Print Friendly and PDF

HAC YOLUNDA EFENDİMLE

 


 

Efendim ile sohbetimizde konu içinde konu oradan buradan konuşurken teklif edilmeyen nafile ibadetlerin yorgunluğundan bahsedildi. İbadet etmedeki hazzın hak ve batıl cihet ile alakalı olmayıp kişinin kendi gayretiyle/yaratılışıyla alakalı oluşu yanında, tesiri vücudunda olan hikmetler kişiyle ilişkili olduğuna dikkat çekildi. İnsanın her yaptığı fiilin bir getirisi var. Ancak onların iç dünyamızda bize bırakacağı tesirler çok farklı zeminde hareket etmektedir.

İşte bu ahval ile tefekküre dalmışken önümüze gelen Budistlerin inançlarında olan hac ziyaretine verdikleri değer müslümanlardan çok farklı olmadığını gördük. Aynı şeyler bizde de onlarda da var. Çocukken hacca yürüyerek giden insanlardan Saçlı Babayı tanıdım. Kırk küsür yaya olarak haccı vardı. Tarihten ise İbrahim Ethem hazretlerinin bu şekilde hac yaptığını işitince, manevi dünyada bedeni fedakârlıkların insanın iç dünyasında sevgiliye sunduğu hediyelerin çeşitliliğini ve farklılığını izah etmeye yetecektir.

Bu konuda efendim bana buyurdular ki;

"Aslolan yolculuğun kendisidir. Menzile yolu feda etmeyeceksin. Yol değerlidir. Yolu idrak ettiğinde, yol seni yol ediyorken henüz madden herhangi bir yere ulaşmadan bir başkalaşıma uğruyorsun.

Yol boyunca hala başlangıçta yola çıktığın adamsan, esasında hiç yola çıkmamışsın demektir. Bir de gizliden şu soru kükremeli içimizde, yol boyu ne kadar safra (sıkıntı, tedirginlik, kötü tarafları) attım? Benim hac yolu konusunda gözlemim o oldu ki, haccın neticesinde pek çok insan safra atmak bir yana ağırlaşarak dönüyorlar. Kendini taşlaması gerekirken, kendini taşa çalmalıyken suçu bir acayip duvara yükleyip onu fiskelemek ne acı, bir dönüş oluyor."

Efendimin bu izahı karşısında dilim tutuldu. İbadetlerin aslında bir görev mahiyetinden çok bizde olması gereken değişimleri zuhura getirmesi gerektiğini ve bu şekilde olgunlaşmanın daha çabuk olacağını anladım.

İhramcızâde İsmail Hakkı

 

Ek okumalar

İbrahim Edhem rahmetullahi aleyh ondört yılda güçlükle Kabe-i şerife vardı. Yolda giderken her adımına iki rekat namaz kılardı.

 Çün Kabeye erdi, Kâbe anda yok. Birkez ah eyledi.

" Aceb bu ne haldir, gözümde halel vardır?"

dedi. Hafiften bir avaz işitti ki:

"Ya İbrahim ! Senin gözünde halel yok amma bizim bir firavuşumuz (kul, cariye) vardır, bize yüz tuttu. Biz de Kâbe'mizi ona karşı gönderdik" dedi. İbrahim Edhem gayretlendi. Ve:

"Bu ne türlü avret ola ki mertebesi ve nazı Çalab dergahında böyle ola"

dedi. Geri yürüdü. Gördü ki Rabia gelir, Kâbe yerine gelmiş. İbrahim Edhem Rabia'yı görünce:

"Ya Rabia! Bu ne haldir ki cihanı hayrete saldın. Ondört yılda nice türlü meşakkatlerle, her adımda iki rekât namaz kılarak, Kâbe'nin aşkına geldim, Kâbe sana karşı gelmiş" dedi. Rabia:

"Ya İbrahim ! Sen namaz eyledin, ben niyaz eyledim" dedi. Rabia haccı tamam eyledi, yine Basra şehrine gelip ibadetle meşgul oldu. Bir yıl sonra Kâbe'yi yine arzuladı. Ve evvelki yıl hac bana karşı geldi, bu yıl ben hacca karşı varayım dedi. Yola girdi.

 

Kaynak: http://www.tezkiretulevliya.net/65-rabiatuladviye.html

Hz. Pir Şeyh Abdülkadir Geylani kuddise sırruhu'l-âlî:

– Ben, İbrahim Ethem Hz.'in zamanında olsaydım; ona tacını, tahtını terkettirmeden seyyahlıkta geçireceği halleri on sekiz sene sırtıyla odun çektiği, o ibtilâları manen geçirtir, kendini sarayında irşad ederdim, buyurdu.


Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.

Benzer Yazılar

Yorumlar