Zeyneb Aleyhisselam
Zeyneb isminin anlamı
Zeyn
ve eb kelimelerinin birleşiminden meydana gelmiş
ise baba zineti veya
babasının süsü ,
Zeyb
kökünden alınmış olursa; manzarası güzel ve kokusu hoş bir ağaç
türüdür. Zeyneb de görünüşü güzel, kokusu güzel, olgun ve
dolgun,
Zeyn kelimesinin bir türeyişi
olarak geliyorsa; zinet, süs, bezek, mücevherat, gül gibi anlamlara gelir
Hz. Peygamber’in Destekçisi Olması
Hayatı boyunca putlara hiç tapmayan Hz.
Zeyneb, Rasûlullah peygamberlikle görevlendirildiği zaman ona iman ederek
Müslüman oldu. Müslüman olduktan
sonra ise yaşamını İslâm dininin gerektirdiği şekilde idâme ettirmeye çalıştı.
Hz. Peygamber’e risâletin 40 yaşında verildiği bilindiğine göre Hz. Zeyneb de
Müslüman olduğunda 10 yaşlarında bulunuyor olmalıdır.
Hz. Zeyneb İslâm’a ilk inananlardan olmasına
rağmen kaynaklarda ilk Müslümanlardan sırasıyla; Hz. Hatice, Hz. Ali, âzâdlısı
Hz. Zeyd ve Hz. Ebû Bekir olarak bahsedilmektedir. Hz. Zeyneb’in adıise sarâhaten zikredilmemektedir. Lâkin
buradan hareketle Hz. Zeyneb’in ilk imân edenlerden olmadığı sonucu
çıkarılmamalıdır. Zira Hz. Hatice ve ailesi ifadeleriyle iktifâ edilmiştir.
Nitekim kaynaklarda Hz. Zeyneb’in imân edişi
Hz. Hatice ve kızkardeşlerinin adıyla birlikte zikredilmektedir. Hz. Peygamber’e
ilk önce iman eden ve ilk önce Müslüman olan kişi Hz. Hatice olduğu için
kaynaklarda yer alan: “Rasûlullah peygamberlikle görevlendirildiğinde Hz.
Hatice ve kızları ona iman etti.” kaydından anlaşılması gereken Ahmet Önkal’ın
da ifade ettiği gibi Hz. Zeyneb ve kardeşlerinin annesi Hz. Hatice’den sonra
ilk imân eden kişiler olduğudur. Adem
Apak da Hz. Hatice’nin ardından sırasıyla kızları Hz. Zeyneb, Rukiyye ve Ümmü
Gülsüm’ün Rasûlullah’a ilk imân eden kişiler olduğunu belirtmektedir. Hz. Ali,
Hz. Zeyd ve Hz. Ebû Bekr’in ismini ise daha sonra zikretmektedir. Zira Hz. Peygamber risâlete mazhar olunca;
hanımı Hz. Hatice ile birlikte büyük kızı Hz. Zeyneb ve diğer kızları da ona
imân ettiler. Hz. Zeyneb’in ilk Müslümanlardan olduğu konusunda bir tereddüt yoktur.
Hz. Peygamber’e ilk vahiy geldiği zaman Hz.
Zeyneb, teyzesinin oğlu Ebû’l-Âs’la evliydi. Anne-babasının evine sürekli gidip
geliyordu. Eşi sefere çıktığında ise anne ve babasını daha sık
görebiliyordu. Bu gidiş gelişlerde
babasının risâletini ilk başta öğrenmiş olduğunu kabul etmek gerekir. Zira
“Kalk ve uyar” âyeti ile tebliğ görevine
başlayan Hz. Peygamber’in önce hanımı ve ardından kızlarını İslâm’a çağırdığı
düşünülmelidir.
Rasûlullah, Ebû’l-Âs b. Rebî‘’yi İslâm’a
çağırdığında Ebû’l-Âs, bunu reddederek şirk üzere kalmaya devam etti. Hz. Zeyneb kendisini Müslüman olmaya davet
ettiğinde ise bu teklif karşısında sessiz kaldı.
Ebû’l-Âs’ın toplumda saygın bir yeri vardı.
Mekke’nin önde gelen tüccârlarındandı. Hz. Peygamber, kendisine İslâm’ı anlattığında
kabilesi ve atalarına olan aşırı bağlılığı, ticârî endişesi, Müslüman olmasına
engeldi. Bununla birlikte başına gelebilecek olan muhtemel sıkıntıları
göğüslemek kendisine zor gelmişti. Bu sebeplerden dolayı Ebû’l-Âs’ın, Hz.
Peygamber’in anlattıklarını kabul etmesine rağmen Müslüman olmayı reddettiği
belirtilmektedir.
Kocasının Müslüman olmayarak müşriklerin
safında yer alması Hz. Zeyneb’i fazlasıyla üzmüştü. Ebû’l-Âs, müşriklerin safında yer almasına
rağmen eşine duyduğu sevgi ve saygıdan dolayı hanımının Müslüman olmasına
müdâhale etmemiştir. Hz. Peygamber de kızına iyi davrandığı için onların
evliliklerinin devamına müsaade etmiştir.
Ebû’l-Âs’ın Hz. Zeyneb’e olan saygı ve iyi tutumundan dolayı Hz. Peygamber
Müslümanlara:
“Siz bu adamın bizim yanımızdaki yerini
öğrendiniz” buyurarak Ebû’l-Âs’ın
Müslümanlar nazarında saygı değer bir yere sahip olması gerektiğini
vurgulamıştır.
Hz. Peygamber’in
Destekçisi Olması
Hz. Peygamber, kendisine ilk vahiy geldiğinde
onun en büyük destekçisi şüphesiz ki Hz. Hatice olmuştu. İslâmiyet’in Mekke’de
yavaş yavaş yayılmaya başlamasıyla birlikte Mekkeli müşrikler, bu durumdan
hoşnutsuzluklarını gerek sözlü, gerekse fiili olarak ortaya koymuşlardı. Hz.
Peygamber’e işkence ve hakarette sınır tanımamışlar, Rasûlullah ise onların bu
davranışlarına aldırış etmeden şevkle tebliğ faaliyetlerine devam etmişti.
Mekkeli müşriklerin babasına işkence etmesi
Hz. Zeyneb’i çok üzüyordu. Bir gün Hz. Peygamber, Mekkelileri Allah’ın
birliğine davet ederken o esnada başına toplanan kalabalık, ona hakaret içeren
sözler söylüyor, bazıları ise daha da ileri giderek ona küfrediyordu. Hz.
Peygamber’in üzerine taş toprak gibi yerden ne bulurlarsa atanlar bile vardı.
Nihâyet öğlen olduğunda onlar başından ayrılmışlardı ki; Hz. Zeyneb, elinde bir
bardak su ve bir mendille babasının yardımına geldi. Hz. Peygamber, suyu hem
içti, hem de abdest aldı. Daha sonra başını kaldırıp o sırada göğsü açılmış bir
şekilde duran kızı Hz. Zeyneb’e:
-Kızım! Göğsünü kapat ve babanın başına
herhangi bir şey getirebileceklerinden sakın korkma, dedi.
Burada Hz. Zeyneb’in durumu çok manidârdır.
Zira o, müşriklerin babasına işkence yaptığı haberini alır almaz hemen harekete
geçmiştir. Su ve mendille olay yerine gitmesi çok önemlidir. Onun götürmüş
olduğu bu malzemeler, zor durumda olan Hz. Peygamber için âdeta ilk yardım
niteliğindedir. Ayrıca babasının ikâzı üzerine üst başını toparlaması, onun Hz.
Peygamber için kendinden geçercesine endişelendiğini göstermektedir. Bu durum
onun, yaşamış olduğu korkuyu ve Hz. Peygamber’e vermiş olduğu değeri ortaya
koymaktadır.
Hz. Zeyneb, Hz. Peygamber’in yaşadığı manevî
endişe ve acılara yakından şâhit olduğu için endişelenip üzülmüştür. O
sıralarda henüz yedi yaşlarında olan Hz. Fâtıma ablasının bu endişesini fark
edince:
-Bu ümmetin peygamberinin kızı olmak seni
sevindirmiyor mu, diyerek Hz. Zeyneb’i uyardı. Bunun üzerine Hz. Zeyneb:
-Elbette sevindirir ey Fâtıma! Bu hangi genç
hanıma şeref kazandırmaz ki? Hem bundan öte bir şeref mi var? Ancak benim
endişem kendimle ilgili değil, babamla ilgilidir. Dayımız Varaka b. Nevfel’in
anneme söylediklerini hatırlayınca endişeleniyorum. O, anneme babamızın
yalanlanacağını, işkence yapılacağını, memleketinden çıkarılacağını söylemiş.
Bunlar aklıma gelince üzülüyorum, cevabını verdi.
Görüldüğü üzere aile içindeki konumu
itibariyle Hz. Peygamber’in içinde bulunduğu durumu ve zorlukları Hz.
Hatice’den sonra en iyi anlayabilecek kişinin Hz. Zeyneb olduğu âşikârdır.
Nitekim ilerleyen bölümlerde de anlatılacağı üzere Hz. Peygamber’le birlikte Hz.
Zeyneb de İslâm uğruna pek çok sıkıntı yaşamıştır. Hz. Peygamber’in kızı
hakkında şöyle dediği rivâyet edilmektedir:
“O, benim en hayırlı kızımdır. Benim uğrumda
nice sıkıntılar çekti.”
Hz. Peygamber’in kızı hakkında söylemiş olduğu
bu söz, Hz. Zeyneb’in İslâm ve babası uğruna yaşamış olduğu sıkıntıların
zorluğunun anlaşılması aynı zamanda da Hz. Peygamber için kızının ne kadar
değerli olduğunu göstermesi açısından çok önemlidir.
Müslüman Olduktan
Sonra Ebû’l-Âs b. Rebî‘ İle Evliliğini Sürdürmesi
Hz. Zeyneb, Müslüman olduktan sonra eşi
Ebû’l-Âs b. Rebî‘ İslâm’a gelmeyi reddetmesine rağmen o, eşiyle evliliğine
devam etmiştir. Onların
yaşamlarını birlikte sürdürmeleri, Bedir
Savaşı sonrasında Hz. Zeyneb’in Medine’ye hicret etmesine kadar devam etmiştir.
Temel kaynaklarda, Hz. Zeyneb Müslüman olduğu
zaman İslâmiyet’in Ebû’l-Âs’la arasını ayırdığı ancak Hz. Peygamber’in Mekke’de
müşriklere karşı zayıf durumda olması sebebiyle ikisinin arasını ayırmaya güç
yetiremediği rivâyeti mevcuttur.
Burada İslâmiyet’in ikisinin arasını ayırmasından kastedilen mânânın
dinî farklılık olduğu düşünülebilir. Nitekim Mekke döneminde Müslümanlarla
müşrikler arasındaki evlilik ilişkileri normal bir şekilde devam etmekteydi. Bu
dönemde inen âyetlerde, din ayrılığının evlenmeye mâni olduğunu gösteren
herhangi bir hüküm bulunmamaktaydı. Bu sebeple, Mekke döneminde Müslümanlar ve
müşrikler arasında dostluklar ve evlilikler devam etmiştir. Bununla birlikte
müşrikler, Müslümanları dinlerinden döndürmek için ellerinden geleni yapmaktaydılar.
Müşriklerin Müslümanlara eziyetleri haddi aşmıştı. Özellikle yoksul ve kimsesiz
Müslümanlara her türlü işkence uygulanmaktaydı. İslâm’ın yayılması için
müşriklerle evli olan Müslümanların ayrılmaları mahzurluydu. Bütün bu sebepler
dolayısıyla Ebû’l-Âs Müslüman olmayı reddettiği halde Rasûlullah, İslâmiyet’in
tebliğinin Mekke dönemindeyken Hz. Zeyneb ve Ebû’l-Âs’ı birbirinden
ayırmamıştır. Hz. Zeyneb İslâm üzere, Ebû’l-Âs ise şirk üzere kalmış ve bu hal
üzere birlikte yaşamışlardır.
Hz. Zeyneb’i Boşaması
İçin Ebû’l-Âs b. Rebî‘’ye Baskı Yapılması
İslâmiyet’in zuhûruyla birlikte Müslümanlar
arasında asabiyet bağının üzerinde din birliğine dayalı yeni bir birlik doğmuş
ve akrabalık dayanışması geri planda kalmıştır. Hz. Peygamber Mekke’de
İslâmiyet’i tebliğ ederken Kureyş liderleri ve özellikle de amcası Ebû Leheb
Hz. Peygamber’e düşmanlıkta sınır tanımayarak onu üzmek ve davasından döndürmek
için her türlü işkenceye başvurmuşlardır. Bu işkencelerden Rasûlullah kadar
yakın çevresi ve bütün Müslümanlar da nasibini almıştır.
Hz. Peygamber’in kızları Rukiyye ve Ümmü
Gülsüm amcası Ebû Leheb’in oğulları Utbe ve Uteybe ile nişanlanmıştılar. Hz.
Zeyneb ise teyzesinin oğlu Ebû’l-Âs’la evliydi. Rasûlullah, Allah’ın emrini ve
Kureyş’e düşman olduğunu izhâr ettiği zaman onlar şöyle dediler: “Siz
Muhammed’i hüzün ve kederinden kurtardınız. Kızlarını ona geri veriniz ki;
onlarla meşgul olsun.” Bu niyetlerle
harekete geçen Kureyş, ilk olarak itibarlı ve zengin bir insan olan Ebû’l-
Âs’ın müşrik olarak kalmasından dolayı duydukları memnuniyeti bir heyet halinde
kendisine giderek bildirmişler ve ona şu teklifi yapmışlardı:
-Hanımından ayrıl; biz seni Kureyş’ten
dilediğin herhangi bir kadınla evlendiririz, dediler. Kureyş’in bu teklifi
Ebû’l-Âs’ı çok kızdırmıştı. Onlara cevabı kısa ve net oldu:
-Hayır, Vallahi ben hanımımdan ayrılmam ve
hanımımın yerine Kureyş’ten bir hanımım olmasını da istemem. Şüphesiz ki o; en hayırlı eştir, dedi.
Bir rivâyete göre; Ebû’l-Âs’a Hz. Zeyneb’den
ayrılması karşılığında kendisinin Sa‘îd b. el-Âs’ın kızıyla evlendirilmesi
teklifinde bulunulmuştu.
Ebû’l-Âs’tan umdukları cevabı alamayan Kureyş
ahalisi, sonrasında Utbe b. Ebî Leheb’e gidip:
-Muhammed’in kızıyla olan nişanı boz, dediler.
O da:
-Eğer beni Ebân b. Sa‘îd b. el-Âs’ın veya
Sa‘îd b. el-Âs’ın kızı ile evlendirirseniz ondan ayrılırım, dedi.
Onlar da onu Sa‘îd b. el-Âs’ın kızı ile evlendirdiler ve o da Rukiyye ile yapılan
nişanı bozdu. Onların henüz düğünleri yapılmamıştı. Sadece nikâhları
kıyılmıştı. Böylece Allah onu Utbe’nin
elinden ona bir ikrâm, kocasına da bir hakâret olsun diye çıkarttı. Rukiyye
daha sonra Osman b. Affân ile evlendi.
Ebû’l-Âs, Hz. Peygamber’in dostuydu ve ona
karşı dürüsttü. Ebû’l-Âs’ın müşriklerin teklifini reddetmesi üzerine Rasûlullah
ona teşekkür etmiştir. Hz. Peygamber,
Ebû’l-Âs’ın bu davranışı sebebiyle onun damatlığından her zaman övgüyle
bahsetmiş ve hiçbir zaman onun aleyhinde konuşmamıştır.
Hz. Peygamber, Ebû’l-Âs’ı her zaman takdir
etmiş ve örnek göstermiştir. Hz. Ali (r.a.) bir ara Ebû Cehil’in kızı ile
evlenmek istemişti. Hz. Fâtıma (r.a.), Hz. Ali’nin bu arzusunu duyunca Hz.
Peygamber’e gelerek:
-Babacığım! Senin kavmin kızların için kızıp
öfkelenmediğini ileri sürüyor. Bak işte Ali, Ebû Cehil’in kızıyla evlenecek,
dedi. Bunun üzerine Rasûlullah ayağa kalktı ve şehâdet getirdikten sonra:
-Ben Ebû’l-Âs b. Rebî‘’a kızım Zeyneb’i
nikâhladım. O bana söz verdi ve verdiği sözü tuttu. Fâtıma da benden ayrılmış
bir parçadır. Muhakkak ki, onun üzülmesine gönlüm râzı olmaz. Vallahi,
Rasûlullah’ın kızı, Allah’ın düşmanın kızıyla aynı nikâhta birleştirilemez,
dedi. Bunun üzerine Hz. Ali nişanlanmaktan vazgeçti.
Hz. Peygamber, Ebû’l-Âs’ı kızıyla
evlendirirken Hz. Zeyneb’in üzerine başka bir kadınla evlenmeyeceğine dair
ondan söz almıştı. Hz. Ali’nin başka birisiyle evlenme isteği üzerine Hz.
Peygamber ona eşine ve verdiği söze sâdık bir insan olarak bir diğer damadı
olan Ebû’l-Âs’ı örnek göstermiştir. Hz. Peygamber kızlarını çok seviyordu.
Onların üzülmesi onu çok incitirdi. Ebû’l-Âs, Hz. Zeyneb’in üzerine başka bir
kadınla evlenmemiştir.
Bu
olaydan da anlaşılacağı gibi müşriklerin Hz. Zeyneb’i boşarsa dilediği kadınla
evlendirileceği teklifine Ebû’l-Âs’ın red cevabı vermesi Hz. Peygamber’i son
derece mutlu etmiş; bu sebeple Ebû’l-Âs Hz. Peygamber’in övgüsüne mazhar
olmuştur.
Hz. Zeyneb’in
Hicretinin Engellenmesi
Ebû’l-Âs, Hz. Zeyneb’in Müslüman olmasına ve
Müslümanca yaşamasına karışmamış, kendisi ise atalarının dinine bağlı
kalmıştır. Öte yandan ne eşinin ne de diğer Müslümanların aleyhinde herhangi
bir faaliyette bulunmamasına rağmen Hz. Zeyneb’in hicretine izin vermediği de
burada ifade edilebilir.
Hz. Peygamber’in kendisi hicret ettikten sonra
geride kalan eşi Sevde validemiz ve kızları Zeyneb, Ümmü Gülsüm ve Fâtıma’yı
Medine’ye getirmek üzere Zeyd b. Hârise ve Ebû Râff’yi Mekke’ye gönderdi. Hz.
Zeyneb, çok arzu etmesine rağmen henüz Müslümanlığı kabul etmemiş olan eşi
Ebû’l-Âs, Hz. Zeyneb’in gitmesine müsaade etmedi. Hz. Zeyneb, ısrar edince de
onu evinde hapsetti. Böylece Hz. Zeyneb’in hicretini engellemiş oldu.
Burada Ebû’l-Âs’ın İslâm’a düşman olan
Kureyş’le aynı kefeye konulmaması gerekir. Zira o, İslâm’a ve Hz. Peygamber’e
karşı kalbinde bir düşmanlık beslememiştir. Şayet böyle bir durum söz konusu
olsaydı; Kureyşliler, Hz. Peygamber’i üzmek amacıyla Hz. Zeyneb’i boşaması
teklifiyle kendisine geldikleri zaman onu boşardı. Hâlbuki Ebû’l-Âs, Hz.
Peygamber’in dostuydu. Onun, Hz. Zeyneb’in hicreti meselesinde böyle
davranması, ancak Hz. Zeyneb’e olan bağlılığı ve sevgisi ile açıklanabilir.
Hz. Peygamber ve aile efrâdı Medine’ye hicret
ettikten sonra Hz. Zeyneb’in hissettiklerini tahmin etmek zor değildir. Onun,
bir taraftan babasından ve kardeşlerinden ayrıldığına, bir taraftan da eşi
Ebû’l-Âs’ın müşriklikte ısrar etmesine üzüldüğü ve sabırla Allah’a tevekkül
edip eşinin Müslüman olması için sürekli dûa ettiği tahmin edilebilir.
Ebû’l-Âs b. Rebî‘’nin
Bedir Savaşı’nda Esir Düşmesi
Bedir Savaşı, Müslümanlar ve müşrikler
arasında gerçekleşen ilk savaştır. Hicretin 2. yılında 17 Ramazan Cuma sabahı
Müslümanlar ve müşrikler Bedir’de karşı karşıya geldiler. Savaşın sonunda
Müslümanlar sadece on dört şehid vererek gâlip çıktı. Buna karşılık
müşriklerden 70 kişi öldürüldü ve pek çok da esir alındı.
Müşrik ordusunda Hz. Peygamber’in damadı, Hz.
Zeyneb’in eşi Ebû’l- Âs b. Rebî‘ de vardı ve Bedir Günü’nde esir edildi. Ebû’l-Âs’ı esir eden kişiye
dair kaynaklarda farklı isimler zikredilmektedir. Bir rivâyete göre Abdullah b.
Cübeyr b. Nu‘mân el-Ensârî, bir rivâyete göre Benû Harâm’dan Hirâş b. Simme ,
diğer bir rivâyete göre ise Ebû Eyüb Hâlid b. Zeyd, Ebû’l-Âs’ı esir etmiştir.
Onu, mezkûr şahıslardan herhangi birisi esir etmiş olabileceği gibi, ikisi veya
üçü birden de esir etmiş olabilir.
Ebû’l-Âs, esir edilince Medine’ye getirildi.
Medine’de Rasûlullah’ın yanında bulunmaktaydı. Rasûlullah, onu diğer esirlerden ayırarak
yanına almıştı. Hz. Peygamber’in bu tutumu damadına bir ayrıcalık gösterdiği
anlamına gelmemektedir. Zira Hz. Peygamber, esirleri ashâba dağıtarak onlara
güzellikle muamele etmelerini tavsiye etmiştir. Bunun üzerine Müslümanlar,
ekmeklerini esirlere verirken kendileri hurmayla karınlarını doyurmuşlardır.
Medine’ye gelirken esirleri bineklere bindirmişler, kendileri ise yaya olarak
yürümüşlerdir.
Bedir Savaşı’nda esir edilen Mus‘ab b. Umeyr’in
kardeşi Ebû Azîz başından geçen olayı şöyle anlatmaktadır: “Esirler Bedir’den
Medine’ye getirildikleri zaman ben, Ensâr’dan bir aile içine düşmüştüm.
Rasûlullah, biz esirler hakkında onlara tavsiyelerde bulunduğu için sabah ve
akşam yemeklerinde ekmeği bana tahsis ederler, hurmayı kendileri yerlerdi.
Onlardan birinin eline bir ekmek parçası geçse onu bana verir, ben de utandığım
için onu, bana veren kimseye iade ederdim. Fakat o, ekmeğe dokunmadan onu yine
bana geri verirdi.”
Savaş dönüşünde Müslümanlar Hz. Peygamber ve
onunla birlikte olan Müslümanları kutluyorlardı. Seleme b. Selâme onlara:
-Ne için bizi kutluyorsunuz? Allah’a yemin
ederim ki biz ancak bağlanmış birtakım develer gibi başlarının saçları dökülmüş
âcizlerle karşılaştık ve onları boğazladık, dedi. Bunun üzerine Hz. Peygamber
tebessüm ettikten sonra şöyle dedi:
-Ey kardeşimin oğlu! Onlar; Eşrâf ve
reislerdir.
Görüldüğü üzere Hz. Peygamber, Kureyş’e iyi
davranılmasını istemiş, onlara hakâret edilmesine müsaade etmemiştir. Nitekim
Ebû’l-Âs da Kureyş’tendi ve o da Eşraftan sayılırdı.
Müslümanlar esirlere Hz. Peygamber’in emri
doğrultusunda güzellikle muamele ederek İslâm’ın hoşgörüsünü, merhametini,
insana verdiği değeri bizzat yaşayarak ve uygulayarak en iyi şekilde göstermek
suretiyle müşriklerin kalplerini kazanmaya çalışmışlardır. Müslümanların bu
örnek davranışlarından etkilenen pek çok esir Müslüman olmuştur. Zaten Hz.
Peygamber’in amacı insanları köleleştirmek değil, Allah’a giden yolda engelleri
kaldırmaktı. Esirler arasında bulunan Hz. Zeyneb’in eşi Ebû’l-Âs’ın da bu
durumdan etkilenerek kalbinin İslâm’a ısındığı ve bu durumun onun Müslüman olma
sürecine katkı sağladığı söylenebilir.
Hz. Hatice’nin
Gerdanlığı
Mekke müşrikleri yakınlarının esir edilmesi
üzerine onları kurtarmak için fidye gönderiyorlardı. Hz. Zeyneb de eşi
Ebû’l-Âs’ın fidyesini kaynı Amr b. Rebî‘ ile gönderdi. Müttefikleri olan Ebû
Rîheş ona: “Onun fidyesini ver Âmr b. Rebî‘” dedi. Yine Amr b. el-Ezrak da ona:
“Amr b. Rebî‘, karşılığını vererek onu rehinlikten kurtar” dedi.
Esirlerin fidye bedeli Hz. Peygamber
tarafından onların malî durumlarına göre 1000-4000 dirhem arasında değişen bir
para olarak belirlendi. Fidye, bir
insanın esaretten kurtularak özgürlüğüne kavuşması demekti ve her ne kadar
Ebû’l-Âs zengin bir tüccar olsa da bu para biraz ağır bir paraydı. Hz. Zeyneb,
eşinin fidyesini toparlarken annesinin Ebû’l-Âs taraflısı olarak evlendikleri zaman kendisine taktığı
gerdanlığı da kocasının kurtuluş fidyesinin içine koydu.
Fidyenin sadece gerdanlıktan ibaret olduğu da
rivâyet edilmektedir. Hz. Zeyneb’in göndermiş olduğu bu gerdanlık; Yemen işi
göz boncuğu (damarlı akik)
yapılmıştı.
Şerbâsî ise gerdanlığın; bir taşının akik ve diğer taşlarının Yemen
incisinden yapılmış olduğunu rivâyet
etmektedir. Bir rivâyete göre; Hz. Zeyneb, o sıralar maddî olarak sıkıntı
içindeydi ve ufak tefek şeyleri bir araya getirerek fidyeyi güçlükle
tamamlamaya çalışmış fakat, yine de eksik kaldığı için üzülerek annesi Hz.
Hatice’nin kendisine düğününde düğün hediyesi olarak takmış olduğu gerdanlığı
da fidyeye ilâve etmişti. Emile
Dermenghem, Ebû’l- Âs’ın hanımına haber göndererek gerdanlığı, Hz. Zeyneb’den
istettiğini söylemektedir.
Hz. Zeyneb, annesinin kendisine takmış olduğu
gerdanlığı fidye olarak göndermeyebilirdi. Gerdanlık, Hz. Zeyneb için çok
değerliydi. Annesinden yadigârdı. Fakat o, eşini çok seviyordu. Hz. Peygamber
de Hz. Hatice’yi çok seviyordu. Hz. Zeyneb, gerdanlık vesilesiyle babasına bir
mesaj göndermek istemiş olabilirdi. Fidye olarak gönderilen gerdanlık, Hz.
Zeyneb’den Hz. Peygamber’e şu mesajı getirmiş gibiydi âdeta:
“Babacığım, annem senin için pek çok sıkıntıya
katlandı ve her zaman senin en büyük destekçin oldu. Annem seni ne kadar çok
sevdiyse; ben de eşimi o kadar çok seviyorum. Şimdi o, esir ve zor durumda.
Annemin sana verdiği destek gibi ben de ona yardımcı olmak istiyorum.”
Rasûlullah, Ebû’l-Âs’ın fidyesi kendisine
sunulduğunda, Hz. Hatice tarafından düğününde Hz. Zeyneb’e takılan gerdanlık
olduğunu fark etti. Hz. Hatice’yle geçirmiş olduğu yirmi beş senelik mâzi
gözünde canlandı. Hz. Peygamber, eşini çok seviyordu. Hz. Hatice vefât
ettiğinde adeta yıkılmıştı. Çünkü o, en zor zamanlarında kendisinin en büyük
destekçisi olmuş, İslâm uğruna pek çok sıkıntıya Hz. Peygamber’le beraber göğüs
germişti. Rasûlullah’ın hanımına olan sevgisi, o hayatta olduğu zamanki kadar
tazeydi. Hayatı boyunca eşini hep hayırla yâd ederdi. Hatta Hz. Peygamber, Hz.
Hatice’yi anlattığında onu öyle överdi ki; Rasûlullah’ın ona karşı beslemiş
olduğu bu sevgiye Hz. Aişe (r.a.) daima gıpta etmiştir. Şimdi ise Hz.
Hatice’nin ellerinin değdiği gerdanlık alelâde bir meta‘ gibi esir fidyesi
olarak elden ele dolaşıyordu.
İşte Rasûlullah, gerdanlığı görünce sadâkat
timsali eşi Hz. Hatice’yi hatırlayarak hüzünlendi, Hz. Zeyneb’e ise acıdı. Kızının yaptığı bu fedâkarlık onu çok
duygulandırmıştı. Gerdanlık, Hz. Peygamber’i o kadar etkilemişti ki; kolyenin
Hz. Hatice’ye ait olduğunu fark ettiğinde yüzü sararmış, kalbi çarpmaya
başlamış, gözleri dolmuş, hatta
gözlerinden yaş akmıştı. Hz. Hatice gibi
değerli birinin kızına takmış olduğu gerdanlığın tellâl elinde gezen satılık
mal gibi esir fidyesi olarak meydana
çıkması ashâbı da çok etkilemişti.
Rasûlullah, ashâba dönerek:
-Eğer Zeyneb’in esirini serbest bırakmayı ve
ona mallarını geri vermeyi uygun görürseniz bunu yapınız, dedi. Hz.
Peygamber’in konuşmasının ardından ashâb hep bir ağızdan:
-Evet, yâ Rasûlullah, diyerek Hz. Peygamber’in
isteğini yerine getirdiler. Ebû’l-Âs’ı serbest bıraktılar ve Hz. Zeyneb’e de
mallarını geri verdiler. İslâm
tarihindeki bu kayıtlardan, gerdanlığın Hz. Zeyneb’e geri dönmüş olduğu
anlaşılmaktadır. Bu davranışıyla da ashâbın, Hz. Peygamber’i memnun ettiği
düşünülebilir. Zira onlar, Hz. Peygamber’in sevinciyle sevinir, hüznüyle
hüzünlenirdiler. Onun mutlu olması için ellerinden geleni yapmaya çalışırdılar.
Bir rivâyete göre Hz. Peygamber ashâba: “Bir
annenin hatırasını kızına bırakmak gerekmez mi?” şeklinde hitâp etmiştir.
Rasûlullah’ın bu olayda böyle davranmasının
sebebi Ebû’l-Âs’ın damadı olması değildi. Davranışın muhâtabı kızı Hz. Zeyneb
ve hatta eşi Hz. Hatice’ydi. Elbette ki eşinin serbest bırakılması ve
gerdanlığının kendisine geri verilmesi Hz. Hz. Zeyneb’i mutlu etmişti. Fakat
burada Hz. Peygamber’in böyle davranmasının altında yatan esas sebep Hz.
Zeyneb’den de öteydi. Hz. Peygamber bu tutumuyla; vefât etmiş olan eşi Hz.
Hatice’nin hatırasına saygı duyduğunu, İslâm’a olan hizmetlerinin çok büyük
değer taşıdığını, hizmetlerinin güzel mukâbelelere lâyık olduğunu göstermiştir.
Karen Armstrong, olaya farklı bir bakış
açısıyla yaklaşarak; Hz. Peygamber’in, fidye alınmaksızın bırakıldığı takdirde
Ebû’l-Âs’ın Müslüman olacağını umduğunu belirtmektedir. Onun Medine’de iken
Müslüman olması ümit ediliyordu fakat bu durum vaki olmamıştır. Bununla
birlikte Ebû’l-Âs’ın fidye alınmaksızın bırakılması onun, İslâm’a karşı olan
önyargılarının kırılmasına ve Müslüman olma sürecinin hızlanmasına yardımcı
olmuştur.
Ebû’l-Âs b. Rebî‘’nin
Verdiği Söz
Ebû’l-Âs, serbest bırakılmadan önce Hz.
Peygamber’le arasında Hz. Zeyneb’e dair bir konuşma gerçekleşti. Konuşmayla
ilgili olarak kaynaklarda farklı rivâyetler yer almaktadır. Rivâyetler; Hz.
Peygamber’in Ebû’l-‘Âs’tan Hz. Zeyneb’i Medine’ye göndermesini istediği, bu
konuda ondan söz aldığı, Ebû’l-Âs’ın serbest bırakılması karşılığında eşini
Medine’ye göndereceğini Rasûlullah’a kendisinin va‘d ettiği, son olarak da Hz. Peygamber’in
serbest kalması için Ebû’l-Âs’a Hz. Zeyneb’i Medine’ye göndermesini şart koştuğu
şeklindedir.
Aslında konuşmanın niteliği tam olarak
bilinmemektedir. Diyalog, ikisinin arasında gerçekleşmişti ve ne Rasûlullah’ın,
ne de Ebû’l-Âs’ın bu konuda herhangi bir şey söylemediği, onlardan başka hiç
kimsenin bu konuşmanın ne olduğunu bilmediği kaydedilmektedir. Kasım Şulul, Hz.
Zeyneb’in güvenliğinin tehlikeye atılmaması için durumun gizli tutulduğunu
söylemektedir.
Ebû’l-Âs’ın fidyesi Hz. Peygamber’e
sunulduğunda; Hz. Peygamber, fidyenin Hz. Zeyneb’e iade edilmesini ashâbdan
rica etmiş, onlar da tereddütsüz onun isteğini kabul ederek yerine
getirmişlerdi. Aslında usûl gereğince bir esir fidyesiz bırakılamazdı. Bu
durumda kendisi, Hz. Peygamber’in damadı olması hasebiyle istisnâ teşkil
edemezdi. Aralarında bir anlaşma oldu. Anlaşmaya göre Ebû’l-Âs, Hz. Zeyneb’i
Medine’ye gönderecekti.
Martin Lings ise konuya söz verme veya alma
olarak değil de bir gereklilik olarak yaklaşmaktadır. Çünkü o zaman vahiy;
Müslüman bir kadının, müşrik bir erkekle evli kalamayacağını açıkça ifade
ediyordu. Dolayısıyla Hz.
Peygamber ona Hz. Zeyneb’i Medine’ye
göndermesi gerektiğini söylemişti. Halbuki ileride “Hz. Zeyneb ve Ebûl’-Âs’ın
Tekrar Bir Araya Gelmesi” adlı başlıkta da anlatılacağı üzere ilgili hüküm
Bedir Savaşı’ndan çok sonraları inmiştir.
Salih Suruç ise böyle bir konuşmadan hiç bir
şekilde bahsetmeyerek Hz. Zeyneb’in eşi tarafından Mekke’ye gönderilmesini;
Ebû’l-Âs’ın Hz. Peygamber’in kendisini fidye alınmaksızın serbest bırakmasından
çok etkilendiği için Mekke’ye döner dönmez bu taltife bir karşılık olsun diye
düşünmüş olacağına bağlamaktadır.
Burada Hz. Peygamber’in kızı Hz. Zeyneb’in
Medine’ye gelmesini istemesi durumunu değerlendirmekte yarar vardır. Çünkü
konuya dışarıdan bakıldığında Hz. Peygamber’in bir aileyi parçalıyormuş gibi
göründüğünü söyleyenler olabilir. Halbu ki o, bunu yapmak isteseydi
Mekke’deyken yapardı. Fakat onun bunu yapmasının sebebi, Hz. Zeyneb ve
Ebû’l-Âs’ı birbirinden ayırmak değil, kızının can güvenliğini düşünmüş
olmasından kaynaklanmaktadır. Zira Müslümanların Bedir gâlibiyeti, Mekkeli
müşriklerin İslâm’a ve Hz. Peygamber’e olan nefretlerini bir kat daha
artırmıştı. Müşrikler intikâm almak için fırsat kolluyorlardı. Müslümanlar için
Mekke’de yaşamak iyice zorlaşmıştı. Dinlerini ya gizli olarak, ya da işkenceler
altında yaşamaya çalışıyorlardı. Hz. Zeyneb için Mekke’de yaşama koşulları
uygun değildi. Müşrikler, Hz. Peygamber’e zarar vermek için kızını birtakım
şeylere zorlayabilirlerdi. Onu hapsedebilirler, ona işkence edebilirler, hatta
daha da ileri giderek onu öldürebilirlerdi de. Ebû’l-Âs bu duruma ne kadar mani
olabilirdi. Karşısında Mekke halkı vardı. Dolayısıyla Hz. Zeyneb’in Mekke’den
ayrılması karşılığında ona gelebilecek olan zararlar engellenebilirdi. Nitekim
Ebû’l-Âs’ın Hz. Zeyneb’i Medine’ye göndermesi de bunu göstermektedir. Ebû
Hayseme’nin şiirindeki
“Onun çıkarılmasında, onun hakkında Muhammed
zelîl ve hakîr olmadı”
ifadesi de yine Hz. Zeyneb’in artık Mekke’de
kalmasının mümkün olmayacağını göstermektedir.
Kızı Zeyneb’e kavuşma ihtimali Hz. Peygamber
için teselli kaynağı olmuştu. Çünkü Hz. Peygamber, Bedir Savaşından döndüğünde
kızı Rukiyye’nin vefât ettiğini öğrenmişti.
Bedir Savaşı’nın Hz.
Zeyneb Üzerindeki Psikolojik Etkileri
Bedir Savaşı, Müslümanlar ve müşrikler
arasında gerçekleşen ilk savaştı. Şimdiye kadar ne olursa olsun birbirlerine
adeta kenetlenmiş olan Mekke halkı, şimdi ise din konusunda ayrı düşmüş ve
bunun sonucu olarak da savaş kaçınılmaz olmuştu.
Bedir Savaşı sırasında durumu en zor olan kişi
belki de Hz. Zeyneb’di. Hz. Peygamber ve Müslümanların Medine’ye hicreti, yeni
bir süreci başlatmıştı. Hicret, Müslümanlar için yeni imkânlar getirmişti.
Bununla birlikte Mekke’de kalan Müslümanlar ve Hz. Zeyneb’in durumu ise daha da
zorlaşmıştı. Hz. Peygamber’e karşı yürütülen propagandalar Hz. Zeyneb’i
yalnızlaştırırken sürecin savaşla sonuçlanması onu Mekke’de doğrudan hedef
haline getirecekti. İşte bu yüzden Bedir Savaşı’nda durumu en zor olan kişi Hz.
Zeyneb’di. Onun ruh halini tahmin etmek zor değildir. Bedir savaşı, sadece
Müslümanlar ve müşrikleri karşı karşıya getirmemişti. Bedir’de kardeş kardeşe,
baba oğula.... kılıç çekmişti. Erkekler, savaş meydanında kendi kanlarından
olan insanlarla mücadele ederken, hanımları ise evlerinde hangi taraf için
üzüleceklerine şaşırmıştılar. Hz. Zeyneb de aynı konumdaydı. Onun işi daha da
zordu. Bir tarafta Peygamber baba, diğer tarafta müşrik eş. İçi içini yiyor,
üzüntüden ne yapacağını bilemiyordu. Evet, babasını çok ama çok seviyordu ama
Ebû’l-Âs da müşrik olmasının dışında onun için mükemmel bir eşti. Bununla
beraber aynı zamanda bir anneydi Hz. Zeyneb ve çocuklarına yansıtmamalıydı bu
durumu. Lâkin yapamıyordu. Korkularının içine gizlenmişti âdeta. Çocuklarıyla
teselli bulmaya çalışıyordu. Yaşlı gözlerle çocuklarının ikisine birden baktı
ve sonra kederli bir ses tonuyla ağzından şu cümleler döküldü:
“Güneş bugünkü kadar acı vererek doğmadı.
Bugün ya siz, ya ben yetim olabilirim.”
Hz. Zeyneb, neticenin ne olduğunu öğrenmekten
çok korkuyordu. Onun önünde ya yetimlik, ya dulluk vardı çünkü. Hem babasının,
hem de eşinin sağ sağlim evlerine dönmelerini istiyordu ve bu durum karşısında
elinden gelen tek şey Allah’a dûa etmekti.
Kureyş’in savaşı kaybettiği haberi Mekke
sokaklarında yankılanmaya başlayınca, çok sevinmişti. Fakat bu sevinç uzun
sürmemiş, yerini korkuya bırakmıştı. Peki Ebû’l-Âs’a ne olmuştu? Kesin ölmüştü.
Bir müddet sonra ikinci sevindirici haber de gelince Hz. Zeyneb derin bir nefes
aldı. Savaşın sonucu Hz. Zeyneb’in arzuladığı gibi olmuştu. Babası Savaşı
kazanmış, esir düşen Ebû’l-Âs ise fidye karşılığında serbest bırakılacaktı. Hem
babası, hem de eşi hayattaydı çok şükür.
Hz. Zeyneb’in yanı sıra eşinin Bedir Savaşı
öncesi ve sonrasında hissettikleri de önemlidir. Nitekim Ebû’l-Âs, o sıralarda
müşrikti ve Bedir Savaşı’na Mekke ordusunun safında katılmıştı. Bu durumun
normal olduğu söylenebilir fakat Ebû’l-Âs, gerçekten isteyerek mi, yoksa
Kureyş’in psikolojik baskısı sonucu mu savaşa katılmıştı? Bu sorunun cevabı,
Ebû’l-Âs’ın hissettiklerini anlamamıza yardımcı olabilir.
Bedir’e kadar Ebû’l-Âs’ın gerek eşi Hz.
Zeyneb’e, gerek Hz. Peygamber’e, gerekse diğer Müslümanlara karşı takınmış
olduğu tavırlara bakıldığında onun savaşa katılmasının sebebi, onun
Müslümanlara düşmanlık duymuş olmasıyla açıklanamaz. Nitekim Ebû’l-Âs, İslâm’a
girmemiş olmasının yanı sıra, Hz. Zeyneb’in Müslüman olmasına da bir şey
dememişti. Ayrıca Hz. Peygamber’e karşı ne âleni, ne de gizli herhangi bir kin
beslemişti. İslâmiyet konusunda çekimser kalmayı tercih etmişti. Ebû’l-Âs,
hanımını çok seviyordu. Onun üzülmemesi için her şeyi yapardı. Hz. Zeyneb’in
savaşa katılmamasını eşinden istediği ve buna karşılık Kureyşliler’in
“Karısından korktuğu için savaşa katılmıyor” gibi sözlerle onu tahrik ederek
onuruyla oynamalarına müsaade etmemek için savaşa katılmadığı düşünülebilir.
Onun savaşa katılmasındaki ikinci ve belki de
en önemli neden ise, atalar kültüydü. Aslında pek çok müşriğin hissettiği gibi
Ebû’l-Âs da İslâm’a karşı sempati duyuyordu. Fakat bir şey onları Müslüman
olmaktan alıkoyuyordu.
Onların Müslüman olmalarına engel olan şey;
atalar kültüydü. Dönemin Arap geleneklerine göre; müşrik Araplar, atalarına
karşı büyük hürmet gösteriyorlardı. Onların yaptıkları şeylerde ısrar
ediyorlardı. Aslında hiçbir mantıkî tarafı olmayan körü körüne bir taassub
içerisindeydiler. Atalarının dinlerini ve yaşayışlarını takip ediyorlar ve yenilik
istemiyorlardı. Atalarının yadigârı olarak telakki ettikleri putperestlik
inancının zarar görmesine karşıydılar. Putperestlik, onlar için çıkar demekti
aynı zamanda. Çünkü Mekke putperestliğin merkeziydi ve bunu kullanarak ticari
fayda elde ediyorlardı. Bu dini yaşamak işlerine geliyordu. Kendilerine hata
ettikleri söylense verecekleri ilk tepki “Biz atalarımızı bu hal üzere bulduk”
oluyordu ve atalarının ardına gizleniyorlardı. Kendileri puta tapıyorlardı ve
bunu da atalarıyla temellendirerek insanları psikolojik olarak baskı altında
tutmaya çalışıyorlardı. Biraz olsun düşünme yetilerini kullansalar; atalarının
inanmış olduğu putperestliğin onları insanlıktan ne kadar uzaklaştırdığını
göreceklerdi. İnsan hayatını şekillendiren en önemli şey; inançlarıydı. Müşrik
Araplarda putperestlik inancının sonucu olarak zina, içki, hırsızlık, cinayet,
kan davası, kız çocuklarını diri diri toprağa gömme.. ..gibi pek çok kötü
davranış mevcuttu. İşte İslâmiyet, tevhidin temellendirilmesi ve insanların
cahiliye âdetlerinden kurtarılarak insanın hak ettiği seviyeye çıkarılması için
gönderilmişti. Lâkin müşrik Arapların atalarına olan bağlılıkları gözlerini o
kadar kör etmişti ki; çoğunun, içinde bulunduğu hayatı müzakere edebilecek aklî
yetileri körleşmişti.
Yine pek çok müşrik, aslında İslâm’ın hak din
olduğuna kanaat getirmiş olmasına rağmen diğer müşrikler tarafından dışlanma
korkusuyla kanaatlerini açıklamaktan uzak duruyordu. Nitekim Müslümanlar hicret
öncesi müşrikler tarafından pek çok işkenceye maruz kalmışlardı. Müşrikler
özellikle kimsesi olmayanlara ve kölelere işkence etmede sınır tanımıyorlardı.
Ölümle sonuçlanan işkenceler dahi olmuştu. Meselâ; Ebû Cehil, kölesi Sümeyye
bint Hubbât’ı dininden dönmesi için öncelikle kızgın kumlara yatırarak işkence
etmiş, bu işe yaramayınca da mızrakla onu öldürmüştü. O, İslâm tarihinde ilk
şehîd olan hanım sahâbîdir. Yine üç yıllık bir boykot dönemi vardı. İslâmiyet’e
karşı mu‘tedil olan pek çok kişi, bu gibi sebeplerden dolayı İslâm’a duydukları
yakınlığı açıklayamamışlardır. İşte bütün bu sebeplerden dolayı Ebû’l-Âs’ın
müşriklerle beraber hareket ettiği söylenebilir.
Hz. Zeyneb, genç yaşta
vefâtı
Hz. Zeyneb, genç yaşta vefât etmiştir. Hicret
esnasında Hebbâr b. Esved’in yüzünden bindiği deveden bir kayanın üzerine
yuvarlanmış, hamile olduğu için çocuğunu düşürmüş, aynı zamanda da çok kan
kaybetmişti. Medine’ye hicretinden vefâtına kadar geçen süre zarfında bir daha
toparlanıp eski sağlığına kavuşamamıştı. Bu olay sebebiyle o kadar kan
kaybetmişti ki; akan kan yüzünden hastalığa tutulmuştu. Bundan sonra hasta
olarak hicret yolculuğuna devam eden Hz. Zeyneb’in, vefâtına kadar da bu
hastalıktan kurtulamadığı kaydedilmektedir. Hz. Zeyneb, tedavi olamadığı için
hastalığı devam etmiştir. Bu hastalık, Hz. Zeyneb’i zayıf düşürmüş ve vefâtına
sebep olmuştur.
Bu yüzden Müslümanlar onun şehîd olduğunu
kabul etmektedirler.
Hz. Zeyneb’in vefât yılıyla ilgili birbirine
yakın birkaç görüş mevcuttur:
Rivâyetlere göre, hicretten 7 yıl sonra, h. 8. yılda veya h. 8. yılın başında vefât ettiği kaydedilmektedir. Bir
rivâyete göre ise; Hicretten 7 yıl, 2 ay sonra Safer ayının sonunda (m. 629
Haziran sonlarında) vefât etmiştir. Hz. Zeyneb’in h. 10. yılda vefât ettiği
şeklinde bir rivâyet de bulunmaktadır.
Hz. Zeyneb’in vefât tarihiyle ilgili
kaynaklarda her ne kadar farklı bilgiler yer alsa da; sonuç itibariyle
çoğunluğun görüşüne göre Hz. Zeyneb, h. 8. yıl içerisinde vefât etmiştir ve bu
yıl milâdî olarak 629 yılına tekâbül etmektedir.399
Hz. Zeyneb’in vefât ettiğinde Ebû’l-Âs’ın
nikâhında olduğu400 ve yaklaşık 30 veya
31 yaşındayken Medine’de vefât ettiği
rivâyet edilmektedir. Belâzürî’nin
rivâyet ettiğine göre Mekke fethedildiği zaman Ebû’l-Âs b. Rebî‘, Hz.
Peygamber’le birlikte sefere katılmayarak eşi Hz. Zeyneb’le beraber Medine kalmıştı. Belâzürî’de geçen bu rivâyet dikkat
çekicidir. Nitekim Hz. Zeyneb, hicretten 7 yıl 2 ay sonra vefât etmiştir ve
Mekke’nin fethi ise h. 7. yılın Ramazan ayında gerçekleşmiştir. Dolayısıyla bu
rivâyet zayıf gözükmektedir.
Hz. Zeyneb, vefât ettiği sırada Hz.
Peygamber’in onun yanında bulunarak damadı Ebû’l-Âs ve torunu Ümâme’yi teselli
ettiği ifade edilmektedir.
Hz. Zeyneb, vefât ettiğinde onu; Hz.
Peygamber’in eşlerinden Hz. Sevde b. Zem‘a ve Hz. Ümmü Seleme ile dadısı Ümmü
Eymen ve Ensâr kadınlarından Ümmü Atiyye yıkadı. Bir rivâyete göre Hz. Zeyenb’i, Ümmü Atiyye
tek başına yıkamıştı. Başka bir rivâyete
göre ise, yıkayıcılar arasında o yer almamıştı.
Rasûlullah, kızı Zeyneb’i çok seviyordu. Kızının vefâtına çok üzülmüştü. Hz. Zeyneb’i yıkayanlara: “Onu sağ tarafından
ve abdest a‘zâlarından yıkamaya başlayınız.
Tek sayıda su ve sidr ile üç, beş, yedi hatta icâb ederse daha fazla
yıkayınız. Sonuncu yıkamanızda ise suya kâfur yahut kâfur türünden bir koku
koyunuz. Yıkama işini bitirince de bana haber veriniz” dedi.
Hz. Zeyneb’i yıkayanlar onun saçlarını tarayıp
üçe ayırdılar. Her birini bir bukle
yaptılar. Buklelerden ikisi Hz. Zeyneb’in yan taraflarındaki, diğeri ise ön
tarafındaki saçlarından oluşuyordu.
Yıkama işi bitince Rasûlullah’a haber verildi.
Rasûlullah, hıkve(izâr)sini yıkayıcılara vererek: “Bunu Zeyneb’e iç gömleği
yapınız” buyurmuştur. Hz. Peygamber’in
bunu Ümmü Atiyye’ye söylediği ve onun da bu emri yerine getirdiği rivâyet
edilmektedir.
Hz. Zeyneb vefât ettiği zaman onun için bir
tabut yapıldı ve tabuta konularak defnedildi. Onun için yapılan tabutun
İslâm’daki ilk tabut olduğu kaydedilmektedir. Hatta Belâzürî’ye göre tabutu
bizzat Hz. Peygamber yapmıştır. Asım
Köksal da Hz. Zeyneb’in bir ilk olarak üzerinde taşındığı sedirle kabre
indirildiğini bildirmektedir.
Hz. Zeyneb’in cenaze namazını Hz. Peygamber’in
kendisi kıldırdı. Cenâze namazının ardından Cennetü’l-Bâkî mezarlığına gelindi.
Hz. Zeyneb defnedilmeden önce Hz. Peygamber, düşünceli ve üzüntülü olarak onun
kabrine indi. Kabirde biraz durduktan sonra sevinerek dışarı çıktı ve:
“Zeyneb’in zayıflığını düşünüp kabir sıkışını
ve harâretini ona hafifletmesini Yüce Allah’tan diledim. O (c. c.) da, bu
dileğimi kabul buyurup ona, bunları hafifletti” dedi. Daha sonra Ebû’l-Âs’la
birlikte kabre indi. Hz.
Zeyneb’i birlikte kabre koydular. Ebû’l-Âs’ın bu işi tek başına yaptığı da
rivâyet edilmektedir.
Bir rivâyete göre ise, Hz. Peygamber Hz.
Zeyneb’in kabri başında oturmuş ağlıyordu. Ashâba:
-Aranızda geceleyin günah işlemeyen bir adam
var mı, diye sordu. Ebû Talha ona:
-Ben, dedi. Hz. Peygamber de ona:
-Öyleyse in, dedi. Bunun üzerine Ebû Talha Hz.
Zeyneb’in kabrine indi.
Hz. Zeyneb’in genç yaşta vefâtı, Hz.
Peygamber’i çok etkilemişti. Hz. Zeyneb’in vefâtından sonra Hz. Fâtıma ve Hz.
Ali’nin bir kızı dünyaya geldi. Hz. Peygamber, onun adını “Zeyneb” koydu.
Adının koyuluşuyla ilgili rivâyetler arasında en kuvvetli olanı; Hz.
Peygamber’in kısa bir süre önce vefât eden kızı Hz. Zeyneb’in anısını yaşatmak
istediğiyle ilgili olanıdır. Zira Hz. Peygamber, kızının vefâtına çok
üzülmüştü.
Hz. Zeyneb’in vefâtına en çok üzülen
kişilerden biri de şüphesiz Ebû’l- Âs b. Rebî‘ idi. Kendisi, Hz. Zeyneb hayatta
olduğu müddetçe ona sâdık kalmış ve başka bir kadınla evlenmemişti. Hz.
Zeyneb’ten ayrı kaldığı yaklaşık üç buçuk sene zarfında da bu sadâkati
sürmüştür. Hz. Zeyneb vefât ettikten sonra Ebû’l- Âs’ın onun hakkında şöyle
dediği söylenilmektedir: “Zeyneb vallahi, senden sonra hayat benim için hiç de
hoş değil.”
Hz. Zeyneb’in vefâtının ardından Hz.
Peygamber’le beraber hiçbir gazveye katılmayan Ebû’l-Âs, Hz. Ali ile beraber Yemen’e giderek bir
müddet orada görevli olarak kaldı. Daha
sonra Hz. Ebû Bekir’in hilâfeti zamanında h.
12. yılın Zilhicce ayında Medine’de vefât etti
(Şubat 634). Ayrıca h. 11/m. 633
yılında vefât ettiği de kaydedilmektedir ki, bu görüş zayıftır.
Hz. ZEYNEB KRONOLOJİSİ
600: Hz. Zeyneb’in doğumu
610: Hz. Zeyneb’in Ebû’l-Âs b. Rebî‘ ile
evlenmesi
Hz. Zeyneb’in Müslüman olması (Ramazan-Şevvâl)
615 veya 616: Oğlu Ali’nin doğumu
617 veya 618: Kızı Ümâme’nin doğumu
622: Hz. Peygamber’in hicreti
(Safer-Rebiülevvel/Eylül-Ekim)
2/624: Bedir Gazvesi’nde Ebû’l-Âs’ın esir
düşmesi (17 Ramazan/13 Mart)
2/624: Hz. Zeyneb’in hicreti (Şevvâl/Nisan)
6/627: Îs Seriyyesi (Cumâziyelevvel/Eylül-Ekim)
ve Ebû’l-Âs’ın ikinci kez esir düşmesi
7/628: Ebû’l-Âs’ın Müslüman olması ve hicreti
(Muharrem/Mayıs)
Hz. Zeyneb’in Ebû’l-Âs’la bir araya gelmesi
(Muharrem/Mayıs)
8/629: Hz. Zeyneb’in vefâtı (Safer
sonu/Haziran sonları)
11/632 veya 12/633: Ümâme’nin Hz. Ali’yle
Evlenmesi 633 veya
12/634:
Ebû’l-Âs b. Rebî‘’nin vefâtı (Zilhicce/Şubat)
630-634: Ali b. Ebî’l-Âs’ın vefâtı
40/661: Ümâme’nin Muğire b. Nevfel’le
evlenmesi
50/670: Ümâme’nin vefâtı
Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.
Yorumlar