Medineli Hafız Hacı Osman Akfırat'ın Atatürk ile Olan Gizemli Bağı
1881'de dünyaya Medine'de teşrif edip
1967'de Beykoz'dan rıhlet eden Hacı Osman Efendi, İslami ilimlerin her dalında
yed-i tulâ sahibi bir allame idi. Beykoz'a yerleştiğinden dolayı Beykozlu Hacı
Osman Efendi diye de bilinen bu kıymetli zat ömrünü ilim ve irşad ile geçirdi.
Halk diliyle, halk terimleriyle, halkın
anlayacağı bir seviyede yaptığı konuşmalar birçok gönle tesir etti. Bu
sohbetlerin bir kısmı kayda alındı ve şu anda internet ortamında da bulunmakta.
Medineli Hafız Hacı Osman Akfırat Efendimin Sohbetleri
“BEN OKUDUM ATATÜRK TEFSİR ETTİ”
Yazan: Yusuf Kırtorun
Başlıktaki bu cümle, tüm Beykozluların ve
rahmetlik babamın çok sevdiği, Beykoz'da yaşamış Medineli Hafız Hacı Osman
Akfırat'a ait.
Prof. Dr. Haydar Baş hocamız "Hoş
Geldin Atatürk" eserinde kendisini "Beykoz camii imamı" olarak
anlatıyor.
Açıkçası kıymetli hocamızın eserini
okuyana kadar bu önemli olayı bilmiyordum. Eserde bahsedilen imam efendinin de
Hacı Osman Efendi olduğunu da sağolsunlar Beykoz'daki yaşlılarımız bize
söylediler.
Doğrusu Prof. Dr. Haydar Baş hocamızdan
Gazi Mustafa Kemal Atatürk'ün hafız olduğunu öğrenmiştik ama onun
"müfessir" derecesinde ilim sahibi olduğunu bilmiyorduk.
Hacı Osman Efendi'nin Atatürk hakkında
aşağıda anlattıklarını okuyunca, bir kısım cenahın geçmişte yaşanan bu önemli
olayı neden gizlediğini ve gizleyenlerin "dinsiz Atatürk" algısı
üzerine çalışan batı uşağı ajanlar olduğunu bir kez daha anladık aslında.
Uzatmayayım, olay aynen şöyle;
Beykoz camii imamı Hafız Hacı Osman
Efendi, Atatürk'ün Beykoz'a gelişini ve kendisine sorduğu ilginç soruyu
anlatıyor:
"Sıra gelmişken sizlere bütün ömrümce
unutamayacağım bir hatıramı anlatayım da dinleyiniz.
Büyük inkılapların birbirini takip ettiği
günlerdi. Ben o zaman Beykoz Camii'nde imamlık yapıyordum. Sarıkların yalnız
vazife başında sarılacağı bildirildiği için camiden çıkınca şapka giyiyorduk.
Bir ikindi vakti iskelenin yanındaki
kahvede oturuyordum. Bir an kahvenin önünde birkaç otomobil birden durdu. En
önde duran otomobilden, o zamana kadar karşılaşmamış olduğum fakat görür görmez
tanıdığım Atatürk çıktı. Sevincimden şaşkına dönmüştüm. Onun geldiği haberi o
kadar çabuk yayılmıştı ki, bütün Beykozlular bir an içinde etrafını sardılar.
Ben de kendimi toplayarak kalabalığın arasına karıştım. Onu çok yakından
görebilmek için çok yakınlarına kadar yanaştım. Halkın sevinç nidaları uğultu
halinde yükseliyor ve herkes biraz daha ileriye yaklaşmaya çalışıyordu.
Atatürk, etrafına baktıktan ve halkı sükunete davet ettikten sonra şöyle dedi;
'Beykoz imamı burada mı, gelsin de konuşalım.'
Zaten tam karşısındaydım. Kalabalıktan ayrılarak
ileriye çıktım ve şöyle dedim; 'Buyur Paşam, konuşalım.'
Atatürk, sol avucunda duran üzümleri bana
göstererek şöyle sordu: 'Hoca, bu helal de bunun suyu niçin haram, bize
anlatsana?'
Şaşırmıştım. Bu güç suale ben nereden
cevap bulacaktım. Bir müddet düşündüm, aklıma bir şey gelmiyordu. Allah'tan
imdat bekliyordum. Bir ara nasıl oldu bilmem, aklıma gelen bir cümle
dudaklarımdan döküldü: 'Paşam, karın sana helal de kızın niçin haram?'
Atatürk, bu sözümü işitince hafifçe
gülümseyerek yüzüme baktı başını sallayarak şöyle dedi: 'Hoca, sen alimsin, ben
softaları arıyorum. Yarın saraya gel de seninle konuşalım.'
Ertesi günü saraya gittim. Beni karşısına
oturttu, saatlerce bana Kur'an'dan ayetler okutarak kendisi tefsir etti.
(Hacı Osman Efendi burada, 'O çok büyük
adamdı, Allah rahmet eylesin' diye mırıldanıyor, gözlerinden dökülen yaşlar,
beyaz top sakalından süzülüyordu)."
Devam ediyor Hacı Osman Efendi:
"Çanakkale zaferinin Mustafa Kemal
Paşa için ayrı bir önemi olduğu malumdur.
Hani Mustafa Kemal'e 'dinsiz, inanmaz'
diyorlar ya, onun Çanakkale'de şehit olanlar için her yıl Mevlid okuttuğuna ne
diyecekler? Bu mevlitlerden birinde 1932 yılında bana görev tevdi edildi ve
Veladet Bahri'ni okumam istendi.
Kürsüye çıktım, başladım okumaya, 'Bir
acep nur kim güneş pervanesi' mısrama gelince bir fırtına koptu.
Her taraf toz duman içinde kaldı.
Zaten epeydir kara bulutlarla kapalı gök,
bütün bütün karardı. Arkasından bardaktan boşanırcasına bir yağmur başladı.
Kürsünün etrafında ilahi ve teşvih okuyan
hafızlar koşarak çardak altlarına sığındılar. Meydanda kimse kalmadı, fakat ben
mevlide devam ettim. Sırılsıklam olduğum halde kıpırdamadım.
Beş dakika sonra yağmur dindi, hava
açıldı. Her taraf güneş içinde idi.
O zümrüt yeşil ovada şehitlerimizin
kokuları esmeye başladı. Mevlid de hitama erdi.
Hatm-i şerifler kıraat edildikten sonra
İstanbul Müftüsü Hafız Fehmi Efendi tarafından yapılan beliğ ve veciz bir dua
ile merasim hitam buldu.
Bundan sonra şehitlerimizin kabirleri
ziyaret edildi ve nutuklar irad olundu.
Tahsis edilen otomobillere binilerek
Gelibolu'ya geldik. Motorla Çanakkale açıklarında hazır bulunan Gülcemal
vapuruna binerek akşam üstüne doğru İstanbul'a döndük. Ertesi akşam Dolmabahçe
Sarayına gittim. Atamın huzurlarına kabul edildim. Çanakkale merasiminin
tafsilatını verirken bu fırtına bahsine gelince, Atatürk o yağmura ve rüzgara
rağmen mevlide devam edişime o kadar mütehassis oldu ki hiç unutmam.
Elini tekrar tekrar masaya vurarak,
'Aferin hafızım, çok güzel yapmışsın,
vazife başında iken taş yağsa insan yerinden kıpırdamaz' diye iltifatta
bulundular."
Erişim: https://www.yenimesaj.com.tr/ben-okudum-ataturk-tefsir-etti-H1343243.htm
Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.
Yorumlar