Aşk, Sevda, Halka Göre Büyük Bir Suç. Yürü Git, Halktan Cefalar Görürsün, Kınarlar Seni
“Tercî-i Bend”
Tu berov ki men
ezincâ benemîrevem be câyî
Ki reved zi
pîş-i yâri kamerî kamer-likaayî
Sen git; ben
burdan bir yerceğize gitmem... Ay parçası bir dostu, bir ay yüzlü sevgiliyi
bırakıp da kim gider?
Sen git; çalışıp
çabalamaya, bir şey elde etmeye el atmış, ayak basmışsın. benimse onun aşkının
elinden ne elim kaldı, ne ayağım.
Her malın
değerini aklınla tanır, bilirsin, benimse değeri pek yüce bir ay yüzlü dilber
yüzünden ne aklım kaldı, ne fikrim.
Aşk, sevda,
halka göre büyük bir suç. yürü git, halktan cefalar görürsün, kınarlar seni.
Senin gibi bir
ay yüzlü için değer bu suçu işlemek. Akıl, bu çeşit bir yanlış iş işlerse doğru
düzen bir iş yapmış demektir.
Güzel yüzlülerin
sevdasına düşüp gamlanmak, insanın dileğiyle değildir ki. dileğiyle devâsız
derde kim gider?
Dünyanın gözü
senin güzelliğinin ışığını gördü ya. Tanrı’nın bu yurttan başka bir yurdu olsa bile
artık kim gider oraya?
Hele a kardeş, bir geç şu gök kubbe
perdesinden... değil mi ki buğdayla işin yok, ne diye durursun değirmende?
Büyükbaban, buğday yüzünden gelmedi mi
buraya? Nefsinin havasına uyan gönülle akıl, elbette ayrılığa düşer.
Tortu boyuna küpün dibinde durur; fakat
durulunca küpün ağzına çıkar.
Bir sel gibi arı duru denizin eşiğine
akalım, yüzme bilene deniz ne hoş.
Balık cinsindensin sen; o yüzden denize
yöneliyorsun. havuzda, ırmakta bir genişlik, bir ferahlık bulamıyorsun.
Havuzun suyu da iğretidir, sonradan
konmadır, ırmağın suyu da başka yerden gelmedir. a akıl, a akıllı, iğreti
şeylerden vefa umma.
Bu söz, anlatılamadı. Tercî beytini söyle.
Aşk meyvelerini anlat, basamakları göster.
*
A felek, kulağın olsaydı da aşkın feryadını
duysaydın, canın ne biçim coşar, köpürürdü; bir bilsen.
Yanlış söyledim; senin de buluşman
olmasaydı, ayrılık derdine düşmeseydin y aslılar gibi mavi elbiselere bürünür
müydün hiç?
Sevgilinin haberinden bir cilâ elde etseydin
bir solukta gönlündeki bütün pası siler giderdin.
Hele a Ay, gönlün başlık, başbuğluk dâvasına
kalkmasaydı, baş çekmeseydi ululuk külâhını tutulup da nasıl kaptırırdın?
Fakat gene kahrından aşkın lûtfu, saçlarını
örtmeseydi tutuluş düğümü nerden gönlünden çözülürdü?
Gönül sıkıntısıyla iç ferahlığı, bu yolun
tehlikeli yerleri olmasaydı bedenin son günlerde ne diye erirdi, ne diye sonra
dolunay olurdun sen?
Kaza, kader gönlünü, gözünü mühürlemeseydi
nasıl olur da tuzak gizli kalırdı senden;
nasıl olur da taneyi görürdün sen?
Her yolda bir bağ koymasaydı, bir tuzak
kurmasaydı kendini koruyuş, sabrediş yüzünden kim övülürdü ki?
O padişah, her gama bir ferahlık vermeseydi
her şey kılıç kesilirdi, ok olurdu; ne kalkan kalırdı, ne zırh.
Aydın can, Tanrı huylarıyla huylanmasaydı ne
hüneri, arılığı kalırdı; ne kerem olurdu, ne cömertlik.
Yokluk, emrinin heybetine râm olmasaydı
ümitsizlik yerinden bir tek varlık bile bitmez, gelişmezdi.
Güzelliği kem gözlerden ıraktır; hasetçinin
erişmesinden çok yücedir o.
Sen söyle: Ok yarasından Ay’a ne gam...
çıfıtın kapkara gönlü, Ahmed’in sırrından ne elde edebilir?
Kutlu
güzelliğine dair bir tercî beyti söyle; hem
de güzel söyle:
Böylesine bir ırmak, gece gündüz susuz kalmasın.
*
Yeşillik, kutlu
ilkbahar... çalgı, neşe, sarhoşluk... yüzü güzel, alımlı sevgili var; kadeh
var, elimizi uzatıp alıyoruz, içiyoruz.
Gül çağı, lâle
zamanı. yeşillik kumaşlarını yaydı, döktü. hele bir gül meclisine gel; sen de
şaraba tapmadasın.
Selviyle süsen,
şükretmek için yüzlerce dile sahip oldu; yasemin, yokluk ilinden yola çıktı;
sen ne diye oturup kalmışsın?
Gül fidanı
nazlanarak bülbüle sitemli sitemli, sus, git burdan, fidanı kırdın dedi.
Bülbül cevap
verdi de dedi ki: A cefacı, sendeki şu huy yüzünden burda ne hasta kaldı, ne
hekim; ne eczacı kaldı, ne eczacının tezgâhı.
Kızıl gül hal
hatır sorarak safrana, yüzünü neden sararttın, mahmurluktan nasıl da yerlere
serilmişsin dedi.
Safran da ona,
aşk dağından sarardım soldum diye cevap verdi; gamı sınadın mı, kimseden duydun
mu dedi.
Çimen, çınara ne
yaptın, ne işledin de böyle yüceldin dedi; ondan da şu cevap geldi: Toprak
oluştan, alçalış yüzünden yüceldim ben.
Gonca çiçeğe,
neden gözüm yumuk dedi; çiçek gülerek cevap verdi; o külâhı at başından,
kurtuldun gitti dedi.
Hele a gül
bahçesinin güzelleri, altı aydır nerdeydiniz? Yokluktaydık, ansızın Tanrı’dan
bir varlıktır geldi çattı.
Sen de yokluktan
yürü, o dünyanın baharına var, padişahlara katıl; sen de Elest sözünü duydun da
yüceldin.
O solukta
menekşe de erguvandan bir haber almak istedi ama erguvan, başın için a Ay,
sarhoşum diye dudağını ısırdı.
Menekşe, onun
sarhoşluğunu görüp cilvesini seyredince kucakladı onu da, sen bu kucaktan
sıçradın, kaçtın zâti dedi.
Denizin cömertliğini gör de balık gibi sus.
Gönül avını salıver gitsin; sen de ağın dışındasın zâti.
Gece geçti,
seher vakti geldi çattı; sen de hâlâ uyumadın da, bir şey yiyip içmedin de. Bir
solukcağız git de dinlen; kendinden geçtin gitti.
Kaynak: Cilt 7-1
Mevlânâ Celâleddin-Divân-ı Kebîr-Hazırlayan : Abdülbâkiy
GÖLPINARLI
Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.
Yorumlar