Print Friendly and PDF

YALNIZ VE YILGIN DEVRİMCİ; ŞİNASİ



Şinasi birçok bilim adamı açısın­dan «Yeni Osmanlılar» hareketini başlatan kişidir. Hiç bir güce dayanmadan, kendi düşünüşü doğrultusunda verdiği savaşım­la «Tasvir-i Efkâr» gazetesini özgürlükçü akımın ağırlık mer­kezi haline getirmiştir. Şinasi Efendi Türk aydınlarına 19. cu yüzyıl Avrupasının sosyal ve siyasal görüşlerini tanıtan kişidir. Türk kamuoyu onu bir şair, bir sanatçı olarak tanıyıp değer­lendirmiştir. Oysa Şinasi Efendi'nin Türk düşün yaşamı ve si­yasası üzerindeki etkisi sanatçı niteliğinden daha baskındır.
Şinasi'nin küçüklüğü yoksulluk içersinde geçmiştir. Baba­sı subaydı. Genç yaşta öldüğü için oğlunun gelişimi üzerinde önemli bir etkisi olmadı. Tamamen tesadüflerin bir sonucu olarak Şinasi, Mustafa Reşit Paşanın girişimiyle Avrupaya öğrenime gönderilen öğrencilerin apaşına katıldı. 1852 yılına kadar yaklaşık on yıl Pariste kaldı. Bu uzun öğrenim süresi ona burjuva demokratik yaşamın temellerini ve o temelleri oluşturan kültürü yakından tanımak olanağını verdi. 1848 Devrimi sırasındaki siyasal eylemlere katıldı. Lamartin, Renan gibi ünlü yazarlarla tanıştı. Fransanın özgürlükçü liberal çevrelerine girdi. Yurda döndükten sonra 1853 yılına Kadar Mustafa Reşit Paşanın danışma­nı olarak çalıştı. Bu süre içersinde Reşit Paşanın en yakın “Mesai arkadaşı” olarak niteleniyordu.
Sanırım Şinasi’nin Reşit Paşaya hayranlığı bütün yaşamı boyunca sürmüştür Özellikle bir şiiri bu hayranlığın  boyutla­rını tüm açıklığı ile göstermektedir. Bu şiirinde Reşit Paşayı, «Medeniyet Resulü» «Ahali-i  fazlın reis-i cumhuru» dizeleriyle göklere çıkartmaktadır Sanırım bu hayranlığın iki önemli nedeni var. Bir kere büyük Reşit Paşa yetim Şinasi için bir baba, bir öğretmen, bir yön verici olmuştur. Diğer yandan Fransa’daki yaşamında burjuva demokratik yapı ve kültür açısından Reşit Paşanın ne denli haklı olduğunu da görmüştür. Şöyleki Osmanlı toplumunun o günkü gelişim düzeyi ile batıyı karşı­laştırdığı zaman batının ekonomi ve toplumsal kalkınma ola­rak gösterdiği ileriliği görmezlikten gelemezdi. Ne ki Şinasinin batı uygarlığım öykünmesi sıradan bir taklitçilik olarak suç­lanamaz. Kanımca Şinasi yaşamı süresince bu gelişmenin nede­nini araştırmış Kendince bir çözüm yolu bulmaya çalışmıştır.
Zaten değinilen bu yönü Kendisini Türk siyasal düşüncesin­de önemli bir yere getirmiştir. Şinasi düşüncelerini önce, ilk çalıştığı, Agâh Efendinin «Tercümanı Ahval» gazetesinde ya­yınladı. Osmanlı İmparatorluğunun ekonomik, toplumsal ve kültürel ilerlemesine ilişkin sorunları ele alan ve bunlara özgün çözümler getirmeye çalışan makalelerini peş peşe çıkardı. Ne var ki Agah Efendi yazıların siyasal içeriklerinden ürktüğü için Şinasi’nin «Tercüman-ı Ahvâl» deki çalışması uzun sürmedi. İnançları ve düşünceleri doğrultusunda ödünsüz çalışmak is­teyen Şinasi kendi gazetesi “Tasvir-i Efkâr”ı 27 Haziran 1962 da yayınlamaya başladı. Gazetenin ilk sayısındaki başmakalesi tüm Osmanlı aydınlan arasında büyük yankılar yaptı. Bugün okul kitaplarına kadar giren bu başyazıda, yazarımız o güne kadar Osmanlı ülkesinde açıkça söylenmeyen «Ulus», «özgür­lük», «kamuoyu» gibi kavramları gündeme getiriyordu. Halkın ülke sorunları konusunda söz söyleme, çözüm getirme hakkının var olduğuna değinerek: «Halk ancak gazete aracılığı ile ken­disini ilgilendiren konularda düşüncelerini belirtebilir. Bunun içinde gazete her kültürlü ulus için gereklidir.» diyordu. Sonra devlet ile kamuoyu arasındaki ilişkiyi de şöyle açıklıyordu: «Devlet ulusun temsilcisi olarak işleri yönetir ve ulusun gönen­ci için çalışır. Ulus da söz ve yazı yardımıyla kendi esenliği ko­nuşurdaki görüşlerini açıklama hakkına sahiptir».
Şinasi bu düşünceleri ile devletin yönetimde ulusu temsil ettiğini, sorunlara getirdiği çözümler konusunda halkın sözlü ve yazılı, düşüncelerini özgürce belirtme hakkına sahip oldu­ğunun altını çizmekteydi. Böylece «kamuoyu» kavramı ve dev­letin bir «mümessil» olduğu yaklaşımı ortaya atılmaktaydı. Bu kavramlar ilk defa tartışılıyordu. Bu ilerici düşünceler «Tasvir-i Efkâr» gazetesini bir aydınlar kulübü haline getirme­ye yetti. Gazetenin yönetim merkezi ilerici aydınların bir uğ­rak yeri oldu. Yeni Osmanlılar örgütünün çekirdeği burada oluştu.

Şinasi’nin bir başka yanı da, devlet yönetiminde sorumlu bir yeri olmadığı halde «Reformlar»dan söz eden aydın oluşu­dur. Adeta halktan biri, sade bir aydın olarak dönüşüm öne­rilerini yapmıştır. Özetlersek Şinasi Türkiye’de batılılaşma­nın düşünsel temelini oluşturan kişidir. Onun düşüncesine göre batı kurumlarının Türkiye’ye getirilmesi halkın bu doğrul­tuda eğitilmesi geriliğin aşılmasında en büyük adımın atılma­sı olacaktır. Bu noktada, biraz da Şinasi’nin batılılaşma açısın­dan söyledikleri üzerinde tartışmamız gerekecektir. Yazarımız batının kurumlarını almayı kastederken yükselen burjuvaziye özge demokratik kurumları öne sürmek istemektedir. Bu ku­rumların Avrupa da oynadığı ilerici rolü yaşayarak görmüştür. Osmanlı saltçı (yani mutlakiyetçi) yönetimininde altedilmesinde, Avrupa aristokrasisi ve saltçı yönetimlerini dize getiren burjuva düşününü kendine örnek alıyor ve bu doğrultuda dü­şün üretiyordu. Aristokrasiye yani asalet ve ondan kaynaklanan saltçı yönetime yönelt mücadelede burjuva demokratik dü­şüncenin oynadığı etken rol hatırlanırsa Şinasi’nin yaklaşımının akılcı olduğu kabul edilmelidir. Ne var ki burjuva dü­şüncesi kapitalizmin tekelci ve emperyalist bir aşamaya girdiği 19. cu yüzyılın son çeyreğinde kendi iç sorunlarını da beraberin­de getirmekteydi. Şinasi, o dönem içerisinde olayı bu boyut­larıyla değerlendiremezdi. Dönemin 1860 lar olduğunu unut­mayalım.
Şinasi'nin tüm savaşımlarında içine kapanık bir yalnızlığı sürdürdüğünü görmekteyiz. Alıngan, sürekli olarak kuşkucu bir yapısı vardı. Sonraları Türk aydınlarında da görülen bir taba­na ya da kitleye dayanmama bunalımını bütün yönleriyle Şinaside de bulmaktayız. Bir savaşımda yalnız kalmanın yılgın­lığı birçoklarının kullandığı bir deyimle yorgunluğu Şinasiyi de bir karabasan gibi sarmıştı. Gazetesi üzerindeki baskı ar­tınca Paris'e gitti. Orada büyük bir lügat hazırlamayı tasarlı­yordu. Bu lügat yani sözlük ansiklopedik olacaktı. Şinasi Tasvir-i Efkâr'ın ilk sayısında yazdığı düşüncelerin gerçekleşmesi için halkın eğitimini tek çıkar yol olarak görmekteydi. Bu yakla­şım da Türk aydınlarının geride bıraktığımız yüz yıl süresince sık sık savundukları bir düşüncedir. Günümüzde bile eğitimin yurt kalkınmasında tek itici güç olduğunu, toplumda karşılaş­tığımız bütün tutuculukların kökeninin eğitimsizlik olduğunu ileri süren düşün akımlarına rastlamaktayız.
Gelişimin temel nedenine, ekonomik yapıya eğilmeden sa­dece eğitim üzerinde durma bir çaresizliğinde somut görünü­müdür. Ne var ki toplumun gücü sınırlı bir katmanı olan ay­dınların bu eğilimlerini mazur görmek gerekir. Şinasi de geniş halk kitlelerine inebilmek, onları kendi deyimiyle «maarif kuv­vetiyle zihni açılmış» insanlar haline getirebilmek için sözlük konusuna eğildi. Yeni Osmanlılar arasında Parise giden ilk üye­dir. Orada Voltaire rıhtımına dikey olan «Rue du Bac» sokağında oturan Şinasi pazar günlerinin dışında bütün günle­rini Fransız Milli Kütüphanesinde geçiriyordu. Tuttuğu notlar yüzü aşkın defteri bulmuştu. Bu notlarını da kütüphanedeki masasında saklardı. Akşamları Jacop sokağındaki bir lokanta­da yemek yer, ve sonra da hava almak için bir saat kadar pıhtımda dolaşırdı. Diğer Yeni Osmanlılar, Ziya Bey, Namık Kemal Paris’e geldiğinde Şinasi artık tamamen içine kapalı bir insan haline gelmişti.
Ebüzziya Tevfik, Şinasi'nin o günlerdeki halini şöyle an­latmaktadır: «Şinasi Efendi, elde etmiş bulunduğu faziletleri ile kıyaslanmayacak bazı tuhaf hallere sahipti. Bilhassa vahşileşmiş denecek kadar insandan kaçardı. Gayet vehimli oldu­ğundan kimseye emniyet etmez ve kimse ile uzun uzadıya görüşmezdi. Kendisine sual sorulmasını asla arzu etmez ve bazı sözlere karşı manalı gülümsemeler ile karşılık verir ve ar aşıra “evet” veya “hayır” derdi.»
Şinasi'nin bu ruh hali onu Yeni Osmanlıların siyasal mü­cadelesinden de uzaklaştırdı. Pariste yapılan toplantılara he­men hemen katılmadı. Namık Kemal kendisini ziyarete geldiği zaman onu pek soğuk karşıladı. Sadece, ilerde Komün hareke­tine de karışacak olan Reşat Beyle arkadaşlık yaptı. Beş yıllık gurbeti sırasında uğradığı aile sorunlarını çözememesi, özellik­le çok sevdiği oğlu Hikmet Şinasi'nin eğitimi ile yakından ilgilenememesi onu çok üzüyordu. Padişah Abdülaziz'in Fransa gezisi sırasında Keçecizade Fuat paşanın kendisine teklif ettiği İzmir Valiliğini kabul etmedi. Ama bir süre sonra dört yıl sü­ren incelemelerinin ürünleriyle beraber yurda döndü.
Yurda döndükten sonraki yaşamı daha da yalnızlığın içine gömülmüş olarak geçti. Evine gitmedi. Basit bir olayı gurur meselesi yaptığı için eşiyle bozuştu. Paris ten dönünce Babıâli karşısında Giritli Cemali Beyin evinde kurduğu matbaada kal­maya başladı. Her geçen gün ruhsal depremi artıyor, ölüme yak­laşıyordu. 1871'de Cihangirdeki evinde öldü. Cenazesinde pek az kişi bulundu. Eski mücadele arkadaşlarından yalnız Ebüzziya Tevfik gelmişti.. Böylece siyasal düşüncede, etkileri günümüze kadar gelen bir büyük düşünürün yaşamı, çaresizlik ve yenilgi İle son buluyordu. Kitlelere dayanmayan tüm iyi niyetli ay­dınların yaşam ve yenilgilere bir örnek oluyordu düşünürün bu yılgın ve yorgun ölümü..
Kaynak: Tevfik ÇAVDAR, Özgürlük kavgasında YAŞAYAN GEÇMİŞ «1860-1918 », Mart 1962     Ankara
 


Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.

Benzer Yazılar

Yorumlar