Print Friendly and PDF

Aşk, Sevda, Halka Göre Büyük Bir Suç. Yürü Git, Halktan Cefalar Görürsün, Kınarlar Seni

Bunlarada Bakarsınız

 


LX

“Tercî-i Bend”

Tu berov ki men ezincâ benemîrevem be câyî

Ki reved zi pîş-i yâri kamerî kamer-likaayî

Sen git; ben burdan bir yerceğize gitmem... Ay parçası bir dostu, bir ay yüzlü sevgiliyi bırakıp da kim gider?

Sen git; çalışıp çabalamaya, bir şey elde etmeye el atmış, ayak basmışsın. benimse onun aşkının elinden ne elim kaldı, ne ayağım.

Her malın değerini aklınla tanır, bilirsin, benimse değeri pek yüce bir ay yüzlü dilber yüzünden ne aklım kaldı, ne fikrim.

Aşk, sevda, halka göre büyük bir suç. yürü git, halktan cefalar görürsün, kınarlar seni.

Senin gibi bir ay yüzlü için değer bu suçu işlemek. Akıl, bu çeşit bir yanlış iş işlerse doğru düzen bir iş yapmış demektir.

Güzel yüzlülerin sevdasına düşüp gamlanmak, insanın dileğiyle değildir ki. dileğiyle devâsız derde kim gider?

Dünyanın gözü senin güzelliğinin ışığını gördü ya. Tanrı’nın bu yurttan başka bir yurdu olsa bile artık kim gider oraya?

Hele a kardeş, bir geç şu gök kubbe perdesinden... değil mi ki buğdayla işin yok, ne diye durursun değirmende?

Büyükbaban, buğday yüzünden gelmedi mi buraya? Nefsinin havasına uyan gönülle akıl, elbette ayrılığa düşer.

Tortu boyuna küpün dibinde durur; fakat durulunca küpün ağzına çıkar.

Bir sel gibi arı duru denizin eşiğine akalım, yüzme bilene deniz ne hoş.

Balık cinsindensin sen; o yüzden denize yöneliyorsun. havuzda, ırmakta bir genişlik, bir ferahlık bulamıyorsun.

Havuzun suyu da iğretidir, sonradan konmadır, ırmağın suyu da başka yerden gelmedir. a akıl, a akıllı, iğreti şeylerden vefa umma.

Bu söz, anlatılamadı. Tercî beytini söyle. Aşk meyvelerini anlat, basamakları göster.

*

A felek, kulağın olsaydı da aşkın feryadını duysaydın, canın ne biçim coşar, köpürürdü; bir bilsen.

Yanlış söyledim; senin de buluşman olmasaydı, ayrılık derdine düşmeseydin y aslılar gibi mavi elbiselere bürünür müydün hiç?

Sevgilinin haberinden bir cilâ elde etseydin bir solukta gönlündeki bütün pası siler giderdin.

Hele a Ay, gönlün başlık, başbuğluk dâvasına kalkmasaydı, baş çekmeseydi ululuk külâhını tutulup da nasıl kaptırırdın?

Fakat gene kahrından aşkın lûtfu, saçlarını örtmeseydi tutuluş düğümü nerden gönlünden çözülürdü?

Gönül sıkıntısıyla iç ferahlığı, bu yolun tehlikeli yerleri olmasaydı bedenin son günlerde ne diye erirdi, ne diye sonra dolunay olurdun sen?

Kaza, kader gönlünü, gözünü mühürlemeseydi

nasıl olur da tuzak gizli kalırdı senden; nasıl olur da taneyi görürdün sen?

Her yolda bir bağ koymasaydı, bir tuzak kurmasaydı kendini koruyuş, sabrediş yüzünden kim övülürdü ki?

O padişah, her gama bir ferahlık vermeseydi her şey kılıç kesilirdi, ok olurdu; ne kalkan kalırdı, ne zırh.

Aydın can, Tanrı huylarıyla huylanmasaydı ne hüneri, arılığı kalırdı; ne kerem olurdu, ne cömertlik.

Yokluk, emrinin heybetine râm olmasaydı ümitsizlik yerinden bir tek varlık bile bitmez, gelişmezdi.

Güzelliği kem gözlerden ıraktır; hasetçinin erişmesinden çok yücedir o.

Sen söyle: Ok yarasından Ay’a ne gam... çıfıtın kapkara gönlü, Ahmed’in sırrından ne elde edebilir?

Kutlu güzelliğine dair bir tercî beyti söyle; hem

de güzel söyle: Böylesine bir ırmak, gece gündüz susuz kalmasın.

*

Yeşillik, kutlu ilkbahar... çalgı, neşe, sarhoşluk... yüzü güzel, alımlı sevgili var; kadeh var, elimizi uzatıp alıyoruz, içiyoruz.

Gül çağı, lâle zamanı. yeşillik kumaşlarını yaydı, döktü. hele bir gül meclisine gel; sen de şaraba tapmadasın.

Selviyle süsen, şükretmek için yüzlerce dile sahip oldu; yasemin, yokluk ilinden yola çıktı; sen ne diye oturup kalmışsın?

Gül fidanı nazlanarak bülbüle sitemli sitemli, sus, git burdan, fidanı kırdın dedi.

Bülbül cevap verdi de dedi ki: A cefacı, sendeki şu huy yüzünden burda ne hasta kaldı, ne hekim; ne eczacı kaldı, ne eczacının tezgâhı.

Kızıl gül hal hatır sorarak safrana, yüzünü neden sararttın, mahmurluktan nasıl da yerlere serilmişsin dedi.

Safran da ona, aşk dağından sarardım soldum diye cevap verdi; gamı sınadın mı, kimseden duydun mu dedi.

Çimen, çınara ne yaptın, ne işledin de böyle yüceldin dedi; ondan da şu cevap geldi: Toprak oluştan, alçalış yüzünden yüceldim ben.

Gonca çiçeğe, neden gözüm yumuk dedi; çiçek gülerek cevap verdi; o külâhı at başından, kurtuldun gitti dedi.

Hele a gül bahçesinin güzelleri, altı aydır nerdeydiniz? Yokluktaydık, ansızın Tanrı’dan bir varlıktır geldi çattı.

Sen de yokluktan yürü, o dünyanın baharına var, padişahlara katıl; sen de Elest sözünü duydun da yüceldin.

O solukta menekşe de erguvandan bir haber almak istedi ama erguvan, başın için a Ay, sarhoşum diye dudağını ısırdı.

Menekşe, onun sarhoşluğunu görüp cilvesini seyredince kucakladı onu da, sen bu kucaktan sıçradın, kaçtın zâti dedi.

Denizin cömertliğini gör de balık gibi sus. Gönül avını salıver gitsin; sen de ağın dışındasın zâti.

Gece geçti, seher vakti geldi çattı; sen de hâlâ uyumadın da, bir şey yiyip içmedin de. Bir solukcağız git de dinlen; kendinden geçtin gitti.

 

Kaynak: Cilt 7-1

Mevlânâ Celâleddin-Divân-ı Kebîr-Hazırlayan : Abdülbâkiy GÖLPINARLI

Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.

Benzer Yazılar

Yorumlar