[FÜTÛHÂT-I MEKKİYYE'NİN] KIRK ÜÇÜNCÜ KISMI
Rahman ve
Rahim Olan Allah Teâlâ’nın Adıyla
VASIL
Kaza Namazının Fasılları
Müslümanlar, namazı kaza etmenin uyuyan ve unutana vacip olduğunda
görüş birliğine varmış, kaşıdı veya bayıldığı için namazı terk eden hakkında
ise görüş ayrılığına düşmüşlerdir. Benim görüşüm şudur: Uyuyan ve unutandan
her birine kılmadığı namazı (kaza değil) ‘eda’ etmek vaciptir. Fakihler ‘kaza
etmek’ derken ‘eda etmek’ (vaktinde kılmak) derkenki gibi ‘namazın farz
oluşunu’ kastederlerse, ben de o görüşü benimserim. Ya da, ‘kaza etmek’ derken
namazı bilinen vaktinde kılmakla uyuyan ve unutanın hatırladığı vakitte
kılmasını ayırt eden bir şeyi kastederlerse, bunda da bir sorun yoktur.
Fakat fakihler, ‘kaza’ derken
zikrettiğimizden başka bir şeyi kastedip kaza kılanın namazı kendi vaktinde
kılmayarak (eda) söylediğimizden farklı bir şekilde başka bir vakitte kılmak
olduğunu kastederlerse, ben bu görüşü kabul etmem. Çünkü uyuyan ve unutan bu
esnada o namazla yükümlü olmadığı gibi onlar adına namazın vakti de (uyudukları
veya unuttukları) o vakit değildir. Çünkü Allah Teâlâ ‘kimseyi yapamayacağı
şeyle sorumlu tutmaz.’ Şari uyuyan ve unutan için hatırlama ve uyanma esnasında
bir vakit belirleseydi, bu namaz o ikisinden düşerdi; Bununla beraber, namazın
bilinen vakti uyanan ve hatırlayanlar için çıkmış olurdu. Nitekim bayılandan da
vakit düşer.
Batınî Yorum
Unutan insan, varlıkta Allah
Teâlâ’dan, O’nun sıfat ve fiillerinden başka bir şey
bulunmayıp O’nun varlığın kendisi olduğunu bilen kimsedir. Bu bilginin gereği
olan Allah Teâlâ’yı bilmek ve O’nun karşısında saygı, bu makamdaki arifin
ayrılmaz özelliği olmalıdır. Bu bilgi ve saygı ise, bu kitapta olduğu kadar Allah
Teâlâ yolunu (açıklayan) ilimde zikredilmiş ve belirtilmiştir. Arif bu bilgiyi
unutup bilginin verdiği edebe ve saygıya dikkat etmezse, cezalandırılmaz.
Bilakis onun bu bilgiye sahip olmayan kimsenin nezdinde yerleşik bir zikri
varsa, söz konusu kişi Allah Teâlâ katında o kişi hakkında zikrettiği ve
ortaya koyduğu şeye göre bulunur: iyilikse iyilik, kötülükse kötülük. Çünkü
unutmanın sebebi, haram ya da mübah ya da mendup bir işe tamamen kendini yermek
olabilir. Bu durumda unutan insan, unutması yönünden değil, yaptığı mendup fiil
yönünden sevap alır. Öte yandan kendisini kaptırdığı haram yönünden günah alacağı
gibi mübah fiil yönünden ise günah ya da sevaptan mahrum kalır.
Unutan insan bilgisini
hatırladığında, saygının gerektirdiği şekilde davranır. Hareket ve duruşlarında
söz konusu bilginin (gereği olan) hüküm ve saygılardan geçmişte üzerinde
belirlenmiş olanları yerine getirir, onları üzerinde belirlendiği şekilde
nefsinde canlandırması gerekir. Onları hatırlayıp nefsinde (zihin)
canlandırdığında ise, onlar için gereken saygıyı da nefsinde canlandırır. Bu,
onun vaktidir. Bunu yapmazsa, unutması halindeki saygısızlığı nedeniyle Allah
Teâlâ onu cezalandırır. Çünkü Allah Teâlâ şöyle der: cBeni
hatırlamak için namaz kıl,’57 1
Bu bilgiye sahip uyuyanın batındaki
yorumuna gelirsek, söz konusu kişi, Yaratanına (Mükevvin) bakmadan doğasına ve
doğasının kendi üzerindeki hükmüne bakmanın perdelediği kimsedir. Bu, özel bir
unutma türüdür. Çünkü o, ameli terk eder ve o halde kendisinden istenilen amel
meydana gelmez. İnsan hakikatinin gerektirdiği yönden doğasına bakar ve onu
var edeni zikretmez ve müşahede etmezse, Allah Teâlâ onu saygıdaki kusuru
nedeniyle cezalandırmaz.
Uyuyan uyandığında, doğanın dış
varlığına bağlı hükmünü onayladığı gibi doğanın yaratıcısı olarak Hakkı
hatırlar (O’nu zihninde can-
landırır). Bu hükümlere örnek olarak
halleri verebiliriz. Böylece, o me. seleye layık bir huzurla Allah Teâlâ
karşısında saygılı davranır. Bu durumda ise, bu bilinç halini uyuyarak
yitirmemiş kimse gibi olur. Bunu yapmazsa, uyumuş olduğu için değil, onu
aklında tutmadığı (huzur) için cezalandırılır.
İnsanın uyumasının sebebi bir takım
durumlar olursa, onlardalci payı şeriatın söz konusu durumlar (ve şeyler)
hakkındaki yorumuna bağlı olarak gerçekleşir. Böylece kendisine günah,
uyumasına yol açan sebep ve şeriatın hükmü bakımından ilişir, yoksa uyuması
bakımından değil; şeriatın o şeyle ilgili hükmü bir sevap ise, sevap da
kendisine uyumak yönünden değil, uykunun sebebi yönünden ilişir. Ariflerin Allah
Teâlâ’ya dair bilgiyi değerlendirirken uyku ve unutmalarının böyle (yorumlanması)
gerekir. Çünkü şeriatın hitabı zahirle ilgili olduğunda, onun yorumu
batındadır, şeriatın yorumu batınla ilgiliyse, onun yorumu da zahirdedir.
Bilgili ise, özel bir meselede hükmü neyle ilişlcilendirdiği konusunda sürekli
Şari’ye bakar. Acaba Şari’nin hükmü, (bedensel) hareketler gibi zahire mi,
yoksa niyet, çekememezlilc, aldatma, müminlere iyilik istemek, hüsnü zan ve
kötü zan gibi batma mı ilişmiştir? Şari dilde ortaya çıkan hitabını neye
iliştirmişse, yorum onun mukabilinde ya da (dille belirtilen) hükmün
karşılığında yapılır. Sözgelimi hüsnü zannm karşısında kötü zan
değerlendirilir. Onun karşısmda ise, görünüşte iyi olan fiil vardır. Bu durum,
mertebe karşıdığıdır. Buna örnek olarak, sahip olması gerekli özellikleri
bilmeksizin Rabbini(’n varlığını) kabul etmesi bakımından zimmîye
(Müslümanlârdan güvence almış Hristiyan . veya Yahudi) iyilik yapmayı
verebiliriz.
FASIL
İÇİNDE VASIL
Kasten veya Bayıldığı
İçin Namazı Kılmayanın Durumu
Bilginler,
bu kişi hakkında görüş ayrılığına düşmüştür. Bazı bilginler,
kasten namaz kılmayanın kaza etmesi gerektiğini kabul etmiş, bazı bilginler
ise, kaza etmemesi gerektiğini kabul etmiştir ki ben de bu görüşteyim. Fakat
öyle bir insanın günahkâr olduğunda görüş ayrılığı
yoktur. Bayılana gelirsek, bazı
bilginler onun namazının kazasının olmadığı görüşündedir ki, ben de bu
görüşteyim. Bazı bilginler ise, kaza etmesinin vacip olduğunu ileri sürmüştür.
Bana göre, en üygunu kaza etmektir. Çünkü bayılan insana kaçırdığı namaz
gerçekte bir farz olarak yazılmamışsa bile, nafile olarak yazılmıştır. Öyleyse
kaza etmek, en ihtiyatlı davranıştır. Kazanın vacip olduğunu kabul edenlerin
bir kısmı, kazayı belirli bir sayıyla sınırlamış ve şöyle demiştir: Bayılan
kişi ayıldığında beş ve daha az vakit namazını kaza eder.
VASIL
Batınî Yorum
Allah Teâlâ’nın emri olan bir farzı kaşıdı olarak terk eden
kişi için kaza yoktur, çünkü o, Allah Teâlâ’nın bir bilgiye sahipken
saptırdıklarındandır. Kasıtla terk edenin yeniden müslüman olması gerekir.
Çünkü o, günahı açıkça ilan etmektedir. Allah Teâlâ’ya dair bilgisini zevk ve
keşif yoluyla alan bir kişiden böyle bir davranış meydana gelemez. Böyle bir
davranış, Allah Teâlâ hakkındaki bilgisini delil ve araştırmadan alan kişiden
meydana gelebilir. Bu kişi şöyle der: ‘Bütün hareket ve duruşlar, Allah
Teâlâ’nın elindedir. Allah Teâlâ bende yerine getirmemi emrettiği şeyi yapma
gücü yaratmamıştır.’ Şöyle ekler: ‘Gerçekte emir veren ve duyan Allah Teâlâ’dır.
Hitap eden ve edilen O'dur.’ Böyle bir insan, kendini bedbaht (mutsuz) yapıp
mutluluğuyla arasına giren ve -dünyada haz alsa bileahirette kendisine zarar
veren bilgiye sahiptir. Allah Teâlâ’ya hiçbir şey zarar veremez. Böyle bir açıklama,
yararı olmayan bir gerçeği açıklamaktan ibarettir.
Böyle bir insan (kasten terk eden),
(iddia ettiği gibi) zevk ve keşif yoluyla bilgi alsaydı, celalin heybeti ile
içinde bulunduğu halin otoritesi ve makamın büyüklüğü kendisini böyle bir şey
söylemekten ya da ayık iken Allah Teâlâ’nın hakkını yerine getirmeyi terk
etmekten alıkoyardı. Bu İçişi, kendisini görmediği için hükümdara sövene
benzer. Hükümdar onu tutup getirdiğinde ise, heybet kalbini edcisi altına alır
ve emrine amade olur. Böyle bir bilgi ise, delilden meydana geldiği için,
insana fayda
vermez. Örnek olarak, görmediği halde
bastonuyla gezen körü verebiliriz.
Bayılan kişiyle ilgili batını yoruma
gelirsek, bayılan kişi, celalin kendinden geçirdiği yâ da cemalin egemen olduğu
hal sahibine benzer. Bu nedenle, aklı yerinde değildir. Hakk ise, duyusal
varlığından habersiz kaldığı bu anda, kendisinde uygulamak istediği fiilleri
bizzat kendisi üstlenir. Ben de bir süre bu Hakk yerleştirilmiştim. Bir imam
olarak olabilecek en yetkin tarzda kıldığım namazın hiçbir hareketini ihlal
etmiyordum. Bütün bunlar hakkında bir bilgim de yoktu. Ayılıp şehadet âleminde
duyusal varlığıma döndürüldüğümde ise, orada bulunanlar, tıpkı bir akıllıya
yönelik olan yükümlülükler gibi bana yönelmiş yükümlülüklerden hiçbirini
kaçırmadığımı bildirdiler. Yolumuzdan bazıları, böyle bir Hakk sahip
olmamıştır. Bu hal, günah sözünün ulaşamayacağı kıymetli bir haldir.
İmam Şibli’nin ilahi sevgiden
kendinden alınıp namaz vakitlerinde kendisine döndürüldüğü anlatılır. Namazını
bitirdiğinde ise, tekrar kendinden geçerdi. Cüneyd’e Şibli’den söz edildiğinde
şöyle demiş: ‘Hakkında kötü konuşulmasına imkan vermeyen Allah Teâlâ’ya hamd
olsun!’ Belki de.Şibli’ye bu esnada namaz kıldırılıyordu da kendisi bunun farkında
değildi. Orada bulunan insanlar ise, namazı kıldığını gördükleri için tıpkı
bizim durumumuzdaki gibi, duyusal varlığına dönmüş olduğu yargısını veriyordu.
Böylece onlar, Şibli’nin görünen durumunu dile getirmişti. Gerçekte ise,
Şibli’nin herhangi bir bilgisi yoktu. Bu haldeki bazı insanlar ise, kendilerine
döndürülür. Biz ise, farz namazı eda vaktinde kendisinden alınan kimseden söz
ediyoruz. Bu vaktin dışında olan ise, bizim konumuz değildir.
(Bayılanın kaza edeceği namazları)
Beş ve daha az diye sınırlayanlara gelirsek, beş namazdan her birisi vakitte
ve bazı niteliklerde diğer namazdan başkadır. Beş tamamlanıp beşten sonra gelenler
ise, o beşin . her birisinin niteliğine sahiptir. Böylece asıl olmaları
itibarıyla onları dikkate almıştır. Bu değerlendirmeyi yapan fakih suçlanamaz.
Çünkü bu değerlendirme hakikatleri bu yönden bilen kimse için yetkin bir
hikmettir. Hakikatin tekrar olamayacağını gerektirdiğini bilen ise bunu ifade
etmez. Bu da, ilk asildir. Arif ise, bulunduğu vaktinde kendine açılan
(bilgiye) göre hareket eder.
FASIL
İÇİNDE VASIL
Kaza Namazının Özelliği
İki türlü
kaza vardır: Namazın bütününü kaza
etmek, namazının bir kısmını kaza etmek. Namazın bütününü kaza etmenin kendine
özgü bir niteliği, şartı ve vakti vardır. Onun niteliği, namazın gayelerine
göre namazı vaktinde kılmanın (eda) niteliklerinin aynısıdır. Haller değişirse
-ki hallerin değişmesine örnek olarak, insanın yolculukta unutmuş olduğu bir
namazı yolculuktan sonra hatırlamasını ya da bunun tersini verebiliriz,
hallerin değişmesi budur-, bazı bilginler, hatırlatma vaktini dikkate almayarak
üzerinde farz olduğu gibi kılması gerektiğini söylemiştir. Bazı bilginler ise,
ister yolculukta ister yolculuk dışında olsun, her zaman dört rekât kılınması
gerektiğini söylemiştir. Bazı bilginler ise, hatırlama halindeki farzı
kılacağını söylemiştir. Yolculuk halinde olmayan bir namazı kılmadığını
yolculuk anında hatırlarsa, onu yolcu namazı gibi lalar -ya da bunun tersi-.
Ben de bu görüşteyim. Çünkü hatırlanan namazın vakti bize göre o vakittir.
VASIL
Batınî Yorum
Halin (salikin bulunduğu) makamda hükmü olduğunu
kabul eden kişi, bizim söylediğimizi kabul eder; dünyanın hal için güçlü
olmadığını düşünerek, halin makamda hükmü olmadığını söyleyen ise, makamın
hükmüyle amel eder ve (kendisine farz olduğu tarzda) namazı eda eder. İçinde
bulunduğu makamı kendisine dayandığı asıl ve ilke olduğunu ve başka bir makamın
hükmü olmadığını kabul eden ise, en genel ve tam olan şeyle amel eder ki o da
sürekli dört rekât olarak kaza etmektir. Bununla birlikte makamlar girişik
olabilir. Bu girişikliğe örnek olarak, verâ ve zühdü ‘terk’in, tevekkül ve
teslimi kadere itiraz etmemenin ve içinde bulunulan vakitte Allah Teâlâ’dan
gelen hükme rıza göstermenin birleştirmesini verebiliriz.
Şari halleri dikkate aldığı gibi
hükümler de hallere yönelik olmuştur. Zatlar ise, hallere uyamaz. Buna göre,
seçim şansı olan Zeyd’in ölü etini yemesi haramdır. Zorda kalmışlıkla
nitelendiğinde ise, ölü eti onun adına helal olur. Hâlbuki o, aynı Zeyd’dir,
sadece haller değişmiş, bu nedenle hükümler de değişmiştir. Bu nedenle yükümlü
(mükellef), hatırlama esnasında yolcu ise, yolculuk dışındaki namazı seferi
namaz olarak kaza ettiği gibi hatırlama halinde yerleşik ise yolculuk namazını
yolculuk dışındaki (mukim) namaz gibi kılar.
VASIL
Kaza Namazında Şart
Kaza namazının
şartlarında görüş ayrılığına düşülen konu sıralamadır
(tertip). Bilginler, unutulan namazların hatırlama anındaki namazla birlikte
ya da birden çok olduklarında unutulan namazların birbirleriyle dizilişinde
görüş ayrılığına düşmüştür. Bazı bilginler, namazda sıralamanın vacip olduğunu
iddia etmiştir. Onlara göre beş ve daha az namazda sıralama vaciptir ve o anki
namazın vakti kaçırılsa bile unutulanlardan başlamak gerekir. Hatta bu
bilginlere göre, insan içinde bulunduğu vaktin namazını falarken bile unuttuğu
namazı hatırlasa, içinde bulunduğu vaktin namazı bozulur. Bazı bilginler de buna
benzer görüş ileri sürmüşlerdir. Şu var ki onlar, içinde bulundukları vakit
geniş ise, sıralamanın farz olduğunu ileri sürmüşlerdir. Bu bilginler, unutma
nedeniyle sıralamanın vacip olmaktan çıkacağında görüş birliğine varmıştır.
Bâzı bilginler ise, sıralamanın zorunlu olmadığını iddia etmiştir. Fakat içinde
bulunulan vakit genişse, sıralamaya uymak güzeldir.
Batınî Yorum
Muhakkiklere (kâmil sûfıler) göre hüküm, başka bir şeye değil, vakte aittir.
Unutulanı hatırlamanın da bir vakti vardır ve bu nedenle hüküm o vakte aittir.
Bize göre, vakitte genişleme söz konusu değildir, çünkü vakit tek bir zamandır
(zaman-ı ferd). Genişlik, hükümleri farz kılınmış bazı vakitlerde olabilir.
Ariflere göre vakitlerin genişlemesi, sözgelimi namaz ya da ibadetteki belirli
bir yapı olması bakımından düşünülebilir. Bu yapı ve o isim, bulunduğu vakitte
sürekli kendisine eşlik ettiği gibi bu surette birden çok vakitte kendisine
eşlik eder. Buradan hareketle arifler, vaktin genişlemesinden söz eder. Hâlbuki
(onlarm vaktin genişlemesi dediği) o şey, (tek bir vakit değil) farklı
vakitlerdir.
Ariflerden nefes sahibi olmayanlar
ise, vaktin genişliğini kabul ederler. Onlar, ‘içme ve kanma (şirb ve riyy)’
ehlidir. Birincisi, hakikatleri iyi bilir ve işlerin sırlarını daha iyi öğrenir.
Çünkü tecelliler ve haller nefeslerle farklılaşır. Bunu ise, Allah Teâlâ ehünin
içinden ariflerin pek azı bilebilir. Çünkü duyu ve doğa, aklı esas işlevi olan
şeylerin sırlarını incelemek, onların latiflik ve basidiklerin araştırmaktan
perdeler.
VASIL
Tembih
Bu meselede başvurulacak bir asıl ve ilke yoktur. Çünkü
unutulan namazların vakitleri farklı farklıdır. Kaza namazında sıralama ise,
iki namazın vakti olan tek bir vakitte olabilir. Bu ise, iki namazı birleştirmeyi
kabul edenin görüşünde tasavvur edilebilir. Bu görüşteki insanın düşüncesini
dayandırabileceği bir ilkesi vardır.
Kırk Üçüncü Kısım 87
FASIL
İÇİNDE VASIL
İkinci Kaza Türü: Namazın
Bir Bölümünü Kaza Etmek
Namazın bir
bölümünü kaçırmanın ilâ sebebi vardır: Birincisi unutmak,
İkincisi ise imama yetişememek nedeniyle cemaatin kaçırdığı kısımdır.
VASIL
İki Sebebin Yorumu
Unutmak, kişinin
içinde bulunduğu makamın kendisine nasıl davranacağıyla
ilgili gereğini bilmesi demektir. Böylece, kendisi adına ortaya çıkan menzil
ve kerametiere zarar veren bazı yönleri unutur. İkincisi ise:, uyulan şeriat
konumundaki imamın bir sözü ve hükmünün insana ulaşmamasıdır. Makamı elde
etmeye başlayıp bildiği şekilde onu yetkinleştirdiğinde ise, (elde ettiği)
sonuçta bir eksiklik görür, ardından sebebi öğrenir. Nefsinin yapması gereken
bir şeyi yapmadığını ve bu konuda da bilgisi olmadığını anlar. Ardından,
peygamberin bir hadisine ya da daha önce amel etmediği Allah Teâlâ’nın
kitabından bir ayete vakıf olur ve ona göre amel ederek makamın sonuçlarını
(eksiksiz) elde eder. İmamın namazından kaçırdığı bölümlerin (batınî yorumu)
budur.
Ebu Yezid el-Bestami’nin bir olayı bu
duruma örnektir. Geceleyin yanan kandil Ebu Yezid’i ürkütmüş. Ebu Yezid’in hali
verâ (kuşkulu şeylerden uzak durmak) idi. Bunun üzerine arkadaşlarına,
‘kandilde ürkütücü bir şey (vahşet) görüyorum’ demiş. Onlar da ‘Efendimiz! Kandile
ilave etmek üzere bakkaldan ödünç yağ almıştık’ diye yanıt vermişler. Bunun
üzerine Bestami, ‘Bakkalı bulup onu memnun edin’ demiş. Arkadaşları da öyle
yapmış ve vahşet ortadan kalkmış; Ebu Yezid, özelliği soyudanma ve bir şey
saklamamak olan bir halde idi. Bir gün arkadaşlarına şöyle demiş: ‘Kalbimi
kaybettim, evi arayın!’ Arayınca evde bir miktar üzüm bulmuşlar. Bunun üzerine
Ebu Yezid ‘Evimiz bakkala
döndü’ demiş. Üzümü sadaka olarak
dağıtmışlar, Ebu Yezid de kalbini bulmuş.
Şeyhimiz Ebu Medyen de böyle bir
olayla karşılaşmıştır. Şeyhin hali de soyudanmak ve bir şey saklamamaktı.
Genellikle Yıldızlar dağına halvete çekilen şeyh, bir gün cebinde bir dinar unutmuştu.
Dağda kendisine gelip giden bir ceylan vardı ve şeyh de içeceği sütü o ceylanı
sağarak alırdı. Dağa geldiğinde ceylan da gelmiş, her zamanki gibi kendisini
sağmak için elini uzattığında ceylan kaçıvermiş. Elini tekrar uzatmış, ceylan
yine kaçmış. Ebu Medyen bunun sebebini düşünmüş, sonra cebindeki dinarı
hatırlamış ve onu cebinden çıkarıp bulamayacağı bir yere atmış. Bunun üzerine
ceylan kendisine gelip ürkmeden kendisüıi sağdırmıştır.
FASIL
İÇİNDE VASIL
İmamla Beraber Kılarken
Namazın Bir Bölümünü Kaçırmak
Kişi
mescide girdiğinde imam rükuya yönelmiş ise
ne yapmak gerekir? Bazı bilginler şöyle demiştir: Kişi, rükudan başını
kaldırmadan imama yetişip onunla beraber rüku ederse, imama yetişmiş sayılır ve
kaza etmesi gerekmez.’ Bu bilginler, mescide giren kişi hakkında ise görüş
ayrılığına düşmüşlerdir: Acaba iki tekbiri, yani başlama ve rüku tekbirini
getirmek zorunda mıdır? Yoksa, sadece rüku tekbiri yeterli midir? Rüku tekbiri
yeterliyse, acaba onunla birlikte başlama tekbirine de niyet etmesi şart mıdır,
değil midir? Bazı bilginler, başlama tekbirine niyetlendiğinde bir tekbirin
yeterli olacağını söylemiş, bazı bilginler ise, iki tekbirin gerekli olduğunu
söylemiştir. Bazı bilginler ise, başlama tekbirine niyetlenmese bile, bir
tekbirin yeterli olduğunu söylemiştir, ikinci görüş şudur: Bazı bilginler, imam
başını kaldırdığında, ayakta olduğu sürece kendisine yetişemediği sürece rekâtı
kaçırmış olacağını söylemişlerdir. Bu görüş Ebu Hureyre’nindir. Üçüncü bir
görüş şudur: İmam başını rükudan kaldırmış, cemaatin bir kısmı kaldırmamış iken
mescide giren kişi son safa ulaştığında rekâta yetişmiş sayılır ve bu ona
yeterlidir. Çünkü cemaatin (başlarını rükudan kaldırmayan) bir kısmı, (namaza
yeni katılan) diğerlerinin imamıdır.
Benim bu konudaki görüşüm şudur:
Dilsel anlamıyla rekâtı dikkate alan kişi, eğilme halinde imama yetişmeyi
yeterli sayar. Dinsel (şeri) anlamda rekâtı dikkate alan ise -ki o ayakta
durmak, eğilmek ve secde etmektirşunu der: Mescide giren bu İçişi, tekbir
alırken ve ayaktayken imama yetişmemişse, rekâta yetişmemiş demektir. Dinsel
anlamıyla rekâtı dikkate almak daha uygundur. Şu var ki şeriat, dilde olduğu
gibi eğilmeyi rüku diye isimlendirmiştir. Nitekim Rasûlullâh sallallâhü aleyhi
ve sellem ‘Rabbinin yüce adını tespih et’58
ayeti indiğinde ‘bunu rülcularınızda yapınız’ demiş ve eğilme halini
kastetmiştir. Kısaca, bu konu tartışmaya açıktır. Herkes, içtihadının
götürdüğü delilinin verisine göre hareket eder. Bu konudaki görüşümüzü ise,
söz uzayacağı için tam kabul ettiğim tarzda zikretmedim.
VASIL
Batınî Yorum
Allah Teâlâ’yı bilenlerin imamı Haktır. Hakk, onlarla
sevinmek, onlara gülmek, kendisiyle karşılıklı konuşmak üzere evine
gelmelerinden mutlu olmak gibi beşeri niteliklerle nitelenerek en gizli
sırlarında kendilerine indiğinde, her birine şöyle der: ‘Kulum! Kulum! Benden
yüz çevirsen bile, seni hal diliyle -ki o namaz vaktinin girmesidirdavet ediyorum.
Yanı sıra, seni bir de sözle davet ediyorum -ki o da ezandır-. Kulum! Bana
isyan edersen, seni örterim. ‘Seni örtmem’, sen ve senin gibilerde cezalarımı
uygulamakla görevlendirdiğim kimselerin gözlerinden seni gizlememdir. Böylece
seni cezalandırmam. Nimetlerimle kendimi sana sevdiririm. Hatalarının üzerine
bağış çizgisini çekerim. Böylece cömertliğim senin hatalarının izlerini siler,
süpürür. Nimetlerim seni bana gelmeye davet eder. Bana dönersen, hangi durumda
olursan ol, seni kabul ederim. Sana mılhtaç değilken ve sen ona muhtaç iken,
benden başka kim bunu yapar ki?
Hakkın bu inişi, kulun rükuya
gitmesine benzer. Namaz kılanın Haldcın bu inişini kaçırması, namazda ‘kulum
beni övdü, kulum bana hamd etti, kulum beni yüceltti, kulum bana tevekkül etti’
gibi ifadelerini -inancıyla değilkulağıyla duymaktan yoksun kalmak gibidir.
Kul efendisine bağlanır, O’na yönelmek ister ve Hakkın böyle gizlediği bir sır
için indiğini anlar. Bu nedenle kul, Hakkı kendisine indiği her şeyden ‘seni
tenzih ederim, senin benzerin yoktur’ diyerek tenzih eder.
Bu nedenle, ‘bize salat eder’ olması
bakımından Hakkın belirttiğimiz şekildeki inişine karşılık vermek üzere, kula
rükuda (Hakla) tenzih etmesi emredildi. Allah Teâlâ ‘bize salat (rahmet ve
merhamet) ederken’ bizi üç mertebeye yerleştirmiştir: Birinci mertebede bizi
üzerinde namaz kıldığımız seccade gibi yapmasıdır. İkincisi, bize salat etmesini
cenazeye namaz kılmamız gibi yapmasıdır. Üçüncüsü ise (bize salat etmesini)
peygambere salat (dua) ve selam getirmemiz gibi yapmasıdır. Her türün bir
grubu olduğu gibi her grubun da bir hali vardır. Çünkü Allah Teâlâ bize ‘salat’
ettiğini zikrederek şöyle buyurmuştur: ‘O ve melekleri size salat eder.™ Başka bir ayette ise, peygambere
salat (şefaat ve dua) etmede melekleri de kendisine katarak şöyle buyurmuştur:
‘Kuşkusuz Allah Teâlâ ve melekleri
peygambere salat ederler. Ey iman edenler! Siz de ona salat getirin.’60 Allah Teâlâ peygambere de karşılık
vermesini emrederek şöyle demiştir: ‘Sen de onlara salat et. Çünkü senin salatın onlar için
dinginliktir.’61 Ayetlerini
düşünüp öğüt alan için Kur'an-ı Kerîm ne kadar da sırlıdır!
Kul, kendisine ‘salat eden
(merhamet)’ Hakkın önünde hareketsiz ve iddiasız bir ölü gibi durmalıdır. Bu
durumda o, Rabbinin kıblesinde bulunur. ‘Herkes kendi özelliğine göre amel eder*2 ayetinde belirtildiği üzere kulun
rükusu Hakkın inişine denk düşerse, hiç kuşkusuz rekâta yetişmiş demektir. Hakk’ın
bu inişine rükusuyla karşılık veremeyen ise, hem dilsel ve hem de dinsel
anlamda rekâta yetişmemiş demektir.
Mescide girenin rükuya gitmezden,
yani eğilmezden önce ayaktaki imama yetişmesinin (batınî) anlamı ise, Hakk’ın
kullarının maslahat ve ihtiyaçlarını karşılaması (kaim kılması) ve bunu
yaparken kendilerine bakmasıdır. Çünkü Allah Teâlâ, ‘kulun kazandığı’ iyiliğe
göre -kötülük değilrahmet gözüyle ‘kulu üzerinde gözetmen olarak durandır.’
Böylece, kulları kendisine ‘ortak koşarken’ veya (nimetlerini) ‘görmezden
gelirken’
Allah Teâlâ onları rızıklandırır,
kendilerine iyilik yapar. Onlar Allah Teâlâ’dan yüz çevirip ilah edindikleri
arzularına yönelmişken Allah Teâlâ onları davet eder.
Şeriata
göre rekâtı Hakkın ayakta durmasına (kaim) karşılık (namazda) ayakta durmak,
Hakkın kullarına el-Hannan isminin gereğiyle eğilmesine karşılık olarak eğilmek
ve secde etmek sayanlara göre secdenin (batım yorumu)'da böyledir. Hakkın
secdesi, Hakkın kendisini kulunun yerine yerleştirdiği en büyük tenezzüldür.
Bu durum, (kutsi bir hadiste) ‘Hastaydım, beni ziyaret etmedin, acıktım beni
doyurmadın, susadım beni içirmedin’ şeklinde dile getirilmiştir. Bundan daha
fazlası olamaz. Ardından Allah Teâlâ bu ifadeyi ‘falanca kulum hastaydı,
falanca acıktı, falanca susadı’ şeklinde açıklamış ve kendini onların yerine
koymuş, kullarının halleriyle kendini ifade etmiştir. -i
Namazında bütün bunları Haktan
‘öğrenen’ kişi, hiç kuşkusuz, imamının Hakk olması yönünden (Hakkın kıldırdığı)
rekâta yetişmiş demektir. Kul da, selbi (olumsuzlayıcı) ve tenzihi
niteliklerle, büyüklük, yücelik, azamet ve ceberut özellikleriyle şükrederek
Hakkın kendisine dönük nimetlendirmenin gereği olan övgüye karşılık verir.
Şeriatın tanımladığı anlamıyla rekât da budur.
Bu meseledeki görüş ayrılığı,
bilginleri isimlerin delaletinin bir kısmını ya da bütününü dikkate almadaki
görüş ayrılıklarına döner. Bazen rekâtın bir kısmı ‘rekât3 diye
isimlendirilirken bazen de bütün parçalarıyla birlikte bütünü rekât diye
isimlendirilebilir. Nitekim Rasûlullâh sallallâhü aleyhi ve sellem’in cinsel
organı yıkamayla ilgili emrinde de böyle deriz. Bu emre göre cinsel organının
yıkanması yeterlidir. Çünkü dilde, bütününü yıkamasa bile tıpkı elin yıkanması
gibicinsel organının başını yıkayana ‘cinsel organını yıkadı’ denilir.
FASIL
İÇİNDE VASIL
(Namazın Bir bölümünün
Kaza Edilmesiyle) İlgili Hususlar
Cemaat
rükuda imama uymayı unutup secdeye gidebilir. Bazı bilginler ‘imamla
beraber rüku etmemişse, rekâtı kaçırmış demektir ve rekâtı kaza etmesi
gerekir’ demiştir. Bazı bilginlere göre ise, imam ikinci rekâta kalkmadan
rükuyu tamamlama imkânı bulursa rekât geçerlidir. Başka bir grup bilgine göre
ise, cemaat imama uyar. İmam ikinci rekâtın rükusundan başını kaldırmadığı
sürece, rekâtı geçerlidir.
Bana göre
bu görüş ayrılıkları, bilginlerin Rasûlullâh sallallâhü aleyhi ve sellemin
‘İmam, uyulsun diye imamdır, ondan farklı hareket etmeyin’ hadisini anlamadaki
görüş farklılıklarına dayanır: Acaba cemaat (namazdaki) fiilini imamın fiiline
bitiştirmek zorunda mıdır, yoksa bu şart değil midir? (Şart ise) dince
belirlenmiş rekâtın üç parçasından her birisinde şart mıdır, şoksa sadece
birisinde mi şarttır? Söz konusu üç şart, ayakta durmak, eğilmek ve secde
etmekti. İmam rekâtın bir parçasında, cemaat başka bir parçasındaysa, Rasûlullâh
sallallâhü aleyhi ve sellemin ‘imamdan farklı hareket etmeyin’ diye dile
getirdiği durum gerçekleşmiş midir? Bu konularda görüş ayrılıkları vardır. •
Bu hadis aynı konuda bilinen başka
hadislerle karşılaştırılarak iyice incelendiğinde, bu hadisin aktardığımız
bütün görüşlerin bir bağlamı (ve dayanağı) olduğu görülür. Dolayısıyla
birbirlerinden farklı olsa bile bilginlerin bütün görüşleri meşrudur. Emrinde
genişlik yaratan Allah Teâlâ’ya hamd olsun!
VASIL
Batınî Yorum
Kulun emir ve yasaklarında ya da yasakladığı veya bir
şükür olarak nimeti ve iyiliğinin karşılığındaki saygının gereği olan bir
konuda Hakka uymayı unutması, Hakkın tecellisinden kazandığı bilginin
ulaştırılmasını kaçırmış olduğu bu ölçüde etkiler. Arkadaşlarımız bu meselede
zikredeceğimiz şekilde görüş ayrılıklarına düşmüştür.
Bir grup şöyle demiştir: ‘Daha Önceki
vakitte zevk yoluyla öğrendiğin bilgiyle kendisini müşahede ederken, Haktan
gelen tek bir bakışı kaçırmış olabilirsin (tıpkı bir rekâtta imama yetişemeyişin
gibi). Bu durumda, bulunduğun vakitte kaçırdığın kısım, (önceki) vaktinde sana
ulaşan tecellinin (gereği olan bilgiden) daha çoktur.’ Bunun sebebini şöyle
açıklayabiliriz: Bir tecellisinde Hakkın kula bakışı, önceki bütün bakışların
bilgisini ve hazzını içerdiği gibi aynı zamanda içinde bulunduğu vaktin
bakışının verdiği (bilgi ve haz) da buna eklenir. (Kul Hakkın emrini
unuttuğunda), pek çok iyiliği kaçırmıştır ve bu ilmi elde edebilmesi için
kaçırdıklarını kaza etmesi yükümlülüktür. Bu hususta, onların (sûfıler)
farkında olmadan pek çok hatası olmuştur. Çünkü insan imama yetişemediği için
rekât kaçırırsa, imamla birlikte kıldığı ilk rekât onun namazdaki ille
rekâtıdır ve üzerine farz olan namazın diğer kısımlarını tamamlar. Bize göre
böyle bir insan kaza etmiş sayılmaz. Kaza, ‘vaktinde kılmak (eda)’ anlamında
alınırsa, kaza etmiş sayılabilir.
Arkadaşlarımızın bu konudaki
hatalarına gelirsek, içinde bulunulan vakitten önceki vakitte bir tecelliden
meydana gelen bakış, yeni vakitteki tecellinin bakışına ‘uyarak (ve içkin
olarak)’ bulunur. Her bakış kendi vaktinde bir otoriteye sahiptir. Bir şeyin
kendi mülkünde etkin olması nerede, başkasının mülkünde etkinliği nerede!
Sonra konumuza dönüp deriz ki:
Arkadaşlarımızdan bir grup, o vakitte gerçekleşen böyle bir tecellinin
(insanın) kaçırdığı ve elde ettiği şeyleri (beraberce) içerdiğini düşünmüştür.
Böylece (cemaat namazın ya da sûfı tecellinin) yetiştiği kısmıyla yetinir,
çünkü bu tecellide (içerme yoluyla kaçırdıklarına) da ulaşmıştır. Benim görüşüm
ise, daha önce belirttiğim gibi, bir şeye ‘içerme’ yoluyla ulaşmanın onu açıkça
ve gözle görerek ulaşmak gibi olmadığıdır. Çünkü (içinde bulunulan) vaktin
otoritesi durumundaki ilk yetişme, kendine özgü bir tecrübesi ve zevki olan
ayrıntılı ye görerek yetişmedir (idrak). (Kaçırılanı) Zımnen içeren diğer
yetişme ise, görerek olmayan özet-genel bir yetişmedir. Dolayısıyla onun da
(tecelliye) kendi vaktinde yetişmekten ayrı ve farklı başka bir zevki vardır.
İçimizden Musa’nın varisi -ki o da Hz. Muhammed sallallâhü aleyhi ve sellem’in
kandilinden (bilgisini) alsa bileolanın görmesi nerede, saf Muhammedi
(kandilden meydana gelen) görme nerede! Bununla birlikte, Rasûlullâh sallallâhü
aleyhi ve sellem’in (kandilinden, gerçekleşen görme) Hz Musa’nın (varisi İçin)
gerçekleşen tecelliyi de içerir. Fakat burada (Musa’nın varisi için
gerçekleşen) görme, (Rasûlullâh sallallâhü aleyhi ve sellem zamanında, yani
başka bir mülkte) ‘uyarak’ bulunur; kendi otoritesinin geçerli olduğu zamanda
ise, durum başkaydı (ayrıntılı ve görerek bulunuyordu). Böylelikle, tabakalarının
hükmüne göre, varislerin elde ettikleri miras derecelenir. Varislerin bir
kısmı malın bütününü elde ederken bazıları yarısını ya da çeyreğini veya
sekizde birini veya üçte birini veya altıda birini elde eder.
(İki tecelliden) Her birine kendi
makamında mazhar olan kişi, onlardan birine yetişene denk ve benzer değildir.
Balı yalnız başına tadıp sonra onu -sözgelimiportakal suyunda tadan kişi, onu
iki halde algılamıştır ve iki tatmada bir fark görür. Balın bal olarak
özelliği nerede, içecek veya portakal içeceği olarak hükmü nerede!
FASIL
İÇİNDE VASIL
Fıkıhçılara Göre Cemaatin
Kaçırdığı Rekâtları İmamla Birlikte Yerine Getirmesi
Kaza mıdır, Eda mıdır?
Şöyle
sorulabilir: Cemaatin namazdan kaçırdığı rekâtları
imamla beraber tamamlaması kaza etmek midir, yoksa fıkha göre eda mıdır? Cevap
olarak, şeriatta bu konuda üç görüş bulunduğunu söyleyebiliriz. Bir görüşe
göre, cemaatin imamdan sonra yerine getirdiği kazadır. İmamla kıldığı kısım
ise, onun ille namazıdır. Başka; bir görüşe göre ise, cemaatin imamın
selamından sonra yerine getirdiği kısım edadır, imamla kıldığı ise namazın
başlangıcıdır. Ben de bu görüşteyim. Üçüncü görüş ise, namazdaki söz ve
fiilleri ayırt ederek sözleri -okumalarıkaza, fiilleri ise eda edeceğini ileri
sürmüştür.
Birinci görüşe, yani (cemaatin
imamdan sonra tamamladığı kısmın) ‘kaza’ olduğunu söyleyen görüşe göre, akşam
namazına yetişen kişi, imam selam verince iki rekâtı kılmaya kalkar. İki
rekâtta fatiha ve bir sure okur, bunların arasında ise oturmaz. İkinci görüşe
göre, cemaat tek rekâta kalkar ve Fatiha suresiyle bir sure okur, oturur, sonra
içinde sadece Fatiha suresini gizlice okuduğu bir rekâta daha kalkar. Üçüncü
görüşe göre ise, cemaat Fatiha suresini okuduğu bir rekâta kalkar, sonra
oturur, sonra da Fatiha suresini ve bir sureyi okuduğu bir rekâta kalkar. Bu
üç tarz, hadiste zikredilmiştir. Bir hadiste ‘yetiştiğinizi kılın, kaçırdığınızı
tamamlayın’ buyrulur. Tamamlamak, yetişilen kısmın namazın başı sayılması
demektir. Başka bir rivayette ise, ‘yetiştiğinizi kılın, kaçırdığınızı kaza
edin’ denilir. Kaza ise, yetişilen şeyin namazın sonu olmasını gerektirir. Bu
iki hadisi kullanan kişi, kaza etmekle (vaktinde kılmak anlamındaki) eda etmeyi
birleştirerek ‘sözleri kaza eder, fiilleri ise eda eder’ demiştir. Nitekim bunu
daha önce açıklamıştık.
VASIL
Batınî Yorum
' \
Otorite ve etkinin
(içinde bulunulan) vaktin sahibi ve hükümdarı olan
ilahi isme ait olduğunu dikkate alan kişi, şu iki durumla karşı karşıyadır:
Söz konusu isim, imam ve cemaat hakkında namazın başından sonuna kadar hüküm
sahibi olan isim ise, bu durumda hiç kuşkusuz, namazı ‘eda’ etmiş demektir.
Çünkü (o vaktin hükümdarı olan) bu isim, imamın selam vermesiyle vakitteki
hükmünü yitirmez. En sonunda imam selam verir ve imamın hükmü altındaki herkes
(namazdan) ayrılır. Böylece o isme ait bu durum (vakitte otorite olmak),
cemaatin kaçırdığı kısma eşlik eder. Cemaat namazın son oturuşunda imama yetişse
bile, durum böyledir. (İçinde bulunulan vakitteki), Hükmün rükuya gitmeyi
gerektiren isme ait olduğunu dikkate alan ise, kâza etmeyi kabul eder. Çünkü
(bu yorumda rükuyu gerektiren) bu isim, ayakta durmak ve okumayı gerektiren
isimden başka bir isimdir. Diğer ilahi isimler veya özel bir isim kendisine
ortak olsa bile namazdaki her hareketin özel ilahi bir ismi vardır. Namazdaki
isimler arasında ortaklığı ve her ismin bir payı olduğunu dikkate alan kişi
ise, ‘(rekâta yetişemeyen kişi) şu bölümünü eda, bu bölümünü kaza eder’ der.
Başka bir ifadeyle (bir tecelliden mahrum kalan insan), bir ismin
tecellisinden onun verdiği marifederi alırken başka bir isimden ise bilgileri
alır. Bu konudaki zevk ve tecrübe sayesinde ariflere göre eşya birbirinden
farklılaşır. Allah Teâlâ şöyle buyurur: ‘Dönüş sahibi göğe, parçalanan yer'e yemin olsun ki, o
ayırıcı bir sözdür. 0 bir şaka değildirİşleri bilmeyen insan, bilen gibi
değildir. Artık kulağını ver, bütününle birlikte hazır ol! Böyle yaparsan,
bilgi elde edip kurtuluşa erenlerden olman umulur.
ç6 Fütûhât-ı
Mekkiyye 4
FASIL
İÇİNDE VASIL
Sehiv Secdesi (Unutma)
Bilginler, sehiv (unutma) secdesinin farz mı sünnet mi olduğunda görüş
ayrılığına düşmüştür. Bazı bilginler sünnet, bazı bilginler ise, namazın
geçerlilik şartlarından birisi olmasa bile farz olduğunu iddia etmiştir. İmam
Malik, (namazdaki) fiillerde sehiv secdesiyle sözlerden dolayı yapılan sehiv
secdesini ya da fazla ve eksik yapmaktan dolayı sehiv secdesi yapmayı ayırt
etmiş ve şöyle demiştir: Eksik yapılan iş için sehiv secdesi vaciptir. Bu
secde, namazın geçerlilik şartlarından birisidir. '
VASIL
Batınî Yorum
• ' ı
Sehvin sebebi, kuşku
ve unutma; kuldan istenilen de kesin inanç olduğuna
göre, Allah Teâlâ’ya Rabbinden (ulaşan) kesin delile sahip kimse ibadet
edebilir. Bu delilin en keskini, en düzgünü ve en güçlüsü ise, müminin içinde
bulup kendisinden uzaklaştırmaya güç yetiremediği imandır. Güç ve temizlik
bakımından imandan sonra ise, teorik kanıdara dayalı şeyler gelir, imana ya da
alda keşif eldendiğinde ise, hiç kuşkusuz, tek başına İlcisinden de güçlü
olur. Unutma böyle bir keşif sahibinin namazına giremez. Tek başına aklıyla
bilen ise, unutmanın namazına girdiği kişidir. Sarsılan (tereddüdü) mümin de
böyledir. Öyleyse unutma secdesi ona farzdır. Bunun anlamı, müminin kendisine,
yoksunluğuna, mümkün oluşuna ve acizliğine dönmesidir. Kendi durumundan hareketle
ise, Mabuduna (taptığı) ve O’nun hiçbir şeye muhtaç olmayışına, varlığının
zorunluluğuna ve gücünün her şeye yettiğine istidlal eder. Bu bilgi, ameline
veya ibadetine kuşku sokan şeytanın burnunu sürter.
Namaz kılmak, Hakk ile konuşmak ve
O’nu müşahede etmektir. İnsana ‘görürcesine Allah Teâlâ’ya ibadet et’
denildiği gibi başka bir rivayette ‘Allah Teâlâ namaz kılanın kıblesindedir’
buyrulur. Şu var ki (Hakkı kıblesinde düşünmesi söylense bile) Hakkı ihata
etmek ve kıblesinde bulunup kendisine bakan bir insan şeklinde O’nu
somutlaştırmaktan (yani bir surete çevirmekten) kaçınması gerekir. Binaenaleyh
insan namaza yönelip kendisine denildiği gibi Hakkı kıble yönüyle
sınırladığında, Hakkın ayırıcı özellikleri olan insanı kuşatmak, sınırlanmamak
gibi özellikleri unutmuş demektir. Allah Teâlâ, şeriatm kendisini tanımladığı
gibi, ‘benzeri olmayandır.’M Bu durumdaki kişinin
unutmasından dolayı secde etmesi gerekir. Bu secde, söz konusu benzetme,
tahayyül ve suretlendirmeyi kendisine döndürmesidir, (unutma) secdesi budur.
İnsan üç kere, ‘en yüce rabbimi tenzih ederim’ der. Bunlardan birisi duyusu,
İkincisi hayali, üçüncüsü ise aklı içindir. Böylece Allah Teâlâ’yı duyusuyla
algılayıp O’nu sınırlamaktan tenzih ettiği gibi hayalinin veya aklının bağıyla
sınırlamaktan da tenzih eder. Bu da şeytanın burnunu sürter.
FASIL
İÇİNDE VASIL
Sehiv Secdesi Ne Zaman
Yapılır
Bazı bilginler sehiv
secdesinin (unutma secdesi) yerinin her zaman selamdan önce olduğunu, bazı
bilginler ise, selamdan sonra olduğunu; bazı bilginleri (namazın bir unsurunu)
eksik yapmaktan dolayı ise, selamdan önce, fazla yapmaktan dolayı ise selamdan
sonra olduğu görüşündedir. Bazı bilginler, Rasûlullâh sallallâhü aleyhi ve
sellemin selamdan önce secde ettiği yerlerde selamdan önce, Rasûlullâh
sallallâhü aleyhi ve sellemin selamdan sonra secde ettiği yerlerde ise selamdan
sonra secde etmek gerektiği görüşündedir. Bu yerlerin dışında bir secde
olduğunda ise, selamdan önce secde edilir. Bazı bilginler, Rasûlullâh
sallallâhü aleyhi ve sellemin kendilerinde secde ettiği beş yerin dışında (Rasûlullâh
sallallâhü aleyhi ve sellem’in secde ettiği beş yerin dışında) sehiv secdesi
yapılamayacağı görüşündedir. Bunların dışında secde farz ise onu yapar, mendup
ise üzerinde bir sorumluluk yoktur. -
Benim benimsediğim ve vardığım görüş
şudur: Rasûlullâh sallallâhü aleyhi ve sellemin secde ettiği yerlerde secde
edilir. Bir yerde selamdan önce secde etmişse, selamdan önce, selamdan sonra
secde ettiği yerde ise selamdan sonra secde edilir. Bunların dışında namaz
kılanın unuttuğu durumlarda ise kişi serbesttir. Dilerse selamdan önce, dilerse
selamdan sonra secde eder.
VASIL
Batınî Yorum
Allah Teâlâ şöyle buyurur: ‘Önceden ve sonradan emir Allah Teâlâ’ya
aittir.’65 Kul bakışını kendisinden önce Allah Teâlâ’ya
yöneltirse, unuttuğu konuda selamdan önce secde etmiş demektir. Bu, ‘Hiçbir
şey görmedim ki, önce Allah Teâlâ’yı görmüş olmayayım’ diyen Sıddîk’ın
makamıdır. Rasûlullâh sallallâhü aleyhi ve sellem ‘Nefsini bilen rabbini bilir’
buyurduğu gibi, Rabbinden önce kendisine bakan ise, selamdan sonra secde etmiş
sayılır. Bu ise ‘Gördüğüm her şeyden sonra Allah Teâlâ’yı gördüm’ diyenin
makamıdır. Söz konusu makam, Yaratanın varlığına aklî kanıtlarla ulaşanların
makamıdır. Başka bir ifadeyle, gördüğüm her şeyde benim için Allah Teâlâ’ya
bir delil vardı. Böyle bir insan, sürekli kanıriarda halden Hakk girer.
Namazdaki eksiklik ve fazlalığın
(batındaki anlamına) gelirsek, eksiklik ‘fikir’ gücü yönünden alda aittir. Bu
eksildik, Şari’nin kendisini nitelediği durumlarda aklın tek başına
algılayamayacağı ve öyle bir niteliğin Hakkın şanına.yaraşmadığına hükmedeceği
konularda aldın Rabbini bilmedeki eksikliğidir. Akıl, bu anlamdaki
nitelilderin Hakka verilemeyeceğini düşünür. Fazlalık ise, hayal gücünün
-Rabbi hakkında verdiği sınırlama ve daraltma hükmüdür. Burada hayal,
sınırladığı ve daralttığı konuda (Hakkı öyle bir sınırlı nitelikten) tenzihin
gerekliliğine inanmaz. İşte bu, fazlalık unutmasıdır. Diğeri ise eksildik unutmasıydı.
Çünkü Allah Teâlâ şöyle der: ‘O’nun benzeri yoktur, O, duyan ve görendirBu ayette
‘O'nun benzeri yoktür’ ifadesi aklın kanıtıdır. ‘O işitendir ve görendir’
ifadesi ise, vahyin (sem’) delilidir. Böyle inanan kişi ise, iki delili, yani
semî (vahiy) ve aklî delili birleştirmiş demektir.
Rasûlullâh sallallâhü aleyhi ve
sellemin sehiv secdesi yaptığı yerler beştir: Bu bağlamda Peygamber, şaşırmış
ve secde etmiştir; ikinci rekâttan kalkmış ve oturmamış, bunun üzerine secde
etmiştir; ikinci rekâtta selam vermiş, secde etmiştir; üçüncü rekâtta selam
vermiş ve secde etmiştir; unutarak beş rekât kılmış ye secde etmiştir.
İnsanlar, Rasûlullâh sallallâhü aleyhi ve sellemin secdeleri hakkında görüş
ayrılığına düşmüştür: Acaba peygamber, fazla ya da eksik kıldığı için mi, yoksa
unuttuğu için mi secde etmiştir? Bazı bilginler, unuttuğu için secde ettiği
görüşündedir. Bazı bilginler ise, hem unuttuğu ve hem de eksik kıldığı için
secde ettiği görüşündedir. Bana göre, Rasûlullâh sallallâhü aleyhi ve sellem
her ikisi için de secde etmiştir. İlk secde unutması, ikinci secde ise, eksik
ve fazlalık içindi. Öyleyse Rasûlullâh sallallâhü aleyhi ve sellemin secdesi
eksikliği tamamlamak amacı taşıdığı gibi fazlalık için de bir ‘iyilik’, ‘nur
üstüne nur’ olmuştu.
FASIL
İÇİNDE VASIL
Sehiv Secdesini Kabul
Edenlerin Secde Etmelerine Sebep Olan Söz ve Fiiller
Bilginler,
sehiv secdesinin farz ve menduplar değil, namazın sünnetleri
için yapılacağında görüş birliğine varmıştır. Birden fazla olmadıkça, mendubun
unutulması nedeniyle bir şey yapmak gerekmez. Sözgelimi İmam Malik, bir
tekbiri unutmaktan dolayı secdenin gerekmediğini, birden fazla olduğunda ise
gerektiğini söylemiştir. Farzlara gelirsek, unutulmaları namazın bütünüyle
yenilenmesini gerektirmiyorsa, unutulan farzlar yerine getirilip telafi
edilmekle karşılanabilir. Fazlalık nedeniyle sehiv secdesi ise, hem farzlar ve
hem sünnederde bir fazlalık yapıldığında söz konusudur. Bütün bu hususlarda
bilginler arasında görüş ayrılığı yoktur. ,
Şeriat bilginlerinin ‘müstehap’ dediği
her şey, teşvik edilen şeylerdir. Bunların dışındakiler ise ya sünnet ya da
farzdır. Bilginlere göre sünnet ve teşvik ise, mendup hükmündedir. Onlara göre
menduplar, emrin vurgulanmasındaki fazlalık ya da azlığına göre değişir. Bu durum,
o ibadetteki hal karinelerinden (kanıt) anlaşılır. Bazı bilginler, sünnet olan
bir fiilin kasıtla terk edilmesi veya sünnet bir yasağın kasıtla yapılmasını
farzın ihlali gibi günah saymıştır. Sözgelimi insan (bazı bilginlere göre
sünnet sayılan) vitir namazını ya da fecir namazını sürekli terk ettiğinde
günahkâr olur.
Namazdaki orta oturuşa gelirsek,
bilginler, bu oturuşun terki nedeniyle secdenin yapılması gerektiği hususunda
görüş birliğine varmış, fakat orta oturuşun sünnet veya farz olup olmadığında
görüş ayrılığına düşmüşlerdir. İmam orta oturuşu unutup (cemaat) ‘subhânaüah’
diyerek hatırlattığında, ona dönüp dönmeyeceği hususunda da görüş ayrılığına
düşmüştür. Dönerse ne zaman dönecektir? Çoğunluk, imam tam olarak ayağa
kalkmadığı sürece, geriye dönebileceği görüşündedir. Başka bir grup ise,
kalktığı rekât tamamlanmadan geri dönmesi gerektiği görüşündedir. Başka bir
gruba göre ise yerden bir karış ayrılmamışsa geri döner. İmam (hatırlatma
üzerine) oturmaya dönerse, dönmeyi kabul etmeyenlerin çoğunluğuna göre namazı
caiz iken bir gruba göre namazı bozulur.
VASIL
Batınî Yorum
. Farz ibadetler, Hakk karşısında ‘huzur’ demek olduğu
gibi bu da ibadetlere başlandığında yapılır. İbadetlerin sünnetleri ise,
yükümlü olması bakımından yükümlünün ibadetinde ‘huzur’ sahibi olmasıdır.
İbadetin müstehapları (teşvik edilen) ise, tam olarak ibadette kendisini
kaybetmesidir (fena). Böylece Hakk bütün fiillerinde ibadetin hükümlerini
üstlenir. Farzları unutan kişinin ibadeti geçerli değildir ve bu farzlar sehiv
secdesiyle değil, ancak kendileriyle telafi edilebilir. Daha önce, sehiv
secdesinin yorumunu yapmıştık. Sünnetleri unutan ise, onlardan dolayı sehiv
secdesi yapar. Müstehapları unutan ise serbesttir. Dilerse secde eder, dilerse
etmez.
Orta oturuşa gelirsek, onun batınî
yorumundan son secdeyle birlikte daha önceki bir bölümde söz etmiştik. Bu
oturuşun unutulmasından dolayı yapılacak secde(’lerin) birincisi unutma,
diğeri ise eksik yapılmasından dolayıdır. Oturmak, onu telafi etmek içindir.
Böylece sehiv secdesiyle değil, kendileri yapılarak telafi edilen farzlara
benzemiştir.
FASIL
İÇİNDE VASIL
Sehiv Secdesinin Niteliği
Bazı
bilginler, secde selamdan sonra olduğunda,
teşehhüde oturulup sonra selam verileceğini söylemiştir. Bazı bilginler ise,
selamdan önce olduğunda ise, sadece teşehhüt (et-tahiyyat okumak için oturma)
yapılacağını söylemiştir. Namazın selamı, bu secdenin de selamıdır. (Namazdaki
bir unsur) eksik yapıldığında selamdan önce, fazla yapıldığında ise selamdan
sonra sehiv secdesi yapılacağını söyleyenler de vardır. Bunlara göre sehiv
secdesi selamdan önce olduğunda teşehhüde oturulmaz. Rasûlullâh sallallâhü
aleyhi ve sellemin selamdan sonraki sehiv secdesinde selam verdiği aktardır.
Hâlbuki rivayet edilmiş olsa bde, sehiv secdesinde teşehhüde oturduğu sabit
değildir.
VASIL
Batınî Yorum
Selamdan önce sehiv secdesini yapmaya gelirsek, selam
namazın bir parçasıdır. Teşehhüde oturmak ise, tıpkı tavaf etmek ve koşmak gibi,
selamın tekrarlanmasına gerek bırakmaz. Tavaf derken, Kabe’ye yeni gelenin
yaptığı ‘geliş’ tavafını kast ediyoruz. Çünkü umre, hem tavafı hem koşmayı
gerektirdiği gibi hac da bir benzerini gerektirir. Bu durum, tek bir tavaf ve
koşmanın yeterli olduğunu düşünenlere göredir. Bunu kabul etmeyip vacip olanın
iki tavaf ve iki koşma olduğunu düşünenler ise, sehiv secdesinde hem teşehhüt
ve hem selamın bulunmasını kabul eder. Fakat bu görüşteki insanın fazlalık ve
eksikliği ayırmayı kabul etmesi uygun değildir. Nitekim ilk görüş sahibinin de
selamdan sonra secdeyi kabul etmesi geçerli değildir. Böylece namazın diğer
fiillerinin dışında unutmadan dolayı secde farz kılındığı için şeytanın burnu
sürtülmüştür. Çünkü şeytana secde etmesi emredilmiş, o ise secde etmemiştir.
Unutmak, çoğunlukla şeytandan kaynaklanır. Dolayısıyla ancak yerine getirdiğinde
şeytanın kula yaldaşmayacağı bir nitelik ile onarılabilir. Bu nedenle unutmayı
telafi etmek için secde farz kılındı. Bir rivayette şöyle denilir: ‘insan secde
ettiğinde şeytan ayrılır, ağlar ve şöyle der: Ademoğluna secde etmek emredildi,
o da etti. Karşılığında ise ona cennet var. Bana secde etmem emredildi, ben ise
secde etmedim. Bana da cehennem var.’ .
Secde halindeyken insan, şeytanın
kendisine yaklaşmasından korunur. Şeytan sehiv secdesinde bile insana
yaklaşabilseydi, sehiv secdesi halinde bile unuturdu. Böylece iş zincirleme bir
şekilde devam ederdi. Bu nedenle sehiv secdesinde unutan kişi hakkında şeriat
bir hüküm koymadı. Sehiv secdesinde unutmak, şeytandan (şeytanın etkisinden)
değildir. Unutma şeytandan olmazsa, unutma nedeniyle secde etmek şeytanın
burnunu sürtmez. Öyleyse, unutma her zaman şeytanın etkisinden kaynaklanmaz.
Bazen unutmanın sebebi, namaz kılanın ibadetinden habersiz kalması (gaflet)
olabilir ve böylece ibadetten gaflet, onu unutmak olur.
İnsanın namazın herhangi bir parçasında
gafil kalmasının sebepleri pek çoktur. Bir kısmı şeytandan, bir kısmı ise
müşahedenin insanı etkisi altına almasından kaynaklanabilir. Bu müşahedenin
nedeni ise, tevhide ya da dinin herhangi bir hükmüyle ya da cennede ya da
cehennemle ya da her ikisinin istilzam ettiği bir şeyle ilgili Allah Teâlâ’nın
kitabından bir ayet olabilir. Gaflet şeytandan kaynaklanırsa, sehiv secdesi
katmerli burun sürtme haline gelir. Çünkü hem unutma nedeniyle secde yapmış hem
de secdesi unuttuğu şeyi telafi ettiği için şeytanın vesveseleri kendisine etki
edememiştir. Bu nedenle namaz kılan herkesin namazdan sonra sehiv secdesi
yapması müstehaptır. Çünkü namazın bir anında ya da daha çoğunda namaz
kıldığını unutabilir (gaflet). Bu durumda secde etmek, şeytanın burnunu sürter.
Bu, Hakîm Tirmizi’nin görüşüdür. Zeydiyye mezhebinden bir grubun ise, bunu
cemaatin yapması gerektiğini ileri sürdüklerini gördüm. Bunu yaptıklarına tanık
oldum ve bu davranışları hoşuma gitti. Sehiv secdesinin maksatları farklı olsa
bile, her halükarda sehiv secdesi, şeytanın burnunu sürtmek demektir.
İbn-i Münzir şöyle der: Bu meselede
bilginler altı farklı görüş ileri sürmüştür. Bir grup, sehiv secdesinde
teşehhüde oturmanın ve selamın bulunmadığını kabul etmiştir. Enes, Hasan ve Ata
da bu görüştedir. Bazı bilginler ise, sehiv secdesinde teşehhüt ve selamın
bulunduğu görüşündedir. Her iki görüşü de benimsiyorum. Eakat ben şu görüşteyim:
Sehiv secdesinde teşehhüt ve selam gereklidir. Ancak secdeler selamdan önce
ise, tıpkı Kabe’ye gelenin (tavaf ve sa'y meselesindeki durumu gibi) namazın
teşehhüdüyle olduğu gibi selamıyla da yetinilir. Selamdan sonra olduğunda ise,
teşehhüde oturur ve selam verir. Bazı bilginler ise, sehiv secdesinde sadece
teşehhüt bulunduğunu, selam olmayacağını kabul etmiştir. Bu görüş, Hakem,
Hammad ve Nehaî görüşüdür. Bazı bilginler ise, sehiv secdesinde teşehhüt
değil, selamın bulunduğunu kabul etmiştir. Bu ise, İbn Sîrîn’in görüşüdür.
Bazı bilginler, dilerse teşehhüde oturur ve selam verir, dilerse bunu yapmaz
demiştir. Bu görüş, Atâ’nın görüşüdür. Bazı bilginlere göre ise, unutan
selamdan önce secde ederse teşehhüde oturmaz, selamdan sonra secde ederse teşehhüde
oturur. Bu ise, İbn Hanbel’in görüşüdür.
İbn Münzir şöyle der: ‘Rasûlullâh
sallallâhü aleyhi ve sellemin sehiv secdesinde dört tekbir getirdiği ve sonra
selam verdiği rivayet edilir. Teşehhüde oturmak hususunda ise, görüş ayrılığı
vardır.’
Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.
Yorumlar