Print Friendly and PDF

Çıplak Olgu

Bunlarada Bakarsınız

yazan: Hasan ASLAN

 

Çıplak olgu kavramı, genel anlamda, varlığı bir başka olguya ya da açıklamaya gerek kalmayacak kadar açık olan olguyu dile getirir. Kavram özellikle çözümleyici felsefe geleneğine bağlı dil felsefesi ile bilim felsefesi alanlarında işlenmiştir.

Bilim felsefesinde yaygın olan anlamıyla çıplak olgu, bir dizi açıklamanın son bulduğu, daha da açıklamanın olanaklı olmadığı ya da gerek kalmadığı durumu dile getirir. Bu bakımdan örneğin, maddenin hareketini açıklayan doğa yasaları, bu yasaların açıkladığı olgular çıplak olgu olarak ele alınır. Bilim felsefesinde daha geniş bir yaklaşımın kavramsal bir aracı olan çıplak olgu kavramının gerisinde doğa anlayışımızı köklü olarak etkileyecek bir sayıltı yatar: Karmaşık olgular daha temel, yalın, çıplak olgulara indirgenebilir. Epistemolojik, ontolojik sonuçları olan bu sayıltı özellikle bilim felsefesinde olguculuğun (positivism) yaygın olduğu dönemde etkili olmuştur.

Bu yaklaşıma göre doğa, çıplak olgulardan oluşmuş karmaşık olgular örüntüsüdür. Moleküllerin atomlardan, hücrelerin moleküllerden, organların hücrelerden oluşması gibi yalın olgulardan birleşik olgulara doğru doğada bir oluşum söz konusudur. Karmaşık bir olguyu açıklarken aslında yapılan şey o karmaşık olguyu oluşturan daha yalın olguları açıklamaktır. Örneğin moleküllerin açıklanması, atomların davranışlarının açıklanmasına dayanır. Diğer bir deyişle, karmaşık olguları açıklamak alt düzeyde, daha yalın, çıplak olguların oluşturduğu davranışları açıklamaktan başka bir şey değildir.

Bu ontolojik sayıltının David Hume’un (1711-1776) olgu kavramından aldığı güdü açıktır. Hume olgular ile ideaları birbirinden ulamsal olarak ayırıp, ideaları oluşturan izlenimleri, anlam ile doğruluğun temeli olmanın yanı sıra gerçekliğin de temel taşı olarak ele aldı; bilinebilir tek dünya izlenimler dünyasıdır. Her izlenim başka bir izlenimden bağımsızdır; bir izlenimin varlığı ya da yokluğu başka bir izlenimin varlığına ya da yokluğuna bağlı değildir. İzlenimlerin bu ırası, izlenimlerin oluşmasını sağlayan, izlenimlerin kaynağı olan olgulara Hume’un biçtiği varlık biçimiyle ilgilidir: Her olgu başka bir olgudan ontolojik olarak bağımsızdır; bir olgunun varlığı ya da yokluğu başka bir olgunun varlığına ya da yokluğuna bağlı değildir; olgular arasında hiç bir zorunlu mantıksal ilişki yoktur. Bizim olgular arasında varmış gibi algıladığımız zorunluluk ilişkisi aslında, bir sanıdan, yanılsamadan, psikolojik bir durumdan öte bir şey değildir.

Hume’un, izlenimi olmayan bir şeyin olgu olmayacağı, dolayısıyla bir olguyu ancak izlenimi yoluyla bilebileceğimiz savından, Hume’a göre çıplak olgunun olanaklı olmadığını düşünebiliriz. Ne var ki, Hume olguları izlenimlerin nedeni kılarak, çıplak olguları, çıplak olmayan yani izlenimi olmayan olgulardan kesin olarak ayıracak bir ölçüt ileri sürer. Ancak, Hume bu çıplak olgular arasında olumsal ilişkiden başka bir ilişkinin kurulamayacağını savunarak, dünyayı ussal olarak açıklama olanağının temellerini yıkar.

Hume’un olgu anlayışına bağlı kalarak Bertrand Russell (1872-1970) ile Ludwig Wittgenstein’ın (1889-1951) geliştirdikleri mantıksal atomculuk, çıplak olgu kavramının altındaki diğer bir güdüdür. Wittgenstein’ın Tarctatus’da dile getirdiği atomik olgular Hume’un olgularıyla aynı ontolojik ıradadır; atomik olgular da birbirlerinden bağımsızdır, aralarında mantıksal olarak bir zorunluluk ilişkisi yoktur. Ancak Wittgenstein Tractatus’da temel, atomik olguların değişik mantıksal tasarımlarla dile getirilerek, dünyanın anlamlı “resmini” çıkarmanın olanaklı olduğunu savunup, Hume’un yıktığı ussalığı yeniden kurmaya çalışır. Wittgenstein atomik olgular arasında olası mantıksal tasarımları gösterir. Atomik olgular, temel, çıplak olgulardır. Atomik olgular dilsel olarak atomik önermeler yoluyla dile getirilir, doğal olarak bileşik olgular da bileşik önermeler yoluyla.

Hume’un izlenimlerin altına koyduğu olguları, Wittgenstein önermelerin altına koyar. Dünyaya ilişkin önermelerin doğruluğunu ya da yanlışlılığını bir olguya denk gelip gelmemesine bağlayarak Hume’un ölçütünün yerine başka bir ölçüt önerir; anlamlılık. Anlamlı bir önerme (totolojiler dışında), bir yalın olgunun olup olmadığını gizil olarak sınama olanağı taşır, olgulara bakılarak doğruluğuna ya da yanlışlığına karar verilemeyen önermeler Wittgenstein’a göre anlamsızdır. Dolayısıyla, bir anlamlı önerme doğrudan bir çıplak olguyu dile getirir; dile getirilen çıplak olgunun varlığı önermeyi doğrulayacak, yokluğu da yanlışlayacaktır. Yalın, atomik önermelerden meydana gelen bileşik önermelerin anlamlılığı da mantıksal yapıları çözümlenip bu çıplak olgulara indirgenerek elde edilir.

Bu yaklaşımı, her bilim dalının eninde sonunda fiziğin diline çevrilip, fiziğin ilkelerinden türetileceği yollu bir fizikalizm geliştiren Rudolf Carnap (1891-1970) değişik bir biçiminde sürdürür. Carnap’ın yaklaşımı, doğanın çıplak olgulardan oluşmuş karmaşık olgular örüntüsü olduğu düşüncesiyle uyuşur. Carnap için bütün bilim dallarının temel olgusu gerçekte çıplak fizik olgulardır. Dahası, bütün bilim dalları gerçekte aynı ontolojiye sahiptir, aynı olgularla ilgilidir. Dolayısıyla kimya, biyoloji gibi farklı bilim dalları her ne kadar farklı kuramlardan söz eder görünseler de bu kuramlar fiziğin temel kuramlarına indirgenebilir. Bütün bilim dalları, kavramsal çerçeveleri ne kadar ayrı olursa olsun, epistemolojik olarak aynı çıplak fizik olguların bilgisinden söz eder.

Bilimin, fiziğin temel çıplak olgularından oluştuğu savı indirgemeciliğin yanı sıra bilimin birliği düşüncesine de dayanak oluşturur. İndirgeme yandaşları indirgeme kuramının ayrı ayrı bilim dallarını birleştirip bilim adamları arasında bir bütünlük sağlayacağını ileri sürmüşlerdir. Örneğin bir bilim dalında çalışanların temel olarak ele aldıkları bir olgunun aslında başka bir bilim alanından alınmış olgu olduğunu göstererek, indirgeme kuramı ontolojiyi yalınlaştıracaktır. Dolayısıyla doğa anlayışımızda yeni olgu çeşitleri yer almayacaktır. Örneğin bir gazın ısısının moleküler enerjiye eşdeğer olduğunun gösterilmesiyle ısı, doğada ayrı bir olgu olarak ele alınmayacaktır. Boyle-Charles Yasasının Gazların Kinetik Kuramına indirgenmesi, karmaşık olgulara ilişkin yasaların, yalın, çıplak olguları açıklamakta kullanılan yasalardan türetilebileceğine başarılı bir örnek olarak gösterilmiştir.

İndirgeme düşüncesinin arkasında yatan varsayım, karmaşık ya da değişik olguların daha temel, çıplak olgulara dayandığıdır. Michael Friedman, Philip Kitcher gibi çağdaş bilim felsefecileri, bu temel, çıplak olgular azaldıkça, dünyanın anlaşılabilir, açıklanabilir, kavranabilir olmasının artacağını savunmaktadır. Friedman, bir bilim adamına Boyle-Charles Yasasının neden doğru olduğunu sorduğunuzda, bilim adamı bu yasanın doğruluğunu Gazların Kinetik Kuramıyla açıklayacaktır; bir çıplak olguyu başka bir çıplak olguyla yer değiştirecektir. Gazların Kinetik Kuramı, yalnızca Boyle-Charles Yasasını değil, Graham’ın Yayılma Yasası gibi diğer gaz yasalarını, ısı sığasına ilişkin olguları da açıkladığı için  bilimsel kavrayışımızı genişletip, güçlendirmiştir. Friedman Gazların Kinetik Kuramının birbirinden bağımsız çıplak olguları bir çıplak olguya indirgeyerek dünyanın daha anlaşılır, açıklanır, kavranır olmasını sağladığını savunur.

Çağdaş bilim felsefesi yazınında, çıplak olgu kavramına ilişkin tartışmalar özellikle “bilimsel açıklama”, “nedensellik”, “bilimsel gerçeklik” gibi konularda süregitmektedir.

Çıplak olgu kavramını çözümleyici dil felsefesi yazınına ise, Hume’un olgu ile idea ayrımını eleştiren G.E.M. Anscombe (1919-2001) sokmuştur. Anscombe’un amacı Hume’un olgular ile düşünce arasında açtığı büyük gediği yönelmişlik kavramı aracılığıyla aşmaktır. Çıplak olgu kavramını da bu konudaki ki tartışmalar çerçevesinde geliştirilmiştir.

Olgu, Anscombe’a göre bağlamsaldır. Örneğin, manava bir kilo kestane ısmarladım, manav bir kilo kestaneyi evime getirip bıraktı, ben de manava bir kilo kestanenin parasını ödedim. Ismarlama olgusuyla kıyaslarsak manavın evime kestaneleri getirmesi olgusu daha çıplak olgudur. Ancak manava borcumu ödediğim olgusuyla kıyaslarsak bu kez ısmarlama olgusu daha çıplak bir olgu görünür. Bu üç olguyu ele aldığımızda, para ödeme olgusu ne kestane ismarlama olgusundan, ne manavın kestaneyi getirmesi olgusundan, ne de her ikisinden mantıksal zorunluluk olarak çıkmaz! Para ödeme olgusu, yalnızca ödeyenin değil ödenenin de yönelmişliğiyle gerçekleşen, önceden kurulmuş bir ortam gerektiren, kurumlu (institutional) olgudur. Anscombe’a göre olgular ile idealar, düşünceler, Hume’un dediği gibi, birbirlerinden bağımsız bir biçimde boşlukta uçuşan şeyler olmayıp, karşılıklı yönelmişlik ilişkileriyle birbirlerine bağlıdırlar.

Çıplak olgu ile kurumlu olgu arasında Anscombe’un yaptığı ayrım keskin bir ayrım değildir. Belirli bir bağlamda, çıplak olgular birbirlerine görelidir; bir çıplak olgu başka bir çıplak olguya göre daha çok çıplak ya da daha az çıplak ya da kurumlu olabilir. Diğer bir deyişle, belirli bir bağlamada çıplak olgular arasında bir sıradüzen vardır.

John Searle (1932-), Anscombe’un bu çıplak olgu-kurumlu olgu ayrımına dikkat çekip bu ayrımı değişik bir biçimde işler. Searle olguları keskin bir biçimde ikiye ayırır: İnsandan, insanın kurumlarından bağımsız olarak varolan çıplak olgular; insanın kurumlarına bağlı olarak, daha da önemlisi “birlikte yönelmişlik”e (“collective intentionality”) dayanan kurumlu olgular. Dünya Gezegen’i bir çıplak olgu, Antalya Filim Festivali ise bir kurumlu olgudur.

Searle, Anscombe’un sıradüzenli çıplak olgu yaklaşımına karşın, doğa bilimlerinin olgularından oluşan tek çıplak olgu düzeyini savunur. Doğa çıplak olgulardan, kültür de kurumlu olgulardan oluşur. Kurumlu gerçeklik toplumsal gerçekliğini özel bir biçimidir.

Kurumlu olguya örnek olarak Searle para’yı verir. Kurumlu olgu belirli bir toplumsal kurum bakımından var olan olgudur. Ancak bir çıplak olgu (gerçek dünyadaki bir nesne) kurum bağlamında, kurumlu olgu olarak yorumlanabilir. Örneğin özel olarak işlenmiş belirli bir kağıt parçası, hesap defterindeki belirli şekiller, finans kurumlarının, ticaret kurallarının var olduğu kültürlerde, para olarak anlaşılacaktır.

Searle’a göre insanlar arasındaki anlaşmaya bağlı olan olgular kurumlu olgular, böylesi bir anlaşmaya bağlı olmadan var olan olgular ise çıplak olgulardır. Bu insan anlaşması birlikte bir yönelmişlik gerektirir. Kurumlu olgular bu anlaşmaya göre kendi kendilerine yönletim yapar. Para, zenginlik, devlet, evlilik insanlar üzerinde anlaştıkları için var olan kurumsal olgulardır. Onlar da nesneldir, ancak çıplak olguların nesnel olduğu biçimde değil. Örneğin insan paranın genel işlevine uymazsa  paranın bir değeri olmayacaktır. Bu, paranın, insanın yeğlemesinden ya da değer vermesinden  ötürü ya da ahlak tutumundan ötürü var olduğu anlamına gelmez. Paranın mal değişimine hizmet ettiğine ilişkin paylaşılan genel bir inanç vardır. Bu yolla paranın değerliliği, ussal bir temel kazanır. Para olgusu, diğer çıplak olgularda da olduğu gibi, insan düşüncesinden bağımsız olarak var olan “Su H2O’dur.” olgusundan ayrı bir olgudur.

Searle’ın çıplak olgu ile kurumlu olgu arasında yaptığı ayrım aslında fiziksel gerçekliğin, toplumsal gerçekliğin oluşmasını nasıl sağladığını göstermek içindir. Searle gerçekçidir; bilincimizden, düşüncelerimizden, usumuzdan bağımsız bir gerçekliğin varlığına inanır. Bu gerçekliği çıplak olgular oluşturur.

Çıplak olgu ile kurumlu olgu ayrımının yerine doğal olgu ile toplumsal olgu ayrımını koyanlar da var. Doğal olgu, yönelmişlikten, bilinçten bağımsız olarak varolan olgudur. Toplumsal olgu ise yönelmişlikten bağımsız varolamazlar. Ancak, Searle zihinsel olguların nedenin çıplak olgular olduğunu, toplumsal olguların da mental olgulardan oluştuğunu savunarak, bağımsız bir toplumsal gerçekliği kabul etmez. Diğer bir değişle söylersek, çıplak olgular ortadan kaldırılırsa geriye hiç bir şey kalmaz.

 

G.E.M. Anscombe, “On Brute Facts”, Analysis, 18, 69-72, 1958.

E. Barnes, “Explaining Brute Facts”, PSA, Volume I, 61-68, 1994.

J. Searle. The Construction of Social Reality. New York: The Free Press, 995.

J. Searle, Speech Acts, Cambridge: Cambridge University Press, 1969.

 


Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.

Benzer Yazılar

Yorumlar