Print Friendly and PDF

ZAMAN YOLCUSU



Not: Dark (2017–…
Tv Dizisi 60 dk
Aşağıdaki yazı dizideki zaman problemleri üzerinedir…
Sic Mundus  Creatus Est
Zamanın daireseldir ve doğrusal olduğunu düşünürüz.
Muntazam şekilde ebediyen ilerlediğini düşünürüz.
Sonsuza dek.
Ancak geçmiş, şu an  ve gelecek arasındaki fark  illüzyondan başka bir şey değildir.
Dün, bugün ve yarın peş peşe gelmez.
Sonsuz bir döngü hâlinde birbirlerine bağlıdırlar.
Her şey birbirine bağlıdır.
**
İnanılmaz.
Nasıl yaptın bunu?
Asıl soru nasıl değil,  ne zaman yaptığındır.
**
Nerede yanlış yola saptığını merak ettiğin oluyor mu?
Hayatının ne zaman istediğinin tam zıttı olmaya başladığını, düşündün mü?
**
33 yıl dönüm noktalarıdır.
Her şey kendini tekrar ediyor.
Her şey tıpkı 33 yıl önceki gibi.
Tekrar olacak.
Tekrar olacak.
Bir yıla buradaki her şeyin sonu gelecek.
Neredeyse 33 yıl önce, böyle biteceği hiç aklıma gelmezdi.
Ama her şeyin bir zamanı var.
Öyle.
Her şeyin bir zamanı var.
**
Sanırım dejavu yaşıyorsunuz…
 Işık, orman.
 Hepsi daha önce olmuş gibi.
 Matris hatası gibi
Yani…
 Dünya bir simülasyonsa dejavu, matris hatası yüzünden olur.
 Öteki taraftan bir mesaj da olabilir.
**
Tanrım, değiştiremeyeceklerimi kabullenmek için sabır, değiştirebileceklerimi değiştirmek için cesaret, farkı anlamak için akıl ver.
**

Düşeriz zamanın akıntısında
Sonra uyanırız bir rüyadan
Göz açıp kapayıncaya dek
Gece gelir geri 
Başlar gelecek bir şekilde, bir yerlerde
Zamanın birinde 
Fazla beklemem 
Aşk, cesaretten doğar
Düşünme o kadar
Alev alev tekerlekler üzerinde
Süreceğiz gece boyunca geleceğe doğru
**
İnsan   korkularıyla yüzleşmeli.
 Zira gelecek  Gelecek, cesur kişilere aittir.
 Mazide takılıp kalmış şüphecilere değil.
 Hâline bir bakar mısın?
 Bu şekilde yaşamamalı.
 Bazen ne yaptığını bilmiyor gibi geliyorsan kendini başka bir araştırmaya başlasan iyi olur.
**
Bilmeye değer şeyler var, bilmeye değmeyen şeyler varsa zorlama…onları zaten değiştiremezsin.
**
Bildiklerimiz bir damla   bilmediklerimizse bir okyanus.
**
Biz neredeyiz değil…hangi zamandayız?
Kara delikler, evrendeki cehennem ağızları olarak kabul edilir.
  İçine düşen kaybolur.
  Sonsuza dek.
  Nereye peki?
  Kara deliğin arkasında ne vardır?
 Uzay ve zaman da orada her şeyle birlikte kaybolur mu?
  Yoksa orada, uzay ve zaman  birbirine bağlanıp sonsuz bir döngünün parçası hâline mi gelir?
  Ya geçmişten gelen her şey  gelecek tarafından etkileniyorsa?
 Tik tak.
**
Başlangıç, sondur.
 Son da başlangıçtır.
 Başlangıç, sondur.
**
Arıyoruz
  Bizi doğru yolda ve yönlendirecek.
  Karanlıkta bir deniz feneri gibi.
  Kaderimizde ne olduğunu bilmeyi çok isterdik.
  Nereye yol aldığımızı.
  Ama işin aslı, tüm zamanların içinde yalnızca tek yol vardır.
  Başlangıç ve son tarafından  önceden belirlenmiştir.
  Sonu da başıdır.
**
33 yıl döngüsü
 Takvimlerimiz yanlış, bir yıl aslında 365 gün değil.
 O yüzden asla tam olarak senkronize olamıyoruz.
 Ama 33 yılda bir her şey eski hâline dönüyor.
 Yıldızlar, gezegenler, bütün evren aynı konuma geliyor.
 Ay-Güneş döngüsü.
Büyük Patlama, Büyük Çöküş.
 Nietzsche'nin bengi dönüşü.
  Her şeyin tekrar ettiği hissi.
  Her şeyin daha önce yaşandığı.
  Devasa bir dejavu gibi.
**
Hayat bir labirenttir.
 Bazı insanlar hayatlarını bir çıkış yolu arayarak geçirirler.
 Ama tek yol vardır, o da daha derine götürür.
 Merkezine varana kadar bunu anlayamazsın.
 Ölüm, kavranabilecek bir şey değildir.
 Onu ancak kabullenirsin.
 O zamana kadar, doğru kararlar verip vermediğini kendine sormalısın.
**
Bazen bir şeyi hayal ediyorsun
Sonra oluyor, hayal ettiğin için.
**
Sihir diye bir şey yoktur, sadece illüzyon vardır…
 Nesneler, biz onları değiştirirsek değişir.

**
"Her şey affedilir ama asla unutulmaz.”
Bir yazgı diğerine bağlıdır.
Bütün amellerimiz birbirine bağlı.
 Bu düğüm açılamaz.
 Ama bazıları kesilebilir…bizimki gibi
 En keskin bıçakla.
 Yine de kesilemeyen bir şey kaldı geriye.
 Görünmez bir bağ.
Sonra hiçbir şeyin bitmeyeceğini …her şeyin baki kalacağını.
**
  Hayatta kalmak için yalanı, gerçeğimiz yaparız.
  Unutmaya çalışırız.
  Artık unutamayıncaya kadar.
** 
Dünyanın gizemlerinin yarısını bile bilmiyoruz.
  Karanlıkta geziniyoruz.
Her şey birbiriyle bağlantılıdır.
**
[Minos, Yunan mitolojisinde Zeus ile Europa'nın oğlu ve sertliği ile adalete saygısıyla ünlü Girit monarşisinin efsane kralıdır. Adından ötürü bu monarşiye Minoyen denmiştir. "Mutluluk" demek olan Minos adı, Firavun ya da Ceasar gibi, belki de sadece hanedan unvanıdır.]
Minos'un kızını… tanıdığınızı sanıyorsunuz.
 Ne güzel, ne iyi biri, değil mi?
 Sizi büyülemesine izin verdiniz.
 Sözleriyle.
 Güzel bakışlarıyla.
 Ama bana inanın.
 Kral kızı da olsa, herkesin bir ayağı gölgede diğeri aydınlıktadır.
Orada, gölgelerin içinde bekliyor.
 Yarı insan, yarı yaratık.
Etrafım zifiri karanlık.
  Sürekli pusuda olan gölgeler.
Son, yakındır.
ben de kendi labirentime iniyorum.
Şu an karşınızda duran   kral kızı değil.
 Kimsenin karısı değil.
 Kimsenin kardeşi değil.
 Zaman içinde yarım kalmış bir iş.
 Hepimiz böyle ölürüz.
 Hangi evde doğduğumuzun önemi yoktur.
 Ne giydiğimizin de.
 Dünyada kısa mı   yoksa uzun mu kaldığımızın da.
 Ben düğümümü kendi başıma atıyorum.
 Elimi uzatmış da olsam   onlara tokat atmış da olsam.
 Hepimizin sonu aynıdır.
 Yukarıdakiler bizi çoktan unuttu.
 Bizi yargılamıyorlar.
 Ölürken yapayalnızım.
 Beni yargılayan da ancak benim.
**
Dünyayı ne az anlıyoruz.
 Gerçek mi bu?
Sen gerçekten var mısın?
İnandırıldıklarımıza ters düşen şeyleri kavramakta bazen zorlanırız.
 Dünyanın yuvarlak olduğu söylendiğinde insanların tepkisi ne olmuştu?
 Ya değilse?
Bir şey için alınan karar, başka bir şeye ters düşer.
 Hayata hayat.
 Kararın ne olacak?
**
CEHENNEM BOŞ, ŞEYTANLAR BURADA!
WILLIAM SHAKESPEARE
**
Bir geçit 
Giriş noktası olan bir kara delik ve çıkış noktası olan beyaz delik arasında uzay ve zamanı birleştiren bir geçit.
  İçinden geçmek, zamanda yolculuk etmektir.
 Tik tak.
  Düşünce yapımızı ikicilik şekillendirmiştir.
  Giriş, çıkış.
 Beyaz, siyah.
 İyi, kötü.
  Her şey zıddıyla var gibi görünür.
  Ama bu yanlıştır.
Triquetra :Birbirine geçmiş üç balık şekli ve yaşam döngüsü ile oluşur. Bunun gibi üçlü motif semboller, kelt inanışında çok sık görülür. Antik kelt düsünce sistemine göre güneş ve ayı temsil ettiği düşünülmektedir. Eski Hristiyanlık dönemi ve paganizm içinde önemli bir sembol olup, wicca'lar tarafında da sıkça kullanılmaktadır. Kadının koruyucu sembolüdür ve her üçleme sembol gibi bu sembolde derin üçlemeleri barındırır özünde.
https://upload.wikimedia.org/wikipedia/commons/thumb/9/99/Coa_Illustration_Cross_Triquetra.svg/1200px-Coa_Illustration_Cross_Triquetra.svg.png
Triquetra'yı duymuş muydunuz?
 Üçlü düğüm.
 Hiçbir şey üçüncü bir boyut olmadan tamamlanamaz.
 Sadece yukarı ve aşağı yoktur.
 Bir de merkez vardır.
  Bence Einstein ve Rosen bir şeyi gözden kaçırdı.
  Bir solucan deliği, sadece iki değil, üç boyutu birbirine bağlar.
  Gelecek, günümüz ve geçmiş.
Sic Mundus  Creatus Est
Hermes'in zümrüt levhasında geçen 9'uncu ifadedir. "ve dünya böyle yaratıldı." anlamına gelir.

1. Hiç yalan olmadan doğrudur, kesindir ve çok gerçektir.
2. Aşağıda olan yukarıda olan gibidir, yukarıda olan da aşağıda olan gibidir, ve birlikte tek bir şeyin mucizesini gerçekleştirirler.
3. Ve bütün her şey bir olandan geldiğinden, bir olanın düşüncesinden gelmiştir. Böylece her şey bu tek olandan uyum sağlayarak çıktı.
4. Güneş onun babasıdır, ay annesidir. Rüzgar onu karnında taşımıştır, toprak beslemiştir.
5. Dünyanın bütün gücünün babası budur. Onun gücü eğer toprağa dönerse her şeye yeter.
6. Toprağı ateşten ayıracaksın, sübtil olanı kalın olandan; bu büyük bir maharetle olmalı.
7. Topraktan gökyüzüne çıkacak ve yeniden toprağa inecek, ve yukarıda ve aşağıda olanın gücünü alacak. Bununla bütün dünyanın zaferi senin olacak, bunun için bütün karanlık senden uzaklaşacak.
8. Bu bütün kuvvetlerin en kuvvetlisi; çünkü her sübtil şeyi yenecek, her katı şeyin içine girecek.
9. Dünya da böyle yaratıldı.
10. Hayranlık verici biçimler bundan çıktı, bunların ortamı buradadır.
11. Bu yüzden bana üç kere büyük hermes denir, çünkü bütün dünyanın felsefesinin üç bölümü de bana aittir. Güneş’in yaptıkları hakkındaki söylediklerim böylece bitiyor ve tamamlanıyor.
**
Nietzsche'nin bengi dönüşü
  Genişleyip daralan bir evren hakkında.
 Sonsuza dek tekrar eden bir evren.
[Nietzsche'nin bengi dönüşü:
Garip bir kavramdır. Nietzsche bu kavramla, evrenin ve zamanın sonsuz bir döngü süreci içinde olduğunu ve yaşanan herşeyin sozsuza kadar tekrar tekrar yaşanacağını iddia eder. Bununla birlikte insanların bu sonsuz döngüyü farkedemeyeceği de belirtilir. Bu durumda nietzsche'nin bu kavramı nasıl farkettiğini anlamak ya da farkedilmesi mümkün olmayan bu paradigmanın doğruluğunu kanıtlamak veya çökertmek mümkün değildir. Ayrıca böyle bir şey gerçekten var olsa bile hiç bir insan tarafından algılanamayan ve hiç bir şeyi değiştirmeyen bu olgu üzerine tartışmak pek anlamlı olmasa gerek.]
https://dusunbil.com/nietzsche-bengi-donus-istirap-ve-yasamin-olumlanmasi/
 Her yerde karşımıza çıkar.
 İsa, 33 mucize gerçekleştirmiştir.
 Meleklerde 33 ayin vardır.
 Dante'nin arafta 33, cennette 33 kantosu vardır.
 Şeytanın da hüküm sürmeye başladığı yaş budur.
Sonsuz büyüklükte, karanlık bir odada durduğunuzu hayal edin.
 Sola doğru ışık tutuyorsunuz.
 Bu ışın, aynı yönde sonsuza dek devam etmeli.
 Sağ taraftan geri geleceğini varsaymak için sebep yok.
 Ama bir solucan deliği uzay-zamanın topolojisini değiştirir.
 Onu büker.
 Hiçbir şey olması gereken yerde kalamaz.
Geçmişe yolculuk edip babanızla karşılaştığınızı düşünün.
  Sizi yaratmadan önce.
  Sırf bu karşılaşmayla olacakları değiştirmiş olabilir misiniz?
  Bir şeyleri değiştirmek mümkün müdür?
  Yoksa zaman, asla yenilmeyen bir canavar mıdır?
Olacakları değiştirebilir miyiz?
 Hangi bilim insanına sorsanız hayır, der.
 Nedensel determinizme göre bu mümkün değildir.
 Ama hayatlarımızda bir rolümüzün olduğuna inanmak, insanın doğasında var.
 Bir şeyleri değiştirebileceğimize inanmak.
 Hayatım boyunca geçmişi ve geleceği görebilmek için zamanda yolculuk etmenin hayalini kurdum.
 Artık kurmuyor musunuz?
 Hayaller değişiyor.
 Başka şeyler önem kazanıyor.
 Benim yerim ne dünde ne de yarında.
 Tam burada.
 Şu anda.
İmkânsız.
 Mümkün değil.
 33 sayısı.
 Bunun, üç boyutlu solucan deliğinin düzlemleri arasındaki yıl farkı olabileceğini yazmıştınız.
 Bu sadece bir teori.
 Tabii konunun temeli de olabilir.
**
Kaderi değiştirebilir miyim?
 Her şeyin bir amacı varsa bu amaca kim karar veriyor?
 Tesadüf mü?
 Tanrı mı?
 Yoksa biz mi?
 Eylemlerimizde hür müyüz?
 Yoksa hepsi sonsuz bir döngüde baştan mı yaratılıyor?
 Doğaya karşı gelemediğimizden uzay-zamanın köleleri miyiz?
  Zaman döngülerinin nedensellik ilkesinde büyük etkisi vardır.
 Sebep ve sonuç arasındaki ilişkide.
 Bir solucan deliği olduğu sürece kapalı bir zaman döngüsü vardır.
 Onun içinde de her şey birbirine bağlıdır.
 Yalnızca geçmiş, geleceği etkilemez.
 Gelecek de geçmişi etkiler.
 Tavuk mu yumurtadan, yumurta mı tavuktan sorusu gibi.
 Hangisinin önce geldiğini artık söyleyemiyoruz.
  Her şey birbiriyle ilişkilidir.
Hayatlarımız birbirine bağlıdır.
  Bir kader, diğerine bağlıdır.
  Amellerimizden her biri  önceki bir amele cevap niteliğindedir.
  Sebep ve sonuç.
  Sonsuz bir danstan başka bir şey değil.
Her şey, her şeye bağlıdır.
İçimden bir ses, başka bir sebeple burada olduğunuzu söylüyor.
 Kitabınızdaki her şeyin doğru olduğunu söylesem?
 Zamanda yolculuğun mümkün olduğunu.
 Solucan deliklerinin, yer çekimsel itici güçlerle oluşumu teoriden ibaret değil.
 Böyle bir delik var Üç yerde
**
  İnsan nasıl meydana geldiğini hep merak etmiştir.
  Yaradılışını.
  Onu Tanrı mı yarattı?
  Yoksa evrimin bir ürünü mü?
  Dünü ve yarını  aynı zamanda görebilseydik  başlangıcı ve sonu,  bir anda tüm evreni görebilseydik  sonunda en büyük soruların  cevabını bulabilirdik.
  İnsan nedir?
  Nereden gelir?
  Neye göre hareket eder?
  Amacı nedir?
**
Eskiler, yenilere yol vermeli.
 Bu da herkesin hoşuna gitmiyor.

**
 İnsan neden böyle bir şey yapar?
 Ne?
 Öldürür.
 Neden?
 İçlerinde ne var?
 Dürtü nereden geliyor?
 - Bir insan neden mi katil olur?
 - Evet.
 Katil doğulur mu, olunur mu?
 Öncesinden bilebilsek işimiz kolaylaşırdı.
 Henüz küçükken hapse atardık.
 Yanlış yola sapmadan önce.
 İnsan neden katil olur?
**
Hepimiz günahla doluyuz.
 Saf insan diye bir şey yoktur.
 Ama ne yaparsak yapalım Tanrı'nın ellerinden daha aşağıda bir yere alçalamayız.
 Ya bunlar Tanrı'nın eli değilse?
 Ya şeytanın elleriyse?
 Beni sana Tanrı gönderdi, değil mi?
 İnsanlarla tesadüfi olarak tanışmayız.
 Biz başkalarının hayatına dokunuyoruz, başkaları da bizim hayatımıza dokunuyor.
 Böylece Tanrı'nın eli bizi gerçek kaderimize yönlendirir.
 Dua edelim.
 En karanlık vadilerden geçiyor olsam bile kötülükten korkmam çünkü sen yanımdasın.
**
Öncülerin kaderi, ısrarla hedeflerine ulaşmaya çalışmaktır.
 Kimse inanmazken inanmaktır.
 Artık bunu yapmak istemiyorum.
 Tanrı neden böyle bir şeyi istesin?
 Evet.
 Tanrı neden böyle bir şeyi istesin?
 Senin gibi cehenneme bir kez bakanlar onu asla unutamaz.
 Senin bir parçan olur.
 Tanrı ve İsa fikri, dört elle sarıldığın bir umut hâlini alır.
 Karanlığı bilen herkes ışığa hasrettir ama Tanrı yok!
İçimizdeki bu deliği Tanrı yaratmadı.
 Tanrı'nın bir planı var.
Bilinen plan diye bir şey yok.
 Dışarıdan bakınca kaostan başka bir şey yok.
 Acı   ve kaos!
İnsanlar iyidir ama kötüdür.
 Kötü niyetli, şeytanidir
 Hayat, bir acı girdabından ibarettir.
 Dünya, yok olmaya mahkûm.
 Ama bu  bu bizim gemimiz.
**
Yanlış olan kim
Ne kadar anormal veya tuhaf görünse de her şeyin mutlaka bir sebebi vardır.
 Biz kimiz ki Tanrı'yı oynayalım?
 Mazi, mazide kaldı.
 Ama sen burada, şimdi yaşıyorsun.
 Gelecekte ne olacağını kim bilebilir?
 Her şey eski hâline dönsün istiyorum.
**
Ama benim yapmak istediğim sihir imkânsız.
 Neymiş o?
 Artık uyanmak istiyorum.
 Usta Zhuang'ın paradoksu…
 Rüyamda bir kelebek olduğumu gördü.
Uyandı ve sordu… rüyasında kelebek olduğunu gören bir insan mıyım, yoksa rüyasında insan olduğunu gören bir kelebek miyim, bilmiyorum.
 Sen hangisisin?
 İnsan mı, kelebek mi?
 Belki ikisi de.
**
Gün, bugün.
 Başlangıç ve son.
Hataları tekrarlama.
**
Bugünden sonra ne olacak?
 Bugünden sonra her şey yenilenecek.
 Ama Tanrı var… bizde yoksa denen bir yalana mı inanıyoruz?
 Yalanı acıya tercih ederiz de ondan.
 "Hiçbir şey boşa değildir.
  Tek bir nefes bile.
  Ne bir adım, ne bir kelime ne de acı.
  Sonsuz mucizesidir bu onun.”
 Söylediği hiçbir şeyi anlamamıştım.
  Ancak yıllar sonra, acıyı ben de hissedince  ne demek istediğini anladım.
  Başımıza gelen hiçbir kötü şey boşa gelmiş olmamalı.
 O benim oğlum!  Bizi biz yapan budur.
  Bize güç veren budur.
 Seni, çektiğin acı yarattı.
 Ama artık üzerinde bir hükmü yok.
**
Neredeyim?
 Nedir bu?
**
 Tecrübe ettiğin her şeyi ben çoktan tecrübe ettim.
Özgürüz sanıyoruz ama değiliz.
 Aynı yolu takip ediyoruz.
 Tekrar tekrar.

Her şey başlamak üzere.
  Bir paradoks.
  İnsanların çoğu satranç tahtasındaki piyonlardan ibaret.
  Bilinmeyen bir el, onları yönetiyor.
  Daha büyük bir hedef için kurban edilmek üzere yaşıyorlar.
İyi ve kötü arasındaki sonsuz savaşta talihsiz ama gerekli satranç hamlelerinden başka bir şey değiller.
 Zamanda yolculuğunu kontrol etmeye çalışan iki grup var.
 Işık ve gölge.
 Biz, ışığın tarafındayız.
Yaptıklarımızın doğasında kimi zaman karanlık olsa da.
 Hiçbir zafer, kurbansız kazanılmaz.
  Bu zaman döngüsünün içinde olduğumuz sürece  bunu bilen kişiler olarak, her adımın aynen tekrar atılmasını sağlamalıyız.
  İnsanlık dışı görünse de.
  Bizden ne fedakârlık isterse istesin.
İnsanlık dışı olanlar, aslında diğerleri.
 İnsanlıklarını kaybettiler.
 Onlar artık gölgenin esiri.
**
 Zaman, sonsuz bir düzlemdir.
 İçinde, birbirine bağlı milyonlarca çark vardır.
 Muzaffer olmak için sabretmeliyiz.
 Bizim zamanımız da gelecek.
 İnsanoğlunu toy hâlinden kurtaracağız.
 Acısından da.
 **
 Vakit geldi.
**
Siz kimsiniz?
 Neredeyim?
 Hangi yıldayız?
 Geleceğe hoş geldin.


"Zhuang Tzu düşünde bir kelebek olduğunu gördü, ama uyandığında, düşünde kendini bir kelebek olarak gören bir insan mı, yoksa düşünde kendini insan olarak gören bir kelebek mi, olduğunu bilemedi."
    Arjantinli yazar Jorge Luis Borges, "Düşsel Varlıklar Kitabı"nda yer alan "Zhuang Tzu'nun Düşü" adlı öyküsünde böyle yazmış. Bu satırlar, İngiliz diplomatı ve Sinolog Herbert Allen Giles'ın 1899 yılında yayınlanan "Chuang Tzu" adlı kitabından alınmış. Borges aynı meseli, "Öteki Soruşturmalar" adlı kitabında bulunan "Zamanın Yeni Çürütülmesi" başlıklı yazısında da kullanıyor.
    2 bin 400 yıl önce yazılmış bu paradoks daha önce de dikkatimi çekmişti. Gotik edebiyatın en önemli isimlerinden sayılan Amerikalı yazar Howard Phillips Lovecraft'ın 1918 yılında yazdığı "Polaris" adlı öykünün de "Kelebek Düşü"nden esinlenmiş olabileceği söylenir. Aynı düş, Rus yazarı Viktor Pelevin'in felsefi romanı "Buda'nın Serçe Parmağı"nda da görülür. Ama Zhuang Zi'nin "Çinlilerin Freud'u" ya da "Çinlilerin Jung'u" diye nitelendiğini öğrenince daha da meraklandım.
*
    Rüyalardan her uygarlıkta, pek çok ünlü düşünürün söz ettiği, bunlar üzerinde çalıştığı söylenebilir. Örneğin, İbn Arabi, "Âlem tabir edilmesi gereken bir rüyadır" demiş. Bu sözünü de Hz. Muhammed salla’llâhu aleyhi ve sellemin "İnsanlar uykudadır, öldüklerinde uyanırlar." hadisine dayandırmış. Fakat MÖ 4. yüzyılda, Savaşan Devletler Dönemi'nde yaşamış olan Zhuang Zi'nin yazdıkları, bunlarla ilgili ilk yazılı kaynak… Zhuang Zi'nin ölüm korkusu ve endişelerle ilgili önemli yazıları da var. "Zhuang Zi", aynı zamanda onun yazılarını bir araya toplayan kitabın ismi.
    Zhuang Zi'ye göre evrenle bir olmak, sonsuza kadar var olmak demek. Bunu da ancak bilge adam yapabilirmiş. "Evren asla var olmayı bırakmadığı için, bilge de hep var olacaktır" diyor. Bu sözler Batı'daki karşılığını hemen hemen 2 bin yıl sonra Spinoza'yla bulacaktır. O da aynı şeyi kastederek, "Bilge adam asla var olmaya son vermez" demiş.
*
    Budizm'in Batı'da tanınmasında önemli bir rol oynayan filozof, yazar ve karşılaştırmalı dinler uzmanı Alan Watts, yürüdüğümüz yolda yalnız olduğumuzu söylemişti. Ama yalnız başına evreni bilmenin, onu anlamanın, onunla bir olmanın bir anlamı var mı? Tek başına fark ettiğimiz, fakat gösteremediğimiz gerçek, bilgi, anlayış, kavrayış insanı mutlu eder mi?
    "Bunlar bireysel yaşantılardır. Her insanda tekil olarak gerçekleşir" denebilir. Ama en yüksekten bakabilsek bile, bu tek başına bir şey ifade eder mi? Evren sonsuz; "bir" denen de, bizsiz "bir" değil...
    Yoksa Tanrı her şeyi neden yaratmış olsun?
*
    Zhuang Zi, felsefeyi "yararsızın yararı" diye tanımlamış. Belki en yüksekten bakıldığında, doğru ile yanlışın, güzel ile çirkinin, gece ile gündüzün de bir anlamı yok. Oysa bunlar var, ama belli bir yaşantıya göre... Felsefe gündelik sorunları çözmüyor, bize para kazandırmıyor, ömrümüzü uzatmıyor... Ama bir bakış açısı sağlıyor. Hayatı yüksekten, kuşbakışı olarak ancak felsefeyle görebiliyoruz. Pratik açıdan "yararsız" olsa da kazandırdığı bakış açısıyla yararlı…
*
    Daha önce, Çin'in efsanevi imparatorları hakkında parça parça bir şeyler okumuştum. Amerikalı mitoloji uzmanı Joseph Campbell "Kahramanın Sonsuz Yolculuğu" adlı kitabında bunlardan söz ediyor. "Ulu Üçler" diye adlandırılan ve M.Ö yaklaşık 3000-2500 yılları arasında yaşadıkları söylenen üç imparator var. Üçü de bazı olağanüstü özelliklere sahip. Aslında anlatılanlar, dünyanın çeşitli dönemlerini, insanlığın geçirdiği evreleri temsil ediyor sanki...
    Bunlardan ilki, Fu Xi. "Göksel İmparator" diye biliniyor. Rahme düşüş hikâyesi mucizevî nitelikler gösteriyor. 12 yıllık bir gebelik döneminden sonra doğmuş. İnsan kolları ve öküz başı taşıyan bir yılan vücuduna sahipmiş.
    Toprak katılaştığında, insanlar nehir kenarlarına yerleşmeye başlayınca, onları Fu Xi yönetmeye başlamış. Bu imparator insanlara avlanmayı, balık tutmayı, evcil hayvan yetiştirmeyi öğretmiş. Onları boylara ayırmış ve anaerkil bir düzen yerleştirmiş. Bazı yerlerde yazıyı öğrettiği de yazılı. Tıpkı Hermes, Hanok ve İdris gibi... Kültür tarihi uzmanlarına göre, bunların hepsi aynı kişi olabilir. İşte bunun gibi, bazı araştırmacılar, Fu Xi'nin de Hanok, İdris ve diğerleriyle aynı olduğunu söylüyor. Yani, Fu Xi de ortak bilgelik kapsamında sayılabilir.
    "I Ching"'in çıkış noktası da Fu Xi. Meng nehrinin sularından çıkan at şeklinde, pullarla kaplı bir canavarın ona verdiği doğaüstü bir tabletten, bu güne kadar geleneksel Çin düşüncesinin temel simgesi olan sekiz şekli çıkarmış.
*
    Fu Xi'den sonra insanları onun halefi "Yersel İmparator" Shen Nong yönetmeye başlamış. Shen Nong boğa başlı, insan vücutluymuş. Mucizevî bir ejderin etkisiyle meydana gelmiş. Bundan utanan annesi, bebeği bir dağ kenarına bırakmış, fakat vahşi hayvanların onu besleyip koruduğunu öğrenince eve götürmüş.
    Çin tıbbının temeli de bu imparatora dayanıyor. Shen Nong, yetmiş zehirli bitki ile panzehirlerini keşfetmiş. Karnına bir cam dayayıp her bitkinin sindirilişini oradan izleyebiliyormuş! Onun hazırladığı ilaç kitabı bugün de kullanılıyor. Ayrıca saban kullanımını ve takas sistemini de o yerleştirmiş. Çin köylüleri ona hâlâ "Tahıllar Prensi" diye taparmış. Şifalı bitkilerin etkisiyle olsa gerek, 168 yaşına kadar yaşamış.
*
    Joseph Campbell kitabında bu olağanüstü özelliklerle ilgili olarak ve tabii insanlığın gelişim sürecine de değinerek şunları yazmış:
    "Bu türden yılan krallar ve Minotauroslar, imparatorun özel bir dünya yaratıcı, dünya destekleyici, sıradan insan bedeninkinden çok daha büyük bir gücün taşıyıcısı olduğu bir geçmişi anımsatır. O zamanlar dev bir iş, bizim insan uygarlığımızın muazzam temellerinin kuruluşu gerçekleşmişti. Fakat çevrimin ilerleyişiyle birlikte, yapılacak işin ön -ya da süper- insana ait olmadığı bir zaman geldi; özellikle insan emeği vardı artık; tutkuların denetimi, sanatların araştırılması, devletin ekonomik ve kültürel kurumlarının yaratılması… Artık Ay Boğası'nın bedenlenmesine, Kaderin Sekiz Şeklinin Yılan Bilgeliği'ne değil, kalbin gereksinim ve umutlarına açık kusursuz bir insan ruhuna gerek vardır. Buna uygun olarak, kozmogonik çevrim, kuşaklar boyunca kral insanın modeli olacak olan bir imparator ortaya çıkarır."
*
    Bu süreç tabii, daha çok insan olan bir imparatoru ortaya çıkarmış. Shen Nong'dan sonra Huang Di, yani "Sarı İmparator" yönetime geçmiş. "Sarı İmparator" denmesinin nedeni şu: Annesi Chao Tian eyaleti prensinin bir metresiymiş. Büyük Ayı takımyıldızı çevresinde göz alıcı altın bir ışığa rastlayınca gebe kalmış.
    Huang Di'nin de olağanüstü özellikleri var. Yetmiş günlükken konuşmaya başlamış, on bir yaşında tahta çıkmış. Fakat en ayırt edici özelliği düş görme gücü. Ona "Düşler İmparatoru" denmesi daha uygun olurdu! Huang Di, uykuda, en uzak bölgeleri ziyaret edebilir ve doğaüstü dünyadaki ölümsüzlerle konuşabilirmiş.
    Tahta çıktıktan sonra tam üç ay süren ve kalbini denetleme dersi aldığı bir düş görmüş. Bir üç ay daha süren bir düş gördükten sonra, insanlara "öğretme gücü"yle geri dönmüş. Onlara, doğanın güçlerini kalplerinde denetlemeyi öğretmiş.
*
    Huang Di, Çin'i tam yüzyıl yönetmiş. Çevresine, yardımlarıyla bir takvim hazırladığı; matematiksel hesaplar yapmayı başlattığı; tahta, çamur ve metalden araç gereç yapmayı; kayık ve araba inşasını; para kullanmayı ve bambudan müzik aletleri yapımını öğrettiği altı büyük danışman toplamış.
    Kamu yerlerini Tanrı'ya tapınmaya ayırmış. Özel mülkiyetin sınırlarını ve yasalarını belirlemiş. Kraliçesi ipek örme sanatını keşfetmiş. Kendisi de yüz çeşit tahıl, sebze ve ağaç dikmiş; kuşların, dört ayaklıların, kertenkelelerin ve böceklerin geliştirilmesini desteklemiş. İnsanlara, suyun odunun ve toprağın yararlarını öğretmiş.
    111 yaşında ölmüş. Ölümünden bir gün önce, imparatorluk bahçelerinde, hükümdarlığının kusursuzluğunu belirtmek için Anka kuşu ve Tekboynuz görünmüş.
*
    Bu efsaneler gerçekten de insanlığın gelişimini özetliyor. Nehir kenarlarında kurulan bir yaşam, kabile toplumundan, üretimin gerçekleştiği, yasalarla düzenlenen bir toplum yapısına kadar her şey bu imparatorlar dönemiyle temsil edilmiş.
*
    Qin hanedanının kurucusu Ying Zheng'e, ülkeyi birleştirdiği için "İlk imparator" anlamında Shi Huang denmiş. Ülke daha sonra dış dünyada bu hanedanın adıyla anılır olmuş. Shi Huang, yazı birliğini sağlamış, tek yasa, tek ölçü sistemi ve tek para birimi getirmiş. Diğer alanlarda olduğu gibi düşünce alanında da birliği sağlamak için M.Ö 213 yılında, Qin tarihi ve teknik konulardaki el kitapları dışında diğer bütün beyliklerin tarih kitaplarını ve Konfüçyüs klasiklerini yaktırmış. Kitap saklayan ve çoğaltan aydınları da öldürtmüş. Bunlar daha çok Konfüçyüs düşüncesine bağlı aydınlarmış. Konfüçyüs'ün izleyicileri geri kalanları toplamaya çalışmış; o dönemde ne kadarı saklanabildiyse, elde o kadar kitap kalmış. Ama Konfüçyüs de Hermetik felsefenin özünü tam kavrayamamış bir filozof olarak niteleniyor.
    Çin'de en eski Hermetik öğretiler Taoculuk ve Yin-Yang felsefesi… "I Ching" de önemli bir yer tutuyor. Lao Zi'nin Dao De Jing'i dışında en önemli klasik kitaplardan biri, "I Ching". "Değişimler Kitabı" demek. Batılılar herkesten üstün saydıkları zekâlarıyla bunu falcılık gibi görüyor, fakat Çinlilere göre öyle değil.
    Carl Gustav Jung da bu kitabı falcılık olarak görmüyor. Jung'un "I Ching" çevirisine yazdığı önsöz, hem onun "I Ching" anlayışını öğrenmemizi sağlıyor, hem de kitaba ilişkin bilgi edinmemizi… Onun için, uzun olması bahasına, kitaptan bazı alıntılar aktarmak istiyorum:
*
    Jung şöyle diyor:
    "Bizim bilimsel anlayışımız nedensellik ilkesine dayanır. Doğa yasaları diye bildiklerimiz de genellikle istatistik verilere göre belirlenir. Bu verileri kendi laboratuar ortamımızdaki deneylerden almaktayız. Oysa doğayı bir laboratuar olarak düşündüğümüzde açı değişmekte ve görüntü de o oranda başkalaşmaktadır. Öyle ki, doğal bir ortamda olayların özel birtakım yasalarla uyum göstermesi ender oluyor.
    Çinlilerde bizimkine benzer bir bilim anlayışı hiçbir zaman görülmemiştir. Onların zihnini en çok meşgul eden şey, bizim tesadüf dediğimiz durumdur. Nedensellik diye taptığımız ilkeyi ise umursamamışlar bile. Çinli bir olayı gözlerken, olayın meydana gelmesine neden olan diğer şeylerin bir sonucu olarak görmez onu. O anda, gözlem anındaki diğer olaylarla birlikte oluşan bir olay tesadüfü incelemektedir. Gözlem anındaki bir olay, diğer bütün olaylarla aynı anda meydana gelmektedir ve bu yüzden hepsi birbiri ile ilgilidir...
    Böylece, ince "I Ching" çubukları atıldığı anda, diğer bütün olaylarla bu yapılan iş arasında bir bağlantı kurulmuş demektir. Bize göre saçma gelebilir bu varsayım. Ancak, bir bardak şarabı tadarak anında hangi yılın ve bağın ürünü olduğunu söyleyen uzmanlar; antik bir eşyaya baktığı anda onun imal edildiği yeri ve tarihi bildiren antikacılar; kişinin doğum anını hiç bilmeden, bir inceleme ile onun doğduğu zaman yükselen burcu ve ay ile güneşin gökyüzündeki durumlarını söyleyebilen astrologlar da var…
    "I Ching"i meydana getirenler de heksagramların bu gibi özellikleri tespit etmekte işe yaradığına kanaat getirmişler. Onlara göre heksagram, bileşiminin oluştuğu anın açıklayıcı bir örneğidir. Çünkü heksagramı o anın koşullarını gösteren bir belirleyici olarak kabul ediyorlar.
    Bunu eşzamanlılık ilkesiyle açıklayabiliriz ki, bu da nedensellik ilkesinin tam karşıtıdır. Nedensellik ilkesi, olayların birbiri ardınca nasıl meydana geldiğini ortaya koyar. Eşzamanlılık ilkesi ise, zaman ve yer bakımından birbirine tesadüf eden olayların rastlantıdan da öte bir anlam taşıdığını belirlemektedir. Olaylar ile gözlemci arasındaki nesnel ve öznel durumun birbirine bağımlı olduğu bir rastlantı vardır burada. Nedensellik olayların zincirini, eşzamanlılık ise olayların tesadüfünü ele almaktadır."
*
    Evet, Jung "I Ching" bağlamında, nedensellik anlayışından kurtulmuş olay değerlendirmelerini böyle anlatıyor... Zincirleme bir nedensellikten çok, her şeyin bütünün bir parçası olduğu gerçeğini vurguluyor.
*
    Rusya için Batı'nın doğusu, Doğu'nun batısı denebilir. O nedenle, sanatı Batı roman geleneği içinde görülse de, Lev Tolstoy'un sözleri tipik Batılı anlayışa örnek sayılamaz. Ama yine de Batı'yı tanıyan bir sanatçı ve düşünür olduğu için Tolstoy'un nedensellik bağını yadsıdığı şeklinde değerlendirilebilecek sözleri ilgimizi çekiyor. Tolstoy "Savaş ve Barış"ın bir yerinde şunları söylüyor:
    "Elma olgunlaşınca düşer. Ama neden düşer? Bir güç onu toprağa doğru çektiği için mi? Sapı kuruduğu için mi? Güneşte kurumaya başladığı için mi? Ağırlaştığı için mi? Rüzgâr estiği için mi, yoksa aşağıda duran bir çocuk o elmayı yemek istediği için mi?
    Hiçbir şey, hiçbir şeyin nedeni değildir. Bütün bunlar, sadece yaşantıyla ilgili her olayın, her organik ya da doğal oluşumun meydana gelmesine yol açan tüm koşulların bir araya gelmesidir. Elmanın hücreleri parçalandığı için ya da buna benzer bir durum yüzünden düştüğünü söyleyen bir botanik bilgini de, aşağıda durup elmanın yalnız kendisi onu yemek istediği ve yere düşsün diye dua ettiği için düştüğünü söyleyen çocuk kadar haklı ya da onun kadar haksızdır.
    Tarihi olaylarda 'büyük adam' denen insanlar olup bitenlere etiket yapıştırırlar; olaylara ad takarlar. Oysa verilen bu adın, olayla, etiketin kendisi kadar az ilgisi vardır.
    Onlara herhangi bir nedene bağlı olarak meydana geliyormuş gibi görünen olaylar, tarihi anlamda insanın iradesine bağlı değildir; tarihin genel akışına bağlıdır ve meydana gelişleri yüzyıllarca önceden hazırlanmıştır."
*
    Bu, insanın yaşamındaki en küçük ayrıntıdan, ülkenin politik gündemine kadar geçerli olabilecek bir anlayış değil mi? Biriyle tanışmamız, yüzyılların getirdiği bütün olaylarla ilişkili… Bu bağ, neden-sonuç ilişkisi gibi değil... Bütünüyle ve sadece öyle olması gerektiği için olan olaylar var. Eğer şimdi bir şey yapıyorsak, bunun bir nedeni yok; bu yüzyılların getirdiği bir zorunluluk. Bu asla "kadercilik" değil. Tersine, Tolstoy kaderciliğin nedensellik bağına vurgu yapan anlayışın bir ürünü olduğunu söylüyor. Her şeye bir neden arayanlar, nedenini anlayamadıkları olayları "kader" diye açıklıyorlar.
*
    Zaman önümüze güzel şeyler çıkarıyor... Kim bilir hazırlanmış başka ne güzellikler var! Bunlara hazır olmak yeter aslında. Evren, biz istedikçe tüm istediklerimizi yerine getirecek. Çünkü yüzyıllar öncesinden hazırlanmış şeyleri istiyoruz... Bunlar olacak ki istiyoruz... Sezgiler bu yüzden var.
*
    Fizikçi Fritjof Capra, ilk kez 30 yıla yakın bir süre önce yayınlanan "Fiziğin Taosu" adlı kitabında, eski Doğu öğretileriyle kuantum fiziğinin bulguları arasındaki şaşırtıcı paralelliklere dikkat çekiyor. Bu arada "kuantum felsefesi" diye bir kavram da ortaya atıldı. Daha sonra yazılan birçok kitapta bu anlayış kabalaştırılarak bilim dışı yaklaşımlara dayanak yapılmaya çalışıldı, hatta maneviyat ticaretinin malzemesi haline getirildi. Ama istismarcılar her konuda çıkıyor. Bütün bunlar Capra'nın dile getirdiği paralelliği ortadan kaldırmıyor.
    Batı dünyası, nedensellik dışı ilişkileri kuantum fiziğinin gelişmesiyle daha yeni yeni keşfetmeye başlıyor. Bunun Batı felsefesinde sistemleştirilmesi için belki daha çok uzun zaman beklemek gerekecek. Ama geçmişinde binlerce yıldır bu anlayışın kökleri bulunan Doğu'nun da beklemesi gerekmiyor.




Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.

Benzer Yazılar

Yorumlar