Print Friendly and PDF

Şihabeddin Sühreverdi ( 1153-1191)



İbn-i Sina'nın teşebbüs ettiği işrakilik felsefesini tekamül ettiren, 38 yaşında iken Selahaddin Eyyubi tarafından öldürtülen Sühreverdi'dir. lşrakilik hem doğu felsefesi olarak hem de nur'dan mülhem aydınlanma felsefesi olarak anlaşılabilir. Sühreverdi, felsefenin başlangıcım ldris (Hermes) ve Şit'e (Agathodemon) kadar dayandırarak, Yunan ve İran geleneğinde sürdürülen bu felsefenin (hikmet'in) kendisi tarafından birleştirildiğini iddia etmiştir. Şahrazuri'nin ifadesiyle o, iki hikmeti, hikmeti zevkiyye ve hikmeti bahsiyye'yi birleştirmiştir. Batı ve doğu terimleri ise, coğrafi anlamlarından öte madde ve nur anlamlarını çağrıştırır. Öte yandan batı, ya da batı felsefesi hakikate varmada sadece aklı kılavuz olarak alırken; doğu felsefesi, hakikate kavram ötesi keşf (sezgi) yoluyla ulaşılabileceğini, varlığın ancak bu varlığın dilini keşfeden tarafından temaşa (müşahede) edilerek anlaşılabileceğini ortaya koyar.
Felsefi sistemini kendi öncelleri olan filozofları eleştirerek kuran Sühreverdi, kısa süren hayatı boyunca ilim elde edebilmek için uzun yolculuklar yapmış ve yalnız olarak yaşamıştır. Bestami ve Hallac gibi tasavvufçuları, Farabi ve İbn-i Sina gibi filozofları hikmetin yalnızca bir yönünü dikkate aldıkları için eleştirir.
Onlar ya nazari: ya da ameli: hikmet'le kendilerini sınırlandırmışlardır. Aristo mantığını esas olarak almasına rağmen Aristo'yu da eleştirerek kategorilerin sayışını azaltmıştır. Aristo felsefesinin temel kavramları olan külli-cüzi, sonlu-sonsuz, hakiki-zihni terimlerini tartışmıştır. Eşya'nın somut bir birlik olduğunu söyleyen Sühreverdi, İbn-i Sina'nın başlattığı varlık ve mahiyet tartışmasını sürdürür. İbn Sina'ya göre varlık, mahiyetin bir arazıdır. Bir yönden Platon'un idealar öğretisinin ve varlığın temel arketipler'in bir zuhuru olduğu düşüncesinin devamı olan bu anlayışı da eleştiren Sühreverdi'ye göre, meşşailer varlığın itibari yönlerini hakiki nitelikler olarak varsayarak yanılgıya düşmüşlerdir. Yine de Sühreverdi varlığın mahiyetinin nur olduğunu söyleyerek İbn Sina'ya olan bağlılığını sürdürür.
İbn-i Sina vahdeti vücut kavramını ilk kez telaffuz etmesine karşılık bu husustaki düşünceleri derinleştiren ve dikkati mevcuttan (varolan) , vücut'a (varlık) kaydıran İbn-i Arabi olmuştur. Varlık, mahiyetin ezeli niteliğini sınırlandırmakta olduğundan mahiyetin bir arazıdır. O nedenle Budizm'e göre varlık hakikatin saflığını kirletmektedir; ikinci görüş ise daha sonra Molla Sadra tarafından başlatılacak olan varlığın asıl, mahiyetin ise araz olduğu düşüncesidir. İşrakilere göre kainat, varoluş olarak fiili, nitelikleri açısından ise kuvve halindedir. Meşşalilere göre ise kainat varlığında potansiyel, niteliklerinde ise fiilidir.
Sühreverdi maddenin bölünmesi hususunda da İbn-i Sina'yı izleyerek atomların varlığını reddeder. Eşyanın tanınması onun ontolojik doğasının bilme eylemini önceleyen mahiyetinin birliğinden kaynaklanır. Bu mahiyet ise nur, yani ışıktır. Nur ise ya cevher ya da araz halinde bulunur. Kendinden önceki filozofların yeni Platoncu sudûr nazariyesini benimseyen Sühreverdi, sadece akıl yerine nur terimini koyar. Sühreverdi meşşai dil'in giderek önemi zayıflatılan akıl terimi çevresindeki örüntüsünü nur terimi ekseninde yeniden inşa eder. Böylece felsefe daha doğulu ve daha İslami bir biçim kazanır.
Mutlak nur tedrici bir zayıflama ile varlık mertebelerine dağılır ve en sonunda maddede tüm etkinliğinin nihayetine varır (zulümat: karanlık) . Nur ve zulümat, yani aydınlık ve karanlık karşıtlığı, Manici seneviyyenin (ikicilik) yeniden diriltilmesi gibidir. Ancak lslam literatüründe şeytan, Allah'ın karşıtı ve karşı tanrı olmayıp, sadece bir kontrpuan'dır. Kesif olan nur mertebesi egemen (kalır) iken, ondan türeyen nur mertebesi ise kendi mebdeine aşk (muhabbet) ile bağlanarak mertebeler arasında doğal bir ilişki kurulur. Hakimiyet doktrini geleneksel hiyerarşik hükümranlık anlayışının da ihyası gibidir ve bu doktrin giderek felsefe ile birlikte siyasette de bir yöntem olarak benimsenecektir. Daha doğrusu felsefe, fiili siyasal doktrinin ilahiyat'ın meşruiyeti çerçevesi korunarak ifade edilmesi, mevcut pratiğin teorileştirilmesidir. Varlığın (nur'un) hiyerarşik mertebeleri arasında kalan nur mertebeleri aynı zamanda bir berzahtır. Varlık mertebeleri bir yönden hiyerarşik (boylamsal) , diğer önden ise enlemsel olarak sıralanır. Dünyadaki her tür'ün arketii olan bir melek bulunmaktadır. Bu düşünce ise Zerdüştlüğe dayanır ve Sühreverdi kendi varlık biliminde Yunan ve Iran düşüncelerini İslami bir felsefe içerisinde birleştirir. Onun felsefesinde de Cebrail, kutsal ruh ve ilk akıl olma vasfıyla korunmaktadır. Ruh kavramının soyut niteliğini de benimseyerek sürdüren Sühreverdi, ıu hususta da öncellerini izler; bitkisel, hayvani ve insani ruh ayrımına bağlı kalır. Allah'ın varlığı hususunda da, her ne kadar bu varlık bir apaıklık içinde olması nedeniyle kanıta muhtaç olmasa da, varlıkların zorunlu nedeni, ilk muharrik ve tüm mevcudatın kaynağı olma gibi kendinden önceki kanıtları tekrarlar. Zamanın ve hareketin tazeliliği yanında alemin mutlak nur'dan sudüru hususunda da Aristocu ilkelere bağlılığı sürdürür. Cebrail faal akıl'dır ve insan cetln halindeyken insani nuru (ruhu) ona üfler. Dolayısıyla ruh'un raratılışı bedenden önce değildir ama bedenden sonra da hayatını sürdürür. Bu ruhun iki zuhuru vardır: öfke ve aşk (Platon'un iki at koşulu araba teşbihi) . Madde ile birleşerek kendine yabancılaşan bu ruh daha aşağı seviyelere düşerek tenasüh yoluyla varlığını sürlürebileceği gibi, kendini arıtarak kutsal ruh seviyesine de çıkabilir (ittisal) Ruh, bu arınmışlık düzeyinde iken gayba muttali olabieceği gibi keramet ve mucizeler de gösterebilir. Sühreverdi'ye göre ruh (nefs) soyut bir nur'dur, ancak Allah'ın bir parçası da değildir. Kendisinin ruhi bir arınma süreci akabinde aydınlandığını söylem Sühreverdi'ye göre, nazari ve tecrübi bilimin zirvesinde olan şahsiyet, Allah'ın halifesi ya da imam'dır. Yeryüzü hiçbir zaman imam'sız kalmayacaktır ve bu imam'a kutup da denmektedir Şia'nın imamiyet anlayışının etkisi) . Sühreverdi de, sufilerin cezbe ve sekr halini eleştirerek aklı bütnüyle dışlamaz. Manevi bir sezgi öğretisidir işrakilik. Aydınlanma ise kalbi sezgi, akli ilham veya doğrudan müşahede, yani varlığın sırrına doğrudan katılma yoluyla sağlanabilir. Kainatın ilahi bir zuhur olarak mükemmel olduğunu söyleyen Sühreverdi de, Leibniz gibi, kötülüğü arızi ve itibari olarak görür. Alem, tıpkı güneş ışıklan gibi Allah'ın varlığından yayılır; birlik çokluğa, makrokozmos mikrokozmosa dönüşerek parçalanır. Bu doğal süreçte ise Allah'ın iradi vasfı yanında diğer sıfatlarından söz etmek de mümkün değildir. İnsan iki katlı bir varlık içinde yaşar, hayatını gurbette sürdürür. Maddi varlığı zahir'ken, ruhi varlığı batın'dır ve kendi içine çekilmiştir. Bir ayağı tarih'de, bir ayağı ise tarihin dışındadır. Sühreverdi'nin felsefesi İslam düşüncesinin giderek Yunan felsefesinin etkisinden kurtularak tasavvufi ve irfani bir yönde tekamülünün devamıdır. Akılcılık ağırlığını yitirirken, yaşamsallıkla dengelendikçe, Yunan düşüncesiyle de bir denge oluşturur. Mevcut'tan vücud'a, oradan da varlığın asaletine evrimleşen felsefe, irfani bir zevk olarak daha çok tasavvuf alanında ve Şia ekolü içerisinde yurtlanarak Molla Sadra ile birlikte önemli ölçüde Aristocu etkilerden uzaklaşacaktır.



Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.

Benzer Yazılar

Yorumlar