MUSTAFA KEMAL’E VİZE VEREN İNGİLİZ SUBAYLA RÖPORTAJ YAPAN GAZETECİ NEZİH UZEL:
Atatürk’ün
İngiliz’den vize aldığını duyunca resmi tarihe hıncım arttı
Mustafa
Kemal ve 36 arkadaşına İngiliz subayın vize verdiğini duyunca resmi
tarihe olan hıncım biraz daha arttı. Ne Atatürk, ne resmi tarih düşmanıyım, ama
ben bir gazeteci olarak karanlıkta bir şey kalsın istemiyorum. Çünkü insanların
gerçeği öğrenmeye hakkı var. Yalan yanlış bilgilerden hayır gelmiyor. Neden
yasaklıyorsun kardeşim, Mustafa Kemal Samsun’a gitmişse neden mistik havaya
sokuyorsun, yalan yanlış bilgiler veriyorsun. Bitti işte.
NEZİH
UZEL
Resmi tarihin kulakları
çınlasın!
Özellikle Türkiye’de ve
yine özellikle yakın tarih konusunda her geçen gün ortaya çıkan gerçekler resmi
tarihe meydan okuyor. Çok değil 80 yıl önce yaşanmış olaylardan ya habersiziz
ya da bazıları konusunda yanlış bilgilendirilmişiz. Örneğin Mustafa Kemal ve
arkadaşlarının Samsun’a çıkma meselesi.. Türkiye’de okula giden herkese,
Mustafa Kemal’in tek başına gizliden plan yaparak yıkık dökük bir gemiyle
Samsun’a çıkma efsanesi anlatılmıştır. Ancak gerçekler biraz daha farklıdır.
Mustafa Kemal ve yaklaşık 40 arkadaşı bizzat Padişah Vahdettin’den aldıkları
bütçeyle Anadolu’ya gitmek için görevlendiriliyorlar. Hem de Osmanlının o
dönemdeki en lüks gemilerinden biriyle.. Mustafa Kemal ve arkadaşlarına Vizeyi
ise o dönemde İstanbul’u işgal eden İngilizler veriyor. Mustafa Kemal’e vize
veren İngiliz Yüzbaşı John Godolphin Bennett ise, 1972
yılında Gazeteci Nezih Uzel’e konuşuyor. İngiliz Subay, İstanbul’da
Özbekler Tekkesi’nde verdiği röportajdan 2 yıl sonra da vefat ediyor. Bu
konuşma ise geçtiğimiz günlerde Selis Yayınları tarafından kitaplaştırılıyor.
Kitabı okuduğunuzda bir kez daha görüyoruz ki, tarihi olaylar resmi tarihe
bırakılmayacak kadar önemli. “Tarih Unutmaz Yüzbaşım” alt başlığını
taşıyan "Atatürk'e Nasıl Vize Verdim" isimli kitabın
yazarı Nezih Uzel’le olay röportajın öyküsünü ve yaşadıklarını konuştuk.
*********************************************************************
Nezih bey kısaca sizi
tanıyalım, Kimdir Nezih Uzel?
1938 Mudanya doğumluyum.
Çok küçük yaşlarda Mudanya da Güneş diye gazete çıkarıyorduk. Daha sonra da
1961’de Milliyet’te foto muhabirliği, 1966’da Hürriyet’te parlamento
muhabirliği, 1967’de Dünya gazetesinde fiili olarak profesyonel gazetecilik
yaptım. Daha sonra Ortadoğu’yu , çıkardık. 1987 -1994 arası Zaman’da
yazılar yazdım. 1994’ten sonra da çevirilerle kitaplara ağırlık verdim.
Yaklaşık 25 kitabımla
birlikte albümlerim var çoğu tasavvuf musıkisi ağırlıklı.
Tasavvuf Musıkisi ve
Mevlevilikle bir uğraşınız var. Biraz anlatır mısınız nasıl başladı
bu?
Galatasaray Lisesi’nde
okurken, müziğe, tasavvufa, tekkelere ve dergaha hevesliydim. Konya’ya giderdim
sık sık. O zamanlar tasavvuf müziği denmezdi “tekke ilahileri” denirdi.
Gençlik yıllarında merakla
üzerine gittiğimiz kültür yok olmak üzere olan doğu kültürüydü. Bu ise eski
kültürün devamıydı. Osmanlı kültürünün son kalıntılarıydı. Zaten O
kültürü bilen insanların hepsi 1970’li yıllarda yok oldular. Bu kültürün
temsilcileri kayboldu.
ŞEYHİN DUDAĞI
KIPIRDAYINCA VALİ KIZDI
Mevlevilikle de teşrik-i
mesainiz oluyor. Mevlevi ayinleri nedeniyle uğradığınız bir koğuşturma ya da
sıkıntı yaşadınız mı?
677 Sayılı bir kanun var.
Takrir-i Sükun döneminin inkılap kanunu. Bütün dernekleri ve bütün faaliyetleri
yasaklayan kanun bu. Tedbir mahiyetinde bir kanun. Prof. Sıddık Sami Onar’ın
fikrine göre, zamanla gücünü kaybedecek, inzibati tedbir kanundur bu ama
maalesef öyle olmadı. Tarikat ve tekkeleri kapatan kanun, bunun kültür boyutunu
düşünmemiş, halbuki bir kültür var ortada. Bu kültürün devamını istiyoruz.
Geçmişteki dini ve tasavvufi durumun aynen devam edeceğini zaten düşünmüyoruz.
Ama bunun yaşatılması gerektiğine inanıyoruz.
Nasıl aştınız peki
sıkıntıları?
İkili oyunlarla aştık.
Örneğin Konya’ya gelen yabancılar, 1962’de bunun bir tarikat ayini olduğunu
biliyorlardı. Biz ise biz buna gösteri adını taktık. 1956’dan itibaren Mevlevi
ayinleri peyder pey yapılıyormuş. Ben de ilk o sıralarda başlamıştım.
Konferanslar anma günleri yapılıyordu. 1956’dan itibaren Sultan Veled Devri
dediğimiz ritüel de yapılmaya başlanıyor. Buna göre 12 eleman var, başında bir
şeyh bulunuyor selamlaşmalar oluyor. Dediğimiz bu ritüeli de hayata geçirdik.
Ondan sonra yasaklamalar
devam ediyor. Bugün hala o kanunu uygulamak isteyen bir savcı bizim şu andaki
toplantımızı bile, “ayin yaptınız” diye yasaklayabilir. Bu kadar istismara açık
bir madde.
Yürürlükte yani o
kanun?
Tabii.
Kanun suçun kapsamını da
tarif etmemiş. Hakimin kanaatine bağlı, camideki şekilde yan yana oturursanız
suç değil, çember şeklinde oturursanız suç oluyor. Kanunun tatbikatı sırasında
bu çeşit sıkıntılar yaşanmış.
Hiç şahit olduğunuz olay
var mı?
Elbette. İlk yıllarda
Konya’da idare bizi bir tiyatro gösterisi gibi sunma gayretindeydi. Turistler
bile bunun bir ayin olduğunu biliyordu ama onlar bunu gizlemeye çalışıyorlardı.
İş çok basite kadar iniyordu. Mesela Sultan Veled Devri dediğimiz bir bölüm
var, orada Derviş’in zikrullahla meşgul olması, ism-i celal okuması lazım,
“Allah” demesi gerekiyor. O zaman orada olan Konya Valisi şeyhin dudakları
kımıldayınca, “bu ne diyor, Allah mı diyor” diye kızıyor. Oradaki grup şefi,
“Efendim malum yaşlıdır, dün akşam kalp krizi geçirdi nefes alamıyor. dudakları
titriyor” diyor. Buna benzer pek çok örnekleri olan olaylar yaşandı. İdareyle
olan bu ikili oyun, 30 yıl devam etmiştir.
Mesela sıkıyönetimin
olduğu bir dönemde, Kültür Bakanlığı görevlileri, kareye girerek şeyhin
portresini çekmek istediler. Ritüelin içine girerek postnişin posta doğru
yürürken, bu yapılmak istenen ritüelin esaslarına aykırı. Oraya giremezsiniz.
Orada şeyhin biri itiraz etti görevlilere. Sonra olay başka yerlere çekildi.
“Yobazlar resim çekilmesine karşı çıktılar” diye.
Sanıyorum daha fazla olay
yaşanmamasında, sizin alttan alan tavrınız etkiliydi?.
Tabii ki. O muhakkak.
MEVLEVİLİK’İN İÇİ
BOŞALTILDI, ŞOV ARACI YAPILDI
Mevlevilik’in önemi nedir
sizce?
Osmanlı’da Mevlevilik
kabul edilen 12 resmi tarikattan biriydi. Devlet ortağıydı. Mithat paşa,
anayasası ilk olarak Mevlevi tekkesinde konuşulmuştur. Yani devletin
anayasasının konuşulduğu bir yer. Buraya kadar yükselmiş bir kuruluş.
Cumhuriyet’le birlikte bir anda yapının dışına itilmesi tabii hoş olmamış.
Rejim ve sistem değişiyor ama gelenek devam ediyor. Bir anda büyük bir kopukluk
olması sıkıntı oluşturuyor. Tekkesi, dergahı yok ama adı var.
Bugün Mevlevilik ne
durumdadır, gerçek anlamda hakkı veriliyor mu bu tarikatın?
Mevlevi ayininin sadece
gösterisi, vitrini, şov tarafı kalmıştır. Mevlevilik bu değil. Bizim neslimiz
ayinleri çıkardı ortaya ama ruhu yok. Bizden sonraki nesil ne yapar bilmiyorum.
Tamamen bir şov. Giderek de şovun da karakteri bozuluyor.
Kadın semazen tartışması
da yaşanıyor. Sizce kadın semazen olur mu ayinde?
Kadın olmaz. Bunun bazı
sırları var. Kadın erkeklerle futbol da oynamıyor. Bütün tekkelerde kadınlar
için arkada bir kafes vardır. Kadınlar oralarda sema ederdi. Erkeklerle asla.
Bir tarihte, bir balonun üstünde Hz. Pir’in resmini bağlamışlar. Mimar Hakkı
Ayverdi buna itiraz etti. Manevi ağırlığa uygun değildi. 10 dakika sonra o
indirildi o resim. Bugün bunu yapacak kimse yok. Şov da bozulmuştur,
Mevlevilikten de uzaklaşılmıştır.
Tarikatlar tekkeler hala
yasak olmasına rağmen, Mevlevi ayinlerine devlet erkanı katılıyor ve kutlamalar
yapılıyor. Devlet Bu gösteriyi kullanıyor mu?
Muhakkak ki. Bunu bir
turistik gösteri haline getirdiler. Bugün Konya’da yapılan töreni Diyanet İşleri’ne
sorasınız dine uygun mu diye “değildir” der.
TEK PARTİ DÖNEMİ
İSTENİYOR Biraz da gündeme gelelim. Bir gazetecisiniz. Türkiye’nin yakın
tarihini biliyorsunuz. Yargıtay Başsavcısı AKP hakkında kapatma iddianamesi
hazırladı. İddianamede dini söylem ve niyetler suç olarak gösterilmiş. Nasıl
yorumlamak lazım?
Türkiye bir reaksiyon
devleti, cumhuriyetin kendisi askeri darbe zaten. Askeri darbeler daha sonra da
devam etti.. O dönem belki zecri tedbir gerekiyor olabilir ama, bugün artık
onlar geride kaldı. O dönemler bitti. Bugün bir savcı hala o kanunları
kullanıyorsa, o günün özlemini çekiyorsa o savcı en büyük gericidir. Çünkü o
dönemlere bir özenti var. Ama yapı itibariyle bir savcı o hukukun dışına
çıkamıyorsa bu ayrı. Bir reaksiyon devleti olduğumuz için savcının o kanunları
uygulaması da zorunlu. Ben 60 yıldır “irtica” lafı duyarım. İrtica olmasa da
icad ederler. Çünkü kuruluş sebebi bu. Her devletin çözemediği sorun var.
Reaksiyon olarak kurulan devlet için bu daha da zor. 1500 yıl din-ü devlet diye
yönetiliyorsun şimdi bir anda bunu söküp atmaya kalkınca sorun çıkıyor.
Devrimlerin
tepeden dayatılmasının ters tepmesi olabilir mi bu?
Dinin toplum dışına ve
devlet kontrolüne alınması hedeflendi. Bunda da yalnız İslam dini hedef
alındı. Zira cumhuriyet döneminde başka dinlere ve dini kurumlara
dokunulmamış. Mesela tekke ve zaviyeler kanunu sadece Müslümanlara uygulanmış.
Gayr-ı müslimlerin bütün tarikatları ortada. İstanbul’da Kilisesi olan Fransız
Cizvit kilisesi devam ediyor ki bu bir tarikattir.
Bugün yaşananlara
baktığınızda, darbe bekliyor musunuz?
Ben bu konuda yazı yazdım.
Bu sefer adliye darbe yaptı diye.. Memleketin yarısından oy almış partiye dava
açılırsa cumhurbaşkanına yasak istenirse, darbedir bu. ABD’de Cumhuriyetçi
partiye kapatma, Bush’a yasak istemek gibi bir şey bu. Meclis’in duvarına
“Hakimiyet bil-a kayd’ü şart Milletindir” diye yazacaksın, savcı çıkacak ben de
varım diyecek. Hayır efendim. Sen kendini Meclis yerine koyamazsın.
Bunu yapmak zorunda mıydı
Cumhuriyet yönetimi? Resmi düşünce bir dönem için belki
haklıdır, ama bu tutum sorunları çözmemiştir, geriye itmiştir. Şimdi bu
sıkıntıyı yaşıyoruz. Gerçek neyse ortaya çıksın, yara varsa sarılsın.
Kitaba gelelim isterseniz.
Mustafa Kemal’e vize veren İngiliz subayla röportajınızı içeriyor. Röportaj ne
zaman yapıldı? Biraz anlatır mısınız?
Röportaj 1972’de yapıldı.
Neden şimdiye kadar
beklediniz, bir yerde yayınlanmadı?
Basın ilgilenmedi, Nezih
Demirkent’in önüne koydum, bir hafta sonra iade etti, “bırak bunları resimli
roman yaz” dedi. Milliyeti bu hale getiren Rahmetli Turhan Aytul’ün önüne
götürdüm ilgilenmedi. Bennett’le matbaaya gittik ama yüzüne bile bakmadı. Röportaj kapı
kapı dolaştı, ama yayınlayan olmadı. Atatürk’ü mezardan çıkarıp getirsem belki
onu da tanıyamayacaklardı.
Yüzbaşıyla nasıl
tanıştınız ve konuşturdunuz?
1971’de sağ- sol kavgası
vardı, fiili gazeteciliği bırakmaya karar vermiştim. Ama Bennett’in Türkiye’ye
geldiğini Konya’ya gittiğini, dolaştığını duyuyordum. Dostları olduğunu falan
biliyorduk. Onun üzerine Hasan Şusut diye birini araya koyarak yanına gittik.
Uzun zamandır kimseyle konuşmamıştı zaten. İkna ettik konuştuk. Cahit Tütengil
vardı, küçük bir makale yazmıştı Bennett’le ilgili o kadar.
Siz Mustafa Kemal’in vize
meselesini konuşmaya mı gittiniz?
Hayır. Vize meselesinin de
farkında değildim o zamanlar. Ki biz Mustafa Kemal’i Samsun’a kaçarak, gizliden
gitti diye biliyoruz. Yok hava kötüydü, dalgalar battı falan destansı
hikayelerle dinliyorduk o zamana kadar.
Peki, Bennett’le
konuşunca, Vizeyi bir İngiliz subayın verdiğini duyunca neler
hissettiniz? Bunları duyunca resmi tarihe olan hıncım biraz daha arttı.
Ne Atatürk ne resmi tarih düşmanıyım, ama ben bir gazeteci olarak karanlıkta
bir şey kalsın istemiyorum. Çünkü insanların gerçeği öğrenmeye hakkı var. Yalan
yanlış bilgilerden hayır gelmiyor. İçimde bir aşk var, her şeyi öğreneyim diye.
Neden yasaklıyorsun kardeşim, Mustafa Kemal Samsun’a gitmişse neden mistik
havaya sokuyorsun, yalan yanlış bilgiler veriyorsun. Bitti işte. Ve
o kadar yalan yanlış ki resmi tarihte anlatılanlar, sadece vize meselesi değil.
Mustafa Kemal tek başına değil Erkan-ı Harbiye’de tanzim edilmiş 36 kişilik bir
heyet var ve çoğu subay. Ve bu heyetin de tamamı gitmiyor. Samsun’a gittikten
sonra da, padişaha bağlılıklarını bildirip hizmet ediyor. yani Mustafa Kemal’in
Samsun’a gidişindeki olayın, soyut belgesidir bu kitap.
Gittiği vapurun da eski
olduğu falan yazılıyor resmi tarih kitaplarında…?
(Gülüyor) Denizaltıyla
gitti deselerdi bari..
Peki İngilizler Mustafa
Kemal ve bu ekibe neden vize veriyor?
İngiliz Genelkurmayı’yla
İngiliz Dışişlerinin arası açık. Hükümet karışık. Zaten M. Kemal’in başarısında
bu da etkili. Dengeleri iyi biliyor. Selanik cephesinden beri bu var. Mustafa
Kemal’e vizeyi veren subay zaten, bu giden heyetin, elimize verilen
listedekilerin “ortalığı yatıştırmaya değil, alevlendirmeye gideceklerini biz
anladık, ama dışişleri bakanlığı vizeyi vermemiz için ısrar etti. O zaman da
anladık ki bunun sebebi, Rusya’daki Bolşevik isyanı” diyor. O Bolşevik isyanı
olmasaydı belki İngiliz dışişleri buna vize vermeyebilirdi.
Röportajınızın gazetelerde
yayınlanmamasında, “resmi tarihle ters düşmeyelim” endişesi olabilir mi?
Bana öyle geliyor.
Muharrem Coşkun'un
Röportajı
Vakit
27 Mart 2008
http://www.belgehaber.com/haber.php?haber_id=4200
Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.
Yorumlar