Tanrıya Sesleniş
Ali Şeriati gençliğinde binlerce modern genç gibi arayış ateşinden
kavrulup yanarken şöyle seslenir Tanrıya:
Ey Tanrım sen var mısın, yok musun onu bilmem. Fakat sen şuan da bana
lazımsın.
Evrene baktım, doğaya baktım
tanrıya yer bulamadım. Felsefede hiç yer bulamadım. Sorgunun ve yargının
ateşinden İbrahim’i bir sendeleyişle: “Tanrım kimdir?” sorusunu sordum.
Hz. Muhammed salla’llâhü aleyhi ve sellemin “Ben şüphede İbrahim’den
daha üstünüm” (Muvata) sözleri kulaklarıma esinlendi.
Voltarie “Tanrı olmasa da onu var etmek gerekir” demişti.
Bakunin, Voltarie’nin sözlerine karşılık “Tanrı olsa da İnsanın
özgürleşmesi için yok etmek gerekir” demiştir.
Benim tanrım yoktur fakat hiç Ateist olmak istemedim. Aynı zamanda
bana Teist denilmesini de hiç istemedim. Militan bir Ateist ile Fanatik bir
Teist’in “Tanrı var mıdır, yok mudur” tartışması ne kadar da iğrenç.
Teist sanki Tanrıyı; görmüş, deneylemiş ve bilmiş gibi mutlak derecede
vardır diyor.
Ateist ise sanki varlığın bütün sırlarını bitirmiş gibi yoktur diyor.
Tanrıya yer bulamıyoruz, göremiyoruz, bilemiyoruz, his de edemiyoruz
ama hayat nedir de bilmiyoruz.
Tanrıya yoksun diyorum çünkü bütün bir hayatı sarmalayan ve zapt u
rapt altına alan biri insanın özgürlüğünü yok eder. Nietzsche’nin iki özgür
olamaz. Tanrı varsa özgürlük yok olur teziyle yok dedim.
Hayatın anlamını onun sarmalayan coşkuyu da yok edemedim.
Yaratan, yöneten, yargılayan bir tanrıyı görmüş gibi nasıl var
diyebilirdim ki?
İbrahim’den başladım. İbrahim topluma anlatamadı tanrıyı. O yüzden
bütün putları parçalayıp kentte anlatamama duygusunu ifade etti. Hem baltayı da
en büyüğünün omzuna vermişti. İbrahim’e Tanrısız ve Ateist diyeceklerdi
elbette. Oysa İbrahim Ateist olmadığı gibi Teist hiç değildi.
Musa Firavunları yendi, denizi geçti ne var ki halkına anlatamadı. En
sonunda tanrı sözleri dediği levhaları yere vurarak anlatamama duygusunu ifade
etti. Ninova halkına yıllarca anlattı. Anlattı da anlattı yine dinletemedi,
anlatamadı. Yolu bir gemiye binip Asur’a kaçmak oldu. Yunus halkından kaçmakta
yolu buldu. Hz. Muhammed salla’llâhü aleyhi ve selleme “Balık sahibi Yunus gibi
kaçma denildi.”
Hz. Muhammed salla’llâhü aleyhi ve sellem putları yıktı, toplumu
değiştirdi fakat yine anlatamadı. Uhut savaşında meğer “Muhammed Öldürüldü!”
denilirken her biri bir tarafa kaçıştı. Ashap dedikleri ortalıkta kayıp
oldular. Ben diyeyim üç kişi sen söyle beş kişi kaldı etrafında.
Hz. Muhammed salla’llâhü aleyhi ve sellem putların alaca karalığını
anlattı. İbrahim putları kırdı, Musa putlara ve heykellere tapmayacaksın dedi,
İsa iki efendiye kulluk edilmez dedi. Nietzsche’de putların alaca karanlığında
savaş verdi. Putlaştırılan tanrıları söktü ve sildi. Hepsinin ortak bir öyküsü
vardı “Tanrıya karşı çıkmak, putları devirmek ve nasları-dogmaları yok etmek”…
Hz. Muhammed salla’llâhü aleyhi ve selleme “Sabi/dönek, tanrılara
karşı çıkan, dinsiz ve imansız” deniliyordu.
Meğerki İbn-i Rüşt sürgünlere uğrarken, Sühreverdi öldürülürken de
dinsiz denilerek öldürülmüştüler.
İbn-i Arabî “Tanrınız Ayaklarımın altındadır” derken ne demek
istemişti?
Tanrının evlerini ziyaret ediyorlarmış!
Ev sahibini ise hiç gören olmadı.
Tanrıya kurban ediliyor, ibadet ediliyor, dua edip yakarıyorlar
binlerce yıldır tanrıdan hiç ses çıkmadı. Onlar tanrıyı ev sahibi, göklerde,
dua kutusu gibi sanmışlar meğerki… Tanrıya hiç gizem demek istemedim. Aklıma
gelen her şeyi o değildir dedim.
İmamlardan biri vaaz verirken:
—Tanrı ne cisimdir ne de cevher. Ne ruhtur ne de nur. Ne yerdedir ne
de gökte…
Orada oturup dinleyen biri der
ki:
—Hocam kısaca yok desene!
Vaaz veren ile dinleyen meğerki hep tanrıya bir yer istemiştirler.
Kendilerine ya Ateist demişler ya da Teist.
Sözlüğe bakarsanız eğer; Teis, Ateist, Panteist, Deist her biri iki
cümle ile anlatılıp geçiştirilir. Oysa Tanrı anlatıldığı zaman bilmezler mi
mekân ve zamana hapis edilir.
Kahrolası tanrıya ulaşmak bir maşuka ulaşmak değil ki; dağları delmek
ile ulaşılsın. Maşuka ulaşmak için belki delinecek bir dağ varda tanrıya
ulaşmak için o da yoktur.
Kanıtla, kanıtla, kanıtla… Sonuç: 0
Var sayalım “vardır dedim” bu sadece bir sözcüktür.
Birbirimizle aynı olduğumuzu anlatmak için sadece “var diyoruz” ve
birbirimize olan güvenimiz ortak oluyor.
Var sayalım “yok dedik” yine bir sözcüktür.
Sadece insanların işaret ve gruplara bölmek içindir bu sözcükler.
Nice var diyenleri gördük her kötülüğü işler, işi de sadece kötü bir
leziz.
Nice yok diyenleri gördük odaklanmışlar dinlere onların sökümü için
ter dökerler.
Ne var diyen dürüst oluyor; ne yok diyen özgürleşiyor.
Aksine seslendirdikleri sözcükler onlara bir sınır kazıyıp
etiketleniyor ve konuşmasına da sınır getiriliyor. Karnımın alt taraflarından
bir coşku yükseliyor!
Tabulaşan, sınırlanan dogma sayılan dokunulmaz bir yerde bir coşku
yükseliyor. Bütün varlığı anlamlı kılıyor. Her şeyi güzelleştiriyor. Anlatmak
için hiçbir sözcük bile gerektirmiyor. Vardır veya yoktur demek için hiçbir nedenim
kalmıyor.
Doğanın karmaşık görüntüsü altında her şey güzelleşiyor. Teist’in
Tanrının sanatı demesi gerektiği, Ateist’in ise güzel varlık demesi gerektiği
bir şeylere odaklanıp onu eşsiz buluyorum.
Ötesine geçmiyorum, üstüne çıkmıyorum, sır aramıyorum ve öylece
duruyorum. Ortak nokta bu olsa gerek!
Kolaydır sabahlara kadar bin salâvat çekip cenneti garantilemek!
İşin zoru sonsuz bir coşkudur. Sonsuz bir özgürlük!
Özgürlüğü anlatanlar, onu sevenler, onu getirmek isteyenler özgür
değildir. Ben özgürlüğü devrim sonrasına bırakmak istemiyorum. Onu ölüm
ötesinde de aramıyorum. Onu yaşamak ve geçmiş ile gelecek arasındaki anı
yakalamak istiyorum!
Uğruna savaşılacak sadist tanrılara baş kaldırmak. Onun uğruna savaşıp
tanrıcılık yapmak istemiyorum.
Benim tanrım sevgidir, senin tanrın zalimdir demek de istemiyorum.
O din benim bu din senin savaşını da vermek istemiyorum.
Galiba İsa’yı Antakyalı Saul anlamıştı meğerki o da yanlış anlamıştı.
Anlatımla değil, anlamakla oluyormuş.
Tutku ile değil coşku ile oluyormuş. Müzik dinlemek, dans etmek,
saatlerce düşünüp doğaya hayran olmak senin yetmiş yıllık ibadetine bedelmiş.
Evrensel paradigması olan var mı?
Evrensel paradigması olan özgürdür ve bir tanrısı vardır. Peki, keyfi
bir paradigması olan var mı?
O zaman onun tanrısı yoktur onun putu vardır
Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.
Yorumlar