Elimiz Ermiyorsa Dilimizi Uzatırız
Çiçeron / Haydar Rıfat Önsözünden
Bîr takım
menfî ruhlu kimseler yüzdükleri aciz içinde ellerinden faydalı, güzel bir iş
çıkinak imkânsızlığı ile karşılaşınca gûya kendilerinin de var olduklarını
göstermek üzere —tabir lâyıksa — bayağı, murdar bir tenkidciliğe düşerler ki,
bunlar memleketimizde belli başlı iki sınıf teşkil ediyorlar.
Birinci sınıf :
Elimiz ermiyorsa dilimizi uzatırız, der gibi salyalar saçarak ulu orta saldırırlar. Bunlar meselâ yüzde
doksan dokuz bütün peygamberlerin Suriye, Filistin, Arabistan gibi dünyanın
ancak bir avuç toprağından çıkdıklarını, bu peygamberlerin kendilerini
dinletebildikleri zemin ve zamanın birbirini pek andırdığını, bunların ilk
gelenlerinin birçok Tanrı kabul eder olduklarını, hepsine de Tanrı’lardan
melekler vasıtasiyle gelen vahiylerdeki menkibelerin, hükümlerin şöyle böyle
müşterek, hattâ Budda ile müşterek noktaları bulunduğunu ve onların ümmetlerine
benzer tesirler altında Olimp etrafındaki insanların da gök gürlemesi, şimşek
çakması, kuvvet, ay, güneş, çiçek, güzel söz ve kuvvet karşısında sinerek veya
vecde gelerek, sevmek, ummak, dayanmak, güvenmek gibi ihtiyaçları altında
birçok Tanrılar tanımalarını arka perdeye atarlar. O gibi ruh! haller henüz
hâkim bulunduğu bir çağda Makedonyadan kalkıp birçok hükümetlere ve
kahramanlıklara beşik bulunan bir ülkeyi, Eski Yunanistanı, Trakya’yı arkasına
takan ve öyle iken yine ancak bir avuç denebilecek bir maiyet ile, şehamet
saçan mehip fars devletiyle çarpışa çarpışa bütün küçük Asyayj yutan,
Flriçya’yı, Kilikya’yı, Suriye’yi çiğneyerek İran’ın kendisini de alan,
Hindistan’a kadar uzanası, birara küçük Asya’nın Karadeniz sahillerini de
çiğneyen, Mısır’a yürüyüp orada da hükümdarlar indirip çıkartan, namına müzaf
İskenderiye şehrini yapan İskender’in siyasî veya iptidaî bir zihniyetle “Ben
Tanrılar sülâlesindenim”demesini ve bu davasını pek çok kimseleri kendisine
secde etmeğe kandıracak veya mâcbur edecek hale getirmiş olması ve zamana göre
evvel ve ahır buna inananların kendi kendilerine telkin yaparak inançılarını
beslemek ve desteklemek üzere İskender’in anasının gerçekten filân Tanrı ile
yattığını ve hatta bunu İskender’in babasının göziyle gördüğünü ileriye atmaları
tarihî hakikatler iken aşağı yukarı o sıralarda gelmiş denebilecek olan
Plutark’ın da bu kanaatte bulunması veya esefinde bunları aksettirmesi pek
tabiî olduğu halde o havadan münekkid geçinen yadigârlar bunu tehzil vesilesi
bulurlar ve cüceliklerine bakmadan böylelikle meselâ Plütark’ı alaşağı etmek
isterler.. Amma Plutark’dan—o da bir zerre olan sizin tercümenizin haricinde
bir şey okumadıkları muhakkaktır. Gene muhakkaktır ki, herhangi bir işin
görüldüğü zemin ve zaman içinde muhakeme edilmesi lüzumundan ya gafildirler,
yahut daha fena olmak üzere tegafül ederler. Bu sınıf, fikir fukarası olup
kendilerine nihayet acımak, “Ben de varım / Ben de bir lâf etmeyeyim mi
? Ben de bir şey yazmayayım mı ?„ demek ister gibi hallerine karşı:
“Onlar da heveslerini alsın», yahud Bir lokma ekmek bulsunlar, deyip
aralarından eteklerinizi toplayarak yürüyüp geçmek münasiptir..
Bu yadigârların ikinci sınıfına gelince :
Hele
buraların içinde iyi kötü lisan bilen, hatta Avrupa’da gûya tahsil görmüş
olanlar da vardır... Bunlar kısır hayatlarının mahrumiyet hummaları içinde
kıskançlık ateşile her yeni, iyi, güzel teşebbüse kuduz halinde hücum ederler.
Samimî, hayra matuf hiçbir hareketin hemen hiçbir zerresi kendilerinde
bulunamaz. Çok kerre cismaniyetlerindeki bozukluk kafalarına, ruhlarına da
vurmuştur. Baştan başa tereddi örneğidirler.
Yurduna
küçük bir fikir nakledebilmek, asıl ruhî yoksulluk ateşinden' kavrulan bir çöle
kendi haddinee velev bir damla su taşımak aşkıyle yananlara yazılarındaki bir
kelimeye yapışerak: “Ay onun mukabili o mudur ? Hayır, o değil, budur„ .derler.
Bir kere henüz teşekkül halinde bulunan tabirlerimize dair bu hükmü zaman
verecektir; sonra fakir ve düşük ve yersiz davalarında faraza haklı da olsalar
o dava kendi mücerred davalandır;sizin öyle bir davanız yokdur;siz o “davaya, ,
muhatap olamazsınız : Sizin hedefiniz bir fikir getirmek, ayrı ayn
medeniyetlerin muhalled bedialarından birer damla getirebilmek, yurdun sonsuz
olan manevi ümran derdine yar olmak üzere bir avuç toprak getirmek olduğunu, sizin
falan veya filân kelimeye bağlanacak bir halde olmadığınızı, ve dönüp tercüme
örneği vermeği iş edinseydiniz o bahisde dev kendilerini yıllarca çevire çevire
okutacağınızı, bilirler ; Evet bilirler, fakat yine aynı perdeden havlarlar...
Ellerine bir gazetede nasılsa emanet edilen yarım sütunluk yeri av’avaya
boğar, okuyucunun hakkını, vaktini çalarlar. Ve nihayet o sütunut veren bu
yadigârların uyandırdığı nefretten gazetesine ancak zarar geldiğini anlar ve
ellerine pasaportlarını dayar. Onların varlıklarının işareti havlamakdır.
Onlara karşı da: “İt ürür» kârvan yürür.» diyip işinize bakmakdan salim bir yol
yoktur. Sizin durmamanız, yolunuza devamınız onları kudurtur. Bu onlara bir
ders olur veya olmaz, fakat az çok bir ceza olur.Çünkü onlar menfi
ruhlardır ve ancak murdar ihtirasları temsil ederler.
Şimdi
Plütark’ın Çiçeron’a dair yazıp tarafımızdan tercüme edilen şu kitapçıkta
bulunmayan veya karanlıkça kalmış olan birkaç noktayı tamamlamak ve aydınlatmak
o tenkidci taslaklarından hahsetmekden daha faydalı olur :
1.
— Çiçeron İsa’dan î 06 yıl önce doğmuştur.
2.
— Plütark Çiçeron isminin bu aileye aileden birinin burnunda nohudu andırır bir
şişlik olmasından ileri geldiğini söyler. Plin ise ailenin aslen nohut
ziraatiyle uğraşmasından geldiğini, netekim yine o çağın ünlü ailelerinden
Lantülüs’lerin - mercimek - ve Fabiüs’lerin- bakla - aile isimlerinin de bu
suretle geldiğini anlatır.
3.
— Çiçeron zengin bir ailedendir. Babası, büyük babası, kardeşi hep iyi yetişmişlerdir.
Çiçeron erkenden Roma’da okutturulmuş, güzel bir tahsil görmüş , lâtinceyi ve
grukceyi hâkim bir halde tasarruf etmiştir. Hukuk tahsil etmiş, avukatlık
mesleğine girmiştir. Davaları, müdafaaları birer âbide, birer sihir hükmünde
idi. Siyasal nutuklarına Demosten’inkini tercih edenler olduğu halde
mahkemelerdeki hitabetine hiç nazir olmadığı noktasında ittifak vardır.
Felsefî, siyasî, İçtimaî bir çok eserleri arasında hukuka, medenî hukuka dair
de teelifi vardır,
Sila
Roma’da cehennemler kaynattığı sıralarda bir davada adamlarından birine avukat
sı- fatıyle okadar büyük bir şiddetle hücum etmiştir ki, gösterdiği bu
cesaretle halkı kendine meftun, bırakmıştır. Fakat ğene bu dava neticesinde
Roma’dan uzaklaşmıştır.
4.
— Sicilya’da bulunduğu sırada meşhur Arhimed’in mezarını aratmış, buldurmuştur.
5.
— Sicilya’lılar nammaVere’nin aleyhine gir-diği davada yörüttüğü şanlı müdafaa
üzerine artık sade bir avukat değil, daha ziyade siyasî bir adam olmuştur. Halk
kendisine meftun olmakla kalmaz, kendisini parti şefi yapar. İçlerinde Katilina
da bulunan altı rakibe karşı konsüllüğü alır. Bu makam uhdesinde iken
Katilina’nın kurduğu isyanı bastırmak mevkiinde bulunur. Şöhreti bütün
İtalya'yı tutar. Senato’dan teşekkür alır, millet sırf içinden gelerek
kendisine Yurd Atası lağabı verir. Fakat başlıca kendini ögmek hastalığı
yüzünden yavaş yavaş şerefini kaybeder. Aleyhine pusuda bulunanlar, bahusus
Katilina yârânı hücuma geçerler. Halk partisinden iken zadegana meyletmesi
hücumu kolaylaştırır.
Klodiüs
aleyhine şehadet etmesi yüzünden o da düşmanların başına geçer. Pompe’nin
himayesini üzerinden kolayca kaldırmak yolu bulunur ve Katilina isyanında onun
bazı avnesinin muhakemesizce idam olunmaları öne atılarak o husustaki kanuna
tevfikan aleyhine nefh karan çıkarılır. Bu sırada Makedonya’dan karısına ve
oğluna yazdığı mektuplar metanetten ziyade teessürlerle doludur.
6.
— Esasen ürkek olan tabiati menfadan dönüşünde büsbütün kararsızlaşmış,
tereddütlere garkolmuştur. İki fırka arasında mütemadiyen sal-lanması itibarına
rahneler verir. O sırada yine mü- him davalar alır. Pizon aleyhine, Plansiüs
lehine, Milon lehine, Robiriüs lehine aldığı davalar çok meşhurdur. Adana
valiliği bunlardan sonradır.
7.
—Adana’dan dönüşünde Roma’da hürriyete büsbütün gem vurulduğunu görür. Pompe
senato vasıtasiyle Sezar’m Gol ordularının dağıtılması kararını bu sıralarda
alır; halbuki Sezar’m akını önünde duramaz, kaçar. Çiçeron da ilk önce Pompe
ile giderse de sonra pişman olur, döner ve Sezar’dan Brindes’de iltifatlar
görür.
8.
— Katon Roma’lıların esarete boyun eğmeleri önünde kahrından göçer. Çiçeron’da
bu şiddet ve fedailik yoktur. O hürriyetin zincire vurulması karşısında kendini
edebiyata, felsefeye, hukuka vererek avutur.
9.
— Sezar’ı vuran cemiyet bunu Çiçeron’- dan saklamıştı. Fakat Valtz’ın
tetkiklerine göre Çiçeron cinayeti duyunca tasvip etmiş, hattâ memnuniyet
göstermiştir. Plütark bu son noktaya dair bir şey söylemiyor. Çiçeron bu münasebetle
artık güzel günler geleceği vehminde bulunmuştur.Tekrar siyasete atılmış,
senatoya gelmiş, af ilân edilmesini teklif etmiş, güya bir uzlaşma te’sisine de
muvaffak olmuştur.
10.
— Antuan’ın durumundan ürkerek Roma’- dan çıkmış, beş ay sonra dönerek kendini
bir takım eserler yazmaya ve vaktiyle başladığı birtakım eserleri bitirmeye
vermiş ve daha sonra artık yerinde yeller esen hürriyeti müdafaaya kalkmıştır.
Bu münasebetle senato ve Forum on dört defa ateşli hitabeleriyle çalkanmış,
sarsılmıştır. Halk düşmanı ilân edilen Antuan, Oktav taralından Moden de mağlup
edilmiş, Çiçeron- yeniden umumun mahbubu olmuştur.
11.
— O zaman kendisine düşen Oktav’ı da Brütüs vasıtasıyle bertaraf etmekti, nasıl
ki Antuan’ı Oktav elıle bertaraf etmişti. Halbuki Çiçeron bunun tam aksini
tutmuş, hattâ Oktav’dan şüpheye düşen senatoyu kendisi teskin etmiş,
dostlarının irşadlarına rağmen bu yanlış yolda saplanıp kalmış, en sonra da bu
hatasının ebedî kurbanı olmuştur.
12.
— Kendisine artık kala kala heman Brütüs’ün cümhuriyet ordusuna koşup sığınmak
kalmışti O bunu da başaramamış veya başarmak istememiştir.
13.
— Başı ve sağ eli vaktiyle mahkemede müdafaa ettiği biri tarafından kesilip
Antuan’a getirilmiş, Forum'daki kürsünün bir köşesine asılıp teşhir olunmuştur.
Tabiatin harika nevinden birçok vasıflariyle bezenmiş bulunan bu büyük adamın
âkıbeti, binlerce defa alkışlandığı, bu alkışların gökleri tuttuğu o meydanda,
o halde sallanmak olmuştur. Yurd sevgisi, adalet ve hürriyet aşkı kendisine
birçok hâdiselerde sonsuz mu’cizeler göstermek kuvvetini vermişti. Kusuru derin
görmeyişi, sallanışı, iyiliğe ve başkalarının dürüstlüğüne inanması, vefa
beklemesi, halk yerine zadegana temayülü gibi halleridir. Fakat ne olursa olsun
modern tarihçilerin — Drumann, Mommsen — Çiçeron hakkındaki hükümleri yerinde
değildir. Gerçe ögünmesi, lükse meyli, hususî hayatında derbederliği vardı;
fakat bunların zararı nefsinedir, denebilir.
Uzunca
boylu, sevimli yüzlü idi; manalı bir siması vardı; ötedeberide heykelleri dikilmiş,
büstleri yapılmıştı. Zamana nisbetle avukat, edip filosof, siyasî hatip olarak
tarihin bütün seyrinde bütün bu vasıflan toplayarak Çıçeron’a üstün bir
şahsiyet gösterilebilmek pek zordur.
H. Rifat
Nişantaşı—15.5.936
Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.
Yorumlar