İslam Aziz Olacaktır… Samimi Can Verenleri Var
“Mehdi Çamran'ın ağzından kardeşi Dr. Mustafa Çamran”
Şehid Mustafa Çamran’dan sizlere anlatmak
istediğim konular daha çok kendisinin irfanı, ruhî ve psikolojik yapısıyla
ilgili. Aynı şekilde, onun sadece Allah için yaşamak ve yalnız O’nun rızası
için çalışmak yolundaki ruhî haleti ile alâkalı.
Temelde, şüpheden uzak olarak söylenebilecek tek şey,
Dr. Mustafa Çamran’ın gerek Amerika, Lübnan ve İran'da ve gerekse diğer
topluluklarda gerçekleştirdiği şeylerde, sadece Allah'ın rızasını gaye edinmiş
olmasıdır. Hatta bazen kendi irfanı dünyasına öylesine garkoluyordu ki rıza-ı
İlahîyi bile kendisine fazlalık telakki ediyordu. Bizlerin öncelikle, İnsanî ve
kulluk vazifelerimizi icra etmemiz gerektiğine, elimizden tutacak olanın ise
Allah olduğuna iman etmişti.
Şehadete Ulaşmak, Şehid Çamran'ın En Büyük Arzusuydu
Dr. Mustafa Çamran, fedakarlık simgesi, cesur, sabırlı
ve kendinden geçmiş istikamet sahibi biriydi. Bununla birlikte tüm bu
saydıklarımı kendisi için ya da başka bir menfaati için değil bilakis, sadece
nza- ı ilahiye ulaşmak gayesiyle taşıyordu.
Bu konuşmamızda özellikle kendisinin hayatta olduğu
sırada yayınlanmamış olan konuşma ve yazılarına dayanarak konuşacağım.
Şehid Dr. Çamran anlatıyor:
"Allahım!
Yaptıklarım için senden ecir istemiyorum ve kendi
fedakarlıklarımdan dolayı böbürlenmiyorum. Her neyim var idiyse sen verdin ve
her ne yaptımsa, sen kolaylaştırdın da yapabildim. Bütün yetenek ve
kabiliyetlerim ve tüm varlığım senin iradenin bir sonucudur. Sana sunacak,
kendimden olan hiç bir şeyim yok. Kendi kendime ecir işleyecek kadar hiç
bir şey yapamadım."
Şehid Çamran, Kendisini İlâhi dergahta o kadar mı
küçük görüyordu ki, Allah’tan bir dilekte bulunmayı cesaret olarak
değerlendiriyordu?
O, her zaman, yaşamım, varlığını ve en büyük sermayesi
olan canını, mahrumlar ve mustaz'aflar uğrunda feda etmek arzusu içinde
kıvranıyordu. O şöyle diyordu:
"Allahım!
Sen beni âşıkların kalbinde yanıp tutuşmam için aşktan
bir parça kılmışsın."
Dr. Çamran'ın hayatına şöyle bir baktığımızda O nun
irfanî haletinin maddi imkanlar, refah vasıtaları ve tam bir sükunet ortamında
daha da ehemmiyet arzettiğini görürüz.
Dünyada benzeri az olan yüksek bir ilmi düzeyde olup,
bir fizikçi, elektronik mütehassısı ve dünyanın en büyük araştırma
merkezlerinden birinde çalışan bir araştırmacı olarak. Amerikanın
kalbinde bütün bu refah ve ilmi makamını terkedip, aşıkların kalbinde bir aşk
parçası halinde yanıp tutuşmak ve Güney Lübnan’da İsrail'le mücadelede şehid olma
arzusunda olan bir ferdi tasavvur edin. Bu iki özelliği bir araya
getirmek; ateşle barutu, cam ile taşı bir araya getirmek gibidir. Bu özellik,
yani zıt şeyleri barındırabilme özelliği, Allah erlerinin özelliğidir. O,
kendisini Hz. Ali kerrem'allahü veche radiyallâhü anhın mektebinin küçük bir
şakirdi biliyordu. Hz. Ali’den, iki zıt şeyi bir araya getirebilme özelliğini
öğrenen bir küçük talebe olmakla da iftihar ediyordu. Bundan dolayı da hiçbir
şeyden korkmuyordu ve hak kelimeden başka hiç bir şey onun için söz konusu
değildi. Dünya menfaatlerinden hiç bir şeyi kendisi için istemiyordu.
Şöyle diyor :
"Allahım!
Biliyorsun ki, ömrüm boyunca hiç bir zaman seni
unutmadım. Uzak diyarlarda sadece sen yanımdaydın. Karanlık gecelerde dertlerim
ve kederlerimin ortağı sadece şendin.Tehlike anlarında beni muhafaza eden,
gözyaşlarımı görüp, yaralı kalbimi zikri ve yâdıyla sakinleştirdiğim şendin,
sen!.,"
” İslam’ı savunmanın gericilik ve geriye adım diye
değerlendirildiği ve senin mukaddes mektebini korumaya ancak çok az kimselerin
cesaret ettikleri bir dönemde her yerde, küfür beldelerinde dahi İslam
sancağını dalgalandırıyordum. Aklî ve mantıkî tebliğimle, senin dininin
muhaliflerini, dinin karşısında saygılı olmaya mecbur kılıyordum. Ve sen ey
Büyük Allahım! Biliyorsun ki bu, sadece, benim sana olan kalbi iman ve
bağlılığımdan kaynaklanmakta... "
Dr. Çamran'ın küfür beldelerinden kasdı, Amerika idi.
Allah'tan uzaklığın ve dinî cehaletin merkezi! Böylesi bir irfanın muktezası
olan tevazu ve alçak gönüllülükle İslam’ın feryadını yankılandırıyordu. Doğrusu
O, kendini ve sahip olduğu tüm şeyleri Allah yanında bir hiç mesabesinde
görüyordu. Aynı zamanda Allah kullarının yanında da mütevaziydi.
Yine o konuşuyor :
" Meçhul ve isimsiz biri olarak, dünyada eziyet
çekenlerin yanma gidip eziyet ve işkencede onlara ortak olmak istiyorum. Aynı
şekilde Afrika devrimcileri saflarında savaşıp şehadet mertebesine ulaşmak da
arzularım arasında."
Bu mevzu peşinde, toplum içerisinde isimsiz biri olmak
istiyordu. Şöhret sahibi olmanın, kendisinde bir gurur doğurmasından sürekli
endişe içerisindeydi. Gece namazlarından ve gece yanları Allah’a dua etmesinden
kimsenin haberdar olmaması için dikkat ediyordu. Ta ki riyanın en küçük unsuru
dahi kendisinde tezahür etmesin.
Yine aynı mesele etrafında şöyle diyor:
" Kimsenin beni tanımasını
istemiyorum. Hiç kimse namazlarımdan ve dualarımdan muttali olmasın. Ta ki,
Allah'tan başka hiç kimse . O’ndan başka kimse dualarıma kulak vermesin."
Dr. Çamran, işte bu irfani halleriyle semavi
derinliklere dalmanın tadını çıkarıyordu. Geceleri, saatlerce göğe ve
yıldızlara bakıyor, onlarla hasbıhal ediyordu. Söylenemeyecek duygularını
onlarla paylaşıyordu. Netice de ise Allah'a yaklaştığının farkına varıyordu.
Diyordu ki:
"Gece yarıları yerin ve göğün esrarengiz
suskunluklarında. münacaat edip yıdızlarla konuşmak ve yavaş yavaş samanyoluna
doğru yükselmek istiyorum. Alemde sonsuzlaşmak, varlık aleminin sınırlarından
geçmek istiyorum."
Konu kendinin tevazusu etrafindaydı. Dr. Çamran
öylesine mütevazi bir kimseydi ki, halkın kendisine olan sevgisi karşısında
adeta eriyip gidiyordu. Sonra şöyle diyordu:
"Allahım!
Sen bana öyle rahmet ettin ve öyle inayet ettin ki,
huzurunda durmaktan utanç duymaktayım. Yine, kendimi senin lütuf ve ihsanına
karşı küçük hissediyor, sana teşekkür ediyorum.
Allahım!
İnsanlar bana Öyle muhabbet ettiler, lütuf ve
sevgileriyle öyle karşıladılar ki, doğrusu utanıyorum. Allahım! Sen bana fırsat
ver, sen bana güç ver; ta ki, bütün bu külfetlerin altından çıkıp onların bu
sevgisine layık olayım."
İrfanından dolayı, bu sevgiye ulaşabildiği için
şükrediyordu. Kendi irfanının nihayetini Allah yolunda şehadet olarak biliyor
ve bu fevzi azime ulaşmak için Allah’a dua ediyordu.
Şehid Çamran şöyle devam ediyor:
"Allahım! Bana mücadele lezzetini tattırdın,
şehadetin kıymetini öğrettin."
Gerek Lübnan'da İsrail’e ve Falanjistlere karşı
verdiği mücadelede ve gerekse İran’da bu savaşçı ruhuyla giriştiği kahramanca
mücadele esnasında Şehid Çamran'dan sadır olan şeylerin büyük bir yekûnunu,
kendi cesaret ve kahramanlıkları oluşturur. O, İslâmi ülkemiz ve İslâm mektebi
düşmanları karşısında adeta bir dağ gibi duruyor ve onların üzerine bir şimşek
gibi hücum ediyordu. Hiç bir şeyden de korkmuyordu. Aynı zamanda savaş
sırasında her zaman kendini şüpheden uzaklaştırıyordu. Bir yetim dul bir kadının yahut bir mazlumun feryadı
karşısında bütün güç ve kudretini yitiriyordu.
" Allahım!
İnsan hayatının bir özü olan gözyaşı
yolunu yaratan sana hamd olsun.
Aşk ateşi içerisinde yanıp
tutuştuğum zaman ya dertlerin şiddetinden kıvranır ya da irfanî güzellik
zevkinde erir giderim. Ve baştan başa vücudum ruha dönüşür; lütf olur, aşk
olur. Vücudumun özü gözyaşı şeklinde suya dönüşür; bir taraftan aşk ve zevk,
diğer taraftan da gam ve keder şeklinde tezahür eder. Ve hayatın en güzel ürünü
olarak varlığın gölgesinde kaybolur. Eğer Rabbim benden senet isterse kalbimi,
ömrümü isterse de gözyaşımı takdim edeceğim.
Allahım!
Sen beni aşk kıldın ki yağmur
gibi; sen beni bir tufan kıldın, ta ki şimşekler gibi hadiseler yaratayım. Sen
beni dert ve gam yaptın ki mahrumların ve kalbi burukların komşusu olayım.”
Bütün bu dert ve sıkıntılara, zorluklara, ağır
şartlara tahammül ederek, Lübnan'daki müslüman mahrumları İlahî lütfün ve İslam
mektebinin gölgesi altında bir araya getirip gâsıp İsrail rejimine ve yenilmez
zannedilen birleşmiş kuvvetlere karşı kahramanca bir mücadele ortaya koymuştu.
Dr. Çamran, bu mevzuda da şöyle serzenişte bulunuyor:
"Allahım!
Bu tahammül gücünü bana verdiğin için sana şükürler
olsun. Bana oyun ve eğlence meclislerinden kaçıp zorluk, bela ve tehlikelere
sığınma gücü veren Allah’a hamdolsun!.."
Şehadete olan arzusu konusunda da Dr. Çamran şöyle
diyordu:
"Dert ve gamla dolu kalbim özgür olmak istiyor.
Pejmürde ruhum artık uçmak ve şu kara gurbet beldesinden göçüp gitmek için
ridasını, yolculuk vadisine çekmek istiyor. Gönül, varlık yükünden kurtulup,
yokluk âleminde sadece Allah’ıyla vahdete ulaşmak derdinde..."
Bu şekilde, şehadetin onun için en büyük arzu olduğu
ortaya çıkıyor. Çünkü şehadet, onun özgürleşmesiydi, onun ruhunun kemale
ulaşmasıydı.
Dr. Çamran, hayatının son anında şöyle yazıyordu:
"Ey Büyük Allahım!
Benim için şehadet yolunu açtın ve bu toprak dünyadan
soyut aleme geçebilmem için bana bir pencere gösterdin. Bana hayatımın en
lezzetli ümidini seçebilmemi ve bu yolda bütün zorluk ve eziyetlere
katlanabilmemi müyesser kıldın."
Büyük bir aşk ve şevkle çabaladığı, uğraşıp yetişmeye
çalıştığı şeye, 31 Hordad 1981 tarihinde Dehlaviye'nin yakıcı ve sıcak ufkunda
kavuşmuş oldu.
Bu ümitle, Hz. Ali (kerrem'allahü veche radiyallâhü
anh) ve Hz. Hüseyin (aleyhisselâm)in de katettiği Çamran ın yolu, kendisi
gibilerle dolu olsun.
20. 06. 1991 Ittılaat Gazetesi
Kaynak: Dr. Mustafa Çamran, İNSAN
VE ALLAH, Çeviren Kasım Seyidoğlu, Bengisu Yayıncılık, 1995 İstanbul
Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.
Yorumlar