Print Friendly and PDF

Nankin Katliamı

 

 

Nankin Katliamı
İkinci Çin-Japon Savaşı
Tarih4 – 13 Aralık 1937
Bölge
SonuçJapon İmparatorluğu'nun zaferi
Taraflar
 Japon İmparatorluğu Çin Cumhuriyeti
Komutanlar ve liderler
 Kara Kuvvetleri
Orta Çin Bölge Ordusu
Iwane Matsui
 Ulusal Devrim Ordusu
Tang Shengzhi
Güçler
120.000 nefer90.000 nefer
Kayıplar
Ölü: 800
Yaralı: 4.000
Bırakılan ölü sayısı: 84.000 asker
Esir 10.500 300.000 sivil 80.000 tecavüz

Nankin Katliamı (Çince: 南京大屠殺 / 南京大屠杀; nánjīng dàtúshā, Japonca: 南京大虐殺; Nankin Dai Gyakusatsu), 1937'de Çin Cumhuriyeti'nin dönemin başkenti Nankin'in Japon İmparatorluk Kara Kuvvetleri tarafından ele geçirilmesi sırasında ve ardında yaşanılan katliam ve tecavüz olayları. Altı hafta süren olaylar yaklaşık 300.000 kadar sivil ve silahsız askerin ölümü ve 20.000-80.000 kadar kadının tecavüze uğramasıyla sonuçlanmıştır.

Uluslararası Uzakdoğu Savaş Mahkemesine göre ölü sayısı 200.000 civarıdır; Çin'in resmi kayıtlarında ise bu sayı 300.000 olarak verilmektedir.

Nankin'in düşmesinden önce ]

Çin Cumhuriyetinin başkenti Nankin'in Çonghua kapısına saldıran Japon zırhlı araçlar (12 Aralık 1937 saat 12.10)
Japon askerlerinin "yarışmasında" kullanılan kılıç Çin Cumhuriyeti askerî müzesiTaipeiTayvan'da bulunmaktadır.

1937 Ağustosu'nda, Japon ordusunun Şanghay'ı işgali güçlü bir direnişle karşılaşır. Ağır kayıplara rağmen Japonlar donanma bombardımanı yardımıyla Kasım ortalarında Şanghay'ı ele geçirir. Tokyo'daki Japon Genelkurmayı 1 Aralık'ta Çin Cumhuriyeti'nin başkenti Nankin'in ele geçirilmesi emrini Çin Merkez Komutanlığı'na gönderir.

Şanghay'daki çarpışmanın ardından, Nankin'in düşmesinin an meselesi olduğuna inanan Chiang Kai-shek ordusunun yok olması riskini göze alamadığından, Japonları Çin'in iç bölgelerine çekerek yıpratma taktiğini benimser.[1] Chiang ve danışmanları General Tang Shengzhi'yı Nankin'in savunması için bırakarak Vuhan'a çekilir.

Tang Shengzhi yabancı gazetecilere yaptığı basın açıklamasında, şehrin teslim olmayacağını söyler. Çoğunluğu deneyimsiz askerlerden oluşan 100.000 kişilik bir ordu toplar. Sivillerin şehirden çıkışlarını engellemek üzere, yollar kapatılır ve tekneler tahrip edilir. Aralık başında hükûmetin taşınması ve Belediye başkanının da şehir terketmesi üzerine, şehrin kaderi John Rabe başkanlığındaki Uluslararası komiteye bırakılmış olur.

Bu arada Şanghay'dan Nankin'e ilerleyen Japon ordusunun yaptığı katliamların haberleri gelmektedir.[2] Japon ordusunun hızla ilerlemesinin nedeni olarak, subayların Nankin'de askerileri yağma ve tecavüz için serbest bırakacağı söylentisi gösterilmektedir.[3] Bu sırada yapılan gaddarlıklardan biri de, Tokyo Nichi Nichi Shimbun ve Tokyo'da İngilizce yayınlanan Japan Advertiser gazetelerinin haberine göre, iki Japon subayın Kılıçla 100 kişi öldürme yarışmasıdır.[4][5]

Nankin "Güvenlik Alanı"'nın oluşturulması 

11 Kasım 1937'de Siemens firması Nankin Şubesi Genel Müdürü John Rabe başkanlığında Nankin Güvenlik Alanı Uluslararası Komistesi (The International Committee for Nanking Safety Zone) kuruldu ve Nankin'in batı mahallelerinde 3,8 kilometre karelik bir Güvenlik Alanı'nı oluşturdu. Japon Ordusu da Güvenlik Alanı'nın silahsızlaştırılması şartıyla kabul etti. 8 Aralık'ta Nankin Güvenlik Alanı Uluslararası Komitesi, Nankin sakinlerine 'Nankin Sakinlerine Uyarı' afişesini dağıtarak Güvenlik Alanı'na sığınmalarını önerdi. En son 200.000-250.000 kişinin bu alanına sığındığı söyleniyor.

Nankin Kalesi'nin kuşatılması ve Çin Ordusu'nun başarısızlığı 

9 Aralık'ta Japon Ordusu Nankin Kalesi'ni kuşatarak ertesi gün öğle vaktine kadar teslim etmelerini istedi. Çin Ordusu bunu reddedince 10 Aralık'ta Japon Ordusu genel taarruza geçti, 13 Aralık'ta Nankin Kalesi düştü.

Katliâmın mahiyeti 

  • 16. Tümen Komutanı Korgeneral Kesago Nakajima'nın günlüğüne göre savaş esiri alınmayacak ilkesini uyguladı ve temizleme harekâtında teslim olmak isteyen askerleri öldürttü.
  • Nankin'in kuzeyinde bulunan 'Yamada' müfrezesi (65. Alay'ın temel birlikleri)'nin 14.000 esiri öldürdüğü söyleniyor. Shaakan İskelesi yakınlarında ölülerin Yangtze nehrine atıldıklarını gören tanıkların sayısı az değildir.
  • 114. Tümen 66. Alay 1. Taburu'nun muharebe raporu'nda da tugay emriyle esirleri öldürdükleri yazılıyor.

Cezalandırılmalar 

Noda (sağ) ve Mukai (sol), 13 Aralık 1937 tarihli Tokyo Nichinishi Shimbun gazetesi
  • Uzak Doğu Uluslararası Askerî Ceza Mahkemesi'nde dönemin 'Orta Çin Cephesi' Komutanı Orgeneral Iwane Matsui (松井石根), cürümleri önlemeyerek suçlularını cezalandırmaması gerekçesiyle idam edildi. Ne yazık ki, Matsui Japon Kara Kuvvetlerinin bir numaralı Çin dostu idi.
  • Nankin Askerî Mahkemesinde ise dönemin 6.Tümen Komutanı Korgeneral Sumio Tani (谷寿夫) yargılanarak idam edildi. Korgeneral Tani müdafaanamesinde katliâmın Nakajima'nın birlikleri (16.Tümen)'nde meydana geldiğini ve 6.Tümen'in alakasız olduğunu savundu.
  • Bunun dışında 'Osaka Mainıchi Shimbun' ve 'Tokyo Nichinichi Simbun' gazetelerinde milleti savaşa teşvik etmek amacıyla uydurularak yazılan 'Hyaku Nin Giri (100 Kişi Kesme Yarışması)' dizi yazısının kahramanları Teğmen Takeshi Noda (野田毅), Teğmen Gunkichi Tanaka (田中軍吉), Teğmen Toshiaki Mukai (向井敏明) asparagas haberleri yüzünden 300 sivili kılıca geçirdikleri gerekçesiyle idam edildi.
  • Prens Asaka (朝香宮鳩彦王) ise, Amerikalı 5-yıldızlı General Douglas MacArthur'un Japon Hanedan Mensuplarını yargılamadan muaf etme ilkesinden dolayı hiç kovuşturulmadı.

Nankin Harekâtına katılan Japon Ordusu birlikleri ve komutanları 

Prens Yasuhiko Asaka
  • Orta Çin Bölge Ordusu 中支那方面軍 (Orgeneral 松井石根 Iwane Matsui)
    • Şangai Sefer Ordusu 上海派遣軍 (Korgeneral 朝香宮鳩彦王 Prens Asaka = Asakanomiya Yasuhiko, İstihbarattan sorumlu baş kurmayı: 長勇 Isamu Chō)
      • 3. Tümen Öncü Birliği (Alay Komutan Albay 鷹森孝 Takashi Takamori)
      • 9. Tümen (Korgeneral 吉住良輔 Ryoosuke Yoshizumi)
      • 16. Tümen (Korgeneral 中島今朝吾 Kesago Nakajima)
      • 'Yamada' müfrezesi = 103. Piyade Tugayı (Tümgeneral 山田栴二 Senji Yamada)
    • 10. Ordu (Korgeneral 柳川平助 Heisuke Yanagawa)
      • 6. Tümen (Korgeneral 谷寿夫 Hisao Tani)
      • 18. Tümen (Korgeneral 牛島貞雄 Sadao Ushijima)
      • 114. Tümen (Korgeneral 末松茂治 Shigeharu Suematsu)
      • 'Kunisaki' müfrezesi = 5. Tümen 9. Piyade Tugayı (Tümgeneral 国崎登 Noboru Kunisaki)

Galeri 

Notlar 

  1. ^ Analyzing the “Photographic Evidence” of the Nanking Massacre 28 Ekim 2017 tarihinde Wayback Machine sitesinde arşivlendi., Higashinakano Shudo, Kobayashi Susumu & Fukunaga Shainjiro, 2005, Soshisha, Tokyo, Japan
  2. ^ Katsuichi Honda, Frank Gibney, The Nanjing massacre: a Japanese journalist confronts Japan's national shame, 39–41
  3. ^ Cummins, Joseph. The World's Bloodiest History. 2009, page 149
  4. ^ Tokyo Nichi Nichi 13 Aralık 1937
  5. ^ Japan Advertiser, 7 Aralık 1937

    Nanking Katliamı, Japonya ve Çin arasındaki savaşın bitmesine rağmen Japonya'nın Çin'de gerçekleştirmiş olduğu bir katliamdır. Asker, sivil, kadın, çocuk demeden yapılan bu katliamda 300.000'e yakın kişi öldürülmüş ve on binlerce kadına tecavüz edilmiştir.

  •  Katliamın Başlaması

    Herkes Japon-Çin savaşı bitti diye düşünürken, Japon İmparatorluğu tarafından: “Bütün ordular Nanking’i işgal etmek için harekâta hazırlansın. Evinize, Japon adasına değil, Nanking’e yürüyeceksiniz!” verilen emir askerlerin nefretlerinin doruklara ulaşması sağlamıştır.

    İntikamını aldığını düşünen bir Japon asker

    Japon askerler Çinli asker ve sivillerden intikam alma ateşiyle yanıyor ve hiç tereddüt etmeden Nanking’e yürüyordu. Askerleri memnun eden bir diğer konu ise komutanlarından “diledikleri gibi yağma ve tecavüz yapabileceklerinin” sözünü almış olmalarıydı. Japonlar resmi olarak savaş açıklamasında bulunmamışlardı. Bir savaş başlattıklarını saklamak istiyorlardı. Çünkü bu Amerika’nın kulağına giderse, kendilerine özellikle savaş malzemeleri konusunda büyük ambargolar uygulanır ve bu da onların savaşı kaybetmesine sebep olurdu. Çin her ne kadar ordularını hazırlasa da, savaş ilanı olmadan Japonların kendilerine saldıracaklarını düşünmemişlerdi.

    8 Aralık 1937 günü Japon İmparatorluğu orduları Nanking kapısına dayanmış ve 9 Aralık’ta şehri kuşatmışlardı. Kuşatmadan önce Çin ordu komutanlığına seslenen bir bildiri yayınlayan Japon İmparatorluğu Ordu Komutanları “Japon ordusu, Çin sivillerine ve askerlerine hiçbir nefret emaresi göstermeden nazik ve cömert davranacaktı. Fakat kendisine karşı koyanlara karşı öfkeyle doluydu. Yarına kadar cevap verilmezse Japon İmparatorluk ordusunun saldırmaktan başka şansı kalmayacaktır.” şeklinde ültimatom vererek 10 Aralık gününü beklemeye başlamıştır. Çin ordusu ise bu ültimatomu, askerlerini gerekli yerlere bölüştürerek ve “son adam şehirde ölene kadar savaşma” emri vererek, reddettiğini göstermiştir. 10 Aralık 1937 günü gece 00:00’da Japon İmparatorluğu tarafından verilen süre dolmuş, fakat Japonlar, Çinlilerin bu teklifi düşünmeleri için 1 saat daha süre vermiş ve elçilerle birlikte Nanking girişinde beklemeye başlamışlardır. 01:00’de başlayan Japon saldırısı, 13 Aralık 1937’de Çin ordusunun geri çekilmesiyle son bulmuştur. Çin ordusu geri çekilene kadar halkının savaşması için onları zorlamış, sivillerin büyük kısmını “güvenli bölgeye” taşımamış ve halkının elindeki birçok değerli eşya ve gıda ürünlerini çalmıştır. Çin sivilleri Japon ordusunun, yenilen Çin ordusuna iyi davranacağına dair bir düşünceye inanmış; fakat bu düşüncenin büyük bir aldatmaca olduğunu, 13 Aralık 1937 günü Japon askerleri şehre girdinde anlamışlardır. Ve katliam başlamıştır.

    Kendilerine yağma ve tecavüz hakkı verilen Japon askerler, sokakta teslim olmaya çoktan hazır olan silahsız askerleri bir araya toplayıp kurşuna dizerek, öldürüyordu. Birçok sivil, asker olduğu düşünülerek amaçsızca katlediliyordu. Sokaklarda koşan insanlar suçlu oldukları düşünülerek hiç düşünmeden öldürülebiliyordu.

    Katliamdan bir kare

    Sokak araları ve ana caddeler cesetlerle doluydu. Öyle ki, kendilerine hiçbir şekilde zarar vermeyecek olan yaşlı insanlar bile hiç düşünmeden öldürülüp sokağa atılmıştı. Ele geçen askerler ya da Japonlar tarafından tutuklu ilan edilenler şehrin büyük nehrinin önünde sırayla kuşuna dizilip ya da sopalarla dövülerek öldürülüp, nehrin akıntısına bırakılıyordu. Bu şekilde öldürülen savaş tutsaklarının sayısı 55.000’den fazlaydı. Dönemin tirajı yüksek Japon gazetelerinden birisi olan “Tokyo Nichi Nichi Shimbun” gazetesinin başlığı bile o dönem yapılan katliamın boyutlarını gözler önüne seriyordu “100 Çinliyi kılıçla öldürme yarışması”. Yarışma kuralları Japonlara göre basitti. Yarışmaya katılan 2 Japon askeri, ellerine aldıkları katana kılıçlarıyla önlerine sıralanmış Çinli esirleri aynı anda öldürmeye başlıyor ve 10 dakika içinde hangisi daha fazla esiri öldürürse, yarışmayı o kazanıyordu. Japon gazeteleri, bu yarışmayı büyük bir zevkle halkına duyuruyordu.

  •  Katliamın Bilançosu

    Bu katliam, Japonların şehri terk ettiği 1938 yılının Ocak ayının sonuna kadar devam etmiştir. 6 haftalık katliamın bilançosu, 300 binden fazla ölü, 100 binden fazla yaralı ve 20 binden fazla tecavüz edilmiş ve öldürülmüş kadındı olmuştur. Bunlarında dışında katliama ait deliller Nanjing Datusha’daki müzede bulunmaktadır.  

    Bu savaş Çin’de sömürge çıkarlarına sahip Batı Dünyası’nın da desteğini alarak uzatılmıştır. Kuomintang lideri Çan Kay Şek, bir yandan Japonların ilerlemesini önlemeye çalışırken diğer yandan da komünistlerin kökünü kazımaya çalışmıştır. Bu savaşlarda Japon ordusunun göz yaşartıcı gazı midori (yeşil), hapşırmacı gazı aka (kırmızı) ve hardal gazının kullanılmıştır. 

  •  Katliamın Sorumlularının Yargılanması

    2. Dünya Savaşı bittikten sonra, bu katliamın sorumlularından biri olan General Tani, Savaş Suçları Mahkemesinde yargılanmıştır. Bu katliama karışan General Matsui Savaş Suçları Mahkemesinden önce tutuklanmıştı. Katliama karışan diğer isimlerden Prens Kan’in 1945’ten önce ölmüş, Isamu Cho, Okinawa Savunması sırasında intihar etmiş, Prens Asaka ise, Japon İmparatorluk Ailesinin bir üyesi olduğu için “dokunulmazlık” hakkından faydalanarak, yargılamadan muaf tutulmuştur. 

Japonya’nın Auschwitz’i 731. Birim ve Emperyalist İkiyüzlülük

Sınıflı toplumların tarihi sömürücülerin insanlığa yaşattığı acılarla doludur. Dünden bugüne egemenler, ezilen sınıflar üzerindeki hâkimiyetlerini korumak için sayısız katliama ve kıyıma girişmiştir. Onyıllara hükmeden nice krallar, imparatorlar, beyler ve şahlar egemenliklerini kılıcın zoruyla tesis etmişlerdir. Kapitalizmin tarihi de egemenlerin zenginliğinin acı ve gözyaşı üzerinde yükseldiğini gösterir. Gerçek şu ki kapitalist sömürü düzeni savaşsız ve kansız varlığını sürdüremez. Birinci ve İkinci Dünya Savaşının yarattığı onca yıkım ve acıya rağmen, bugün Üçüncü Dünya Savaşının giderek genişlemesi ve düzenin yarattığı sayısız sorun bu gerçeği bir kez daha doğruluyor.

Dünya savaşlarındaki tarifsiz acıların yanı sıra, Hiroşima ve Nagazaki’yi hangimiz unutabilir? Peki, İngiliz emperyalizminin Asya ve Afrika’da yarattığı vahşet tablolarına ne demeli?[1] Hitler faşizminin gaz odalarına doldurduğu çizgili pijamalı çocukların feryatlarını bugün de işitmemek mümkün mü? Elbette değil. Bizler sınıf devrimcileri olarak geçmişten bugüne insanlığa yaşatılan acıları yüreğimizin derinliklerinde hissederiz. İnsanlığa yaşatılan zulme dair öğrendiğimiz her yeni bilgi, edindiğimiz her tecrübe, sömürücü sınıflara duyduğumuz kini büyütür, öfkemizi biler. Böylece mücadelenin hangi düzeyinde olursa olsun, düşmana karşı daha cesur, özverili ve hedefe kilitlenmiş bir şekilde yolumuza devam ederiz. Çünkü biliriz ki burjuvazinin egemenliği sürdüğü müddetçe sınıfımız böylesi acılarla yüz yüze gelmeye devam edecektir. İnsanlığın asırlardır süren acısı ancak proletarya iktidarı ele geçirip sınıfsız, sınırsız ve savaşsız bir dünyayı inşa etmeye giriştiğinde son bulabilir. Dünya işçi sınıfı kendisi ve tüm insanlık için bilim ve teknolojideki muazzam ilerlemeyi de kullanarak sadece açlığın, sefaletin ve kör cehaletin değil, aynı zamanda egemenlerin yüzyıllardır sürdürdüğü zulmün, baskı ve zorbalığın da kökünü kazıyacaktır.

Burjuvazi zulüm saltanatı sürsün diye her daim bilim ve teknolojinin tüm olanaklarını pervasızca kullanmaktan geri durmamıştır. Bilim egemenlerin elinde korkunç bir yıkım aracına dönüştürülmüştür.[2] Yukarıda hatırlattığımız üzere tarih bunun sayısız örnekleriyle doludur. Nazilerin ölüm doktoru Josef Mengele’nin Yahudiler üzerindeki deneylerini ve yaptığı katliamları bilmeyen yoktur. “Ölüm Meleği” adı verilen bu alçağın 2 milyon kişinin ölümünden sorumlu olduğu bilinir. Ancak bu vahşetin bir benzerinin Japonya’da yapıldığı pek dillendirilmez ve bilinmez. Şirō Işii adındaki Japon mikrobiyologun, savaş sırasında adına 731. Birim denilen bir ekiple birlikte Japon toplama kamplarında binlerce insan üzerinde yaptığı deneyler, insanın kanını dondurtan cinstendir. 731. Birimde yaşananlar burjuva egemenlerin sınır tanımaz gaddarlığına ve ikiyüzlülüğüne dair korkunç örneklerdir.

731. Birim, Japonya’nın Çin’in kuzeydoğusundaki Mançurya’yı işgal etmesinin ardından Harbin kentinin yakınında kurulan ve 1932-1945 yılları arasında faaliyet gösteren biyolojik ve kimyasal silah geliştirmekle görevli bir savaş birliğidir. Japon İmparatorluk ordusu tarafından kurulan bu birliğin başında bulunan mikrobiyolog Şirō Işii, korgeneral rütbesiyle görevliydi. “Japon Mengele” olarak adlandırılan Işii ve ekibi yaptıkları deneylerle yüz binlerce insanı vahşi bir şekilde katletti. Büyük çoğunluğu Çinli savaş esirlerinden oluşan insanlar Japon toplama kamplarında akıl almaz işkencelere maruz bırakıldı. Esir düşmüş Sovyet askerlerinin, Korelilerin ve Güneydoğu Asyalıların da aralarında olduğu farklı uluslardan binlerce insan için 731. Birim, girenlerin sağ olarak çıkamadığı korkunç bir mezarlıktı. Mançurya’daki on binlerce yoksul köylü de her şeyden habersiz 731. Birimin biyolojik silah denemelerinin kurbanı olmuştu. Auschwitz benzeri bir cehennemdi burası. Hatta yapılan deneyleri düşününce Japon emperyalizminin zalimlikte Hitler faşizmini aratmayacağını söylemek abartı olmayacaktır. Kimi tespitlere göre tesislerde yapılan deneylerde binlerce mahkûm katledilirken; savaş boyunca kimyasal ve biyolojik silahlarla yarım milyondan fazla insan da yok edilmiştir. Tesislerde korkunç deneylerde kobay olarak kullanılan insanlara Japon yetkililer tarafından “maruta” deniliyordu. Maruta Japoncada odun kütüğü anlamına geliyor. Böyle denilmesinin nedeni ise bazı iddialara göre tesislerin yerel yönetimlere kereste atölyesi olarak gösterilmesiydi. Deneyler bittikten sonra cesetler (“kütükler”) krematoryumlarda yakılarak toplu bir şekilde imha ediliyordu.

731. Birimin toplama kamplarında kalan binlerce insan canlı canlı kesildi. Viviseksiyon denilen canlı kesim uygulaması, insanlar çeşitli mikroplara maruz bırakılıp hasta edildikten sonra yapıldı. Viviseksiyona uğrayan insanlar arasında erkek, kadın ve çocukların yanı sıra bebekler de vardı. Bir diğer deney ise kan kaybını incelemek amacıyla yapılan ampütasyon deneyleriydi. İnsanların kolları ve bacakları kesilerek (ampute etme), yer değiştirilerek tekrar vücuda dikiliyordu. Aşırı yüksek sıcak ve soğuk ortamlarda bekletilerek vücudun ne kadar zamanda çürüdüğünün ve donduğunun tespit edilmeye çalışılması da bu deneylerden biriydi. Organların yerleri değiştiriliyor, mideler ameliyatla çıkarıldıktan sonra yemek boruları doğrudan bağırsaklara bağlanıyordu.

İnsanlar üzerinde yapılan korkunç deneylerle başta veba ve şarbon olmak üzere çeşitli virüslerden biyolojik silahlar üretildi. 731. Birimin deneylerini araştıran bir Japon doktor şöyle diyor: “Vebayı silah haline getirerek orta çağdan kalma kara ölümün modern bir versiyonunu yarattılar.”[3] Deneklere kolera ve tifüs virüsü içeren süt içirilmesi, yakın mesafede veba bombası patlatmak gibi deneylerle virüslerin bulaşıcılığı test edilirken, kimisinin de direkt vücuduna virüs enjekte edildi. 731. Birimin kurbanlarının arasında olan çocuklara içinde şarbon olan çikolatalar verilirken kadınlar tecavüze uğradı, hamile kalmaya zorlandı, bebekler ya daha doğmadan ya da doğar doğmaz vahşi deneylerin kurbanı yapıldı.

Vebalı pireler, bulaşıcı hastalık taşıyan insanların kullandığı kıyafetler ve kasıtlı bir şekilde hastalık bulaştırılmış daha birçok malzeme ile biyolojik saldırılar gerçekleştirildi. Bu saldırılar sonucunda halk arasında görülen kolera, şarbon ve veba gibi salgın hastalıklardan dolayı kimi tahminlere göre 400 binden fazla sivil insan yaşamını yitirdi.

İnsan bedeninde bıraktığı tahribatı incelemek için çeşitli mesafelerde el bombaları patlatıldı. Ateşli silahlar, kimyasal silahlar, çeşitli patlayıcılar ve mikrop yaymaya yarayan bombalar çoğu zaman kitlesel bir biçimde mahkûmlar üzerinde denendi. Sayısız denemenin yanı sıra, insan bedeni ölümcül dozlarda X-ışınlarına maruz bırakılıyor, gaz odalarında çeşitli kimyasal testler uygulanıyor, insanlar diri diri yakılıyor ve haşlanıyordu. Tüm bu insanlık dışı deneylerin yapıldığı birimin resmi adı ise “salgın hastalıkları önleme ve su arıtma tesisi” olarak belirlenmişti.

731. Birimin vahşeti savaşın sonuna dek sürdü. 6 ve 9 Ağustos 1945’te ABD’nin Hiroşima ve Nagazaki’ye atom bombası atması ve Sovyetler’in Mançurya’ya girmesinin ardından 15 Ağustosta Japonya resmen yenilgiyi kabul etti. Sovyetler Mançurya’ya girdiğinde Japon birlikleri, 731. Birimin tesislerini ve yapılan deneylerin kalıntılarını yok etmeye çalıştı. Birimde çalışan insanlığın yüz karası savaş suçluları Japonya’ya ve Kore’ye kaçtı. İkinci Dünya Savaşının sona ermesinin ardından, savaş suçlularının yargılanması süreci başladı. Bu yargılama sürecinde emperyalist ikiyüzlülüğün bir başka örneği sergilenecekti. ABD işgal yetkilileri tarafından tutuklanan Işii ve ekibi, yaptıkları korkunç deneylere ait bilgi ve belgeleri vermeleri karşılığında 1946’da Tokyo mahkemesinde savaş suçları savcılığından dokunulmazlık aldı. Hatta ABD, savaş suçlularını sığınmacı olarak kabul etmeyi teklif etti. Bu kirli pazarlığın sonucunda biyolojik ve kimyasal silah üretimine ve insanlar üzerinde yapılan deneylere ait tüm bulgular ABD’ye teslim edildi. ABD elde ettiği bilgiler sayesinde biyolojik ve kimyasal silah üretimini geliştirirken, bu silahları Kuzey Kore ve Vietnam’dan Orta Doğu’ya ezilen halklar üzerinde vahşice kullanmaktan geri durmayacaktı. 731. Birimin suçlarının üzerinin örtülmesi, ABD’nin Japon egemenleriyle yaptığı tek kirli anlaşma değildi kuşkusuz. ABD, hem attığı atom bombalarının hesabını vermek zorunda kalmamak, hem biyolojik ve kimyasal silah gücünü elinde tutmak hem de Japonya’yı bölgede SSCB’ye karşı güvenilir bir kale haline getirmek için pek çok savaş suçunun üzerini kapatmayı tercih etmişti. Bu tarihsel gerçek, Japonya’nın işlediği vahşetin neden Hitler faşizminin Yahudilere karşı uyguladığı soykırım ve vahşet kadar gündeme gelmediğini de açıklıyor.

Emperyalist-kapitalist sistemde vahşetin ve riyakârlığın sonu yok, olamaz. 731. Birim bunun bir örneği ancak sadece acı bir geçmişten ibaret değil. İnsanlık bugün de haksız ve emperyalist savaşların yıkımıyla karşı karşıya. Rusya’nın Ukrayna’yı işgali ve Tayvan gerilimiyle Pasifik sularındaki ısınma, Üçüncü Dünya Savaşının ateşini daha da kızıştırdı. Emperyalist kapitalist sistemin efendileri peşi sıra nükleer tehditler savuruyorlar. Tehditleri salt blöf olarak görmek, içinden geçilen dönemin çelişkilerle yüklü çatışmalı karakterini küçümsemek demektir. Dahası blöf olsa bile, bu blöfün yapılabiliyor olması durumun vahametini ve tehlikenin büyüklüğünü tek başına ortaya sermektedir.

Kapitalizmin bugünkü koşullarda ayakta kalabilmesinin tek yolu, son derece gelişkin yıkım araçlarına daha çok sarılmasından geçiyor. Dünya ölçeğinde militarizasyonun tırmandırılması, otoriterleşme dalgasının adım adım yayılması, Üçüncü Dünya Savaşında safların keskinleşmesi bunu gösteriyor. Dünya işçi sınıfı örgütlenip bu gidişata müdahale etmezse, bu yolda varılacak yer belli: Topyekûn yok oluş. Buna karşın topyekûn kurtuluşun yolu ise tüm dünyada sürüp giden zulmün, yağma ve talanın, açlık ve sefaletin, riyakârlığın, çürüme ve yozlaşmanın, kısacası kapitalist sistemin yıkılmasından geçiyor. Evet, gezegenin ve insanlığın esaslı bir temizliğe ihtiyacı var ve bunun tek yolu DEVRİM!


[1]   Bkz. Can Aytekin, Kraliçe Öldü, Monarşi Yıkılmayı Bekliyor!, marksist.com

[2]   Bkz. Kerem Dağlı, İnsanlık Kapitalizmin Deneme Tahtasında, marksist.com

Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.

Benzer Yazılar

Yorumlar