Pessoa dan
Yalnız...
"Ma Non Tanto"
Bu
"otoportre"nin ardından Pessoa'nın yakınlarının ya da dostlarının
tanıklıklarını bir araya getirmek bize son derece önemli geldi. Onların keskin,
canlı ve kimi zaman kesin tezat içindeki sözleri, şairin kendi hakkındaki,
sonuçta oldukça iç karatıcı imgesine yararlı bir kontrpuan oluşturuyor gibidir.
**
Dona Henriqueta Madalena Rosa Dias
[
Pessoa’nın üvey kız kardeşi, 1985 yılında Jornal de Letras e Artes'in yaptığı
ve burada bazı bölümlerini yayımladığımız bu söyleşinin gerçekleştiği tarihte
seksen sekiz yaşındaydı.]
Küçük
birer çocukken, [kardeşlerinden on, on iki yaş büyük olan] Fernando'nun sürekli
olarak uydurduğu bir hikâyenin kahramanları oluyorduk. Gerçekliği sürekli
değiştiriyordu ve bizler onun düşlerinin oyuncuları rolüne bürünüyorduk.
Fernando, daha çok küçükken müthiş okuyan biriydi. Fairy tales türü fantastik
kitaplar İngiliz edebiyatında yaygındır. Shakespeare, Milton ve Dickens o
dönemde onun gözde yazarlarıydı. Yaşına göre çok olgun olmasına rağmen
kardeşlerini çok seviyordu; yaş farkı, kendisine ait o unutulmaz sihirli
dünyaya bizi de sürüklemesini hiç engellemiyordu. (...)
Fırtınalardan
dehşetli korkuyor olması yaşamını güçleştiren sinir bozucu bir fobiydi.
Düşünebiliyor musunuz, fırtınaların çok sık olduğu Güney Afrika'da!
Kendini
iki dil arasında bölünmüş hissediyordu [ikisine de kusursuzca hâkimdi],
İngilizce ve Portekizce. İngiliz edebiyatına öylesine gönlünü kaptırmıştı ki,
yaşam tarzına dek tam bir İngilizdi! Aynı zamanda da tam bir Latin
duyarlılığına sahipti. (...)
Fernando,
ömrü boyunca, baba tarafından büyük annesi gibi delirmekten ya da babası gibi
veremden ölmekten korktu. Zaten kimi zamanlar beyninin aşırı uyarılmasından
krizler geçiriyor, babam kaygılanıyordu. Annemiz de bu çocuğunun geleceği için
kaygılanıyor, şöyle diyordu: "Diğer çocuklarım belki Fernando kadar zeki
değiller ama en azından daha normaller!" (...)
[Zaten
tam bir sır küpüydü, edebi faaliyetleri hakkında pek bir şey paylaşmazdı.]
Ailesinin onu anlamamasından çekiniyor olmalıydı... Orpheu dergisini
çıkardığında, hepsinin deli olduğunu, oldukça ürkütücü bir girişimde
bulunduklarını düşündüm. Hatta polis peşlerindeydi!
Durban'dan
dönüşümüzde, babamın ölümünden sonr^. hep birlikte yaşadık. Ben o sıra yirmi üç
yaşındaydım [Femando da otuz iki]; annemiz beyin kanaması geçirdi, kısmi felç
olmuştu ve çok küçülmüştü, ama duygusal planda hiç etkilenmemişti. Zekâsı
canlılığını yitirmişti, eskiden olduğu kadar parlak değildi. Yine de yanına
oturan Fernando'nun ona okuduğu şiirleri dikkatle dinliyor, fikir belirtiyordu.
Fernando ona hep fikrini sorardı. Fernando her zaman ona karşı çok sevgi
doluydu.
[O
dönemde bizimle birlikte oturuyordu] ve uzun süren uykusuzluklar çekiyordu;
kimi zaman gecenin ortasında onun koridorda volta attiğını işitiyorduk. En
fazla bu dönemde üretmişti, müthiş yazıyordu. Canı istediğinde büroya
gidiyordu, çünkü onun belirli saatlere sadık kalmasını isteyen yoktu. Akşamları
odasından çıkmıyordu; sanırım yazıyordu. Kimi zaman birlikte son derece tuhaf
geceler geçirdiğimiz de oluyordu: Dördümüz de oradaydık, dört büyük çocuk ve
eğleniyor, gülüyor, gecenin üçüne, dördüne kadar her aklımıza geleni
konuşuyorduk... Fernando klasik müziğe de hayrandı ve sık sık Sâo Luis
Tiyatrosu'ndaki konserlere gidiyordu. Ama sanırım sinemaya hiç gitmedi.
Çocukları
çok seviyordu. Benim kızımla, yani küçük yeğeniyle kuaförlük ve manikürcülük
oynuyordu. Çok eğleniyorlardı. Sürprizler yapmaya da bayılıyordu, kızıma küçük
hediyeler getiriyordu.
Şaka yapmayı seviyordu. Eve dönerken
sokakta sarhoş rolü yapıyor, yan yürüyor, sendeliyor, sokak lambasını
selamlıyordu. Ben yerin dibine geçiyordum ama o çok mutlu oluyordu ve deli
sanılmayı hiç dert etmiyordu, onun için fark etmiyordu. Aslında [tüm
söylenenlerin tersine] ne ben ne başkası onu hiç sarhoş görmedik; çok içiyordu,
bu kesin, kuşkusuz çok genç yaşta başlamıştı içmeye; odasında yan yana dizili
şarap şişeleri gördüm, ama hiç sarhoş görmedim; her zaman kendindeydi.
Annemizin
ölümü onun için korkunç bir şey oldu.
[Pessoa o sırada otuz yedi yaşındaydı.] [Son derece kederliydi.] Hayatımda
ilk kez onu yıkılmış gördüm. Annemiz
uzun süre ölüm döşeğinde yattı, o sırada Fernando'ya, "Keşke acı
çekmese artık..." dedim, bana hemen cevap vermişti: "Böyle
konuşma, insan asla kimsenin ölümünü dilememeli." Onun derinden
duygulandığını gördüğüm tek andı. Ölüm korkusu dışında, annesi belki de onu
yaşama bağlayan tek bağdı.
Fernando'nun
bir şair olduğunu elbette biliyorduk, ama o dönemde dehasının kapsamına dair en
ufak bir fikrimiz yoktu. Eserine gelince, bu kadar kapsamlı olduğunu hayal bile
edemiyordum. Ancak ölümünden sonra, ünlü sandığı açıldığında bunu
keşfettik. Eserinin asla
yayımlanmayacağını düşünüyorduk. Femando bu projeyi sürekli erteliyordu ve ona
bundan söz ettiğimizde, yardım teklif ettiğimizde, bize hep eserlerini
düzenlemekte olduğunu söylüyordu. Doğruydu da. Ama eminim ki, daha uzun süre
yaşasaydı bile bu vakit bir türlü gelmeyecekti. Mensagem kitabı için Antero de
Quental Ödülü'nü aldığında, buna hiç önem vermedi. Onun tarzı değildi. O kendi
değerinin bilincindeydi.
Mutsuz biriydi, bütün ömrü boyunca çok
mutsuzdu. Yalnızlıktan çok çekti. Yaşadığı bütün o mobilyalı odalar... Çok
yalnız biriydi; herkes onu çok sevmiş olsa da anlaşılmamıştı. Bütün bunlar bana
gerçekten çok üzüntü veriyor.
Ophelia mı?
Evet,
Ophelia. Fernando onun hakkında bize asla tek kelime etmedi, asla. Onun
varlığını Fernando'nun ölümünden çok sonra öğrendik. Aşk mektupları
yayımlandığında. Yayımlanmasını
kesinlikle onaylamadım. Kızmıştım. Duygulardan para kazanmayı çok zevksiz
bulurum. Sonuçta bu mektupların yalnızca ikisine ait olduğunu düşünüyorum,
başka kimseye değil. Yine de, kimileri bu yayının iyi bir şey olduğunu,
Fernando'nun kadınları sevmediği fikriyle mücadele etmeye katkıda bulunduğunu
falan düşündüler. Ben Fernando'nun kadın düşmanı olduğunu ya da kadını abartılı
bir şekilde idealleştirdiğini hiç düşünmedim. Kadınlar karşısında son derece
utangaç olduğu doğrudur, kadını çok
yüceltiyordu, annesine olan bağlılığını görüyorsunuz. Ama kadınlara hayrandı,
bazılarını çok ilginç bulduğunu hatırlıyorum.
...
Bütün bunların geride kaldığı ve geriye dönemeyecek olduğumuz bugün, artık çok
yaşlandığım ve her şeyi rahat rahat düşünüp hissedebileceğim bugün, onunla
birlikte daha fazla yaşamamış olmak, onunla konuşmamış ve daha fazla onun
yanında olmamış olmak bana son derece acı veriyor. Öyle yalnız yaşadı ki...
Sonuçta, onu çok sevmiş olsak da, onun için pek az şey yaptık. Hak ettiği önemi
vermedik ona. Elbette, aşırı bir ihtiyatlılığın ardına sığmıyordu ve bu da
bizim işimizi güçleştiriyordu. Fakat, asla trajik tutum takınmasa da -tersine,
daima keyfi yerindeydi-, bunca yalnız geçirdiği bütün o vakitleri düşünmek bana
derinden acı veriyor.
Joâo
Maria Nogueira Rosa (üvey erkek kardeşi)
Velhasıl,
Fernando aile üyelerinden birinin yanında yaşadığı sürece, yaşamı tatminkâr ve mütevazı düzeyde rahattı;
kazancını pek dert etmesi gerekmiyordu. Ama eşyalı odalarda yaşamaya ve kendi
ihtiyaçlarını tamamen kendi karşılamaya başladığında korkunç dönemler geçirdi,
hatta kimi zaman aşırı yoksulluk çekti. Şiiri elbette bilinmiyordu ve zaten
ona bir şey getirmezdi, oldukça sefil bir hayat sürüyordu.
Luıs
Pedro Moitinho de Almeida (uzun süreli dostu)
Babamın
[Aşağı Şehir'de] bir firması vardı. Fernando Pessoa ölümüne dek orada kâtip
olarak çalıştı. Onu orada, daha çocukken, tatilde tanıdım. Fransızca ve
İngilizcedeki üslubuna çok değer veriliyordu. Birkaç tutam kırçıl saçıyla tezat
oluşturan ve Amerikan tarzı tıraş ettiği kızıl (sic) bıyıklarının agresifliğine
rağmen, bağa gözlükleri ona utangaç bir hava veriyordu. Ama ben "Bay
Pessoa"yı -herkes öyle diyordu-pek seviyordum. Aramızdaki yaş farkına
rağmen benimle her konuda gevezelik ediyordu. Bana karşı bu kadar sabırlı olan
bu "Bay Pessoa"nın -o dönemde pek az tanınsa da- olağanüstü kişilikte
bir şair olduğu aklımın köşesinden bile geçmiyordu.
[Sic] kelimesi:
"böyle" veya "bu şekilde" anlamına gelen Latince bir
sözcük. Yazımda genellikle köşeli parantez içinde eğik yazı ile [sic] şeklinde
gösterilir ve kendisinden önce gelen kelimenin, deyimin ya da imlâ işaretinin
okunan metinde hatalı yazılmadığını; orijinal metne sadık kalındığını belirtir.
Arkadaş
çevresi sık sık ziyaretine geliyordu. Onlarla aşağı yukarı her gün gözde kafesi
Martinho da Arcada'da buluşuyordu. Şu
sahneye çok sık tanık olmuşumdur: "Bay Pessoa" (genellikle müsvedde
kullanmadan daktiloda yazıyordu) ayağa kalkıyor, şapkasını giyiyor,
gözlüklerini takıyor ve gösterişli bir havada, "Abel'in Yeri'ne
gidiyorum," diyordu. Gerçekten de "Abel'in Yeri'ne" [büronun
hemen yakınındaki bir kafe] gidiyor, birkaç kadeh rakı içiyordu. Martinho da
Arcada'nın kahvesinden çok bunlara ihtiyacı vardı.
Bir
gün, Abel'e öyle çok gidip geldi ki, büroya bir dönüşünde "Bay
Pessoa"ya, "Sünger gibi emiyorsunuz!" deme cesaretini gösterdim.
Bana hemen her zamanki ironisiyle ve İngiliz eğitiminden miras mizah duygusuyla
cevap verdi: "Sünger gibi mi? Bütün bir süngerci dükkânı, ilaveten de
müştemilatı gibi!"
Onda
gördüğüm tek kusur -tabii bu bir kusursa- buydu. Babam bile [Huzursuzluğun
Kitabı'nda "patron Vasques" adıyla geçer], şair olarak onu ciddiye
almasa bile, ona son derece değer veriyor, hürmet gösteriyordu; dilediği zaman
çıkmakta serbest bırakmıştı, çünkü işe her zaman tam formunda geri döndüğünü
söylüyordu.
Kuşkusuz
canım çok sıkmış olan ve doğru dürüst bilgi sahibi olmadığım ailevi sorunlardan
söz etmeyeceğim; ama onun mutsuzluklarına eklenen mali güçlüklere tanıklık
edebilirim. Dediğim gibi, babamın ticari firmalarında çalışıyordu, ama yalnız
yaşıyordu, çevresindeki dünyaya sırtım dönmüştü ve yalnızca kendi geniş iç
dünyasıyla ilgileniyordu. Dolayısıyla gelir düzeyi çok düşüktü, yalnızca bazı
akrabalarının sevgisi ve birkaç dostunun cömertliği sayesinde durumu düzeliyordu.
Babam, aralarındaki dostluk gereği onun için bir miktar avansı hazır tutuyordu.
Pessoa maddi ihtiyaçları iyice boğuculaştığında kimi zaman onlara başvurmuştu.
(...) Ulusal Propaganda Sekreterliğinden ödül aldığında, borçlarını ödedikten sonra elinde pek az bir
şey kalmış olsa da, bu ödül ona belli bir rahatlık sağladı.
Manuel
Martins da Hora
[Pessoa’nın
1925'ten itibaren çalıştığı Portekiz Reklam Ajansı'nın sahibi.]
Dilediğini yapıyordu; yalnızca dilediğini. Asla onunla
tartışmıyordum. İş olduğunda ve onu bulamadığımızda bile. Tek çare:
"Abel'in Yeri'ne" bir mesaj bırakmak. Düzenli gittiği tek yer
orasıydı. Bunun haricinde, ne sabit bir saati vardı ne de günü. Geldiğinde ben
bir aşağı bir yukarı yürüyerek Portekizce söylüyordum, Fernando da İngilizce
ya da Fransızca yazıyordu. Bu kadar düzensiz bir yaşama rağmen çok şey
biliyordu... Verimli miydi? Kesinlikle, son derece verimliydi. (...) Yalnızca,
ömrü boyunca hiçbir konuda hiç sıkı çalışmamıştı, asla. (...)
Sodalı rakıyı tercih ederdi, ama deyim
yerindeyse, küçük küçük içerdi.
Onunla birlikte olduğum bütün bu yıllar boyunca hiçbir vesileyle aşırı içtiğine
tanık olmadım. Onu daima sakin, dingin buldum; hep biraz dalgın bir hali vardı.
Akşamları
benim büromdaki daktilosunda ya da çalıştığı diğer şirketlerde şiirler
yazıyordu. Büronun anahtarı ondaydı ve sabahleyin, yazı makinesinin yanında,
yerde boş bir şişe bulurdum.
Fernando
Pessoa, evet, nasıl söyleyeceğimi pek bilemiyorum, hiç eğilimi yoktu. Hayır,
hiç. Ne cinsellikle ilgili bir şeye, ne buna, ne başka şeye, akla gelebilecek
hiçbir biçimde yoktu. Bir münzeviydi o, bence platonik biriydi.
Yaşadığı gibi öldü ve gömüldü: sessiz sedasız.
Eduardo
Freitas da Costa
(Pessoa'nın
kuzeni ve yayıncısı)
Kendine
özgü edebi, eksiksiz bir hareket ve eylem özgürlüğünü her şeye karşın koruma
yönündeki mutlak iradesi, onunla kurulabilecek ilişkileri ve yakınlığı belli
bir noktaya dek sınırlıyordu. Gerçekten de bu şair ömrü boyunca sabit bir saati
olmadan çalışmaya, istediği zaman ve yerde yemek yemeğe, gününü, bir kafenin
masasına oturup bitmek bilmez sohbetlerle geçirmeye ve bütün gece boyunca yoğun
bir şekilde yazmaya bağlı kaldı (ve neyse ki bunu başardı) - o dönemde kimseye
hesap vermediğinden değil, ama kimseyi haberdar etmek zorunda değildi. Yine de
kişisel temaslarındaki bu sınırlılığın soğuklukla ya da bir tür tecritle ifade
bulduğu sanılmasın: Tam tersine, gündelik ilişkilerde her zaman yorulmak bilmez
ve incelikli bir geveze olduğunu ortaya koyuyordu, çok zengin bir insani
kavrayışı ve sevgisi vardı, mükemmel bir arkadaştı, espri doluydu, yakınındaki
herkes üzerinde olağanüstü bir cazibesi vardı.
[Bir
arkadaş bir gün bana şöyle sordu:]
"Fernando Pessoa araba kullanmayı
biliyor mu?"
"Fernando, bilmiyor; ama Âlvaro de
Campos biliyor."
Augusto
Cünha
(yazar
ve Pessoa'nın dostu)
[Vaktiyle]
"Paülizm" üzerine hicivli bir makale yazdım. Bir edebiyat dergisi
içindi ve adı "Paülist Bir Gece"ydi. Kalemime geldiği gibi, rahatça
ve kendiliğinden yazdım. Dostlarımızdan birine yazıyı okudum ve ikimiz
birlikte, bu yazıyı okuyacağımız birini aramak üzere dışarı çıktık [ikimizin de
çok hoşuna gitmişti]. Ve ilk karşılaştığımız kişi, Aşağı Şehrin bir sokağının köşesinde,
yazımın amacı olan bu paülizmin hiç tartışmasız ustası olan Femando Pessoa
oldu. (...) Böylece bu metni bu kuşağın en parlak zekâlarından birine, bir
kitapçı dükkânının önünde hemen okurken buldum kendimi.
Fernando
Pessoa, merak dolu bir bekleyişle, sonra da giderek büyüyen bir neşeyle,
sonunda da kahkahadan kırılarak beni dinledi. Bu yüksek zekâdaki bu samimi
gülüş en canlı zevkin işaretiydi. Öyle coşkuluydu ki, üçümüz birlikte
Sâ-Carneiro'yu bulmaya gittik. Ona da okuyacaktık.
Antonio
Cobeira
(şair,
Pessoa'nın gençlik arkadaşı)
Femando
Pessoa'yla dostluğum, Mârio de Sâ-Cameiro'yla olan dostluğumdan çok daha büyük,
daha yakın ve derindi. Mârio bir görünüp bir yok oluyordu; bir havataşı gibi.
Femando Pessoa ise, tersine, düzenli, neredeyse dakik, sistemli olarak hep aynı
yerlerde bulunuyordu. Adımları onu kesin ve şaşmaz bir şekilde dolaştırıyordu -
zorunlu ticari yazışmaları canı çıkarcasına yaptığı kasvetli bürodan çıkıp, uzun gözlem sessizliklerini alay dolu
iğneleyici bir nüktenin izlediği, kendini rahat hissettiği kafeye, oradan da
evine gidip, nihayet kendi gölgeleri arasına melankolik bir halde süzülüyordu.
(...)
Yaşamı,
ihtiyatlı, küçük seslerle, herkesten gizli aktı - durgun gibi gözüken ama
derinlere doğru yatağını oyan bir su gibi.
Tamamen
hayali olmayan hiçbir hareketi yoktu; düştekilerden başka tek bir macera,
varsayım dışında tek bir aşk yoktu.
Fernando
Pessoa nazik bir insandı; kibarlığına tek laf edilemez, kusursuz eğitim
almıştı, sadakatsizlik gösterecek biri değildi,
kesin dürüstlükte, son derece nazik, aynı zamanda da utangaç ve elemli
biriydi.
Görünüşe
aldırmadığından, bütün duyuları kendi iç dünyasına yönelmişti. Doğallık,
doğaüstüne bağlı olarak vardı. Pessoa'yı doğaüstüne bağlayan şey, bitmek bilmez
bir akıl yürütme zinciriydi. Fernando Pessoa bir filozoftan çok,
ince ayrıntıları araştıran biri, gizli yapıların bir denetmeni, yükseklerdeki
yolların öncüsü, astrolog ya da simyacı, büyücü ya da kâhin, yüzyılın çiğ
ışığında kaybolmuş biriydi. Ama toplumsal düzlemde, yüzeydeydi - başkalarının
başarılı olduğu ya da parlak bir başarı göstereceği yerde o başarısız
kalıyordu.
Başkasıyla ilişkilerinin geçici
karakteri, mizacının özellikleri, sinir sapmaları, zekâsının çok ender
niteliği, okumalarının ürkütücü miktarı ve heterodoks çeşitliliği, zihninin
olağanüstü kavrayış gücü ve kesinliği, düşüncelerinin derinliği, takmağa varana
dek kendi içine kapanmış bu yaşam - bütün bunlar ona farklı bir konum
veriyordu, yaşama uyum sağlayamayan, yaşadığı dönemi ve bayağılığını
kabullenemeyen, sonuçta yerleşik ve resmi her şeye isyan eden bir insanın
konumu.
Politik
ya da sosyal bir hayvan değildi, basitçe bir sürü insanı da değildi. Yalnız bir
insandı - alınyazısı; saf halde duyarlı biri - yazgısı. (...) Ancak kendi
içinde yürekli olmayı bilen - dışarda amansız bir utangaçtı, son derece
bastırılmış biriydi, gerçek yaşamda tam bir güçsüzdü. (...) Yine de, gayet
karmaşık bu tinsel yapı, tavrının aşın yumuşaklığıyla da birleşince, görünümüne
tuhaf bir cazibe katıyordu.
Augusto
Ferreira Gomes
(Pessoa'nın
çok yakın dostu; 1950 tarihli bir söyleşiden alıntılar)
(...)
Fernando Pessoa'nın yoksulluk yaşadığını ileri sürmek tamamen yanlıştır [Joâo
Gaspar Simöes'in biyografisi bu iddiadadır ]. Yine de kanaatkâr bir yaşam
sürmüştür. Bunun istisnası, İngilizce kitaplar satan kitabevine olan
borçlarının aşırı olmasıdır. (...) Elbette, ordan burdan borç aldığı olmuştur,
ama hangi yazar bunu yapmamıştır ki! Yine de sefalet içinde yaşadığı
söylenemez. (...) Zaten Fernando Pessoa herhangi bir şirkete yaptığı tercümeler
sayesinde, keza, kusursuzca hâkim olduğu dil olan İngilizcede Lizbon'un en
önemli bazı firmaları için kaleme aldığı yazışmalar sayesinde istediği bütün
parayı kazanıyordu. (...) Önceden yapılan anlaşmalara uygun olarak, sabit bir
geliri yoktu. Gereken işi yapıyor ve ay sonunda ihtiyacı olan parayı
kazanıyordu. Özünde dürüst biri olduğundan asla suiistimale gitmiyordu ve hatta
kimi zaman önemsiz geçici güçlükleri çözdüğü de olmuştu. O kadar sözünün eri
biri olmasaydı başına bunlar gelmezdi.
Her şeye rağmen tartışmasız olan şey şudur
ki, Fernando Pessoa asla sefalete düşmemiştir. Zaten Lizbon'da muhtaç
olduğunda kesinlikle yardımına koşabilecek akrabaları ve yakınları vardı.
Kuzenleri (...) ve bazı dostlan geliyor aklıma; bulunabilecek en iyi ve en
fedakâr kişiler.
(...)
Hatta bir tür barakada yaşadığı, tavandaki bir delikten sızan cılız bir ışıkta
tıraş olduğu bile anlatıldı. Tam uydurma: Pessoa asla kendi başına tıraş
olmadı. (...)
Zaten
genellikle dâhi insanlar üzerinde çevrenin hiç etkisinin olmadığı bilinir. Lüks
bir odada ya da perişan bir yerde yaşamak Fernando Pessoa için önemsizdi. Ona
tek gereken, ağır kitaplığını ve elyazmalarıyla dolup taşan kâfurağacından
tahta sandığını koyacak bir yerdi. Asla ayrılamadığı mobilyaları bunlardı.
(...)
Yine
de Fernando Pessoa'nın saf ve edepli bir perhizci olduğunu; ara sıra alkol
dumanları içinde biraz uyarılmaktan hoşlanmadığını ileri sürmekten Tanrı beni
korusun!
Aslında,
bu yüzyılın başındaki birçok kişi gibi, bohem yaşama belli bir eğilimi vardı;
hepimizin az çok yaşadığı ve yavaş yavaş yok olan bir bohem... Ama Fernando,
burada sözünü edemeyeceğim bir dizi nedenle, bir biçimde ona sadık kaldı.
Çok
içiyordu; hatta son zamanlarda, içmesi gerekenden biraz fazla.
Edgar Poe gibi yaşamına şerefsiz bir
durumda son vermemiş olmasına belki de üzülen biyografi yazarının tarif ettiği
içler acısı durumu buradan yola çıkarak hayal etmek gerekir; çünkü bu,
yarattığı hayal mahsulü kişiliğe daha uygun olurdu - Tanrım, arada ne büyük
fark var! (...)
Ama
sevgili ve bahtsız dostum, ünlü romancımızın istediği gibi asla açlık ve
sefalet tanımamış; yine onun istediği gibi kaşarlanmış bir alkolik hiç
olmamıştır. Onun olayların akışına kapılmış zayıf biri olduğunu ileri sürmek de
o kadar yanlıştır; tam tersine, birçok vesilede, olayları kesin ve sağlam bir
elle yönetmiş olan odur.
Ama
yazarımız için, Fernando Pessoa hanımlarla konuşmayı bilmeyen utangaç biriydi,
vb.
Aslında,
tam tersiydi. Fernando Pessoa mükemmel bir hatipti, dinleyenleri büyülüyordu,
kadınlar üzerinde özel bir cazibesi vardı. Biyografi yazarının söylediğinin
özellikle tersi; aslında bunda şaşırtıcı hiçbir şey yok, çünkü Bay Gaspar
Simöes, Fernando Pessoa'nın görüştüğü çevreleri hiç tanımadı ve dolayısıyla
gerçekte nasıl olduğunu asla değerlendiremez.
Jorge
de Sena
[
Önemli bir Portekizli şair, denemeci ve romana (1919-1978).]
Büyük
teyzemi ziyaretlerim sırasında (çocukluğumun koruyucu tanrıçalarından biriydi),
kimi zaman onun evinde nazik görünümlü, çok zarif, üst dudağının altında belli
belirsiz bir gülümseme gizleyen bu beyle karşılaştığımı hatırlıyorum. Bana çok
yaşlı geliyordu, oysa bugün benim olduğumdan birkaç yaş daha büyüktü, çünkü
1935'te öldüğünde kırk yedi yaşındaydı. Ama dökük saçları, yorgun gözleri,
ellerini dizlerinin üzerine koyup oturuşu, hafif boğuk sesi (kuzeni Chester'in
-193Ö'da Lizbon'da!- viskileri buna büyük ölçüde katkıda bulunmuştu), bütün
bunlar ona zaman ve mekân içinde uzak, yabancı bir hava veriyordu. (...) 31
Aralık 1934'te gazeteler Ulusal Propaganda Sekreterliği'nin ödüllerinden
birinin Fernando Pessoa'ya verildiğini duyurduğunda, şaşakaldım. Çünkü ödülü
kazanan kişi tam da büyük teyzemin dostu, asla şiirden söz etmeyen ve modernist
maceralarını kesinlikle bilmediğim beyefendiydi. Bir yıla varmadı öldü. (...)
Dünyanın en büyük şairlerinden biri[ydi]. Velhasıl, bugün onu tanımış olmakla övünen birçok insan
gibi, ben asla Fernando Pessoa'yı gerçekten tanımadım!
Miguel
Torga
[Doktor,
natüralist büyük romancı, 1907 doğumlu, 1995'te öldü.]
3
Aralık [1935]. Fernando Pessoa'nın ölümü. Gazetede bu haberi okur okumaz
muayenehanemi kapattım ve dağa çıktım.
Çamlar ve
akarsu oyukları arasında en büyük şairimizin ölümüne ağladım. Portekiz, bir
tabut içinde sonsuzluğa gittiğini gördüğü o kişinin kim olduğunu bile
sormamıştı.
[Pessoa Pessoa'yı Anlatıyor Fernando Pessoa]
Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.
Yorumlar