Sevgilim seni
Dâvud
aleyhisselâm
«Yâ Rab, sona müştak olanlar kimlerdir?»
diye sorunca, Allahu Teâlâ:
«Onlar her
türlü keder ve bulanıklıklardan kendilerini temizlediğim ve çekinmelerini
emrettiğim, gönüllerden, bana bakmaları için pencere açtığım sâfi kimselerdir.
Ben kendi kudret elimle onların kalblerini alır göklerin üzerine yükseltirim.
Sonra meleklerimi çağırırım, onlar gelir bana secde ederler. Ben, meleklerime
«Sizi bana
secde etmeniz için çağırmadım, size bana müştak olanların gönüllerini göstermek
ve onlarla iftihar etmek için çağırdım» derim. Onların kalbleri, güneşin
yeryüzüne verdiği ziya gibi, göklerdeki meleklere aydınlık verir.
Yâ Dâvud! Ben
bana müştak olanların kalblerini benim rızamdan yarattım. Benim cemâlimin nûru
ile onları nurlandırdım. Onları benim için haberci kıldım. Onlar, nimeti anar
ve bana şükrederler. Bedenlerini ise, yeryüzünde bakacağım yer yaptım.
Gönüllerinden bana gelen bir yol açtım. Her an oradan bana bakarlar ve bana
olan şevk u iştiyakları artar» buyurdu.
Dâvud aleyhisselâm: «Ya Rab, seni sevenleri
bana göster» dedi. Allahu Teâlâ:
«Lübnan dağına
çık, orada genç, orta yaşlı ve ihtiyar oîarak ondört kişi vardır. Yanlarına
gittiğin vakit selâmımı söyle ve de ki «Rabbınız size selâm eder ve buyurur ki,
«Bir isteğiniz var mı? Zîra siz benim dostlarım, sevgililerim ve
velîlerimsiniz. Sizin sevinmenizle ben ferahlanır ve sizin ferahlanmanıza
yardım ederim»
buyurdu. Dâvud
aleyhisselâm Lübnan dağına çıkarak onları bir gözenin başında buldu Orada
Allahu Teâlâ'nın azameti üzerinde düşünüyorlardı. Dâvud aleyhis selâm'ı görünce
uzaklaşmak istediler, fakat Dâvud aleyhisselâm :
— Durun, ben Allah'ın elçisiyim, size
Rabbınızın haberini iletmeğe geldim, deyince, hemen Dâvud aleyhisselâm’a
yöneldiler ve gözlerini yere dikerek kulaklarını ona verdiler.
Dâvud aleyhisselâm :
— Ben. Allah'ın size bir elçisiyim, Aliahu
Teâlâ'nın size selâmı var. Allahu Teâlâ: «Niçin benden bir şey istemiyorsunuz?
Niçin bana seslenmiyorsunuz ki, ben sesinizi ve sözünüzü duymuş olayım. Siz
benim sevgililerim ve velîierimsiniz. Sizin sevinmenizle ben de sevinirim ve
sizin sevginize sür'atle gelirim. Her an şefkatli bir anne gibi, size bakarım»
buyurdu, dedi.
Dâvud aleyhisselâm devamla diyor ki:
— Onlar bunu dinleyince gözlerinden yaşlar
döküldü ve en yaşlıları :
— Seni tesbih eder ve noksan sıfatlardan
tenzih ederiz. Allah'ım, biz senin kulların ve kullarının çocuklarıyız.
Ömrümüzde bir an seni hatırınızdan çıkarmışsak, bu husustaki kusurumuzu
bağışla, dedi. Diğeri:
— Allah'ım, Seni tesbih ve takdis ederiz.
Biz senin kulların ve kullarının çocuklarıyız. Bize hüsn-i nazar etmekle
ikramda bulun, dedi. Bir başkası da:
— Allah'ım, biz senin kulların ve
kullarının çocuklarıyız. Hangi cür'etle sana duâ edelim? Hâlbuki bizim hiç bir
şey’e ihtiyacımız olmadığını sen bilirsin. Sana gelen yola bizi devam ettir ve
bu suretle nimetini bize tamamla, dedi. Diğeri de :
— Biz senin rızânı aramakta kusurluyuz, bu
hususta kendi lûtfunla bize yardımcı ol ya Rab, dedi. Bir başkası da :
— Ya Rab, bizi nutfeden yarattın, kendi
lûtfunla azametini düşünme imkânlarını bize bahşettin. Senin azametinle meşgul
olup celâl ve kıbriyalığını düşünen ve nuruna yaklaşmak isteyen kimse daha söz
söylemeğe cür'et edebilir mi? dedi. Diğeri:
— Ya Rab, Senin şanının azametinden,
evliyalarına yakınlığından ve sevgililerine fazla minnetinden, dilimiz tutuldu
ve sana duâ edemedik, dedi. Bir diğeri de:
— Yâ Rab, seni zikretmeğe bizi hidâyet
eden, Seninle meşgul olmakla bizi başkalarından alıkoyan sensin. Sana karşı
şükrümüzdeki kusurumuzu bize,bağışla. dedi. Diğeri de :
— Yâ Rab. bizim ihtiyacımızın, yalnız
Senin cemâline bakmak olduğunu bilirsin, dedi. Ötekisi de :
— Ya Rab, sen kendi cömerdliğinden bize
duâ ile emretmesen, bir kul efendisine karşı nasıl cür'et edebilirdi
?Karanlıkta. hidâyete ulaşacağımız nûru bize ver. dedi. Onlardan birisi de :
— Yâ Rab. bizim senden istediğimiz,
devamlı olarak bize yönelmen dir, dedi. Bir Diğeri de :
— Yâ Rab, fazl u kereminle bize
bahşettiğin nimetinin tamamlanmasın» isteriz, dedi. Diğeri de şöyle dedi:
— Yâ Rab, yaratıklarının hiç birine
ihtiyacımız yok, yalnız cemâlini isteriz, bize lütfet cemâlini göster. Diğeri
de:
— Allah’ım, dünya ve dünyadakilere
bakmaktan gözümü, âhiretten alıkoyacak şeylerden kalbimi kör etmeni dilerim,
dedi. Diğeri de:
— Allah’ım, şânının âlî ve kadrinin yüce
olduğunu bilirim. Sen dostlarını seversin. Lütfet de kalbimi senden başka her
hangi bir şey ile meşgul olmaktan alıkoy, diye duâ etmişlerdir.
Allahu Teâlâ
Dâvud aleyhisselâm'a şöyle vahyetti:
«Onlara de ki:
«Sözlerinizi dinledim. Sevdiklerine icabet ettim. Duâlarını kabul ettim. Şimdi
birbirinden ayrılsınlar. Her biri ayrı bir vâdiye gitsin. Ben arada ki perdeyi kaldırır, onlara cemâlimin nurunu
gösteririm».
Dâvud aleyhis-
selâm: «Yâ Rab. bunlar ne ile bu kerâmete erdiler?» diye sordu. Allahu Teâlâ:
«Hüsn-i zan dünyalıktan çekinmek, benim
için holveti tercih edip yalnızlıktan bana münâcât etmeleri sâyesinde bu
mertebeye ulaştılar. Zira bu mevkie ancak dünyayı terkedip. onun, hiç bir şey'i
ile meşgul olmadan kalbini yalnız bana bağlayıp bütün, varlıklar üzerine beni
tercih edenler ulaşır. İşte bu durumda ben onlara atûfet gösterir, aradan
perdeyi kal dırır ve cemâlini arzederim. Her saat çeşitli kerâmetle onu tekrim
eder, cemâlimin nûruna onu yaklaştırırım. Hastalanırsa, şefkatli bir anne gibi
ona bakarım. Susadığı vakit onu sular ve zikrimin zevkini ona tattırırım. Ona
bu ikramda bulunduğum vakit dünya ve dünya ehline gözünü kör ederim de
dünyalığı ona sevdirmem. Benden başka hiç bir şey ile meşgul olmaz. Bir an önce
bana ulaşmak ister. Ben ise onu hemen öldürmeği istemem. çünkü yaratıklar
arasında bakacak olduğum odur. O. benden başkasını görmediği gibi, ben de ondan
başkasın? görmem. Ey Dâvud sen benim zikrimi duyduğu vakit onu görsen, onun
vücudu erimiş, zayıflamış, uzuvları kırılmış ve kalbi her şeyden soyulmuştur.
Onunla gök ehline ve meleklerime iftihar ederim. İzzet ve celâlim hakkı için
onu Firdevs Cennet’inde oturtur, cemâlimi göstermekle gönlünü hoş ederim de kat
kat benden razı olur» buyurdu.
Rivayete göre
Mûsâ oleyhisselâm :
— Yâ Rab, râzı olacağın şey’i bana bildir
ki, ben onu yapayım, deyince. Allahu Teâlâ :
— Benim rızam, senin, benim kazâma
rızandadır, buyurdu.
Yine Mûsâ
aleyhisselâm münâcâtında :
— Allah’ım, en çok sevdiğin kulun kimdir?
dedi. Allahu Teâlâ :
— Sevgilisini aldığım vakit bana teslim
olandır, buyurdu. Hz. Mûsâ :
— En çok buğzettiğin kimdir? dedi. Allahu
Teâîâ :
— Her hangi bir işte benden hayırlısını
istediği hâlde, hakkındaki hükmümü kaza edince, ona rızâ göstermeyendir,
buyurdu».
Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.
Yorumlar