Print Friendly and PDF

Aşk Kapıyı Çalınca


Not: Kitaptan seçilmiş paragraflar…

Ne demektir âşık olmak? Âşık olmak, ikili bir kolektif hareketin doğuş durumudur. Bu tanım, olgular ve yorumlarla dolu uzun bir tahlilin yolunu açar.

Hepimizin tanıdığı bir alandaki bu kısa yolculukta bize yol göstermesi için bu tanımı giriş bölümüne koymayı tercih ettim; zira gizemini ve anlaşılmazlığını korusa da, hepimiz dolaysız olarak aşk deneyimini yaşamışızdır. Yukarıdaki tanım, âşık olmak sorununu yeni bir biçimde ortaya koyup psikolojinin, sosyolojinin hatta sanatın bizi alıştırdığı yaklaşımlardan farklı bir bakış açısına yerleştirir.

Aşık olmak, ne gündelik bir olay ne cinselliği yüceltmek ne de bir hayal kuruntusudur. Âşık olmak, sui generis, sözle anlatılamayan, ilahi veya şeytani bir olay da değildir. Yine de bu olay, kolektif hareketler olarak bilinen kategori içinde ele alınabilir.

**

Aşk, kurallarla birey arasında bir ayrılık yaratma eğilimi taşır. Başka kurallar, normlar oluşturmak ister. Varlıkları yok etmeyi değil, onları sevmeyi ister. Ancak kurallar, eski kuralları temsil eden ve yeni yasaya karşı olan kişiler aracılığıyla seslerini duyurur. Kuralları, onları temsil eden kişileri çiğnemeden yıkamayız. İşte ikilem buradadır. Bu ikilem, her zaman açığa çıkar ve aşkı, masumiyetini kaybetmeye zorlar.

**

Âşık olan kimse, geçmişte birçok defa kendini diğerine vermeyi denemiştir zaten. Ne var ki, ya bu tür deneyime henüz hazır değildir ya da isteği karşılıksız kalmıştır. Bir karşılık bulmuşsa da, bunun tamamıyla doğru olduğundan emin olamamıştır. Hem kendi duygularından hem de daha fazla diğerinin duygularından şüpheye düşmüştür.

Âşık olduğumuzda, başka bir varoluşa açılırız; bu varoluşun mümkün olmasını ise hiçbir şey garanti etmez. Âşık olduğumuzda, sanki çok yükseklere bir şarkı yayılır ama bir yankı bulacağı kesin değildir bu şarkının. Büyük özlemini duyduğumuz mutluluk ve sonsuzluk anları barındırdığından yoğunluğu da umutsuzcasına insanidir; ne var ki hiçbir kesinlik içermez.

Yine de, sevgiliden bir yanıt geldiğinde, bu yanıt, hak edilmemiş, sahip olunması hiç düşünülemeyecek harika bir armağan olarak görünür gözümüze.

Sevgili tarafından bütünüyle bize sunulmuş, bilinçli bir armağandır bu. Bu armağanı belirtmek için teologlar bir sözcük icat etmişlerdir: lütuf. Sevgilinin bize, "Seni seviyorum" dediğini duyduğumuzda, kendini aşka teslim ettiğini gördüğümüzde, gerçek mutluluğa ulaşırız ve zaman durur. Bu an sonsuz olur bizim için. Bu anı hiç unutamayız artık. Seven kişi aşkının karşılıklı olduğunu hissettiğinde, bundan böyle herhangi bir zorluğa ya da acıya katlanması gerektiğinde bunu hatırlaması yeterli olacaktır. Aşkı kendisi için bir sığınak ve tüm arzularının kaynağı olacaktır. Buna karşılık, günün birinde diğeri kendisini artık sevmeyip terk ettiğinde, bu hatıra tam da ölümsüz olduğundan, mutsuzluğunun kaynağı olacaktır. Kaybettiğiyle kıyaslandığında diğer her şey âşığa boş görünecektir. Yeni bir doğuş durumu geçmişi tekrar yaratınca ya kadar bu böyle devam edecektir.

Hepimiz, âşık olduğumuzda atıldığımız büyük riskin farkında oluruz. Yine de bu riski kabul ederiz. Ama kabul etmeden önce, bütün gücümüzle karşı çıkar ve defalarca reddederiz. Doğuş durumundaki aşk daha önce değindiğimiz gibi ortaya çıkıp kendini bize kabul ettiren bir şeydir.

**

Aynı anda iki kişiyi sevmek mümkün müdür?

Kuşkusuz evet. Birini sevip diğerine âşık olmak? Kuşkusuz evet. İki kişiye birden âşık olmak? Hayır. Herkes birçok kişiyi sever. Annemizi ve babamızı, karımızı ve çocuklarımızı severiz. Bu aşkların hiçbiri ne diğerini dışlar ne de diğerinden bir şey eksiltir. Aynı şekilde, bir erkek iki kadını sevebileceği gibi, bir kadın da iki kocayı sevebilir. Her biri, birinci kişiyi severken diğerine âşık olabilir. Hatta bunun kural olduğunu bile söyleyebiliriz. Buna karşılık, iki farklı kişiye âşık olmak imkânsızdır. İlk bakışta, bu sınırlama saçma görünür. Hep şöyle söylendiğini duyarız: “İkisine de âşığım" ya da hangisine daha çok âşık olduğumu bilmiyorum.” Bu cümleler farklı iki durumda telaffuz edilir. İlkine aşkın gelişme durumu diyebiliriz. Daha önce de değindiğimiz gibi, âşık olmak üzere olan kişi, bir şekilde kendisine yanıt verecek birisini arar ve çoğu kez bu kişiyi bulduğu izlenimine kapılır. Başka türlü söyleyecek olursak, bu kişi birçok defa âşık olmaya başlar. Birçok kişiyle karşılaştığım da düşünürsek, birçok kez âşık olabilir ve tutkuları iç içe geçer. O zaman bu kişi şöyle diyebilir: "Ben her ikisine de âşığım.” Bu iç içe geçme, iki farklı kadın, söz konusu bu kişiye âşık olduğunda daha da kolay gerçekleşir. Erkek, aşka açık olduğundan ve her iki kadından da olumlu bir yanıt aldığından üç kişilik bir gurup oluşur. Şimdi de erkeği seven bu iki kadının yakın arkadaş ya da kız kardeş olduğunu varsayalım. Hep beraber, erkeğin merkezde olduğu kaynaşmış bir grup oluştururlar. Bu türden durumlar, sanıldığından çok daha yaygındır. Kolektif hareketlerde sık sık, aynı lidere hayran olan kadın gruplarına rastlanır.

Aynı anda birçok kişiyi sevip bir başkasına da âşık olabileceğimizi söylemiştik. Bu durumda, bu yeni doğan aşk, duygularımızın tekrar yapılandırılmasında bir çıkış noktası oluşturur. Sevdiğimiz kişiler kendimizin, global gerçekliğimizin, yeni doğan aşkta kabul ettirmek ve sevdirmek istediğimiz bu bireyselliğin bileşenlerdir. Başka bir deyişle, yeni doğan aşk her zaman, kişisel bir hikâyeye, bir duygu sistemine, bir tercih sistemine sahip iki kişi arasında cereyan eder.

Bu, aşk durumudur, çünkü bir engel aşar, duygusal ilişkilerin her defasında yeniden yapılandırılmasını sağlar. Daha önce merkezi öneme sahip bir şeyden vazgeçer, değersiz görürüz. Öte yandan, yeni aşka dahil etmemiz gereken başka bir şeyi saklarız. Örneğin, eğer evli ve çocukları olan iki kişi birbirlerine âşık olursa, her biri kendi duygusal ilişkiler sisteminde, eşini çocuklarından ayırır. Eşimizden vazgeçmek ister, bunu yapabiliriz de. Ona yönelik davranışımızı tamamıyla değiştirmek isteriz. Çocuklara karşı olan tutumumuzda ise aynı şey söz konusu olmaz. Onlar, yeni aşka dâhil olabilirler. Eşimiz, benliğimizi oluşturan çekirdeğe dahil değildir artık. Çocuklarımız ise benliğimizin çekirdeğinde bulunmaya devam eder. Bununla birlikte, iki kişinin bir araya gelmesi, çevrelerinden yalıtılmış kişiler arasında da olabilir. Bu bir araya gelişte çocuklar devrede değildir. Buluşma, yalıtılmış birey düzeyinde gerçekleşir. İsteğin dile getirilmesi ve alınan yanıt, çocukların devreye girmesinden önce gerçekleşir. Herkes aşkı kendisi için ister, çocukları için değil.

Doğuş durumundaki aşk gelişirken, ilişkinin içine, o ana kadar var olmayan tarafları da dahil etmek zorundadır. Bundan ötürü çocuklar da, ilk başta olmasalar da aşkın parçalarını oluştururlar. Yine de âşık olan kimse, diğerine âşık kalır, onun çocuklarına değil. Bu çocukları, diğeri sevdiği için severiz, kendileri olduğu için değil.

**

İki sevgilinin bir çocuğu olduğunda ne olur peki?

İkisinden birinin çocuk istemediği durumu inceleyelim. Çocuk doğduğunda, diğerinin bu çocuğa beslediği aşkı, bu kişi bir ihanet, bir terk ediş olarak görür. İslam-Fars efsanelerinde, Şeytan, Tanrı’ya isyan eder, çünkü Tanrı, insanı yarattıktan sonra ondan bu insanı sevmesini ister. Ancak Şeytan bunun imkânsız olduğunu söyler, çünkü o, Tanrı dan başkasını sevmiyordur ve Tanrının da insanı sevmesini kabul edemez. Bundan ötürü de, Tanrının gazabını üzerine çekmeyi, O’nu kaybetmeyi bir başkasıyla paylaşmaya yeğ tutar. Şimdi de iki sevgilinin bir çocuk istediği durumu inceleyelim. Arzulanan çocuk doğar ve yeni bir aşk kutbu olur.

Böyle olduğunda bile, yeni doğan aşk sona erer. Bunu kabul etmek zordur. Öte yandan, popüler eski bilge görüşe göre, bir çocuğun doğması aşkı güçlendirir, tehlikedeki bir aşkı kurtarır. Bu söylenen yerleşik bir aşk için doğrudur, yeni doğan aşk için değil. Gerçekten de, çocuk, iki sevgilinin aşk nesnesi haline gelir. İkisi de aynı anda bu çocuğa âşık olur. İlişkileri artık sadece birbirlerine değil, bir üçüncü kişinin varlığına da bağlıdır. Bireysel karakterlerinin mutlak ve egoist istekleri yerini diğer birevsel karakterin avnı şekilde bencil isteklerine bırakmaz; bir üçüncününkine bırakır. Artık ikisi de birbirleri için mutlak ölçüde en önemli değildir. İkisinden biri diğerinin Tanrısı değildir. Her ikisi de, kendileri dışında doğan yeni bir Tanrıya hayranlık beslemektedir. Ve eğer aralarında bir anlaşmazlık, bir ilgisizlik baş gösterirse, ikisi de çocuğun aşkına sığınabilir. Bu durum özellikle, çocuğu karnında taşımış olan, besleyen, en azından ilk aylarda çocuğun mutlak nesnesi olan anne için geçerlidir. Gerçekte, anne için bir çocuğun doğması hemen hemen her zaman doğuş durumundaki bir aşktır. Bütün ilgisi, bütün özeni, bütün kaygıları çocuğa yöneliktir. Yeni tekel hakkı eskisiyle uyuşmaz artık. Oidipus kompleksi ortaya çıkmadan önce, aile sahnesinde egemen olan Laios kompleksidir, ki bu da babanın çocuğa karşı kıskançlığı ya da daha doğru ifade edersek, iki sevgilinin oluşturduğu sarsılmaz çift durumunun yerini alan anne-çocuk çiftine yönelik kıskançlığıdır. Çocuğun doğması, çocuğa duyulan aşk, aradaki bağı güçlendirip aşkı dengede tutar; ama yeni doğan aşkı öldürür. Çelişkili bir şekilde, eğer dış bir güç sevgilileri ayırırsa, yeni doğan aşk devam edebilir. Çocuğa yönelik bir kıskançlık olması durumunda, bu aşk tek taraflı ve dolayısıyla mutsuz bir aşk olur.

**

 Günlük yaşamda ulaşmayı amaç edindiğimiz hedefler, elde etmeye çalıştığımız şeylerin hepsi elimizdeki imkânlara bağlıdır. Gerçekleştirilemeyecek projeler yapmayızr. Zaten arzularımız da sınırsızdır. Eğer masallardan fırlamış bir cin bize görünüp arzularımızdan üçünü söylememizi isteseydi, kararsız kalırdık ve kafamızda tuhaf bir liste canlanırdı: Çok zengin olmak mı? Sürekli sağlıklı olmak mı? Sadece kendimiz mi, yoksa bizim için kıymetli olan diğerleri de mi? Sürekli genç kalmak mı? Sadece kendimiz mi, yoksa diğerleri de mi? Yalnızca "mutlu” olmayı isteyebilirdik, ancak “mutlu olmak” bir şeye denk düşmez. Bundan ötürü, sorun, bize mutluluk verebilecek "şeyleri” tanımlamaktır. Öte yandan, seven kişi, ne tür dileklerde bulunacağını da bilir. "Beni sevsin.” Ve eğer hâlâ diğer iki dileğini söyleme olasılığı varsa, şunları ekler: "Onu sevmeye devam edeyim; o da beni sevmeye devam etsin.” Âşık birisinin, çok net ve sınırlı bir arzusu vardır. Ama kendini bu amaca verirken, elindeki araçların farkına varmaz. Kimse şu şekilde düşünerek âşık olmaz: "Madem birisini kendime âşık etme imkânına sahibim, ben de ona âşık olmayı seçiyorum.” Her şeyden önce, âşık oluruz, diğerinin aşkını arzularız; bundan sonra âşık olduğumuzu elde etmenin araçlarını bulmaya çalışır, kendimizi sevdirmek isteriz. Günlük yaşamda, temel ihtiyaçlarla önemsiz ihtiyaçlar arasında gerçek bir fark yoktur. Doğuş durumundaysa bir tane fark vardır. Sevilen kişiye ulaşmamıza, onun tarafından sevilmemize yarayan her şey önemlidir bizim için. Gerisi önemli değildir. Eğer sevdiğimiz kişinin hoşuna gidiyorsa, güzel yemek yemek çok hoştur. Ama yalnızsak, iyi bir yemeğin hiçbir önemi yoktur. Sevilen varlıkla karşılaşmak, onun yanında olmak için, en zorlu yolculuklara çıkmayı, yemek yememeyi, uyumamayı göze alırız. Bütün bunlar bizi yormaz; tam tersine kendimizi mutlu hissederiz. Günlük yaşamda dayanılmaz olan her şeyi farkına varmadan gerçekleştiririz.

Günlük yaşamda, eşit alışveriş ilkesi ağır basar. Eğer sana bir şey verirsem, karşılığında aynı değere sahip bir şey isterim. Doğuş durumunda ise, komünizm ilkesi hüküm sürer: Herkes imkânı ölçüsünde verir, herkes ihtiyacı ölçüsünde alır. Alınan ve verilen şey arasında herhangi bir muhasebe yoktur. Herkes diğerine hediyeler alır: Sevilen kişinin hoşuna gidecek nesneler, ona kendisini hatırlatacak, kendisinden bahseden şeyler. Aynı şekilde, diğerinin bahsettiği ya da gördüğü, onun hoşuna gidecek hediyeler de alır. Bir şey sunmak, bazı durumlarda ani bir harekettir; her şekilde sevdiğimiz için hazır olduğumuzu, kendimizin bir armağan olduğunu sembolize eden bir jesttir. Ancak, armağan karşılığında başka bir armağan beklenmez. Bir hediye verirken, eğer bu hediye diğerinin hoşuna gidip onu mutlu ediyorsa istenilen sonuca ulaşılmıştır zaten. Diğerinin sevinci, herhangi bir nesneden çok daha değerlidir. Böylece, sevgililer, karşılığında bir şey beklemeden birbirlerine hediye alırlar. Her biri isteği ölçüsünde verir, ihtiyacı ölçüsünde alır. Armağanların muhasebesi yapılmaya başlandığında “Ben sana şunu verdim, sen karşılığında hiçbir şey vermedin” aşk sönmeye başlamıştır. Her biri alacak ve verecek talebi yaptığında aşk o zaman tamamıyla bitmiştir.

**

 İki kişi biribirine âşık olduğunda, ikisi de birbirini aynı yoğunlukta mı sever, yoksa biri diğerinden daha mı çok seviyordur?

Doğuş durumundaki aşk, nesnesini arayan içsel bir bireysel dönüşümdür. Başta, heı durumda, sadece biri âşıktır. Ve bu ilk girişimlerin çoğu, hemen başarısızlığa uğrar. Diğer zamanlarda ise, süreç devam eder ve iki olgu böylece meydana gelir. İlkinde, seçim doğrudur; diğer kişi de âşık olma durumundadır. Böylece, ikili doğuş durumu gelişir ve aşk karşılıklı olur. Ancak çoğu kez, diğer kişi sadece bir aşk ya da macera tutkusu, bir erotik ya da entelektüel çekim hisseder.

**

Kendisi âşık olmadan kim birisini kendine âşık etmek ister? Her şeyden önce, daha önce bahsettiğimiz, günlük yaşamlarını zenginleştirmek için âşık olmak isteyen kişiler. Bu kişiler bir cevap ararlar, bu cevabı alamamaktan kaygıya düşer ve bundan dolayı sürekli ‘ baştan çıkarma" girişiminde bulunarak, bu cevabı yürekten verme ihtiyacında olan birisinden alırlar. Ancak bu, başarı ya da iktidar arzusu gibi daha bayağı bir şey de olabilir. Âşık olunan kişi, diğerinin üzerinde büyük bir güce sahiptir ve bu devasa güç hoşa gidebilir, çünkü gururu okşar, diğerini köle yapıp her isteğe ve işarete cevap vermesini sağlar. Bundan başka, para ya da başka amaçlar için hareket eden kişiler de olabilir.

**

Aşık olduğumuz kişi gözümüze mükemmel mi görünür? Daha önceki analizimize göre, bazı gözlemler bu soruya evet, diğerleri ise hayır diye cevap vermemizi gerektiriyor. Evet, çünkü sevdiğimiz kişide gördüğümüz her şeyi arzu edilir buluruz. Hayır, çünkü onun projesini tamamıyla kabul etmez; ona karşı kendimizi savunur, hatta onunla mücadele ederiz. Bazen, onun sözlerini derin bir gerçeğin dile gelmesi olarak görürüz. Öyle bir gerçek ki, tek başımıza buna asla ulaşamayacağadır. Bu sanki dünyaya yeni bir bakış açısı ge tiriyormuş gibidir. Ancak hep böyle olmaz: Bazen, bu kişiyle aynı fikirde olmayız; uzun uzadıya ona kendi görüşümüzü açıklar, onu ikna etmeye çalışırız.

**

Âşık olduğumuzda, diğeri bize her zaman yaşam dolu olarak görünür. Gerçekten de âşık olduğumuz kişi, bir nevi yaşamın yaratılış esnasında vücut bulmuş halini, bu yaşamın çoşkusunu ve hep gitmek isteyip hiç gidemediğimiz yönünü temsil eder.

**

Avilalı Azize Teresa’ya gelince, mistik aşkın en son ve en yetkin aşaması olan yedinci aşamaya ilişkin şöyle der:

"Ruhta büyük bir acı çekme arzusu vardır, yine de kaygı duymaz, çünkü Tanrı’nın iradesinin kendisinde gerçekleşmesini öylesine çok ümit eder ki, O nun karar verdiği her şeyi memnuniyetle karşılar: Eğer Tanrı acı çekmesini isterse, o zaman acısını çekecektir, eğer istemezse, bundan ötürü umutsuzluğa kapılmaz." 

Kaynak: Francesco Alberoni, Aşk  Kapıyı Çalınca, Aşkın  Doğuş Anı  Üzerine Denemeler, Çeviren: Emre Bayoğlu, 2006, İstanbul

Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.

Benzer Yazılar

Yorumlar