NİYE ŞEYTANIN AVUKATI?
İspanyol filozofu Ortega y Gasset’in,
yirminci yüzyılın büyük kitapları arasında sayılan “The Revolt of the Masses”
adlı bir kitabı var. Bu satırların yazan tarafından dilimize çevrilen bu kitap
(Kütlelerin İsyanı), Avrupa’da Birinci Dünya Harbi’nden sonra birdenbire ortaya
çıkan “kütlelin” politikadan dine, ekonomiden eğitime kadar cemiyet
hayatının her safhasını nasıl ele geçirdiğini anlatıyor. Ortega’nın, bu kitabı
yazdığından bu yana Avrupa’daki şartlar çok değiştiğinden, Kütlelerin İsyanı,
günümüzde, Avrupa’dan ziyade bilhassa Türk ye için geçerli. İspanyol
filozofunun, “güçlük ve görevleri üst üste yığarak kendi varlıklarından
büyük talepte bulunanlar” dediği insanlara Türkiye’de pek hayat hakkı yok.
Zira bu insanlar, Ortega y Gasset’in, “kendilerinden
özel bir gayret talep etmeksizin, yaşadıkları ânı hayat diye kabul eden,
mükemmellik yolunda hiçbir gayret göstermeden dalgalar üstünde sallanan
şamandıra misâli insanlar” dediği
“kütle”yi gözönünde bulundurmak mecburiyetindedir:
Derinliğine incelediği bir konu üzerinde
yazı yazmak üzere kalemi eline alan günümüzün yazarı, bu konu üzerinde hiçbir
şekilde durmamış ve konu ile ilgili bir yazıyı bir şeyler öğrenmek için değil
de, kafasında taşıdığı basmakalıp düşüncelerle uyuşmayan yazar hakkında hüküm
yürütmek için okuyacak vasat seviyedeki okuyucuyu gözönünde tutmak
mecburiyetinde.... Alelâde kafa taşıdıklarını bilen bu insanlar, bu alelâdelik
hakkını ilân etmek ve onu istedikleri şekilde cemiyete kabul ettirmek inancını
taşıyor. . . . Kütle, ağırlığı altındaki fikri, yetenekli, seçkin olan her
şeyi, diğerlerinden farklı olan her şeyi, mükemmel olan her şeyi ezer. Herkes
gibi olmayan, herkes gibi düşünmeyen herhangi bir insan, ortadan kaldırılma
rizikosunu göze alıyor demektir. . . . İşte, özelliklerindeki vahşiliğin hiçbir
şekilde gizlenmeksizin anlatıldığı çağımızın dehşet saçıcı gerçeği bu.
Elinizdeki bu kitap, aynı zamanda, kütlenin
çizdiği yolda gitmek istemeyen bir yazarın, “şeytanın avukatlığını üstlenen
bir yazarın, üzerinde durulan konu ile ilgili bir yazıyı bir şeyler öğrenmek
için değil de, kafasında taşıdığı basmakalıp düşüncelerle uyuşmayan yazar
hakkında hüküm yürüten kütle adamı” tarafından nasıl aforoz edildiğinin de
hikâyesi. Yalnız, meselenin esasını daha iyi anlayabilmek için “kütle adamı”
karşısında yer alan insanların bazı özelliklerinden bahsetmek gerekiyor.
Amerika’nın
Texas eyaletinde 1840'larda Maverick adlı bir çiftçi yaşıyordu. O
yıllarda, sığır sahipleri hayvanlarını, diğerlerinin hayvanlarından ayırt
edilebilmesi için dağlıyorlardı. Sığır çiftçisi Maverick ise dağlamıyordu.
Böylece, dağlanmayan danalara “maverick” denmeye başlandı. Zamanla,
kelimenin ifade ettiği saha genişledi; günümüzde, körükörüne diğerlerini takip
etmeyen, herkes yapıyor, ben de yapayım diye düşünmeyen insanlara “maverick”
deniliyor. Maverik bir insan, kelimenin gerçek mânası ile hür fikirli bir
insandır; doğrunun, gerçeğin mutlaka çoğunluk tarafında bulunduğuna inanmaz.
Hayatın her safhasında, giyimde kuşanmada,
düşünmede okumada, yemede eğlencede diğerleri gibi hareket eden, onların
yaptıklarını yapan insanlara Batı dünyasında conformist (konformist) insanlar
denir. Bu kelimenin Türkçe’si yok, ama bence mutlaka Türkçe bir karşılık bulmak
gerek; zira bizler, büyük bir çoğunluğumuzla konformist insanlarız.
KONFORMİST
conformist(i.) geçerli olan fikirlere veya inançlara uyan kimse; toplum
kurallarını çiğnemeyen kimse; kilise kurallarına uyan kimse; uymacı; Cemaatçi,
Cemaatin Adamı
Kendimizinkinden farklı bir yaşayış ve
düşünce tarzı da bulunabileceğini düşünmediğimizden konformist ve gayrikonformist
kelimeleri arasındaki farkı da elbette bilemeyiz. Gayrikonformist bir insan,
maverik bir insandır. Batı dillerinde bu tür başka kelimeler de var. Meselâ,
eccentric (eksantrik).
Konformist ve gayrikonformist kelimeleri,
Batı ve Türkiye arasındaki belirli farklardan birini daha gösteriyor: Biz,
gayrikonformistlere hayat hakkı tanımaz veya her adımda önlerine müşküller
çıkarırken, Batı ise, bugünkü durumuna, bugünkü medeniyetine gayrikonformistler
sayesinde eriştiğini gururla söyler. Amerikan Demokrat Partisinin iki defa
Cumhurbaşkanı adayı olarak Eisenhower’e karşı mücadele eden Adlai Stevenson, “Akıntıya
kürek çekmekten çekinmeyiniz,” diyordu. “Beşeriyetin
ilerlemesi, gayripopüler düşünce ve durumları müdafaa edenler sayesinde
gerçekleşti. Bütün değişiklikler çağdaş kafanın değişmesiyle vücut buldu.”
Gerçekten de, biz
medeniyetimizi gayrikonformistlere borçluyuz. Peygamberler, bir bakıma
gayrikonformist insanlardılar; hayatlarını tehlikeye sokarak yaşadıkları
çağların dinî inançlarına karşı çıktılar.
“Ne
yapayım ki dönüyor,” diyerek dünyanın bütün nimetlerini tekmelemek pahasına da
olsa kilisenin tezine karşı çıkmaktan çekinmeyen, dünyanın döndüğünde ısrar
eden Galileo en büyük gayrikonformistlerden biri idi. Zevk almasını bilenleri
coşturan, onları ilâhı güzellikler âlemine yücelten Batı klâsik musikisi,
bugünkü zirvelerini gayrikonformist sanatkârlara borçlu. Haydn’in musikisi
kendinden önce gelen Bach’m musikisinden, Mozart’ın
musikisi Haydn’ınkinden, Beethoven’inki Mozart’mkinden, Wagner’in musikisi
Beethoven’inkinden farklı idi; bu insanlar, kendilerinden önce gelenler gibi
musiki yaratmış olsalardı, onların bir taklitçisinden başka bir şey
olamazlardı. Stravinski, kendisinden önce gelen büyük musikicilerin
musikisinden öylesine farklı bir musiki ile ortaya çıkmıştı ki, “Bahar
Âyini” adlı eseri Paris’te ilk defa çalındığı vakit, dinleyicilerin,
musikiseverlerin öylesine gazabını kendisine çekmişti ki, salonun arka
kapısından zor kaçtı. Ama aynı Paris dinleyicileri, ertesi sene, kendisini ve musikisini
coşkun alkışlarla bağırlarına bastılar (1914).
Cezanne (Sezan) resimlerinden perspektifi
kaldırmasaydı, dünyanın en büyük müzeleri, onun tablolarını değil teşhir etmek,
mahzen ve depolarında bile tutmazlardı. Ama o, diğer ressamların ve sanat eleştiricilerinin
istihza ve alaylarına aldırış etmeyerek resimlerinden perspektifi kaldırmış,
kübizm ve nonfigüratif resme yol açan “büyük” bir sanatkâr olarak sanat
tarihine intikal etmiştir.
İngiliz
İşçi Partisi’nin meşhur maverik’i Bevan’ın çocukluğu sefaletle hem sınır bir
fakirlik içinde geçti. Ama
o ebeveynlerinden “hayır” demesini öğrendiğini minnetle anlatırdı: “Oğlum,
hayır demek cesaretini kendinde bul. Gerçi bunu diyebilmek çok defa fazla
cesarete ihtiyaç gösterirse de, biz, daha fazla ve daha çok şeylere ‘hayır’
diyebilmekle, değerli şeylere ‘evet’ demesini öğreniriz.”
Ya biz çocuklarımıza neler öğretiyoruz?
“Köprüyü geçene kadar ayıya dayı de”; “El etek öpmekle dudak aşınmaz”; “Sürüden
ayrılanı kurt kapar.” Ünlü Amerikan gazetecisi Walter Lippmann, “Herkesin
aynı şekilde düşündüğü bir cemiyette fazla bir düşünce olmaz,” diyordu.
Gerçek demokrasilerde söz hürriyeti,
Sokrat’ın diyalogunda olduğu gibi, profesörler meclisinde olduğu gibi, ilim
adamlarının bir diğerinin araştırma ve eserini eleştirmelerinde olduğu gibi,
fikirlerin çarpışmasına vesile olur. Nitekim, Voltaire, “Sizinle aynı
fikirde değilim, ama hemfikir olmadığım fikirlerinizi savunma hakkınız için
ölünceye kadar çarpışacağım,” diyordu.
John Stuart Mili de, On Liberty (Hürriyet
Üzerine) adlı meşhur eserinde (1859), “Şeytanın avukatı”nın dahi dinlenmesini
ister:
Bir
evliyanın resmen ilânında kilise, “Şeytanın avukatı”nı dahi sabırla dinler.
İnsanların en kutsalı bile, ölümünden sonra kendisine takdim edilecek şerefe,
ancak Şeytan’ın onun hakkında söyleyeceği her şey dinlendikten sonra nail
olabilir. Newton’un felsefesi hakkında suallere müsaade edilmeseydi, beşeriyet
şimdi olduğu gibi, o felsefenin doğruluğu hakkında güven duyamazdı. Doğruluğuna
dair elimizde en fazla delil bulunan inançlarımızın dahi yanlış olduğunu ispat
edebilecek herhangi bir kimse için davetiyeyi elimizde hazır tutuyoruz. Eğer
davetimiz kabul olunmaz veya kabul edilir de inançlarımızın yanlışlığı ispat
olunmazsa bile biz, bu inançlarımızın doğruluğuna yine de tamamen emin olmuş
sayılmayız. Ne var ki, beşerî aklın imkânları dah ilinde elimizden geleni
yaptık, hakikatin ortaya çıkması için bizden farklı düşünenlere her fırsatı
verdik; fakat yine de yarın, beşer aklın ortaya çıkarabileceği daha iyi bir
hakikat için kapıyı hâlâ açık tutuyoruz. Kendisinden hatâ sâdır olabilen bir
yaratığın, gerçeğe varabilmesi için önünde bundan başka bir yol da yoktur.
Büyükbabalarımız, babalarımız rüyasını
gördükleri daha âdil, daha güzel bir Türkiye'yi göremeden gittiler; bizler de
göremeden gitmek üzereyiz. Böyle bir Türkiye’ye gidecek yoldaki maveriklere,
gayrikonformistlere ve şeytanın avukatlarına hayat hakkı tanınmadığı takdirde,
“Büyük Türkiye,” sadece rüyalarda yaşayacaktır.
NEJAT MUALLİMOĞLU
Ağustos, 1996
Ağustos, 1996
Kaynak:
Nejat MUALLİMOĞLU, Şeytanın Avukatı, Türk Dili ve Diğer Konularda Polemikler, İstanbul, Kasım 1996, sh:9-14
Nejat MUALLİMOĞLU, Şeytanın Avukatı, Türk Dili ve Diğer Konularda Polemikler, İstanbul, Kasım 1996, sh:9-14
Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.
Yorumlar