Print Friendly and PDF

SAADİA GAON'UN HAYATI




Saadia Gaon'un Mısır'ın doğusunda bulunan Suriye, Irak ve Filistin topraklarına yaptığı uzun süreli ilim yolculukları, Bağdat'a yerleşmesi, orada bulunan Talmud Akademileri'nde görev yapması, Sura Talmud Akademisi'nde başkan olması ve ölümü anlatılacaktır. Hayatını devamlı olarak muarızlarıyla mücadele içinde geçiren Saadia Gaon'un tüm hayatı İslâm topraklarında geçmiş, hem Arapça hem de İbranice konuşmuş ve yazmıştır.

DOĞUMU VE GENÇLİĞİ

Rabbî34 Saadia ben Yosef el-Feyyûmi /Sa'id bin Yusuf el-Feyyûmi) , 8 82 yılında  , 27 Haziran ile 5 Temmuz arası bir günde , yukarı Mısır'ın Feyyûm şehrinin Dilâz köyünde doğmuştur . 16 Mayıs 942'de, altmışıncı yaş gününe kırk gün kala sabaha karşı saat iki civarında da hayatını kaybetmiştir . Babası Yusuf, ticaretle hayatını kazanmaya çalışan dindar ve eğitimli bir Yahudidir . Her ne kadar babasının kasap, berber, hekim hatta dönme bir müezzin olduğunu iddia eden Karaîm karşıtları bulunsa da Saadia bu iddialara kendi soyunun Yahuda'nın oğlu Şela'ya ve Hanania ben Dosa'ya dayandığını savunarak cevap vermiş ve bu iddiaların kendisini karalamaya ilişkin iftiralar olduğunu söylemiştir.
Saadia'nın erken dönem hayatı hakkında fazla bilgi yoktur. O'nun yukarı Mısır'ın Feyyûm şehrinde büyüdüğü45, bundan dolayı el-Feyyûmi olarak künyelendiği, felsefe, Talmud ve Tanah başta olmak üzere birçok alanda iyi bir eğitim aldığı bilinmektedir.
Kahire genizasında bulunan belgelere göre, Saadia'nın beş oğlu (Baruch, Yannai, Solomon, Şe'erit ve Dosa) ve iki kızı vardı. Eşi ilerlemiş yaşına rağmen oldukça dinç görünümlü bir kadındı. Son erkek çocuğunu (Dosa) kırk yaşlarındayken doğurmuştu Saadia'nın ders aldığı hocalarının kimler olduğu hakkında da fazla bilgi mevcut değildir. Müslüman Arap tarihçi Mes'ûdî'nin (ö. 956) verdiği bilgi elimizdeki neredeyse tek referanstır. Mes'ûdî, Saadia'nın Taberiyeli (Tiberias) yazıcı (sofer) Ebu Kesir Yahya bin Zekeriya'dan (ö. H. 320; M. 932) ders aldığını nakletmektedir. Ancak, Filistin topraklarında yer alan Taberiye'ye gidip Ebu Kesir'in öğrencisi olmadan önce50, henüz Mısır'da iken Yeni Platoncu Rabbî İshak bin Süleyman el-İsrâîlî (855-955) ile mektuplaşmış ve O'nun görüşlerinden faydalanmıştır . Saadia'nın el-İsrâîlî ile olan münasebeti son derece önemlidir. Çünkü Saadia'nın ilerleyen yıllardaki, dini hükümlerin akliyyât (akla dayalı) ve sem 'iyyât (vahye dayalı) olarak ikili tasnif suretiyle açıklaması ve akıl-vahiy ilişkisi konularındaki görüşlerini kısmen Rabbi İshak'tan etkilenerek oluşturduğu tahmin edilmektedir.

Saadia'nın Mısır'dan ayrılmasından sonra Doğu topraklarında iken görüşüp fikirlerinden yararlandığı bir diğer önemli kişilik de Davud ibn Mervan el-Mukammis (ö.937)'tir. Bâbilonya topraklarında yaşamış olan el-Mukammis, Saadia ile görüşmüş ve O'nu birçok yönden etkilemiştir Rasyonalist fikirlere sahip olan el-Mukammis, özellikle Tanrı'nın varlığı, birliği ve sıfatları konusundaki görüşleriyle Saadia üzerinde etkili olmuştur.
***********
DOGU SEYAHATİ VE BAĞDAT'A YERLEŞMESİ
Saadia, 915'te 33 yaşındayken Mısır'dan, bir daha dönmemek üzere, Doğu topraklarına  (Filistin, Bağdat ve Halep) olan yolculuğuna başlamıştır . Saadia, Mısır'dan Doğu topraklarına göç etmeden önce, başta din ve felsefe olmak üzere birçok alanda kendini yetiştirmiştir. Yirmili yaşlarında, önce "Egron" (İbranice Sözlük) isimli dil bilimi kitabını, daha sonra da Karaîm mezhebinin kurucusu 'Anân ben David'e karşı eleştirilerini içeren "Kitâbu'r-Red 'alâ 'Anân" ('Anân'a Reddiye) adlı eserlerini kaleme almıştır. 915-921 arasında neler yaptığını ve nerelerde bulunduğunu tam olarak bilemiyoruz. Ancak 921-922 yıllarında Bağdat'tan öğrencilerine yazdığı mektupta, altı buçuk yıldır ailesinden ve Mısır'daki öğrencilerinden haber alamadığından bahsetmektedir. Buna göre Saadia 915 yılında bir daha dönmemek üzere Doğu'ya olan yolculuğuna başlamış olmalıdır. Saadia'nın bu mektubu daha yakından incelenecek olursa, Haziran veya Temmuz 915 tarihinde Mısır'dan ayrıldığı, Filistin topraklarında bir müddet bulunduktan sonra Bağdat'a geldiği, buradan da Halep'e geçtiği ve 921 yılı Eylül ayında kutlanacak Yahudi yeni yılına, Roş Aşana, giriş etkinliklerine katılmak için aynı yılın yaz aylarında Halep'ten Bağdat'a doğru yola çıktığı anlaşılmaktadır. Saadia'nın doğup büyüdüğü topraklardan ayrılıp özellikle Filistin, Bâbilonya ve Suriye topraklarında yıllarca dolaşmasının sebeplerini tam olarak bilemiyoruz. Ancak, O'nun ilme olan düşkünlüğü ve öğrenme azmi bu yolculuğun en önemli sâiki olmalıdır. Dindarlığının getirmiş olduğu heyecanla kutsal toprakların (Filistin) havasını teneffüs etme isteği, Yahudi dünyasının o dönemdeki en önemli ilim merkezleri olan Bâbil Talmud Akademileri'nin (Sura ve Pumbedita) O'nu cezbetmesi Saadia'nın Mısır'dan Doğu topraklarına yaptığı yolculuğun sebepleri arasında gösterilebilir. Bu sebeplere bir de Mısır topraklarındaki siyasal karışıklığı da ekleyebiliriz. Ancak yukarıda saydığımız sebeplerin hiçbirisi Saadia'nın ülkesinden ve en azından yedi yıllığına ailesinden uzak kalmasını tam olarak açıklayamaz. İleride bir Yahudi âlimin ulaşabileceği en yüksek nokta olan Sura Akademisi'nin başkanlığına ulaşacak olan Saadia, uzun yıllar boyunca Doğu topraklarında yeri yurdu belli olmayan bir gezgin gibi dolaşmıştır. İlim adamlarının gezgin olarak dolaşması ortaçağ Yahudi tarihinde pek de rastlanan bir olay değildir. Saadia'nın bilinçli olarak Mısır'dan isteksizce ayrıldığını gösteren delillerden biri de Mısır'daki durumudur. Oldukça genç bir yaşta Karaîm mezhebine yönelik yazdığı eleştirileri ve faaliyetleri Saadia'yı açık hedef konumuna getirmişti. Dönemin siyasal ve sosyal durumunu göz önüne getirdiğimizde, atılacak bir iftiranın veya yapılacak bir suikast hareketinin, düşmanları etkisiz hale getirmenin en kolay yollarından olduğu görülebilir. İşte Saadia da aslında Karaîm mezhebi mensupları için tam da etkisiz hale getirilmesi gereken bir kimseydi. Ayrıca Saadia'nın kesinlikle yılmayan, kavgacı, mücadele etmeyi seven ve inatçı bir kişiliği vardı. Doğru bildiği konularda asla taviz vermez, kimseye eğilip bükülmezdi. Bundan dolayı da çok fazla dostu, arkasında duracağı bir tanıdığı yoktu. Karşıtları dostlarından daha fazla ve daha güçlüydü.

****
 SAADİA'NIN AARON BEN MEİR'İN YAHUDİ TAKVİMİ HAKKINDAKİ İDDİALARINA MUHALEFETİ ve KENDİNİ TANITMASI
921 yılında, 921 ve 922 yıllarına ait dini günlerin düzenlenmesi ile ilgili olarak Filistin Talmud akademisinin başkanı Aaron ben Meir'in63 sıradışı bazı iddiaları oldu. Ben Meir, 921 yılı (921 Kasım ve Aralık aylarına denk gelen), İbrani takvimine göre 4682 yılının Heşvan ve Kislev aylarının 30'ar gün değil 29'ar gün süreceğini64, dolayısı ile 4682 yılı (922 Mart-Nisan aylarına denk gelen) Fısıh Bayramfnın65 Salı günü değil Pazar günü kutlanması gerektiğini ilan etti. Tabii bu durum, sonraki yılların başta Roş Aşana olmak üzere diğer dini günlerin, Bâbil otoritelerince belirlenen vaktinin de değişmesi anlamına geliyordu . Yahudilikte kutlanan dini günler, Yahudi takvimine göre yapılan hesaplamalar sonucunda belirlenirdi. Bu hesaplamaların nasıl olacağı  ise çok eski zamanlarda karara bağlanmıştı. Ben Meir'in bu çıkışı, Bâbil Yahudileri arasında hemen yankı buldu ve orada bulunan akademilerin ileri gelenleri Ben Meir'e, Heşvan ve Kislev aylarının 30 gün süreceğini, Fısıh bayramının Salı günü kutlanması gerektiğini ve bu iddiasından vazgeçmesini salık veren bir mektup yazdılar. Bunun üzerine Aaron ben Meir, iddiasından kesinlikle vazgeçmediğini farklı birçok Yahudi cemaatlerine iddiasını anlatan mektuplar göndererek gösterdi. Bunun sonucunda da 922 Mart-Nisan (4682-Nisan)'da kutlanan Fısıh Bayramını, birçok Yahudi Pazar günü kutlarken, diğer bir kısmı Salı günü kutladı . Bu bayramdan 5 ay sonra yılın son ayı olan Elul ayında toplanan Bâbilli Yahudi âlimler, Ben Meir'in yanına gidip bu iddiasından artık vazgeçmesi gerektiğini bildirdiler. Yahudi toplumunun Fısıh bayramında ikiye ayrıldığını, birçok kişinin yanlış günde bayram yaparak Allah'a saygısızlık yaptıklarını ve bu duruma sebep olanın da kendisinin olduğunu söylediler. Artık bu yanlıştan vazgeçmesinin zamanının geldiğini, çünkü 4683 yılı Roş Aşana gününün (922 Eylül-Ekim) Salı günü değil Perşembe günü kutlanması gerektiğini bildirerek insanların tekrar günâha düşmemeleri için Ben Meir'i uyardılar. Ancak Ben Meir, yine kendi bildiğini okudu ve iddiasından vazgeçmedi. Milâdi 922 (Eylül-Ekim), İbrani 4683 (Tişri) yılının ilk gününü Bâbil Yahudileri Perşembe günü, Filistin Yahudileri ise Salı günü kutladı. Saadia, 921 yılının yaz aylarında Halep'ten Bağdat'a doğru gidiyordu . Halep'te iken Aaron ben Meir'in bu iddialarını duyunca, O'nun yanlış bir yol izlediğini ve bu yoldan dönmesi gerektiğini izah eden bir mektup yazdı. Bağdat'a ulaştığında Ben Meir'in,tavsiyelerini dinlemediğini öğrendi . Bağdat'ta, Sura ve Pumbedita akademilerinin ileri gelenlerinin durumdan haberdar olduklarını ve Ben Meir'le polemiğe girdiklerini gördü. Ben Meir, 921 Eylül-Ekim (4682 Tişri 21)'de kutlanan Hoşana Rabba etkinliklerinde, Kudüs'teki Zeytin Dağı'nda biraraya gelen Filistinli Yahudilere yapmayı tasarladığı takvimdeki değişikliği ilan etti72. Bunun üzerine Yahudi cemaatinin başkanı  David ben Zekkâi, her iki akademinin gaonları ve Saadia tarafından hazırlanan ve yapmak istediği düzenlemeden vazgeçmesini tavsiye eden mektupları Ben Meir'e gönderdi . Ayrıca farklı Yahudi cemaatlerine, Ben Meir'in takip edilmemesi konusunda uyarıcı mektuplar da yazdı.İnatçı, kavgacı, polemiğe girmekten kaçınmayan tabiatı ve engin bilgisi ile Bağdat'a vardığı andan itibaren Bâbil tarafında yer alan Saadia yavaş yavaş ön plana çıkmaya başladı. Saadia keskin ve acımasız eleştirilerini, Ben Meir'e yönelttiği hakarete varan cümlelerle gösterirken, Ben Meir de Saadia'nın babasının aslında Müslümanların yanında çalışan biri olduğunu ve Saadia'nın haram yiyerek büyüdüğünü iddia etmiştir. Ayrıca, Saadia'yı İsrail'deki ilk ayrılmaya neden olan Yeroboam'a benzeterekYahudilerin Saadia nedeniyle ayrılığa düştüğünü söylemiştir. Bir müddet sonra bu tartışma Yahudilerin hayatında belirleyici kararları almak ve hakim pozisyonda bulunmak için Bâbilonya (Saadia) ve Filistin (Ben Meir) arasındaki bir güç gösterisine dönüşmüştür.Ben Meir'in takvim konusunda ileri sürdüğü değişiklik yeni ayın görünme zamanıyla ilgilidir. O'na göre yeni ayın görünmesi, öğle vaktinden yaklaşık olarak 35-40 dakika geçmiş olsa bile bayram günü sonraki güne ertelenemezdi. Saadia ise buna kesinlikle katılmadığını ve öğle vaktinin esas alınması gerektiğini bildirerek cevap verdi. Ayrıca Saadia, Bâbil'de kullanılan takvim sisteminin Allah tarafından, tıpkı Tevrat emirlerinin verildiği gibi Musa'ya vahyedildiğini ve şu an kullanılan takvimle aynı olduğunu iddia etmiştir. Özellikle, daha önceden açıkladığımız kuralların, antik dönemlerden beri asırlardır Yahudi toplumu arasında kullanılageldiğini, yeni ayın öğleden sonra görülmesi durumunda ertelemelerin yaşandığını ve tüm bu kuralların Musa tarafından öğretildiğini ileri sürmüştür . Bir değerlendirme yapacak olursak, Saadia'nın ileri sürdüğü tüm delillerin doğru olduğunu söylemek zordur. Zaten sonraki dönemlerde yaşamış Hai Gaon, İshak ben Baruk, Maimonides ve Abraham ibn Ezra gibi otoriteler de Saadia'yı bu tutumundan dolayı eleştirmişlerdir. Ancak Saadia için burada önemli olan Rabbânî Yahudilikteki bir inanca saldırı yapıldığını düşünmesidir. Ayrıca Filistin otoritesinin, Bâbilonya ve tüm Yahudi dünyasına hakim olmasını engellemeye de çalışmıştır. Bunun için Saadia her türlü yolu kullanmayı mübâh görmüş, nitekim her türlü yolu kullanarak rakibini alt etmeye çalışmıştır ve bunda da başarılı olmuştur Neticede Ben Meir, ileri sürdüğü görüşlerini, her ne kadar bazı noktalarıyla haklı da olsa, tam olarak kabul ettirememiş ve başarısız olmuştur. Başarısızlığının en büyük nedeni de hiç kuşku yok ki Saadia'nın yaptığı amansız muhalefettir. Mücadelenin en yoğun olduğu 922 yaz aylarında, Saadia, Sefer ha Zikkarön (İbadetleri Hatırlama Kitabı)'u yazmıştır Bu eserinde, Ben Meir'in hataları, takvim hesaplama konusundaki yetersizliği ve yanlışlıkları, Bâbilli otoritelerin O'nu uyarmaları ve mevcut takvim sisteminin devam ettirilmesinin gerekliliği konularını detaylı bir şekilde kaleme almıştır. Bu eser, diaspora Yahudileri arasında 922 Eylül-Ekim (4683-Tişri) aylarında halkın huzurunda yüksek sesle okundu. Eserin etkisi o kadar fazla oldu ki halk Ben Meir'in görüşlerinin yanlış, mevcut sistemin tamamen doğru ve ilâhi olduğuna iyice kanaat getirdi. Bu hamle, Ben Meir'i iyice güçten düşürdü. Her ne kadar sonraki yıllara ait kendi hesaplamalarını ilan etse de hiç kimse O'na itibar etmedi ve mesele de böylelikle kapanmış oldu Saadia bu süreçte Mısır Yahudilerinin Bâbil'i desteklemesini de sağlamıştır. Bağdat'tan yazdığı mektuplarında, Ben Meir'in takvim hakkındaki görüşlerinin desteklenmemesini, onları sert bir dille uyararak yazmıştır . Bağdat'tan 921 yılı sonlarında Mısır'daki öğrencilerine yazdığı mektubun sonunda, "Sa'id bin Yusuf, Raş Kalla " imzasının bulunduğu görülmektedir. Aynı şekilde 922 yaz aylarında yazdığı ikinci mektubunda da "Raş Kalla, Alluf   " ünvanlarını kullanmıştır . Adı geçen bu ünvanlar, Bâbil akademilerinde Gaon (Başkan)'dan sonra gelen ilk yedi üyeye verilen ünvandır . Öyle görünüyor ki Saadia, Bağdat'a vardıktan hemen sonra Bağdat Pumbedita Akademisine (Yeşiva^5) görevli olarak atanmıştır86. Burada eğitim vermeye başlamış, ayrıca 922-923 yıllarında, Ben Meir'le yaşanan sıkıntıyı anlatan Sefer ha Zikkarôn (İbadetleri Hatırlama Kitabı) ve hemen ardından da Sefer ha Moadîm (Festivaller Kitabı) adlı eserlerini kaleme almıştır. 928 yılına kadar sürdürdüğü bu görevinde, bir yandan ders verirken diğer yandan birçok eser yazmıştır. Özellikle Karaîm mezhebine karşı yazdığı eserler bu dönemin ürünüdür.
****
GAON OLMASI, DAVİD BEN ZEKKAİ İLE KAVGASI VE OLUMU

928 yılından itibaren Saadia'nın hayatındaki bir diğer dönem başlar. Ben Meir'le giriştiği polemikte oldukça üstün bir performans göstermesi, Yahudi cemaatinin başı (Re'sü'l-câlut) David ben Zekkâi'yi sadece etkilemekle kalmamış, böyle büyük bir mücadeleden Filistin akademisine karşı Bağdat akademilerine parlak bir zafer kazandırdığı için Saadia'ya karşı bir nevi minnet duyguları da beslemeye başlamıştı. Birkaç yıl sonra (928), rüyasında bile göremeyeceği bir mevki, Bâbil Sura Talmud Akademisi'nin başkanlığı, aslen Bağdatlı olmayan bu Mısırlı bilgine teslim edilecekti . Bâbilonya bölgesinde yaşayan Yahudilerin, dînî eğitim için kurdukları yeşivalardan iki tanesi ön plana çıkmıştı: Sura ve Pumbedita. Sura akademisi, M.S. III. yüzyılda Rav Abba Arika tarafından, Bağdat yakınlarındaki Sura semtinde kurulmuştur. Rakip akademi, Pumbedita'ya asırlar boyunca üstünlük kuran bu okul, Saadia'nın yaşadığı dönemde istikrarsız ve eski haşmetli yapısından uzak bir görüntü içerisindeydi. Hemen hemen Sura ile aynı dönemlerde kurulmuş olan Pumbedita akademisi ise özellikle halifenin yaşadığı başkent Bağdat'a taşınmasının ardından ön plana çıkmaya başlamıştı. Bu durum, Pumbedita'ya hem prestij hem de yeni öğretmen ve öğrenci kazandırmıştı. Her iki okulun başkanları, re'sü'l-câlut tarafından seçiliyordu.
Saadia, Bağdat'a 921 yılı yaz aylarında yerleştikten sonra, Kudüs Akademisi'nden Aaron ben Meir'le girdiği polemikten büyük bir zaferle ayrılmıştı. Bu zafer O'na ilk etapta Pumbedita akademisinde alluf mevkisini kazandırdı. 928 yılına kadar, Pumbedita akademisinde dersler verdi, kitaplar yazdı ve yüksek mevkiden birçok kişiyle yakın dostluklar kurdu. İleri gelen devlet adamlarının kendi menfaatleri gereği saygı duydukları, Sahl bin Netira gibi Yahudi tüccarlar, Saadia'ya karşı büyük bir hayranlık beslemeye başladılar. Tam da böyle ortamda, Sura akademisine dört yıldır başkanlık yapan Rabbi Yom Tov Kahana 928'de hayatını kaybetti. Son dönemlerdeki etkisiz kalışı da göz önünde bulundurularak Sura akademisinin kapatılması ve öğrencilerinin Pumbedita'ya nakli gündeme geldi. David ben Zekkâi, Pumbedita gaonu Kohen Tısadek'in bu önerisini kabul etti. Pumbedita'da alluf olan Rabbî Nathan ben Yahudai'yi Sura'ya îtîbarî gaon olarak atadı, ancak Nathan göreve başlayamadan öldü. Bunun üzerine, Sura akademisinin kapatılması, öğrenci ve öğretmenlerinin Pumbedita'ya naklini savunanlardan olan Ben Zekkâi, bu fikrinden vazgeçti. Ben Zekkâi'nin görüşünü değiştirmesine Nathan'ın âni ölümü sebep oldu. Çünkü, bu olayı Sura'yı kapatmaya ilişkin çabalarının Allah tarafından bir cezalandırması olarak algıladı. Bu gelişmeler üzerine David ben Zekkâi Sura'yı desteklemeye karar verdiğini açıkladı. Başlangıçta Sura akademisinde uzun yıllar boyunca görev yapmış, yaşlı ve âmâ âlim Nissî el-Nehravâni'ye bu görevi vermek istedi. Ancak O, kendisinde bu iş için gerekli enerjinin olmadığını, yaşlı olduğunu ve gözlerinin görmediğini ileri sürerek bu isteği reddetti94. Ben Zekkâi, Nissî el-Nehravâni'den diğer iki adayı hakkında görüş bildirmesini istedi. Bu adaylardan biri, Bâbilonya Yahudilerinden soylu bir aileye mensup ve yüksek dereceli bir din bilgini olan Tısameh bin Şahin, diğeri ise Saadia idi. Nissî, her ne kadar Saadia'nın daha bilgili, saygın ve faziletli olduğunu kabul etse de O'nunla geçinmenin zor olduğunu ileri sürerek Tısameh bin Şahin'i aday gösterdi. Sebep olarak da Saadia'nın başına buyruk, hiçbir şeyden çekinmeyen ve tartışma seven karakterini ileri sürdü. Saadia'nın seçilmesini zorlaştıran bir diğer etmen de O'nun bir yabancı olması hususu idi. Saadia Bağdatlı değildi ve Bâbilonya'da bulunan bu tür okulların başkanlığına yapılan atamalar genellikle belli başlı birkaç aileye mensup kimseler arasından yapılıyordu. Uzak ya da yakın bir şekilde aralarında akrabalık bağı bulunan bu din adamlarını bir kenara bırakıp da bir yabancıyı seçmek bütün prosedürleri altüst etmek olacaktı. Halbuki Tısameh b. Şahin, soylu ve bilinen bir aileye mensuptu, ancak bir akademinin başına geçip orayı idare edebilecek yeterli bilgi ve donanıma sahip biri değildi . Sonunda, David ben Zekkâi Saadia'nın Sura akademisini eski parlak günlerine döndürebilecek cesaret ve enerjiye sahip olduğunu söyleyerek O'nu Sura'nın başına en yüksek dereceli din bilgini (Gaon) olarak 928 yılı baharında atadı . Atamasını onaylamadan hemen önce, Nissî'nin Saadia hakkında yaptığı eleştirel değerlendirmeyi de dikkate alarak Saadia'dan yeminli bir söz aldı: "Hiçbir zaman bana karşı çıkmayacaksın, ihanet etmeyeceksin, sadece beni Re'sü'l-câlut olarak tanıyacak ve muhaliflerimin bana karşı düzenledikleri bir faaliyette asla bulunmayacaksın'" Saadia'nın yemin edip etmediği tam olarak bilinmemektedir, ancak ilerleyen yıllarda aralarında çıkan ihtilaftan sonra David ben Zekkâi, Saadia'nın yemin ederek göreve başladığını bildirmektedir. Mayıs 928'den itibaren Saadia artık Gaon'dur. Saadia bu atamayla o dönemdeki bir Yahudi âlimin ulaşabileceği en yüksek ve prestijli derecelerden biri olan Gaonluk makamına ulaşmıştır. Oldukça istekli ve canlı bir şekilde görevine başlar. Gerçekleştirmesi gereken iki önemli görevinin olduğunu belirtir: Akademideki öğrenci sayısını artırmak ve kurumun ekonomik gelirlerini güvence altına almak. Ekonomik anlamda destek bulmak amacıyla, haleflerinden ve seleflerinden farklı uygulamalara imza atar. Örneğin, Yahudilerin yaşadığı farklı bölgelere mektuplar yazar. Özellikle İspanya'da yaşayan Yahudilerden akademiye destek olmalarını ister. Ayrıca Mısır'da bulunan Yahudi cemaatine yazdığı mektuplarda, Bağdat'ta bulunan devlet merkezinden herhangi bir istekte bulunacakları zaman kendisine haber verilmesini, çünkü halife ve bürokratlar nezdinde sözü geçen birçok kimseyi tanıdığını söyler. Bir diğer mektubunda ise özellikle Karaîm'le olan mücadelenin bırakılmamasını ve Talmud'un öğrenimine devam edilmesini ister. Saadia'nın göreve geldikten sonra yaptığı bir diğer önemli iş de Sura akademisinin üyelerini toplamak olmuştur. Çünkü Sura akademisi etkinliğini kaybetmeye başladıktan sonra, akademi üyeleri Sura'dan ayrılmışlar veya Pumbedita akademisine gidip orada görev yapmaya başlamışlardı. Saadia, akademinin bütün üyelerini Sura'da topladı ve orayı eski günlerine döndürmeye çalıştı   .
Saadia ile Ben Zekkâi arasındaki uyum, beklenenden daha erken bir dönem de, 930 yılında bozuldu. 928 yılından itibaren gaon olarak görev yapan Saadia, 930'a kadar karşılaştığı bir takım sıkıntılarda David ben Zekkâi ile ters düşmemek için sesini çıkarmadı. Çünkü bu göreve atandığından beri muarızlarının çoğaldığını ve onların kendisini gaonluktan uzaklaştırmak için çabaladıklarını fark etmişti. Ayrıca Ben Zekkâi'nin çok da masum olmadığını şahit olduğu birkaç olayla öğrenmiş oldu. Bir defasında Ben Zekkâi farklı bölgelerde yaşayan Yahudilerden bağış adı altında bazı yardımlar alıyordu. Ancak Pers bölgesindeki Hamedan Yahudileri bağış yapmayı reddedince onları herem cezasına çarptırdı ve vezire şikayet etti. Vezir de bu bölgedeki Yahudilere ödemeleri için yüklü miktarda bir ceza kesip Ben Zekkâi'ye destek verdi. Tüm bu olan bitene her iki akademinin başkanları ve üyeleri sessiz kaldı. Aslında Saadia pek de sessiz kalacak yapıda biri değildi ancak görevine daha yeni başladığı ve sistemi yeni yeni tanıdığı için sessiz kalmak zorunda kaldı. Fakat bu durumdan içten içe oldukça rahatsız oldu. Zaten O'nun bu rahatsızlığı bir sonraki olayda David ben Zekkâi'yle aralarının açılmasına neden oldu. Halkın karşılaştığı bir takım fıkhî problemlerde karar verici merciî olan David ben Zekkâi, verdiği kararlarda her iki akademinin de onayını almak zorundaydı. Ben Zekkâi, 930 yılında, yaklaşık olarak 7000 dinar tutarındaki bir miras davasına bakar. Davanın sonucunda, miktarın yüzde onu Re'sü'l-câlutluk makamına kalacaktır ve bu yüzden oldukça önemli bir davadır. Kararını veren Ben Zekkâi, taraflara bu kararı onaylatmalarını ister. Saadia, önüne gelen karar metnini okuduktan sonra, bazı noktalarına karşı çıkar ancak herhangi bir sorun çıkarmamak için, taraflara metni Pumbedita gaonu Rabbî Kohen Tısadek'e onaylatmalarını ister. Rabbî Tısadek tereddütsüz onayladıktan sonra tekrar Saadia'nın karşısına gelen dava sahipleri, O'ndan da onaylamasını isterler. Ancak O, tek bir onayın yeterli olduğunu söylemesine rağmen, davacılar bir açıklama talep ederler. Saadia da onaylamamasının sebeplerini delilleriyle açıklar. Durumdan haberdar olan David ben Zekkâi çok sinirlenir ve " git ve O'na (Saadia) şu metni bir an önce imzalaması gerektiğini söyle" diyerek oğlu Yahuda'yı109 Saadia'ya gönderir. Yahuda, kibar bir şekilde Saadia'ya babasının mesajını iletir, O'ndan kararı imzalamasını ve problem çıkarmamasını ister. Ancak Saadia kesinlikle onaylamayacağını ve hukuki konularda hiç kimseye toleranslı davranmayacağını Tesniye 1/17'den örnek vererek bildirir: "Babana söyle, yargılarken kimseyi kayırmayın". Oldukça sinirlenen Yahuda, tüm etik kuralları hiçe sayarak Saadia'ya "aptal olma da şu metni imzala" diyerek hakaret etmeye başlar. Ancak Saadia tüm bunlara karşın yine de metni kesinlikle imzalamayacağını söyler. Saadia'nın bu tutumu karşısında çılgına dönen Ben Zekkâi, oğlunu defalarca Saadia'ya göndererek O'nu tehdit etmesine ve imzalamazsa görevden alacağını bildirmesine rağmen Saadia kararından dönmemiştir. Yahuda, Saadia'nın yanına son defa gittiğinde O'nu tehdit ederek eğer hemen imzalamazsa O'na vuracağını söylemiş ve elini havaya kaldırmıştır. Tam bu esnada odaya giren akademi görevlileri Yahuda'yı tutmuşlar ve O'nu yaka paça akademiden atmışlardır. Oğlunun bu şekilde aşağılanarak akademiden kovulmasına ve Saadia'nın inatçı tutumuna öfkelenen Ben Zekkâi, Saadia Gaon'u görevden aldığını ve yerine Yusuf bin Yakup ibn Satia'yı atadığını ilan eder. Saadia Gaon, Zekkâi'nin bu hamlesine, O'nu görevden aldığını ve yerine kardeşi Josiah (Hasan)'ı atadığını ilan ederek karşılık verir. İkili arasındaki mücadele birkaç yıl devam edecektir.

Saadia Gaon ile Re'sü'l-câlut David ben Zekkâi arasındaki mücadelenin seyrine ve sonucuna dönmeden önce bu mücadeleyi doğrudan etkileyen üçüncü bir kuvvetten bahsedilmesi konunun daha iyi anlaşılmasını sağlayacaktır: Saray bankerleri. 912/13 yıllarında, Halife Muktedir'in sarayına resmi saray bankerleri olarak atanan aslen İran'ın Ahvaz eyaletinden gelme Yusuf bin Finhas ve Harun bin İmran, ticaret yapan iki zengin Yahudi tüccardır.. Bu iki Yahudi bankerin devlete gerektiği zaman yüksek meblağlarda borç vererek devlet adamlarını rahatlatmaları, onların sarayda etkili ve güçlü bir pozisyona ulaşmalarını sağlamıştır. Özellikle yüksek dereceli bürokratlara ve vezirlere para akışı sağlamışlar, bunun karşılığında da Yahudileri ilgilendiren birçok meselede söz sahibi olmayı başarmışlardır. Ayrıca kurdukları sistemle uzak bölgelerden Bâbilonya Yahudilerine yapılan aynî ve nakdî yardımların zamanında ve tam olarak ulaştırılmasına ve başka bölgelerdeki din adamlarıyla Bâbilonya din adamları arasındaki iletişimin sağlıklı bir şekilde kurulmasına yardım etmişlerdir. Bu sayede de Yahudiler arasında saygın bir konuma ulaşmışlardır. İşte bu sebeplerden dolayı, karar verici konumundaki Abbasi devletinin başkenti Bağdat nezdinde, bu bankerlerin görüşleri, gaonların, Re 'sü 'l-câlut'un veya diğer önemli Yahudilerin görüşlerinden daha önemli ve saygındı.
Saadia'nın Sura akademisinin başkanı olarak atandığı dönemde, bu bankerler hayatta değillerdi, ancak ölümlerinden kısa bir süre önce Yusuf bin Finhas adına damadı Natira ve Harun bin İmran adına da oğulları bu görevi devraldılar. Natira'nın erkenden ölümüyle, bu görev oğullarına kaldı. Saadia ile Ben Zekkâi arasındaki sorun ortaya çıktığında, Natira'nın oğullarıyla Harun'un oğulları arasında kimin destekleneceği hususunda bölünme yaşandı. Natira'nın oğulları Saadia'ı destekliyorlardı; çünkü onlardan biri, Sehl b. Natira, Saadia'nın öğrenciliğini yapmıştı ve eserlerinin kopyasına sahip olmakla gurur duyacak kadar Saadia hayranıydı. Harun bin İmran'ın oğulları ise Ben Zekkâi taraftarıydı. Harun'un torunlarından biri, büyük bir Yahudi din âlimi Halaf İbn Sarcado (Harun bin Yusuf ha-Kohen) ile evlenmiş, Pumbedita akademisinin bir dönemler (917-926) gaonluğunu yapmış olan Gaon Mevaser, O'nu Pumbedita akademisine David ben Zekkâi ile olan mücadelesine, banker Harun bin İmran'ın damadı olmasından dolayı katkıda bulunması için seçmişti. Ancak işler Mevaser'in düşündüğü gibi gitmedi ve İbn Sarcado, David ben Zekkâi tarafını seçti. Bir müddet sonra Ben Zekkâi ile Saadia arasındaki mücadelede de Ben Zekkâi'nin tarafını seçip tam bir Saadia düşmanı kesildi. İbn Sarcado'nun Saadia'ya karşıtlığının sebebi tam olarak bilinemese de O'nun da tıpkı Saadia gibi hırslı ve ateşli bir yapısının olmasından dolayı, Sura akademisine gaon olmayı hedeflediği ve bundan dolayı da Saadia'yı ortadan kaldırmayı amaçladığı düşünülmektedir . Halife nezdinde itibarlı olan bu iki aile, ihtilafa düştükleri bu konuda güçlerini kullanmaktan kaçınmayı tercih ettiler. Abbasi devleti de bu konuyu Yahudilerin kendi içindeki bir mesele olarak gördüğü için karışmamaktan yanaydı. Hem Saadia hem de Ben Zekkâi, politik ve ekonomik güçlerini kullanmadan mücadeleye devam etmek zorundaydılar.
İşte böyle bir ortamda başlayan Sura akademisi başkanı Saadia Gaon ile Bâbilonya Yahudi toplumunun başkanı Re'sü'l-câlut David ben Zekkâi arasındaki mücadele, başlangıçta sanki Saadia Gaon'un üstünlüğü ile sonuçlanacakmış gibi görünüyordu. Çünkü, Sura Akademisi'nin üyeleri, Bağdat'ın önde gelen ve saray nezdinde etkili olan Yahudi zengin tüccarları, toplumun tanınmış ileri gelen kimseleri, Natira oğulları ve Pumbedita Akademisinden bazı üyeler O'nu destekliyorlardı. Ben Zekkâi tarafında ise başta İbn Sarcado olmak üzere diğer saray bankeri Harun oğulları, Pumbedita'nın gaonu Kohen Tısadek ve bu akademide görev yapan diğer üyeler vardı. Ancak ilerleyen zamanlarda özellikle saray bankerlerinin farklı tarafları desteklemelerinden dolayı nüfuzlarını kullanmada çekimser davranmaları ve İbn Sarcado'nun etkili muhalefeti bir tarafın diğerine üstünlük kurmasını engelledi. Saadia Gaon, bu süreçte Sefer ha-Galui (Açık Kitap) isimli eserini yazmıştır. Eser, David ben Zekkâi ve İbn Sarcado'ya karşı çok sert ifadeler içeren tam bir polemik eserdir. İbn Sarcado da boş durmamış, Saadia Gaon'a edebî olarak pek de hoş olmayan bir biçimde cevap vererek tartışmayı devam ettirmiştir   .

930-933 yılları arasında Bâbilonya Yahudileri ikiye ayrılmış, iki Re'sü'l-câlut ve iki Sura Akademisi gaonu işbaşı yapmıştır. İki taraf da kendilerinin haklı olduklarını iddia etmelerinden dolayı görevlerinden ayrılmamışlardı. Dolayısıyla da her iki tarafın taraftarları, kendi problemlerini çözmek için hangisini destekliyorsa O'na başvurmuştur. Hiç kimse bu durumun daha ne kadar devam edeceğini tahmin bile edemiyordu. Hatta bu durum, her iki gruba ait taraftarların yaptıkları gösteriler, sokak kavgaları ve karşı tarafı şikayet edip hapse attırma olaylarının artması nedeniyle iyice tahammül edilemez bir noktaya ulaşmıştı. Halife Muktedir olaylara fazla karışmamaya özen gösteriyordu, ancak İbn Sarcado Halife Muktedir'e David ben Zekkâi'yi desteklemesi karşılığında on bin duka altın teklif etti. Halife her iki tarafı da dinleyebileceği bir oturumun yapılmasını, kararını da bu oturum sonrasında vereceğini bildirdi. Ancak baş vezir Ali b. İsa başkanlığında yapılması istenen bu oturum hiçbir zaman gerçekleşmedi. Bunun en büyük sebebi Halife Muktedir'in saltanatının son iki yılında (930-932) devamlı vezir değiştirmesidir . Tam da bu arada Abbâsî halifeliğinde hareketli günler yaşanıyordu. Ekim 932'de Halife Muktedir, suikast sonucu öldürülmüş ve yerine kardeşi Kâhir geçmişti. Ancak ordu 934 yılında Kâhir'i devirerek daha önceki halife Muktedir'in oğlu Râzi'yi halifelik makamına getirdi   .Yönetimdeki meydana gelen bu değişimler Saadia Gaon'un pozisyonuna olumsuz olarak yansıdı. 932'de tahta geçen Kahir, halifelik kıyafetlerini giyebilmek için yüklü miktarda paraya ihtiyaç duymuştu. Bu durumu fırsat bilen David ben Zekkâi ve İbn Sarcado, Kahir'e bu seremoni için gereken miktarı ödemişlerdir. Bunun karşılığında da 933 yılı başından itibaren Saadia Gaon'un görevden azledilmesini ve David ben Zekkâi'nin yerine atadığı Hasan'ın Horasan'a sürgün edilmesini sağlamışlardır. Halifeliğin kararıyla Saadia 933 yılında mecburen görevinden ayrıldı ancak Bağdat'ta yaşamaya devam etti. Ben Zekkâi ve taraftarlarının yoğun baskısına rağmen çevresinde bulunan etkili ve zengin taraftarları sayesinde en azından Bağdat'ta bağımsız bir ilim adamı sıfatıyla yaşamaya devam etti. Bu dönemde (933-937) en önemli eseri olan Kitâbu'l Emânât ve'l-İtikâdât (Öğretiler ve İnançlar Kitabı)'nı yazdı.    Zamanını araştırma, yazma ve eğitim faaliyetleriyle geçirdi. Belki de Saadia'nın hayatındaki en verimli dönem, Bağdat'ta herhangi bir dini veya idari görevinin olmadığı, sadece eser yazmak, araştırmalarına devam etmek ve eğitim faaliyetleriyle meşgul olmakla geçirdiği 933-937 yılları arasıydı.
937 yılında yaşanan bir olay Saadia'nın ne kadar etkili ve halk tarafından hâlâ saygı gören bir âlim olduğunu ortaya koydu. İki Yahudi, anlaşmazlığa düştükleri konuyu mahkemeye taşımak istediler. Tarafların biri David ben Zekkâi'nin karar vermesini isterken diğeri Saadia'yı tercih etti. Buna çok öfkelenen Ben Zekkâi, "daha önceden görevden azledilmiş bir gaona davanın görülmesi için başvuran kimse hakkında adlî tahkikat yapılacağını" ilan etti. Kendisine baskı yapıldığını düşünen davalı böyle bir isteği kesin bir şekilde reddetti. Bunun üzerine tutuklandı ve şiddetli bir şekilde darp edildi. Yaralanmış ve elbisesi yırtılmış bir şekilde Re'sü'l-câlut David ben Zekkâi'nin makamından çıktıktan sonra önüne gelen herkese başına gelenleri yüksek sesle
anlattı. Bu olay halk arasında Re'sü'l-câlut'a karşı büyük bir öfkenin doğmasına neden oldu. Darp edilen Yahudi bir yabancı olduğu için davasını incelemesi için kimi isterse seçme hakkına sahipti ve bu kuralı herkes biliyordu. Ancak Ben Zekkâi, Saadia'ya olan husumetinden dolayı böyle bir karar çıkarmış ve buna uymayan Yahudiyi de darp ettirmişti. Olayların bu şekildeki gidişatından dolayı Bağdat'ta genel bir hoşnutsuzluk ve gerginlik ortamı ortaya çıktı. Bu durumdan ve özellikle de Ben Zekkâi'nin hasmane davranışlarından rahatsızlık duyan önde gelen birçok Yahudi, Harun bin Amram'ın oğlu ve İbn Sarcado'nun kayınpederi Bişr bin Harun'a buhusumetin artık bitirilmesi için başvurdu. Durumu değerlendiren Bişr, her iki taraf arasında mutlaka bir barışın sağlanması gerektiğine karar verdi ve Abbasi sarayındaki etkinliğini de kullanarak sorunu çözmeye girişti. Yahudilerin ileri gelenlerini ve David ben Zekkâi'yi evine davet etti. David ben Zekkâi'ye Yahudilerin artık bu gereksiz ve uzun süren husumetten zarar görmeye başladıklarını ve Saadia ile mutlak bir barış yapmasının vaktinin geldiğini bildirdi. Herkesin içinde yapılan bu ihtarı dikkate alan Ben Zekkâi barışmak için hazır olduğunu ilan etti. David ben Zekkâi'den olumlu yanıtı alan Bişr, hemen o gece hiç vakit kaybetmeden durumu Saadia'ya da iletti.
Aslında her iki taraf için de barışmak en akılcı yoldu. Aralarında çıkan bir ihtilaf, gereksiz yere çok uzatılmış ve neredeyse kişisel bir kavga haline dönüşmüştü. Bu işi daha fazla uzatmanın kimseye bir yararı yoktu. Sonunda iki taraf da barışmayı kabul etti. Bişr bin Harun'un evinde toplandılar ve barıştıklarını ilan ettiler. Purim bayramından hemen önce (27 Şubat 936) gerçekleşen bu olay ile yıllardır süren kavga sona ermişti. Sonraki üç gün boyunca birbirlerinin evlerinde misafir oldular ve geçmişte yaşadıklarını konuşarak halletmeye çalıştılar

Barış gerçekleştiği için Re'sü'l-câlut David ben Zekkâi, Saadia'yı tekrar Sura Akademisi'nin gaonu olarak atadı. Daha önce Saadia'nın yerine atanan Yusuf bin Yakup, gaon olmasından dolayı aldığı maaşı almaya devam etti ve emekliye ayrıldı134. David ben Zekkâi'nin yanında yer alıp Saadia' ya karşı en büyük düşmanlığı yapan İbn Sarcado ise kayınpederinin düzenlediği bu barışma toplantısına katılmadı, Saadia ile barışmadı ve Bağdat'tan ayrılıp bir zamanlar kendisine yer bulduğu Pumbedita Akademisi'ne geri döndü. Zaten Pumbedita Akademisi de Saadia'nın geri dönüşüne sıcak bakmamıştı. Saadia karşıtlarından Pumbedita gaonu Kohen Tısadek, 936'da ölmüş ve yerine Tısameh b. Kafnay (936-938) geçmişti. 938 yılında ise yine bir Saadia karşıtı olan Haninay ben Yahuda (938-943) gaon olmuştu. Haninay döneminde Pumbedita'da bulunan İbn Sarcado tüm enerjisini ve imkanlarını Pumbedita'nın gelişmesi için harcar. 943 yılında ölen Haninay ben Yahuda'dan sonra Pumbedita Akademisi'nin gaonu olan İbn Sarcado, 960'daki ölümüne kadar bu görevini devam ettirir   .

937-942 yılları arasında beş sene daha Sura'da gaonluk yapan Saadia, bu süreçte de boş durmadı. Aynı heyecan ve enerjiyle akademiyi geliştirdi, araştırma ve eğitim faaliyetlerine devam etti, yeni eserler kaleme aldı. Uzlaşıdan kısa bir süre sonra, 940'da David ben Zekkâi ölür. Saadia Gaon'a yaklaşık olarak on yıl önce baskı yapmaya çalışan oğlu Yahuda babasının yerine geçer, ancak O da babasından yedi ay sonra ölür. Saadia Gaon, Yahuda'nın geride bıraktığı on iki yaşındaki oğlunu alır ve O'na yetişmesi için ölene kadar destek verir. 16 Mayıs 942 tarihinde Pazar'ı Pazartesi'ye bağlayan gece, 60. yaş gününe kırk gün kala Bağdat'ta ölür   .Ölümünden sonra Sura Akademisi'nin başına, oğulları henüz yeterli olmadıkları için geçememiş, daha önceden emekliliğe ayrılmış olan Yusuf ben Yakup tekrar görevlendirilmiştir. Ancak, Sura'yı destekleyecek David ben Zekkâi gibi bir Re 'sü 'l-câlut'un olmaması, Yusuf ben Yakup'un yetersizliği ve Pumbedi ta'nın başına İbn Sarcado gibi etkili bir kişinin geçmesi gibi nedenlerle Sura Akademisi her geçen gün kan kaybetmiş ve sonunda Yusuf ben Yakup bu görevi 948'de bırakarak Basra'ya yerleşmiştir   . Bu dönemde Sura yarım asır kadar bir süre kapalı kalmıştır   .

Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.

Benzer Yazılar

Yorumlar