Print Friendly and PDF

Sevenleri Hakk Yakmaz




Nazlıyâr ile Melikyâr birbirlerini seven aşıklardı. O kadar birbirlerine düşkündüler ki, içtikleri su ayrı olsa birbirlerinden uzakta kalsalar bile kalpleri aynı atar ve aynı şeyi düşünürler hissederlerdi.
Bir gün Melikyâr, hayat arkadaşına dedi ki, “sana söz, öteki âlemde her ne olursa olsun ben senin için yanamaya razıyım, sen bu sözümü unutma”.
Nazlıyâr, ise her zaman ve her konuda karşılık beklemeden onu seven ve onun için can veren birine bu söz söylenir mi, “hayır, olamaz” dedi.
 “Ben seni bir karşılık için sevmedim ki, ben kabul edemem, bende sana söz veriyorum. Senin için her konuda yanındayım, olur ya, Rabbim bize cehennemi layık görürse ben senin için yanarım” dedi.
Onların bu halini melekler Hakk katına ulaştırdılar. Rabbim zaman içinde zaman yaratıp, kıyametin hesap gününe onları getirtti. Önce Melikyârı çağırdı.
“Sen neyine güvenip, Nazlıyâr’e sevdana söz verdin. Kendini ne sanıyorsun, şeaat eteme hakkını sana kim verdi?”
Melikyâr sustu, Hakk katında susmak en iyi cevaptır. Sonra “Nazlıyârim nerede”  dedi. Allah Teâlâ, “sen onu bırak, sen kendine bak, o cenennette huzur içinde” dedi. Melikyâr, sustu. “Çok şükür.” “Çok Şükür” Dedi.
Hakk Teâla, ona bu şükrünü sordu. O da cevaben,
“Ya Rabbi! Bir sorun kalmadı. Sevdiğim huzurlu olsun benim için gerisi önemli değil”, dedi.
Bu arada başka bir yerde Nazlıyâr, Melikyâri arıyordu. Allah Teâlâ meleklerine onu getirmesini emretti.
“Ne güzel bir yerdesin telaş içinde ne aranıp duruyorsun, mutlu değil misin.”
“Ya Rabbi, nasıl mutlu olmam. Üzülüyorum sevdam cennettedir, ben de cennetteyim, fakat o çok yüksek makam sahibi ki, beni ondan neden ayırdılar, diyorum kendime.”
Hakk Teâla, Nazlıyâr’in o saf ve temiz cevabına karşılık, “üzüleceksin ama, Melikyâr cehennemlikler arasında.”
Bunu duyar duymaz, bir ahh çekti ve bayıldı.
Sonra ayıldığında…”Nasıl olur, ben bu güzelliğin herşeyini ondan aldım, öğrendim. Sonra biz sözleştik. Ben bu cennette daha onsuz duramam, ben söz verdim. Beni onun yanına gönder Ya Rabbi!”
Allah Teâlâ, “bana isyan mı ediyorsun”
“Hayır isyan etmek ne mümkün. Biz aramızda bu sözü verirken, olmaz kimse kimsenin günahını çekmez, dedim. O hep olsun dedi. Bende baktım kırılacak, kırılmasın sevdam bende senin için gerekirse yanarım dedim. Şimdi ben sözümü hatırladıkça bu güzel yurtta nasıl mutlu olacağım.”
Sessizlik hakim oldu.
Allah Teâlâ meleklerine Melikyâr’i getirmelerini emretti.
Perişan bir halde geldi, ama Melikyâr da bir tebessüm, Nazlıyâr’de içten içe bir ağlama hali.
Allah Teâlâ, “Kulum, sen neyine güvenip kendi kendine Nazlıyâr’e yapamayacağın sözler verdin.”
Melikyâr, “Ya Rabbi! ben sana sığındım, rahmetin ve merhametinin çokluğuna sığındım”
“Benim adaletim ne olacak.”
“Rabbimsin, bir yanacak kişi cehennemde yandıktan sonra, bunun fazlası çoğu olmaz ki, ben sevdiğim için yanmayı düşünerek, hiç olmazsa içimdeki acıyı telafi ederim. Burada kimse kimsenin sesini duymaz. Hallac-ı Mansur’un dediği gibi,   “Cehennem acı çektiğimiz yer değil acı çektiğimizi kimsenin görmediği yerdir.” Ancak Rabbim olarak bir sen bilirsin bu halimi, sonra kendimce mutlu olabilirim belki, kendi kendime derim onun içinde yanıyorum, bu beni mutlu eder dedim.”
Allah Teâlâ kuluna gazapla yaklaşırken, zatına söylediği söz zuhur etti “Rahmetim gazabımı geçti. Benden daha şefkatli ve merhametlim kimse olmadığına göre, bu iki seveni nasıl ayırayım, sizi affettim” dedi. Nazlıyâr, Melikyâre bir sarıldı ki, iki suyun karışması gibi, yanmış olan Melikyâr pırıl pırıl oldu.
Meleklerden biri geldi, “Melikyâr, gerçekten çok cesursun, Rabbimin rızasını aldın, bu bilgi sana nerden ulaştı. Biz Hakk katında sadece susar ve itaat ederiz, bu cesareti bulman bir bilgiye sahip olmandır,” dedi.
Melikyâr, “evet ilmin yüceliği her yerde aynı, budur beni koruyan. Bir de ben efendimiz salla'llâhü aleyhi ve sellemi çok severim. Ömürüm onun sevgisiyle dolu dolu geçti. Herkese onu sevdirmeye çalıştım. Eğer ki, Rabbime deseydim, çünkü Hakk katına çıkmaktır mesele, oraya çıktın mı birde konuşma hakkı verildi mi, Şefkati çok olan Rabbimden neler istenmez ki? Evet…
 “Ya Rabbi Sen Rasûlüllah salla'llâhü aleyhi ve sellemi çok seviyorsun, o sevgi hakkı için o üzülmesin diye günahkarları  affet deseydim, bütün cehennem boşalırdı. Ancak bu şefaat hakkı efendimiz için verilmiş en büyük makam. Ondan başkasına bu söz layık olmaz. Biz haddimizi bilmeliyiz.
Allah Teâlâ ona olan aşkı için bu alemleri yarattı, Bizler de bunu biliyoruz. Benim Nazlıyâr’im onun evlatlarından, onun kesin kesin cennete gideceğini biliyordum. Bende olur ya yılların kiri bende çok, cehenneme gitmeye giderim, sevdama bunu hem söyledim, hemde onun yüzüne Allah Teâlâ beni affeder dedim. O şimdi cennette üzüldü. Yanmak çok zoruma gitmezdi. Ama dünya hayatında Nazlıyâr’imle çok bir devran süremedim. Acımız çoktu. Rabbim benim bu halimi bildiğinden bana bu sözleşmeyi ilham etti. İçtenlikle her riski göze alıp söyledim. Nazlıyârîmin eşi ve benzeri yok. Benide çok sever. Rabbim beni Nazlıyâr’imin sevgisine beni bağışladı.”
Sevginin gücü derler, her an ve her yerde  tasarrufu vardır. Allah Teâlâ karşılıksız sevenleri, aşklarını temizce muhafaza edip sabredenleri hiçbir şekilde mahcup etmeyecektir. Siz siz olun bir gönüle girin. İhramcızâde İsmail Hakkı Efendim, “Gardaşım Bu işin başı da sonu da bir gönüle girmek imiş.” buyurması bundan. Kendinize sorun şu an bir gönüle girebildiniz mi, yahut bir gönülü kendinize katabildiz mi?
Her şeyin başı aşk, sonu da aşk, arada olanlar sadece oyalayıcı haller. Nazlıyâr ve Melikyâr Rabbimin katında gerçek aşk için örnek verilmektedir.

İsmail Hakkı Altuntaş

Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.

Benzer Yazılar