[FÜTÛHÂT-I MEKKİYYE'NİN] KIRK ALTINCI KISMI
Rahman
ve Rahim Olan Allah Teâlâ’nın Adıyla
FASIL
İÇİNDE VASIL
Tahiyyetü’l-mescit (Mescidi
Selamlama) Namazının İki Rekâtı
Şeriat
bilginleri, mescide girmek için kılınan
iki rekât hususunda görüş ayrılığına düşmüştür. Bazı bilginler bunun sünnet
olduğunu söylerken, bazı bilginler vacip olduğunu söylemişlerdir. Benim
kanaatim ve görüşüm ise, bu iki rekâtın -mescitte oturmak isteyenin dışındamescide
girene vacip olmadığıdır. Kişi mescitte durur ve oturmaz ya da mescitte yürür
ve oturmazsa, bana göre, serbesttir; dilerse iki rekâtı kılar, dilerse kılmaz
ve bu konuda bir sorumluluğu yoktur. Mescide oturup iki rekâtı kılmazsa,
kılmadığı için günahkârdır. Namaz kılınmayan bir vakitte ve abdestsiz camiye
girmişse, kılmadığı için günahkâr olmaz.
Mescide
giren kişi, ya namazın mübah olduğu bir vakitte girer ya nafile namazın
yasaklandığı bir vakitte girer. Namaz kılınmayan bir vakitte mescide girdiğinde,
namaz kılmaz. Bazı insanlar tahiyyetü’l-mescit (mescidi selamlama namazı)
emrinin namazın yasaklandığı vakitlerde namaz kılmayı yasaklayan hadis ile
çeliştiğini zannedebilir. Bu noktadaki yasaklama fakihlere göre sabit bir emir
ile çelişmez. Bize göre ise, çelişir. Çünkü bizim bu konuda kendimize göre bir
bakışımız vardır. Yasaklama sabit ise, onunla amel edileceği gibi bir emir var
ise onunla da amel edilir. Rasûlullâh sallallâhü aleyhi ve sellem, bir şeyi
yapmamamızı söylediğinde, herhangi bir sınırlama olmaksızın genel anlamda o
yasağa bağlanmayı bize
emrettiği
gibi yasaklanmış her şeyden uzak durmamız da, o yasağın hükmü kapsamına girer.
Bu hadisle ilgili kesin bir emir hakkında şöyle der: ‘Size bir şeyi
emrettiğimde, gücünüz ölçüsünde onu yapınız.’ Rasûlullâh sallallâhü aleyhi ve
sellem, mescide girildiğinde namaz kılmayı bize emrettiği gibi belirli
vakitlerde de namaz kılmamızı yasaklamıştır. Böylece, yasağın bulunması
nedeniyle emredilen şeyi yapamayan kimseyle aynı hükümde olduk. Çünkü ortada
bir yasak vardır. Böyle bir durumda güç yetirme (yasak nedeniyle) dinen ortadan
kalktığı gibi akla göre de kalkmıştır. Çünkü Rasûlullâh sallallâhü aleyhi ve
sellem, din veya akla göre güç yetirmeyle kast edilen anlamda, ‘ondan gücünüz
yettiği şeyi yapınız’ demedi. Dolayısıyla bu konuda genelleme şarttır. Kişi
şöyle der: ‘Mutlak yasaklama, bu emrin içerdiği şeyleri bu zamanlarda yapmamı
engeller. Dolayısıyla din tarafından yasağa tahsis edilmiş bu vakitte namaz
kılamam.’ Bunu bilmelisin.
Mescit
Allah Teâlâ’nın evi ve kendisiyle konuşmak isteyene tecelli ettiği yerdir.
Evinde Allah Teâlâ’nın huzuruna girenin kendisine emrettiği şeyle O’na selam
vermesi gerekir. Allah Teâlâ’nın peygamberi, Rabbimizin evini nasıl selamlayacağımızı
bize öğretmişti. Allah Teâlâ şöyle der: ‘Allah Teâlâ’nın yükseltilmesine izin
verdiği ve isminin zikredildiği akşam ve sabah tespihinin yapıldığı evlerde
adamlar vardır m4
Abdullah b. Ömer şöyle der: ‘Tespih eden olsaydım, tamamlardım.’ Yani, nafile
namazı kılardım. Kuşluk tespihi, kuşluk namazı demektir. Mescide girdiğimizde,
oradaki Mele-i ala’ya ‘selam üzerinize olsun’ diyerek selam veririz. Mescitte
çocuk, kadın, adam gibi herhangi bir insan bulunabilir. İnsan diye
isimlendirilen bir kimse bulunmadığında ise şu ihtimaller vardır: Mescide giren
kişi, Allah Teâlâ’nın gözünden alışkanlıktan doğan perdeyi açtığı kimsedir. Bu
durumda, mescitte bulunan ve orayı imar eden cin ve melek gibi varlıkları
algılayarak insan bulunduğunda verdiği gibi onlara da selam verir. Mescide
giren kişi orada bulunanları keşf edebilecek kimselerden değil ise, şöyle
demelidir: ‘Bize ve Allah Teâlâ’nın iyi kullarına selam olsun.? Bu
selamında, Allah Teâlâ’nın dışında bütün iyi kullara niyetienir. Bu selam,
gökte ve yerde Allah Teâlâ’nın bütün iyi kullarına ulaşır. Ancak ‘Allah
Teâlâ’ya selam olsun’ denilemez. Çünkü Allah Teâlâ, es-Selam’dır.
Mescide
giren kişi, Rabbinin önünde iki rekât namaz lalar ve Hakkı kıblesinde kabul
eder. Bu namaz, içerdiği rüku ve secdeleriyle birlikte huzurlarına girildiğinde
ya da reayasına göründüklerinde acem hükümdarlarına verilen selama benzer.
Rükunun, ayakta durmanın, secdenin ve oturmanın yorumu daha önce geçmişti. O
halde bu iki rekât, selamlama secdesidir.
Mescide
namaz vaktinin dışında girildiğinde, yani insan namazın kılınamayacağı bir
vakitte mescide girdiğinde, Rabbinin önünde boyun eğip zelil, gözeten,
efendisinin o vakitte namaz kılmamak hakkındaki emrine uyan birisi olarak
durur. Nitekim efendisi, selam verirken ‘Allah Teâlâ’ya selam olsun’ demekten
de onu men etmişti. Evine girdiğinde, Efendisi ona oturma imkânı verirse, Allah
Teâlâ’ya şükür niyetiyle iki kere rüku eder. Çünkü Efendisi onu kendi katında
oturmayı emretmiştir. Bu iki rekât, o vakitlerde şükür rekâdarıdır. Oturmadan
önce rüku eden ve oturmaya niyeti olmayan kişi için bu iki rekât ise, evinde
huzuruna girdiği için Allah Teâlâ’yı selamlama anlamı taşır. Allah Teâlâ ehli
olan ariflerin içinden evinde Hakkın huzuruna girmeyi dikkate alıp vakitlerle
sınırlanmak aklına gelmeyenlerin rüku yapması, mescide girdiği için selamlama
olur. Hah sürekli Allah Teâlâ karşısında huzur ve her halde O’nunla konuşmak
olan kimse için bu iki rekât, genel anlamda selamlama değil, mescide
girdirmekle kendisini sakınanlardan yaptığı için Allah Teâlâ’ya bir şükürdür. Çünkü
Rasûlullâh sallallâhü aleyhi ve sellem şöyle buyurur: ‘Mescit bütün takva
sahiplerinin evidir.’ Böylece Peygamber, daha önce Allah Teâlâ’ya izafe edilmiş
evi takva sahibi kullara izafe etmiştir.
FASIL
İÇİNDE VASIL
Okuma Secdesi
Şeriat
bilginleri, okuma (tilavet) secdesi
hakkında görüş ayrılığına düşmüştür: Acaba o vacip midir, sünnet midir? Bazı
bilginler vacip, bazı bilginler ise sünnet olduğunu söylemiştir.
Batınî Yorum
Rasûlullâh
sallallâhü aleyhi ve sellem güvenilir bir hadiste Allah
Teâlâ’nın şöyle buyurduğunu belirtir: ‘Namazı kendim ile kulum arasında ikiye
böldüm.’ Bölünen kısımda sadece Fatiha suresinin okunmasını zikretmiş, ayakta
durmak veya rüku veya secde veya oturmak gibi diğer kısımları zikretmemiştir.
Namazdan sadece okumak, okumaktan ise Fatiha suresi zikredilince, Allah
Teâlâ’nın kuldan istediği namazın Fatiha suresinin okunması olduğunu anladık.
Bu hadis, namazda Fatiha suresinin okunmasının vacip olduğu hakkındaki
kanıtımızdır. Böylece ‘Allah Teâlâ’nın kelamı’ diye isimlendirilen Kur'an-ı
Kerîm’in herhangi bir bölümünü okuyanı, ‘namaz kılan’ ya da Allah Teâlâ’ya özgü
nitelilderle ve kula özgü niteliklerle birlikte ‘Allah Teâlâ ile konuşan’ diye
isimlendirdik. Bu yargımız, kesin bir keşfe dayanmaktadır.
Bu
bağlamda Hakkın mertebesine özgü ayet -ki sadece Allah Teâlâ’ya aittirolduğu
gibi kulun mertebesine özgü ayet de vardır ki, o da kula özgüdür. Bir de, Allah
Teâlâ ile kulu arasında ortaklığın gerçekleştiği ayeder vardır. Bu konuda ise,
hakkında açık ifade bulunan Fatiha suresinde ne yapılıyorsa, öyle hareket etmek
gerekir. Bu amelle ilgili olarak, kulun okuduğu Allah Teâlâ’nın ayederi içinde
secde edilmesini gerektiren bir takım yerler gelmiştir. Şari ise, secde
edeceğimiz ve etmeyeceğimiz yerleri bize bildirmiştir. Böylece secde için
temizlik, vakit ve kıble şart koşulmuştur. Bunların açıklaması gelecektir.
Allah
Teâlâ’nın peygamberinin secde ettiği durumlarda secde eder, secde etmediği
durumlarda secde etmeyiz. Bazen emir lafzı secde etmeyi gerektirebilir, fakat
biz secde etmeyiz. Çünkü Şari secdeyi ancak belirli ve özel durumlarda
emretmiştir. Onarı bize söz ve davranış olarak belirlemiştir. Biz de onları
aşamayız ve ekleme yapmayız. Onların sayısı hakkındaki görüş ayrılığı bilinir.
Okumanın dışında belirlenmiş secdeler ise, söylenmişti. Örnek olarak olağan
dışı bir şeyi gördüğünde insanın secde etmesi veya şükür Isecdesi gibi
secdeleri verebiliriz. Şimdi ise, Kur'an-ı Kerîm’de geçen secde yerlerinin
sayısını zikredip hakkında görüş ayrılığı olan hususları bir noktaya bağlayalım.
Aziz Kuran’daki Secde Ayetleri
Bilmelisin ki: Aziz Kuran’ın secde ayetleri,
on bir secdeden on beş secdeye kadar gider. Bunların bir kısmı haber kalıbıyla,
bir kısmı ise emir kalıbıyla zikredilir. Birincisi, A’raf suresinin sonundadır.
A’raf, cennet ve cehennem arasındaki sur demektir. A’rafın içi rahmettir ve
cennete bakan yöndür. Dışı ise, azaptır. O da cehenneme bakan yöndür. A’rafın
üzerinde iyilikleri ve güzellikleri eşit olan insanlar bulunur. Onların
amelleri terazide bir birine baskın gelmez. Dolayısıyla tartıları ne ağır ne
hafif gelir. Çünkü Allah Teâlâ onlardan hiç birisinin terazisine ‘Lailahe illAllah
Teâlâ (Allah Teâlâ’dan başka ilah yoktur)’ ifadesini söylemenin (sevabını)
koymamıştır. Bu öyle bir sevaptır ki, kendisine denk gelecek yegâne günah Allah
Teâlâ’ya ortak koşmaktır (şirk). Şirk ve tevhit, tek bir şahsın kalbinde bir
araya gelemeyeceği gibi aynı şekilde tevhit ifadesi de, bu kitapta
zikredeceğimiz ya da kıyamet bahsinde zikretmiş olduğumuz bir nedenle,
sadece‘siciller sahibi’nin terazisine girebilir.
Bu
surenin sonu, ‘Kur'an-ı Kerîm
okunduğunda onu' dinleyin ve susun’135
ayetidir. Bu ayetin namazdaki okuma hakkında indiği rivayet edilir. Secde ise,
namazın bir unsurudur. Allah Teâlâ bu sureyi melekleri ve onların Allah Teâlâ’ya
secdesini zikrederek bitirmiş ve onları niteleyerek şöyle demiştir: ‘Rabbinin katında bulunanlar O’na ibadet
etmek karşısında büyüklenmezler.,m Söz
konusu kimseler, Allah Teâlâ’ya yakın meleklerdir. Burada Allah Teâlâ,
meleklerin kendi karşısında zelil olduklarını ve O’na boyun eğdiklerini
söyler. ‘O’nu tespih
ederler.’137 Yani,
kendisine yaraşmayan niteliklerden O’nu tenzih ederler. Bunlar, kendisiyle Allah
Teâlâ’ya yaklaştıkları zillet, boyun eğme gibi niteliklerdir. Allah Teâlâ, bu
ayette ‘Biz senin hamdini
tespih eder ve seni takdis ederiz’138
deyişlerinde meleklerini doğrulamıştır. Böylece, kendilerinden verdikleri
haberi Allah Teâlâ da onlardan bildirmiştir. ‘O’na secde ederler.’1W
Burada Allah Teâlâ, zikredilen hallerle birlikte melekleri kendisine secde
etmekle nitelemiştir. Allah Teâlâ peygamberleri Hz. Muhammed sallallâhü aleyhi
ve sellem’e hatırlatıp onlara kitap, hikmet Ve peygamberlik verdiğini söyledikten
sonra şöyle der: ‘İşte onlar, Allah Teâlâ’nın hidayet
ettiği kimselerdir, sen de onlarm hidayetine uy.’140
Onlar, kendisi gibi insanlar iken, aldıkları
emirde
Allah Teâlâ’ya isyan etmeyen ve sadece emredileni yapan melekler hakkında ne
söyleyebilirsin ki? Allah Teâlâ’nın meleklere verdiği hidayetten (rehberlik)
daha büyük bir hidayet olabilir mi? Böylece okuyan kişi, bu secdede Mele-i
a’lâ’nın (Yüce Topluluk) secdesine ve hidayetlerine uyarak secde eder. Bu ayet
nedeniyle secde edip de melek olmak halamından kendilerine özgü olarak
secdelerinde melekler için meydana gelen şeyden bir esintinin kendisi için
gerçekleşmediği kimse, secde etmiş sayılmaz. Kuran’daki bütün secdelerde durum
böyledir.
A’raPtakiler,
kıyamet yerlerini peygamberin kendilerinde secde etmiş iken görürler.
Peygamber, Rabbinden şefaat kapısını açmasını istediğinde Allah Teâlâ’yı
yüceltmek ve O’na saygı göstermek için secde eder. Allah Teâlâ’nın şöyle
dediğini duyar: ‘O gün topuktan açılır.'1'4' Bu,
hakkında ‘ayaklar birbirine
karışır’142 denilen büyük bir iştir. Başka bir
ifadeyle dünya işi ahiret işine karışır. Araplar şöyle der: ‘Savaş topuğundan
açıldı.’ Bu ifade, çatışma artıp savaş kızıştığı ve sorunlar büyüdüğünde
söylenir. A’raftakiler, ayede kast edilen şeyin ‘secde yeri’ olduğunu anlar.
Secdeye davet edildiklerinde' ise, Allah Teâlâ’nın emrine bağlanarak secde
ederler. Bu secde sayesinde ise, iyiliklerinin kefesi üstün gelir ve ağır
basar, onlar da mutlu olur. Çünkü söz konusu secde, kıyamet yerinde Allah
Teâlâ’nın emrinden olan meşru bir yükümlülük secdesidir. Böylece, (daha önce
terazinin kefeleri denk olup A’rafta kalan kimseler) cennete girerler.
VASIL
, ikinci Secde: Genel
Secdeyle Birlikte Gölgelerin
Sabah Akşam Secdeleri
Bu
secde, Ra’d suresindeki secdedir. Bu
da, ‘Göklerde ve yerdeki
Her şey isteyerek ve istemeyerek Allah Teâlâ’ya secde eder”4Î
ayetinde geçen secdedir. Ruhların gölgeleri, onların bedenleridir. Böylece Allah
Teâlâ göklerde bulunan herkesin kendisine secde ettiğini bildirir. Bunlar,
ulvî-yüce varlıklardır. Yerde olanların da secde ettiğini bildirmiştir ki,
onlar da süfli varlıklardır. Kast edilenler, unsurlardan var olduklarında
cisimler âlemidir. Ayette geçen ‘isteyerek’ ifadesi, bilgi ve makamları
yönünden ruhlara; zat ve varlıkları yönünden ise bedenlere aittir.
‘İstemeyerek’ ifadesi ise, zatları yönünden ruhlara, hemcmslerinin önüne geçmek
ve başkan o İmale arzusu nedeniyle de bedenlere aittir.
Bu
secde, bildirme secdesidir. Böylece kul, söylediği bir konuda Allah Teâlâ’yı
tasdik etmesi gerekir. Çünkü kul, bedeniyle yeryüzü ahalisinden, aklıyla ise
gök ehlindendir. Başka bir ifadeyle kul, insan-melek, melekinsan’dır. Bu
nedenle kul, Rabbine ‘isteyerek’ ve ‘istemeyerek’ secde eder. İstemeyerek secde
etmesi, bilgisinin gerektirmediği özel bir yönden sınırlanışından kaynaklanır.
Bununla beraber, gerçekte farkına varmasa bile, zatı yönünden Allah Teâlâ’ya
secde eder. Böyle secdeyi bir ibadet olarak yerine getirir ve bu secde onu
kurtarır.
Ayette
‘sabah’ ve ‘akşam’ın zikredilmesi, gölgenin bu vakiderde uzamasından dolayıdır.
Böylece Allah Teâlâ, gölgelerin uzamasını secde saymıştır. Gölgeler, kendileri
hakkında yanma korkusu duyarak, akşamleyin kendisinden çıktıkları asla dönerek
kısalır. Adeta onlar, kendilerine kapanırlar. Sabah ise, uzar ve Allah
Teâlâ’nın ihsan ettiği nimetleri izhar ederek genleşirler. Akşam (gün batımı)
ve sabah (gün doğumu vakti), namazın kılınmayacağı vakitlerdendir. Bu
vakiderde secde etmenin hükmü nafile hükmünden çıkarılarak farzların hükmü veya
kaza edilen nafilelerin hükmü yapılmıştır. Bu nedenle, bu ayeti okuyan
kimsenin secde etmesi gerekmiştir. Böylece verdiği haberde Rabbini doğrulayan
olması yönünden, bu secdeyi yapanlar ödüllendirilir.
Öyleyse
A’raf suresindeki secde (ayeti), meleklerin rehberliğine ve hidayetine uyma
secdesidir. Ra’d suresindeki secde ise, kesin bir haberi ve gerçeği doğrulamak
secdesidir.
VASIL
Üçüncü Secde :
Zelillik ve Korku Makamında Ulvî
ve Şüflî Âlemin Secdesi ,
Bu
secde, ‘Kendilerine emredileni yaparlar’144
ayeti okunurken yapılır. . Allah Teâlâ, ayette melekleri ve gölgeleri
zikretmiştir. Melekler, A’raf suresinde Allah Teâlâ’nın celâlinin gerektirdiği
gönüllü secdeyi yaparlar. Burada ise, Allah Teâlâ ‘emredileni’ yapmaları
nedeniyle, onları övmüştür. Bu nedenle, emirlerine bağlanma imkânı verip bu
nedenle de kendilerini öven Allah Teâlâ’ya şükretmek için secde etmişlerdir.
Kul ise, meleklerini övdüğü şekilde Allah Teâlâ’nın övdükleri içinde bulunmak
arzusuyla bu secdeyi yapar. Öyleyse bu secde kul için bir zelillik ve boyun
eğme secdesidir. Çünkü Allah Teâlâ şöyle der: ‘Gölgeleri eksiliyordu.’14* Burada,
‘gölgeleri’ kelimesinin zamiri yaratılmışa döner. Daha önce, bedenlerin
ruhların gölgeleri olduğunu söylemiştik. Onlar, özü gereği ruhların
kendilerini hareket ettirmeleriyle hareket ederler.
Ardından
ayette ‘Allah Teâlâ’ya secde
ederek, sağdan ve soldan dönerler’146
■ denilir. Burada belirtilen ise, zillet ve boyun eğme
secdesidir. Bu secdeyi yapıp tecelli sol tarafmda gerçekleştiğinde gölgesinin
sağda secdesini ya da tecelli sağda gerçekleştiğinde gölgesinin soldaki
secdesini göremeyen kimse, özel olarak oluş âleminde tesir etme imkânı
bulamaz. Çünkü dış varlık (ayn) mertebesinde etkiler çok kolay bulunur. Rical
(adamlar), yani güç ve sağ el sahipleri, oluştaki etkilerinde ortaya çıkar.
İşte bu, bu secdenin özelliklerinden birisidir.
VASIL
Dördüncü Secde: Allah Teâlâ’nın Kelâmına Bıraktığı Sır ve Zevk İlimlerini
Bilenlerin Secdesi. Bu Secde Kabul, Ağlama ve Korku Secdesidir.
Allah
Teâlâ şöyle buyurur:' ‘Onu Hakk ile indirdik ve o da Hakk ile indi. Biz seni
müjdeleyici ve korkutucu olarak gönderdik, sana insanlara ağır ağır oku diye
Kur’an gönderdik.’147 Allah
Teâlâ ‘onu Hakk ile indirdik’ der. Gerçekle ilgili olarak görüş ayrılığına
düştükleri konuda insanlar arasmda hüküm vermem için onu (hakkı açıklayıcı
olarak) indirdik. Kuran, özü gereği de ‘Hakk ile inmiştir.’ Kuran’ın indiği
kimseye hitap ederek de ‘Seni müjdeci olarak gönderdik’ der. Sen Allah
Teâlâ’nın rahmeti ve hoşnutluğuyla bir topluluğu müjdelerken başka bir
topluluğu acı bir azapla müjdelersin. Ayrıca, seni müjde verdiğin ve
müjdelendiğin şeyi öğretici olarak gönderdik. Kuran, pek çok şeyi toplayan bir
sözdür. Biz, onu indirilmiş surelerde apaçık ayetler olarak ayrıntılandırdık.
Bunun nedeni, onu okuman (başka bir yorumla toplaman), yani Kur'an’ı insanlara
okuman, insanları da Kur'an’ın etrafında toplamandır.
Ey
Peygamber! cDe ki, ister ona inanın’ yani onu doğrulayın ‘ister
inanmayın.’ Ya da, onu reddedin ve onaylamayın. ‘Kendilerine bilgi verilen
kimseler.’ Yani, eşya hakkında kesin bilgi ve inancın verildiği kimseler ‘daha
önceden’ ondan önceki benzerleri gibi ‘okunduğunda’, yani ayeder arasındaki
ilişkiye göre birbirini takip ettiğinde ‘secdeye kapanırlardı.’ Yani,
çömelerek ve eğilerek yüzükoyun düşerlerdi. Secde, yüzükoyun düşmek demektir.
Nitekim deveye binmek için çöktüriildüğünde, ‘çöktürüldü’ anlamında ‘escede
el-baire’ denilir. ‘Onlar 'rabbimiz münezzehtir' der.’ Yani, O’nun vaadi doğru,
sözü gerçektir. ‘Rabbimizin vaadi mutlaka yerine gelecektir.’ Yani, vaat ettiği
gibi mutlaka yerine gelecektir. Vaat, iyilik ve kötülük hakkında kullanıldığı gibi
vait (tehdit) özellikle kötülük hakkında kullanılır. İyilik hakkındaki vaat
mutlaka gerçekleşir. Vait ise, bazen affedilir ve silinir. Çünkü affetmek
Araplara göre cömerdin niteliği ve efendi ve büyüklerini övmek için kullanılan
ifadelerden biridir. Şair şöyle der:
Ona bir şey vaat verdiğimde
veya bir şeyle tehdit ettiğimde
Tehdidimi yerine getirmem
ama vaadimi yerine getiririm mutlaka
‘Yüz
üstü yere kapanır ve ağlarlar.’ Bu durum, bağışlansa bile, yetişemedikleri
şeye karşı duydukları üzüntüden kaynaklanır. (Bağışlanmış olsa da) Silinerek
temizlenmiş bir şey üzerinde yazı yazmak, silinmemiş bir şeyin üzerine yazı
yazmaya benzemez. ‘Onların korkusu artar.’ Yani, zelillikleri artar. Korkmak,
bir tecelliden olabilir. Tecelli ise, ya dışa ya içe ya da her ikisine
birdendir. Bu secde, korkudaki artıştan kaynaklanan secdedir. Huşu ve korku
ise, daha önce belirttiğimiz gibi, ilahi bir tecelliden olabilir. Huşunun
artması, tecellinin artmasının kanıtıdır. İşte bu da, tecelli secdesi diye
isimlendirilir.
Beşinci secde genel secdedir
Bu
secde, Meryem suresindeki ‘Rahman’ın ayetleri onlara okunduğunda, ağlayarak
secdeye kapanırlar’148
ayetidir. Burada söz konusu olan, nimet verilen peygamberlerin secdesidir.
Ağlamak, sevinç, neşe ve kabul ve hoşnuduk belirtisinin sonucudur. Çünkü AJlah
bu ayeti Rahman’ın ayetlerine bitiş tirmiştir. Rahmet ise, kahır ve azameti
değil, lütuf ve ilahi ilgiyi gerektirir. Bu nedenle, peygamberlerin gözleri Allah
Teâlâ’nın bu ayeüerle kendilerini müjdelemesinden dolayı sevinçten dolar. Görünüşü
bakımından bu da ağlamadır, çünkü gözlerden yaş akmaktadır. Yaş ise, üzüntü,
yorgunluk ve bitlcinlik yaşı değil, sevinç yaşıdır. Çünkü Rahman ismi başka bir
şeyi gerektirmez.
Bu
suredeki ‘O gün takva
sahiplerini Rahman’a toplarız’149
ayeti okunduğunda, Ebu Yezid sevinmiş, kan gözlerinden boşanıp minbere kadar
uzanmış ve şöyle demiş: ‘Acaba, O’nunla birlikte oturan kimse nasıl O’na
götürülür ki?’ Çünkü Allah Teâlâ şöyle der: ‘Beni beni zikredenle otururum.’
Takva sahibi, Allah Teâlâ’yı çekinerek zikreder. Rahman’a götürüldüğünde ise o
-ki o çekinmesinin nedeni olan şeyden güvende olmak makamıdırbununla sevinir
ve müjdelenir. Böylece Ebu Yezid’in göz yaşları da, sevinç göz yaşları
olmuştur. Başkası perdeye götürülürken, (takva sahibi) O’ndan O’na nasıl
götürülür!
Surede
Hz. İbrahim’in ‘Ben Rahmatı’dan bir azabın sana temas etmesinden
korkuyorum,,5n ifadesinde
azap Rahman ismine bitiştirilmiştir. Hâlbuki bu isim, dış anlamı bakımından
azabı gerektirmez (diye iddia edilebilir). Bilmelisin ki, burada İbrahim,
içinde bulunduğu durumda kendisiyle beraber ‘babası (kendi özel ismi)’ olan
isme işaret etmişti. Çünkü İbrahim, hiç kuşkusuz, içinde ve üzerinde bulunduğu
iyilik, afiyet, rızık ve sağlığın gerçekleşmesi nedeniyle her zaman Rahman ile
beraberdi. Rahman isminin azapla birlikte geçmesinin diğer anlamı ise,
doktorun hastalık sahibine merhamet etmesine benzer. Doktor, kangren olmuş
organı keserek bir yandan hastaya acır, öte yandan ona merhamet eder. Bu
bağlamda dünyada sınırları koymak, insanların ahiret hayatındaki
temizliklerinin nedeni olsun diye, Allah Teâlâ’nın hikmetindendir.
Gerçeğe
ulaşmış kimselerin gözüyle bakarsan, her yerde durumun böyle olduğunu görürsün.
Bu secdeyi yapan ve azaptaki nimeti görmeyen ise gerçekte secde etmemiştir. Nitekim
birisi şöyle demiştir:
Ben seni istiyorum, ama
mükâfat için istemiyorum Ben şeni azabından dolayı istiyorum.
Bütün arzularıma ulaşmış
haldeyim Azap ile bulduğum hazzın dışında.
Râbiatü’l-Adeviye
ise, başını duvarın sütununa vurup kanatmış. ‘Acı duymuyor musun? Denildiğinde
ise, ‘başıma gelen iş'te Hakkın takdirine rıza göstermek, acıyı hissetmekten
beni alıkoymuştur’ diye yanıt vermiştir. .
VASIL
Altıncı Secde
Bu
secde madenlerin, bitkilerin,
canlıların, bazı insanların ve felek ve unsurları imar edenlerin görerek ve
ibret alarak yaptıkları secdedir. Allah Teâlâ şöyle buyurur: ‘Göklerde ve yerdeki her şeyin, güneşin,
ayın, yıldız-: ların, dağların, ağaçların, canlıların, insanların
çoğunun ve haklarında azabın gerçekleştiği pek çok kimsenin Allah Teâlâ’ya
secde ettiğini görmez misin? Allah Teâlâ kimden yüz çevirirse, ona ikram edecek
yoktur. Kuşkusuz Allah Teâlâ dilediğini yapar.’151
Böylece bu ayette her şeyi zikrederken insanları kısmen zikretmiştir. insanlar
hakkmda ise, ‘onların çoğu’ demiş ve bu durumunu . mutlak iradesinin gereği
saymıştır.
Kul,
bu ayette haklarında azabın gerçekleştiği çoğunluktan değil, Allah Teâlâ’ya
secde eden çoğunluk içinde yer almak için secdeye koşar. Böyle bir kul, Allah Teâlâ’nın
kendisine secde imkânı verdiğini görüp secdeyle arasına girmediğinde, ‘inayet5
edilenlerden olduğunu anlar. İnayet edilenler, gölderde ve yerlerde bulunanlar,
yanı sıra batarken güneş, kaybolurken ay, yörüngelerinde yıldızlar,
duruşlarında dağlar, köklerine dayanmada ağaçlar ve boyun eğişlerinde hayvanlar
ve müşahedesi olan bazı insanlar
gibi,
secdeleri bölünmeyen kimselere katılmış olanlardır. Allah Teâlâ ehlinden birisi
bu secdeyi yapıp zikredilen her âlemi kendisinde görmez ya da onların bir
kısmının secde ettiğini görürse, secde etmiş değildir.
VASIL
Yedinci Secde
Bu
secde, boyun eğmek, zillet ve
yoksunluktan kurtuluş ve iman secdesidir. Bu secde ise, Hac suresinin
sonunda ‘Ey iman edenler! Rüku
edin, secde edin, Rabbinize ibadet edin ve iyilik yapın ki, belki kurtulursunuz’152
ayetinde geçer. Ayetten anlaşıldığı kadarıyla kast edilen şey, kurtuluş
secdesidir. Başka bir ifadeyle bu, başarı, beka ve kurtuluştur. Bu ayetin
okunduğunu duyduğunda insanın iyilik yapması ve secdeye koşması, onun imanının
sebebi (sonucu) olmuştur. Çünkü Allah Teâlâ bu ayette müminleri ‘Ey’ ifadesiyle
ayırmış ve onlara rüku ve kendisine secde etmeyi emretmiştir. Böylece secde
eden kişi, ‘emredileni yapmış olmada meleklere katılır.’ Böylece kul, secde
etmiş ve kurtulmuştur.
Bu
secde hakkında görüş ayrılığı vardır. O secdeyi yapan ve (Hakkın) beka ve her
şeyi baki kılma özelliğini bilmeyen; kendi bekasıyla baki olan ile Hakkın baki
kılmasıyla baki olanı ayırt edemeyen; kendi alâmetiyle kurtulup kurtuluşa eren
ile (başkasına) katıldığında kurtulan ve geçen kimsenin farkını bilmeyip bazı
durumlarda ‘sabitlik’ bazı durumlarda ise ‘kurtuluş’ bulunduğunu söyleyen
kimse, bu ayette secde etmiş sayılmaz.
VASIL
Sekizinci Secde
Bu
secde, kabul edenlere göre (ehl-i
itiraf, Rahman isminin gereğini bilenler), nefret ve inkar secdesidir. Allah
Teâlâ şöyle buyurur: ‘Onlara Rahman’a secde edin denildiğinde,
Rahman nedir? Derler. Senin emrettiğin şeye secde mi edeceğiz? Onlarm sadece
nefretini artırır.’153 Yani
onlara ‘secde edin’ denilmesi nefrederini artırır. Mümin ise, bu ayeti okuduğunda
inkarcı kafirden farklılaşmak için Rahman ismine secde eder. İşte bu, ‘ayrışma
secdesi’ diye isimlendirilir. Allah Teâlâ şöyle der: ‘Ey günahkârlar! Bugün ayrışın.’154 er-Rahman
ismini inkar edenlerle onu kabul edenler arasında kıyamet günündeki ayrışma, bu
ayet okunduğunda secde etmekle gerçekleşir. Bu isim, onların nefretini
artırır, çünkü onu bilmezler. Bu nedenle ‘Rahman nedir?’ derler. Bu soru,
inkar bildiren bir tarzda sorulmuştur. İşte bu, kahır secdesi değil,
nimetlendirme secdesidir. Çünkü kafirler, Rahman isminin yükümlülükle
çeliştiğini ve secdeyi emretmenin bir yükümlülük olduğunu düşündüklerinde
yanılmışlardır. Onlara göre, mübalağalı rahmet anlamı taşıyan er-Rahman’a secde
uygun değildir. Kur'an-ı Kerîm secdeyi kahır gerektiren bir isimle birlikte
zikretseydi, belki de kafir korkarak secdeye koşardı. Nitekim cahiliye devrinin
büyüklerinden bir zorba, Rasûlullâh sallallâhü aleyhi ve sellem’in huzuruna
gelerek ‘Ey Muhammed! Getirdiğini bana oku da, bir dinleyeyim?’ demiş. Bunun
üzerine Rasûlullâh sallallâhü aleyhi ve sellem ona ‘Ha, Mim, yüz çevirirlerse de ki, Ad ve
Semud’un çığlığı gibi bir çığlıkla sizi
korkuttum’155 ayetini
okumuş. Ayette geçen kimseler, Arap idi ve onların hikayeleri Hicaz’da
meşhurdu. Bu ayeti duyduğunda, kemikleri titremiş ve rengi sararmış ve duyduğu
şeyin gücünden ve onu bilmesinden dolayı kıpkırmızı olmuş ve şöyle demiş: ‘Bu
bir zorbanın sözüdür.’
Okunan
ayet, onların sadece nefretini artırmıştır. Başka bir ifadeyle, yükümlülüğün
er-Rahman’a bitişmesi, onların nefretini artırır. Rahman, kendisine isyan edeni
bağışlayan ve affeden, dolayısıyla kendiliğinden sorumlu tutmayan demektir. Bu
cahil Rahman’a secde etmenin yükümlülükle değil, cezalandırmayla çeliştiğini
ve bu secdenin mükafatı artırdığını bilseydi, hiç kuşkusuz ki, secdeye
koşardı. Bu secdeyi yapıp bilgi ile hıbra’yı (tecrübeye bağlı uzmanlık) -ki
zevklerin bilgisidirayırt etmeyen, gerçekte secde etmemiştir. ‘Sizi deneyeceğiz, ta ki bilelim’156 ayeti,
bu bilgi türüyle ilgilidir.
Dokuzuncu Secde
,
Bu secde, kesin haberden meydana gelen ‘gizli sırrın’
secdesidir. Bu surede secdenin yeri hakkında görüş ayrılığı vardır. Bir görüşe
göre ‘ilan edersiniz’157 ayetinde,
bir görüşe göre ise, ‘Yüce Arş’ın Rabbidir’158 ayetindedir.
el-Azim ayetinde secde edilirse, bu, azametin birlenmesi secdesidir. Okuyan kışı, ‘Göklerde ve yerde tohumu çıkaran
kimseye secde etmezler mi?’159 ayetinde
secde ederse, bu da, tercih secdesi sayılır. Bu secdeyi yapan kişi şöyle der:
‘İnsanlar, alenen yaptıklarını bildiğine inandıkları güneşe secde ederler.
Hâlbuki ‘gizlediklerini ve açıkladıklarını bilen’ kimseye secde etmek daha
yerindedir. Onlar, sıcaklığıyla yeryüzünün bitirdiği bitkileri ortaya çıkaran
güneşe secde ederler. Allah Teâlâ da onlara ‘Göklerde tohumu çıkaran kimseye
secde etmeniz daha yaraşırdır’ der. Kast edilen şey, battıktan ve gizlendikten
sonra görünen yıldızları ortaya çıkarmaktır. Sonra onları parlak bir şekilde,
izhar eder. Yeryüzünde ise, yeryüzünün bitkilerini çıkarır. Öyleyse, güneş
bunu yapamaz, bilakis güneş gözüktüğünde gökte bulunan bütün yıldızlar gizlenir
ve silinir.
Güneşe
secde etmektense, Allah Teâlâ’ya secde etmek daha uygundur. Çünkü Allah Teâlâ
katında güneşin hükmü, batış ve doğum anında yıldızlar hakkında verdiğimiz
hüküm gibidir. Güneş de, tıpkı diğer yıldızlar gibi, Allah Teâlâ’nın gökte
çıkardığı tohumdandır. İşte (secde etmek için güneşi değil de Allah Teâlâ’yı)
tercih secdesi budur. Çünkü Allah Teâlâ’nın mertebesinin ilahlığını gösteren
kanıt, kendisini ilah edindiklerinde güneşin ilahlığını göstermekten daha
üstündür (müreccah) Ki bunun nedenlerini zikrettik. Bu secdeyi yapıp da
hayvanların dilini öğrenemeyen ya da kuşların dilini bilmeyen; bütün
yıldızları ve nutkun harflerini nikahlayıp bakirelerden haz duyduğu gibi haz
almayan kimse (secde etmemiştir).
Onuncu Secde
Bu
secde, dikili kanıdardan hareketle akıl ve kalp
gözünün (Hakkı) tespih ve (O’nun karşısında) tevazu duygusuyla hatırlama ve
öğüt almak için yaptığı secdedir. Bu secde, Lokman suresinde ‘Elif-Lam-Mim,
tenzil...’ diye başlayıp ‘Ayetlerimize kendilerine hatırlatıldığında
secdeye kapanan ve Rablerinin övgüsünü tespih edip büyüklenmeyenler inanır’160
ayetidir. ‘İnne (kuşkusuz, ayette inne-ma şeklinde geçti)’ edatı, kesinlik ve
belirsizlik anlamı taşır. Allah Teâlâ, bu ayede şöyle demektedir: Ayederimizin
toplanmışhk halinde nefislerin, güçlerinden meydana gelen şeyler değil,
varlığımıza ve peygamber gönderişimizin doğruluğuna kanıt olarak diktiğimiz
deliller olduğunu sadece kendilerine hatırlatıldığında (secdeye kapananlar
anlayabilir). Tezekkür (hatırlama), gaflete düşülmüş veya akıllının unuttuğu
bir şey hakkında olabilir.
‘Sadece
akıl sahipleri hatırlar.’ Allah Teâlâ şöyle der: Bu ayetlerin (nazar) kendileri
için diktiğimiz şeylere ayetler olduğu teorik incelemeyle algılanabilir.
Onlara hatırlatıldığında ise, yüzlerinin üstüne düşerler. Başka bir ifadeyle,
zadarı hakkındaki bilgiyi elde ederler. Böylelikle onlar, Allah Teâlâ’nın
peygamberlerinin dilleriyle kendisini tenzih ettiği şekilde Rablerini tenzih
eder ve (elde ettikleri) bilgileri bunu yapmalarına engel olacak bir büyüklük
onlara kazandırmaz.
Bu
secdeyi yapıp da aklının algıladığı şeyleri bilmeyen ve teorik incelemesinin
verisiyle inancının verisini ayırt edemeyen kimse, gerçekte secde etmemiştir.
Böylelikle kul, aklederek değil, inanarak Rabbini tenzih eder. Bilgi ve
hikmeti ise, bulduğu yerde alır, bunları getiren organa bakmaz. Çünkü akıllı
kişi, insanları gerçek vasıtasıyla tanır, akıllı olmayan ise gerçeği adamlar
vasıtasıyla tanır. İşte bu (gerçeği insanla tanımak), teorik incelemenin en
büyük sürçmelerinden biridir. Çünkü konuşan bir insanın gerçek hakkında
açıklamak istediği şeyi -ki gerçekte sözle amaçlanan şey bu anlamdırgösteren
anlamın içkin olarak bulunduğu bir sözü cahil kişi Peygamberden kabul edebilir
(bunda bir güçlük çekmez). Hâlbuki aynı anlamı, peygamber in varisi veya veli
söylediğinde, onu imkânsız sayar ve reddeder. Bilgiyi bilgisinin kendisinden
dola-
yı kabul etmiş olsaydı, (ayette
belirtilen) ‘hatırlayanlardan (dolayısıyla secdeye kapananlardan) olurdu. Allah
Teâlâ Kur'an-ı Kerîm’den indirilen ayederle peygamberin üç insan sınıfına hitap
etmesi gerektiğini söylemiştir: Kur'an-ı Kerîm bir grup hakkında bir
‘tebliğ’dir. Onlar, Allah Teâlâ’nın katından geldiğine inanarak sözleri duyarlar
ve başka bir şey de anlamazlar. Bir gruba ise, Peygamber ayetleri ‘derinden
düşünmeleri için okur.’ Başka bir ifadeyle, peygamber onları kendisinden değil,
onu gönderenin katından getirdiğini anlayıncaya kadar ayeder hakkında derinden
düşünürler. Peygamber başka bir gruba ise, ‘akıl sahipleri hatırlasın’ diye
ayederi okur. Başka bir ifadeyle onlar, daha önce bildikleri şeyleri, yani
önceki peygamberlerin getirip (aklî) kanıüarın imkânsız saydığı ve algılanması
güç şeyleri hatırlarlar. Algılanmalarının güç olması, söz konusu kanıtiarın öz
kanıtlar olmasından kaynaklanır. Bu son grup, keşif ve vecd (ehl-i keşf
ve’l-cem’ ve’l-vücûd) sahipleridir. Bu ayet için secde edip zikrettiğimiz
şeylerin kendisi hakkında gerçekleşmediği kimse, gerçekte secde etmemiştir. .
VASIL
On Birinci Secde
Bu secde, bize göre, nurlar mertebesinde şükür
secdesi; sahibi için ise -herhangi bir günah nedeniyle olmaksızıntövbe
secdesidir. Tövbe, secdenin amaçlarından birisi değildir. Bu secdenin ayeti,
Sâd suresindeki ‘Davud kendisini sınamadığımızı
zannetti ve Rabbinden bağışlanmak diledi, rükuya kapandı ve tövbe etti,m ayetidir.
Böylelikle Davud, hem tövbe ve hem şükür amacıyla bu secdeyi yapmıştır. Zan,
onun kapısındadır. Allah Teâlâ şöyle der: ‘Davud onu denediğimizi zannetti.’
Çünkü dilde fime, denenmek demektir. Araplar ‘Fetentü el-fizza ale’n-nar’, yani
‘gümüşü ateşte sınadım (gümüş mü değil mi anlamak için)’ derler. Böylelikle
Davud, Rabbinden vurgulu bir şekilde kendisini örtmesini istedi. Çünkü ayette
geçen istiğfar, tekit ifade eder. Böylece yere kapanmış ve istediği konuda
kendi güç ve kuvvetine değil, Allah Teâlâ’ya yönelmiştir. Bu du-
rum, kendisiyle gizleneceği bir gücün
onda bulunduğuna delildir. Davud ise, bunu yapmamış ve o konuda Allah Teâlâ’ya
dönmüştür.
Bu durumu ‘Arzuya
uyma!’162 ayeti
destekler. Davud, istediği konuda hükümran olma gücüne sahip olmasaydı,
(arzuna uyma diye) bundan engellenmezdi. (Ayette Allah Teâlâ der ki) Bize
başvürduğu konuda ihtiyacını karşıladık ve bizim mertebemizde başkalarının (onu
görmesinden) onu gizledik. Kulların arasında hüküm verme, yönetme ve etkin
olmada halifemiz (Davud Allah Teâlâ’nın halifesiydi) olduğunu açıkça belirtmemize
rağmen, kıymeti bilinmemiştir.
Allah Teâlâ şöyle buyurur: ‘Onun
bizim katımızda büyük kıymeti vardır."63 Bu durum bizden kaynaklanır, yoksa bu
kıymet, var olanlara ve başkalarına dayanmaz. ‘Ne
güzel varış yeridir!’164 Yani, onun sonu güzel bir sondur.
Çünkü güzellik ve güzel, ihsandan gelir. İhsan, hakikatleri bulundukları hal
üzere öğrenmeyi sağlayan görme makamıdır. Allah Teâlâ’nın peygamberi ihsanı,
Cebrail’e, işaret ettiğimiz şekilde yorumlamıştır (Allah Teâlâ’yı‘görür
gibi’ibadet etmek).
Hakkında herhangi bir görüş ayrıhğı
bulunmayan bu yönelme secdesini yapan kişi, secdeyi yapıp Davud’un secdede
bulduğu ilahi yakınlığı, işinin sonunu bilmeyi ve işinin nasıl sonlanacağını,
makamın sonunu ve ahiret hayatında Rabbinin katındaki mertebesini bilmezse,
secde etmemiştir. Bu durum, secdeyi Davud peygamberin secdesi gibi yaptığında
böyledir. Secdesini Rasûlullâh sallallâhü aleyhi ve sellem’in secdesi gibi
yapıp bütün hallerinde her Hakk yaraşır bilgi ve amelinde ya da her diyarda o
diyara özgü bilgi ve amelde bir artış görmezse, secde etmiş sayılmaz. Çünkü *
bir yerdeki artış, o yer için ortaya konulmuş şeylere göre gerçekleşir. Dünya
hayatı, teklif ve amel yeridir. Ahiret ise, mükâfat ve ödüllendirme yeri
olduğu gibi bilgisini Allah Teâlâ’dan alan kimseler için dünya da ödül
diyarıdır. İşte Allah Teâlâ’nın peygamberi! Allah Teâlâ, geçmiş ve gelecek
bütün günahlarını bağışladığı halde (ödül), Rabbine ibadetini artırmış, bu konuda
Allah Teâlâ’ya şükretmek için ayakları şişinceye kadar namaz kılmıştır (kulun
karşılık vermesi). Bu durum, bağışlanma karşılığında kulun verdiği
karşılıktır. Öyleyse, dünya da ‘ceza (karşılık vermek)’ diyarıdır. Bu yorumla
‘din günü’, dünya ve ahiret günü demektir. Dünya hayatında cezaların (had)
saptanması bir ceza olduğu gibi aynı zamanda Allah Teâlâ bedbahdarı dünyada
işledikleri iyi ahlaklar karşılığında verdiği nimeder-
le mükafatlandırır ve ödüllendirir.
Böylece, dünyada iyiliklerinin meyvelerini devşirmiş olarak ahirete varırlar.
Dünya hayatı da bir ‘ceza ve karşılık’ diyarı olmasaydı, böyle olmazdı.
Öyleyse, secdesinde bu gibi bilgileri algılamayan kimse secde etmemiştir.
VASIL
On ikinci Secde
Bu secde, Allah Teâlâ’nın şanına yaraşan yüceltmeyi
yerine getirmek için bütün gayretini harcama ve çalışmayla birlikte ondan haz
alma secdesidir. Bu secde, Ha-Mim diye başlayan secde ayetidir. Secdenin yeri
hakkında görüş ayrılığı vardır. Bazı bilginler, secdenin ‘Ancak
O’na ibadet edersenizn65 ayetinde olduğunu söylemiştir.
Burada secde eden kişi, secdesini şart secdesi yapmıştır. Secdeyi ‘Onlar
üzülmezler’l“ ayetinde yapan ise, sevgi ve sevinç
secdesinin sahibidir.
insanlar, dinlenmek için geceye
muhtaçtır. Geceyi kendileriyle insanların gözleri arasına giren bir elbise
edinirler. Besinlerini elde etmek için de, kendisinde sebeplendikleri gündüze
de muhtaçtırlar. Gündüzün güneşin doğumu, gecenin ise güneşin batımıyla gerçekleştiğini
gördüklerinde ise, gece ve gündüzün varlığını güneşle ilişkilendirirler ve ona
taparlar. Bu insanlar, güneşe tapanlardır. Yunan şehirlerinde (bilad-ı Yunan)
güneşe tapanlardan pek çok insan gördük. Onların bilginlerinden birisinin
evine konuk olmuştum. Kendisine Allah Teâlâ’ya tapmaya güneşe tapmayı niçin
ortak koştuklarını sordum. Bunun üzerine bana şöyle yanıt verdi: ‘Biz güneşe
ilah olarak tapmıyoruz, Haşa! Allah Teâlâ tek ilahtır. Bizim bilginlerimiz, bu
büyüle aydınlık cismin içerdiği âlemdeki yararlara bakmış, sonra Allah
Teâlâ’nın ona bağladığı yararları saymıştır. Biz de, Allah Teâlâ’nın ilgisi ve
inayeti olmasaydı onu bu işlere görevli yapmayacağını anladık. Bu nedenle
kurtuluşumuz için Allah Teâlâ katında en güzel vasıta olması için ona saygı
göstererek yaklaşmak istedik. Bize göre güneş, Allah Teâlâ’ya muhtaç bir
kuldur. Şu var ki Allah Teâlâ’nın ona ilgisi ve inayeti vardır.’ Bilginin bana
söylediği budur. Biz de, onun verdiği ziyafette yemek yiyorduk.
Allah Teâlâ bu secde hakkında şöyle
der: ‘Onun ayetlerinden birisi..."67 Burada
zamir, Allah Teâlâ’ya döner. ‘Gece ve gündüzdür.,I6S Bunlar,
güneşten meydana gelse bile güneşin ayetleri değil, Benim ayetler imdendir. Sonra
şöyle der: ‘Güneş ve ay."69 Burada Allah Teâlâ, gecenin ayetini
sildiğini insanlara bildirir. Gecenin ayeti, aydır. Dolayısıyla onun ışığı,
ancak geceleyin göründüğü gibi ışığı da ödünçtür, çünkü ayın ışığı güneşin
ışığının yansımasıdır. Ay ise, güneş için bir ayna gibidir. Öyleyse, ayın sana
verdiği ışık güneşe aittir ve o sadece bir ulaştırıcıdır. Çünkü ay, sönüktür. Allah
Teâlâ gündüzün ayetini ise, aydınlık yapmıştır. Başka bir ifadeyle, onun
ışığını göz için görünür yapmıştır. Bu doğum ve batmayı ise, senenin
mevsimlerini öğrensin diye, güneşle hesap yapan kimseler adına belirledik.
Zamanı ayla hesaplayan ise, senelerin sayısını ve hesabını öğrenir. Allah
Teâlâ, hilal hakkında şöyle der: ‘De ki,
onlar insanlar ve hac için vakitlerdirn?n Allah
Teâlâ insanlara şöyle der: Güneşe ve ibadete bu nedenle tapıyorsanız, hiç
kuşkusuz, biz (güneşle ortaya çıkan) bu ayetleri (güneşe değil) kendimize
delil olarak yarattık. Siz de (güneşe değil), ‘hepsini yaratan Allah Teâlâ’ya
secde edin.’ Allah Teâlâ güneşi, ayı, geceyi ve gündüzü tek bir zamirde
topİamış ve dişiliği erkekliğe hâkim (halaka-hünne, dişi zamir) kılmıştır.
Çünkü gece, gündüz, güneş ve ay edcin değil, edilgendir. Bu ise, düşünen
kimseler için, açık bir benzetmedir.
Bu cisimlerin çoğulu ise, akıllı dişi
çoğuludur. Bu durum, erkekliğe ait dereceden eksikliklerine dikkat çeker.
Ayette ‘halakahum (onları yarattı, erkek zamirle)’ demedi. Böyle deseydi,
erkekliği onlara hâkim kılması nedeniyle değerlerini artırmış olurdu. Çünkü
Araplar konuşurken (erkek ve kadını aynı zamirde bir araya getireceklerse)
erkeği dişiye hâkim kılar ve şöyle derler: ‘Zeyd ve Fatımalar çıktı (haracû,
erkek zamir).’ Hâlbuki dişi için söylenen ‘harac-ne (çıktılar)’ ifadesini
kullanmazlar. Söz konusu cisimleri yaratan Allah Teâlâ, ibadet edilmeye
onlardan daha lâyıktır. Çünkü edenin mertebesi edilgenden daha üstündür. Öyleyse,
Hakk iki bakımdan eksik olan kimseden ibadete daha lâyık ve daha müstahaktır.
Söz konusu iki durum, yaratılmış olmak ve dişiliktir.
Allah Teâlâ şöyle der: ‘Rabbinin
katında bulunanlar "7> Yani, Ay
feleğinin aşağısındakilerin dışında olan Allah Teâlâ’yı bilen melekler. ‘Gece
gündüz Allah Teâlâ’yı tespih eder."72 Onlar, Allah Teâlâ’yı sizden daha
iyi bilir. Bunların (güneş ve ay) arasından ilah edindikleriniz gerçekte ilah
olsaydı, hiç kuşkusuz, melekler sizden daha önce ilah edindiğiniz şeye secde
ederlerdi. Çünkü meleklerin (gerçeği) sizden daha iyi bildiğini biliyorsunuz.
Hâlbuki melekler, dinlenmeden ve duraksamadan Allah Teâlâ’ya secde ederler.
VASIL
On Üçüncü Secde
Bu secde, eğlence ve oyun (içinde bulunmaktan
vazgeçme) secdesidir. Başka bir ifadeyle on,üçüncü secde, Allah Teâlâ’dan
gafil olanları uyarı secdesidir. Söz konusu secde, Necm suresinin sonundaki
ayettedir. Orada secde edilip edilmeyeceği hususunda (bilginler arasında) görüş
ayrılığı vardır. Onun secdesine ilahi emir, horluk ve yoksunluk bitişmiştir.
Çünkü (ayette zikredilenler), alay edenlerdir. Allah Teâlâ, onlara şöyle der:
Zengin iseniz, Kur'an ile zengin olunuz. Çünkü Kur’an size daha yaraşır.’ ‘Allah
Teâlâ’ya secde edin ve ibadet
edin:173
Bir rivayette şöyle denilir: ‘Allah
Teâlâ bir peygambere, peygamberin Kur'an’ı teganniyle okuyana verdiği gibi izin
vermemiştir.’ Yani, Allah Teâlâ’nın duyması peygamberin Kur'an’ı duymasına
benzemez. Allah Teâlâ’nın peygamberi ise şöyle der: ‘Kur'an’ı teganniyle
okumayan bizden değildir.’ Böylece, peygamber Kur'an’ın teganniyle okunmasını
sünnetten saymıştır. Bu ifade, Hımriye şivesidir. Şöyle derler: ‘Ismid lenâ!’
Yani bize teganni yap. Bunu ise, çalışmaya kalktıklarında hasat vaktinde söylerler.
Arapiar Kur'an duyulmasın diye
nağmeli sözler söylerlerdi. Onlar, ayette bildirildiğine göre, ‘Bu
Kur'an’a kulak vermeyin, okunurken gürültü çıkarın, belki galip
gelirsiniz’174 derlerdi. Nitekim günümüzde Allah Teâlâ’nın beğendiği
işlere erdirmediği bilginler (ulema), Allah Teâlâ ehlinin kendilerine ihsan
edilen sırlarını dile getirdiklerini duyduklarında böyle yapar ve ‘bu bir
hezeyandır’ derler. Aşırıları ise, (Allah Teâlâ ehlinin söylediği) ‘küfürdür’
derler. Hâlbuki duyduklarının anlamı sorulsaydı, onu bilemeyeceklerdi.
Allah Teâlâ şöyle der: ‘Yoksa
bu söze mi?’175 Yani, peygamberin size öğüt verdiği ve
bir yandan korkutup bir yandan vaatte bulunduğu söze mi ‘şaşırıyorsunuz’'71' Yani,
şaşkınlığınızı artırıyorsunuz: Böyle bir adam, nasıl olur da Kur'an’ı getirebilir?
Niçin bu kitap büyüklerinize indirilmemiştir? Nitekim kafirler şöyle demişti: ‘Keşke
bu Kur'atı iki beldeden büyük bir adama indirilmiş olsaydı.’177 -
‘Gülüyorsunuz.’179 Yani, bize getirildiğinde onunla
alay ediyorsunuz. Bunlar, daha önce belirttiğimiz gibi, gerçeği adamlar
vâsıtasıyla tanıyan bilgisizlerdir. ‘Siz alay
edersiniz’179 Bunu
yapmayın, büyüklenmeyin ve kendi dilinizdeki bu sözün sahibi olan Allah
Teâlâ’ya boyun eğin, onu indiren karşısında zelil olun. Çünkü Kur'an-ı Kerim’de
tehditten dolayı ağlatıp sevindirerek Mutlu eden ve insanı neşelendiren ayeder
vardır. Bu durum, Allah Teâlâ’nın rahmetinin genişliği ve kullarına ihsanından
kaynaklanır. ‘Ağlamayın.,,s" Kur'an-ı
Kerim’de ayederi düşünen kimseler için göz yaşının yerini kana bıraktıracak
şekilde ağlatan tehdit ayederi de vardır. ‘Siz
alay edersiniz.’181 Kur'an-ı Kerim’de bütün bunlar
vardır. Niçin ondan yüz çevirirsiniz ki? Dünya, sakınma yeridir. Ölüm,
herhangi bir nefeste size gelebilir ve size ulaşabilir. Nereye varacağmızı düşünmüyor
musunuz? Nereye gideceksiniz? Dünya hayatı bir emniyet ve güven yeri değildir.
Hikmetli ve bilgili insan, her mertebeye o mertebenin müstahak olduğu şekilde
davranır.
VASIL
Ön Dördüncü Secde
On dördüncü secde,
cem’ ve vücûd (birlik ve varlık-vecd) secdesi1
dir. Necm süresindeki secdeyi yapıp feleklerle ilişkili nağme ve neşeli
melodiler hakkında bilgi edinmeyen kimse, gerçekte secde etmiş sayılmaz. Bu
secdeyi yapan insan, âlemdeki her sesin Hakkın âlemdeki ‘mezmurlarından’ birisi
olduğunu öğrenmelidir. Bu keşifte Davud peygamberi gördüğü gibi seslerin ve
harflerin her türlü sırlı anlamları dile getirdiğini görür. Bu sırlı anlamlar,
yalçın dağları sevinçten hareket ettirir, yaslı insanı sevinç ve neşeyle
güldürür. Bütün bunları görmeyen kişi, secde etmiş değildir.
Bu son secde ‘Gök parçalandığında
(İnşikak)’ suresindedir. Yeri hakkında ise, görüş ayrılığı vardır. Ebu Hureyre,
bu secdeyi Rasûlullâh sallallâhü aleyhi ve sellemin arkasında yapmış ve ‘Onlara
Kur'an okunduğunda secde etmezler’182 ayetinde
secde etmiştir. Bu secde, cem’ (uluhiyet mertebesinin birliği) secdesidir.
Çünkü o, ‘Kur'an’ esnasında yapılan secdedir. Cem’ ise, çokluğa imkân verir.
Çokluk, benzerlerle olabileceği gibi başka şeylerle de olabilir. Mutlak
birlik, Allah Teâlâ’ya ait olsa bile, onun haldcında kesin olan uluhiyetin
birliğidir. Bunun anlamı, Allah Teâlâ’dan başka ilahın olmayışıdır. Çokluğun
birliği ise, Allah Teâlâ’nın güzel isimleri bakımından söz konüsudur. Hakk için
kendiliğinde bulunduğu durum yönünde bütün veya parça denilemez, içimizden
birisi haldcında ise, (söz gelişi) Zeyd’i, onun kendisini, dış varlığını ve
bütününü gördüm denilebilir. Çünkü bedenin dışında sadece yüzünü görmüş
olabilirsin. Bu durumda ı pekiştirme, onun bütünü gördüğünün bilgisini verir. Çokluğun
varlığı onda bulunmasaydı, bütünü denilmezdi.
İnsan, Kur'an-ı Kerim’i duyduğunda
-ki o Allah Teâlâ’nın tenzih ve takdis niteliklerinin toplayıcısıdır-, nasıl
olur da kendi toplayıcılığını (ya da birliğini, cem’iyyet) hatırlamaz ve bütün
tenzih niteliklerini kendisine ait olduğu kimseye secde etmez? Bu surede secde
edip türeyenlerin bilgisine ulaşamayan kimse gerçekte secde etmiş değildir. Bu
secdeyi yapan kişi, hamilelerin karınlarında taşıdıkları türleri bilmelidir.
Bu hamile türlerine örnek olarak yeryüzünü, buludan, kadınları ve bütün dişileri
verebiliriz. Bunun yanı sıra, kitapların harflerinde taşıdıkları bütün
anlamıarı da bilmelidir. Çünkü kitaplar da taşıyıcı ve hamileler arasındadır.
Bu secdeyi yapan kişi, geldiği yönden döneceğini öğrenemez; dünyada ve ahirette
kendi durumunu gözüyle görüp yemin edecek bir kesinlikte bilmezse, secde etmiş
sayılmaz.
VASIL
On Beşinci Secde
Bu secde, İlk Aklın müşahede ve Allah Teâlâ’ya
dönüşten kaynaklanan öğretme secdesidir. Bu secde, ‘Secde
et ve yaklaş,m ayetinde Alalc suresinde yapılır.
Başka bir ifadeyle bu secde, Allah Teâlâ’ya yaklaşma talebi içeren bir
secdedir. Ayette ise, kovma ve cezalandırma ifadesinden sonra gelmiştir. Bu
ifade, ‘kella (hayır, asla)’ sözüdür ve Allah Teâlâ’ya ve ahiret gününe inanmayana
yönelik olarak söylenmiştir. Rabbi ona şöyle der: ‘Secde et ve bana yaklaş!
Böylece seni çağırdığı şeyden kurtulur ve onun vereceği sıkıntıdan güvende
olursun!
Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.
Yorumlar