DOKUZUNCU SİFR [FÜTÛHÂT-I MEKKİYYE'NİN] ELLİ DÖRDÜNCÜ KISMI
Rahman
ve Rahim Olan Allah Teâlâ’nın Adıyla
FASIL
İÇİNDE VASIL
Develerin
zekâtının verilmesi gerektiğinde görüş birliği vardır.
Sayı ve (zekâtı gerektirecek miktar anlamındaki) nisap şardarı, şeriatın
hükümleri içinde zikredilmiştir.
VASIL
Bâtınî Yorum
Şari
develerin ‘şeytanlar’ olduğuna
hükmetmiş, bu nitelemeden arınmaları için onlara zekâtı farz kılmıştır.
Çünkü zekât, mal sahibini cimrilik özelliğinden temizler. Şeytanlık ise,
uzaklık demektir. Nitekim dibi derin kuyuya ‘derin kuyu’ (dibi uzak) anlamında
‘bi'ru şatûn’ denilir. Şeytan ‘direndiği, büyüklenerek kâfirlerden olduğu’
için Allah Teâlâ’nın
rahmetinden uzaklığı nedeniyle şeytan
diye isimlendirilmiştir.
\
Allah
Teâlâ’ya ait görülmeyen fiil ve ameller, hiç kuşkusuz ki, Allah Teâlâ’dan
uzaklaştırır. Bu nedenle amel ve fiilleri Allah Teâlâ’ya irca ederek, onlarda
zekât farz kılınmıştır. Zekât, Allah Teâlâ’nın mallardaki hakkıdır. Amel ve
fiiller Allah Teâlâ’ya irca edildiğinde, güzellik elbisesi giyerler. Şöyle
denilir: ‘Allah Teâlâ’nın bütün fiilleri iyidir.’ O halde, kulların amellerinin
kendileri tarafından yaratıldığına inanmaları yönünden Mutezile’ye zekât
farzdır.
Eşari’ye
ise, ameldeki' kazanımını (kesb) kendisine ait gördüğü zekât farzdır. , .
Her
beş devede bir koyun zekât verilir. Buradaki beş, gümüşteki zekâtın aynısıdır
ve onun çeyreğidir. Böylelikle zekât sayısı da temizleyici olmuştur. Nitekim
nisabı aşan miktarlarda zekâtı kabul eden kimse böyle düşünür. Böylece her dört
dinardan bir dirhem, kırk dirhemden ise bir dirhem zekât olarak çıkartır
(öder). Nitekim nisabı aştığında altından bir dirhem zekât olarak çıkartılır
(verilir). Gümüş ise, altın cinsinden değildir. Aynı şekilde, aynı sınıftan
olmadığı halde, beş devenin zekâtında da aynı cinsten olmayan bir koyun
verilir.
(Hırsızlık
suçu söz konusu olduğunda) Allah Teâlâ’nın hakkı da ateşte yanmak veya
hırsızlık halinde kesilmek suretiyle organdan alınır. Sorumlu nefs ise,
hırsızlığı yapandır ve o organla aynı cins değildir: Böylece kesmek suretiyle
hırsızlıktan temizlenmiş olur. Nitekim beş deve de, temizlenenlerle aynı
cinsten olmasa bile, bir koyunun zekât olarak verilmesiyle temizlenir.
Kuşkusuz
nisabı aşan malların hükmü daha önce zikredilmişti, burada tekrara gerek
yoktur.
VASIL
Yavru Develerin Zekâtı
Bazı
âlimler, yavru develerde zekâtın
farz olduğu görüşündeyken bazıları farz olmadığı görüşündedir. -
VASIL
Bâtınî Yorum
Meselenin
bâtınî yorumu şudur: Yetişkin
oluncaya kadar küçüğe teklif farz değildir. Dolayısıyla küçük develerin zekâtı
yoktur. Küçüğe
namaz
öğretilir ve on yaşındayken kılmasını sağlamak için cezalandırılır. İnsan,
sadece farzı terk nedeniyle cezalandırılabilir, halbuki yetişkinlik henüz
gerçekleşmemiştir. Bu yaklaşıma göre küçük develere zekât farzdır. Bu durumda
akıl, yetişkin olmasa bile çocukta bulunmuştur. Yetişkinliği dildcate alan
kimse, hiç kuşkusuz ki, teklifi düşürmüş, aklın yerleşmesini dildcate alan
kimse ise, şeriatın hüküm verdiği konuda -çünkü bu konuda hüküm şeriata
aittirteldifı farz saymıştır.
Allah
Teâlâ şöyle buyurur: ‘Onları zürriyetlerine katarız." Başka
bir ayette ise ‘Ona çocuk iken hüküm verdik’2
buyrulur. Beşikteki çocuğun ‘Bana Allah Teâlâ hikmet vermiş ve beni
peygamber yapmıştır, beni bulunduğum her yerde mübarek yapmıştır’3
dediğini bildirmiştir. Beşikte olan veya başka birinin (Yahya) ‘Yaşadığım sürece bana namaz kılmayı ve
zekât vermeyi, anne-babaya iyilik yapmayı tavsiye etti’4 dediğini
bildirir. Hz. İsa’nın annesine yaptığı iyiliklerden biri, tanıklığıyla onu bir
iftiradan aldamasıydı. İsa, bu esnada iddia ettiği her konuda geçmiş zaman
kipiyle konuşmuş, bütün bunların kendisi beşikteki bir bebekken
gerçekleştiğini dinleyenlere bildirmiştir. Allah Teâlâ, ona yaşadığı sürece
namâz kılmayı ve zekât vermeyi farz kıldığını, kendisine kitap ve hikmet
verdiğini bildirmiştir. Fakat insanlar, başka bir zamanda zuhur edinceye kadar
kendisine verilmiş kitabı görememiştir. Hikmete gelirsek, kuşkusuz hikmet,
beşikteyken bu gibi ifadeleri söylemiş olmasında gözükmüştür.
İnsan,
bu bedende üzerinden pek çok zaman geçmediği için, cismi bakımından küçüktür.
Süresinin en küçük parçası, oluşma zamanıdır. Sonra, süresi ölüm vaktine kadar
büyür. O halde, bedeni büyüdükçe, ömrü küçülür. Dolayısıyla büyümeyi ve
küçülmeyi kendisine izafe etmekten hiçbir zaman ayrılmaz. O halde onun artışı
eksilmesi, eksilmesi ise artışının ta kendisidir. Bu İlâhî yönetişin ne kadar
güzel olduğuna bakınız!
FASIL
İÇİNDE VASIL
Koyunların Zekâtı Hakkında
Fasıl
Koyunların zekâtının verileceği hususunda görüş birliği vardır.
Başarıya erdirmek Allah Teâlâ’ya kalmıştır.
Bâtınî Yorum
Allah
Teâlâ insanın nefsi hakkında şöyle buyurur: ‘Onu arındıran kurtuluşa ermiştir.’5 Daha
önce bundan söz etmiş ve Allah Teâlâ’nın koyunun başını insan-ı kâmil’in yerine
yerleştirdiğini belirtmiştik. Bu nedenle koyun, onun kıymetidir. Koyunların
derecesinin ne kadar büyük olduğuna bakınız! Bir koyun, saygın bir peygamberin
fidyesi oldu. Allah Teâlâ şöyle buyurur: ‘Onun karşılığında büyük bir fidye verdik.’6 Böylece
Allah Teâlâ koyunu yüceltmiş ve onu bu saygın peygamberin yerine yerleştirmiş,
koyun da yerleşmiştir. Nefsini arındıran kurtuluşa erdiği gibi, (nefsin, yerine
konulan) koyunlara da ‘zekât (ve arındırma)’ farz kılındı.
Bir
peygamberin fidyesi, kurban olarak kesilecek bir koç mudur?
Kurban
edilirken bir koçun sesi nerede,
İnsanm
hareketi nerede?
Yüce Allah
Teâlâ bize veya ona inayet ederek o koçu yüceltti
Bilmiyorum
hangi terazidendir bu yüceltme?
Kuşkusuz
ki develer kıymetçe daha ağırdır
Ama
kurban için koçun kesilmesinden daha aşağı derecede oldu
Bir koçun
cılız bedeni zatıyla
Rahman’ın
halifesine nasıl vekil olduğunu keşke bileydim?
FASIL
İÇİNDE VASIL
ineklerin Zekâtı Hakkında
Fasıl
Şeriat
bilginleri,
ineklerde zekât olduğunda görüş birliğine varmıştır.
Bâtınî Yorum
Allah
Teâlâ insan nefsi hakkında şöyle der: ‘Onu arındıran kişi kurtuluşa ermiştir.’7 Kastedilen, nefstir. İnek ile insan
arasındaki ilişki, güçlü ve etkilidir. Bu nedenle (Allah Teâlâ),
(İsrailoğullarının yaşadığı bir olay nedeniyle) ölüyü bir parçasını vurarak
inek vasıtasıyla diriltmiştir. ‘Vurma’, kahır özelliğine işaret etmek üzere
zikredilmiştir, çünkü insan, hayat sebebinin bir inek, üstelik kesilmiş ve
hayatını yitirmiş bir ineğin olabileceğini küçümser. Bir parçasıyla kendisine
vurulan insan bu sayede canlanmıştır. Bu parça kendisine sunulduğunda insan
diretmiş, ardından ineğin bir parçasıyla kendisine vurulup kibri ezilerek
canlanmıştır. Allah Teâlâ insanı o kibre sahip yaratmıştır. Allah Teâlâ’nın
insanı ölü bir ineğin parçasıyla diriltmesinin nedeni, hem tanım hem hakikat bakımından
kendisiyle hayvan arasmda ortaklığın gerçekleştiğini kendisine bildirmekti,
insan ve diğer canlılardan her birisi cisimdir, beslenendir, duyu sahibidir.
Canlıdan her birisi, kendi zatının kurucu parçasıyla diğerinden ayrılır. Söz
konusu ayırıcı özellik nedeniyle bu insan, o inek, şu koyun vb. diye
isimlendirilir, insan ise, sadece kendi ayırıcı özelliği nedeniyle (inek
vasıtasıyla diriltilmeye) diretmiş, hayvanlık yönünün de tıpkı kurucu yönü
gibi olduğunu zannetmişti. Allah Teâlâ ise, gerçekleşen olayla bütün
hayvanlarda canlılığın tek bir hakikat olduğunu ona bildirmiş, böylelikle sahip
olmadığı bilgiyi kendisine vermiştir. Bu ölünün durumunda da aynı şey söz
konusudur: Burada ölü insan, hayvanlığına ait hayatıyla canlanmıştı, yoksa
düşünen (canlı) olması bakımından insanlığına ait hayatla canlanmamıştı.
İsrailoğulları arasındaki bu insanın konuşması da, ineklerin konuşması gibiydi.
Nitekim onlar şöyle demişti: ‘Ben bunun için yaratılmadım, ekin için
yaratıldım.’
Rasûlullâh
sallallâhü aleyhi ve sellem İsrailoğulları içinde gerçekleşen bu hadiseyi anlattığında,
sahabe şaşırarak ‘bir inek konuşur mu?’ diye sormuş, Rasûlullâh sallallâhü
aleyhi ve sellem ‘ben inandım’ diye cevap vermiştir. Halbuki sahabe, Allah Teâlâ’nın
bundan daha şaşırtıcı bir şey söylediğine dikkat etmemişti. Allah Teâlâ, bir
ayette derilerin şöyle söyleyeceğini bildirir: ‘Bizi her şeyi ko-
nuşturarı Allah Teâlâ konuşturdu.’8
Burada, Allah Teâlâ’nın iç gözünü açtığı kimselerin anlayacağı gizli bir bilgi
vardır.
Öyleyse,
insan nefsinde (arındırma, zekât) gerçekleştiği gibi ineklerde de zekât farz
oldu. Burada, inek ve insan arasında bir ‘ara durum’ ilişkisi vardır, inek,
zekâtı verilen canlılar içinde koyun ve deve arasında bulunurken insan melek
ile hayvan arasındadır. Yanı sıra, ölüsüyle ve (bir parçasıyla ölüye)
vurulmasıyla canlanmanın gerçekleştiği inek de yaşı ve rengi halamından arada
bulunuyordu. O, ‘ne alaca ne sarı, bunların arasındaydı.’ Bu ise, ara bir
durumdur. Başka bir ifadeyle ineğin rengi, ne beyaz ne siyahtı, bilakis
sarıydı. Sarı ise, beyaz ile siyah arasında ara bir renktir.
Meselenin
bâtınî yorumu hakkında ima ettiğimiz hususları iyice öğren! Çünkü bunlar,
kıymetli bilgileri ve sadece ‘bakanlar’ ve ‘ibret alanların’ bilebileceği
sırları içerir.
FASIL
İÇİNDE VASIL
Tohumlular (Hububat) ve
Hurmalar
Bilginlerin görüş birliğiyle, bunlarda gerekli zekâtı daha önce
belirtmiştik.
VASIL
Bâtınî Yorum
Bitkisel
(nebatî) nefs, beslenmeyle büyüyen
nefstir. Bu nedenle insandaki nebatî nefsin ‘zekâtı (arındırılması)’ oruçla
yapılır. Fakat Allah Teâlâ yolunda onun bir şartı vardır. Şöyle ki: Oruçlu,
gündüz yemekten uzak durur. Cimrilikten kurtulmak için ise, gündüz yemek
hakkına sahip olduğu şeyi alıp onu sadaka olarak vermesi gerekir. Bize göre,
böyle yapmadığında ve gündüz kaçırdığı şeyleri geceleyin telafi ettiğinde, oruç
tutmuş sayılmaz. Allah Teâlâ ehlinden seçkinlerin orucu, sıradan insanların
orucundan böyle ayrışır. Allah Teâlâ’nın peygamberinin sahur yapması, sıradan
insanlara dönük bir merhametti'. Bu sayede onlar, kendisine uyacakları şeyi bulabilirler.
Çünkü Rasûlullâh sallallâhü aleyhi ve sellem şöyle buyurur: ‘Kim iftar yapmadan
oruç tutarsa, seher (sahur) vaktine kadar tutsun.’ Bununla birlikte peygamber
iftarlarm aceleyle yapılıp sahurların geciktirilmesini teşvik etmiştir. Allah Teâlâ
şöyle buyurur: ‘Biz seni âlemlere
rahmet olarak gönderdik,59
Tohumluların
zekâtının bâtınî yorumu budur. Güvencem Allah Teâlâ’yadır.
VASIL
Hurmaya
gelirsek, daha önce belirttiğimiz gibi, onda da bütün
bilginlerin görüş birliğiyle zekât vardır. Daha önce bunu belirtmiştik.
VASIL
Zekât
konusunda hurmanın bâtınî yorumuna gelirsek,
bilmelisin ki: Peygamber hurma ağacını halamız saymış ve insanların bir sorusu
üzerine onu mümine benzetmişti. İnsanlar, (kastedilenin) çöl ağacı olduğunu
düşünmüşken Abdullah b. Ömer ise Rasûlullâh sallallâhü aleyhi ve sellem’in
kastettiğinin hurma olduğunu söylemiş, peygamberin söylediğini doğru bir
şekilde tespit etmişti. Hadisten bilmece-bulmaca sormanın mubah olduğuna kanıt
getirilir.
Şeriat
hurmada zekât belirlediği gibi mümin de ‘el-Mümin’ isminde Hakka ortak olduğu
için bu isimde Hakka ait ve zekât diye isimlendirilen bir Hakk ortaya
çıkmıştır. Aynı şey, bütün güzel isimlerde söz konusudur. Mümin, bütün
sözlerinde, fiillerinde ve hallerindeki doğrulukla kendisine dönük bu bağ ve
ilişkiyi temizler (zekâtmı verir). Yanı sıra, korkan herkese kendi yönünden
güven verir. Bu konuda dürüst olursa, Allah Teâlâ da kendisini tasdik eder ve
doğrular, çünkü Allah Teâlâ sadece doğru sözlüyü doğrular. Allah Teâlâ ise,
başka bir yönden değil, el-Mümin ismi yönünden onu doğrular. Öyleyse müminin
doğruluğu, Allah Teâlâ’nın el-Mümin ismini kendisine döndürmesi demektir. Bu
durum, aynadaki görüntünün aynaya bakan insana dönmesine benzer. Mümin, bu
kulun hakkında doğru olduğu işte Hakk kendisini doğrular. İşte bu, imanın
kendisiyle ilişkisi yönünden onun zekâtıdır. Böylelikle kişi sözünde,
davranışında ve hallerindeki doğruluğuyla imanında Allah Teâlâ’ya ait haltla
verir.
Zekâtı
verilmesi gereldi mallardan hakkında görüş birliği bulunanların kısımları
tamamlandı, görüş ayrılığı bulunanlar da bunlara katılır. Çünkü görüş ayrılığı
bulunan mallar, ya bitki, ya hayvan ya da madendir. Bunları ise, hakkında
görüş birliği bulunan mallardan söz ederken açıkladık. Öyleyse, söz uzamasın
diye, görüş ayrılığı bulunanlar hakkında (hakkında konuştuğumuz kısımlara ait
hükümle) hüküm verip bâtınî yorumları da her sınıfa özgü yorumla yapılmalıdır.
Bu kitaptaki yöntemimiz, imkân ölçüşünce (mümkün olduğunca) özedemek ve kısa
anlatmaktır. Çünkü kitap, Allah Teâlâ yolunda zorunlu olan ana ve asılları
içeren büyült bir kitaptır. Oğullar ve ferler, neredeyse sınırsız, hatta sınırsızdır.
‘Allah Teâlâ hakkı
söyler. O, doğru yola ulaştırır.
’10
FASIL
İÇİNDE VASIL
Tahmin Hakkında
Tahminde bulunmanın caiz olduğunda görüş
birliğine tahminle varılmıştır. Bu, ölçü yerine geçmek üzere, (zekâtı verilecek
mallarda) nisap miktarını belirlemektir.
VASIL
Bâtınî Yorum
.
Tahmin, bilgiye, ölçülerin
belirlenmesine ve keskin bir görüşe gereksinim duyan tehlike bölgesidir. Allah
Teâlâ şöyle buyurur: ‘Ölçüp biçenlerin canı çıksın.’11 Bu
yorum, (bağlayıcı yorum anlamındaki) tefsire katılabilecek (bağlayıcı olmayan
tasavvufî yorum anlamındaki) işarettir. Fakat biz bunu tefsir olarak
zikretmiyoruz, sadece anlaşılır yapmak için kullandık. Ölçüt ve tartı, bilgi
sayılır. Tahmin baskın zan demektir, esas olan ise bilgidir. Bilgiyi elde etmek
mümkün olmadığında, güçlü zan ile hüküm veririz. Bu ise, sadece şerî
hükümlerde, başka bir ifadeyle ferî hususlarda geçerlidir. Çünkü hâkim,
yaptığı tanıklık hakkında doğru söyleyip söylemediğinden emin olmadığı bir
şahidin tanıklığıyla hüküm verir. Öyleyse, dince geçerli hükümde asıl olan şey,
güçlü zandır. Güçlü zan, Allah Teâlâ nezdindeki mutlulukta bile geçerlidir.
Çünkü Al-' lah şöyle buyurur: ‘Ben kulumun bana olan zannına göreyim, benim
hakkımda iyi zanda bulunsun.’ Binaenaleyh Allah Teâlâ hakkında iyi zanda
bulunmak kulu Mutlu edeceği gibi kötü zanda bulunmak da onu mutsuz eder. ‘İşte bu Allah Teâlâ hakkındaki zannımzdır.’12
,
Bilginler, hâkimin iki hasım arasında güçlü zanla hüküm vermesinin
(geçerliliğinde) görüş ayrılığına düşmemiş, bilgiyle hüküm vermesinde görüş
ayrılığına düşmüşlerdir. Böyle durumlarda güçlü zan, kendisine başvurulan bir
asıl haline gelmişken bilgi, hakkında görüş ayrılığına düşülen husus oldu. Allah
Teâlâ nezdinde sadece bilgi bulunsa bile, O da görerek hüküm verir. Bu nedenle Allah
Teâlâ şöyle buyurmuştur: ‘De ki, Rabbim Hakk ile hüküm ver.’13 Yani,
benim için yasa yaptığın ve beni kendisiyle gönderdiği Hakk ile hüküm ver.
Bu
yolda Allah Teâlâ’yı akıl yoluyla bilmek, tahmin yoluyla bilmek sayılır. Bu
nedenle, kanıdara zarar yeren kuşku kabul edilir. Allah Teâlâ’nın kesin bir
rivayet zinciriyle aktarılan şeriada bilinmesi ise, kesin bilgidir. Bağ bilinmese
bile, rivayeti kabul edenler için kuşku kendisine zarar vermez. Öyleyse (kesin
şekilde) Allah Teâlâ’yı bilmek, şeriat sayesinde gerçekleşebilir. Bu ise,
Hakkın kullarına kendi durumunu bildirmesidir, çünkü Allah Teâlâ kendisini
kullarından daha iyi bilir. Allah Teâlâ’yı Allah Teâlâ’dan öğrenmek, O’nun
‘tenzih ve teşbihi birleştiren’ olduğunu bilmek demektir. Böyle bir şey ise,
teorik kanıdarda geçerli değildir. Başka bir ifadeyle hakkında hüküm verilen
birinin iki zıddı kendinde birleştirmesi, bu durumun dışında geçerli değildir.
Bu durumda Allah Teâlâ hakkında yaratıkları hüküm vermediği gibi aynı zamanda
yaratıkların aklı, teorik araştırmaları ve fikir gücü de hüküm vermiş değildir.
Öyleyse yaratıkların Allah Teâlâ hakkında söylediği ‘O şöyledir’ veya ‘böyle
değildir’ şeldindeki yargıları, hiç kuşkusuz ki, birer tahminden ibarettir.
Tahmin eden ise, bazen yanılır bazen isabet eder. Allah Teâlâ’yı kesin olarak
bilmek tahmin yoluyla bilmekten daha iyidir. Bununla birlikte, Allah Teâlâ’yı
bilmede başlangıçta tahmin de kaçınılmaz olarak gereklidir.
FASIL
İÇİNDE VASIL
Hasattan Önce Ürün Sahibinin
Hurma ve Ekininden Yemesi
Bazı
bilginler, nisapta bu miktarın hesaplanması
gerektiği görüşündedir. Bazı bilginler ise, hesaplama gerekmediğini ileri
sürmüştür. Onlara göre tahmini yapan görevli, yediği ve içtiği şeyleri mal
sahibine bırakır.
VASIL
Bâtınî Yorum
İnsanın
ürün ve ekini, onun amelleridir.
Amelleri ise, (ya) vacip (ya) mendup, daha çok da mubahlardır. Mekruh ye
mahzurlu (haram) olanların buraya girmesi söz konusu değildir. Bilhassa
mahzurlu şeyler, zekâta giremez. Bazen ise, mahzurlu amelin işlenmesindeki özel
bir yolla zekâta girebilir. Şöyle Ki: Müminin günahı, itaat ile karışmaksızın
saf bir halde meydana gelemez. Onlar ‘salih amel ile bir kısım da günah
karıştıran kimselerdir.’ Günaha katışan itaat, işlenen o günahın ‘günah’
olduğuna iman etmektir. Öyleyse bu iman, günah içindeki bir itaat olduğu gibi
aynı zamanda uzaklık içindeki yakınlıktır. Binaenaleyh bu iman, o günahın
zekâtıdır.
Böylece
mahzurlu (amel, içerdiği) iman ile temizlenir. Bu durum ‘Allah Teâlâ onların günahlarını
iyiliklere çevirir’14 ayetinde
belirtilir. Mümin günaha bu ölçüde (bir iyiliği) verdiğinde, Allah Teâlâ’nın
amelini kabul edeceğiyle ilgili ümidi gerçekleşir. Bu ise ‘Diğerleri ise günahlarını itiraf eder,
bir kısım da salih amele günah karıştıranlardır’15 ayetinde
belirtilen
husustur.
Bunlar, içlerinden bir kısmını ‘Allah Teâlâ’nın, tövbelerini kabul etmesi’16 umulanlardır. Başka bir ifadeyle Allah
Teâlâ, merhamet, (amellerini) kabul,’ bağışlama ve günahlarını değiştirmeyle
kendilerine döner. İşte bu, haramda etki yapan zekâtın inayetidir.
İtaadere
gelirsek, onların nisabı zekâtın gerektiği miktar; zekâdan ise özellikle
sahibinin mubah işlemesidir. Bu, nefse özgü olan şeydir. Çünkü zekât Allah
Teâlâ’nın hakkı olsa bile, bu durum sadece Allah Teâlâ’nın kendisini emretmiş
olması bakımından böyledir. Dolayısıyla zekât, (gerçekte) bize döner. Çünkü Allah
Teâlâ, zekâtı alacak sınıfları sayarak, onun nerelere verileceğini
belirlemiştir. Allah Teâlâ insanın bütün amellerinden onun sekiz organına sekiz
uzvuna sadaka vermiştir. Bunlar, Allah Teâlâ’nın bütün, amellerinden insana
verdiği zekâttır. Bu durum, insanın yoksulluğu, fakirliği ve amelinden olduğu
kadar Rabbine itaat etmeye alışması, imanı bakımından onda niyetini toplaması,
boynunun mubah vakiderde vacipleri (işleme) boyunduruğundan kurtulmasından
kaynaklanır. Bununla birlikte vacipler, mubah vakitierde de bulunur. Çünkü
insanın mubahın da mubah olduğuna inanması gerekir vs. (buna inanmak da farzı
işlemek demektir).
(Baştaki
fıkhı hükme dönersek) Hasattan önce yenen ekini nisaba katan bilgili', söz
konusu şeyin de kendisine emredilen şey arasında bulunmasını dikkate almıştır.
Çünkü mubah, tıpkı vacip gibi, vaciptir. Bu nedenle sahibi, onda doğal bir
şekilde değil, kendisine izin verilmiş kimse gibi hareket eder. Bunun hesaba
katılmayacağını düşünen bilgin ise, mubah olsa bile, mubahta yükümlülüğün
düşmesini dikkate almıştır. Çünkü yükümlü serbest olamaz. Yükümlülük bir
meşakkattir. Serbestiikte ise, bir tereddüt ve hayret içerse bile, meşakkat
yoktur.
FASIL
İÇİNDE VASIL
Zekâtın Vaktiyle İlgili
Fasıl
Birinci
nesildeki
bilginlerin çoğunluğu, sene şartının gerçekleşmesiyle altın, gümüş ve
yürüyen mallarda zekâtın farz olduğunda görüş birliğine varmıştır. Bu konuda
bize herhangi bir görüş ayrılığı aktarıl-
mamıştır.
Bunun tek istisnası, İbn Abbas ve Muaviye’dir. Bu ikisine göre, peygamberden bu
konuda güvenilir bir hadis aktarılmamıştır.
Bilinmelidir
ki, zekâtta sene, zamanın tamamlanmasıdır. Böylelikle zaman, nisabın
tamamlanmasına benzemiştir. Nisap miktarının tamamlanması şart olduğu gibi
zamanın tamamlanması da bir şarttır. Zamanın tamamlanmasının anlamı, dört
mevsimi içerecek şekilde genişletilmesi demektir (bir yıl). Bu nedenle,
iktidarsızda bir yıl beklenir. Yani, durumunda bir değişme olmaksızın üzerinden
dört mevsim geçer. Başka bir ifadeyle, ona etki edecek yeteneği olmadığı için,
iktidarında bir hükmü yoktur, insanın kemali, sadece aklindadır. Aklıyla olgunlaştığında,
hiç kuşkusuz, gücü de yetkinleşmiş demektir. Bu nedenle, zekât vermesi vacip
olur. Akıl bakımından yetkinleşmek, insanın Allah Teâlâ’nın üzerindeki
haklarını bilip onları yerine getirmeye çalışması demektir.
Tohumluların
ve hurmanın zekât vakti, sene şartı olmaksızın, hasat ve toplanma günüdür.
Çünkü tohumun üzerinden sene geçmiştir. Bu ise, sonbahar, kış, ilkbahar ve
yazın tohum üzerindeki etkisidir. Bu sayede tohum, bu yorumla, sene hükmünün
dışında kalmamış gibidir. İbadederin bir kısmı seneyle irtibadıdır. Bunlara
örnek olarak, hac, oruç ve zekâtı verilen mallardan zikrettiğimiz sınıfları
verebiliriz. Bir kısım ibadet ise, seneyle irtibatlı değildir. Bunlara örnek
olarak ise, namaz, umre, haccın dışındaki gönüllü iyilikleri verebiliriz.
Haccın ise, farzı da nafilesi de seneyle irtibaüı olmada birdir.
FASIL
İÇİNDE VASIL
Madenlerin Zekâtı
Bilginlerin bir kısmı, madeni altın ve gümüşe
benzeterek, nisapla birlikte yılı da dildcate almışken bir kısmı toprağın
bitirdiği ve sene şartının bulunmadığı ekinlere benzeterek sene şartını değil,
sadece nisap miktarını dildcate almıştır.
Bâtınî Yorum
Maden,
cisimlerin kendisinden oluştuğu doğa (tabiat)
demektir. Tikel ve doğal cisimlerin nefsleri, dört hakikattir. Bunların bir
araya gelmesiyle, cisimler âlemi ortaya çıkmıştır. Metafızik’te ise (ilm-i
ilâhî) âlem; diri, bilen, irade eden ve güç yetiren olması yönünden Allah
Teâlâ’dan ortaya çıkmıştır. Alemde bir hükmü olan Allah Teâlâ’ya ait her isim,
bu dört ana ismin kapsamı altındadır.
Madenin
zekâtında (seneyi değil) nisabı dikkate alan bilginler, bu durumu dikkate almış
demektir. Çünkü o, zaman üstüdür. Doğadan oluşan şey insandan da oluştuğu
zaman, nisap gerçekleşmiş demektir. Bu durumda zekât farz olur. Bu ise,
metafizik bilgiye göre, oluşturmanın (yaratma) ancak kendileriyle
gerçekleşebildiği sabit dört niteliğe onu katmak demektir. Doğa, bir araçtır,
ilah değil!
Nisabın
yanı sıra sene şartını da gerekli görmenin bâtınî yorumu ise şudur: Unsurlardan
oluşan şey -doğadan değilinsandan oluşabilir. Unsurlardan ise, ancak üzerlerinden
zamanın geçmesiyle bir şey oluşabilir. Bu ise, üzerlerinde bulunan feleklerin hareketleridir.
Öyleyse, onların zekâtı zamanla sınırlıdır. Bu durumda zekât, o oluşturmadaki Allah
Teâlâ’nın hakkını vermek demektir. Bunu ise, sebebine bakmaksızın, oluşturmayı
özel yöne izafe etmekle gerçekleşir; söz konusu özel yön, her mümkünde Allah
Teâlâ’ya ait şeydir. İşte bu, emir ve halk âlemidir. Birinci olan ise, bilhassa
emir âlemidir. Bunu bilmek gerekir!
FASIL
İÇİNDE VASIL
Malın Kârında Sene Şartı
Bir
grup, asıl mal nisap
(miktarına ulaşsa da ulaşmasa da) onun senesinin, kazanıldığı günden
itibaren dikkate almacağını söylemiştir. Ben de bu görüşteyim. Bir grup bilgine
göre ise, kârın senesi ana ma-
lın
senesidir. Yani, ana mal seneyi tamamladığında, onunla birlikte kârın da
zekâtı verilir. Bu görüşte, kâr ile birlikte nisaba ulaşmışsa, ana malın
(kârdan önce) nisaba ulaşmış olup olmaması birdir. Bu görüş sadece Malik ve
taraftarlarına aittir. Bir grup ise, üzerinden bir sene geçen malın nisap
miktarına ulaşıp ulaşmayışını ayırt ederek, ‘Nisap miktarına sahipse kârın
zekâtı ana malla birlikte verilir, ulaşmamışsa verilmez’ demişlerdir.
VASIL
Bâtınî Yorum
Ameller,
maldır. Amellerin kârı ise, onlardan
oluşan suretlerdir. Söz gelişi, namaz kılan veya zikir yapan kimsenin zikrinden
ve namazından, kıyamet gününe kadar o kişinin bağışlanması için dua eden bir
melek yaratılır. Öyleyse amellerin giydikleri suretler, onlarm kârlarıdır.
Örneğin zekâtı vermeyene, zekât miktarındaki malı bir ejderha olarak gelir ve
kendisine ‘bale, bu senin hazinendir’ denilir.
Ameller
iki kısma ayrılır: Birincisi ruhsal amellerdir ki, kalp amelleridir; İkincisi
bedenin (doğa) amelleridir, bunlar ise, duyulur amellerden ibaret olan
cisimlerin amelleridir. Duyulur bir amelde sene dikkate alınırken manevi
amelde sene şartı dikkate alınmaz. Manevi amel, zaman hükmünün dışındadır.
Nisabın ise, hem manada hem duyuda dildeate alınması gerekir. Daha önceki
bölümde nisabm -ki miktar demektirbâtını yorumundan söz etmiştik.
Zekâtın
bu kârı temizlemesi ise, sahibine bundan dönen iyilik olarak kendini gösterir.
Zekâtı veren kişi, yoksula, miskine vb. kimselere zekât verdikleri için (Allah Teâlâ’nın
kendilerine iyilikte bulunduğu) kimselerin özellikleriyle nitelenmesiyle (bunu
gösterir.) Bu durum, amellerden yaratılan meleklerle ilgili söylediği bir
hadiste dile getirilmiştir. Bu melek ‘kıyamet gününe kadar o kişi adına
bağışlanma talebinde bulünur.’
Mekke’de
uyurken rüyamda Rasûlullâh sallallâhü aleyhi ve sellem’i görmüştüm. Kâbe’yi
göstererek şöyle diyordu: ‘Ey bu evin sakinleri! Gece gündüz hangi vakitte
olursa olsun, .bu evi tavaf edenleri gece veya gündüz diledikleri bir vakitte
namaz kılmaktan engellemeyiniz! Çünkü Allah Teâlâ namaz kılan kişi için
namazından bir melek yaratır. Bu melek, kıyamet gününe kadar o kişi adına
bağışlanma talebinde bulunur.’ Bu rivayetin bir kısmının doğruluk ölçütü, Rasûlullâh
sallallâhü aleyhi ve sellem’den rivayet edilen şu hadistir: ‘Ey Abdimenaf
oğullan! Bu evi (Kâbe) tavaf edip gece veya gündüz dilediği bir vakitte namaz
kılan birini engellemeyiniz!’ Hadisi, Nesai es-Sünen’inde kaydetmiştir. En
iyisini Allah Teâlâ bilir!
FASIL
İÇİNDE VASIL
Kazançların (Fevaid) Zekâtında
Sene
Maldan, kârının dışında kazanılan şeylere fevaid denilir.
Bazı bilginler şöyle demiştir: ‘Bütün bilginler, mal nisap miktarından az ise
ve kârın dışindaki başka bir mal eldenip ikisinin toplamıyla nisap miktarı
meydana gelmişse, (nisap) tamamlandığı günden itibaren bir sene beklenir.
Bilginler, üzerinden bir sene geçmiş nisap miktarı malı bulunan birinin tekrar
mal kazandığında ne olacağı hususunda görüş ayrılığına düşmüştür. Bazı
bilginlere göre, üzerinden sene geçtiği için nisap miktarına ulaşmış malın
zekâtı verilir. Kazanılmış mal, zekât gereldi mala eklenmez. Ben de bu
görüşteyim. Bazı bilginlere göre ise, asıl mal nisap miktarındaysa bütün
kazançlardan zekât verilir. Onlara göre kâr da böyledir.
VASIL
Bölümün Bâtınî Yorumu
‘İyi
bir adet çıkartan kimse, o adetin
ve onu yapanların sevabını kazanır.’ Böyle bir insan, kendi amelinden olmaksızın,
başkasının amelinden bir mal kazanmış sayılır. Kazanılan şey, onun kârıdır ve
o bir ameldir. Bâtınî yorumda bunun hükmü, zâhirdeki hüküm gibidir. Nitekim,
aradaki görüş ayrılıkları ve görüş birliğine varılmış hususlarla .birlikte,
mezheplerin bu konudaki düşüncelerini açıklamıştık. Önceki bölümlerdeki bâtınî,
yorumlar ile bu bölümün bâtınî yorumu birdir.
FASIL
İÇİNDE VASIL
Koyun Yavrularının Üzerinden
Sene Geçmesinin Bâtınî Yorumu
Bazı
bilginler, yavrunun senesi, anasının
senesiyle birdir demiştir. Burada, anaların nisap miktarına ulaşıp ulaşmayışı
birdir. Bazı bilginler ise, analar nisap miktarına ulaşmadıkça, analardaki
senenin yavruların senesi olmayacağını ileri sürmüştür.
VASIL
Bâtınî Yorum
‘Zürriyederini
onlara eklediğimiz gibi kendi
amellerinden de bir şey eksiltmedik.’ Bu durum, ‘iman edip kendilerinden sonra
gelen zürriyetlerinin de imanda kendilerine uyduğu’ insanlarla ilgilidir. Bu
zürriyet, gönüllü yapılan iyilikler gibidir. Analar (atalar) ise, farz
iyilikler gibidir. Farzlarla (Allah Teâlâ’ya) yaklaşıldığı gibi aynı zamanda
gönüllü (nafile) ibadetlerle de yaklaşılır. Kuşkusuz, nafile iyiliklerin Hakka
yakınlığı sağladığını belirten rivayeder gelmiştir. Böylelikle Şari nafile
ibadetler için kendiliklerinde bir hüküm belirlemiştir. Hüküm bakımından
yavruları ayrı ele almanın bâtınî yorumu budur.
Daha
önce zikrettiğimiz görüşlere göre, koyunların yavrularını (hüküm bakımından)
analara katmanın bâtınî yorumu şudur: Nafile iyilikler, farz sayıldığı gibi
hükümleri de farzlarla birdir, zaten bu nedenle de farzlara katılmışlardı.
Örneğin nafile bir namazı -ki bu, insana farz kılınmamış ve yapmadığında
günahkâr olmayacağı ibadettirele alalım: İnsan nafile bir namaza veya hacca
veya oruca başladığında, o ibadetteki farzları yerine getirmek zorundadır. Buna
göre rükû, secde, ayakta durmak nafile namazda da farz ve vaciptir. Namaz,
ancak bu unsurlarla geçerli olabilir. Bu nedenle, (kıyamette namazları eksik gelen
kulla ilgili olan) kutsi bir hadiste Allah Teâlâ şöyle buyurur: ‘Kulumun farz
namazını nafilesinden tamamlayınız.’ Böylelikle, farz lalınmış namazın bir
farz unsuru, nafile ibadetin farz unsurundan tamamlanır. Bütün ameller için bu
durum geçerlidir. Öyleyse nafile iyililderde Allah Teâlâ’nın hakkı, bu
iyiliklerin içerdiği (rükû, secde gibi) farzlardır. Bu Hakk ise, o ibadetlerin
zekâtıdır. Bu konudaki fazlalık ise, sahibine döner. Bu nedenle Hakk, nafile
ibadet yaparak kendisine yaklaşan ‘kulun gözü ve kulağı olur.’
FASIL
İÇİNDE VASIL
Yürüyenlerde Kazanç Malın
Durumu
Daha
önce benzer bir
durumun bâtını yorumu, kazanç bahsinde geçmişti. Onun yinelenmesi
gereksizdir, sadece dikkat çekmek için burada ona yer verdik.
FASIL
İÇİNDE VASIL
Alacaklarda Zekât Gerektiğini
Düşünenlere Göre, Borçlarda Sene Şartının Bâtınî
Yorumu
Bir
grup şöyle demiştir: Borçludan borcunu
aldığı günden itibaren bir yıl beldenir. Alacakta zekâtın bulunduğunu düşünen
bilginler görüş ayrılığına düşmüştür. Bir kısmına göre, borç verildiği an
dikkate alınır. Bu sürenin üzerinden bir yıl geçerse, senelik zekâtı verilir.
Üzerinden birkaç yıl geçerse, geçen her sene için bir zekât verilir. Bu görüş
sahibi bilgin, alacaklıyı malı elinde bulunan kimse saymıştır. Bazı bilginlere
göre ise, bilhassa tek bir yıl için zekât verir. Alacak borçluda birden fazla
sene kaldığında ise, bunun dışında bir zekât düşmez. Bu görüş sahibinin bir
kanıtının olup olmadığını bilmiyorum.
VASIL
Bâtınî Yorum
Bir
hadiste belirtildiği gibi, ‘ölmüş
kimse ve hacca gidemeyecek durumdaki bir kişi adına hac yapılabilir.’
Üzerinde Ramazan borcu var iken ölen bir insanın velisi de, onun adına oruç
tutabilir. Böylelikle bu fiil, (ölü için) oruç tutacak veya hacca gidecek veli
üzerinde Allah Teâlâ’nın bir hakkı haline gelir. Bu Hakk ise, alacaktaki zekât
miktarının (gerçekleşmesi) demektir ve Böylelikle borçlunun yükümlülüğü
ortadan kalkar. Nitekim borçlu kişi, malın sahibi olmadığı için, borcundan
dolayı zekâda yükümlü değildir.
Alacak
borçluda bulunduğu sürece sahibinin zekât vermesi gerekmez diyen bilgmler ise,
'insan ancak
yapabileceğinden sorumludur’17
ayetini dikkate almıştır. Bu esnada ise, kendisiyle iyilikler peşinde koşacağı
bir mala sahip değildir, aksine hayrı ve iyiliği, kendisine verdiği malla
borçluyu rahadatmasıdır. Öyleyse yaptığı bu davranış, onun adma zekât yerine
geçmiştir ve tekrar zekât vermesini gereksiz kılmıştır. Allah Teâlâ’nın
kullarını rahadatmaktan daha büyük hangi iyilik olabilir ki?
Bilginler,
zekât vermenin amacının bir gediği kapamak olduğunu kabul etmişlerdir. Borç
alan kişinin ihtiyacı olmasaydı, o borcu almazdı. Kendisine borç veren ise,
onun gediğini kapatmış demektir. Borç vermek bu yönden zekâta benzemiştir. Geri
alınıncaya kadar alacağa zekât düşmeyeceğini, alındıktan sonra ise bir sene
beklemek gerektiğini ileri süren görüşün bâtını yorumu budur.
Daha
önce de belirttiğimiz gibi, borçların ayeti ‘Allah Teâlâ’ya güzel borç veriniz’18
ve ‘Kim Allah Teâlâ’ya
güzel borç verirse’19
ayetieridir. Borç gediği kapattığı için, Yahudiler şöyle demiştir: ‘Allah
Teâlâ yoksuldur, biz zenginiz.’ Yani, Allah Teâlâ fakir olduğu için bizden borç
istemiştir. Halbuki bunu derken, Hakkın borç istemede ‘yaratıklarına
kavuşmanın en ileri noktası’ şeklindeki muradından habersiz kalmışlardır.
Nitekim sahih bir hadiste şöyle denilmiştir: ‘Acıktım, beni doyurmadın vb.’
Kapı birdir. Farzdan bölümün başında daha önce söz etmiştik.
FASIL
İÇİNDE VASIL
Kendilerine Zekâtı Farz
Sayanlara Göre, Malların Üzerinden Senenin Geçmesi
Daha
önce senenin bâtınî yorumu zikredilmişti.
Bana göre bu konuda bir nas bulunmadığı için onlara zekât düşmez. Adeta bu, ilave
bir hüküm gibidir. Kastedilen, mürsel kıyastır, sabit bir i İlçeden çıkartılan
hüküm değildir. Allah Teâlâ en iyisini bilir!
Bazı
bilginler, mal ile birlikte kazancının bulunmasını da şart koşmuş, bir kısmı,
nisabı dikkate almış, bir kısmı bunu geçerli saymamıştır. Bilginlerin çoğu
şöyle demiştir: ‘Yönetilen ile yönetilmeyenin hükmü birdir. Bir insan bir mal
satın alıp üzerinden bir yıl geçerse, onu sağlamlaştırır ve zekâtını verir. Bir
grup bilgin ise, onun ürününün zekâtı verilir demiştir Ki, ben de bu
görüşteyim. Değerinin zekâtı verilmez.
VASIL
' . i '
Bâtınî Yorum
Aruz,
insanın kendi niyeti olmaksızın, yaptığı
iyililderinden insana gelen şeylerdir. Ya da, niyetin şart koşulmadığı fakat
yapıldığında insanın sevap aldığı amellerden insana gelen şeylerdir. Rasûlullâh
sallallâhü aleyhi ve sellem (müslüman olan birine) şöyle buyurur: ‘Yaptığın
iyilik nedeniyle müslüman oldun.’ Yani, (daha önce yaptığın) o davranışın
sevabı da şenindir. Bununla birlikte sen, onu sabit bir şeriat emrettiği için
yapmamıştın, fakat o, iyi huylardandı. Bu sayede gerçeğe tekabül etmiş ve
bundan dolayı sahibi ödüllendirilmiştir. İnsana gelen bu amelde Allah Teâlâ’ya
ait bir Hakk -Ki bu hakkın nedeni verdiği bir nispettirbulunmasaydı, onun
övülmesi geçerli olmazdı. Bu Hakk, insanın farkında olmadığı yönden o malın
zekâtıdır.
FASIL
İÇİNDE VASIL
Seneden Önce Zekâtın Verilmesi
Bazı
bilginler,
verilemeyeceği görüşündedir. Ben de, zâhirî hükümde bu görüşteyim. Bâtında
ise böyle düşünmüyorum. Bazı bilginler ise bunu caiz görmüştür.
VASIL
Bâtınî Yorum
Verilebileceğinin
bâtını yorumu şudur: ‘Kendi
adınıza öne geçiriniz.’ ‘Kendiniz için hangi iyiliği öne geçirirseniz, onu Allah
Teâlâ katında bulursunuz.’ ‘Rabbinizden olan mağfirete koşunuz.’ ‘Onlar
iyiliklere koşarlar. Onlar bu iyilikler için yarışır.’ Rasûlullâh sallallâhü
aleyhi ve sellem, istenmeden tanıklığı yapıp istendikten sonra tanıklığı yapan
kimsenin ödülünden daha büyük olduğunu belirttiği bir hadiste buna işaret
etmiştir.
Sene
dolmadan zekâtın verilemeyeceğinin bâtınî yorumuna gelirsek, hüküm sahibi
vakittir. Dolayısıyla, vaktin gerektirmediği bir şeyin yapılması uygun
değildir. Burada, ilâhî isimlerin ilimlerinden kaynaklanan sırlar vardır:
Acaba hükmü devam eden bir isim, başka bir ismin hükümran olduğu vakitte hüküm
sahibi olabilir mi? Bir vakitte iki isim ortak olabilir mi? Böyleyse,
isimlerden her birinin kendi vaktinde bir hükmü olur. Acaba, isim üzerinde
hüküm sahibi olan vaktin hükmü müdür? Bu sayede vakit, istidadıyla ismi hükme
konu olan şey yapabilir mi? Bir hüküm ancak kendi vaktinde mi meydana gelir?
Böyle bilgiler konuyla ilgilidir, bunu biliniz! Zekâtın bâtınî yorumuyla
ilgili bu kadar açıklama yeterlidir. Hamd ü sena, Allah Teâlâ’ya aittir.
Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.
Yorumlar