى مُعَاوِيَةَ لأُذَكِّرَهُ نَفْسِي , ثُمَّ أَمْسَكْتُ فَرَأَيْتُ رَسُولَ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ فِي الْمَنَامِ ، فَقَالَ : كَيْفَ أَنْتَ يَا حَسَنُ ؟ فَقُلْتُ : بِخَيْرٍ يَا أَبَةْ ، وَشَكَوْتُ إِلَيْهِ تَأَخُّرَ الْمَالِ عَنِّي ، فَقَالَ : أَدَعَوْتَ بِدَوَاةٍ لِتَكْتُبَ إِلَى مَخْلُوقٍ مِثْلِكَ تُذَكِّرُهُ ذَلِكَ ؟ قُلْتُ : نَعَمْ يَا رَسُولَ اللَّهِ ، فَكَيْفَ أصْنَعُ ؟ قَالَ : قُلِ : اللَّهُمَّ اقْذِفْ فِي قَلْبِي رَجَاكَ ، وَاقْطَعْ رَجَائِي عَنْ مَنْ سِوَاكَ حَتَّى لا أَرْجُو أَحَدًا غَيْرَكَ ، اللَّهُمَّ وَمَا ضَعَفَتْ عَنْهُ قُوَّتِي ، وَقَصَرَ عَنْهُ عَمَلِي ، وَلَمْ تَنْتَهِ إِلَيْهِ رَغْبَتِي ، وَلَمْ تَبْلُغْهُ مَسْأَلَتِي ، وَلَمْ يَجْرِ عَلَى لِسَانِي مِمَّا أَعْطَيْتَ أَحَدًا مِنَ الأَوَّلِينَ وَالآخِرِينَ مِنَ الْيَقِينِ ، فَخُصِّنِي بِهِ يَا رَبَّ الْعَالَمِينَ , قَالَ : فَوَاللَّهِ مَا أَلْحَحْتُ بِهِ أُسْبُوعَا حَتَّى بَعَثَ إِلَيَّ مُعَاوِيَةُ بأَلْفَ أَلْفِ وَخَمْسِمِائَةِ أَلْفٍ ، فَقُلْتُ : الْحَمْدُ للَّهِ الَّذِي لا يَنْسَى مَنْ ذَكَرَهُ ، وَلا يُخَيِّبُ مَنْ دَعَاهُ ، فَرَأَيْتُ النَّبِيَّ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ فِي الْمَنَامِ ، فَقَالَ : يَا حَسَنُ , كَيْفَ أَنْتَ ؟ فَقُلْتُ : بِخَيْرٍ يَا رَسُولِ اللَّهِ ، وَحَدَّثْتُهُ حَدِيثِي ، فَقَالَ : يَا بُنَيَّ , هَكَذَا مَنْ رَجَا الْخَالِقَ ، وَلَمْ يَرْجِ الْمَخْلُوقَ . .
İhtilaf Vakti
Halk arasında ihtilâl ve ihtilâf vaki‘ oldukta bu ayet-i
şerifeyi okuya.
رَبِّ بِمَا أَنْعَمْتَ عَلَيَّ فَلَنْ أَكُونَ ظَهِيرًا لِّلْمُجْرِمِينَ
Hazreti Mûsa aleyhimü’s-selâm iktitâl-i ricâlin ve İbn Amr
radiyallâhü-anh Hz. Ali kerrma’llâhu veçhe ve Muaviye’nin muharebesi zamânında
bu dua ettiler./Kemâ fi Keşf’il Esrâr Li’ş-Şeyh Reşîd el-Pezdevî.
İsmail
Hakkı Bursevi /Mesâili Nafia
Dua-il
İman
Dua
Maksadıyla
Bir kimse Kur’an’ı senâ
kasdına okusa kur’aniyyetten çıkar.
PES, cünüp olan kimse Fâtiha’yı senâ kasdına okumak haram
değildir.
Ve kezâlik cenâze namâzında Fâtiha ile senâ kasd olunup
okumak mekruh değildir.
Şu kadar vardır ki, musallî olan kimse namâz içinde Fâtiha
ile senâ kasd eylese muhallinde vaki‘ olmağla rükn yerine kâim olur. Kemâ fi’l
Eşbâh
Peygamberimin
Yardımını almak
İmanla Göçme
Dua-il
İman
İmâm
Münzerinin kitâb-ı ehadîsinden Tergîb ve Terhîb nam kitabı üzerine düşen Fethi
Karib nâm [46.a] şerhinde mestûrdur ki zübtedü’l mükâşefin hülasatü’l Ehlü’l
Yakīn mezkûr sırrı zeli ve ibdâ ve sermedi Şeyh Muhammed İbn
Hakim’it-Termedî’den kaddesallâhu sırra ve ammeme nef’ahu ve bire menkûldür ki
buyurmuşlar. Rabb’ıl- ızzeyi celle celâlüh vakı’amda bin kere gördüm ve her
kerede su‘âl edip “ Ya Rab zevâli îmândan havf ederim. Bana bir duayı ta‘lim
eyle” dedim. Ve her kerede vaki’ olan su‘âlimle sabah namâzının sünneti ile
farzı arasında kırk bir kere bu tesbihi evkâ emr eyledi. Ve ol dua ve tesbih
budur ki, zikr olunur.
يا حىّ ياقيّوم يا بديع السموات والارض ياذا الجلال والاكرام يا االله لا اله الا انت اسألك ان تحيى قلبى بنورهم يا االله يا االله ارحمنى
برحمتك يا احم الراحمين
Ve
bu dua kitabı mezkûrde bu uslûpla yazılmıştır. Ziyâde ve noksan yoktur. Ba‘zı
mecmualara bakıp ziyâde ve noksanla ettikleri tahrifata iltifât olunmaya.
İsmail
Hakkı Bursevi /Mesâili Nafia
Namazın Peşine Elleri kaldırıp Dua Etmek
namâzdan
sonra ref‘i yedle dua etmek Râsulullâhtan sallalâhû aleyhi vesselâm mesmu‘ ve
meşhûr değildir. Cem’iyyet ile zikr etmek gibi eger-çi ki ashâbdan radıyallâhu
anhüm menkuldür.
Kema
fi’l-Vakıât’ül Mahmûdiyye hadîs-i kudsîye gelir ki, bir kimse bir vuzu‘ olup
tahâret etmese bana cefa eder. Ve taharetten sonra vakti mekruh değilse namâz
kılmasa bana cefa ede. Ve kıldıktan sonra bana dua etmese bana cefa eder. Ve dua
ettikten ben dahi onun duasına müstecab etmesem ona cefa etmiş olur. cellâ celâluh.
Kemâ fi tercümetü’l Futuhat bi’l-Farisî Mes’ele, meşi‘ halinde hırfetine
iştigal vaktinde Kur’an okumak câ’izdir. Eğer meşi‘ ve ‘amel anı tedebbür
Kur’an’dan iştigal etmezse [51.b] ve illâ felâ ve hürmet Kur’an’dandır ki,
eşvâkta ve mevâdı‘ lügâvîde tilâvet olunmaya. Kemâ fi Tuhfetü’l Mülûk
İsmail Hakkı Bursevi /Mesâili Nafia
Dua
Maksadıyla
Bir kimse Kur’an’ı senâ
kasdına okusa kur’aniyyetten çıkar.
PES, cünüp olan kimse Fâtiha’yı senâ kasdına okumak haram
değildir.
Ve kezâlik cenâze namâzında Fâtiha ile senâ kasd olunup
okumak mekruh değildir.
Şu kadar vardır ki, musallî olan kimse namâz içinde Fâtiha
ile senâ kasd eylese muhallinde vaki‘ olmağla rükn yerine kâim olur. Kemâ fi’l
Eşbâh
İsmail
Hakkı Bursevi /Mesâili Nafia
Kur’ân-ı Kerim’i Unutmak
Mes’ele,
Kur’an’ı öğrendikten sonra unutmak kebâirdendir. Unutmak odur ki, mushaftan
okumak mümkin olmaya. Kemâ fi Kâniyye.
Ve
İbn Uneyne demiştir ki, unutmaktan onunla ‘ameli terk etmektir. Zîrâ insân
lügat-ı arabide terk ma‘nâsına dahi gelir. Nitekim Kur’an’da vâriddir. “فَلَمَّا نَسُوا مَا ذُكرُوا بِه [El-En’am 6/44, “Kendilerine yapılan
uyarıları unuttuklarında”]
Kemâ
fî Fethi’l Karîb Şerhi’t-Terkîb ve’t-Terhîb.
İsmail
Hakkı Bursevi /Mesâili Nafia
Peygamberimizi Alaya Alan
Mes’ele,
bir zemmi veya zemmiye hâşâ sebb-i Nebî aleyhimü’s-selâm etse veya ta‘rîz ile
söylese veya kadrini istihfâf veya layık olmayan vecihle ve saf eylese İmâm
Âzam mezhebi üzerine katl olunur. Belki te’dip ve ta‘zib olunur. Gayrî mezâhib
üzerine katl olunur. Fe-emmâ hak olan budur ki, şemini îlan ederse mezhep imam
üzerine dahi katl olunur.
İsmail Hakkı Bursevi /Mesâili Nafia
Hızır Hakkında
İbn-i
Asâkir’den rivâyet olunur ki Âdem aleyhimü’s-selâm muhtazır oldukda evlâdına
vasiyyet eyledi ki cesedi ânların yanında magarada ola. Zîrâ bir magarada sâkin
olurlardı. PES, muktezâ-yı ve vasıyyeti üzerine cesedi Âdem ol magarada
muhâfaza olundı. Sonra Hazret-i Nûh aleyhimü’s-selâm tûfandan sıyânet için
cesed-i Âdem’i sefineye ko[y]dı. Ondan çıkarıb evlâdına dedi ki Âdem şol
vechile du‘â eyledi ki evlâdından her kim onun cesedini defn ederse tavîl-i ömr
ile muammer ola evlâdı dahi nefes-i Nûh ve du‘â-i Âdem üzere cesed-i Âdem’i
alıp ol magarada defn etmek üzere getirdiler. Bu cümleden Hızır
aleyhimü’s-selâm Âdem’in defnine mübâşeret eyledi. Onunçün kendine kıyâmete dek
[21.a] ömr-i tavîl verildi. Ta Kur’ân yeryüzünden ref‘ olundukda vefât etse
gerekdir. PES, bu rivâyet üzere cesed-i Âdem’i melâ’ike defn etmeyub Hızır
aleyhimü’s-selâm defn etmiş olur. Hızır evlâd-ı Âdem’den olmak lâzım gelir.
Nitekim İmam-ı Suyutî rahimehullâh de Mensûr nâm tefsirinde Sure-i Kehf’de
beyân eder. Ve İbn-i Abbâs’dan radıyallâhü-anh nakl eyler52 ki, Hızır Âdem’in
sulbî oğlıdır. Eceli te’hîr olunmuşdur. Şöyle ki, âhir zamânda deccâlı tekzîb
etse gerekdir. Fe-emmâ meşhûr olan budur ki, Hızır ebnâ-i mülûkdendir.
İbrahim İbn-i Edhem gibi tâc tahtı terk edib zühd ihtiyâr eylemişdir.
İsmail
Hakkı Bursevi /Mesâili Nafia
İsmail
Hakkı Bursevi, Kitâbü’l Hucceti’l-Bâliğa’da Hz. Hızır hakkında:
Cennette anâsırın değişeceği ve güzelleşeceği
açıklanırken yüz yirmi senede bir Hz. Hızır’ın vücûdunun yenilendiği gibi
cennet ehlinin de vücûdlarının her ân yenileneceği ifâde edilir.[26b]
1700
ve 1710 senelerinde iki defa hac yolculuğuna çıkmış, birinci hac seferi
esnasında Hızır (aleyhisselâm) ile mülâkî olmuş, ondan çeşitli müjdeler
almıştır. Hatta birinci hac yolculuğundan dönerken eşkıyaların saldırısına
uğramış, Hızır (aleyhisselâm) vesilesiyle bu saldırıdan kurtulmuştur.
İşler Değişik Aslında
İnsanda
bütün hayvanların ahlakının mevcut olduğunu, marifeti itibariyle meleklere
benzediğini, fakat insanoğlunun kendisine ilahi nefha üfürüldüğü için kemâlât-ı
ilâhiyyeye mazhar olduğunu meleklerde ise bi’l-fiil bütün kemâlâtın zuhura
gelmediğini söyler. [23a] İnsanın kibir ve kedûret yönünden şeytana benzediğini
kibrin sonunun ilahlık davası, kedûretin sonunun ise ehl-i siccîn olduğunu
anlatır. [23a] Cehennemlik kişinin nefs-i hayvâniyyesi ile oraya gireceğini,
rûh-u insanîsinin dışarıda kalacağını, ehl-i cennetin ise kalp ve ruh
mertebesiyle cennete gireceğini nefs ve tabiat mertebesinin ise cehenneme tard
olacağını izah eder. [23b]
İsmail
Hakkı Bursevi , Kitâbü’l Hucceti’l-Bâliğa
Namaz Kılmayan Evlat
Kemâ
fi Fetâvâ Ebi’l Yemen el-Müfti eş-Şehba Mes’ele, bir oğlan on yaşına girse
namâz için darb olunur. Ve lâkin el ile haşb (haşinlik) eyle değil. Ve üç defa
darb olunur. Ziyâde değil muallim dahi böyledir.
Bir
oğlanın babası muallime izn verip ağaç ile te’dip eyle demese ma’mul ve mesmu‘
değildir. Kemâ fi Mecmuu’l Fetâvâ.
Muallim oğlanı darb-ı fahiş ile darb eylese
ta‘zîr olunur. Kemâ fi’l Dürer
İsmail
Hakkı Bursevi /Mesâili Nafia
Sevgi
Bursevî,
“Allah sevgisi ilimden, Resûl sevgisi îmândandır.” demiştir. Ma’rifet ve
velâyet îmân makamlarındandır. Makamât ise dörttür; îmân, velayet, nübüvvet ve
risâlettir. Eksiklik fazlalık kabûl etmez, ettiğini söyleyen olursa noksan
kalmıştır.
İsmail
Hakkı Bursevi /Mesâili Nafia
Hepsi Varis Ama
Ehl-i
keşfin her asırda adedi yüz yirmi dört bindir ki haber-i vâhidde vârid olan aded-i
enbiyâ kadardır ki her biri bir peygamberin sırrına vâris olmuşdur. Enbiyâ
arasında nass-ı Kur’ânla tefâzül olduğu gibi. Evliyâ arasında dahi tefâvüt (farklılık)
vardır. Zîrâ her biri meşreb-i mahsûs üzerinedir. Ve bu ma‘nâya bu ümmetin
kemâli isti’dâdına delâlet eder ki elli bin sene içinde zuhûra gelen esrâr-ı
ilâhiyye ümmet-i merhûme arasında her lahzadan mercûdur.
İsmail
Hakkı Bursevi /Mesâili Nafia
Bizi Anlamazlar
“Bazı
ulema saliklerinin ağızlarında, bir miktar mürekkep lekesi ve bulaşığı kalır.
Bir hoş yunup arınmadıktan sonra, ilm-i feyz onlara noksan üzerine olur.” Bursevi,
“Tuhfe-i İsmailiyye,”
“Hal-i
aşıktan haberdar olmadan çün zahida,
Ko
bu kıyl u kali, hatırlar gönüller yıkma gel!”
Ehl-i Aşk
“Ve
ol iki şahsın biri dahi ehl-i ilhaddır ki ‘ışk ta‘bir olunurlar. Ve bunların bu
a‘sarda kesretleri vardır.”
“Ve
bu ışıklar ile ahval-i devlet muhtell ve umur-i alem müşevveş olup erkan-ı
dünya ve din yıkılmaya yüz tuttu ve esas ve bina-ı takva münhedim olup
harab-abad ve dünyanın her sakfında bir türlü baykuş öttü. Ve zahir ve batın
işi tamam olup bitti.”
Bursevi,
“Tuhfe-i Recebiyye,”
Şeyh Bu
“Bir
kavmin şeyhi ilm u aklına nazarla meyan-ı ümmette nebi gibidir. İtaati lazım ve
mütabaatı vacibtir. Zira ulü’l-emrdir.” Bursevi, “Tuhfe-i Vesimiyye,”
“Sohbet-i
şeyh sohbet-i peygamberdir.” Bursevi, “Tuhfe-i Vesimiyye,”
“Her
padişaha bir ehl-i hal şeyh gerekdir.” Bursevi, “Tuhfe-i Hasekiyye,”
“Evail-i
saltanatta Nizam-ı müluk-ı Osmaniyye evliyanın nazarıyla olmuştur.”
Bursevi,“Tuhfe-i Hasekiyye,
“Devlet
istersen arka ver arka/ Bir ulu asitane bir baba/ Ka’beye vermeseydi arkasını/
Kimse baş eğmezdi mihraba.” Bursevi, “Tuhfe-i Vesimiyye,”
Durdurmak İçin
Meselâ
insanı durdurmak için (meh) َمه deveyi durdurmak için (hec )هَج هْجve atı durdurmak için (
)أجْد, أجد ْم, هاب, هَبkelimelerinin
kullanıldığını söylerler.
Tâʻrîfât ve Furûḳ li'ş-Şeyh Hakkî el-Bursevî
Niçin Ses
“Niçin konuşuyoruz” ya da “bizi konuşmaya iten
sebepler nelerdir” sorularına Suat Taşer şöyle yanıt veriyor:
“Bu nedenlerin hepsini burada sayıp
dökmek olanaksızsa da, en önemlilerinden birkaçını şöylece sıralayabiliriz:
Gururumuzu doyurmak, benliğimizi savunmak, ilgiyi
üstümüze çekmek için;
Eylemin güç olduğu durumlarda
sözle paçayı kurtarmak için;
Kişisel duygularımızdan boşanmak, ruhsal
gerginliklerimizden kurtulmak için;
Başkalarının zihnini karıştırmak,
bir amaçtan ya da eylemden dikkatini saptırmak için;
Bir dinleyiciyi uyandırıp kendine
getirmek ve kendi benliği üzerinde düşünmesini sağlamak için;
Olumlu toplumsal ilişkilerin
tadına varmayı kolaylaştırmak için;
Genel sorunların çözümünde
dinleyenleri paydaş kılmak için;
Haber vermek, aydınlatmak,
açıklamak ya da öğretmek için;
Dinleyenleri olumlu toplumsal
amaçlar ya da gizli niyetler doğrultusunda etkilemek, denetim altına almak ve
yönetmek için konuşuruz.” (Alıntı)
Başı Dertten Kurtulmayan Çocuklar İçin
.
اللهم صلي على سيدنا محمد
رحمةً من الله منةً من الله نعمةً من الله قربةً من الله وقدرةً من الله عزةً وعظمةً من الله
(Allâhümme salli alâ seyyidîna Muhammedin rahmeten mine'llâhi
minneten mine'llâhi ni’meten
mine'llâhi
kurbeten mine'llâhi kudreten mine'llâhi izzeten ve azâmeten mine'llâh) Bir
kimesne bu salavât-ı şerîfeyi üç kere veyâhud yedi kere sabî üzerine okuyûb
üfürse irtifâ-i belâ ve indifâ-i kazâya sebeb ola.
İsmail
Hakkı Bursevi , “Kitâbu’l-Fazl ve’n-Nevâl”
Şizofren Duası
Vesveseye
mübtelâ olsa bu duâyı okuya
اللهم اعمر قلبي يذكرك واطرد عنه وساوس
الشيطان
Allâhümme
a’mir kalbî bizikrike vetrud anhu vesâvisi'ş şeytân)
Ya’nî
yâ rab hâne-i kalbimi zikir ve fikrin ile imâret eyleyub oradan vesâvis-i
Şeytânı tard ve def’ eyle. Zîrâ vesvese bâtın-ı insânı tahrîb eyler. [117 a]
Şol cihetden ki nefis ve Şeytân rîhi sarsar ve desti berdi deyû seyl-i gâlib
gibidir ve demişlerdir ki zikr-i Hak olan yerde Şeytân eylenmez. Zîrâ nûr-u
zikr ânı ihrâk eder.
İsmail
Hakkı Bursevi , “Kitâbu’l-Fazl ve’n-Nevâl”
Kaçanı Getirmek İçin
Vesâyây-ı
Nebevî'den; Hazret-i Alî’ye kerreme’llâhü Teâlâ veçhe hitâb gelir ki yâ Alî
kaçan bir nesneden havf eylesen emân bulmağiçin bu duâyı oku [136 b].
سبحانك
ربي لا إله إلا أنت عليك توكلت وأنت رب العرش العظيم ما شاء الله كان وما لم يشأ لم يكن اشهد أن الله على كل شيء قدير
وأن الله قد أحاط بكل شيء علما واعصي كل شيء عددا ولا حولا ولا قوة الا بالله العلي العظيم
İsmail
Hakkı Bursevi , “Kitâbu’l-Fazl ve’n-Nevâl”
Peygamberimin
Yardımını almak
اللهم إني أسألك بحق محمد وال محمد عليك أن
تنجيني
(Allâhümme
innî eselüke bi hakkı Muhammedin ve âli Muhammedin aleyke En tüncînî.) Bundan
ahz olunur ki bi hürmet-i Muhammed demek câiz olduğu gibi bi hakki Muhammed
demek câizdir.
Böyledir
“Halîfelerim
çoktur, bâzıları hayâtta, bâzıları da vefât etmiştir. Şeyhimden aldığım nefes
ve tesir benden sonra sana ulaşacaktır, başkasına değil. Zîrâ sen bu ilme
sâhipsin, ayrıca senin latîf tahrîrâtın da var. Ben, zamânında şeyhimin nefes
ve duâsını aldım, Allah’ın izniyle bu nefes ve duâyı sana veriyorum.”
İsmail
Hakkı Bursevi, Tamâmi'l-Feyz
Niçin Sessiz
Asıl “niçin konuşamıyoruz”
olmalı. Yani konuşmamızdaki sorunlar, onu engelleyen etmenlerden bahsetmeliyiz.
Bazılarımız çok hızlı konuşur,
bazılarımız çok yavaş.
Belirli kelimeleri sürekli tekrar
etme alışkanlığımız vardır.
Veya kelimeleri ağzımızdan
çıkarken yuvarlarız.
Düşünmeden konuşmak büyük bir
sorundur bizim için.
Ayrıca genelde karşımızdakini
dinlemez, hep biz anlatmak isteriz.
Beş kelimeyle açıklanabilecek bir
fikri yirmibeş kelimeyle açıklamaya çalıştığı görülür bazılarımızın.
Ses tonumuz ve anlatımımız can
sıkıcı derecede tekdüze olabilir.
Vurgularımız ve tonlamalarımız da
hatalıdır.
Hemen hemen hepimiz sesimizi
öylesine yanlış kullanırız ki bir maça gidip onbeş dakika bağırmaya kalksak
ondan sonra bir hafta sesimiz kısık gezeriz.
Bazılarımız da sürekli düşünürüz
konuşma sırasında.
Cümle aralarımızda insanların
kendilerine kahve yapacak vakitleri olur neredeyse.
Bir başka sorunumuz ise
düşüncelerimize şekil verecek kadar yeterli kelime dağarcığından yoksun
oluşumuzdur.
Ya da konuşurken elimiz kolumuz o
kadar çok oynar, mimiklere ve jestlere o kadar yükleniriz ki karşımızdaki
insanı sersem eder, adeta konuşmanın dışında bırakırız.
Görüldüğü üzere hatalarımız bol.
Fakat bizim konumuz konuşma
eyleminin psikolojik kısmından ziyade mekaniği olduğu için konuşmamızı
engelleyen fiziksel sorunlarımıza eğilmeliyiz.
Bunlar da temel olarak
nefesimizle sesimizi hatalı kullanmamız ve kelimeleri oluştururken yaptığımız
boğumlama hatalarımızdır. Yani duyulabilirlik ve anlaşılabilirlik
eksikliği.(Alıntı)
Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.
Yorumlar