Yeni Normal Normal Değil / CERRAH GÜNER FUZÛLÎ
ALINTI
Erişim Kaynağı: https://cgfuzuli.wordpress.com/2020/05/15/yeni-normal-normal-degil/
Amerikan halkının inandığı her şeyin yanlış olduğunu gördüğümüzde yalan haber ve çarpıtma programımızın başarıya ulaştığını anlayacağız.CIA MÜDÜRÜ WİLLİAM CASEY
Hani bizde bir Dr. Canan Karatay var. Kendisi pek takip ettiğim birisi değildir. Daha koronanın başlangıcında şöyle dedi:
“Korkacak bir şey yok. Bu da ötekiler gibi mevsimsel bir grip virüsü. Gelir geçer. Bağışıklık sistemimizi güçlendirelim yeter.”
O zamana kadar neredeyse her gün televizyon kanallarında görmeye alıştığımız Dr. Canan Karatay’ı o günden sonra bir daha gören oldu mu? Ondan sonra onu hiçbir TV kanalı çıkarmadı.
Bir de Bilim Kurulu üyeleri ve her gün televizyonlara çıkan uzmanlar(!)dan bir kısmı henüz işin başlangıcındayken maske gereksiz hatta bazıları zararlı diyordu. Sonra bir akşam Amerika’dan bir dahiliyeci doktor bağlandı ve bir miktar Türkiye’deki doktorlara veriştirdikten sonra maske mutlaka takılması lazım dedi. Ertesi gün maske takma zorunluluğu getirildi ve işin garip yani önceden maske gereksiz diyenlerden bir tanesi bile itiraz etmedi. Herhalde merkezden yani Dünya Sağlık Örgütünden gelen talimatlar henüz netleşmemişti ki başlangıçta maske karşıtı konuşanlar, bağışıklık sistemini güçlendirmekten söz edenler vardı. Sonra bunlardan hiçbiri bağışıklık sistemini güçlendirmekten söz etmediği gibi sürekli “Dikkat etmezsek şu kadar insan ölür, ikinci dalga gelir, sosyal mesafe, maske…” şeklinde korku pompalamaya devam ettiler.
Çok önemli ve şüpheli bir durum da şu:
Sağlık Bakanlığı korona ölümlerinde otopsiyi yasakladı.
Neden?
Aksine, bu hastalığı ve virüsü yeterince tanımıyoruz. Bu yüzden bu vakalarla ilgili otopsileri daha titiz yapalım, daha çok zaman ayıralım demesi gerekmez miydi?
En başta şu gerçeği görmemiz ve bunu göz önünde bulundurarak fikir yürütmemiz, bununla beraber içine düştüğümüz apokaliptik durumu kısmen de olsa anlayabilmek için bazı ön bilgilere göz atmamız lazım:
Bugün bize tedbir ve insanların iyiliği ve sağlığı için diye sunulan, dünyanın neredeyse tamamında birden işyerlerinin, okulların kapatılması, maske takmanın zorunlu hale getirilmesi, üretim ve ekonominin durdurulması gibi bir takım olaylar dünya ve insanlık tarihi boyunca benzeri yaşanmış bir şey değildir. Buna göre ne gibi bir belayla (komplo demek daha doğru olur) karşı karşıya olduğumuzu görerek olayların gelişimini değerlendirmemiz gerekiyor.
Bu yaşadıklarımızdan ve gördüklerimizden açık ve net bir şekilde anlamalıyız ki bugün tüm dünya tek bir merkezden yönetilip yönlendirilmektedir. Farklı ülkelerde yaşayan insanlar bu geniş resmi algılayamadıklarından bazı şeylerin sadece kendi ülkelerinde olduğunu ve kendi seçtikleri ya da kendilerinden olan yöneticilerlerce yönetildiklerini zannetmektedirler. Bununla ilgili delilleri aşağıda toparlayabildiğim kadar aktarmaya ve bugün tüm dünyaya dayatılan “Yeni Normal” ile ne kastettiklerini ve hedeflediklerini anlatmaya çalışacağım.
Bugünlere nasıl geldik?
Tarihte birçok medeniyette yönetici ve zenginlerden oluşan küçük bir kesimin, bir kısım seçkinin aşırı güç, zenginlik ve teknoloji elde etmesiyle halkı köleleştirip kendilerinin de gerçek manada tanrılaştırıldığı örnekler görüyoruz. Mısır‘da, Roma‘da, eski Yunan‘da bu seçkinler yarı tanrı ve tanrı olmuş, halk ise ölümlü kölelere dönüştürülmüştür. Mesela Mısır’da Firavun‘un adı duyulduğunda halk secdeye kapanmak zorundaydı, uymayanın boynu vuruluyordu. Babil hükümdarı Nebukadnezar devasa bir altın heykelini yaptırmış, her dilden ve ırktan insanların heykelin önünde secde etmeleri, direnenlerin ise ateşe atılmaları emrini vermiştir. İlginçtir ki günümüzde bu eski medeniyetlerin ihtişam ve şaşaalarının kalıntıları taş yapılar yüceltilmekte iken bunlarda insanlara yapılan işkence ve zulümler hiç dile getirilmemektedir. Bu zorbaların halk üzerindeki etkisi o dereceye ulaşmıştır ki insanlar nihayet onların gerçekten de tanrı olduklarına inanmışlardır.
Toplumların düşünce ve davranışlarını yönlendirip şekillendirmede zorbalığın etkisi reddedilemezse de propaganda belki etki bakımından bunun çok önüne geçer. Günümüzde psikoloji, tıp, teknoloji ve bilimin aşırı ilerlemesiyle propaganda teknikleri tarihteki örneklerini geride bırakmak üzere hatta belki bırakmıştır bile. İnsanlar safçasına bilimin ve teknolojinin hayatlarını nasıl kolaylaştırdığına inanırken bunları elinde bulunduranların planı ise bambaşkadır.
Yazının başında alıntı yaptığımız cümlesinde CIA Müdürü William Casey her ne kadar Amerikan halkından söz etse de unutmayalım ki CIA’nın operasyon alanı sadece Amerika değil tüm dünyadır. Ve bugün bu yaşadıklarımızla birlikte maalesef gördüm ki bizim halkımız dünyanın geri kalanları içinde yalana inanmaya en yatkın olanlardan biri haline getirilmiştir.
İki yıl kadar önce bir daha açmamak üzere 1500 küsür takipçili Twitter hesabımı veda ederek kapatmıştım. Orada birçok konunun yani sıra arada bir tüm dünyayı, insanları yönlendirip şekillendiren şeytanilerden ve uçuruma doğru gittiğimizden söz ediyordum. Kapatmadan önce Twitter verilerimi indirmiştim. Bunların hepsi bende var. Neden kapattığımı anlatmak için bunun kadar olmasa da gene uzun bir yazı gerekir, bu yüzden şimdi buna girmiyorum. İşte bu korona tiyatrosu başladığında o günlere geldiğimizi anladım ve etrafımdaki insanlara, bize kurulan tuzağı ve birçok şeyi anlatmaya başladım. Tabi koskoca ülkede etraftan birkaç kişiye anlatıp ikna etmenin ne faydası olabilir ki? Okuyucu yorumlarına yer veren çok az sayıda yani birkaç gazetenin internet sitesine yorum yazmaya başladım. Bunlar da maalesef yorumları sıklıkla ya kırpıyorlar, sansürlüyorlar ya da yayınlamıyorlar. Bu olan bitenin ne olduğunu anlatabilmek için Twitter hesabımı yeniden açtım ve gördüm ki medyada olduğu gibi burada da hiç uyaran yok, halk tamamen siyasetçilerin, medyanın propagandalarının etkisine girmiş durumda. Zaten insanları evlere kapatmalarının bir nedeni de televizyonun beyinleri sulandırması maksadı değil mi? Şimdi bir yandan birkaç haftadır bu yazıyı tamamlamaya çalışırken bir yandan da görüyorum ki bizde de insanlar yavaş yavaş uyanmaya başladılar. İlk tweetimi ve birini daha aşağıya koyuyorum.
Propaganda konusuna geri dönelim.
İsviçreli tarihçi ve toplumbilimci Daniele Ganser aşağıda video linkini verdiğim “Propaganda – Wie unsere Gedanken und Gefühle gelenkt werden (Propaganda – Düşüncelerimiz ve duygularımız nasıl yönlendiriliyor)“ başlıklı sunumunda propagandanın nerelerde olduğunu, hangi teknikleri kullandığını, ne tür amaçlarla kullanıldığını anlatıyor. Daniele Ganser’in bu sunumu alanında bugüne kadar yapılmış en başarılı çalışmalardandır. İnsanların belki %99‘u ya da daha fazlası kendi düşünce ve zevkleri var diye düşünseler de aslında tamamen yönlendirmeyle hareket etmektedirler. Mesela “Sadece arabalar değil savaş da pazarlanıyor (satılıyor). Araştırmalarımda oldukça hassas bir şekilde savaşların nasıl pazarlandığını inceledim. Savaş da aynı araba gibi pazarlanıyor. Düşünceleriniz ve duygularınız kuruluyor (yönlendiriliyor). Neyi pazarlamak istiyorsanız ona ilişkin duyguyu harekete geçirmeniz gerekir. Savaş korku yayarak pazarlanır.” Ganser’in sunumunda aktardıklarındandır. Propaganda hedefinin aksini söyleyenleri itibarsızlaştırmanın, onlara parmak sallamanın propagandanın tekniklerinden olduğu da Ganser’in anlatımından çıkarabileceklerimizdendir.
Ganser şu alt başlıklar altında ayrıntılara giriyor:
- Reklam nasıl etki ediyor
- Savaş nasıl pazarlanır
- Guatemala örneğiyle savaş propagandası
- Propaganda ve reklam duyular aracılığıyla etki ediyor
- Savaş yerine terörle mücadele: Savaş silahları nasıl satılır
- Yok sayma yoluyla manipülasyon
- Yalan kuluçka makinesi
- ARD televizyonu çerçeveleme el kitabı
- Sonuç: Propaganda her yerde
Sunumunda Ganser, propaganda ve reklamın babası diyebileceğimiz Edward L. Bernays‘ın 1928 yılında basılan kitabı “Propaganda – The Public Mind in the Making (Propaganda – Toplum Düşüncesinin Şekillendirilmesi“ adlı kitabından alıntılar yapmaktadır. İlginçtir ki henüz çocukken Avusturya‘dan Amerika‘ya göç eden Bernays’ın bu alanında belki en önemli kitabı Almancaya 2007‘de çevrilmiştir. Türkçesi ise internetten araştırdığım kadarıyla yoktur.
Örneğin Bernays’tan yaptığı şu alıntılar kayda değerdir:
Propaganda her taraftan etrafımızı sarmış halde bulunmaktadır ve dünyaya dair tahayyülümüzü değiştirmektedir.
Her bir birey diğer vatandaşların milyonlarcasıyla aynı üretilmiş veriyle temas eder. Herkesin elde ettiği aynı kalıptır. Bununla beraber bağımsız (kendine özgü, farklı) düşünceye çok ender rastlanılır.
Propaganda kitlelerin ruhuna (ya da düşünce yapısına) askeriyede emirlerin askerleri psikolojik olarak etkisi altına almasına, onları bağlamasına benzer şekilde etki eder. Böylece manipüle edilmiş (çarpıtılmış, yönlendirilmiş) olanların sayısı oldukça fazladır.
Buna ilave olarak “Out of Shadows” belgeselini de mutlaka izlemenizi öneririm. Çalışmada Hollywood ve merkez medyanın toplumları içerikleriyle propaganda yayma yoluyla nasıl kontrol edip yönlendirdiği ortaya konulmaktadır. Belgeseli yapanlar şeytani planları olan gizli bir düşmanın insanları nasıl yalanlarına inandırıp beyinlerinin yıkandığına dair aydınlatmayı hedeflemektedirler. Hollywood, dünya zenginleri ve devletlerin üst kademelerindeki insanların sapkın karanlık tarikatlarla bağlantıları, CIA’nın bilimi ve teknolojiyi kullanarak yaptığı işkenceye varan beyin yıkama teknikleri ve Hollywood bağlantıları da işlenenler arasındadır.
Hollywood fimleri
Medya ve Hollywood’dan bahsetmişken Hollywood filmlerinin aslında ne olduğuna değinmek ve birkaç örnek filmden söz etmek yerinde olur diye düşünüyorum.
Medyayı, siyaseti, eğitim sistemini, bürokrasiyi sinsice ele geçiren FETÖ’yü ve şeytani planlarını elbette çoğumuz nihayet anlamışızdır diye düşünüyorum. 2013 yılında bunla ilgili “Fethullah Gülen’i tabi ki tanıyorsunuz…” başlıklı kısa bir not da yazmıştım. Burada bir takım ayrıntılara girip yazıyı uzatmak istemiyorum çünkü daha şimdiden bu kadar notu bir yazıda nasıl toparlarım diye kara kara düşünmeye başladım.
Cemaat adı altında oluşturulan bu sinsi örgüt kendi içinde kapalı devre haberleşme sistemlerine sahipti. Mesela o bilinen darbe girişiminden sonra bunların ByLock denilen bir uygulamayı telefonlarına yükleyip kendi aralarında haberleştikleri ortaya çıktı. Belki çoğunun dikkatinden kaçtı ve unutuldu ama bunların kendi aralarında şifreli haberleşme yollarından biri de kendi TV kanallarında gösterdikleri dizilerdi. Bu dizilerle şifreli mesaj verip birbirleriyle haberleştikleri de haberlerde çıkmıştı.
Tüm dünyanın gözünden kaçmış olabilir ama, işte Hollywood filmleri de bu sistemi kuran, Hollywood’un gerçek sahibi şeytanilerin kendi aralarında şifreli haberleşme sistemidir. Bunların tek işlevi budur demiyorum.
Şöyle:
Dört, beş, altı ve sonrakiler daha kıymetsiz olmak üzere Hollywood filmlerinin:
- Üçüncü işlevi para kazanmak
- İkinci işlevi insanları yönlendirip şekillendirmek
- Birinci ve en önemli işlevi ise şeytanilerin kendi aralarında haberleşmesidir.
Çok uzatmadan biraz açayım.
Hani bazı filmler görürüz bundan 10 sene 20 sene önce yapılmış. İnsanlar hayretler içinde “Vay be! Adamlar ta o zamandan nasıl da bugünleri görmüş!” derler. İşte o senaryolar geleceği gören dahi insanlarca değil geleceği kendi şeytani kurgularına göre şekillendirmek isteyen kertenkelelerce yaptırılmıştır aslında (Bu kertenkele ya da sürüngen meselesine belki başka bir zaman tekrar girerim). Burada şifreli bir biçimde ileriye dönük ya da günümüzde yapılacaklar listesi paylaşılmaktadır bir şekilde.
Ada 2013
Mesela 2013 yapımı “Ada” diye bir film var. Michael Bay “Armageddon” ve “Pearl Harbor” gibi felaket filmlerinin de yönetmeni.
Dünya gelecek zamanda bir felaket sonucu kirlenmiştir. Kirlilikten kurtarılan az sayıda şanslı(!) insan temiz beyaz tek tip kıyafetlerle kapalı, yapay, temiz bir ortamda bulunmaktadırlar. Büyük boy ekranlardan günlük gelişmeler ya da başka konularda bilgilendirilmektedirler. Kollarında bileklikle gezen insanlar her an takip edilmekte, belli bir mesafeden fazla birbirlerine yaklaşamamaktadırlar. Teknoloji öyle gelişmiştir ki kişi idrarını yaparken aynı anda tahlili de yapılmakta ve sonuçları okunabilmektedir. İnsanlar mutludurlar çünkü dışarıdaki kirli dünyadan kurtarılmışlardır. Fakat her gün yapılan çekilişle aralarından biri bu kirlenmeden etkilenmemiş ve adeta cennetin bir karşılığı olan Ada’ya gitmeye hak kazanmaktadır. Filmi izleyin bugünle ilgili daha birçok şey bulacaksınız.
Filmin benim için bugünle bağlantılı en çarpıcı yanı yaşanılan hijyenik yapay ortamda zamanın milat benzeri bir dönüm noktası olmasıdır:
“Kirlenmeden önce” ve “kirlenmeden sonra”.
Bugün yaşadıklarımıza baktığımızda bu senaryonun sahneye konulduğunu görebiliyoruz.
“Koronadan önce” ve “koronadan sonra”.
Tüm medya, siyasetçiler ve bilim adamları hep bir ağızdan “Bundan sonra hiçbir şey eskisi gibi olmayacak” diyorlar. “Yeni Normal”, “Kontrollü Sosyal Hayat” gibi tanımlamalarla bizleri bu fikre hızlıca alıştırıyorlar. Neden hepsi de anlaşmış gibi bundan sonra yeni normal bu, salgın bitse bile eski normal hayata dönüş olmayacağında ısrar ediyorlar? Buna sonra tekrar gireceğiz.
Salgın (Contagion) 2011
Ada filmi pek kimsenin aklına gelmemiş olsa da Koronavirüs başladıktan sonra çok kişinin Salgın filminden haberi oldu ve filmi izledi.
Çin’de canlı hayvan pazarından bilinmeyen öldürücü bir virüs yayılıyor. Tüm dünyayı korku sarıyor. Virüs çok bulaşıcı. Havadan, dokunmadan bulaşabiliyor. Ülkelerde, şehirlerde günlük ölüm sayıları açıklanıyor. Herkes karantinaya alınıyor. Aşı bulunana kadar insanlığa rahat yok.
Neredeyse bugunküyle aynı değil mi?
Peki 2011 yılında bu olacakları tamı tamına nasıl biliyorlardı?
Cevabı gazeteci Harry Vox 2014 yılındaki röportajında veriyor. Vox gelecek bir zamanda yönetici sınıfın sokağa çıkma yasağı ve karantinalar getireceğini, ne zaman toplumda bir huzursuzluk görseler arkasından virüs gibi bir korku nesnesi geldiğini ve kontrolün yeni aşamasına geçmek istediklerini söylüyor. Rockefeller Vakfının 2010 yında yayınladığı bir belgeyi kanıt olarak gösteriyor. “Teknoloji ve Uluslarası Kalkınmanın Geleceği Senaryoları” başlıklı belgede “Kilit altında tutma aşaması” adlı bölümde “Sıkılaştırılmış üstten alta tek hükümet yönetimi dünyası ve daha otoriter bir liderlik” işlenen konular arasında yer alıyor. Aşağıda tamamını izleyebilirsiniz.
Salgın 2011 filmine geri dönecek olursak, benim en çok dikkatimi çeken kısmı, virüsün aldatmaca olduğunu halka anlatmaya çalışan blog yazarının para düşkünü bir sahtekar olduğunun ortaya çıkmasıdır. Bu da gerçek senaryo yani günümüzdeki Koronavirüs oyunu sahneye konulduğunda kısıtlamalara karşı çıkan, halkı uyaran ve merkez medyadan olmayan (çünkü tamamen kendi ellerindedir) kişilerin itibarsızlaştırılacağı, sahtekar yerine konulacağı talimatını veriyor. Halbuki birçok filmde bağımsız gazeteciler kahramanlaştırılırken bunda durum tersine gösteriliyor. Gerçekten bugün de aynı şekilde uyarmaya çalışan doktorlar, bilim adamları, uzmanlar ve düşünürler halkın gözünde küçük düşürülmeye çalışılıyor, itibarsızlaştırılıyor, videoları siliniyor, sosyal medya hesapları kapatılıyor.
1984 Kitabı ve Filmi
Distopik kitap ve filmlerden söz ettiğimizde İngiliz yazar George Orwell‘in 1984‘ünü de mutlaka anmamız gerekir. 1983 yılında Almanya’da dokuzuncu sınıftayken bu kitabı derste işlemiştik ve ilk defa o zaman bundan haberim olmuştu.
Yazar karamsar bir gelecek tablosu çizdiği ünlü romanını 1948 yılında kaleme almıştır. Gelecekte yani 1984 yılında artık neredeyse her şey makineleşmiştir ve insanlar “Big Brother” yani “Büyük Birader” denilen yüce bir şahsiyet tarafından her an izlenmektedir. Televizyonlarda çıkan BBG (Biri Bizi Gözetliyor) tarzı programlar bundan esinlenmedir.
Totaliter bir yönetim altında tüm insanların anlık olarak takip edilip duygu ve düşüncelerinin şekillendirildiği Okyanusya adlı savaştan çıkmış dışa kapalı ülkede artık her şey değişmiş, hiçbir şey eskisi gibi kalmamış, insanlar için “Yeni Normal” artık normal olmuştur. Öyle ki cehalet kutsanmakta, dilden kelimelerin çıkarılması sevinçle karşılanmaktadır. Ülkeyi yöneten partiye bağlı “Düşünce Polisi” farklı ve bağımsız düşünenleri cezalandırmaktadır. Halk bütün bunları değerlendirme becerisinden yoksun bir halde ülkeleriyle gurur duymaktadır. Bütün bu örneklerden yola çıkarak şu sonuca da varabiliriz ki, bir ülke kendisiyle ne kadar gurur duyuyorsa yönetim o kadar yozlaşmış, toplum o kadar uykuda demektir.
Bunda da yukarıda değindiğimiz Ada filminde olduğu gibi tek tip kıyafet giymiş kalabalıklar büyük bir ekran karşısında büyülenmekte ve içinde bulundukları durumun gerçeğini kavrayamadan sahte bir mutluluk âleminde yaşamaktadırlar. Bunu zaten çoğunun bildiğini varsayarak daha fazla ayrıntıya girmiyorum.
Bu eserle ilgili şunu söylemek isterim ki bu da diğer birçok yapıtta olduğu gibi geleceği öngörmek maksatlı değil geleceği şekillendirmek isteyenlerce ortaya konulmuştur. Az önce de sözünü ettiğimiz bu sistem FETÖ tarafından kullanılan tekniğin dünya çapında olanıdır. Burada verilen şifreli mesajları karanlıklar içindeki gizli yapıların önde gelenleri kendi aralarında anlamaktadırlar. Ayrıca George Orwell’in bir istihbarat ajanı olduğuna dair söylenti ve deliller vardır. Bilmeyenler bunları ayrıca araştırabilir.
Hollywood tarafından kullanılan bu tekniklerden elbette Yeşilçam aracılığıyla biz de nasibimizi aldık. Filmlerle ve oyuncularla, binlerce yıllık köklü geçmişi, inancı ve gelenekleri olan bir toplumu çok kısa zamanda istedikleri gibi değiştirdiler. Aynı Ada ve 1984‘te olduğu gibi halk kelimelerin silinmesine sevinir, yöneticilerine tapınır, sahte ilahlar olan ünlü ve oyuncuları yüceltir hale geldi.
Orhan Gencebay‘ın başrolünü oynadığı 1981 yapımlı “Feryada Gücüm Yok” adlı filmin bir kısmında açıkça geleceği şekillendirme planları dile getirilmektedir. Bugün bu filmde söylenenlerin hepsi ve daha fazlası gerçekleşmiş, bırakın bunda görev alanların soruşturulmasını, aksine bu kişiler ilahlaştırılmıştır.
İzlenmesini şiddetle tavsiye edeceğim belgesellerden biri de 2012 tarihli Al Jazeera belgeseli “Romania: The Spectre of Tyranny”. Bu belgeseli ilk olarak Türk TV kanallarından birinde “Romanya: Tiranların Kalıntıları” adıyla Türkçe olarak izledim fakat daha sonra başka hiçbir kanalda tekrarı gösterilmediği gibi internette de Türkçesini bulamadım. Belgeselde göreceğiniz üzere bir ülke halkının baskı ve korku rejimi altında nasıl birbirinden uzaklaştığı, anne baba evlat arkadaş akraba dahi olsa insanların birbirlerini ihbar eder hale geldiği, diktatörün devrilmesinin üzerinden 20 yıldan fazla geçtiği halde insanların hâlâ bu travmayı üzerlerinden atamadıkları anlatılıyor. Bilmenizi isterim ki bugün tüm dünya ülkelerinde uygulamak istedikleri sistem budur ve belki bunun daha şiddetlisidir. Kanımca bir zaman bazı ülkelerde yaygın olarak kullanılmış olan diktatörlük sistemi de dünyayı ve insanlığı laboratuar olarak kullanan bu küresel şeytanilerin deneylerindendir. Ayrıca neden bu belgeselin bir daha Türk televizyon kanallarında gösterilmediği de sorgulanmalıdır.
Bir hayli uzadığı için ayrıntılarına giremeyeceğim H.R. 6666 sayılı 100 milyar dolarlık takip/gözetleme sistemi tasarısını ve ID2020 diye bilinen küresel dijital kimliklendirme projesini ve 26 Mart 2020’de kaydedilen WO/2020/060606 patent numarasını da incelemenizi tavsiye ederim.
Bunlar kim?
Şarkıcı Celine Dion aşağıdaki videosunda şeytani bir ritüelle yeni doğmuş bebekleri üzerlerine bir toz serperek Yeni Dünya Düzeninin dayattığı biçimde cinsiyetsizleştiriyor.
Dünyanın önde gelen bir takım zenginlerinin dünya zenginliğinin neredeyse tamamını ve medyayı yani bizimki de dahil dünya medyasının tamamını, siyaseti yani bizimki de dahil dünya siyasetinin tamamını ellerinde bulundurduklarını ve kontrol ettiklerini duymayan kaldı mı?
Bill Gates adında yazılım mühendisi biri dünya nüfusunun büyük çoğunluğunu yani 7 milyar insanı aşılamadığımız sürece normale dönmemiz mümkün değil diyebiliyor.
Kim Bill Gates?
Doktor mu?
Biz mi seçtik?
Sonra Dünya Sağlık Örgütü diye bir yapı var gene Bill Gates tarafından fonlanan. Beyaz Saray Coronavirus Görev Gücünün başındaki Dr. Fauci diye biri, Rockefeller ailesi, Rothschild ailesi, ünlüler, devlet yöneticileri vs… Velhasıl geniş bir ağ kurulmuş.
Dünya Sağlık Örgütünün tıpçı olmayan ilk ve tek başkanı Tedros Adhanom 2005-2012 yılları arasında Etiyopya‘da Sağlık Bakanı olarak görev yaptı. İnsanlığa karşı işlediği suçlar ve soykırımcı olduğuna dair belgeleri şu videoda ve açıklamasında bulabilirsiniz:
Bu ağ tıpkı FETÖ’de olduğu gibi “Devlet kademelerinin ve mevzilerin tamamının ele geçirilmeden atılacak her adımın erken olduğu” prensibine göre hareket etmektedir. Kapalı devre dünya çapında bu yapıda olanların önü açılmakta, kendilerinden olmayanlar itibarsızlaştırılmakta ve bertaraf edilmektedir. Kısacası FETÖ bu şeytani yapının küçük bir maketidir sadece.
David Icke aşağıdaki röportajda Bill Gates, Elon Musk ve Soros’un piramidin tepesinin görünür öncüleri olduğunu anlatıyor.
Günümüz insanları arasında adeta Teknoloji Tanrısı haline getirilen Elon Musk 2017’de kurup ne iş yaptıklarını gizlediği şirketinin ne olduğunu nihayet 2019’da açıkladı. Neuralink adlı şirketin işi insanların beynine yerleştirdikleri bir bir çip ile insan beyninin bilgisayara kablosuz bağlanabilirliğini geliştirmek. Geçtiğimiz günlerde de 10 yıl içinde bugün kullanılan dillerin yok olacağını iddia etti. 10 yıl içinde tüm insan dillerinin yok edilmesi kadar şeytani bir proje yeryüzü tarihinde görülmüş müdür bilmiyorum.
Rusya başkanı Vladimir Putin aşağıdaki videoda ahlaki değerlerden uzaklaşmış Batı’nın sapkınlığını anlatıyor.
Her ne kadar özetle anlatmaya çalışsam da ister istemez yazı bir hayli uzadığı için bundan sonrasını mümkün olduğunca kısaltmaya çalışacağım.
Ne yapmak istiyorlar?
11 Eylül İkiz Kuleler yıkılması olayındaki gibi halka korku ve panik yayarak ertesinde gizli planlarını uygulamaya koyacaklar. 11 Eylül’de Amerikan halkını ve dünyanın bir kısmını korkutup yeterli desteği arkalarına alarak Irak‘ı işgal ettiler. Korku nesnesi Saddam‘ın kitle imha silahları ve şarbondu.
Peki ne oldu?
Tabi ki ne şarbon vardı ne de kitle imha silahları.
Bu sefer yaydıkları korku ve panik tüm dünyayı kapsadığına göre demek ki daha büyük bir planları var.
Peki o ne?
Elbette ki tüm dünyayı işgal etmek yani “Yeni Dünya Düzeni”.
Yüzyıllardır aşama aşama uygulamaya koydukları şeytani proje.
1- Bütün dünyayı aşılamak istiyorlar. Aşı yapılmadan hayatın normale dönemeyeceğini dünyanın neredeyse her yerinde birçok yönetici ve bilim adamı söylüyor. Herkesin evine girip test yapabilecekler, direnenleri alıp götürebilecekler.
2- Dünya nüfusunu kontrol etmek istiyorlar. Bill Gates’in dünya nüfusunu %10-15 azaltmak için aşıya ihtiyacımız olduğunu söylediği haber ve videolar internette var.
3- Takip sistemi oluşturup aynı filmlerde ve kitaplarda kurguladıkları gibi tüm insanları her an gözetleyebilecekleri sistemi oluşturmak istiyorlar. Bağışıklık ya da aşı kartı çıkaracaklar. Belgesi olmayan seyahat edemeyecek, alışveriş yapamayacak.
4- Eski medeniyetlerdeki gibi yöneticilerin tanrı, yarı tanrı, halkın da köleler ve ölümlülerden oluştuğu bir seçkinler hakimiyet düzeni kurmak istiyorlar.
5- Belki aşılarla ve başka teknolojik ve bilimsel araçlarla Tanrı’nın yarattığı insanın genini değiştirip insanın yeni tanrısı olmak istiyorlar. Yukarıda bahsettiğim Ada filminde şirketin sahibi “Seni ben yarattım!” diyor.
Teknoloji ve bilim haddinden fazla ilerledi. Haddinden fazla derken gerçekten haddinden fazla demek istiyorum yani bir yerde durması gereken sınırlarını aştı. Yapay zeka (AI: Artifical Intelligence) destekli robotların kısa bir zaman içinde ülkeleri, şehirleri işgal etmesiyle ve insanları öldürmesiyle karşı karşıya kalacağız. Yapay zekanın ne demek olduğunu anlatmama gerek var mı bilmiyorum. Kendi kendine karar verebilen, uzaktan yüz tanıma, yürüyüş, vücut sıcaklığı tesbiti, kan grubu, ten rengi gibi verilerden elde edilen algoritmayla dostu düşmandan ayırt edip öldürebilecek robotlardan bahsediyorum. Bir mikroçip ya da içinde nanoçip yerleştirilmiş aşı vücudumuza yerleştirilmişse hiç kurtuluşumuz yok. Şu videodaki Boston Dynamics‘in Atlas ve Handle adlı robotları sadece prototip. Bunların birebir insana benzeyenleri ve daha gelişmişlerinin yapımı an meselesi hatta belki yapılmıştır bile.
Artık şunu açıkça görebiliyoruz ki küresel bir zorbalık, despotizm, tiranlık, diktatörlük, otoriter rejim ya da buna benzer şeyler, ne dersek diyelim, buna doğru gidiyoruz. Soru işaretleri var. Mesela Türkiye’de bekçilik sisteminin sonradan geri getirilmesi ve bekçilerin yetkilerinin bir hayli artırılması buna mı hazırlık idi?
Uyaranlar kimler?
DWİGHT EİSENHOWER – 17 OCAK 1961Kamu politikasının bilimsel bir teknolojik elitin esiri olabileceği konusunda bir tehlikeye karşı uyanık olmalıyız.
JOHN F. KENNEDY – 27 NİSAN 1961Gizlilik kelimesi özgür ve açık bir toplum için kabul edilebilir değildir. Ve bizler mirasımız ve tarihimizle beraber gizli cemaatlerin, gizli yeminlerin ve gizli ayinlerin karşısında duran bir ulusuz. Bugün geleneklerimiz de onunla beraber hayatta kalmayacaksa ulusumuzun hayatta kalmasının bir değeri yoktur. Öncelikle etki alanını genişletmek için (savaşarak) ele geçirmeye değil sızmaya, seçime değil darbeye, özgür iradeye değil korkutmaya, gündüz orduya değil gece gerillaya (yani terör) inanan tek merkezli ve acımasız küresel bir komplo ile karşı karşıyayız.
Birçok bilim adamı, doktor yapılanların insan haklarına aykırı olduğunu, maskenin gereksiz hatta zararlı olduğunu, bu uygulamalara derhal son verilmesi gerektiğini, küresel bir çetenin tüm insanlığı tuzağına düşürdüğünü anlatıyor. Elbette bizimkiler de dahil medyada ve siyasetçiler arasında bunlara yer veren yok çünkü tamamı şeytanilerin kontrolüne girmiş durumda. Kısaca birkaç örnek vereyim:
Almanya’da doktorlar Demokratik Direniş adı altında 7 Mayıs 2020’de bilgilendirme ve uyarı amaçlı bir basın toplantısı düzenlediler. Yaklaşık 100 kadar belki de daha fazla doktor açıklamalarında “Ortada bir veba salgını yok. Bu yıl karşılaştığımız Koronavirüs SARS COV-2 her yıl karşımıza çıkan mevsimsel grip virüsleriyle aynı çerçevede yer alıyor. Kötü olan hepimizin bir panik halinde olmamız. Oluşturulan korona paniği bir senaryodur. Bu bir dolandırıcılıktır. Dünya çapında mafyavari bir soygunculukla karşı karşıya olduğumuzu anlamanın zamanı bu zamandır.” dediler.
AIDS dahil 40 yıl boyunca sayısız virüs üzerinde çalışmış Dr. Judy Mikovits “Plague of Corruption – Yozlaşmışlık Salgını” adlı kitabında sağlık sektöründe dönen kirli işleri ortaya koyuyor. Plandemic adlı belgeselde, yaptığı çalışmalar nedeniyle başına gelenleri, Dr. Fauci‘nin nasıl yüz binlerce kişinin kanına girdiğini anlatıyor. Dr Mikovits maske takmanın gereksizden öte zararlı olduğunu, karantinaların derhal kaldırılması gerektiğini anlatıyor. YouTube Dr. Mikovits’in bütün videolarını siliyor, Google arama yapınca başka yerlere yönlendiriyor, Twitter ve Facebook benzer hesapları askıya alıyor. Plandemic belgesel/röportajını aşağıdaki adreste izleyebilirsiniz:
Kendisi de kimyacı bir bilim adamı olan Tanzanya devlet başkanı Magufuli, korona testlerinin güvenilmezliğini aşağıdaki, videoda anlatıyor. Konuşma metninin Türkçe çevirisinin tamamını okumak için videoyu YouTube’da izleyin.
Prof. Dr. Sucharit Bhakdi’den ezber bozan covid-19 çıkışı: İnsanlar bu panik halinden çıkmalı ve normal yaşama dönmeli haberi:
Hindistan kökenli Amerikalı bilim adamı Dr. Shiva Ayyadurai bütün bu korona uygulamalarının “Dünyanın gördüğü en büyük korku yayma sahtekarlığı” olduğunu söylüyor.
Karl Krafeld ve Dr. Stefan Lanka imzalı 2003 yılında yazılmış önemli bir kitap: “Impfen – Völkermord im dritten Jahrtausend? (Aşı – Üçüncü bin yılın soykırımı mı?)
Hamburg Adli Tıp Uzmanı Dr. Klaus Püschel korona ölümlerinde yaptığı otopsilerde ölenlerin tamamının daha önceden ölümcül bir hastalığı olduğunu tesbit ettiklerini ve ölenlerin büyük çoğunluğunun 80 yaş üzeri olduğunu anlatıyor.
Şu linkte korona uygulamaları hakkında uyaran doktor ve bilim adamlarının uzunca bir listesini bulabilirsiniz. Bunlarla ilgili haberlerin medyanın neredeyse tamamında komplo teorisi diye aktarıldığını unutmayalım.
Bizimkiler bunun neresinde?
Bugün Türkiye’de irili ufaklı herhangi bir mevki ve yetki elde etmiş kişilerin tamamı şüphelidir. Çünkü bunu artık bilmeyenin olduğunu sanmıyorum, Türkiye’de en küçük yetki içeren bir memurluk mevkisine yerleşebilmek bile torpilsiz mümkün değildir. Böyle olmayan oldukça azdır, istisna sayılır, istisnalar kaideyi bozmaz. Mevki ve yetki ne kadar büyükse kişi o kadar şüphelidir. Bizim bunu bu şekilde görmemiz lazım. Kişinin mevki ve yetkisi büyüdükçe affedilebilir hatalarının boyutu o kadar küçülmelidir. Devlet yönetiminin en üst makamında iken kandırıldığını itiraf ettikten sonra daha fazla yetki ve daha üst makam talep eden ve bunu da alan bir yöneticinin olduğu başka bir ülke ya da tarihte bir örnek var mıdır bilmiyorum. 15 Temmuz 2016 FETÖ darbe girişiminin hemen arkasından yazdığım “Bunu yapmazsak FETÖ temizliği boşa gider” başlıklı yazımı resmi yollardan devlet kurum ve yetkililerine de gönderdiğim halde cevap vermediler ve torpil yozlaşmasını gidermek için herhangi bir çalışma yapmadılar.
Torpil ahlaksızlığı bir ülke için en tehlikeli yozlaşmadır. Çünkü torpille bir işin başına geçen kişinin kendi iradesi yoktur. O kendisini oraya yerleştiren güçlerin talimatıyla hareket eder. Adalet, hak hukuk onun için bir değer ifade etmez. Piramit düzenine göre torpil sistemini anlamaya çalışırsak bunun ne tehlikeli olduğunu daha iyi anlayabiliriz. En alttan üste doğru ülke yönetiminin bilmediğimiz merkezlerden talimat alıyor olma ihtimali korkunç bir tahayyüldür.
Yukarıda bahsettiğim gibi küresel bir zenginler topluluğu tüm dünya medyasını ve yönetimlerini eline geçirmiş durumda ve bizimkiler bundan ayrı değil. Medyayı, sanatı, siyaseti, ticareti hatta neredeyse teker teker bireyleri eline geçirmiş olan bu temelden tepeye doğru giden piramitvari yapılanmanın devlet yöneticilerini bundan ayrı tutacağını düşünmek aklı başında bir insanın düşeceği bir hata değildir diye düşünüyorum. Bu durum uzun zamandır fark ettiğimiz bir şeydi fakat elle tutulur belgeli gerçek delili geçtiğimiz günlerde buldum.
Önce Birleşmiş Milletler’in resmi sitesindeki bir sayfaya göz atalım. “Birleşmiş Milletler Sürdürülebilir Kalkınma Amaçları” başlığı altında yer alan madde 3.8 şu şekilde belirtiliyor:
“Madde 3.8 – (2030’a kadar) Finansal riskten korunmayı, kaliteli temel sağlık hizmetlerine erişimi ve herkesin güvenli, etkili, kaliteli ve uygun fiyatlı temel ilaçlara ve aşılara erişimini de kapsayan evrensel bir sağlık güvencesi sisteminin oluşturulması.“
Bu da sayfanın linki: https://turkey.un.org/tr/sdgs/3
Açıkça anlaşıldığına göre 2030 yılına kadar tüm dünya nüfusunun aşılanması bir ilke olarak planlanmıştır. Hemen arkasından Erdoğan’ın 4 Mayıs 2020 tarihindeki ve Merkel’in 2 Mayıs 2020 tarihindeki videolarına bakalım. Her iki lider de bu videoları AB Komisyonu öncülüğünde düzenlenen “Koronavirüs Küresel Mukabele Uluslararası Taahhüt Etkinliği” için hazırladılar. Almanya dahil Avrupa’nın birçok ülkesinde 15 Mayıs’ta Aşı tasarısının geçtiğini unutmayalım. Bu tasarıya göre herkes aşı yaptırmaya zorlanacak, aşı ya da bağışıklık belgesi verilecek, belgesi olmayan seyahat edemeyecek, alışveriş yapamayacak vs.
Erdoğan’ın videosu:
Merkelin videosu:
Erdoğan’ın mesajının özellikle şu bölümü dikkat çekici:
“26 Mart‘ta kabul ettiğimiz G20 bildirgesinde aşının hızlıca geliştirilmesi için kaynak sağlama taahhüdünde bulunmuştuk. Bugünki “Koronavirüs Mukabele Taahhüt Etkinliğinin” parçası olmayı da bu nedenle görev addettik. Çalışmalarda gereksiz tekrarlara ve bürokrasiye izin verilmemesi hedefe ulaşmamızı kolaylaştıracaktır. Covid-19 aşısı tüm insanlığın ortak malı olmalıdır. Bu bakımdan üretilecek aşıya küresel erişimin garanti altına alınması ve kimsenin geride bırakılmaması prensibinin itinayla uygulanması son derece önemlidir. Aşı geliştirme çabalarına yönelik maddi katkımızı belirlerken tüm bu hususları dikkate alacağız. Değerlendirmeler akabinde tesbit edeceğimiz meblağı ise 23 Mayıs‘a kadar ilan edeceğiz.”
Görüldüğü gibi her iki lider de neredeyse aynı kelimelerle aynı açıklamayı yapmakta, özellikle kimsenin geride bırakılmaması prensibinin önemine dikkat çekmektedir. Yani bu şu demek: Tüm vatandaşlarımıza aşı yapacağımıza söz veriyoruz.
Merkel videosunda fazladan, Erdoğan’ın söylemediği şu cümleye de yer veriyor: “Bu nedenle sadece devlet yönetimlerinin değil özel vakıfların mesela Melinda & Bill Gates Vakfının ve aşı ve ilaç üreticisi özel aktörlerin fikir birliğine varmış olmalarını çok değerli buluyorum.” Erdoğan’ın buna değinmemesi Türkiye’de durumun gizlenmesi çabasından olabilir mi diye sormadan edemiyorum.
Yine her iki lider de çalışmaya maddi katkı yani para desteği sağlayacaklarını ve bunun miktarını yakın bir zamanda bildireceklerini söylüyorlar. Bunu da her ikisi de şüpheli olan Bill Gates’in fonladığı Dünya Sağlık Örgütünün destek çağrısı üzerine yapıyorlar. DSÖ’nün Afrika’da kampanyalar düzenleyerek içine gizlice doğurganlığı önleyici madde koyduğu aşılarla kadınları aşıladığını unutmayalım. Bununla ilgili çok sayıda makale ve araştırma internette bulunmaktadır. Peki devletler ve yöneticileri niye hâlâ ısrarla işleri şüpheli ve suçları ortada DSÖ ile işbirliğine devam etmektedir? Tabi ki cevabı sözünü ettiğimiz piramit yapılanması.
Bir husus da Erdoğan’ın açıklamasında belirttiği “Çalışmalarda gereksiz tekrarlara ve bürokrasiye izin verilmemesi” vurgusu. Bu demektir ki bu faaliyetler çerçevesinde yapılacak işler emir komuta anlayışıyla icra edilecektir. Hiçbir işin bürokrasi olmadan gerçekleştirilemediği Türkiye’de bu neyin telaşı ve acelesi? Henüz bulunmamış bir aşının kanununu çıkarmanın mantığı nedir?
Çok dikkat çekici bir nokta ise Birleşmiş Milletler Sürdürülebilir Kalkınma Amaçları madde 3.8’den “Evrensel bir sağlık güvencesi sisteminin oluşturulacağını” öğreniyor olmamız. Yani tek merkezden yönetilen küresel bir sağlık sistemi tüm dünyada oluşturulacak. Bu durumda, son yıllarda yapılan ve hâlâ yapımları devam eden Şehir Hastanelerinin bu ilke ve projeyle bağlantısı olabilir mi diye de sormamız gerekmez mi?
Yöneticilerimizin bir takım talimatları dışarıdan aldıklarının bir delili de nafaka mağdurları ve genç evlilik mağdurlarının talep ve şikayetlerinin dikkate alınmaması, bu mağdur insanların yıllardır vaatlerle oyalanması, Avrupa dayatması olduğu açıkça bilinen İstanbul Sözleşmesi ve 6284 sayılı yasanın gözden geçirilmesi, değiştirilmesi ya da kaldırılması yönünde hiçbir girişimin olmamasıdır. Yazı zaten oldukça uzadığı için bu konuların ayrıntısına girmiyorum.
Türkiye genelinde 150 bin kişiye örnekleme metoduyla test yapılacak. Hastalığı geçirip kanında antikor oluşanlara ileriki aşamalarda ‘bağışıklık belgesi’ verilmesi de tartışılıyor.
Yeni Normal nedir?
En başından söyleyeyim, yeni normal diye bir şey yok!
Bu tabir de birçok projelerinde olduğu gibi şeytanilerin kendi aralarındaki şifreli bir mesajı olduğu gibi, halkı zamanla buna alıştırmak için kullandıkları yemdir. Bütün dünyada aynı anda uyguladıkları kısıtlamalar ve saçma sapan uygulamalar insanların üzerinde kalıcı olabilmesi için bir süre daha devam ettirilecektir. Çünkü birkaç ay gibi bir sürede bunlar terk edilirse insanlar kolayca daha önceki yaşayış ve alışkanlıklarına döneceklerdir. Aynı 6 sıfır atılarak TL‘den YTL‘ye geçilip bu yeni liranın bir zaman sonra liraya dönüşmesi gibi, bir zaman sonra yeni normal dedikleri dayatmalar insanlar arasında normale dönecek, bu zaten böyle imiş gibi kabul edilecek, yeni nesillerinse düşünmek ve değerlendirmek için hiç şansları olmayacak.
Yeni normal dedikleri düzenbazlıktan toparlayabildiğim bazı maddeler aşağıda. Bunların neresi normal siz karar verin.
- Sosyal mesafe
- Karantina
- Dokunmak yasak
- Parkta gezmek yasak
- Denize girmek yasak
- Bankta oturmak yasak
- Her yerde ateş ölçme
- Kurallara uyulmazsa gene kapatırız tehdidi
- Esnaf iş yerine misafir alamayacak
- İşletmenin lavabosu müşteriye kapalı olacak
- Tezgâhlar ve müşteri arasına pencere yerleştirilecek
- Deneme kabininde maske çıkarılmayacak
- Terzi ve optikçi randevuyla çalışacak
- Terzi iğnesini ağzında tutamayacak
- İşyerlerine randevuyla gidilecek
- Okullarda hayat tamamen değişecek
- Boş konser salonları ve stadyumlar
- Lokantalarda aralıklı masalar
- Konum takibi ve diğer kişisel bilgiler
- Seyahat yasağı ya da kontrollü seyahat
- Kontrollü sosyal hayat
- Kontak takibi, Türkiye’de filyasyon
- Zorunlu aşı
- Bağışıklık ya da aşı belgesi
- Hiçbir şey eskisi gibi olmayacak
Tüm insanları uyarıyorum!
Yeni normal şeytanilerin bütün bu şeytani projelerinin tamamının tek bir başlık altında toplanıp tüm insanlığa dayatılmasıdır.
Yeni normal diye dayattıkları tabiri kullanmayı kabul edersek şeytanilere teslim olmuşuz demektir. Ondan sonra ise asla geri dönüş şansımız olmayacak. Fakat bu sahtekarlığa karşı bütün dünyadaki direniş hareketlerini gördüğümüzde şahsen diyebilirim ki, iki ihtimal var: Ya bu dolandırıcılığı uzun zamandır kurgulayıp tüm dünyayı tuzaklarına çekmeye çalışan çete ve ona uyanlar yargılanıp sonraki nesillere ibret olacak biçimde cezalandırılacaklar, ya da teslim olmamız halinde hem biz hem de sonraki nesiller bu şeytanilerin esiri ve kölesi olacağız.
Landing AI firmasının ürettiği sosyal mesafe tesbit sisteminin tanıtım videosu:
Küresel Korona Tiyatrosu
İnsanlar kendi ülkelerindeki TV kanallarında yer alan bir haberde kendi ülkelerinde geçen bir olayı gördükleri zaman bunun sadece kendi ülkelerinde meydana geldiğini zannedebiliyorlar. Mesela sağlık çalışanlarının kahraman ilan edilip yüceltilmesi gibi. Halbuki bu durum ve aşağıda sayacaklarım tüm dünya ülkelerinde eş zamanlı uygulananlardır. Bundan da anlayabiliriz ki bu küresel korona tiyatrosunun hazırlığı uzun zamandır yapılmıştır. Yoksa bütün bunların dünyanın her yerinde eşzamanlı ve başarıyla sahneye konulması mümkün değildir.
Şu saydıklarım tüm dünyada herkesin kendi dilinde eşzamanlı olarak uygulanmıştır:
- Görünmeyen, elle tutulamayan bir düşmanla karşı karşıyayız. Ne yapabilirsin ki?
- Görünmez bir düşmana karşı savaş halindeyiz. Bu savaşın askerleri de sağlık çalışanlarıdır. Sağlık çalışanları ölürse şehit sayalım.
- Düşmana karşı canla başla çarpışan ordumuzun beyin takımı Bilim Kurulu üyeleridir.
- Bütün bunlara rağmen moralimizi bozmayalım, çıkıp balkonlarda şarkı söyleyelim, müzik yapalım, dans edelim.
- Koronayı yenen hastalar çok korkunç ve ölümcül bir düşmana karşı galip gelmiştir. Bunları hastanelerden taburcu ederken ilginç koreografilerle ve ördek danslarıyla kutlayalım. Hastanelerde başka türlü nice ölümcül hastalıklardan iyileşip taburcu olanlardan biri için bile neden buna benzer bir kutlama yapmadığımızı ise sorgulamaya gerek yok.
- Ünlüler halka online konser versin. Böylece onların da bu zavallı halk için her türlü fedakarlık yapacağı görülmüş olur. Mesela One World diye bir konser organize edelim. Bu kelimenin ne anlama geldiğini ve ne amaçla seçildiğini ise düşünmemize gerek yok.
- Uzmanlar, doktorlar, medya sürekli korku ve panik pompalasın ki ne korkunç bir düşmanla karşı karşıya olduğumuzu anlayalım ve hep teyakkuz halinde kalalım.
Son söz
Yaklaşık iki haftadır tamamlamaya çalıştığım yazıyı birçok eksiği de olsa bitirdim. En başta bilenler zaten biliyordu diye düşünerek, bunları okuyanların bir miktar aydınlanacağını, düşünüp araştırmaya yöneleceğini ümit ediyorum.
Bu yazılanları okuyup şunu da yazsaydın, bunu da söyleseydin, o kelime yerine şu kelimeyi kullansaydın diyenler olabilir. Şunu önemle belirteyim ki bugün saldırı tüm insanlığadır. Bu yüzden belli bir topluluğa hitap etmeyi hedefleyerek yazmadım. Bu yazıda bütün bu tuzaktan nasıl kurtulabiliriz sorusunun cevabını bilerek eksik bıraktım. Bundan sonra bunları yazmaya devam edebilir miyim bilmiyorum. Devam edebilirsem bunun cevabını da sonraki yazılarda vermeyi istiyorum ve korona değil asıl bu şeytaniler hepimizin ortak düşmanıdır diyerek ipucunu veriyorum.
Filmlerden, kitaplardan ve şahıslardan yaptığım alıntılar kendi çevirimdir.
Okuduktan sonra paylaşmanızı rica ediyorum.
Bazı linkler
Bill Gates Lets You Know That Mass Gatherings Will be Cancelled Until You Take the New Vaccine
Ezber bozan bir yazı kaleme alan Prof. Dr. Temel Yılmaz, Almanya’da 8 yıl önce yayınlanan bir raporu dikkatlere sundu. Profesöre göre koronavirüs laboratuvar ürünü gibi görünüyor. Ölenlerin profiline bakıldığında iş gücünü etkilemeyecek adrese teslim bir virüsten söz etmek mümkün.
İngilizler’den flaş bir rapor geldi. 2020 yılı için hazırlanan raporda, Türkiye’de ayaklanma olabileceği bildirildi.
İngiltere merkezli Maplecroft danışmanlık şirketinden Türkiye için kritik bir rapor geldi. Şirket 2020 yılında ayaklanma yaşanacak 47 ülke açıkladı ve bu ülkeler arasında Türkiye de var.
Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.