Dede Paşa...Atatürk
Tanıdığım Dede Paşa Ve Öteki İki Şeyh
Cazim Gürbüz
15 Nisan 2013
Üniversite öğrencisiydim.1969 yılıydı, yaz
tatilinde Demirözü’ne gitmiştik rahmetli kardeşim Mucip’le. Halamın oğlu Vasfi
ve akraba gençlerle oturmuş sohbet ediyorduk. Amcam Nihat Gürbüz yanımıza geldi
“Kalkın, Dede Paşa burada, onun yanına götüreceğim sizi” dedi. Mucip’le Vasfi
gönülsüz geldiler, ben merak ediyordum gönüllü gittim. Babamın halasının oğlu
eski milletvekili Ekrem Ocaklı’nın evi… İçeri girdik, makat başında oturmuş,
başı sürekli sağa sola sallanan, aksakallı zayıf bir adam. Yaklaştım elini
öptüm, o da benim elimi öptü (hep öyle edermiş). Oturduk. Ekrem Bey’e -bizi
işaret ederek- “Bunlar kim?” diye sordu.
“Paşa… Bizim Cahit’in çocukları” yanıtını
alınca
“Cahit şimdi nerede?” diye tekrar sordu.
Babam Erzurum’un Narman İlçesinde Ziraat Bankası Müdürü idi, onu anlattı Ekrem
Bey ve gülümseyerek ekledi:
“Sümmanî’nin memleketi Paşa!.. Celalî’ye
‘Aşkın nehri” diyen âşık…”
Sonra Dede Paşa konuşmaya başladı.
Anlattıkları bugünkü gibi aklımda:
“İslam’ın tebliğinden bu yana, üç devir
geçmiştir esas olarak. Takva devri, fetva devri ve devr-i siyaset. Takva devri,
asr-ı saadet dönemidir, o bir daha gelmez ve olmaz. İkinci devir uzun bir
devir, Osmanlı’nın son devirlerine kadar geliyor, her şey fetvayla. Şimdi
devr-i siyasettir, ne yapılacaksa siyasetle yapılacak. Dünyanın geldiği yer de
bu. İslam’a hizmet etmek isteyenler de bu yoldan gidecekler.”
Yani Dede Paşa Hazretleri, birilerinin
yapmaya çalıştığı gibi takva ve fetva devirlerini geri getirme iddiasında
değildi, bunu gerçekçi görmüyordu. Şimdi bunu söyleyince birileri bana tepki
göstereceklerdir
“Ne yani, takva ve fetva bu devirde olmaz
mı demek istiyorsun, Dede Paşa’nın dediklerini böyle yorumlamaya ne hakkın
var?”
diyeceklerdir. Bu görüşlere saygı duyarım,
ancak katılmam mümkün değil. “
Kartal Gözüyle Laiklik” adlı kitabımda bu
konuları enine boyuna yorumlayıp irdeledim. Dileyen alır okur. Bu yazıya özgü
olarak kısaca şunu söyleyebilirim: Günümüzde “takva” bireysel sorumluluğu
gerektiren bir hal ve olgu olarak algılanmalıdır, devlet yönetmede takva belki
artı bir unsurdur ama bunun herkeste olmasını bekleyemeyiz, bu, gerçeklere göz
kapamak olur. Devlet yönetmede hukuku ölçüt olarak almak, insanlığın geldiği
son noktadır bugün.
“Fetva”ya gelince, Hazreti Peygamber “Fetvayı
gönlünüzden alın” buyuruyordu, tarih boyunca buna uyulmadı, fetvalar din
baronları tarafından hükümdarların gönlüne göre verildi. Osmanlı’yı yıkan en
büyük nedenlerden biri de buydu bence.
Dede Paşa’nın dediklerini benim doğru
yorumladığıma ilişkin önemli bir delil de Sadri Karakoyunlu Paşa’nın “Bayburt
Tarihi”nde bulunmaktadır. O kitapta da Dede Paşa’ya dair ilginç bir anı vardır,
onu da bu vesile ile paylaşmak istiyorum.
1916 yılında Kop Dağı muharebelerinde Deli
Halit Paşa’nın emrinde asteğmen rütbesiyle Ruslara karşı çarpışan Dede Paşa,
1919 yılında, Bayburt erenlerinden Kitapsız Hasan Efendi Hazretleri ile Yeni
Cami’de öğle namazı kılar. Sonrasını Dede Paşa, rahmetli Selahattin Tuncer’e
şöyle anlatır:
“Caminin son cemaat yerini çevreleyen
demir parmaklığın eşit aralıkla sıralı baba tabir edilen dikmelerinin hepsinin,
zengin iç dünyası içinde sahip olduğu hayal gücü ile şekillenen kumandanlara
dönüştüğü ve kılıç kuşandıklarını hayal eden Kitapsız Hasan Efendi, birdenbire
bana dönerek ‘Bak Dede Efendi, Allahüalem, zahirden bir müceddit (reformcu)
geldi, memleketi o kurtaracak’ dedi.”
Karakoyunlu Paşa, Dede Paşa’nın bu
sözlerini şöyle yorumlar:
“Bu haber, bağımsızlık savaşımızın
başlamasından önce verilen bir müjdeli haberdir. Nitekim o sıralarda Mustafa
Kemal Paşa, Erzurum Kongresi'ni toplamak için Sivas’tan yola çıkmış ve vatanın
bölünmezliğine ait ilk kararları bu kongrede alarak vatanı kurtarma yolundaki
kesin kararı azim ve cesaretle milli direnişe dönüştürerek bütün dünyaya ilan
etmişti.”
Evet, biz tekrar, Demirözü’ndeki o sohbete dönelim.
Bir saat kadar dinledim ben o gün Dede Paşa hazretlerini; hayranlıkla,
sıkılmadan, zevkle dinledim. Birkaç yıl sonra, Azeri edebiyatı doktoru olan
(şimdi Ege Üniversitesi'nde Profesör’dür... Ali Yavuz Akpınar) bir arkadaşımla
sohbet ediyorduk, birdenbire Dede Paşa’dan söz etmeye başladı, oysa şeyhlere,
tarikatlara hiç olumlu bakmazdı.
“Sen nereden tanıyorsun onu?” dedim.
Anlattı. Dede Paşa Erzurum’a gelmiş, İbrahim Hakkı Hazretlerini torunlarından
Feyyaz İbrahimhakkıoğlu, ısrar ve zorla alıp yanına götürmüş Yavuz’u.
Tanıştırırken Azeri Edebiyatı doktoru olduğunu söylemişler, hemen “Fuzûlî.”
demiş, Dede Paşa. Başlamışlar Fuzûlî üstüne sohbete.
O kimseyi beğenmeyen Yavuz, şaşkınlıkla
dinlemiş Paşa’yı. Bana “Fuzûlî’yi en iyi anlayan adam Dede Efendi’dir” diyordu.
Otuz yıl önce yazdığım ve ilk şiir kitabıma da aldığım “Bayburt Özlemi” şiirime
da yansımıştı Dede Paşa, şöyle diyordum: Dedem Korkut’tan Dede Paşa’ya Sorup
söyleşirim Baba Celâli. Zihnî’nin “Of”u, gurbet çilesi Benim de başımda Koca
Hicranî Dede Paşa bendenizin tanıdığı ve tanıştığı üç şeyhin en önemlisi ve
unutulmazıdır.
Bu vesile ile tarikatlara ve şeyhlere
nasıl baktığımızı ve Dede Paşa dışında öteki iki şeyhin kimler olduğunu da
açıklayalım. Atatürk laikliğine yürekten inanmış, kitabını yazmış, bunun
mücadelesini de vermiş bir adamım. Hayatım boyunca hiçbir tarikat ya da cemaate
girmedim. Girmedim ya, tarikatların tümüne de kötü ya da olumsuz gözle
bakmadım. Kökü bu toprağa bağlı olan, Türklük, Cumhuriyet ve Atatürk’le sorunu
bulunmayan bütün tarikatları bu ülkenin bir gerçeği ve yolbaşçı Ahmet Yesevi
Hazretlerinin izleyicisi ve temsilcisi sayar, onların halkı irşad edip
eğittiklerine inanırım. İşte bu inanç ve yaklaşımla, görüp konuştuğum ikinci
şeyh, Erzurum’da “Erinkâr Şeyhleri” adıyla anılan bir ailenin o zamanki
temsilcisi olan yaşlı bir şeyhti. (Adı Nizamettin’di galiba). Erinkâr’a parti
için, MHP için gitmiştim.
1979 kısmi senato seçimleri kampanya
dönemiydi. Erzurum-Hınıs yolu üzerinde bir dağ yamacında ufacık bir mezra idi
Erinkâr. Şeyh bizi çok iyi karşıladı, zaten MHP’ye sempati duyduğunu duymuştum.
Bir de misafiri vardı, “Yahu bu Türkeş ırkçıdır, Kürtleri kesecekmiş” gibi
sözler söyledi. Şeyh güldü
“Aklını sesle gelsin, hiç öyle şey olur
mu? Bunu söyleyenler, ne Kürt’ün dostudur, ne Türk’ün. Türkeş bana
“Kürtleri ben tanırım, ekmeklerini
yemişim, asil insanlardır’ demişti. Bu millet bunu bir gün öğrenecek.” diye
yanıt verdi ona.
O şeyhi de sevmiştim, samimi güler yüzlü,
konuksever, aydın bir insandı. Menzil Şeyhi Abdulbaki Hazretleri, gördüğüm
üçüncü şeyh oldu. İki yıl önce HEPAR Genel Başkan Yardımcısı sıfatıyla ve Genel
Başkanım Osman Pamukoğlu’nun bilgisi dâhilinde Sivrihisar’a bağlı Buhara köyüne
giderek görüştüm. Görüştüm diyorum ya öncesi var onun. Önce müritlerle yer
sofrasına oturup yemek yedik. Sonra öğle namazına gittik, şeyhin arkasında
namazı kıldık. Şeyh sonra kabul etti ben ve iki arkadaşımı. Karşımda iyi bir
partici bulmuştum. Bana örgütlenme barajını aşıp aşmadığımızı, seçime girme
hakkını elde edip etmediğimizi sordu. Olumlu yanıt alınca
“Peki maddi durumunuz nasıl, bu işlere
büyük para gerek” dedi. Paramızın olmadığını, idealist mensuplarımızın mütevazı
katkılarıyla faaliyet yürütmekte olduğumuzu söyledim. Şeyhe sebeb-i
ziyaretimizi de bu arada ifade ettim:
“Mensuplarınıza söyleyin bizim aramıza
katılsınlar, örgütlerimizde görevler alsınlar, seçimde aday olsunlar."
Gülümsedi şeyh bir beyanda bulunmadı. “Dua edin” dedim, izin istedim.
“Genel başkanınızı da burada ağırlamak
isteriz” diyerek bizi uğurladı. Yani dua dışında bir destek alamadık fakat ben Şeyh Abdulbaki’yi sevdim, bunu açık
yüreklilikle söylemem gerek. Söyleyeyim ve tekrar Dede Paşa'mıza döneyim.
Annem, Dede Paşa’yı çok görmek istiyordu, bir türlü nasip olmadı. Bu arzusunu
bir gün babamın Loru’daki halasının oğlu İlhami amcaya (İlhami amcamın babası
Süleyman Efendi, Dede Paşa ile amcaoğludur) söylemiş, o da
“Paşa sana bir hediye yollamadı mı?” diye
sormuş. Evet yollamış, babama verip “Bunu gelinime götür” demiş. İlhami amca
“Tamam işte sen onun defterine yazılmışsın, hiç merak etme” demiş.
1995 yılında annemi alıp Erzincan’a
götürdük kardeşlerimle birlikte. Kabrini ziyaret ettik Dede Paşa’nın. İçimizi
huzur kapladı. Dede Paşa’nın bir fotoğrafı baba evimizde durur hala, annem 83
yaşında, tek başına yaşıyor, “Korkmuyor musun?” diyenlere “Paşa burada?”
diye yanıt veriyor.
Nisan 2013
https://www.bayburtpostasi.com.tr/tanidigim-dede-pasa-ve-oteki-iki-seyh-makale,5685.html
Bayburt Postası
Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.
Yorumlar