HİCİV EDEBİYATI ANTOLOJİSİ /HİLMİ YÜCEBAŞ
15 NCİ YÜZYILDAN YASSIADA HARAMİLERİNE
KADAR, TÜRK
ŞAİRLERİNİN HİCİVLERİ, NÜKTELERİ VE HÂTIRALARI...
HİLMİ
YÜCEBAŞ
Bu kitap, Türk san’at ve
edebiyat kütüphanesinde, şimdiye
kadar her nedense edebiyat bilginlerimizse boş bırakılan «Hiciv»
sahasını objektif bir görüşle incelemek. Divan, Tanzimat, Edebiya-
tı Cedide, Fecriâti ve son devirler edebiyatının hicivci şairlerim
toplu bir halde yeni ve müstakbel nesillere sunmak düşüncesiyle
hazırlanmıştır.
Bu eserde her hangi bir İlmî
metodun takibi yerine, sadece
uzak ve yakın asırlarda yaşamış, her biri kendi âleminde bize çe-
şitli hicivler bırakmış heccav şairlerimizin hâtıraları, nükteleri
üzerinde durularak eserlerinden örnekler verilmiştir.
Edebiyatımızda oldukça mühim
bir yer tutan hiciv ve hezl,
meşrutiyetten sonra genişlemiştir.
Kıymetli Profesör Fuad
Köprülü'nün dediği gibi «Devri Ha-
midide, yalnız Şair Eşrefin büyük bir kudretle Hükümetin tazyi-
katına rağmen mahdut bir şekilde yaşattığı bu vâdi, matbuatın
/incirleri kırılınca, tabiî genişleyecekti.»
Kitabın ismi bakımından (Hicv)
in Türk edebiyatındaki mev-
kii üzeriride kısaca duralım: Bu kelime Arapçada(Hecv) şeklinde
ise de Türkçeye (Hiciv) olarak girmiştir. Frenkler de (Satire) der
ler.
Hiciv; (Medh) in zıddıdır.
(Medhiye) tâbiri altında mütalea
olunabilecek kasideler bir zatı, bir binayı bir yeri, bir vakıayı na-
sıl hakikatin üstüne çıkarak öğerse, (Hicviye) ler de yine gerçeği
bir yana atarak, öylece yerer.
İkisinin de birleşik mümeyyiz
vasfı (mübalâğa) dır. Aradaki
fark medhiyelerde mübalâğanın medhedilenin lehine, hicviyelerde
ise (mevsufun) muhatabın aleyhine kullanılmasından ibarettir.
Hiciv, her zaman mevzuunu
doğrudan doğruya ele almaz.
Bazen konusu olan şahıs veya şeyin zatında mevcut olan güzel sı-
fatları «Selb ve nefyedip» onları zıddını isnad etmek suretile doğ-
rudan doğruya vâki olmaz da medheder görünerek zemmeder ki
buna eski edebiyat sanatları tâbirlerinden (Te’lddüzzemm bima
yüşbihülmedih) yâni, medhe benzetilerek yermeği pekleştirme de-
nir.
Hüseyin Kâmi’nin bir sadrâzam
hakkındaki hicviyesinden
«Kaplan gibi et eki eder
Arslan gibi oynar poker
Endişe! milletle hem...»
Mısralarında
görüldüğü gibi...
Medh
şeklinde yapılan bir hiciv daha.
Fahr-i
âlemsin ve İlkin, fâsı yok
Gevher-i kânsın ve likin râsı yok
Dilerim Hak’tan bunu her rûz-u şeb
Sana bir merkeb vire kim bâsı yok
Hicivci bazen de doğrudan
doğruya mevzuu zemmetmez de
onun yüksek sıfatının icap ettirdiği karşılığı, ednâ bir vasfın kar-
şılığı seklinde irad etmekle hicvi tahakkuk ettirir.
Hoca
sınıfından, fakat tam mânasiyle fikir hürriyetine sahip
olanlardan meşhur şair Hayret efendiye;
—
Efendi
Bâlâ olmuş!
Haberi
verilince merhumun:
— Besbeter
olsun!... cevabı gibi...
O
zamanlarda Bâlâ rütbesi Vezirlikten evvelki mertebe idi.
Bu haber karşılığında mutad
cevab: «Allah daha âli etsin!»
demek iken, Hocanın hem rütbeyi, hem de ona erişeni bir çırpıda
tepetaklak edip «Besbeter olsun!» demesi de beliğ bir hicivdir.
Şair İbnürrumi’nin iğneli
dilinden bıkan hükümet reisi, onu
davet eylediği bir ziyafette zehirletiyor. Zeki Şair zehirlendiğini
anlayınca meclisi terkederken Emir ile aralarında şu konuşma ge-
çiyor:
Böyle birdenbire kalkıp
nereye gidiyorsun?
—
Gönderdiğin
yere...
Bizim pedere selâm
söyle...
—
Cehenneme
uğrayacak değilim!...
Ne ince karşılıklardır. (Ahrct^
demiyor da zehirlendiğini an-
ladığım vasıtalı beyan ile (Gönderdiğin yere) diyor. Ondan sonra
Emîrin (Babam da oradadır. Selâm söyle) siparişine karşı (Baban,
cehennemdedir, ben cennete ulaşıyorum) demeyip de (Cehenneme
uğrayacak değilim) tarzında cevap vermesi hicvin en acı ve en za-
rif şeklidir.
Hiciv,
hicivcinin edebiyat sanatını kullanarak mevzuunu kö-
tülüklerle teşhiridir.
Bu gösteriş;
hakikatin ifadesi olabileceği gribi, hakikatin zıddı
olarak heccavm infialinden doğan yersiz zemler ve hakaretler dahi
olabilir. 1
Merhum üstad Tahir Nadi’nin
kendisine ait olarak anlattığı
şı fıkralar (Hiciv) bahsinde en güzel açıklamadır:
Diyanbakırda muallim bulunuyor
ve oradaki medresenin bir
odasında oturuyordum. Bir kış gecesi nargilemi kurmuş, semaveri
ateşlemiş, demlenmiş çayımı içmeğe hazırlanmış iken ansızın Vali
Arif Paşanın ağası gelip karşıma dikildi.
—
Paşa,
dedi, seni istiyor!
Keyfim kaçtı. Buram buram kar
yağarken rahatımı bozmak,
sıcak odamı bırakmak istemedim.
—
Yarın
gelirim! dedim. Gitti, bir müddet sonra tekrar geldi.
—
Paşa,
al gel, gelmezse zorla getir buyurdu.
Deyince, çaresiz giyindim, yola
düzüldük ve paşanın huzuru-
na vardık. Paşa ilim ve irfan sahibi bir zat idi. Mektupçusu ise
tam mânasiyle cahil ve kaba, fazla olarak da kendini âlim ve za-
rif sayan bir hanı ervah hödük idi. Odadan içeri girdiğimde orada
memleketin eşrafı, ileri gelenler ve memurların da bulunduklarını
gördüm.
Paşa ayağa kalkınca hepsi
birden hürmet göstermekte acele
ettiler. Bana yer gösterildi; oturdum. Paşa:
—
Hoca,
dedi, seni ne diye çağırttım biliyor musun?
—
Hayır,
dedim, bilmiyorum!
—
(Mektupçuyu
göstererek) Bizim mektupçu kendini pek beğe-
nir. Şunu bir güzel hicvet de bu huyundan vazgeçsin. Hadi göreyim
seni!
Vaziyeti kavradım. Şöylece bir
etrafıma baktım, herkes sus-
muş, ben nc söyleyeceğim diye dikkat kesilmişlerdi. Sonra mektup-
çuyu süzdüm.
O da hiddetini yenmiş, fakat kıpkırmızı kesilmiş,
mağrur ve
sert bakışlarını bana dikmişti. Derhal cevap verdim :
—
Emredersiniz
paşam! Bu zatı hicvetmek kolaydır.
dedim.
Ancak müsaade buyurunuz da önce (hicv) in ne demek ol-
duğunu kısaca arzedeyim. Malûmu devletinizdir
Hiciv; mevzuu olan şahısta
maddi ve manevi ne kadar güzel-
likler ve iyilikler varsa onların hepsini de yok ederek, her birinin
aksi olan ne kadar kötülükler ve münasebetsizlikler varsa onları
isnad eylemekten ibarettir,
(Mektupçuyu göstererek) Ben bu
zata bütün dikkatimi üzerinde
toplayarak bakıyorum. Onda maddî ve manevî güzellik ve iyilik
namına hiç bir şeyi göremiyorum ki bunları teker teker selbedip de
zıdlan olan çirkinlikleri ona isnad edebileyim.
Oradakiler
son derece memnun, mektupçu utancından büzülmiiş ve üzülmüş idiler.
Paşa
—^ Hicvin bundan güzeli olamaz
ve mektupçu daha mükemmel
hicvedilemez.
Dedi.
Bu fıkraya bir şey ilâvesini gerekli bulmuyorum. Çünkü
(Hicv)
in mahiyeti bundan daha güzel anlatılamaz.
Türk edebiyatındaki medhiyeler,
hicviyeler manzum olmak
mutattır. Ancak her manzum sözün edebiyattan madut olması ik-
tiza etmeyeceği gibi, her medhiye ve hicviyenin de edebiyat çerçe-
vesi içine sokulması düşünülemez. Hele Divan şairlerimizin bir köş-
kü, ıbir anı veya bir ünlü zatı tasvir eden öyle bir takım kasideleri
vardır ki bunlann olanca kıymetleri Arapça ve Acemce seçkin lü-
gatlerin kulağa hoş gelen terkipler halinde mısralara yerleştiril-
miş bulunmasından ibarettir.
Bunlar, mânaca mübalâğanın
kıvamım taşırmış, âdeta hayal
ve vehim hududunu bile aşmış bulundukları için kulaklara nağme
halinde bir tesirleri olsa bile, mâna ve müedda bakımından en kü-
çük bir değer taşımazlar. Renkli çocuk balonlan gibidirler, görü-
nüşleri cazip ve dolgun, fakat içleri kof, yükselir gibi gözükmeleri
câlî ve muvakkat, suikut edip sönmeleri ise serîdir.
Bu kaide hicviyeler hakkında da
vârittir. Hicviyelerin edebi-
yattan sayılması için, mümeyyiz vasfı olan (hiciv yani yermek,
biçimsizlikleri açıklamalk) işinin sanat inceliğini) taşıması lâzım
gelir. Eöyle olunca alelâde külhanbeyi küfürlerini, vezinli, kafiyeli
olarak sıralayan nazımlar; hicvlyat değil, miistehcenât nev’inden-
dir. İşte bundan dolayıdır ki Sürurî’nin Hezliyat’ının çoğu. «Hicvi-
yat» sayılmayıp «Müstohcenat» ve «Manzum küfriyat» tan madut-
tur. Yine bu itibarla bir çok ünlü hicivci şairlerin hicviyelerinden
bir kısmım, edebiyatın (Hiciv) nevinin dışına atrtıak mecburiyetin-
deyiz.
Nitekim
Nefî’nin, Eşref’in ve benzerleri hiciv üstadlarının pek
sanatlı, çok iğneli, gayet ince hicviyeleri karşısında kaba ve çirkin
manzum söğüntüleri de görülmektedir. Meselâ Eşref’in istibdat
devrini zemmeden şu kıt’ası muhakkak ki çok ince bir hicivdir:
Bize zinciri esaret yakışır ziynet için,
Vatanın mahvına zira ki
bütün diş bileriz...
Değil
evrakı havadiste kıraat etmek
Levhi mahfuzda hürriyeti görsek sileriz.
Bir
de şuna bakalım:
Merhum
Tahir Nadi üstadımızın, bir Maarif müntesibi hakkın-
daki;
Humkunuıı ölçüsünü bulmada
fen âcizdir,
Cehlinin debdebesi koskoca
umman gibidir.
Nazımlan ne hoş, ne güzel
hicivlerdir. Ayna üstadın, yine dev-
ri sabık Maarifçilerinden biri hakkındaki:
(.... ) denilen safil-ü pespâyetebâr
Kahbe
sistemli teres, Türklük için mucibi âr
Bulamazsın araşan beynini mikroskop ile
İzzeti nefs-ii hamiyyet ile ııamûs-ü vekaar
Nazmında da teres gibi mübtezel
bir kelimenin tam yerine
kullanılmasıyla ifadeye kuvvet verdiğini görüyor ve bu ktt’ayı ede-
biyattan saymakta duraklamıyoruz.
Hicivde bayağı ve hasis kelime
ve tâbirlerin kullanılması mut-
lak olarak Hasaset ifade etmez. Âdi bir tâbir; yerinde kullanılmak-
la üslûba kıymet verir. Mesele kelime ve tâbirin âdiliğinde değil-
dir, o 'bayağılığın ifadeye şiddet ve değer verecek yerde aşağılat-
masındadır. Bunun ölçüsü sağlam zevktir. Zevki okşamayan, yerin-
de kullanılamamış âdi tâbirler zatlannda mevcut bayağılığı nazmın
bütün mefhumuna sirayet ettirirler.
Nef’inin şiirleri ince mânalan
ihtiva etmesine rağmen, birçok
hicviyelerinde kaba, âdi küfürlerin, mübtezel mazmunlann yer al-
dığını görüyor, bunları gerek tasavvur, gerek tasvir bakımından
fersude ve mübtezel saymakta tereddüt etmiyor ve söyleyenin, edib
olduğunda şüphe etmediğimiz kadar, böyle tabiat dışı doğurulmuş
fikir çocuklanm birer «veledi tabiî» ve çeşitlerini edebiyat dışında
saymakta tereddüde düşemiyoruz.
Görülüyor ki, hiciv; mevzuunda
ne kadar seçkin güzel, mute-
na vasıflar varsa onların hepsini kaldınp yerine onların zıddı olan
«evsafı zemime» ve «tavsifatı mekruha»
yı
koyarak muhatabım kü-
çültmekten, onunla alay etmekten, onda az buçuk da olsa mevcut
kötülükleri şişirip büyütmekten ibarettir. Şartı ise, gerek lâfız, ge-
rek mâna bakımından nükte ve zarafet taşımasıdır. Gerçi mizahın
şartı da budur amma, lâtife ve nükte libasına da bürünülmüş olsa
hicivde zem ve kadh âdeta temel unsurdur. Bazı hicviyelerde (hi-
civ) ile (mizah) unsurlarının ustalıkla kirbirlerine karıştırılmış
bulunduğunu görürüz.
Bu
eserde eksiklerimiz ve hatalarımız görülürse, - girişilen işin
ehemmiyetini düşünerek okuyuculanmızm bizi bağışlıyacaklannı
ümit ederim.
İstanbul: 11 Kasım 1954
Bernard
Shaw, bir gün kızmış, mevcud partilerin oportünist
olduğunu söyleyerek topuna birden sövmüş:
—
Bunların
arasında hiç bir fark yoktur, hepsi köpektir. Yal-
nız şu var ki muhalif olanları havlar, muvafık olanları kuyıuk sallar,
demiş.
Milliyet 6-3-196» Çetiu
ALTAN
Kabataş
sultanisi fârisi muallimi üstad Tahir Nadi Efendi Süs
mecmuası 29-3-19‘i4 |
Gerçekten de muhtelif üçyüz
kudretli kalemden çıkmış hiciv-
leri toplu ve objektif bir tarzda önümüze seren başka bir kitap bu-
lunduğunu hatırlamıyoruz; bulunmadığı da muhakkaktır diyebili-
riz. Bu itibarla YÜCEBAŞ, yeni eseriyle edebiyatımıza hakiki bir
hizmette bulunmuştur; teşekkür ve tebrike lâyıktır.
Vatan
gazetesi: 27/12/1954 Sadun
Galip SAVCI
★
YENİ BİR ESER
Esaslı bir himmet, devamlı bir
gayret mahsulü olduğu ilk ba-
kışta anlaşılan «HİCİV EDEBİYATI ANTOLOJİSİ» müellifini teb-
rik ederim. Hilmi YücebaŞ, bu eseriyle Türk edebiyatı tarihine cid-
di bir hizmette bulunmuştur.
Zarif ve göz okşayıcı bir kapak
içinde yayınlanan bu eseri
vücude getirmek, tahmin ve takdir ediyorum ki, hiç te kolay olma-
mıştır. Hilmi Yücebaş’ın bunları arayıp bulmaktaki ve bir araya
toplamaktaki sabır ve gayreti karşısında hayran olmamak zordur.
Himmetine ve gayretine teşekkür etmek her fikir adamı için borç-
tur.
Türk
Sesi gazetesi: 18/1/1955 Zeynel
Besim SUN
★
HİCİV
EDEBİYATI ANTOLOJİSİ
Son günlerde Hilmi Yücebaş yukarıdaki
başlık altında 364
sayfalık bir kitap çıkarmış bulunuyor. Müellif bu kitapta. bizzat
kendisinin de itiraf ettiği gibi ilmî bir metod takip edecek yer-
de, Şeyhi’den Namdar Rahmi, Doğan Nâdi ve Bedii Faik’a kadar
bir çok hiciv şairlerimizin şiir, nükte ve fıkralarını bir araya geti-
rerek
değerlendirmek istemiş. Yazdığı mukaddemede, edebiyat bil-
ginlerimizin hiciv sahasını ihmal ettiklerini ileriye sürerek hayıf-
lanıyor. Hakkı var.
Zira gerçekten, hiciv ve mizah,
bizim en canlı iki özlü tara-
f imizdir. Bizim zekâmız, miskinliklerden, itibarîliklerden ve zorla-
malardan tiksinen hür bir zekâdır. Biz böyle bir zekâya sahip bu-
lunduğumuz içindir ki «başka» larını olduğu kadar kendi kendi-
mizi de hicvetmeğe, alaya almağa, bayılır, her ışıltılı zekâ oyunun-
dan hoşlanırız. Nükte yapmak endişesiyle en amansız tehlikelere
bile atıldığımız vâıkidir. Sanki bizde, bütün dış tesirlere ve ezici
kuvvetlere meydan okuyan küfürle karışık keskin bir hiciv iptilâsı,
gâh haşin, gâh yumuşak bir nükte zevki var.
İşte Hilmi Yücebaşın da yer yer
işaret ettiği gibi, bu antolo
jideki bütün hiciv muharrirlerimizin şiir ve fıkralarına pervasız bir
çeşni, buruk ve sert bir tad kazandıran ıbu hiciv iptilâsı ve nükte
zevkidir. Bunun içindir ki onlar, içinde yaşadıkları devrin aksaklık-
larını deşmeden edemez, kaderimize ilişmeden ferahlıyamazlar.
Her birinin kullandığı söz, şakacı ıbir tavırla vatan topraklarına ser-
pilen ve yeşermek için, fırsat kollayan bir tohumdan farksızdır. Ara-
larındaki büyük nüans farkına rağmen hemen hepsi, daima gelece-
ğe yönelmeyi, tarihe biçim veren taşkın bir kuvvet kesilmeği ve
yaşanmış vak’ayı acı veya alaycı bir dille kurcalamayı derd edinir-
ler: Sanırsınız ki facialı bir dünyanın bütün ağırlığı omuzların-
dadır.
Hepsi de, heyecanla istihza arasmda
pervasızlıkla zerafet ara-
sında yuvarlanmayı huy edinirler. Nazarlnnda hiciv, günlük hür-
riyeti şahlandıran yıkıcı bir vasıta, fikrin patlayıcı gücünü dürtük-
leyen dinamik bir unsurdur. Onlar, bu unsur sayesindedir ki her
şeyi ifrata vardıran gazup ve müstehzi bir âlem vücude getirmeğe
çalışırlar. Gayeleri, düşünce hürriyeti hesabına cemiyetin dar kad-
rolarını sarsmak, realiteyi aşın bir tenkide tâbi tutmaktır.
Böylece hiciv şairlerimiz ve
genç mizah muharrirlerimiz,
hicvi ve mizahı haksızlığa çevrilen birer silâh halinde kullanmağa
can atar, hayatı, bir an olsun unutmamağa dikkat ederler. Sun’î-
liklerinin gizlediği dramatik taraf, sâdece yaşama azabıdır. Zira on-
lar, eşyanın çevresini «aşkınlaştıran» batılı hiciv şairlerinin ve
mizah muharrirlerinin aksine, plâstik bir realizmi hedef tutarlar.
Başlıca kavgaları, şekil titizliğinin, «muhteva» daki tokluğu yufka-
laştıracağı düşünceyi dermansızı aştırmasıdır.
Bu sebepten bizimkilerde,
batılılarda olduğu gibi, ne sonlu bir
dünyanın heT çeşit
belirtilerini azımsayan 'bir üstünlük vehmi, ne
de her çeşit küçüklükleri,
yadırgayan bir nezaket ve mükemmellik
kuşkusu var: Onlar, bazan en âdi kelimelere, en açık saçık şaka-
lara, en yaralayıcı nüktelere 'başvurmaktan çekinmezler. Belirtme-
yi diledikleri nokta, siyasî haksızlığın şatafatlı yalanı ve beşerî fa-
cianın saçmalığıdır.
Bu bakımdan hiciv şairlerimizin
ve genç mizah muharrirle-
rimizin hiciv ve mizahında, ne kozmik temaşada karar kılan bir
aşkınlık, ne de varlık ve eşyanın kaderine nüfuz eden bir derinlik
var. Hemen hepsi, ya bir rejimi veya bir şahsı yerer, haksızlıkları
teşhir etmeğe yeltenirler. Hemen hepsi de, nükteyi düşünceye yas-
layamamaktan korkarlar. Çünkü emelleri, hicvi âdeta katılaştır-
mak ve Neyzen Tevfik’in dünyamızı farikalandıran «önü zulmet
sonu zulmet» den ibaret iki «sonsuzun» karşısında gözyaşı yerine
çığlığı veya kahkahayı seçmektir.
Bu heyecanla, yazılarını, ya
çınlayan bir belâgatle veya tır-
malayıcı bir sâdelikle doldurur, samimî olmaya savaşırlar. Öfkeli
veya alaycı mizaçlarını dolu dizgin koşturarak devrin müstebitle-
rine kafa tutmağa azmederler. Hepsinde, günlük hâdiseleri kova-
lamaktan bıkmayan bir aktualite telâşı var. Hepsi de, övünmelerin
boşluğunu gün ışığına kavuşturmak iştiyakiyle çırpınır, şiddeti se-
ferber ederek zulmü dünya yüzünden silivermek hasretiyle ya-
narlar.
İşte Hilmi Yücebaşın «Hiciv
Edebiyatı Antolojisi», kabalıkla
inceliği, çığlıkla tebessümü atbaşı yürüten bütün bu hiciv - şairle-
rimizin, genç mizah muharrirlerimizin realist hiciv ve mizahını
gözlerimizin önüne seren faydalı bir eserdir...
Yeni
Sabah: 10/1/1955 Nâzım
KEMAL
★
Tl) EK ŞİİRİNDE HİCİV
Masamın üstünde Avrupada
basılmış hissini veren bir güzel
kitap duruyor. Boz nakışlı güzel kabın üstünde kartvizit gibi, çer-
çeveli bir kısım ve içinde şu satırlar: «Hiciv Edebiyatı Antolojisi».
Beş yüz sene içinde divan ve halk şairlerinin söylediği hicviyeler-
den ilk akla gelenler bir arada bu kitapta yer almış. Türk edebiya-
tında hicve dair yazılmış çeşitli makaleler ve fıkralar da kitaba ay-
rıca revnak vermiş... Türkiyede çıkan ilk mizah gazetesi Letâif-i
asâr'dır. Mizahı ve hicvi, bir sanat değeri ve fikir kıymeti olduğu
müddetçe hoş görmek, arifliğini gösteren devlet adamları arada
bir çılkmış, ne faydaki ellerinde gazete kapamak ve yazıcı cezalan-
dırmak imkânı olan büyükler, çoğu zaman, mizahın inceliğini, hic-
vin değerini kavramamışlar; bu cins yazıcıları en çok. meşhur ve
müessir yapan şeyin onları mağdur 'mevkiine koymak olduğunu
bir türlü hesaba katamamışlardır...
Rivayet edilir ki: Genç Bayron
eski Yunan mitolojisine ve ta-
rihine duyduğu hayranlıkla, bunlarla hiç bir ırk iştiraki olmayan
sadece onların vaktiyle oturduğu topraklara yerleşip dillerini ko-
nuşmakla vâris hale gelen yeni Yunanlıların istiklâl savaşlarına
katılmak için İngiltereden gelmiş, bir ara esir edilerek zamanın
yaşlı ve görgülü Osmanlı paşalarından birinin huzuruna çıkarıl-
mıştı. Maceraperest gençte sevinçten ve şevkten öteye geçen bir
heyecan vardı: «Şimdi ne eziyetler göreceğim, ne işkencelere uğra-
yacağım. Fakat bir kere kurtulup da memleketime döndüm mü
nasıl meşhur olacağım, alnımın teri hakedilmiş büyük bir şöhret!»
Halbuki yaşlı ve görgülü vezir, bu delimsek genç adamın, bu güzel
ve asil oğlanın çenesini okşamış, «Sen bu idin demek, haydi ser-
bestçe git, annene de benden selâm söyle!» diyivermişti. Öteki çır-
pınıp duruyordu: Ben sizin tarafınızdan eziyetleri işkenceleri hak
ettim. Ben Yunan istiklâli taraflısıyım! Hem eli silâhlı bir taraf-
tar...» Vezir, bu sözler üzerine yaptığı hareketin isabetine inan-
mış; daha müsamahalı ve yumuşak davranmakla onu yeniver-
mişti!...
Zaman zaman, Osmanlı
saltanatının en dar görüşlü, en oto-
riter, Rabbin ve Devletin hikmetinden sual olunmaz kaidesini ka-
bule yanaşıvermiş kara günlerinde bile, geniş görüşlü adamlar çık-
mıştı. Ne çareki şark bu!... Fikirden, dâvadan ziyade, şahsî garez-
ler, kızgınlıklar, kırgınlıklar
duruma hâkim! Biz de ilk garp ölçü-
sünde manzum hiciv örneğini veren Ziya Pa^a’mn «Zafer Nâme» si
bile fikirden ziyade, hınca dayanan bir eser! Ne söverken, ne över-
ken umumî efkâra tercüman olamayan zavallı şark şairi!... Şu son
zamanlarda bile aynı berbad örneği bir daha görmedik mi: Sevgili
Orhan Seyfi, çıtır çıtır türkçesiyle bize «gönülden sesler» dinleten
hece şairimiz, millî şef olduğu günlerde onun coşkun bir meddahı
iken, Paşa’ya artık mahalle bakkallarının J>ile pervasız küfür ede-
bildiği bir sırada yetmiş yaşından sonra insanın sidiğini bile tuta-
mayacağını mısraa sokmak şeklinde hem millî zevke, hem millî
terbiyeye, hem de kendi seçkin ve gelişmiş şiir zevkine ihanet eden
hicviyeler yazıvermedi mi? Ne çare, şarkta, zamanında kafa tuta-
bilen. kafa tutuşunu en ince ve değerli hicivlere koyabilen insan o
kadar az ki! «Yok ki!» demeyi millî gururumuza yediremiyoruz da
ondan «az ki» deyip çıkıyoruz... Neyse bu uzun inceleme ve emek
mahsulü kitap, bizi yeniden bu konuda derin derin düşündürebilir-
yor ve birbiri ardına verdiği örneklerle bizi yüz yıllar içinde ibret-
le ve zevkle gezdiriveriyor, Görüyoruz ki «Divan edebiyatında İnsa-
nî ve ahlâkî, zekâya dayanan hakikî hiciv ve tenkid arasak, bu
maksadla bu edebiyatı baştan başa tarasak, elimize noksan, eksik
bir mecmuacık olsun geçer mi dersiniz? Ummuyorum! Bu edebi-
yatta hiciv, tahkir ve terzilden başka bir şey değildir. Vezin ve ka-
fiye ile söylemenin daniskasını biliyor o şairler. Fakat buluşların
hepsi de birbirinden bayağı. Divan şairi, menfaatine yardım edeni
över, kızınca söver, adam âdz duruma düşünce de döver!...»
Halk edebiyatımızdaki hicivler
ise şairlerin birbirini sustur-
mak, yıldırmak, hiç değilse sindirmek maksadiyle ellerinde sazlar-
la manzum atışmaları yüzünden meydana gelmiş şeylerdir. Halk
şairleri içinde zaman zaman Allaha bile, sultana bile kafa tutup
güzel ve açık, cesaretli ve sanatlı haykıranları olmuştur:
Şu
yalan dünyaya hoş olamadık
Birgün sıra gelip baş olamadık
Şu sıska öküze eş olamadık
Söylemeden âciz dilimiz bizim!
Sen
mi sen İstanbul paytahtımız
Açılmıyor ikbalimiz bahtımız
Yaşımız ellidir geçti vaktimiz
Növbetin gözlüyor salimiz bizim
Benim
bu gidişe aklım ermiyor
Fukara halini kimse görmüyor
Padişah süksesi selâm vermiyor
Kefensiz kalacak ölümüz bizim!
Bu dörtlükleri birbiri ardından
hem bir mitralyöz heybeti,
hem bir dantelâ zarifliği ile dizi diziveren Serdarî’nin daha şair
hemşerisi Ruhsati, bir yandan devlete, bir yandan Allaha kafa tu-
tan bir eda ile hicvin en güzel örneğini verebilmiştir:
Tufanlar
estirdin başımda
Halâvet yoktur aşımda
Kızlarımı genç yaşında
Dul eyledin sabr eyledim
Ateşe
verdin üstümü
Uzak eyledin dostumu
Kendine soyup postumu
Şal eyledin sabr eyledim
20. Asır: 13/1/1955 Behçet Kemal ÇAĞLAR
★
HİCİV EDEBİYATIMIZ VE BİR
ANTOLOJİ
Temsilcilerinin
davranışları ister dar mânada, ferdiye, ister ge-
niş mânada sosyal’e bağlansın; yalnız kemmiyet bakımından değil,
keyfiyet bakımından da gelişmiş bir Türk hiciv edebiyatı vardır.
Onu kalp gelenekleri içinde fazla sıkışmış, fazla donmuş bulabili-
riz, fakat cevhersiz olduğunu söyliyemeyiz.
Üstad
Yahya Kemal hakkında hemen bütün aydınlarımızın,
kendilerinin bile unutulduğunu zannettikleri düşünceleri, hüküm
halindeki davranışlarını, gizlendikleri köşelerden birer birer çıkara-
rak, vesikalar şenliği halinde bir kitapla okuyupulanmızın huzuru-
na çıkarsın Hilmi Yücebaş, bu sefer yine sadece vesikaların de’â-
letiyle Türk hicvinin üzerine eğilmiş.
Oldukça
hacimli kitabında Divan, Tanzimat, Edebiyat-ı Cedi-
de, Fecriâti ve son devrin belli başlı ve sosyal bir alâka kazanmış
hiciv üstadlarını eserleriyle bir arada buluyoruz. Yücebaş, Türk hic-
vinin ilmi temellere dayanan bir izahım yapıyor. O, sadece objektif
bir araştırıcıdır. Zengin madenleri bulup çıkaranların sanayiciye
yaptıkları paha biçilmez yardım gibi, o, gelecek izahcıya kronolo-
jik, kıyaslamalar yapmak imkânını sağlıyacak bir ruhlar madeni
hâzinesi vermektedir.
Bizce,
Yücebaş, hicviyelerle alâkalı yorucu çalışmasından do-
layı, her türlü methiyeyi haketmiştir.
Son Saat 24/1/1955 Vecdi
BÜRÜN
★
TÜRK EDEBİYATINDA HİCİV
Ko
Vadis’te, zalim Neron tarafından öldürüleceğini hisseden
Petronius, dostlarını muhteşem bir ziyafet sofrası etrafına toplar,
dilber kölesini de yanma alır, onu âzad eder ve sonra, damarlarını
keserek
hayatına son verir. Vefakâr kölesi, âşık olduğu iyi kalpli
efendisini takip eder. Petronius, bileğinden akan kanın tesiriyle
yavaş yavaş ruhlar âlemine, dostlarının gözyaşları arasında, göç
ederken, nükteciliğinden vaz geçmez ve Neron’a sunulmak üzere
dikte ettiği bir mektupta hiciv edebiyatının şaheserlerinden birini
yaratır: Neron’la bir hayli alay ettikten sonra, müstebidi en hassas
noktasından yaralar, onun bam teline basar: «Ne istersen yap, is-
tersen Ronıa’yı değil cihanı yak, fakat san’ata dokunma!» der.
Kendisini dünyanın en büyük
artisti sanan Neron, bu satırları
okurken ifrit kesilir!...
Dünya hiciv edebiyatında,
Petronius gibi, ölürken bile iğne-
leyici nüktelerini sakınmayan kimseler pek azdır. Zindanda, kelle-
sini cellâda teslim etmek üzere, iken, elindeki kamış kalemden
damlayan simsiyah mürekkebe bakarak, Arap Lalaya:
«Mübarek teriniz damladı.»
diyen Şair Nef’i’yi, çoğumuz gibi
ben de biliyordum. Fakat, ölüme giderken, bu ayarda hattâ Pet-
ronius’a bile taş çıkartacak incelikte bir nükte yapıldığını, Hilmi
Yücebaş’ın yayınladığı «Hiciv Edebiyatı Antolojisi» nin daha ilk
sayfalarında öğrendim:
«Şair, İbnürrumî’nin iğneli
dilinden bıkan hükümet reisi onu
davet ettiği bir ziyafette zehirletti. Zeki şair zehirlendiğini anla-
yınca meclisi terkederken Emir ile aralaıında şu konuşma geçer:
—
Böyle
birdenbire kalkıp nereye gidiyorsun?
—
Gönderdiğin
yere.
—
Bizim
pedere selâm söyle.
—
Cehenneme
uğrayacak değilim.»
Hicvin şahikasına ulaşan bu
hazırcevap şairin cesaretine hay-
ran olmamak kabil mi?
Hilmi Yüceba^, kitabında hemen
hemen bütün satirik edebi-
yatımızın panoramasını vermiş. Biraz daha kalburdan geçirip ele-
miş olsaydı da, bize yalnız balını verseydi, kanaatimce daha iyi
olurdu. Zira, edebiyatın her hangi bir sahasında bir antoloji yapı-
lırken, bu sahada yazı yazanların hepsi, istisnasız, bu derlemeye
girecek diye bir kanaat yoktur. Bu kitapta, öyleleri var ki, foulun-
masalar da olurdu, hattâ daha iyi olurdu. Buna mukabil, Nef’î’nin,
Eşrefin herkes tarafından henüz bilinmeyen bazı hicivlerini öğ.
renmiş oluyoruz.
Bizde hiciv denilince Nefî’den
sonra Eşrefin ismi akla gelir.
Eşref, mizah sahasüıda Nasreddin Hoca gibi, hiciv kelimesinin
âdeta müteradifi olmuştur diyebiliriz. Bunun için, onun kalemin-
den veya ağzından çıkan o kadar çok iğneleyici söz vardır ki, bun-
lann bir kısmının şaire sonradan izafe edilmiş olmaları bile müm-
kündür. Türk edebiyatı hiciv bakımından hayli zengindir. Böyle
bir derlemeyi meydana getirdiği için, kendisine teşekkür borçluyuz.
Yazımı, Eşraf’in bu kitaptan
iktibas ettiğim bir fıkrası ile bi-
tiriyorum:
«Kâmil Paşanın makamına
gelmediği ve mektupçu Hayri Be-
yin Valiye vekâlet ettiği bir gün, Eşref’e gönderilmek üzere bir tah-
rirat yazıldı. Mektupçu, bir muziplik olsun diye tezkerenin başın-
daki «izzetlû efendim» sözünü kırmızı kalemle çizerek şöyle dü-
zeltti: «Rlfatlı efendim». Sonra, imzalıyarak Eşrefin kaymakam
bulunduğu Kırkağaç’a yolladı. Şair, tezkereyi alınca, bu silintiyi
ve ilâveyi gördü. Alt tarafını okumadan, hemen şu mısraı yazı-
verdi:
Geldi duydum sizlere
eyyamı id,
Hayri Bey çalsın, sen oyna
Kürt Said!
İstanbul
Ekspres 31/1/1955 Cevdet
PERİN
★
HİCİV EDEBİYATI ANTOLOJİSİ
Eserlerinin delâletiyle
şahsiyetini tanıdığımız genç ve çalışkan
araştırıcımız Hilmi Yücebaş (Hiciv Edebiyatı Antolojisi) adlı son
eseriyle millî kütüphanemizin önemli bir 'boşluğunu doldurmuş, se-
nelerdenberi hissedilen bir ihtiyacı karşılamak için Kristof Ko-
lomb’un yumurtası gibi apansız ortaya koyduğu bu eserine, bu çe-
şit edebiyatımız için birincilik mevkiini ihraz ettirmiş bulunmak-
tadır.
Milletimiz yüzyıllar boyunca
sayısız âlim, mütefekkir, edip ve
şair yetiştirdiği gibi bunlar arasında emsalsiz nüktecilerle heccav-
lar da yetiştirmiştir.
Nasrettin Hoca, İncili Çavuş,
Haşmet ve Sururî gibi hazırce-
vaplıkta ölmeyen şöhretler ve halkımızın ruhuna sinmiş sayısız
kıymetlerimiz arasında Nesimi, Nefî, Eşref, Neyzen Tevfik, Üskü-
darlı Talât, Hüseyin Kâmi, Hüseyin Suat, Süleyman Nazif, Feyle-
sof Rıza Tevfik ve hattâ Yahya Kemal gibi yarattıkları şiir ve ede-
biyat nevileri arasında nükte ve hicve de yer ayırarak, ölmez be-
dialar bırakıp geçmiş ve yaşamakta bulunmuş olan sayısız şairle-
rimiz de vardır.
Netekisn
büyük şairimiz Yahya Kemal’in dilden dile intikal
eden ağır şakalarından illâllah demiş olan rahmetli Talât Paşa’nın
bir gün Bab-ı âliden çıkarken karşılaştığı şairimize:
—
Canım
Yahya Kemal Beyciğim, gazetelerin bazılarını kapa-
tabiliyoruz; fakat sizin gazeteyi nasıl kapatacağız? diye düşünüp
duruyoruz.
Dediğini,
şairimizin de derhal:
—
Kolayı
var Paşam; tabancanız yanınızda değil mi?...
Diye
cevap vermiş olduğunu iyice hatırlıyorum.
Ancak bu emsalsiz şairlerimizin
çoğu hicivlerini kitap halin-
de intişar eden eserlerine almadıklarından her biri birer kıymet
olan ve devirlerinin hususiyetlerini tebarüz ettiren bu dilber par-
çacıklar maalesef özelliklerini koruyamamışlordır. Bu yüzden de
ya kimlere ait oldukları anlaşılamamış, veyahut bunlara bazı kim-
seler tarafından müstehcen ibareler karıştırıldığı için kıymetlerini
ve dolayısiyle meraklıları tarafından ezberlenme şerefini kaybedip
gitmişlerdir.
Bugüne kadar gelmiş ve hayat
boyunca gelecek nesillerimize
de intikal kudretini muhafaza etmiş olan hicviyelerini eserlerinde
toplayabilen şairlerimizden ancak rahmetli Eşref, Neyzen Tevfik,
Halil Nihat Boztepe, Fazıl Ahmet ve Namdar Rahmi Karatay gibi
şu anda isimlerini hürmet ve rahmetle anmakta bulunduğumuz
sayısı mahdut kıymetli şairlerimizi hatırlayabiliyoruz.
Öteki şairlerimizin, herbiri
ayrı ayrı birer kıymet olan bedia-
lan maalesef ya meraklıların defterlerinde veya gelip geçmiş olan
gazete ve mecmuaların sahifeleri arasında gömülüp kalmışlardır.
Değerli araştırıcımız Hilmi
Yücebaş, kıymetli eserinde de
ifade etmiş olduğu gibi - cidden büyük bir emek sarfederek 15. Yüz-
yıldan bu güne kadar Türk hicvini objektif bir görüşle incelemiş
ve 300 şairimizin hicivleıini, nüktelerini ve hâtıralarım ihtiva eden
mükemmel bir eseri meydana getirmekle edebiyatımızın bu kıs.
mma ait binanın ilk temel taşını yerleştirmek başarısını göster-
miştir.
İçi kadar dışı da zarif bir
baskı ve kapakla işlenmiş olan bw
değerli eseri büyük bir haz ve istifade ile okudum. Her sımf okur-
larımıza ve bilhassa Edebiyat öğrencilerimize öğünerek tavsiye et
meyi bir vecibe sayıyorum.
Yeni
Adana 4/2/1955 Mehmet
Behçet PERİM
F:
2
TÜRKİYEDE ÇIKAN İLK MİZAH GAZETESİ
Memleketimizde çıkan ilk mizah
gazetesi, müstakil bir mizah
gazetesi olmayıp «Terakki» isimli gazetenin ilâve nüshalarıdır.
1868 de Ali Raşit ve Filip
efendiler «Terakki» isimli gazeteyi
kurmuşlardı. Arapça olarak çıkan «Elcevaip» isimli 'bir gazetedeki
yazıyı iktibas ettiği için kapatıldı. 1874 senesine kadar bir kaç de-
fa daha kapatılıp açılan günlük Terakki gazetesi, haftada bir de-
fa kadınlara mahsus ilâve sayısı ve bir de yine haftalık bir mizah
ilâvesi çıkarmıştır. Bu ilâve mizah gazetesi ilk Türkçe mizah gaze-
temizdir. Bu mizah gazetesinin ismi «Letaifi Asar» dır.
Selim Nüzhet Gerçek «Türk
Gazeteciliği» isimli eserinde «Le-
taifi Âsar» hakkında şunları yazmaktadır:
«İptidaları içinde resim
olmadığı gibi, mündcrccatı da olduk-
ça saçmadır. Muharrirleri öteye beriye yaptıkları tarizler, neyi kas
dettikleri pek iyi anlaşılmıyaıı sözlerle epeyce bir müddet gazeteyi
doldurmaya çalıştılar. Fakat muvaffak olamadıklarını kendileri dc
anladıklarından gazetenin gerek başlığında, gerek münderecatıııda
değişiklik yapmıya mecbur oldular. Bunu gazete kendi itiraf edi-
yor: «Vakıa bu âna kadar fena değil idiyse de pek de iyi denecek
derecede değildi. Bu defa külahı çıkarılıp günleri tebdil olundu. Ve
tefevvuku inkâr olunmaz bir hale geldi.»
Bu tefevvuk kâfi derecede
değildi. Gazete bir müddet dah\
oldukça sönük bir tarzda neşriyatına devam etti. Bir müddet daha
sonra ise, Letaifi Asarın hacmi büyüdü. Tam bir mizah gazetesi
şeklini aldı. Ve şaka tarzında esaslı tenkidler yapmağa başladı. En
son nüshalarında karikatürler de vardır. Terakki’nin iptidaları «Te-
rakki» sonraları «Letaifi Âsar» ismi altında küçük kıtada intişar
eden bir mizah serisi daha vardır.
Terakki’nin muharrirleri
arasında Hayrüddin imzasiyle yazı
yazan Karski isminde bir Lehli vardır. Bu imza sahibinin bütün
yazılan hürriyet telkini ile doludur. Ebüzziya Tevfik, Suphi Paşa
zade Ayetullah bey, Kemal Paşa zade Sait bey ve İsmail efendi is-
minde bir zât da muharrirlik ederlerdi»
Gazetenin tetkik edilen
kolleksiyonunda, gazete sahibinin Ali
Raşit yerine sonradan Mustafa Ragıp olduğu görülmüştür.
★
MİZAH GAZETELERİ DÜŞMANLIĞI
Mizah gazetelerinden hükümetin
ürkmesinin bir tarihçesi var-
dı. Teessüslerindenberi 'bunlardan hükümet çekiniyordu. Aşağıya
koyduğumuz iki resmî vesika mizah gazeteleri hakkında, Azizin de,
ne düşündüğünü gayet beliğ şekilde ifade etmesi hasebile mühim
dir. Bu vesikalardan birisi Azizin son günlerinde ve Mahmut Ne
dim Paşanın matbuatı kasıp kavurduğu ikinci sadaretinde neşro.
lunmuştur. Mizah gazetelerine sansür koyan bu tedbirlerin tari-
hinden bir kaç ay sonra da sansürün bütün matbuata teşmil edil-
mek istendiğini evvelce görmüştük.
Vakit
gazetesinin 14. II. Kânun 1876 tarihli nüshasından:
«Matbuat İdare-i behiyyesinden
Ceride-i Havadis matbaası-
na gönderilen ilân-ı resmîdir:
«Mizah gazetesinin tabı ve
neşretmekte oldukları resimlerin
bir takımı hükümetin politikasına ve edyan ve mazahibe (1) ve ef-
radın namus ve haysiyetine ve ekseri âdab-ı umumiyeye dokunur
şeylerden ibaret olduğuna ve gazetelerin her nevi menafi-i âmme
ye hizmet vazifesi ile mükellef bulunup, gazetecilik vezaifini mizah
ve lâtife zemininde ifa etmeleri lâzım gelen mizah gazetelerinin
ifayı vazifeye bedel bu misillû resimlerle tahdiş-i ezhân (2) ve if.
sad-ı ahlâk (3) eylemeleri bu veçhile şayan-ı tecviz (4) olamaya-
cağına binaen fi mabât (5) mizah gazetelerile neşrolunacak resim-
lerin zirlerine (6) tahrir edilecek (7) ibareler ile beraber Mattouat
İdaresine irae olunmadıkça (8) ve idareden üzerlerine «taboluna»
diye işaret edilmedikçe neşrolunmaları taht-ı memnuiyet-i katiy-
yeye (9) alınmış olmağın (10) ilân-ı keyfiyyete iptjdar olunur..
17
Zilhicce 1292.
13
II. 1876.
Diğeri de aşağıdadır. Ve
Beşinci Murad’ın ilk günlerine, Mü-
tercim Rüştü Paşanın, dördüncü sadaretinde ipka edildiği zaman-
lara rastlar. Bu da artık hükümetçe mizah gazetesi için imtiyaz
verilmiyeceğini bildirmekle 'beraber mevcutlan da şiddetle tehdit
etmektedir. Mütercim Rüştü Paşanın ıbu hususta Mahmut Nedim’-
den âdeta ders aldığı görülmektedir.
Vakit Gazetesinin 4 Ağustos
1876 - 12 Recep 1293 tarihli nüs.
hasından:
«Bir vakittenberi Hayal
Gazetesi, Basiret ve Vakit gazeteleri
sahibi imtiyazları aleyhinde bir takım makalât-ı tezyifiyye (11) der-
cetmesinden dolayı Basiret ve Vakit Gazeteleri müdafaa etmekte
ve Hayal gazetesinin sahibi imtiyazı idareye celbile o misillû ag-
raz-ı şahsiyeye (12) ve mekalât-i kabiha ve müstehcene (13) ile
tesvid-i sahaif (14) etmemesi biddefeat (15) tembih ve ihtar edil-
miş ise de ısga (16) etmiyerek, mezkûr gazetelerin sahibi imtiyaz-
ları aleyhinde muhilli namus ve edep (17) makalât dercine devam
ettiğine ve mezkûr gazeteler tarafından dahi bilmukabele (18) ma-
kalât-ı cevabiye-i tezyifiyye (19) yazıldığına ve bu halât-ı bî ede-
bâneye (20) sebeb-i müstakil (21) Hayal gazetesi olduğuna ve va-
sıta-i intişar-ı edeb-ü irfan (22) olan evrak-ı havadis (23) in böyle
kanunen ve nizamen memnu olan mezemmet-i eşhas (24) ile işti-
gal etmeleri katiyyen caiz olmadığına mebni mezkûr Hayâl gaze-
tesi bilkülliyye (25) fesih ve ilga (26) ve poitikaya mahsus gazete-
ler ise sırf havadis neşrine münhasır olduğundan Zeydü Amri tez-
yif ile namus ve haysiyete dokunur şeyler dercettikleri ve sureti
ifadelerinde zerre kadar ihmal-i elfaz (27) istimal ettikleri halde
derhal ilga edileceği evrak-ı havadis sahibi imtiyazlarına ihtar ve
bundan böyle hezliyat ve mizaha dair varakpare (28) neşrine me-
sag (29) gösterilmeyeceği ilân olunur.»
Bu resmî ilânda dikkate çarpan
bir cihet de; politikaya mah-
sus gazetelerin yalnız «havadis neşrine» mezun olmalarıdır.
SERVER
İSltİT
«Türkiycdc Matbuat Rejimleri. S. 44»
Terimler
(1) Dinler ve mezhepler, (2)
zihinleri bulandırmak, tırmala-
mak; (3) ahlâkı bozmaları; (4) kabul olunabilir; (5) bundan son-
ra; (6) altlarına; (7) yazılacak; (8) gösterilmedikçe; (9) kesin
<rlarak yasak edilmiş; (10) alınmakla; (11) kötüleyici nıakaieleı;
(12) şahsî garazlar. (13) kaba ve müstehcen makaleler. (14) sayfa
karalamak. (15) bir kaç defalar. (16) kulak asıltın yarak; (17) ma-
kaleler yaznuya; (İS) karşılık olarak; (19) cevap olarak verilen
ycricl makaleler; (20) bu edebslzcesine haller; (21) başlıca sebeb;
(22) irfan ve edebin yayılmasına vasıta olan; (23) gazeteler; (24)
şahıs çekiştirmek; (25) tamamen; (26) yoketmek ve kaldırmak
(27) kontrolsuz lâf; (28) gazete; (29) izin.
Hiciv, daima hürriyetsizlikten
doğmuştur. Bu sebeple daima,
haklı ve kuvvetli, daima keskin ve sert, daima küstah ve küfürbaz
ve daima kısa ve acıdır.
Hiciv
kelepçelenemez, zindana atılamaz, öldürülemez.
Hiciv, zâlimin hayasız
suratında, istibdatın nâmert alnında
açılmış, derin kırbaç yarasıdır. Seyrinden iğrenme ve iç sıkıntısı
hissedersiniz.
Dünyada hicvedilmeye hak
kazanmanın korkunç hacaletini
hiç bir makam ve hiç bir kudret ödeyemez.
Büyük imanlar ve büyük
kanaatler üzerinde insanların alay
etmesine, istihza etmesine ne din, ne ahlâk, hatta ne de politika
müsaade eder.
ŞAİR EŞREF, — ki bugün
unutulmuşa benziyor — Edebiyatı-
mızın, en büyük, en realist, en yaman hicivcilerinden biridir.
Zakkum: 10-3—951
(TA
KA)
★
HİCİV VE MİZAH
Hicivle mizah arasındaki farkı
inceden inceye tayin etmek
belki müşküldür. Fakat nebatla hayvanı birbirinden ayıran geniş
hatlara benzeyen bazı vasıflan çizmek mümkündür.
Hiciv ve mizah bir taraftan bir
mizaç meselesi olmakla bera-
ber bu mizacın kökleri bir sosyetenin tarlasındadır. Sosyete tıpkı
toprağa, havaya, suya benzer bir vazife görür. Mizahın ve hicvin
inkişafı her devirde aynı olmamıştır. Her devirde insanlığın haya-
tına tekabül eden bir sanata sahip olmuştur. Fakat her devirde
insan mizah ve hicvi açık, bariz hatlarla kullan anlamıştır.
Mizah zekâsı yaşanan hayatın
gülünç taraflan keşfedildikten
sonra ancak faaliyete geçebilir. Yaşanan hayatın gülünç tarafları-
nı görmek için neşeli alaycı bir ferdin doğması kâfi değildir.
Büyük istibdadlar daima
cüretlerini insan ruhundaki büyük
imanlara, büyük kanaatlere istinat ettirdikleri içindir ki, sosyete
içinde mizah kulaktan kulağa ve gizli cereyanlar halinde yaşar.
Büyük kanaatlerin, insanların
hüküm sürdüğü zamanlarda
sosyete dogmatik bir takım kaidelere gönlünü vermiştir.. Cemiyet
kendinin kaidelerinin harareti sayesinde yaşadığım sanır. Tenkid,
kaidelere, bu kaide ister din, ister ahlâk, ister estetik, ister siya-
set olsun cüretle dil uzatmaktan doğar.
Eğer hararetini kaybeden bir
kaide cansızlaştığı anda insan-
ların arasından çıkıp gitse idi mesele yoktu. Derhal eskinin yerini
yeni alırdı. İmanın yerini iman, itikadın yerini itikat kaplardı.
Denizle karalar arasındaki
muvazene gibi bir hâdise eğer in-
san ruhlarında hüküm sürseydi.
Bir imanın tenkid örsti altında
ezilmesiyle onun bizleri ter-
ketmesi arasında büyük zaman ve mekân farkı vardır.
Bu zaman ve mekân ayrılıkları
insan ruhunu türlü, türlü iş-
leyen bir lâboratuvar haline koyar.
Zaman olur ki eskiyen
itikatlara karşı hassasiyetimiz âdeta
kaybolur, yerine <le yeni bir hassasiyet, yeni bir hâkim itikat geç-
mez. Her şeyi alaycı ve lâkayt bir gözle seyrederiz. Bu alaycı gö-
zün gördüğü dünya yüzde yüz sevilen, yüzde yüz güzel olan bir dün-
ya değildir. Karikatürdeki güzellik, çirkinlik bu görüşün miyarıdır.
Sevgi yerine alay hâkim olmuştur.
Mizah bu devirlerde inkişaf
eder. Yani hassasiyetin, imanın
yerini zekâya terkettiği zamanlarda kuvvetli mizah hükmünü sü-
rer. Mizahta tahribçiliği besleyen bir hamle de vardır.
Bu onun kahraman, yaratıcı ve
kâşif cephesidir. Bu itibarla
mizah eğlendirme vasıtası değil bir yaratma işidir.
Hiciv mizahtan daha
kuvvetlidir. Hattâ denilebilir ki, hicvin
ve mizahın hududunu ayıran en kuvvetli unsur mizahın sadece ze-
kâ ile işlenmesine mukabil hicvin hem zekâ, hem de imandan kuv-
vet almasıdır. Hicv eden adam san’at hududu içinde kalmak şar.
tiyle bir taraftan zekâsını kullanır. Burada zekâ sadece tahribci
bir rol oynar. Fakat, buna mukabil gizlediği, ortaya koymadığı fa-
kat hissettirdiği bir tarafı da vardır: İman!
Bir
şeye inanmıyan adam hiciv yapamaz.
Hiciv yaşanacak bir hayat
tasavvuruna dayanarak inkişaf
eder. Mizah sadece zekâyı bir nokta etrafında işaretler. Fakat hi-
civde, olması lâzım gelen hayatı menfi şekilde anlatan bir idealizm
ve zekâ eseri göze çarpar.
Meselâ bizde
Ahmed Rasim mizaha, Eşref hicve en güzel mi-
saldir. Fikir
ve San’at: 1939 Sadri ERTEM
TENKİT, HİCİV VE DİVAN EDEBİYATI
Divan edebiyatında insan! ve ahlâkî,
zekâya müstenit ve ha-
kikî hiciv ve tenkid arasak, bu maksatla bu edebiyatı baştanbaşa
tarasak elimize noksan, eksik ve çok küçük bir mecmuacık geçer
mi dersiniz? Ummuyorum. Bu edebiyatta hiciv, tahkir ve terzilden
başka birşey değildir. Buluş yok değildir. Bu vâdide çok, pek çok
yeni, yakası açılmadık buluşları vardır şairlerimizin. Vezin ve ka-
fiyeli sövmenin daniskasını bilir onlar. Fakat buluşların hepsi de
birbirinden bayağıdır. Bu çeşit buluşlarda adeta ibda kudretini
gösterirler.
Aynı zamanda bu hakaretler,
şahisdir de. Şair, en faziletli bir
adamı, her hangi bir vesileyle rezil rüsvay eder. Bu hususta nasıl
bir örnek verelim, şaşırdık doğrusu. Hicvettiğini, hırisityan patri-
ğinin donmuş ve tecessüm etmiş zartasına benzeten şair,
Dehân-u
gabgab-u enfinc nlsbet pâktir bat kat
diye başlıyor. İkinci mısraını yazamıyacağız, bilmeyenler bilenlere
sorsunlar!
Divan edebiyatında alay (mizah)
da böyledir. Şair söylenmez
bir uzvunun rezilce marifetlerini sayıp döker ve bununla alay etmiş
olur. Bir cemiyetin zevki, bunlarla terbiye edilirse elbette nükte-
leri, belden yukarıya çıkmaz ve şakaları yüz kızartır. Böyle nükte-
ler sarfını âdet edinen bu çeşit şakaları kanıksayan bir topluluk da
elbette menfaatine yardım edeni över, kızınca söver ve âciz kalınca
da döver!
Bu bahsi fazla eşelemiyelim.
Sözün kısası öyle över divan şai-
ri, böyle eğlenir ve böyle söver işte.
(Divan
edebiyatı beyanındadır, sahife: 67-66 1945).
Abdülbaki
GÖLPINARLI
★
HİCVİYELERE DAİR
Meşrutiyetten sonra Yeni
Gazetede şair Eşref, _ Galiba
«râd-ı kaza» başlığı altında kıt’alar yazardı. En büyük kudretini
hiciv yazmakta gösteren bu şairin bu kıt’alan yüzde yüz hiciv miy-
di? bilmiyorum. Ortada en geniş hürriyetlerden biri bulunmasına,
rahmetli Eşrefin de usturuplu ağız bozmakta üstad olmasına rağ-
men bu kıt’alarda kendisine:
—
Edeb
yahu!
Dedirtecek
bir tarafı pek yoktu.
Çünkü hiciv denilen şey,
kulaktan kulağa okuncak, pek hu-
susî defterlere kaydedilen neviden olduğu zaman, pek yakın tanı
dıklar arasında dilden dile, defterden deftere dolaşacak bir cazibe
taşıyor.
İzmirde Eşrefin meclislerine
devam etmişfe üstadın hizmetin-
de bulunmuş zatlardan birisi hayatta ve İstanbulun basın âlemin-
dedir: Hüseyin Rifat.
Bu zat, Eşref hayatta iken,
hattâ oğlu Mustafa Şâtim öteberi
yazarken şiirden hoşlanıyordu belki ama, şiir ve hiciv yaızyor muy-
du? bilemiyorum. Çünkü hiciv, edebi kaidelere, zekâ kurallarına
ve nükte icaplarına uygun olarak ağzı bozmak demektir. Mesleği
icabı, her şeyi en hassas terazilerle tartmağa alışmış olan Hüseyin
Rifat, kimyagerlik ve eczacılık ettiği zaman, öyle sanırım ki,
tdrâk-i maali bu küçük akla gerekmez,
Zira bu terazu bu kadar
sıkleti çekmez.
Hikmetini
hatırlamış, ölçü dışında hicivler yazmamıştı.
Onun şairliğini geliştiren, ona
ilham veren «üzüm kızı» ol.
muştur. Bir zamanlar, bilirsiniz, üstad bu ismi taşıyan bir rakı çı-
karırdı. Onun hakkında yazdığı şu toeyte bakınız:
O kadar sâf-ü elezdlr kİ rakım,
İki zıkkımlanırım, bir
satarım.
Bir kaç gündür Hüseyin Rifat,
vaktile Eşref’in Yeni Gazetede
yaptığını bir İstanbul gazetesinde yapmağa başladı.
Fakat kulaktan kulağa
fısıldanacak, defterden deftere gizlice
geçirilecek kadar cazibeli (!) olmayan bu efendice hicivler neye
yarar?
Onlar öyle kıt’alar olmalı ki
yazarken yazanı okurken oku-
yanı kızartmali!
Bu hicivlerdeki efendice üslûp,
hiç de o işi göremiyor. Halbu-
ki edebiyattaki kudreti, kimyagerlikte, seyrisefain meclisi idare
âzalığında ve demokratlıktaki kudreti derecesinde yüksek olan
şairin o çeşit hicivleri de kulaktan kulağa dolaşmaktadır.
Ufuk
23-6-946 Nurettin
ARTAM
Hiciv iyi bir şey midir, kötü
şeyler midir? Bunu bir trafa bı-
rakacağım. Bu türlü yazıların edebî nevilerden birisi olup olmadığı
da bir yanda dursun. Ben, bu fıkramda hiciv yazan ve yapanların
ne karakterde adamlar olduğu noktası üzerinde duracağım
Bizde
hiciv vadisinde yazılmış eserlerin en eski ve en meş-
buru
Şeyhi’nin Harnamesini hesaba katmıyorum Nef'inin Si.
hâm-ı Kaza’sıdır. Hani bir gün okunurken okunduğu yere yıldırım
düşünce bir şairin:
Gökten nazire indi siham-ı
kazası’na
Nef’i diliyle uğradı
Hakkın belâsına
Dediği
eser. Şair, bu kitabında kendi öz babasına varıncaya
kadar kimleri hicvetmez!
Nihayet
ölümüne sebep de Bayram Paşaya karşı gösterdiği ce-
lâdettir ki bir cümlesi tavuk kümesinde boğulmasına sebep olmuş-
tur.
Hiciv
denilince hatıra şair Eşref gelmesin olmaz. O da Sultan
Hâmid’le Şeyhülislâm Kapısı ile, daha sonra İttihatçılarla mısra,
mısra dövüşebilmek için ne zaruretleri, ne sefaletleri göze almıştı.
Kahire’de çektirdiği bir resmi bir dostuna hediye ederken bunu
kendine benzetemediğini, başkalarının da benzetemiyeceğini söy-
liyerek zaruret ve sefaletini şu tek mısraa sığdırır:
Giydiğim gömlek emanet fes
elin
Nihayet
Neyzen Tevfik’e gelelim. Onun da Allaha kadar dil
uzatan hicivleri bedii küfürlerdir ve hepsi kudret ve otorite sahibi
kimseler ve makamlar aleyhindedir.
Bu
şairler bunları yazarlarken merdane bir cüret ve cesaret
göstermişler, durumlarının tehlikeye düşmesine, ekmeklerinin el-
lerinden alınmasına, hattâ yerlerinden, yurdlanndan olmıya al
dırmamaçlardır. Ziya Paşanın «Zafemame» si de böyledir.
Hazır
hiciv mevzuu açılmışken bunların üç modem örneğin
den de bahsedelim. Bunlar Fazıl Ahmed’in, Hüseyin Kâmi’nin ve
Halil Nihad’ın bazı eserleridir. Hüseyin Kâmi’nin İttihatçılara,
Fazıl Ahmed’in İtilâfçılara, Halil Nihad’ın gene zamanının ileri ge-
lenlerine takılan parçalarına modern hivic demek istiyorum. Fa-
kat bunların çoğunda edebî bir renk, bediî bir değer vardı.
Bu
arada beğenmediğim Hüseyin Rıfat’ın kıtalarım bile ce-
saret gösterilerek yazılmış parçalar diye vasıflandırmak mümkün-
dür.
Demek
ki hicviye yazanlarda bulunması gereken vasıflar da
vardır. Her hangi bir adam çıkıp dün öptüğü ele bugün tükürme-
ğe kalkarsa, onda bu cesareti göremediğimiz için tiksiniriz. Eski
heccavlar bu kadar düşkünlük göstermediklerinden dolayı.
Nurettin
ARTAM
HİCİV HAKKINDA
Hicvin bu ad altında toplanan
benzerlerinin, bir sanat ma-
teryaliyle işlenmiş olmaları, onları edebiyat çeşitleri araşma sok-
muştur. Hiciv ve benzerleriyle komedi, mizah gibi seçkin ve açık
ifade şekli taşıyan ve halk seviyesine inebilen bu edebiyat çeşitlen
hemen herkeste coşkun bir yankı yaratmaktadır. Bunlar her sami-
mî topluluklarda söylenir, okunur ve not edilir. Hakikat böyle iken
bu çeşit edebiyat eserlerinin yayınlandığı pek seyrek oluyor. «Müs-
tehcen», «galiz» ve «perde-birün» hükümleriyle bu gibi eserler an-
cak mahrem defterlerde yer almaktadır. Bu eserlerin kaybolma-
dıklarına ve ölmediklerine bakılacak olursa bunları saklıyan bir
kültür zümresi var demektir.
•+
*
Hiciv edebiyatı, günlük
hâdiselere cevap bulmak bakımından
bunalmış kapasiteleri aydınlattığından içsel ve sevilir bir edebiyat
nevidir. Sanatın değerlenmesinde iki kanaat vardır: Birisi, onun
mutlak bir sanat oluşu; diğeri, cemiyete olan faydasıdır. İki ayrı
ekol tefekkürünü kasdeden bu aykırı anlamlarda hiciv edebiyatı
müşterek bir mevki gösteriyor; hem bir sanat ve hem de bir cemi-
yet faydası olduğunu bildiriyor.
Evet, hiciv edebiyatında moral
motifler azdır ve ibret süjele-
ri bir kül teşkil etmez ama, onlardaki samimiyete dayanan sanat
ve esprideki incelik onu hakkiyle anlıyanlarca bize birçok şeyler
duyurur ve kıvançla okutturur. Hicivde mevcut bu farikaların ka-
litesi yükseldikçe eserlerin kaba zannedilen tarafları hazlı bir duy-
gu içinde kaybolur, hâfızaya çabuk yerleşir ve sanatın kuvveti onu
hattâ bediî bir hale sokar.
F.
UZrN
★
ALAY, ŞAKA, HİCİV
Politika dedikoduları içine
giren bir tenkldci, şakaya, hattâ
öfkeli hicvi hoş görmeğe alışmalıdır. Kendinde tenkid etmek, alay
etmek, şakaya ve hicve almak hakkını bulan, bir başkasına bu
hakkı çok göremez.
Alay, şaka veya hicvin azdıncı
değil, usları dinci bir tesiri
vardır. Esneten kuru nasihat hatırdan ne kadar çabuk silinip gi-
derse, dokunaklı bir alay nüktesi insanın içine o kadar işler. Alay,
şaka veya hiciv, ister istemez mübalâğa eder. Mübalâğa «kabalaş-
ma», «galizleşme» demek değildir.
yerinde
bir nüktenin, bin yumruktan daha terbiyeci oldu-
ğunu kavrayabilseydik!
Hayat durmadan küplere binmeğe
değer mi? Somurtkan su-
rat, öz babanın da olsa çekilir şey mi?
Dünyaya
biraz da eğlenmeğe geldik.
Dünya
23-3-952 Fallh
Rıfkı ATAT
★
ŞİİRİMİZDE HİCİV
Şiirimiz hicivde bir bakıma
fazlasiyle yer bulmuştur. Hicivde
nam salmış birçok şairimiz vardır. Bunların başında Nef’iler, Eş-
refler, Fikretler, Halil Nihatlar ilk akla gelenler arasında sayıla-
bilir. Bu kadar bol hicivci vermemize rağmen, hicivde dar bir şahıs
ve his zaviyesinden görüş, en büyük kusurumuz olarak işaret edi-
lebilir.
Bununla beraber, Fikret ve
Halil Nihat şahıslara bağlanan hi
civ ananesini kökünden sarsacak kadar cesaretli hamleler yapmış-
lar ve bunu eserlerinde aksettirebümişlerdir. Fikretin şiirlerinde
bütün devrinin sakatlıklarını, çarpıklıklarını
olanca aydınlığiyle,
görebilirsiniz. Halil Nihadm aramızdan ayrılmadan önce yayınla-
dığı «Ağaç Kasidesi» nde yaşadığımız devrin inkılâplarımızla içiçe
ifrata kaçan taraflarının iğnelenmesine şahit olursunuz.
Divan edebiyatının en dikkate
değer simalarından biri ve hiç-
bir kuvvetten yılmıyacak kadar kudretli bir kelâm kahramanı olan
Nef’i, cesareti ve mücadele mevzuları bir uçtan sosyale bağlı bu-
lunmakla beraber, hicvinin sıklet merkezinde şahsiyattan kurtula-
mamıştır. Vezir Bayram Paşa ile kendi hayatına mal olacak kadar
uğraşması onun bu davranışının açık bir delilidir. Fakat, asıl üze-
rinde durulacak nokta, hattâ aralarına Namık Kemal ve îsmail Sa-
fa’yı da alarak, hiciv yazmış bütün şairlerimizin medenî cesaret-
leridir. Bu medenî cesaret sayesinde yazdıklarını, köşede bucakta
saklamamışlar, her türlü vasıtaya başvurarak onlara geniş bir ya-
yılma sahası kazandırmağa çalışmışlardır. Bu türlü davranışları
kiminin odunluklarda boyunlarının vurdurularak cesetlerinin de-
nize atılmasına, kiminin menfalarda çürümesine, kiminin de ken-
dilerinden en fazla faydalanılacak bir zamanda bir köşeye atılarak
paslanmasına sebep olmuştur.
Aşın bir değersizlendirme
hareketi için, hiciv daha evvelki
jaşka duygunun, yani aşın bir değerlendirmenin bir aksülâmeli
şeklinde görülebilir. Bunda fazla yanlışlık olmasa gerektir. Hücum
adilen, eğer anormal duyguların emrinde hareket edilmiyorsa, ya
doğrudan doğruya veya dolayısiyle kendisinden zarar görülen şa-
his veya şeydir. Burada zarar görme hicivcinin yalnız kendi ben;
bakımından mühim değildir. Memleket veya zümre de zarar göre-
bilir ve hicivci de zarara uğrayabilir. Hicivci kendi zararlarını bir
.îosyaltarafa bırakarak topluluğun zararı uğrunda ayaklandığı öl-
çüde sosyal olmak vasfını kazanacaktır. Adlarını saydığımız şair-
lerin hicivlerinde derece derece sosyal hâdiseyi bulabiliriz. Bazıla-
rında sosyal hâdiseye rastlamak yolunda yapılacak izahlar belki
biraz zorlama gibi görülebilir. Ama onların kendi benleri dışında
hiçbir endişeleri bulunmadığı ileri sürülemez.
Son günlerde yayınladığı
«Hicivler» adlı kitabıyla hececi şair-
lerden Orhan Seyfi de hicivciler arasına katılînak gayretini gös-
termiş. Kitabının ruhunu, hicvin en iptida! mânada tarif vesaiki,
na uygun bulduğumuzdan üzerinde duruyoruz. Nitekim tamamiyle
politik bir mahiyet taşıyan bu kitap, bir ikisi müstesna muvafık
basında bile kötü karşılanmıştır. Bunun sebebi de meydandadır.
Şair Orhon, kendisini son devreye kadar milletvekili seçi’emediği
ve bundan da onu mes’ul tuttuğu için, ağır bir şekilde hicvetmek-
tedir. Daha altı ay öncesine gelinceye kadar göklere çıkarılan bir
zatın böyle birdenbire yerin dibine geçirilmesi, fizik kusurlarının
ailesine bile teşmil edilerek ortaya konulması, kökleşmiş bir min-
net duygusunun muayyen sebeplerle tersleşivermesinden başka hiç-
bir şey ifade etmez. Şairin, meçhulümüz olmıyan saiklerle kaleme
aldığı «Hicivler», politik temayülü ne olursa olsun, hiciv edebiya-
tımızda şahıs ve ben zaviyesine en fazla yapışık, sosyal vasıftan
an fazla uzak, his köpürüşlerini aşamamış bir nümune diye göste-
rilecektir.
Hafta Vecdi
BÜRÜN
★
HİCİV Mİ? VOLTA MI?
ZAFER-İ MUSANNA!... VE YENİ HECCAVLAR...
Ra.7.1
ölümler var ki, bir mazhariyet, bir iyi talih eseri sayıla
bilir. Fakat yine, öyle yaşamalar var ki, tamamen bir talihsizlik
eseri oluyor. Halkın nefret ve lânetini, en yakın dostlann ihane-
tini ve yüz çevirmesini görmeden ölüp gidivermek gefçekten bü-
yük talih eseri...
Görmeden
bugünü vaktlle ölenler gülsün...
Gül
gibi hâk-i mezara dökülenler gülsün!...
diyen şair, bu mısraları sanki bugün için söylemiştir. Gül gibi ol-
masa da, hattâ hâke de dökülmek nasip ve müyesser olmasa, yine
de ölmüş olmak bir saadet!...
Politika hayatında, ölmeden
evvel ölmek bir facia!... Bunun,
uzaktan seyri bile acı... Hemen Allah kimsenin başına vermesin!..
«Felek
göstermesin bir yerde âsâr-ı izmihlâl!...»
C. H. P. nin başına bir
izmihlâl felâketi gelince bu mısraın
derin mânâsım gözlerimizle gördük ve hâlâ da görüyoruz. Hem de
nasıl?... En pısırık bendegân bile efendilerine velinimetlerine dil
uzatabiliyor. O derecede ki, düşmanlan bile mebhut eyliyecek ka-
dar...
Bizim
krk yıllık hececi başı da heccav olup çıktı.
Bu nasıl olur?... demeyiniz; bu
dünyada olmaz olmaz!... İhti-
yaç ve zaruret insanı, durup gururken, heccav da yapabilir... OT-
han Seyfi’ninki de böyle; lüzumuna binaen?...
NEF’İDEN
EŞREFE VE NEYZENE KADAR...
Hececi heccav oldu, diyoruz
amma, oldu demekle olur mu
hiç!... İkisi de (Hece) ile başlıyor amma sonra tamamen ayn isti-
kametlere gidiyor... Ressam nasıl karikatürist olmazsa, bir şair de
kolay kolay heccav olamaz. Hiciv, şiire benzemez, belâlı bir iştir.
Karikatürist, hapsi göze almış;
hicivci de kelleyi koltuğa almış
adamdır. Çünkü hiciv ve karikatür, insanlann maddî ve manevi
varlıklanna zayıf, sakat, sivri taraflanna dokunur, blöfleri ortaya
koyar ve daima sahibi için acı olan gizli hakikatleri açıklar. Hiciv-
de temel: Mazmundur. Hakikî bir heccav, bir mazmun yakaladığı
zaman, onu ne pahasına olura olsun kullanır ve kendisini bu sanat
yolunda, hiç yoktan tehlikelere atar. Bunu Eşref, ne güzel ifade
etmiştir.
«Eylemem
hicv-i cdânı eylemekten içtinab
Doğruyu
söyler, gezer bir şairim.
Hoşça
bir mazmun bulunca Eşref!... ^
Kendimi
hlcveylemezsem kâfirim...»
Hicviyeci için asıl olan
menfaat, kin ve nefret değil, sadece
mazmundur. Hakiki bir heccav, bir mazmun yakaladığı zaman onu.
her
ne pahasına olursa olsun kullanır ve bunu bilhassa iktidarı
elinde bulunduranlara yöneltir!...
Edebiyat tarihimize baktıkça
görürüz ki, hiciv, (Merd-i Su-
hen) lerin kârı olmuştur. Hakikati sevenlerin, hür düşünen ve tok
söyliyen insanların işi olmuştur. Nef’iden tutunuz da, bugünkü
Neyzen Tevfik’e kadar bütün hicivcilerimiz tok sözlü, dik başlı er.
kek adamlardır.
Bilmem ki, Orhan Seyfi’nin
düşmüş, zebunlaşmış bir iktidara
yönelttiği ve adına hicviyeler dediği hecelerden kaç tanesi nesille-
rin hâfızalarında Eşref’in kıt’aları ile yanyana kalabilecek!... Te-
menni edelim ki Eşref’in ruhu onun bu teşebbüsünden haberdar
olmasın... Eğer bir duyarsa:
Şuaradan
bulunup cy sövüşen mcş'areler,
Terkedin
âleme karşı bu çocuk âdetini...
Bir
daha böyle sövüp saymanızı duydum mu,
Alimallah cümlenizin ....... !...
diye
bavlıyacağı muhakkak.
YEK VÜCUT VE İKİ O!...
Hececinin (Hicivler) inden
Eşref’in henüz haberi yok. Şimdi-
lik kendisine talebe nev’inden bir genç sataşmış... Hem nerede:
C. H. P. nin baş düşmanı olan Kudret’te... Hicivleri, münevverler
ve halk beğenmek şöyle dursun Kudret bile nefretle: «Tû Sana!»
diyiverdi.
Yeni hicivci bir mısra-ı
berceste ile cevap verecek yerde ayni
mazmun ile yani «Tû!... Sana oğlum!» diyerek bir cevap verdi ve:
«Mustafa Kemal Paşa, kendisinin Anadolu için zararl» olacağına
kani olduğundan kabul etmedi. Ters geri İstanbula yolladı. Ata-
türk’ün Millî Mücadeleye kabul etmediği Orhan Seyfi!... diye bir
şeyler söylüyorsun amma, o ben değilim. O sırada ben ne Ankara-
ya geldim, ne gelmeye teşebbüs ettim, ne de, tabiî geri gönderil-
dim.» dedi. Yazı sahibi gençle arayı fazla açmamak için, de alttan
alıp: «Türk edebiyatında hiç bu kitap kadar iftirasız, isnadsız, ga-
rezsiz, terbiyeli bir hiciv gördün mü?... Bunlara hiciv bile denmez,
yavrum!» diyip işin içinden sıyrılmağa baktı.
Orhan
Seyfi’nin, en doğru sözü bu son cümlesidir!
Fakat
asıl söylenmesi gereken şeyi söylemiyor. Ben o değilim,
o başkasıdır, diyip duruyor. O, o, ol... O kim yahu!... Anadolu’dan
geri gelen ikinin biri değil mi? İlâhi Orhan Seyfi, vücudünüzün öteki ba§ı
değil mi? Bu kadarcık küçük nüansı bir genç nasıl tef-
rik etsin?
Ha Ali Mehmet, ha Mehmet
Ali!... Arada teklif mi var?...
Hafta: Tozan
BOZAN
★
ŞİİR
KURBANLARI, EZA VE CEZA
GÖREN ŞAİRLER
Osmanlı tarihinin edebiyat
cephesi de hayli kanlıdır. Bazan
din, bazan siyaset vesile yapılarak, vani dinsiz veya muhalif deni-
lerek zaman zaman şair kafası da kesilmiştir. Şair, güzellikleri te-
neffüs ve terennüm eden sanatkâr demektir. Onlar hurafelerden
.grenirler, haksızlıklardan tiksinirler, hayatı ve kâinatı lekesiz bir
s Ö zellik içinde görmek isterler.
Hakları da yok değil. Çünkü
hurafeler, beşerin en yüksek sü-
iünü teşkil eden zekâya sürülmüş çamurlardır. Sezen bir dimağı,
duygulu bir ruhu ancak iğrendirirler. Haksızlıklar, beşerî duygulu
bir ruhu ancak iğrendirirler. Haksızlıklar, beşerî haysiyeti inciten
uğursuz yumruklardır. Hak mefhumuna saygı ve saygı gösterecek
kadar yüksek yaratılmış bir kalbe ancak bulantı verirler. Bu se-
beple şairlerin çirkin ve bâtıl fikirlere, hareketlere karşı feveran
göstermeleri gayet tabiîdir.
Fakat müstebit idareler,
çirkinlikten iğrenilmesine, nefret
gösterilmesine de tahammül edemezler. Ondan ötürü hurafeleri
tezyif ve haksızlık yapanları tahkir etmek isteyen şairler her yerde
ve her diyarda asırlarca mücrim sayıldı, şiddetle takip ve tâzip
olundu.
Osmanlılık devrinde hayatı
tehlikeye ilk düşen şair «Şeyhi»
dir. O Germeyanlı ti ir hekimdi. İsmi Sinan olup şiirde «Şeyhi» mah-
lasını kullanırdı. Cehlin ilme, riyakârlığın doğru özlülüğe, yabancı-
ların yerlilere tercih edildiğini görünce dayanamadı «Hamame» yi
yazdı. Padişah başta olmak üzere devrinin toütün büyüklerini eşek-
likle itham etti. Fakat bu hicvini bitirir bitirmez savuştu, kellesini
koparılmaktan kurtardı.
«Şeyhi» nin çağdaşı olan
Türkmen İmadettin onun kail ar
mesut olamadı. Halepte Kölemen idaresine yakasını kaptırdı. Ne-
simi mahlası ile ün alan bu filozof Türkmen, hayrı ve aşkı telkin
ederdi.
Ferdiyeti gösteren insan ruhunun cemiyeti ve külliyeti
temsil eden İlâhi ruh ile denize karışan yağmur taneleri
gibi imtizaç eylemesi lâzım geleceğini söylerdi. Bu telkinler kü- [1]
för sayıldı ve zavallı Nesiminin derisi yüzüldü.
OsmanlI idaresinin ilk astığı
şair «Figanı» ddr. O, Kanunî Sul-
tan Süleyman devrinde şöhret bulan sanatkârlardandı. Farsça bir
beyti bir edebî mecliste mânalı surette dile aldığından dolayı Sad-
râzam İbrahim Paşaya hücum etmiş olmakla itham ve bir eşeği;
ters 'bindirilerek İstanbul sokaklarında teşhir olunduktan sonra
idam olundu. (*)
Malûm olduğu üzere Kanunînin
veziri İbrahim paşa, Budapeş
teden birkaç tunç heykel getirip İstanbulda yaptırdığı sarayın önü-
ne diktirmişti. Figanlnin o Farisî beyti okuması ve belki teşrih et-
mesi bu münasebetle suç sayılmıştır.
Figanî’nin başına gelen felâket
şairleri hayli korkutmuş ola-
cak ki yüz yıl kadar edebiyat sahasında kan döküldüğü görülmü-
yor. Dördüncü Muradın idareyi ele almasile bu sükûn bozuluyor,
şairlik âlemi yine kurbanlar vermeğe başlıyor. O zâlim Hünkârın
öldürttüğü şairlerden biri «Mantıkî» dir. Bu zat, hem şair, hem ka-
dı idi. Bir taraftan şiir, bir taraftan ilâm yazardı. Tıpkı Şeyhi gibi
cehlin ilme hâkim olmasından müteessir oldu. Beraber çalıştığı ve-
zirleri birer birer hicve başladı. O meyanda Şam Valisi bulunan bir
cahili de hırpalamıştı. Vali, şair kadıyı zehirletmek istedi, o da Ha-
lebe kaçtı ve bu ilticasını şu kıt’a ile İstanbula bildirdi:
Şâm’da
bilmediler kıymetimi
İltloa ettim Halebüşşehba’ya
Harlerln çifte-i iz'acından
İltica ettim Öküz paşaya.
Halepte öküz lâkabile meşhur
Mehmet Paşa vali idi. Bu se-
beple Mantıkî’nin kıt’ası manalı ve hali de harap idi. Çünfcü yağ-
murdan kaçıp doluya tutulmuş bulunuyordu. Nihayet Dördüncü
Murat işe karıştı. Cehlin düşmanı, cahilin düşmanı ve cehli hima-
ye edenlerin düşmanı olan Mantıkî’yi astırdı.
Fakat
ölümü bir hâdise teşkil eden şair, meşhur «Neri» d:r
Türk
edebiyatının en büyük üstadlarmdan olan bu Erzurumlu
(Hasankale’li) dâhi de yukarıya ve aşağıya ateş püskürmekten,
cahil ve mürtekip devletlilerin sığındıkları altın kalelere manzum
yıldırımlar yağdırmaktan geri kalmıyordu. Dördüncü Murat, uzun
bir müddet onu okşadı, ihsanlarla ağzım kapamak istedi, fakat
zulmün zulmet yarattığı bir devirde de nura gem vurmak mümkün
değildir. Nur, yayılmak ve karanlığı yırtmak ister. Nef’î de padişa-
hın cemilelerini istihkar etti, hak için bağırmaktan geri kalmadı
ve bu uğurda can verdi.
Nef’îyi padişahın iradesile
öldüren Sadrâzam Bayram Pa-
şadır. Cellâtlık vazifesini yapan da Boynueğri Mehmet çavuştur.
Bu adam zavallı Nef’îyi yumruklaya yumruklaya kömürlüğe götü-
rüp boğdurmuştur.
Faciayı zamanın dalkavuklan
alkışladılar. Bayram Paşayı
tebrik ettiler. Ancak 200 yıl sonradır ki başka bir şair, o şanlı, şöh-
retli Ziya Paşa, zalimle mazlûmun kıymetlerini şu beyitte tesbit
etti:
Bayram
gibi bir hâri zemane
Kıydı o yegânei cihane.
Fakat Ziya Paşa bir gün kendine
de kıyılacağını menfalarda
süründürüleceğim bilmiyordu!
Tan
13-8-939 M.
Turhan TAN
★
SİYASÎ ŞİİRE DAİR
Genç ve mütefekkir muharrir
Nâdir Nadi, bir fıkrasında siya-
sı şiirden bahsederken, bunlann az ömürlü şeyler olduğunu, kısa,
baharın güzelliğini, bir karanfilin neşesini tasvir eden bir iki be<-
yitlik şiirleri, uzun uzun yazılan siyasî şiirlere tercih ettiğini söy-
lüyor ve «Ah, Fransız şairleri, keşke öyle kolaç kolaç siyasî şiirler
yazmasaydımz!» diyordu.
Genç muharrir «siyasi şiir»
diye hangi kısım manzumeleri
kastediyor?... Vatanî şiirler mi? Yoksa siyasî tarihleri ihtiva eden
manzumeler mi?...
Hangisini de olsa, bunları mânâsız
ve faydasız bulmasını doğ-
ru görmüyoruz. Vatanî şiirlerin, bir halkı
heyecana getirmek bı-
kımından faydaları nasıl inkâr edilebilir? Sonra bunlann, gençle-
rin körpe dimağlarında ve minimini yavrulann üzerinde terbiyeyi
F:
3
tesirleri olduğunu da
unutmamak lâzımdır.
Fransayı hürriyete kavuşturmak
için, Maraların, Dantonların
ve bütün ihtilâl ricalinin hitabeleri, nutukları, makaleleri kadar,
şairlerin de tesiri olmamış mıdır?
Siyasî tarizleri ihtiva eden
şiirlerin de kütle üzerinde büyük
rolleri vardır. Bu tarzdaki eserlerin de faydalan görülmüştür. Baş-
ka milletleri bir tarafa bırakalım, bu kabil yazılar hürriyet ve in-
kılâp mücadelemizde müsmir bir rol oynamıştır.
Bunlar, müstebit padişahlara
karşı duyduklan kini, hıncı
muhtelif sebeplerle söyleyip haykıramıyan ağızlarda bir teselli
teranesi, bir de nağmesi halinde dolaşmış âmme vicdanında yeı
bulmuş, halkın dilinden düşmemiştir. Bütün tazyiklere, baskınlara
rağmen Namık Kemalin, bu büyük vatan şairinin (Vatan) kasidesi
ve diğer . haydi değerli meslekdaşımın tâbirile söyliyeyim siyasi
manzumeleri her evde okunur, her talebenin defterinde bulunur-
du. Ellerde, dillerde dolaşırdı.
Ziya Paşanın, Deli Hikmetin,
Abdullah Cevdet’in Süleyman
Nazifin şiirleri de böyle değil miydi? Hafızalarımızda yaşadığı ka-
dar, dillerimizde de dolaşmıyor, şurada burada okumuyor muyduk?
İstibdadın düşmanlığını, ikinci Abdülhamidin zulmünü, devlet er-
kânının fenalıklarını bu şiirlerden, bu manzumelerden, yani siyasî
şiirlerden öğrenmedik mi?
Şu
mülkün halkını söylet sana fcryad lâzımsa,
Şu
halkın mülkünü seyret harab âbâd lâzımsa!
Beytini, istibdatta, saraya
karşı ruhan haykıranların sayısı
kabarık bir yekûn tutar.
Sonra toüyük hiciv şairi
Eşrefin (Hasbühâl) i ve (Lâzımsa)
adlı
uzun şiiri ve benzerleri siyasî şiirlerin en kuvvetlilerindendir
Bunlann, halkımızın üzerindeki tesirlerini nasıl inkâr edebiliriz.
O, uzun süren bir mutlakiyet devri içinde İkinci Abdülhamit ile
ricalini hiciv ve terzil etmekten çekinmemiş, yazıları hafızadan ha-
fızaya, dudaktan dudağa intikal etmiştir. Halk bunları okumakla
müteselli oluyor, müstebidlerden bir nevi intikam alıyordu.
İnkılâbın zarurî olduğunu
kafalara ve ruhlara bu şiirlerin aşı-
ladığını inkâr edebilir miyiz? Muhakkak ki, siyasî şiirler kuru bir
tarizden ziyade, terbiyevî ve ikazkâr bir düşünce ile yazılmıştır.
Ve yazılır. Ve bunları faydasız bulmak, - fikrimizce hatalı bir gö-
rüştür.
Ben ne mesihi, ne mesiha
demem,
Zevki hakikatte arar
âdemim!
Haber
16-11-1941 LÂEDRİ
Bu haftanın en mühim hâdisesi
«Hicivler» dir. Ziya Paşa ne
güzel söyler:
Çarhdan
aldım «Ziya» tiğ-ı zebanla intikam
Rahmet
olsun fen-ni nazmın pirine, üstadına!
Haklı değil mi? Hiciv kadar
tesirli ne olabilir ki? Dünyada
her şey geçer; güzel söz kalır... Hele dokunaklısı olursa bir anda
dilden dile atlar; yayılır, yerleşir ve yaşar.
C. H. P. şefinin aleyhinde
çıkan hicivler de böyle olacak. Bu
kıt’alar şimdiye kadar söylenen sözlerin nazımla ifadesinden iba-
rettir. Fakat itiraf etmeli ki bunlarda ne Neyzenin ne de Hüseyin
Rifatın ürkütücü ve ısırıcı mânası vardır. Herkes şair olur ama
Heccav olamaz. Meselâ Nef’î büyük bir şairdir... Fakat büyük bir
Heccav değildir. Muasırlarından (Kirli Nigâr) la kapıştıkları za-
man kadın Nef’inin en ağır hicivlerine bir beyitle mukabele etmiş
ve şairi habt etmiştir. Edebiyat tarihinin hiciv vâdisinde söylenmiş
en beliğ bir sözü olduğu için bu beyti yazıyorum; Kirli Nigâr şöyle
demiş:
"Bayır
turpun diyorlar Nef’î yokdur
0...dıkça
çıkan Nef’î değil mi?
Nef’ı idam edileli nice oldu.
Kirli Nigârın belki edebiyat tari-
hinde kayda şayan bir divânı bile yoktur. Fakat şu beyit hâlâ ya-
şıyor.
Orhan Seyfinin hicivlerinde
bazıları var ki bahsedilmeğe de-
ğer. Meselâ:
Yaş
haddini doldurdu dedin «Çakmak» ı atdın
Yaş
haddine rağmen «Gedeleç» kaldı yerinde!
Hizmetde,
liyâkatde, faziletde değilse!
Anlat
bize: Ölçün nedir insan değerinde?
Bir
de şu var:
Şu
hastahane, şu mekteb, şu köprü, câmi... hep
Sayın
seleflerinin vakfıdır. Senin var mı?
Seninki
nerde paşam? Halka zorla yaptırılan
Çürük
çarık, yan kalmış, harâb okullar mı?!
Hicvin
kuvveti hakkında bir fikir vermek için son asrın en
kuvvetli Heccavı olan Eşrefin Sultan İkinci Abdülhamidin attan
düşüp ölen Hazine-i Hassa Nâzın Agop Paşa halikında söylediği
kıt’ayı yazalım:
Atdı at
ânı; o da duzaha atdı câııın
Biri
duymuşdu bunu; Çikdı dedi memşâdan
Nallan
atmak ile (dördü) hesabdan tarh et;
Çıka
târih-i vefât ism-i (Agop Paşa) dan
Sadrâzam
merhum Kâmil Paşayı veçhen Yahudiye benzetir-
lerdi. Eşref, İzmirde Paşanın çok iltifatını görmüş olmasına rağ-
men onu da hicvetmiştir:
Hazır
elbise satan kavm-ı Yahuddan birisi
Bana bir kaşkariko eyledi külllyet ile...
Ben
anın ânesini, babasını beller İdim.
Sadıra’zam
darılır, gayret-i milliyet ile.
Eşrefin
elinden daha doğrusu dilinden kurtulan vükelâ azdır:
Hariciye Nâzın Kürt Sait Paşanın yerine Arnavut Turhan Paşa
için de:
Gerçi
sen Dahiliye Nâzınsın
Zurnanın (nâ) sı nâzınn (zırı) sın.
Demiş...
Eşref
yine Sadrâzam Kâmil Paşa hakkında şöyle bir hiciv
yazmıştır:
Agop
pâşâyı lütfet Padişahım sadr-ı-a’zam yap.
Deninin
peyrev-i ikbâli varsın bir deni olsun.
Sadâret
mührünü memnu’ ise vermek müslümâna.
Yahûdlden
usandık bir zaman da ermeni olsun.
Süleyman
Nazif merhum da ateş zeban Heccavlardandı. Sul-
tan İkinci Abdülhamidin istibdadını istihlâf eden İttihat ve Te-
rakkinin memleketi birinci dünya harbine sürüklediği zaman yaz-
dığı şu kıt’a hatırlardadır:
Halt
edub durduk siyâset nâmına
Türkü mahvetdik celâdet namına
Mülkü yıkdık aşk-ı millet nâmına
Milleti soyduk hâmiyyet nâmına.
Hele
bir şarkısı vardır ki o zamanlar herkesin ağzında gezer-
di.
Sultan İkinci Abdülhamide hitaben yazılan şarkı şudur:
Padişahım gelmemişken yâde biz
İşte geldik senden istimdâde biz
Öldürürler başlasak feryade biz
Hasret
olduk eski istibdada biz. «
Dcmbcdem coşmakda fakr-ü
ihtiyaç
Her ocak sönmüş ve susmuş
millet de
Memleket matemde; öksüz
taht-ü tâc
Hasret olduk eski
istibdâde biz.
Eşref
kuvvette Heccavlardan biri de Neyzen Tevfiktir. En kuv-
vetli hicivlerinden bazılarını alıyorum:
Hep
fırıldak döndürüb saymakda tüccar durmadan
Iztırabmdan bütün efrâd-ı millet inliyor
Çünkü kirli kârlı işler mâverâsmdan hemân
Sırtda bir fırlayor.
«Hicivler»
müellifi öz Türkçe maskaralığı hakkında şöyle di-
yor:
Soruyorlar bize «Öz türkçe
nedir?»
«Yaşayan, anlaşılan dil!»
diyoruz.
Oturup bilmeceler
uyduruyor,
Sonra «öz türkçe budur bil!»
diyoruz.
Fakat bunun en
kuvvetlisini Neyzen söylemiştir:
S...dılar
her türlü ilmin türkçe ta’birâtına
Pek gülünç sözlerle doldu şimdi «kamus’u terim»
Böyle
mantıksız buluşlar ilme bir hidmet İse
Belki yüzlerce (terim) s... dadır her gün gerim ([2])
Hüseyin
Rifat da çok velûd bir hiciv şairidir. Saraçoğlu hak-
kında yazdığı şu hicve bakınız:
Başvekil
oldu Saraçoğlu. O gün
Verdiği sözleri hep çıkdı yalan.
Babası
eşşeğe dikmişti semer
Kendisi blzlere yükletdi palan.
Bu
şairin kısmı seçimler hakkında söylenmiş bir hicvi vardır ki
âdeta bir tablodur:
Seçimlerden zaferle çıkdı
gûyâ Halkçılar (Rif’at)
Bütün milletle birlikde bu
hâle gülmeden bittim
Görünce
câmilerde kimsesiz sandıkları tenhâ
Musalla taşlarında bir fakir tâbûtu zan etdim.
Hiciv, sonu gelmiyen bir
âlemdir. Fuzulî meşhur Kalem kasi-
desinde:
Alınmış
akçen ile bir kulundürür makbul
Basın eğer keseler eylemez firâr kalem.
Der
Hiciv de kalemin kendi kendine şahlanmasıdır.
Hicve kızmak olmaz. Ziya
Paşanın bir sözü ile başladığımız
bu sohbeti yine onun bir beyti ile bağlıyalım:
İ’tiraz
eylerse bir nâdân «Ziyâ» hâmûş olur.
Çünkü
bilmez kadr-ı güftârın suhandân olmayan!
Yeni
Sabah 14-1-951 Refiî
Cevad ULUNAY
★
TANZİMAT DEVRİ
VE BAZİ
HİCVİYECİ ŞAİRLER
Tanzimat devrinin münekkit
şairleri arasında, başta Koniçeli
Kâzım Paşa gelir. Kâzım Paşa Amavuttur. Yanyalı idi. Ta Büyük
Reşit Paşa zamnmdanberi memlekette yapılmakta olan icraat ve
ıslahata aleyhtardır:
«Yarım
sağ, yarım sol, yarım sağ ile
Nice bir bahadırlık oldu heba!...
Oyuncağa
döndü gaza vü cihat,
Bu
hale sebeptir Reşit ü Rıza!...»
Diyerek Tanzimat hattını ilân
ettirmiş olan Reşit Paşaya ve
askeri tensikata himmet sarfeylemiş bulunan cihan seraskeri
Rıza Paşaya tarizler eylemiştir.
«Zemaneniri
şu tabibi reşidine bak kim,
Revaç
vermek için kendi kâr’ü san'atma;
Vücudü
naziki devlet rehini sıhhat iken,
Düşürdü
reyi sakimi firengi illetine!»
Kıt’ası
da onundur.
Kâzım Paşa hicviyelerinin en
muzuru ve en çirkini Mithat
Paşa merhum hakkında söylemiş olduğu kıt’adır. Mithat Paşanın
«Kanunu esasiyi» ilân ettirmesine mükâfaten (!) memleketten ih-
raç ve Brindiziye uzaklaştırıldığı gün söylediği ve hemen o akşam
rical ve kibar konaklarına dağıttırdığı kıt’anın son mısraı şudur:
«Soktular dillerini kıçlarına Mithatiyan!»
Bu
kıt’anın tamamı şöyle olsa gerek:
«Geldi,
girdi kotese keııdi ayağıyla bugün;
Anlasunlar,
kim imiş sadrımız, ebnayi zaman!...
Şahı
âlem, dek cdüp tuttu kolundan kovdu;
Soktular
dillerini kıçlarına Mithatiyan!...
Hatırıma
böyle geliyor. Fakat katî surette temin edemem.
Çocukken
işitmiştim.
Memlekette can ve mal emniyeti,
fikir hürriyeti tesis etmek
için her tehlikeyi göze aldırmış olan Büyük Reşit Paşa gibi, Mit-
hat Paşa gibi büyük kafalara, büyük ruhlara, büyük vatanperver-
lere Kâzım Paşa gibi bilgin, kalem sahibi bir nazımın, bu yolda hü-
cumlarda bulunması ne kadar çirkindir!
Keçecimde
İzzet Molla:
«Etmez
cihanı keşmekeşi zaliman harab,
Eyler
onu müdahenei âliman harab!...
Bir
mevsimi baharına geldik ki âlemin,
Bülbül
hâmûş, havz tehi, gülistan harab!...»
demekte ne kadar haklıdır!
Kâzım Paşa öldüğü vakit seksen
yaşını mütecavizdi. Liva, fe-
rik olmuştu. Babıseraskerî muhasebat dairesi ikinci reisi idi. Sicilli
Osmanî sahibi Süreyya Efendi onun hakkında: «Edip, ateşzeban
bir şairi beliğ olup divanı, şiiri ve bu kadar mizah ve hicviyesi var-
dır» der.
Filhakika nazmına diyecek
yoktur. 1297 de Sami Paşazade Ba-
ki Bey ile Hüsameddin Efendi hafidi Mahmut Celâl Beyin tesis et-
tikleri «Hazinei evrak» risalet mevkutesinde, Kâzım Paşanın gü-
zel ve beliğ manzumeleri görünür. Hele kendisine isnat olunan bir
mersiyede:
«Düştü
Hüseyin atından sahrayı Kerbelâya,
Cibril!
git haber ver Sultanı enbiyaya!...»
beyti ne kadar hoştur.
Hersekli Arif Hikmet Beyin 1293
muharebesinde söylediği, ve
1302 rumî senesine tesadüf eden bir Ramazan gecesinde . Manastır
bidayet mahkemesi hukuk dairesi reisi iken - cehren ve âlenen ez-
berden okuduğu aşağıdaki manzume, o zamanın ruhî temayülleri-
ni ve efkârı umumiyesini gösterir:
«AlmanyalI fesat averdir,
Nemçeli kahbei sahib
şerdir.
Rusya zalim yağmakerdir.
İngiliz bunlara nisbet
erdir!
B... nisbetle tezek
anberdir.
Hiç
iinıit eyleme devlette beka,
Münferit sulh olunursa İcra;
Rusya mülkü eder istilâ
İngilizden edelim istihma!
B...
nisbetlc tezek anberdir.
Şeyhülislâm zemimülef’al;
Vükelâ ile olup hem ahval;
Ettiler şahı cihanı İğfal,
Bari çıksaydı nolurdu
deccal!
B...
nisbetlc tezek anberdir.
Böyle bir günde olup
sadrnişin,
Deli
Corci gibi mürted ve mühin;
Bundaı^ et hali kıyas - ü - tahmin!...
Gerçi server ise de bir bîdin...
B...
nisbetlc tezek anberdir.
İrtikâp ile Redif . ü Mahmut,
Ya o Şapur çelebil mahut!
Ettiler
devleti mahvü nabut
Saffetin varsa hatası madut...
B...
nisbetle tezek anberdir.
Cevdetin hizmeti me’mul ise de;
Cehli var, llmile meşgul
ise de!
Kadri
her fısk ile mecbul ise de,
Rüştü Paşa dahi mes’ul ise de...
B...
nisbetle tezek anberdir.
Sayalım bir dahi matuhini:
Cümleden Kânii bed
ayini...
Müsteşarın hele yok temkini
Namıkın var yine sıtk - ü dini
B... nisbetle tezek anberdir.
Nazın maslahatı bahriye,
Millete olsa nola fahriye!
Mahvolup devleti Şapuriye
Bize hükmetse beça Rusiye...
B...
nisbetle tezek anberdir.
Lâyık olmaz mı, serapa millet
Hep kumandanlara etse lânet!...
Yine
Nadir gibi bir bed haslet
Görünür cümleden ehven elbet...
B...
nisbetle tezek anberdir.
Bulamaz kimse sipahilere
hata,
Ana marşal Bazen olmaz
hempa.
Bi kusur olsa Süleyman
faraza.
Edelim biz yine Muhtara
dua!...
B... nisbetlc tezek
anberdir.
Devletin halin edince
teşrih,
Kailiz mahvına ba hükmü
sarih,
Ederiz hep vükelâyı
takbih...
Mithatı eyleriz amma
tercih...
B... nisbetle tezek
anberdir.
Hicviye
yazdırmak, Abdülhamidin kullandığı silâhlardan biri
idi. Yukarıda nakletiğim Kâzım Paşa kıt’asının, Abdülhamidin
emir ve ilhamı ile yazıldığını katiyetle bilemezsem de, zan ve tah-
min etmek için misaller vardır. Abdülhamit mezkûr kıt’ayı yazdırt-
mamış olsa bile pek hoşuna gitmiş, yazanı mükâfata müstahak
görmüş olduğunda şüphe yoktur.
Koniceli Kâzım Musa Paşayı
seksen yaşma kadar memuriyet
başında bulundurmak, babıseraskerî muhasebe dairesi ikinci reis-
liğinde istihdam etmek; bir minnettarlık ve hoşnutsuzluğun kat’î
delilidir. Fakat Abdülhamit kendi adamlarını, yine kendi adamları-
na hicvettirdi. Meselâ Serhafiye namile yadolunan Ahmet Celâled-
din Paşayı Parise gönderdi. Ahmet Rıza Beyi, Ali Kemali, Süley-
man Nazif i Murat Beyi Sami Paşazade Sezai Beyi, İshak Sükûtiyj,
Abdullah Cevdeti memlekete döndürmeğe, veya susturmağa memur
etti. Ahmet Celâleddin Paşanın bunlardan birçoklarım iknaa mu-
vaffak olduğu haberini alınca Lâstik Sait Beyi Yıldıza çağırttı.
Müsahip Singapurlu Mustafa Efendi vasıtasile kendisine havadis
verdirdi: '
—
Ahmet
Celâleddin Paşa Jöntürkleri kandırdı; önüne katıp
birçoklarını İstanbula getiriyor, buna bir hicviye söylesin dedi.
Ertesi
gün Sait Bey, aşağıdaki kıt’ayı yazıp, aynı vasıta ile
takdim etti. Kıt’a Abdülhamidin pek hoşuna gitti; pek memnun
oldu. Sait Beye atiye gönderdi ve:
«—
Kıt’a her ne kadar güzel yazılmış ise de, pek kısa olmuş.
Bunu 'bir parça daha uzatsınlar!.» dedirtti.
Sait
Bey, Abdülhamidin bu iradesini de yerine getirdi. Kıt’a-
yı taştir etti yani satırları arasına satırlar kattı şu surette bü-
yüttü. Kıt’amn metni şudur:
«Bir
sürü herzeciler Parise toplanmış idi.
Cümlesi
fenni siyasetten idi blbehre
Kasarak
başlarını kancaya, kattı önüne...
Girdi
Ahmet Paşa bir kaz sürü sile şehire!...»
Kıt’anın
taştiri de şu şekildedir:
«Kimi
K af kaslı Muradın sözüne kanmış idi.
Kimisi
İngilizin vadine aldanmış idi.
Bir
sürü herzeciler Parise toplanmış idi,
Cümlesi
fenni siyasette idi blbehre.
Ciybi
ihsanı hümayunu uzattı önüne,
Jönlerin,
arpa gibi, mangırı attı önüne.
Girdi
Ahmet Paşa bir kaz sürüsile şehire.»
Birinci kıt’ayı Süleyman Nazif
Bey merhumdan, Bursa mek-
tupçuluğu esnasında işitmiştim. Nazif derdi ki:
—
Kıt’a
'bize, Parise, İstanbuldan gönderildi. Ben ve daha bir.
kaç arkadaşım Ahmet Celâlettin Paşa ile İstanbula dönüyorduk
(Gare de l’Est) (*) te trene binmek üzere iken, Şûrayı Ümmet ve
Meşveret gazeteleri muharriri Sami Paşa zade Sezai Beyefendi ar-
kadşımız bizi teşyie geldi. Bir gün önce gazete idarehanesine gel-
miş olan bu kıt’ayı getirdi. Ben de irticalen şöyle mukabelede bu-
lundum:
«Bahse
değmez ise de kaz sürüsü mazmunu
Yine
reddetmeliyiz, köhne eda şairine.
Etti
âvanı ile miri Sait İstikbal,
Girdiler
it sürüsü, kaz sürüsü birbirine!...»
Meşrutiyet ilân olundu. Kemal
Paşazade Sait Bey, Kasideci
Ziya Molla ile beraber dokuz sene geçirdiği San’a kalesi zindanın-
dan İstanbula avdet etti. Akşamlan Haydarpaşa vapurunda bulu-
şur, konuşurduk. Sait Bey Süleyman Nazif Beyin mukabelesinden
haberdar değildi. Nazif’in kıt’asmı okudum. O da kendisinin taşti-
rini okudu. Ben bir cuma ziyaretinde "ve tesadüfen sohbet arasın-
da, kıt’ayı ve taştiri Damat Nureddin Paşaya okudum, Paşa hay.
ret etti.
—
Ay!
Sait Bey Ahmet .Celâleddin Paşanın, kayınpederim Ab-
dülhamide kaz çobanlığı ettiğini nereden biliyor? dedi ve ilâve
etti:
«Ahmet Celâleddin Paşa bir
Çerkeş kölesidir. Kayınpederim
onu şehzadeliğinde satın almıştır. Ahmet Paşa, sekiz dokuz yaşın-
da iken, kayınpederim Kâğıthanede Ihlamur köşkünde onu kazla-
ra çoban olarak kullandı. Zeki, sadık ve akıllı bir köle olduğundan
makama geldikte hizmetinde kullandı.»
<*)
Pariste bir şimendifer istasyonudur.
Dedi. Bu söz benim hayretimi
mucip oldu. Sait Bey, Ahmet
Celâleddin Paşanın kaz çobanlığından gelme olduğunu bilerek mî1
yoksa bilmiyerek mi mahut kıt’ayı söylemiştir? sualini kendi ken-
dime irat ettim.
"Meseleyi halle koyuldum.
Sait Bey o sırada Pangaltıya nakli
mekân etmiş. Harbiye mektebi karşısında oğlu Asım Beyin hane-
sinde misafireten oturmakta bulunmuş idi. Ekseriyetle akşamları
hava almak için caddeye çıkar, belediyenin ağaçlar arasına dizdir
diği yeşil tahta kanepeler üzerine oturarak vakit geçirirdi. Bir ak-
şam yanına gittim ve meseleyi açtım:
—
Hayır!
Benim, Ahmet Celâleddin Paşanın Ihlamur köşkün-
de Abdülhamide kaz çobanlığı ettiğinden malûmatım yoktur. Şimdi
öğreniyorum. Ve sizden işitiyorum. Ben o kıt’ayı, Abdülhamidin
musahip Mustafa Efendi vasıtasile tebliğ ettiği bir irade üzerine
yazdım. Taştirini de yine Abdülhamidin talebi üzerine yazdım. Me-
ğer intakı hak vaki olmuşmuş.» dedi.
Resimli
Ay Aralık 1936 Abdurrahman
Adli EREN
★
(TÜRK HİCVİ
TARİHİ)NDEN ÖRNEKLER
Profesör M. Fuad Köprülü (Divan
Edebiyatı Antolojisi adlı ese-
rinde «Şeyhî» hakkında şu satırları yazmaktadır:
«... Germeyan ve Osmanlı
saraylarına intisap ederek hüküm-
darlara ve ümeraya kasideler yazan bu şairin hayatı hakkında ki-
taplarda verilen malûmat çok yanlıştır; vefatı 826 değil. 832 der.
sonradır; ve Kütahyamn yakınında Dumlupmar köyünde medfundar.
Muasırlarına nazaran zarif bir lisana, zengin bir hayale, canlı bir
tasvir kabiliyetine malik olan Şeyhî, her mânasile büyük bir şairdir.
İslâm ilimlerine ve Acem edebiyatına esaslı surette vâkıf olduğu,
bazen çok tasannu'lu olan kasidelerinden anlaşılır.
Bir kasidesinde kendini Selman
Savacı’ya benzeten Şeyhî, Ha-
fi/ ve Nizami’den ve ideoloji iti-barile.de Senai, Attâr ve Mevlâna’dan
'.nülhem olmuştur.
Hüsrev
ve Şirin mesnevisi, alelâde bir terceme olmaktan ziya-
de, şairin şahsiyetini gösteren değerli bir san’at eseridir. İkinci Mu-
rad’a takdim ettiği Hârname adlı küçük mesnevisi, tertip ve eda,
zarafet ve nezahat itibarile edebiyatımızda hiciv nevinin âdeta bir
şaheseri addolunabilir. Ahmet PaŞa ve Necati devirlerine kadar Os-
manlI edebiyatının
şüphesiz haklı olarak en büyük şairi addedüen
ve Ahmet Paşa üzerinde bile mühim tesiri görülen Şeyhî’nin şöh-
reti XV inci asırda kuvvetle devam etmiş, Hüsrev vc Şirin mevzuu
bir çok şairler tarafından yazıldığı halde onların hiç biri Şeyhi’nin
sseri kadar şöhret kazanamamıştır. Hemen bütün mesnevicile..
eserlerinin mukaddemelerinde onu hürmetle yâd ettikleri gibi, Ne-
cati, Hayali gibi büyük şairler de takdire iştirak etmişlerdir.
Mutasavvıflar
arasında da onun şöhreti' olduğunu meşhur Ak
Şemsettin’e ait bir rivayetten anlıyoruz. Mısırdaki Memlûk Sultan-
larının ve Emirlerinin saraylarında da Şeyhî büyük bir şair olarak
maruftû. Divanından tefe’ül edilmesi de bu şöhrete bir delildir.»
★
Bir
eşek var idi zaifü nizar
Yük elinden kati şikeste vü zâr
Gâh odunda vü gâh suda idi
Dünü gün kahr i!e kısuda idi
Ol kadar çeker idi yükler ağır
Ki teninde tü komamıştı yağır
Ni tü kalmamıştı etü deri
Eydür idi gören bu suretlü
Tan değil mi yürür sügük çatlu
Dudağı sarkmışu düşmüş enek
Yorulur arkasına konsa sinek
Doğranur İdi arpa arpa teni
Gözi görünce bir avuç samanı
Kargalar derneği kulağında
Sineğün seyri gözi yağında
Arkasından alınca palanı
Sanki it artukıydı kalanı
Bir gün ıssı eder hlmayet ana
Ya
ni kim gösterir inayet ana
Aldı palanını vü saldı ota
Otlayarak biraz yürüdü öte
Gördi otlukta yürür öküzler
Odlu gözleri gerlü gögüzler
Sümirüp öyle yerler otlağı
Ki kılın çekicek damar yağı
Boynuzu bazısınun ay blgi
Kimlnüıı halka halka yay bigi
Yöğrüşüp çün ururlar avaze
Yanakulanurdı dağu dervaze
Hari miskin eder iken seyran
Kaldı görüp sığırları hayran
Ki yürürler feragatti hoşdil
Gâh yayla vü kışla geh menzil
Ne yular derdi ne gamı palan
Ne yük altında hasta vü nalâıı
Acebe kaluru tefekkür İder
Kendü
ahvalini tasavvur ider
Ki biriz bunlarınla hilkatte
Elde ayakta şeklâ surette
Bunların başlarına taç neden
'Bizde bu fakrü ihtiyaç neden
Bizi ger arpa oku yay (1) etti
3unların boynuzun kim ay etti
Dedi bu müşkilümi itmez hal
Meğer ol bir filân hari a’kal
Var idi bir eşek ferasetlu
Hem ulu yollu hem kiyasetlû
Çok geçürmiş zemaneden çağlar
Yükler altında sızırup yağlar
Nuh peygamberin gemisine ol
İblise kuyruğiyle vermiş yol
Dirilirken ölüp Üzeyr eşeği
Uoşnefestür deyu vü ehlâ fasih
Der imiş ben döşedidim döşeği
Hürmet eyler imiş himan Mesih
Ol ulu katına bu miskin har
Vardı yüz sürdü dedi ey server
Sen eşekler içinde kâmilsin
Akilü şeyhü ehlü fazılsın
Anda ıslâh ide tapun şerü şûr
Hari Deccala diyeler kerü kûr
Menzili mü’mlnine rehbersin
Merkebi salihine mazharsın
Nesebindir mesel hatiplere
Nefesin hoş gelir ediplere
Sen eşeksin ne şek hakimi ecel
Müşkilim var keremden itgil hal
Bugün otlukta gördüm öküzler
Gerüben yürür idi gögüzler
Herbirisi semizü kuvvetlü
İçi vü davı yağlu vü etlü
Niçün oldı bulara erzani
Bize blldür ru tacı sultani
Yok mıdur gökte bizim ulduzu-
----------------- muz
(1)
Ok ve
yaydır. Nihayetteki
(u) muzaf lâhikası değildir.
K-oImadı
(2) yer yüzünde boy-
nuzumuz
Her sığırdan eşek nite ola kem
Çün mesuldür ki der beni âdem
Har eğer hâni bîtemiz oldu
Bârkeşlikte çün biziz faik
Boynuza niçün olmadık lâyık
Böyle verdi cevap pir eşek
K-ey belâ bendine esir eşek
Bu işün aslına İşit İllet
Anla aklında yoğ ise kıllet
Ki öküzü yaratıcak HaKak
Sebebi nzk kıldı ol Rezzak
Dünü gün arpa buğda isterler
Anı otlayup anı dişlerler
Çün bular oldu ol azize sebep
Verdi ol İzzeti bulara Çelep
Tacı devlet konuldı başlarına
Etü yağ doldu içü daşlanna
Bizüm ulu işümüz odundur
Od uran içümüze o dundur
Bize çoktur hakiki buyrukta
Nice boynuz kulağu kuyruk la
Duttu yüz dert ile zaif eşek
Zarü dilhaste vü nahif eşek
Varayın ben de buğda işliyeyin
Anda yaylayup anda kışlayayın
Nice yiyem odun ile letler
Bulayun buğda ile izzetler
Gezerek gördi bir göğermlş ekin
Sanki dutardı ol ekin ile kin
Aşk ile depti girdi işlemeye
Gâh ayaklayu gâh dişlemeye
Arpa gördü göğermlş aç eşek
Buldu can derdine ilâç eşek
Değme kerret kİ şevk ile karvar
Toprağın bile götürür harvar
Eyle yedi gök ekini terle
Ki gören der zehi kara tarta
(2) ki
olmadı.
Teyurek
karnı doydu cığnadı
Yuvalandı vü biraz ığnadı
Başladı ırlayup çağırmağa
Anup ağır yükin ağırmağa
Demiş ol âdemi ki hoş demdiir
Negam odlukta binegam çam-
diir
Pek
edüp cuş içinde eşvakt
Rast düzdü- nevayı uşşakı
Çeker avazü tîz eder perde
Hoş seragaz eder Muhayyerde
Nice düzmek ki bozar ahengi
Perdesin açtı ol cihan neııgi
Çıkarur har çün enkerül-asvat
Ekin ıssına arzolur arasat
Ağaç elinde azmi ralı eti
Tarlasını göricek ah etti
Daııcden gördi yir pâk olmuş
Gök ekinliği kara hâk olmuş
Yüreği scvumadı sövmek ile
Olamadı eşeği dövmek ile
Bıçağın çekti kodu ayruğuıuı
Kesti kıılâğını vü kuyruğunu
Saçak eşşek acıyarak canı
Dökülüp yaşı yirine kanı
Uğurayu geldi pir eşek naçâh
Sordı
halini kıldı dert ile âh
Yürmeru inleyu dedi ey pir
Hari rubah bigi pür tezvir
Batıl ısteyü haktan ayrıldım
Boynuz ûmdum kulaktan ayrıl-
dım
Benim ol gani yükindeki
hari
leıık
Gussalar
balçığında valihü denk
Ne yüzüm bir nefes giderici var
Ne biraz çekmeğine yancı var
Har geda iken arpaya muhtaç
Gözedürem k-ûrula. başıma taç
İster iken helâlden riızî
Ger donuzlara olmaya buyruk
Ah gitti kulağ ile kuyruk
Hükmi sultan ki ola payende
Çarh çakerdürür felek bende
Kim ola bar bir iki eelâf
K-ide tevkii padişaha hılâf
Şah kahrı ncuzübillâh eğer
Çarh baş çekse ide zîrü zeber
Göklere erdi nâle vü feryat
Dât ey padişahı âdil dât
Şeyhî uzatma nâle vü ahin
Niiktedandur bilür şehenşahııı
★
— • •
NESİMİ
Ben
Melâmet hırkasını kendim giydim eğnime
Âr ii nâmus şişesini taşa çaldım kime ne
Gâh
çıkarım gök yüzüne seyrederim âlemi
Gâh inerim yeryüzüne seyreder âlem beni
Gâh
giderim medreseye ders okurum Hak için
Gâh giderim meyhaneye dem çekerini ışk İçin
Sofular
haram demişler ışkımın şarabına
Ben
doldurur ben İçerim günah benim kime ne
Sofular
secde ederler mescidin mihrâbına
Benim
ol dost eşiğidir secdegâhım kime ne
Nesimi’ye
sordular kim yârin ile hoşmusun
Hoş
olam ya olmıyayım ol yar benim kime nc ([3])
★
15.
ASIR ŞAİRLERİNDEN NÜKTELER
On beşinci asır sonlariyle, on
altıncı asır taşının büyük şöhret
sahibi şairi Necati Bey, rind adamdı. İçki kuüanırdı, bundan ötürü
de sofumeşreb kimselerin hücumuna uğradı... Bir gün bir dostuna:
— Ne
oluyor bu adamlara canım!... dedi... Ve şu beyti, söyledi:
Ben
üzümün suyunu severim, Sofi dânesin
Zira
kimi kızını sever, kimi anesin!...
Bu mevzuda bir zarif fıkra
vardır... Atatürk Beykoz’da ve-
rilen bir ziyafete gitmişti. Bir imam efendinin nüktedanlığından
bahsedildi. Maalesef ismini öğrenemediğimiz imam efendi büyük
adamın sofrasına getirildi. Atatürk rakı verilmesini işaret edince
efendi özür diledi; Atatürk:
—
Aman
hocam, dedi, üzümü yiyorsun... Bu da onun suyu...
İmam
efendi:
Efendim,
dedi, ben anasiyle evliyim... Kızına nikâh düşmü-
yor...
Onbeşinci asır sonlarında
yaşamış şair Kastamonulu Andelibi'
nin mahkemeye bir işi düşmüştü; fakat kadı efendi mürteşi bir
adamdı, bendegânı tembihli, eli boş gelen iş sahiplerini: «Efendi
uyur!» diye kapıdan geri çevirirlerdi; elinde Ibir hediye gördüler mi
de: «Efendi buyur!...»
derlerdi. Andelibî dâvasında haklı olduğu için
eli boş gitmiş ve dört beş sefer de kadı efendi kapısından tersyüzü-
ne dönmüştü. Nihayet bir kelle şeker (o zamanlar toz ve kesme şe-
ker yoktu, şeker iri bir kelle şeklinde kalıplara dökülür ve 4 . 5 okka
gelen bu şekerlere kelle denilirdi), iki balmumu alır, kadının iki gö-
züne basmak için iki altın ayırır ve işini görür. Bir gün bir mecliste
yâr andan biri:
—■ Mahkemede işim vardı...
Gittim... Kadı efendi uyuyormuş..
Çok üzüldüm.
Deyince
zarif şair tutulacak yolu tarif eder:
Eğer
destin tehî varsan Efendiyi uyur derler
Eline
zer alub var sen, Efendi gel, buyur derler!...
★
Şair Serezli Vasfi, 15 inci
asrın değerli ve talihsiz bir sanatkâ-
rıydı. Hastalıklı bir adam olduğundan sık sık öldüğü haberi yayıla-
rak yerine bir başkası tayin edilir, bir boş yer çıkıncaya kadar bek-
ler, sıkıntı çekerdi.
Yine böyle bir muzipliğe
uğrayan şair Vasfi, düşe kalka İstan-
bula gelmiş ve Şeyhülislâm Efendiye şu kıt'ayı yazıp vermiş:
Vasfii
piri nâtüvan için
Öldü diye rivayet etmişler
Gördüler günde bin gez öldüğünü
Binde birin rivayet etmişler...
Bu zarif kıt’a şeyhülislâmı çok
müteessir etmiş, kendisini âhir
ömründe geliri dolgun bir kadılığa tayin etmiştir.
Olsaydı
belideki gam Ferhadı müptelâda
Bir ah İle verirdi bin Bisütunu bâda.
Verseydi
ahi Mecnun feryadımın sadasın,
Kuş mu
karar ederdi başındaki yuvada.
Ferhada
zevki suret, Mecnune seyri sahra;
Bir
rahat İçre herkes, ancak benem belâda.
Eşkl
revanıma 11 cem oldu var ümidim
Kim ola vara vara cemlyyetim ziyade,
Geh
gamzen içmek İster kanımı, gâh çeşmin,
Korkum
budur ki nageh kanlar ola arada.
Serverlik
İster İsen üftadelik şiar et,
Kim
düşmedin ayağa, çıkmadı başa bade,
Ger
görmemek dilersen resmi cefa Fuzuli,
Olma
vefaya talip dünyayı bivefada.
★
Kalem
olsun eli ol kâtibi bedtahririn
Kİ fesadı rakamı surumuzu şureyler
Gâh bir harf sukutlyle kılar nadiri nar,
Gâh bir
nokta kusurlyle gözü kûr eyler.
★
Sadayı
ney haram olsun dedin ey sofii salus.
Tele
verdin hilâfı şer’ile namusun islâmın;
Bu
endam İle vecdiyyattan demurmak İstersin,
İlâhi,
ney gibi sûrah sûrah olsun endamın!
★
Vaktile
Kanunî Sultan Süleyman devrinde de Devletin mura-
kabe kavrayışsızlığı ve memurun maaşını rüşvet ve irtikâp yolu ile
vatandaşa ödetmek sistemi alıp yürümüştü. Dâhi şair Fuzuli’ye o
günlerde ilim ve san’at alanındaki eşsizliği sebebile bir nevi tekaüd
maaşı tahsis edilmiş ve bu paranın Evkaf İdaresince ödenmesi içil
Nişancı
Mehmet Paşa tarafından bir berat, yâni emirname verilmiş-
ti. Fuzulî emir kâğıdını alıp Evkafa koşmuş, fakat rüşvet ve irtikâp-
tan başka şeye kulak asmıyan memurların asık suratlarile karşılaş-
mıştı. Onlardan gördüğü kötü muamele üzerine köşesine çekilip hâ-
misi olan Nişancı Paşaya, işte bu şikâyetname’yi donatmıştır:
Allah için o berat gelince
hatırıma bir nevi sevinç yayıldı ki
anlatmak kabil değil. Ve yazının kavramı dışındadır. O devlet ser-
mayesinin ulaştığında kırık kalbime bir coşkunluk yetti ki söylemesi
mümkün değil. Kısaca, ümidim dolunca duramaz oldum. Elimdeki
hükmü sunmak için Evkaf işlerine bakanların huzurlarına koştum.
Selâm verdim, rüşvet değildir
diye almadılar. Hüküm göster-
dim, faydasızdır diye iltifat etmediler. Gerçi görünürde iyi yüz gös-
terdiler amma, hal sözü ile bütün sualime karşılık verdiler. Dedim
ey sahiplerimiz bu ne kötü iş ve çatık kaştır. Dediler bu bizim âde -
timizdir. Dedim benim bağlılığımı, hürmetimi isabetli görmüşler ve
bana tekaüd kâğıdı vermişler, ki ondan daima faydalananı ve çeki
lip dua edem. Dediler ey miskin senin günahına girmişler ve ürkün-
tü sermayesi vermişler, ki durmadan ve boşu boşuna uğraşa ve abus
yüzler görüp, sert sözler işidesin. Dedim beratımın içinde yazılanlar
niçin yerine getirilmez? Dediler tahsisat yok. Dedim hiç Evkaf tah-
sisatsız olur mu? Dediler baştakilerden artsa bizden, artar mı?. De-
dim vakıf malını fazla kısmak vebaldir. Dediler paramızla aldık bize
helâldır. Dedim hesap sorarlarsa bu tuttuğunuz yolun kötülüğü bu-
lunur. Dediler o hesap kıyamette alınır. Dedim dünyada da hesap
sorulduğunu işitmişiz. Dediler ondan da korkumuz yoktur, şahitleri
razı etmişiz. Baktım ki sözlerime lâftan gayrı karşılık vermezler. Ve
bu berat ile işimi görmeye yanaşmazlar. Çaresiz mücadeleden vaz-
geçtim, ve elim kolum bağlı, 'boynum bükük köşeciğime çekildim.
Ben beratımdan ihanet gördüğüm için ona kırgın, beratım benden
faydasız azaj gördüğü için dargın. O yalanı çıkarılmış şahit gibi ko-
nuştuğuna pişman, tıen kuru iddiacı gibi gayretkeşlikten perişan. O
suya düşürülmüş âyet gibi işten kalmış, ben maskaraya döndürül-
müşler gibi alçalmış.»
Ben
ona fitne o bana âfet Ben ona sussa,
o bana mihnet
Müteneffir
ben ondan o benden Müteneffir ben ondan o benden
Şikâyetnamenin -aşağı yukarı-
ruhu budur. Bu milletin Fuzulî
gibi nice evlâtları, asırlarca âdetâ Recal Zade Ekremln şu beytini
tekrarladılar:
Devran
yine ol devran, âlem yine ol âlem.
* * *
«Doğum tarihi kat’î olarak
bilinmemekle beraber, en aşağı ait-
miş beşinden sonra, hem de ecelile değil, vebadan ölen, bu sağlam
yapılı büyük Türkün ne kadar neşeli ve ne kadar hayat dolu oldu-
ğunu anlamak için Ahdilerin şehadetlerine de lüzum yoktur. O ki:
«Selâm verdim, rüşvet değildir deyu almadılar» diyecek kadar istih-
zanın en tiz perdesinden ses veren bir alaycıydı; o ki istihzasının
keskin nişterini kuru sofulara çevirerek onları nükteli nükteli hır-
palayıp duruyordu:
«Vâ’iz
evsaf-ı cehennem kılur, ey ehl-i verağ,
Var
anın meclisine gör ki cehennem ne imiş!»
İsmail
Habib SEVVK
★
Alaca karga gibi dil
bilürsün (1)
Kara
tavuk gibi bülbül olursun
Ylyicek Emri nin ağacın amma
Ağustos böceği gibi solursun
★
Emrî’nin Baki aleyhinde bu
kıt’ayı yazmasına vesile olan hâdi-
se. Atayî’nin anlatığına göre şudur:
Bâki,
Edirne’de iken bir gün Emri, Mecdî, Dimetokalı Deli Ke-
rim... gibi şairler onun şerefine bir ziyafet tertib etmişler. Yenip içil.,
miş, fakat mütemadiyen Edirneyi medh etmekle Bâki’yi kızdırma-
lar. İçlerinden biri de İstanbullu şaire müftehirâne bir eda ile:
Efendim, şehrimizi nasıl buldunuz?
Diye
sormuş, Bâki ise hiç tereddüt etmeden:
— Doğrusu
Cennet gibi bir yer, ama içinde Âdem yek.
Cevabım vermiş. Mccliste bulunanların
hepsi bu cevaptan fenn
halde kızmışlar ve o günden sonra Bâki’yi hicv etmeğe başlamış-
lar.
Söz yok eğerçi bi bedel ü
bi nazirdir
(1)
Bâkî’nin lâkabı kargadır.
Kıııri. Mecdi ve Deli Kerlm’ln
Bâkî hakkında yazdıkları hicvi-
yeler pek müstehcendir. Mamafi bunlara hiddetlenerek mukabele
etmek zaruretini hisseden Bâki de, -onlar derecesinde olmamakla
beraber- gene çirkin bazı cevaplar vermekten kendini alamamıştır
Onun
Kaldı
bucakta eskidi divânın Emriyâ
Söz yok eğerçl bl bedel ü bl n&zîrdlr.
Anı
delü musannife bağışla sen heman
Varsun sllsün o da bir fakirdir
Hil’at-1 hecvi Kerlma boyuna biçmişler
Mecdi’nin b, lu, g,
ü tâk-ı giribân olsan
Başın Emri söylemeğe utanırım
çevresi kaftânına kaytân olsun
Emri’nln iken avreti hiç evde oturmaz
Ol bllüp ider hidmetinl kendi eliyle
Oğlancığı yestehleyicek kalkar o miskin
Kendüsl siler b... saçı sakallyle
gibi kıt’alaıı, edebî şahsiyetini gösteren manzumelerden sayılamaz
Bâkî, Atayi’nin rivayetine göre
Emri ile beraber Hayali hakkın,
da da hicviye yazmıştır. Halbuki Âşık Çelebi — hiç şüphe yok ki da-
ha doğru olarak — bu hicviyelerin Gubarî hakkında yazıldığını
söylüyor. Balanız Bâkî divanı. Son tabı, şHr No. 608, .611 T. Ş.
★
Frnnıuu
aşka can iledir İnkıyadımız,
Hükmi
kazaya zerre kadar yok İnadımız.
Baş eğmeziz
edâniyc dünyayı dûn için,
Allahadır
tevekkülümüz, İtimadımız.
Biz
müttekâyi zerkeşl câha dayanmazı/.,
Hakkın
kemali lûtfunadır istinadımız,
Zühdü
salâha eylemeziz iltica hele,
Tuttu
cğerçl âlemi kevnl fes âdımız.
Meyden safayi hâtını humdur garaz heman,
Erbabı
zâhlr anlıyamazlar muradımız.
Minnet
Hudâya. devleti dünya fena bulur,
Baki
kalur sahlfei âlemde adınuz.
BAKÎ
ÜÇ
FIKRA
Kanuni Sultan Süleyman, Şair
Bakî’ye kızmıştı. Şairin, Bur.,
saya sürülmesini şu manzum beyitle emretti:
Baki
bed, azli ebcd, nef’l beled, Bursaya red.
Bakî,
bu emri alınca, hemen şu cevabı yazdı:
Baki
bed, azli ebed, nef’i beled
Oldu
isen ey Baki
Cihan
mülkü Süleyman'a değil bakî
Şiha,
Azlimde
ısrar ve tehevvür eyledin amma
Buna çerh-i kemin derler:
Ne
sen baki, ne ben baki...
Kanunî, bu nefîs ve ibret dolu
cevap karşısında emrini gfrri
aldı ve koca şairin gönlünü büyük bir ihsan ile tatyip etti. Anlaya-
na sivrisinek hakikaten sazdır...
★
GL'LÂMIN SUYU
Şair Bâki’nin gulâmı, şarap
almış evine dönüyordu. Yolda kı-
yafetini değiştirerek gezen padişaha rastladı. Padişah sorriı>:
—
O
elindeki nedir?
Padişahı
tanıyan zeki gulâm şaşalamadan cevap verdi:
—
SU!
—
Fakat
rengi kırmızı!
—
Aslmda
su idi. Fakat saadetlû Hünkârın huzuruna çıkınca,
utancından kızardı!
★
AYNA
Onaltıncı asır şairlerinden ve
divan edebiyatımızın kurucula-
rından Zâti «1471 1546» çiçek bozuğu, çopur bir adammış. Devrin
vezirlerinden biri şairin eserlerine ve büyük şöhretine bakarak
kendisile tanışmak istemiş; karşılaşınca da dayanamıyarak:
—
Zâti
güzel bir zat değilmiş.
Diye
nükte yapmağa kalkmış. Şairin verdiği cevap şudur:
—
Yiğit
yiğitin aynasıdır, paşam.
—
54 —
Bo bıı bâzâi’-ı cihâıun
kuru dükkânına yuf
Çciıber-i çcrhine vü künbed-t gerdanına yuf
ülısar scyl-i fenadan çü harâb âhlr-i kâr
Kiinbcâ-i kasrına vü çenber-1 eyvânına yuf
Dürülür çüii kamu defterleri tûmâr gibi
Dehr sultanlarının defter ü divânına yuf
Olunaz çüııkü şeblhün-ı ecelden mâni’
II Ay ile hûyuna vü
leşker-1 sultânına yuf
Çünki mlhmâmna bir lokmada bin zehr verir
Feleğin kâse-i çinisine vü hânına yuf
Bu cihan be ğl erinin ehl-i kemâle dâim
Kuru tahsinlne vü ettiği Ihsânına yuf
Derdi hccr ile helâk oldu Usûl! miskin
Şimdiden sonra tabibin dahi dermânına yuf
★
RUHİ-İ
BAĞDADİ
—
i
—
t
Ey sâhib-i-kudrct! Kani
insâfü mürüvvet?
Rindân-i-rney aşâme niçin olmaya şefkat?
Kısmetleri, dersen, ezelî cevr-ü cefâdır;
Cevr ola niçin zcvk-ü sefâ
olmaya kısmet?
Dersin ki; bugün eylemeyen
yârın eder zevk
Çok mu iki gün bendelerin eylese işret?
Hacetlerimiz kâdir iken kılmağa hasıl
Salmak kereminden bizi ferdâya ne hacet?
Hâlin kime açsan sana der:
«Hikmeti vardır»
Öldürdü bizi ah! Bilinmez mi bu hikmet?
Nâ çâr çeker halk bu mihnetleri
yoksa.
Âdem kara dağ olsa getirmez bu
tâket.
★
Bihûde dönüb neyler ola bâşımız
üzre
Halkın bu felek didiği dolâb-ı meşakket!
Rihıırle yeter (löııdü. hemen terkini kılsa,
Kim aksine devr eylemeden yekdi yıkılsa!
II
Âlemde ki kâmil çeke gam zevk
ede câhil
Yerden göğe dek yuf bana ger demez isem yûf
Çün Hak diyeni eylediler zulm ile berdâr
Bâtıl söze âğâz edelim biz dahi nâçâr
Yuf hânna dehrin gülü pürhânna (1) hem yuf
Bir ayş ki mevkuf ola keyfiyyeti hamra
Ayyaşına yuf hamrına hammanna hem yuf
Zikıymet olunca nidelim(2) c&hü celâli
Yuf anı satan duna hıridanna hem yuf
Çün ehli vücudun yeri sahrayı ademdir
Yuf Kafileü kaiilesalârına hem yuf
Âlemde ki bengiler ola vâkıfı esrar
Seyranına yuf. anların esrarına hem yuf
Arif ki ola müdbirü nadan ola mukbil
İkbaline yuf âlemin idbanna hem yuf
Çarbı feleğin sâdınaü nahsına lânet
Kevkeplerinin sabitü seyyarına hem yuf
BAĞDATLI
RUHİ |
O DEVİRDE YAŞASALARDI.
|
Ben
Fazılı âvâreyim.
Attan düşen biçareyim,
Baştan ayağı yâreyim,
Gel
gör beni «İş» neyledü.
Çün ola haram ehli haka dünyeü
(3) ukba
Cehdeyle ne ukba ola hatırda ne dünya
Ruhi-i Bağdadî’nin meşhur
«Yuf» Redlfli terkibine bir iki mıs-
ra da, Türabî’den katalım:
(1) Bazı nüshalarda: Gülü
güizanna (2) Nidelim: Ne edetim.
(3) Dünyeü: Dünya ve...
—
67 — BU DEVİRDE YAŞASALARDI
|
Şair Nedim
İzn alıp şöyle stadyûma deyu maderden
Bir gün uğıırlıyalım çarhı sitem perverden
Dolaşup isketeye doğru nihan yollardan
Gidelim servi revanim yürü Garden bare!...
«Senin ey kahpe cihan saltanatü
şanına yuf
Keremü lûtfuna yuf aksine devrânına yuf»
ÂŞIK
ÇELEBİ VE SEVGİLİSİ
16. Yüzyıl
ş&irlerinden Bursalı Âşık Çelebi, bir güzele gönül
vermiş. Fakat gönül verdiği dilber, güzelliğine mağrur, biçare
Âşık’m yüzüne bile bakmazdı. Bir gün yâranmdan biri Âşık Çelebi’-
XV1İ.
asır Türk şairlerinin en kuvvetlisi olan Nef’ı İstanbul’e
gelince, çok
kıymetli şairlerle karşılaşmış ve büyük istidadı saye-
sinde. bütün bu sayılı şairler arasında hemen sivrilivermiştir. Nef’i,
Divan edebiyatımızda kaside tarzının piri sayılır. Büyük şiir kud-
reti ile, zamanın padişahı Birinci Ahmet, daha sonra Genç Os-
man'ın saltânatı sırasında Saray adamları arasına katılırdı.
Padişahlara
ve zamanın ricaline methiyeler, kasideler yazdı.
Asıl büyük şöhretini Dördüncü
Murat zamanında yaptı.
Büyük
hicivci Nef’î, maalesef gaddar, zalim ve çılgın bir pa-
dişah olan Dördüncü Murad’a kasideler yazmış, hattâ Padişahın
bozuk, kötü şiirlerine ve hattâ atlarına methiyeler kaleme almış-
tır. Mamafih bir san’atkâr eseri, hayatına sıkı sıkıya bağlı olduğu-
na göre, hayatı hakkında pek az şey bildiğimiz Nef’i için kesin bir
hüküm vermek de doğru değildir.
Eserlerinden
anlıyoruz ki, Nef’i, hicivleri yüzünden bir çok de-
falar dilinin belâsını çekmiş, üç defa işinden koğulmuş, haşin,
mağrur büyük bir san’atkârdı. En sonunda yine dilinin belâsına
uğnyarak, bu yüzden hayatını da vermiştir.
Nef’înin
büyük san’at kudreti etrafında şiddetli kıskançlıklar
kin ve düşmanlıklar yaratmıştı. Onun ateşli hicvine uğrayanlar,
fırsat buldukça Nef’iye kötülük etmekten geri durmamışlardır.
Nef’i,
Padişah Dördüncü Muradı bile hicve tövbe ettirmiş.
Nef’î bu tövbeyi şu beyitle anlatıyor:
Bugünden ahdim olsun kimseyi
hicvetmeyim amma.
Vereydin ger icazet hlcvederdim
baht-ı nâ sâzı.
— Yazık değil mi
ki böyle bir vefası yok, cefası çok bir dilber
uğruna kül olursun?
Dedi. Şair
— Sevdiğimde
aradığım vefa değil, cefadır!.
Cevabını verdi. Beriki
Ama senin sevgilim dediğin
senin yüzüne bile bakmaz!,
deyince de:
Efendi sen cahil ve gafil
imişsin I. dedi. Sevgilim yüzüme
fcakmaa değil, aşkımın şâşaası karşısında gözleri kamaşır, bakamaz’.
Yani Padişaha şöyle söylüyor:
(Padişahım,
evet bugünden itibaren kimseyi hicvetmemeğ?
yemin ettim ama, eğer izin verseydin şu uygunsuz bahtımı hicve-
derdim.)
Nef’î’nin
en mühim hicviyesi (Gürcü Mehmet Paşa)nın aley-
hine yazdığı (SİHAMI KAZÂ) yani (Kaza oku) isimli hicivleridir.
Rivayete
göre, Nef’î sarayda Dördüncü Murad’ın huzurunda
(SİHAM-I KAZÂ) yı okurken, saraya bir yıldırım düşmüş. Bu hâ-
dise büyük hicivcinin gözden düşmesine sebep olmuş. Nef'î’yi çe-
kemeyenler bu hâdise üzerine şu beyti söylemişler:
Gökten nazire indi (Siham-ı-
kaza) sına
Nef’î diliyle uğradı hakkın
belâsına...
Nef’î',
kimseyi hicvetmemek için verdiği yemini tutamıyarak.
yine etrafını hicvetmeğe devam etti. Son vazifesi olan Cizye muha-
sebecisi iken, Dördüncü Murad’ın Sadaret Kaymakamı Vezir Bay-
ram Paşayı hicvediyor. Bu hususta iki rivayet var. Şöyle ki:
Zaten
rivayete göre; Nef’î, Bayram Paşa için hicviye yazmış.
Bunu haber altın Padişah bir gün Nef’î’ye:
— Yeni hicviyen
var mı? diye soruyor.
O da,
«Var!» diyerek, Bayram Paşa için yazdığını okuyor. Pa-
dişah memnun oluyor. Fakat Nef’î çıkınca, bu hicviyeyi Bayram
Paşa’ya okuyor ve Nef’î’nin katlini emrediyor.
Naimâ
tarihine göre; Bayram Paşa, Nef’î’yi huzuruna çağıra-
rak ağzına geleni söyledikten sonra:
— Kaldırın!...
diye emrediyor.
Zavallı
Nef’î’yi hemen alıp saray odunluğuna hapsetmişler;
orada boğup, cesedini de denize atmışlardır. Bu işe memur edilen
ve sonradan Paşa da olan (Boynu eğri Mehmet), şairi odunluğa
götürürken:
— Nef’î efendi,
gel... odunlukta hicvedilecek birşey var!...
Diye tariz edince, Nef’î de
ağzına geleni söylüyor...
Her ne
olursa olsun Nef’î bu yüzden sarayın odunluğunda
Bayram Paşa tarafından boğdurulmuştur.
Yine
-bir rivayete göre; Nef’î sarayın odunluğunda hapis iken,
katil fermanını kendisine okumak üzere bir Haremağası geliyor.
Fermanın üzerine bir damla siyah mürekkep düşüyor. Son deminde
bile dilini tutamıyan Nef’î, Haremağ asının siyah tenini kastederek,
kâğıda damlayan mürekkep için:
Ağa
Hazretleri, fermanın üstüne teriniz damladı! diyor.
Tevfik Fikret’in, Nef’î için
yazdığı bir şiirde şöyle demiştir:
Öyle bir nehr-i muazzam gibi
cüş etmişsin
Fakat eyvah, çorak yerde akıp
gitmişsin!
Aynı
asnn büyük şairlerinden Şeyhülislâm Yahya Efendi ile
î'Jef’î sak sık birbirlerile şakalaşırlardı. Bir gün Yahya Efendi, Nef ı
için şî3 kıt’ayı yazmıştır:
Şimdi hayli sühânverân İçre
Nef’I menendl var mı bir şair,
Sözleri seb’a-i muallâkadır,
Emr-ül Kay s kendisidir
kâfir!...
Büyük
hicivci Nef’î, aslında bir methiye olan bu kıt’&ıun so-
nundaki (kâfir!) şakasına şu hiciv kıt’ası ile cevap vermişti:
Bana kâfir demiş Müfti Efendi
Tutalım ben diyem ana müselman.
Vardıkta yarın rûzu cezâya
İkimiz de çıkarız anda yalan!... ( + )
★
Vaktiyle,
Hayret efendi, (Ta’lim-i Edebiyat) da Ekrem beyin
Nefi’yi tenkid eden sözlerine kızmış; «Ta’lim-i Edebiyat efendi.
Nef! gibi bir cihangire böyle başıbozuk sözlerle hücum edilemez!»
elemişti.
Nef’î,
hangi devirde gelirse gelsin, hangi dili, hangi naznı
tarzını kullanırsa kullansın, misli görülmemiş bir ruh azametine
sahip bir şairdir. Gurur ona yakışıyor:
«Minnet Allaha ki biminnet-1 baht’a İkbal...»
«Ne
murat ettim ise verdi Huday-ı müteâl!»
mısralarını söylerken kibrin çirkinliğine ve küçüklüğüne düşmü-
yor. Galiba, Nef’î’yi ölüme kadar sürükleyen de bu gururu olmuş-
ur. Siyasî fikir hürriyei olmayan bir devirde devlet adamlarını hi-
civleriyle o kadar yaralamış ki, nihayet Bayram Paşa, kendisini
hicvettiği için Dördüncü Murad’dan katline izin alıp NefTyi boğ-
durmuştur.
«Bana bidln didi erbâb-ı garaz
İrtikâb eylediler ktzbl heman
Ben dahi anlara dlnd&r
didim
Talanın karşılığı oldu yalan.»
Bu
büyük san’at soluğunun kısılırı o devirde bir teessür uyan-
dırdı mı, sanırsınız? Tam tersine! Naima şöyle diyor: «Asrın ule-
ması, uzam âsi Nef’î’nin katlinden mesrur olup hususa tâne-i lisa-
nından mecruh olan ekâbir ve âyân bu babda Bayram Paşaya
duay-ı firavan ettiler.» Müverrih bu sözlerine: Nef’î’nin: «Gel şair
efendi, odunlukta hiciv düzecek biri var!» diye tariz eden cellâda:
«Yürü, bildiğinden geri kalma bre mel’un!» diye hakaret ettiğini
de ilâve ediyor.
Gençlere
teşekkür etmeliyiz. Nef’î’yi anlayanlarımız çok azal-
mış bile olsa, 320 yıl önce zulmün boğduğu mağrur şairin ölüm, gü-
nünü olsun bize hatırlatmakla büyük bir değerbilirlik ve sanatse-
verlik gösterdiler!
Zafer S0.1.1954 Orhan Seyfi Orhoa
★
Ziya
Paşa türkçe, arabça, farsça ve çağataycadan seçtiği man-
zumeleri üç büyük cild halinde «Harâbat» ismile neşredince Namık
Kemal bunu eski edebiyatın kuvvetlendirilmesi telâkki ederek ye-
nilik ideali uğruna hiddetlenip o kadar yıl beraber mücahede et-
tikleri arkadaşına karşı Magosa zindanındsn âsabi bir çığlıkla hay-
kırmıştı:
Elvermedi
mi Nedim ü Nefi,
Şi’rin
bize var mı hiç nef’i?
Fakat
hiddeti yatıştıktan sonra aynı Magosa’dan Recaizade
Ekrem Beye yazdığı mektubda: «Nef’î divanını gene okuyorum, ne
büyük şair, ne büyük» diye coşkun coşkun hayranlığını an'attı. Zi-
ya Paşaya aklile hücum etmiş. Ekrem Beye hissile yazmıştı. Fani
olan, aklın o hükmüne karşı, ebedî olan, hissin bu kanaatidir. Nef’i
yalnız büyük değil, işte asırların sesleri meydanda duruyor, onun
büyüklüğünde, kendine mahsus apayrı (bir heybet var.
O ki övünüşlerinde en üst perdeden ses verdi,
buna rağmen
samimiliğin de en üst perdesinde bulunuyordu.
Ben sâde-dil, ebnâ-yi zaman İse
münafık,
Güçtür bana gayet de
müdârâ-yl zem&ne.
derken, sahiden samimiydi. Fahriye1 erindeki inandırıcı sıcaklık
da
zaten bu samimiliğinden geliyor. Bütün sahici klâsik şairlerimitin
hepsi şii’ri en İlâhi bir mazhariyet ve şairi en yaratıcı bir mahlûk
bildiler. Nef'î bu
kanaatinde en çok yükselendi. O yarattığı hayai-
leri bir mahlûk gibi gördü. Gıdasını mücerred mefhumlardan alan
bir divan şairinin :bu mahlûkları tabiî bir roman ve bir piyes kah-
ramanı gibi etli canlı olamazdı, o yarattığı mahlûkların bu hayat
âleminde mevcud olmadığını da biliyordu. Bir gelin gibi yarattığı
o hayalî mahlûklar süslenişlerini bu dünyanın telli duvaklı zeynet-
lerile yapmadılar:
Her hayâlim bir aruş-ü nâz
pervcrdir benim
Kim bu âlemden değil esbâb-ı zib-ü ziveri
Bu yaratma ne sayesinde oluyor? Onlar buna «ilham» dedi.
İlhamsız söyleyiş kendini zorlayıştır. Öyle sözler şiir olamaz. Nef’î-
nin asıl fahriyesi işte burada:
Mest-i câm-ı aşkım ilhanı
olmayınca söylemem
derken ilham denilen o mevhibenîn ancak bir Tanrı vergisi oldu-
ğunu da bilir. O kadar zevki sözler ve o kadar bâkir bir eda ile şair-
lik yapabilmek başka türlü mümkün olur mu?
Taklid ile olmaz bu kadar
lezzet-i güftâr,
Bu Ichce-i pâkize bana dâd-i
Hudadır
Allahtan
bu hidayete eren gerçek şair o kadar heybetli bir
varlıktır ki o artık, sanki radyo devrinde gibi, verici bir radyonun
bir anda bütün dünyayı dolaşmasını tanzir edercesine, şairin kal-
bi ve hayali de oturduğu yerden dünyanın her bucağını tecessüs
edebilir. Öyle bir şaire böyle bir mazhariyeti çok görmemeli:
Devreder şeş ciheti, hem yine merkezde mukim,
Çok değildir bu tecessüs dili
çâlâkimdcı?,
Allah
da ilham denilen o mazhariyeti şaiıe o kadar bereketi?
ihsan etmiş ki, gelen kervanların bolluğu karşısında onları barın-
dırmaya imkân bulamıyan kervansaraylar ır.isali, işte şiir mâna ik-
liminden kalkıp gönüle hücum eden ilhamları da zaman oluyor ki
şair yerleştirmek için güçlük çekmektedir.
Yer bulunmaz gâh olur milımân
saraj -i sinede
Ol kadar uğrar maâni kişverinden varidat.
Nef’î,
bütün divan şairleri içinde, şüphesiz nefesi en bol olan
adam. Uzun kasidelerde, aynı kâfiyenin dü.ğümlerile çizilmiş dara
cık, iz üzerinde herkes tıknefes olurken Nef’î en akrobatik zorluk-
ları kuvvetinin acıhğile kolayca yeniveıen bir atlet şevkile sonuna
kadar hiç bir yorgunluk eseri göstermeksizin, hattâ aksine sonlara
yaklaştıkça hızını daha arttırarak kulaçlı adımlarla rahat rahat
yürür gider. Meselâ Sultan Ahmed için yazdığı «İydiye» kasidesin-
de yirmi üç beyittik medhiye kısmını da bitirince artık yorulması
lâzım geleceği sırada bir de bakarız ki yeni kanad darbrljrile yirmi
seyitlik daha şahinler gibi süzülür. Evet avım yakalamadan dön-
mek bilmiyen şahinler gibi. Ona bu kanadlan Allahın inayeti tik-
ti, onun içi durmadan uçabiliyor:
Şâhin-i hayalimdir o zehbâz-ı
şikarı
Kim avn-i İlâhi ana bâl-i tayarandır.
İlhamı
o kadar hızlı ki şair onu kendine çekmiyor, ilham onu
■sürüklüyor, sanki gem almaz bir küheylândaymış gibi. Sultan Os-
man hakkındaki meşhur kasidesinde hayalinin zorlu koşması yü-
zünden onu zaptedemediğini söyler: *
Neyleyim
zapt İdemem endişe-i zor-âveri
Zaten kendi de atı seven bir şehsuvardı ki edebiyatımızda
’ins atlara aid medhiyeleri en çok ve en çok vecidli o yazdı. «Sa-
ba», «Tayyar», «Saçlı Duru», «Ağa Alcası» gibi küheylânlar onun
bu at meftunluğu sayesindedir ki divan şiirinin ölmez havası için-
de birer şahsiyet gibi, yaşamak pâyesine erdiler. Ata o kadar Aşık
ki eğer Mecnun olanları görse Leylâyı bir daha anmazdı der:
Görse ger bunları Mecnun-u melâmet-dlde
Yadına gelmez idi bir dahi hüsn-ü Leylâ.
Evet
at, yalnız dilberler gibi, elemanlar gibi değil, onlardan
da üstün. Onların öyle cilveleri, öyle edaları, öyle bilekleri ve öyle
kâkülleri ,var ki selvi endamlı güzeller onlara imrenip onları meşk
etseler, gerek:
O mevzun pcyker, ol traz-ı
hirâm, ol cilve-i nâzik,
O simim sâk, o müşkîn yâl
ü bâl, ol kâkül-ü pürkham
Hirâmı dilkeşe mâlik olan ra’nâ sehi-kadler
Görünce husn-ü reftânn olurlar şivede mülzem
Nef’î zaten şairliği de bir şehsuvar haline koyarak eli mızraklı
tunç bir cengâver edasile bir cenk sahası bildiği şiir meydanına at
sürüp muarızlarına meydan okumaktadır. Fakat karşısına kimse
otkamıyor ki:
Bunca demdir da’vi-i
sâhlb-kırâni eyleriz:
Bir mübâriz yok mu meydân-i
sühan tenha mıdır?
Kimdir
bu meydan okuduğu muarızlar? Onlar şairi çekemi-
yenler; onun şairliğindeki erişilmez kudrete hased edenler. O bi-
liyor ki hased edilmek meziyettir, mademki «söz» dediği şiirde öt-
tadlık mertebesine erdi, oraya eremiyenler elbette hased edecek-'
ler:
Üstâd olıcak özde, hasedden
kaçılır mı?
Zirâ hüneri reşk ü hased
muteber eyler.
İyi ama
bu hasudlar da işi azıttılar, büyük şaire dil uzatıyor-
lar, artık onlar bir nevi şakiler gibidir, onlara kılıç çekmekten baç-
ka çare
kalmadı. Şairimizi artık sahiden kılıcını çekmiş bir şehsu-
var hey-betile görüyoruz:
Yok tlg-ı zeban çekmeden özge
dahi çare
Gayette şaki oldular ebnâ-yi zemâne
Şii’rin
lisan kılıcile herkesi yere seren şehsuvarımız felekle bi-
le cenge kalkışır. Felek, yani güneşi, ayı, yıldızlarile gök kubbe de-
diğimiz şu sonsuz âlem. Fakat onunla nasıl cenk edilir. İnsanın eli
onun eteğine yetişmez ki. Evet eteğine yetişmez ama ahinin pen-
çesile yakasından yakalıyabiliriz. Böyle ah vahi da bırak, ya hele
hicvin kılıcını çekerse:
Tutalım ki elim irlgmez imiş
dâmenlne
Pençe-i âhıma girmez mİ giribân-ı felek?
Âh dursun, hele şemşir-i zeban
çeksem eğer
Ne çeker ben bilirim hep dll-i ters&n-ı felek.
Zaten
şairin kendi de şu aylı, güneşli felek gibi başlıbaşım
bir âlem değil mi? Hem bir çarhı felek halinde dönüp duran o mad-
di âlem karşısında şairdeki manevî âlemin dönüşünden kimse in-
cinmediği için bu ondan daha üstündür:
Âlem-1 ma’niyin âzâde-kaza hükmünde
Kimse rencide değil gerdlş-i eflâkimden.
Böyle
anlarında şair artık felekle konuşmaya tenezzül e4,miye-
cek kadar kendini üstün görüyor:
Tûti-i mûclze - gûyem ne desem
lâf değil.
Çerh ile söylememem âylnesl sâf
değil,
Şair
daha coşunca daha ileriye gider. Onların devrinde efen-
dilerine karşı elpençe divan duran hizmetçilerin bellenrip hançer
bulunurdu. Feleğin hilâli de aya benzemiyor mu? öyleyse öyle an-
larda o da şaire karşı bir hizmetkâr gibi divan duruyor.
Şâh-ı aşkız her ne emretsek
müsehhardır felek
Mâh-ı nevle oldu hlzmetkâr-ı hançerdânmız,
Felekle
böyle konuşan şair Sultan Ahmede yazdığı kasidede
şairliğin büyüklüğünü anlatmak için «şairlere iltifat etmesini, pa
d 13ahların hep onların şiirleri
sayesinde anıldıklarını» söyliyerek
Kanunî Sultan Süleyman gibi bir padişahın bile Bâklnin şii’ri saye
sinde anılıp durduğunu söyler: Şiir ebedî olduğu için şifre girenler
de ebedileşiyor:
Haşre dek &b-ı hayat-ı
sühan-i Bâkldir
Andırıp zinde kılan nâm-ı Süleyman Hânı.
Sadnâzam
Mehmed Paşaya yazdığı kasidede dahi öyle caizr.
ve para için şiir yazmadığını anlatırken «mal ve menal denen şe-
yin gözünde hiç olduğunu» söyledikten sonra elindeki şiir kazmrsı
Şair Nef’î ve Dördüncü
Murad |
Nef'î,
içki masasını kurmuş, sevgilisini karşısına geçirmiş, fe-
lekten bir gece çalıyordu. Odanın bir köşesinde dört kişilik bir saz
takımı da âhenge devam ediyordu. Nef’î’nin başı şarapla dumanlı,
gönlü aşk ile dolu idi. Akşamdanberi içiyor, bir türlü içkiye kan-
mıyordu. Saat gece yansım geçmişti. Sesini saza uyduran sevgilisi
onun canına can, sevincine sevinç katıyordu. O coşkunlukla aklına
güzel hayaller geliyor, ikide bir şairliği tutuyordu:
sayesinde bulduğu
mücevherat madeninin her bir parçası bir ci-
hana değer diye şairliği nasıl gördüğünü haykırdı:
Tişe-1 fikr He bir kân-ı güher
buldum ben
Ki değer her gülıeri nice cihan mâl ü menâl.
Evet o
işte şiir mazhariyetini böyle gören bir şairdi. Böyle bir
şairi bundan 316 yıl ör.ce, 27 Ocak 1635 de, gene bu yıl olduğu Ribl
Cumartesiye rastlıyan bir günde, Vezir Bayram Paşa, Padişahtan
aldığı izinle konağının odunluğunda onu cellâdlanna boğdurup
cesedini de denize attırdı.
(Cumhuriyet, 27 Ocak 1951) İsmail Hâblb SEVÜK
F: 5
Hem kadem hem bâdc hem bir şuh
sakidir gönül,
Nice
zamandanberi böyle neş’elendiği yoktu. Hükümdara ver-
diği kaside makbule geçmiş, kendisine iki kese altın ihsan eylemiş-
ti. Nef’i bu ihsanın bir kesesini bu akşam harcıyordu, ve bundan
dolayı hiç üzüntüde değildi. Çünkü bu gece kendisinde beş kaside
birden yazacak kadar ilham bolluğu seziyordu. Nitekim düşünce-
sinde tek tük mısralar da birikiyordu:
Bir cam sun Allah için, bir
kâse de ol mah için...
Birdenbire
kapı vuruldu. Bu zaman kim gelebilirdi? Pencere-
den baktı, birdenbire sarhoşluğu dağıldı, aklı başına geldi. Fakat
gözlerine bir türlü inanamıyordu. Sabahleyin kasidesini takdim
ettiği hükümdar, şairi gömüye gelmişti. Bu bir lütuf mu idi, bir
azap mı? Nef’î bunlan düşünmeden sazcılara dağılmalarını söyle-
di, sevgilisini bir yatak dolabına soktu. Kocaman sofrayı kaldır-
makla uğraşıyordu ki Dördüncü Murat İçeriye girdi. Yanında Bay-
ram Paşa vardı. İkisi birden Nef’î’yi süzdüler. Dördüncü Murat,
hiddetli idi. İhsan ettiği altınların saza, içkiye sarfedilmesi canını
sıkıyordu. Bir koltuğa oturarak etrafa bakındı. Yerde bir kanun,
bir tef, bir ud yatıyor, kapının eşiğinde sarhoş bir sazcı mıhlan-
mış gibi duruyor, dolabın aralığından bir sevgili hayali seziliyor-
du... Yüksek sesle:
— Bundan daha
münasebetsiz hareket ne olabilir?
Diye
homurdandı. Nef’î, hiç sevmediği Bayram Paşanın yanın-
da, böyle bir hücuma uğrayınca dayanamadı. Yarı sarhoşluğun,
yan da keyfini kaçırmanın verdiği cesaretle:
— Daha
münasebetsiz hareket mi, hünkârım? Dedi, gece ya-
nsından sonra habersiz bir yere misafir gitmek!
Hem
söyledi, hem pişman oldu. Dördüncü Muradın gözleri yu-
vasında bir iki kanlı devir yaptıktan sonra Nef'î’ye dikildi:
- Yann sabah
saraya geleceksin!
Bu
hitap: «Yann sabah boynunu vurduracağını!» demekti.
Nef’î bunu biliyordu, fakat bir kere ok yaydan çıkmıştı.
Hükümdar
gitti Beş dakika önceki neş'eden hiç bir iz kalma,
mıştı. Nef'î, şimdi tek başına, yarınki akıbetini düşünüyordu. He’ e
Bayram paşa kendisine nasıl hınçla bakmıştı!
Nef’î
için tek kurtuluş çâresi, kasideyi bitirmekti. Can korkusu
ile sabaha kadar düşündüğü kasideyi bitirdi, ve uykusuz geceden
sonra emir mucibince saraya gitti. İçeri girer girmez:
— Hünkâr seni
divanda bekliyor!
Dediler.
Nef’î’de hoşafın yağı kesildi. Demek vezirler de içerde
idi. Baş müsahibe kasideyi uzattı, bunu Dördüncü Murada vermesini
söyledi. Müsahip içeri girdi, çıktı. Nefî:
— Kasideyi okudu
mu? Diye sordu.
— Okumadı, bir
yana bıraktı, seni istiyor!
Nef’i girerken müsahip önüne
geçti:
— Bu kıyafetle
giremezsin, emir var, şu postu giyeceksin, vc.
dört ayak üstü
huzura varacaksınız!
Kendisine
uzatılan muhteşem bir ayı postu idi. Çâresiz, bu pos-
tu giyecekti. Yoksa kendi postu elinden giderdi. Postu giydi, ve
hünkârın emri veçhile dört ayak üstü divana girdi.
Şeyhülislâm
Yahya efendi, şair rakibinin bu halini görünce,
hayret etti. Dördüncü Murad’ın orada olduğunu unutarak bağırdı;
— Nef’î efendi,
bu ne haldir?
Nef’î, dostunu sesinden tanıdı,
ve hemen cevabım-verdi:
— Ne yapayım?
Hükümdara kaside takdim ettim, mükâfat
olarak bu kaftanı hediye buyurdular!
Dördüncü
Muradın kanlı yüzü bu cevap karşısında gevşedi,
güldü ve Nefi’ye dört kese altın daha ihsan etti.
İSPİNOZ
★
Nef'inin Feci ölümü Ve Facianın
Sebepleri
Nef’î’nin
muasırları ve akranı arasında kendisinden şiddetle
nefret etmiyen bir kimse enderdi sanırım. Lâkin -evvelce arzetmış
olduğum gibi- Türkiye idaresinin en menhus bir tezebzüb ve inhi-
tat devrinde İstanbula Anadolunun bir hücra köşesinden gelmiş v:
-düzgün söz söylemede olanca kabiliyetine rağmen- türedileri medh
ve zemmetmeyi kendisine başlıca, meslek ve medarı maişet edinmiş
olan bu atak ve cesur şairin kudreti beyanını beğenmiyen bir kim-
se de yoktu diyebilirim. Hele ondan sonra gelenler, ziyadesile tak-
dir ediyorlar, çünkü onun kinine ve gazabına hedef olmak ihtima-
linden salimdirler. Ölmüş bir engerek yılanı tehlikeli ve korkunç
bir şey değildir. Halbuki sağlığında Nef’î bir vesile buldu inu? Dos-
tu düşmanı esirgemez, her kim olursa çirkefe sokup çıkardıktan
sonra herifi ortaya atıverirdi. Pek tuhaf bir hikâye naklederler ve
doğru olsa gerektir. Nef’înin bildiği kimselerden Tahir efendi
minde ütek yani pek çekingen bir adamcağız varmış; Nef’înin adın-
dan bile korkarmış. Hazır bulunduğu bir mecliste Nef’îden bahso-
lunmuş. Tahir efendi: Aman anmayın şu kelb (yani köpeği) de-
miş. Ahlâksızın biri bunu hemen Nef’îye yetiştirmiş, o da şu zarif
kıtai hicviyye ile mukabele etmiş:
Bize T&hir efeudi kelp
demiş...
İltifatı bu sözde zâhlrdir!.
Mâliki mezhebim; benim zirâ
İtikâdımca kelp, t&hirdir.
Bu, çok
teıtıiyeli bir hicivdir. Çünkü buradaki nükte cidden
zariftir ve (Tahir) kelimesile yaptığı cinasta o nükte münderiçtir
Tahir, hem bir insan ismidir, hem de Arapçada temiz mânasına ge-
lir bir sıfattır. Nef’î diyor ki, Tahir efendi bana köpek demiş, fakat
bu sözünde bana açıktan açığa iltifat etmiş. Çünkü ben (Mâlikî)
mezhebinden bir sünnî müslümamm. Benim itikadımca köpek te-
miz bir hayvandır. (Onun etini mâlikîler yerleri) zahirî mânası bu!
Fakat gizli mânası; (Köpek, asıl Tahir efendidir) demek olur. Hic-
vin bu türlüsü en nazik ve terbiyeli cemiyetlerde de makbuldür. Lâ-
kin Nef’înin hicviyeleri hep böyle değildir. Asıl idam edi’mesine
bep olan uzun kasidesi o kadar murdar ve iğrenç sözlerle doludur
ki bu sütunlarda ve hattâ ahbap arasında ağza alınır şey değildiı.
Ne kadar yazık ki sahihen kudretli ve beliğ bir şair olan bu adam.
Üç padişahın nedimi olsun da ömrünün mühim bir kısmım kalemi -
le çirkef karıştırmak yolunda heder etmiş bulunsun, ve âkıbet cel-
lâda boğdurulup ölüsü Saraybumundan denize atılmış olsunl
Zavallı
Nef’înin idamı faciasını lâyıkile zapt ve kaydeden ve
etrafile anlatan müverrih Naimâ Çelebinin evvelâ rivayetini dinli-
yelim de sonra biz bir hüküm verelim:
Naimâ.
tarihinin üçüncü cildinde şu vakayı günile, senesile
naklediyor ki dikkate şayandır; ben onu harfiyen açık Türkçeye çe-
viriyorum:
Hicretin
bin otuz dokuzuncu senesi zilkaade ayının on dördün-
cü Salı günü büyük bir fırtına oldu. Yıldırım, yağmur, şimşek hu-
sule geldi. O kadar yıldırım düştü ki göklere korku geldi. Hattâ
(dördüncü) Sultan Murat han, Beşiktaşta (birinci) Sultan Ahmet
han köşkünde oturuyonnuş ve Nef’înin hicve müteallik olan mec-
muası ellerinde imiş ve huzurunda hekimbaşı Emir Çelebi de var-
mış. Meclisi hümayuna büyük bir yıldırım ateşi düşmüş. Enderun
ağalan yüzükoyun yere kapanmış ve meclise büyük bir korku gel-
miş. Padişah hazretleri o hiciv mecmuasını paralayıp Nef’îyi azar-
lamış ve herkes tövbe ve istiğfar ederek birçok sadakalar vermek-
le meşgul olmuşlar. Hattâ asrın zarif şairlerinden biri, padişahın
Nef’îye tekdirini hatırlatmak için şu beyti söylemiş:
Göktetı nazire indi (sihâm i
kaza) sına,
Nef’i diliyle uğradı hakkın
belâsına.
Bu
korkunç fırtına vakasını hikâye eden Naimânın rivayetin-
den pek kolay anlaşılıyor ki Dördüncü Sultan Murat, Nef’înin (Si-
hâin i kazâ) yani (kaza okları) unvanlı hicviye mecmu as mı, saray-
da hususî dairesinde enderûn ağalan huzurunda okuyup eğlenirmiş.
Nef’î de o cemiyette padişahın hekimbaşısile beraber bulunurmuş.
Demek ki böyle şeylerden hazzediyormuş. Birkaç satır aşağıda göre-
ceğiz ki Nnimâ böyle söylüyor. Yıldınmı Allahın gazebkıe hamlettiği
için, padişah o hiciv mecmuasını yırtıp atmış ve Nefîye tövbe ettir.,
diği gibi kendisi de istiğfar etmiş ve birçok sadaka vermiş. Bu va-
kadan sonra Nef’î takriben dört sene daha yaşamış (ve hicve tövbe
etmiş olduğu halde) yine ötekine 'berikine sövüp saymaktan vaz-
geçmemiş olduğu şu beyti le sabittir:
(Hele
ben tâib oldum (yani tövbe ettim) hecvile hem harlıkta
(yani eşeklikte) kalırsa yine erzâni (yani lâyıkı odur.)
Bu
Veysi o zamanın nesir ve inşada büyük üstadı sayılırdı.
Nef’î onu kıskanır, fakat ona karşı ademi tenezzül gösterirdi. Şu
beyti bunu isbat eder:
Tenezzül eylemem (İnşâ) ya;
eylesem, belki
Müsebbihân i felek vird ederdi inşâmı.
Nadmâ
yine eserinin üçüncü cildinde, Hicretin bin kırk dört
senesi vukuatına dair haberler verirken (Katli Nefî-i-şair) diye
zikri geçen yıldırım hikâyesinden söze başlı yar ak Nef’î faciasını ta-
mamen ve mufassalan naklediyor. Bu hikâye, tarihinin üçüncü cil_
dinde (222) nci sayfadan başlar. Ben ihtisar ediyorum; yer yok! Me.
rak edenlere o sayfaları okumalarını tavsiye ederim
Evvelâ
Naima Nef’înin nereden geldiğini söylüyor: (Aslınd.
Erzurum kurbünde «Hasankalesi» denilen yerden İstanbula gelmiş,
kâtipler zümresine iltihak etmiş ve birinci Sultan Ahmet zamanında
şiir ile şöhret kazanmış padişahlara, vezirlere ve kibarlara lâtif
medhiyeler ve kasideler söyleyip maruf olmuş, nihayet dördüne1)
Sultan Murada çatmıştı. Onun medhinde kasideler yazmış, cirit, pt-
tığı zaman tarihler söylemişti. Lâkin merkum hiciv vadisinde ga-
yet bedbezan (yani dili. fena. Biz ağzı bozuk derizl) olup, asnnda
büyüklere ve ülemayi izama ve büyük vezirlere söz atarak onlann
ırzlarını yıkmağa (yani haysiyetlerini berbat etmeğe!) cesaret et-
tiği için zamanında meşhur adamların pek çoğunu hicvetmiş idi)
diyor ve derhal şu sözleri de ilâve ediyor ki, padişahın bu hususla
ona yalnız müsamaha gösterdiğini değil, yüz verip şımartttığını da
ihsas ediyor. Naimâ’nın bu işareti pek mühimdir. Bakınız:
(Sultan
Murat hazretleri, meclisi haslannda, tarhı tekellüf su-
retinde (yani teşrifatı bertaraf ederek!) letâife mail olmağın dâ-
hice Nef’îyi getirip bazı hicviyyatını istima ederdi).
Demek ki hoşlanıyormuş ve cart
sıkıldıkça Nef’îyi çağırtıp
(Nef’î efendi taze bir
hicvlyyetin var mı?) diye soruyormuş; yine
öyle olmuş!
İstanbullu
Bayram Paşa (Hicretin 1022 senesinde) Yeniçeri
ağası nasbedilmişken dördüncü Sultan Muradın kız kardeşile de
evlenip eniştesi olmuştu. Bir aralık padişahın gazabına uğnyarak
Hodosa nefyedilmiş, fakat biraz sonra tekrar İstanbula getirilip ve.
zir olmuştu. Nef’î bu adama bir sebepten dolayı gocunmuş ve padi-
şaha güvenmiş olmalı ki Bayram paşa aleyhine gayet kaba ve mur-
dar sözlerle dolu bir uzun kaside hazırlamış imiş.
Naimâ
diyor ki: «Padişah hazretleri bir meclisi hâs sülhüsda,
Nef’î bir taze hicvin yok mudur?...» diye ağzını aramış, o da Bay-
ram Paşaya yazdığı hicviyeyi Padişaha sununca Padişah beğenmiş
gibi görünmüş, sonra Bayram Paşayı çağırıp kasideyi göstermiş.
Bayram Paşa, huzuru hümayunda (Padişahım halk arasında benim
um
ve haysiyetim
kalmadı, bu habisin katline izin ihsan buyuru-
nuz) diye İsrar edince, Nef’îyi Bayram Paşaya teslim etmiş. O da
şairi fena halde azarlamış ve çavuşbaşı (Boynu iğri Mehmet) e ve-
rip sarayın odunluğunda hapsettikten sonra bu cellât Nef’îyi ipi r;
boğup cesedini Saraytoumundan denize atmış. Naimâ diyor ki, he-
men herkes Nef’ıden müteneffir ve bizâr olduğu için bütün ülema
memnunen ve derhal katline fetva vermişler; bu hususta da s.:
farsca beyit meşhur olup kalmıştır
An
şâir-1 hecâgü kİ nâm-1 ûst Nef’t,
Katleş
be ç&r mezheb vâclb çu katl-1 ef’i.
Yâni:
(Hicviye söyliyen o şair ki ismi Nef’îdir, dört mezhep
hükmüne göre engerek yılanının katli nasıl vacib ise onun katli de
öylece vacibdir) demektir.
Naimâ burada (Main zade Hüseyin
beyden) rivayet edip diyor
ki:
(Hüseyin
beyden işittim, Bayram Paşa Nef’îyi tevkife ferman
edip de şairi dışan çıkardıkları zaman (Boynu Eğri Mehmet) ça-
vuşbaşı imiş. Türk âdemîsi (yâni adamı) olmakla Nef’înin önüne
düşüp: (Gel Nef’î efendi odunlukta bir hiciv düzecek kişi vardır, gel
gör!) diye Türkvarî târiz etmiş.)
Burada,
Türk tâbiri eskiler nazarında kaba ve köylü mânası-
na tahkir için kullanılır bir kelime idi. Muhterem okuyucularıma
bu garibenin sebeplerini -bundan sonraki makalemde tafsilâtile-
anlatacağım, şimdilik Naimâ’nın ve Nef’înin kusuruna bakmama-
larını rica ederim. Yine sözü Naimâ’ya bırakıyorum:
Nef’î,
hayatından meyus olup: «Yürü bildiğinden kalma bire
mel’un Türk, demiş ve vezir-ü bâlâya vafir şütum-i galîza etmiş.»
Yâni aşağı yukarı pekçok kabaca sövüp saymış imiş. Zavallı!. Dör.
d üncü Sultan Muradın
teveccühüne güvenmiş!. Bu hırçın ve kan
dökmeyi seven padişah, meşhur Kösem Sultan oğlu idi. Bütün er-
kek kardeşlerini tavşan gibi boğdurdu ve nice bin adamlar kestirdi.
Nef’îye merhamet eder miydi?
Şayanı
dikkattir ki -tarihimizde bir çok emsali gibi Eğriboyun
Mehmet, âkıbet sadrâzam olmuş ve nihayet o da cellât elinde telef
olmuştur.
Yeni Sabah 17-6-1945 Feylesof RIZA TEVFİK
★
GÜRCÜ
MEHMET PAŞA HAKKINDA
Gürci hınziri a samsunı
muazzam' a köpek
K ahdesin kande nigehbânii âlem a köpek
Vây ol devlete kim ola mürebbisi anın
Bir senin gibi denî cehli mücessem a köpek
Nc güne kaldı medet Devleti Âli Osman
Hey yazık hey ne musibet bu ne matem a köpek
Ne ihanettir o sadra bu zemanda andan
Olmaya sahibi bir asafı ekrem a köpek
Pâymâl eylediniz saltanatın ırzını hep
Yok yere oldu telef o kadar adem a köpek
Sen kadar düşmeni devlet mi olur a hınzır
Ne durur saltanatın sahibi bilmem a köpek
Addolunsa eğer esbabı nizamı devlet
Seni katleylemedir cümleden akdem a köpek
Ehli dil düşmeni din yohsulu bir mel’unsun
Öldürürlerse eğer can becehennem a köpek
Sende İslâm eseri olsa eğer zerre kadar
Eylemezdin Alamanzadeyi henıdem a köpek
Bu kadar cürm ile sen sağ olasın da yine ben
Vacibiilkati olam ey bahteki azlem a köpek
Hele bu hükme gâvur kadısı olmaz razl
Kande kaldı ki müselmanı müsellem a köpek
Seni hicvetmek İle katle neden istihkak
Sen nesin bilsem eya kâfiri müphem a köpek
Sana şetmeylemek olursa eğer katle sebep
Katli âm eyle hemen durma demadem a köpek
Bigüneh katle rıza var mı şeriatte sorâ?
Göre ne der hazreti miiftii
mükerrem a köpek
Tutalım müfti sükût eylese hak söylemede
Yok mu bir dâdğerii a’delü
ahkem a köpek
Hak götürdü arabı gitti bele dünyadan
Kim götürse akabince seni bilsem a köpek
File naçar meğer yükledeler tabutun
Çekemez cifye-i murdarını âdem a köpek
Filler de çekemezse ne accp İaşeni kim
Var mı bir sencilcyin dm mücessem a köpek
Çâk çak etmiş iken tiği zebanımla seni
Kande buldun bu kadar yareye merhem a köpek
Ki firarmış edüp ol mertebe zahmın acısın
Kudurup yine ısırdın beni muhkem a köpek
Sonra duydum seni ol fahişe kişklrdiğini
Hak belâsın vere ol fahişeye hem a köpek
Ondan a’lâ bilür olmazdı benim kadrimi hiç
Yalınız ben demezim der bunu âlem a köpek
Garazım cehlini tahkiktir anın yohsa
Sen kadar har olayım kendim öğersem a köpek
Sana nisbetle har ender har İken Veysi’ye
Yaraşır dense harı îsi’l Meryem a köpek
Sen kadar har da olur mu acaba dünyada
Harsın amma hari Deccâl İle tev’em a köpek
Kâfirim ger seni hicvettiğime nadim isem
Hak huzurunda ya senden utan ursam a köpek
Her ki bâ mâ bisitîzed behuda istlzed
Hak elimde ne kadar çerb çalarsam a köpek
İtikadımca gaza eyledim inşâallah
Hak bilür yok yere ben kimseye söğmem a köpek
Men ne ânem ki zebûni keşem ez çarhı felek
Feleği hicvederim çevrini görsem a köpek
Haşredek sağ kalursam da sana şetmederin
Hak sözü söylemeden hiç usanmam a köpek
Hatırı devlet içün ya talebi cennet içün
Terkolur mu bu kadar ma’nü mülhem a köpek
Beni incitmiycceksen yine bu hicvi cedit
Olmamıştı dahi vallahi musammem a köpek
★
GÜRCÜ
MEHMET PAŞA YA
Zehi hüsranı dinü devletü
nengi müselmânî
K-ola bir divi hunsa mâliki mühri Süleymanî
Ne div efsân yok bir bârgiri fil-peyker kim
Hari Deceal’a sânî der idim olsaydı palani
Neler etti ne denlû fitne peyda
oldu âiemde
Edince ta vücûdiyle mülevves sadrı di yani
Tutalım kim harimi muhteremde perveriş bulmuş
Viicûdl bînazîri kim bulunmaz ana bir sânl
Veziri mülki İslâm olmağa lâyık mıdır andan
Donuz çobam Gürci Ermeni vü Lezgi Çing&ni
Sitemdir cümle Gürcistana ger Gürci olursa bu
Medet göster felek işltmesün bu zulmü bühtanl
Tama1 bir mertebe zatında, mel’unun
kİ hırsından
Yudardı kuyruğundan bulsa ger huki beyaban!
Vezaret kimdedir gör hey Nlzamülmülk hey Asaf
Olurmuş bir acûzeyle nizamı devletin fani
Kani ol sadrıa’zamlar ki fartı behmü danişten
Ararlardı riayet etmeğe bir sahib-lz’anl
Hususâ bir benim gibi cihandide senahâna
Verirlerdi sıla mahsull bahrii hasılı kânl
Üçüncü def’adır bu hak belâsın vere mel’unun
Ki yok yere beni zalettl olmuşken senâhâni
Gelince bu deme her kim veziri a’zam oldiyse
Muradımca bilüp kadrim boyumca etti Ihsani
Bir iki sadna'zam hot kemali lûtfu tab’ından
Ederdi gâhi endişemle güftügûyi rûhâni
Biri hot ta bir aylık yoldan etti caizem İhsan
Ki bir mektub ile gönderdi bir pür şim hemyani
Nice müftii âlişan ki her biri zem anında
Eriştirdi kemale içtihadı fıkhı Nu’mani
Bana ettikleri ta'zimü tekrlmi göreydi ger
Ölünce reşkederdi İbnl Sadrettlni Şirvan!
Ve hâlâ şeyhül İslâmî
hakikat-senci hak gûya
Sual eyle ne der hakkımda gör kilkl dürefşani
Vezirii müftiyi ko padişah anı cihanl gör
Ki yoktur gördüğüm ihsanlarının haddü payani
İki sultanı âlişan ki fahreyler vücûdiyle
Gerek taci şehenşâhî gerek tahtı cihanbani
Görürdüm her kaside söyledikçe her birisinden
Hem istihsanü hem ihsanü hem lûtfi firavani
Ne hizmet ettiğim ben hanedanı Âli Osman’a
Bilür hep şahidimdir kudsiyam arşı rahmani
Cihanı tuttu nazmımla seraser şöhreti namı
Eğerçi hutbeden tarkettiler sultanı Osmanl
Hata mı etti hep bunlar ne bok yer bu köpek Gürci
Hata kendindedir kim bilmez asla kadri İnsani
DER HAKK-I GANİ ZÂDE
Ne keder verse gerek klrH Nigânn hicvi
Gerçi derya gibi tab’ım bulanıp cûş etti
Ben de hicv eyledim ol farkı nihayet diyeler
Gevher-i nazmını bir kahbeye menkûşetti.
TARİH İ KATL-İ GÜRCİ
MEHMET PAŞA
Ehi-i dil düşmanı har ya’ni köpek Gürci kim
Kati olup ka'r-ı cehennemde mekânın buldu
Haşimi ....................................
Dedi
tarihini ânın koca hınzır öldü
1032
DER HAKK-I AZMİ ZÂDE
Bir münafık kaldı hicve müstahak ki etmedim
Âdını derdim eğer gayette mazmum olmasa
sa.nma.ni7. kim ana rahmettim ya cürmün
duymadım
Ânı çoktan hicv ederdim hicvi de şûm olmasa
DER HAKK-I NEVİ ZÂDE
Nevi zâde sana mlrâs-ı pederdir yâve
Ömrü zirâ pederin yâve demekle geçmiş
Var kıyâs et ne kadar herze yemiş kim merhum
Yerine sencileyiıı bir ......... mış
DER HAKK-I CÜMHUR
İttifak eylediler hep bizi hicv eylemeğe
Kimi zâhir kimi bâtın bir alay b... yediler
Ne alır var ne satar yâvelerin yerler
Alayı bir pula değmez müteşâir gidiler
DER HAKK-I KÂF ZÂDE
S lüccei güftânna ey «Kâfoğlu»
Vây ol şi’re ki sen ânı
tekellüm edesin
Ağzın eş’âra yakışmaz meğer ahbâbına hep
Şi’ri nâsâzmı g ... terennüm edesin
VE
LEHÛ
Ey
«Vahdeti» zartan ele darbılmesei oldu
Hakkında düşen darbı meseller gazel oldu
Şimdi geru söz söylemeğe kadir olursan
Tab’ında olan ukde çözüldüğü güzel oldu
VE LEHÛ
Ey «Vahdeti» Bağdâda çekil Rûmu
kokuttun
Şimden geri zehr oldu sana bu yerin âşı
Maksûdun eğer mansıp ise hâle münâsip
Ahmet Subaşı oğluna ol zartacı bâşı.
ŞAİR ŞİRAZLI ANKA HAKKINDA
Ayn-ı ibretle bakın çihresinc Anka’nın
Gidinin kaşı da eğri yalınız şaşı değil
Bir gören çlhre-i murdarın anın velhâsıl
Acem’in Çingene'sidir bu kızılbaşı değil
Kahbe hecvine tenezzül mü iderdim amma
Bir kazâ ile bu da tab’ıma yeksan düştü
İktiza eyledi bir kalıbcye bir kıt’a d İdim
Bir alay fâhişeye gayret-i akran düştü
NEFİ HAKKINDA:
Nefî-i rûsiyehln niydüğünü hep
bildik
Kendi çingânedir amma babası Kiird-i pelid
Şimdi bildirdi dahi âli Rasul’ün buğzun
Ulema düşmeni hmzîr Yezld ibni Yezid.
★
TIFLI
Ne aceb Nef'i yerin aldı ise
mum makası
Bunlara hldmet iden kâtib-i sâdık yaramaz
İstikamette kalem şevkte şem’ olsa kişi
Yine mlkrâs-ı belâdan başını kurtaramaz.
KESBİ
★
«Bizde
iki şair vardır İti, biri sözde, öbürü özde Hayyam’a pek
benzer. Sözde benzeyen Ziya Paşa merhumdur. Değerli şair tefkip
ve tercii bendin kalıbını «Ruhi» den,‘fakat ruhunu Hayyam’dan al-
mıştır.
İkincisi de
Bayram gibi bir har-i zemâne
Kıydı o yegâne-i cihane.
Diye yazdığı Nef’îdir.
O halde koca Nefsinizin yüce ruhuna diyebilirim:
«Ey ırkımın büyük oğlu
Mezarında rahat uyu!
Sen
olmadınsa bir Hay yanı;
Bir
Türk işte Hayyam oldu.»
Muhiddin
RAİF
★
Muttasıl ben şimdi ruhu Nef’ii
üstad ile
Eylerim bervechiâtl bir duai nevzemin:
«Meclisi erbabı dil bir lâhza
sensiz olmasın
Hürmetin inkâr eden âlemde hürmet bulmasın»
Abdülbaki
FEVZİ
Biçare sana müftüne mansıp mı
verirler
Serraf ile kavi etmiyicek ahz u atâya
Hep rüşvet ile eylediler devleti berbat
B»k şu ulemaya, vükelâya, vüzeraya...
★
Kabasakal Mehmet
DESTAN
Fukara kulların arz-ı hâl kıldı
Ahvâller (i) ziyâde perişân oldu
Mâsumlar mektepte okumaz oldu
Masumlar duasın alın efendim
Mektebin önünde ahır yapıldı
Hep okuyan sübyan geri çekildi
Etme diyenlerin evi yıkıldı
Bunun ilâcım görün efendim
Yiyiciler akçe ister zaleme
Verilen malimiz gelmez kaleme
Perişanlık şâyi oldu âleme
Kullarına imdat kılın
efendim
Akşam olur yiyiciler derilür
Fukara kulların kusurun bulur
Haftada hem üçyüz kuruşun alır
Keyfiyet, (i) hâlimiz bilin efendim
Yetmiş kadar adam mahbus bulundu
Nice bigünahlar zahlmdâr oldu
Mütevelli imam sebebi oldu
Kulların ahvâlin bilin efendim
Yetmiş âdem ile ihzâr olundu
Reâyâ kulların hâli bilindi
Üç kimse üstüne hüccet olundu
Hâlimize merhamet kılın efendim
Kara-molla oğlu araya girdi
Altı kese akçeye ha?âs buldu
Reayaya cebren salyâne oldu
Bize olan zülmü bilin efendim
Otuz kese akçe tecrlm olundu
Beş çiftçi alanuı ikisi kaldı
Akıbet Deveci Osman be'âsm buldu
Sairin hakkından gelin efendim
Reâyâ kulların çektiler gücün
İmam adam gönderdi töhmet içün
Devletli Beyefendimizin başıyçün
Tezkiye edin de sorun efendim.
Kabasakal Mehmet
Şeyh
Galib’in evvelce mahlası «Esad» idi. Sonradan «Galip*
tahallûs etmeğe başlayınca «Hüznî» mahlasını kullanan Süruri şu
kıt’ayı söylemiştir:
Bilmem ey menhus adını Esad
mıdır Galip midir?
Zatını tarif kıl kimsin kime
mensupsun?
Gerçi dersin şairane ben
tegal'üp eyledim
Pişi erbabı şühande galiba mağlûpsun!
Süruri’nin
bu kıt’asma şairi belli olmayan şu kıt’a ile cevap ve-
rilmiştir
Mağrurluğun olmada günden güne
efzun
Şayeste İdi mahlasın olsaydı gururf
Galip görünen Esada menhus diyorsun
«Hüzni» yi unuttun mu ne yaptın a Sttruri
* * *
Sürûrî’nin Vehbi hakkında bir
beyti:
Bir zaman Tophâne’de gürledi
Vehbi top gibi
Şimdicik Çömlekçiler’de inliyor boş küp gibi
★
Beni
hicvettin ey çiçekçi (Refii)
Bilmedin
mi cevaba kadir idim.
Bahçeler hendeğinde sen o zeman
Oynaşırdın ben eski şair idim.
★
Kadılıkta koca samson gibi ey
Vehbi-i dûn
Dişlemişin bütün eski zağra ademini
Attılar küfrilc nice sözler sana kim
Kudururdu yese herhangi köpek dirhemini
SÜNBÜLZADE
VEHBİ HAKKINDA:
Gayri
şair gibi sâil değilim ben dersin
Vehblyâ bihûde - güftar değilsin de nesin
Her kasidende sözü cerre edersin müncer
Hey dilenci gidi cerrar değilsin de nesin
Kadınlara fazla düşkün olan Vehbi’yi Sürurî ıbir hezliyle şöyle
teşhir ediyor:
Taze kızlarla şimdi
Vehbl-i pir
Sarfedlp ayş u İşrete parasın
Dest ile gâvur gidi döküyor
Ak sakal üstüne papaz karasın.
★
İranlIlar
tarafından zaptedilen Bağdad’ı geri almaılc üzere gi-
den Serdar Hâfız Paşa muvaffak olamamış, Padişah Dördüncü Mu-
rada bir mektup göndererek istimdat etmişti.
Aldı etrafı adüv, İmdada asker
yok mudur,
Din yolunda baş verir bir
merdi server yok mudur?!,
diye bulayan mektup şu beyitle
bitiyordu:
Dergâh! Sultan Murada nâmemiz
isâliııe.
Badı sarsar gibi bir çâpik
kebuter yok mudur?
Dördüncü
Murad, Serdarına aynı vezin ve kafiye ile şu cevabı
göndermişti
Hafıza!
Bağdada imdad etmeğe er yok mudur,
Bizden istimdad İdersin, sende
asker yok mudur
Düşmeni mat etmeğe ferzâneyim ben der idin,
Hasına
karşı şimdi at oynatmağa yer yok mudur?
Gerçi
lâf urmakda yokdur sâna hempa bllürüz,
Lik
senden düd alur bir dâdkester yok mudur?
Merdlik
da’va idersin ya bu muhannlslik neden,
Havfidersln
bari yanında dilâver yok mudur?
Râfızilar
aldı Bağdadı tekâsül eyledin,
Sana
hasmolamaz mı Hazret, Ruzu Mahşer yok mudur?
Blhâııife
şehrin ihmalinle viran ettiler,
Sende
âyâ gayreti dini Peygamber yok mudur?!
Bihaberken
saltanat ihsan eden Perverdlgâr,
Tine
Bağdadı ider İhsan mukadder yok mudur?!
Küşvetile
rnndi İslâmî perişan eyledin,
Ijidilmez mi sanırsun, bu
haberler yok madar?!
Ayni Hakla intikam almağa
a’dadan meğer
Bendel din bir veziri dinperver yok mudur,
Bir
Ali slyret veziri serdar eyledim
Hızftı
Peygamber muin olmaz mı rehber yok mudur.
Şimdi
hâlimi kıyas eylerim âyâ âlemi,
Ey
Muradı! Padlşahu heft kişver yok mudur?!
★
Tahammül mülkini yıktın Hülâgû
han mısın kâfir
Aman dünyayı yaktın ateşi suzan mısın kâfir
Kjzoğlan nazı nazın şehlevent avazı avazın
Belâsın ben de bilmem kız mısın oğlan mısın kâfir
Ne mana gösterir duşundaki ol ateşin atlas
Kİ yâni şu’lei cansuzi hüsnü an mısın kâfir
Nedir bu gizli gizli ahlar çaki giribanlar
Acep bir şuha sen de aşıkı nalân mısın kâfir
Sana kimisi canım kimi cananım deyu söyler
Nesin sen doğru söyle can mısın canan- mısın kâfir
Şarabı ateşinin keyfi rûyun şu’lelendirmiş
Bu haletle çorağı meclisi mestan mısın kâfir
Niçün sık sık bakarsın böyle mir’atı mücellâya
Meğer sen dahi kendi hüsnüne hayran mısın kâfir
Nedim’i zân bir kâfir esir etmiş işitmiştlm
Sen ol cellâdı din ol düşmeni iman mısın kâfir.
★
Nedim
hakkında İsmail Habib Sevük diyor ki:
O devrin resmen «şairler reisi» olan Tâibzade
Osman, âdetâ
■esini bir berat mahiyetindeki kasidesile, o zamanın şairlerini sa-
yarken Nedimin ismini bile anmaz Düşününüz. Nedim gibi «öz
şiir» in bütün sırrına ermiş billür bir dehâmn şair sayılması: O
kadar içli bir adam için yakıcı bir ıstırabdır bu. Devrin resmî b:iş
şairi tarafından yapılan bu acılar acısı haksızlığa karşı zavallı Ne-
tim ancak şu rubaiyi yazdı:
Zâhirde egerçi cümleden
ednâyız
Erbâb-ı nazar yanında lik a’lâyız
Saymazsa hesaba nola ahbâb biri
Biz zümre-i şâiranda müstesnayız.
ŞAİRİN CEVABI
Resmi Çelebi adında biri, şair
Nedime bir gün gelmiş ve:
— Şairim. Ricali
Devletin el yazılarını topluyorum. Siz de rica-
lin ileri gelenlerindensiniz. Bu varakpareye iki satır yazı lütfederse-
niz minnettar olurum.
Nedim, hemen divitine davranmış
ve şunu yazmış.
(Mirt
azizim Resmi Efendi. El yazısı toplıyacağma pa»a topla,
buna imkân bulamazsan aklını başına topla!)
★
Her
mısraında lâl renkli tül örtüler içinde şuh ve nazende ka-
dınlar rakseden şair Nedim Ahmedi Şalisin yegâne bülbülü ve da-
mat İbrahimin de yegâne şen ve şakrak bir şairiydi...
İstanbul
Nedim demekti. Ziynet ve renk içinde parlıyan saray
lar, mum ışıklarında hayal gibi gölgeleşen bahçeler, korular, çıra-
dan] ar, lâleler, helva sohbetleri, gece sefaları, yay gibi ince belli,
şuh endamlı, «serapa hüsnüân, dilistan, nazperver, civanı mihri-
ban» kadınlar, hepsi Nedim idi... Ahmedi Salis saltanatının deb-le-
be ve ihtişamı Nedimin mısralarile dizilmiş bir dî7.i inciydi. Nedim
ne kadar coşkun ve baygınsa Lâle devri de o kadar mest olmuş,
zevk ve hayale dalmış bir devirdir. Bugün bile Sadabadın harap kö
şelerini dinleseniz, oradan ney ve tanbur iniltilerine karışan bay-
gın ve şuh şarkılar duyarsınız...
Nedim
padişahın sadrazamın gözdesi idi... Her gece ve her
gün Nedim bekleniyor, onun kıvrak ve taze mısraları özleniyordu.
★
O
devirde şairin birçok rakipleri vardı. Nedimin yükselişini ve
sıfatını çekemiyenler fırsat ararlar, bir yolunu bulup onu Padişa-
hın ve Sadrazamın gözünden düşürmeye çalışırlardı.
Bu mey
anda birkaç şair, Nedimi hicvetmek istemiş, Aymet Şa-
lisin ve Damat İbrahim Paşanın gazûp nazarları altında ezilip k a-
mışlardı.
Nedimin
en kuvvetli düşmanı şair Câzimdi. Câzim de zamanın-
da kibar ve edebî mahfillerde aranılacak, Sadabat âlemlerine gire-
cek kadar şuh bir san’atkârdı. Fakat Nedimin parlaklığı. Nedimin
satveti hiçbir zaman sönmemiş ve tükeninemişti.
Şair
Câzim, ara sıra saraya sokulur, el altından Ahmedi Salise
ve Damat İbrahim Paşaya Nedim hakikında zemlerde bulunurdu.
Nihayet
bir gün Padişahın kulağına şöyle bir havadis gön-
derdi
Nedim şiirlerini hep
başkalarına yazdırıyor ve kendisi de
bu suretle geçiniyor.'.
Ahmedi
Salis bu haberi alır almaz fena halde canı sıkılmıştı.
Derhal Nedimi çağırtmış ve emretmişti:
Bana kış hakkında hemen bir
kaside oku!
Nedim
sükûnetle elini cebine attı ve uzunca bir kâğıt çıkardı.
Birkaç dakika düşündü ve gözlerini kâğıda dikerek okumıya baş-
ladı '
Efendim ah havalar bugün soğuk
diyerek
Sokuldu koynuna ol nıahparenin mlcmer
Kaside bitince, Ahmedi Salis
kaşlarını çattı
Ne deyu çıkarıp kâğıdına
bakarsın?... Sen irticalen okuma-
sını bimez misin?...
Zeki şair,
rakiplerinin bir oyun oynadıklarını çoktan anlamış-
tı. Elindeki kâğıdı Ahmedi Salise uzatarak güldü:
— Şevketlü
hünkârım... Görüyorsun ki bu kâğıt bembeyazdır,
yazısızdır... Hicabımdan başımı bu beyaz kâğıda iğdim... Yüzümün
kızartısını' göstermemek istedim, öyle okudum...
Nedimin
bu çok zarif ve ince nüktesi Ahmedi Salise ve rakip-
lerine karşı idi... Koca şair kendisinden şüphe edilmenin ne büyfık
ahlâksızlık olduğunu gösteriyor ve kıymetini bir kat daha yükselti-
yordu.
★
Varsın
şurıla hınlasın
Bize taş atıp ürenler
Eşek olup zınlasın
Bize taş atıp iirenler
Pek
nallanmış ata dönsün
Uyuz olmuş ite dönsün
Kilisede puta dönsün
Bize taş atıp ürenler
Bir dldllmlş kavuk olsun
Yazı, kışı soğuk elsun
Bir yolunmuş tavuk olsun
Bize taş atıp ürenler
Hayvanlara kuşak olsun
Kalaycıya uşak elsun
FERYADÎ’ye eşek olsun
Bize taş atıp ürenler
NOT Zara'nın «Zavallı köyü» nde
yaşadığı söylenen Feryadı
nin doğum ve ölüm tarihi bilinememektedir.
F:
6
XVIII.
yüzyıl
OSMANZADE TÂİP
—
I —
Sekban seferdlde-i pejmürde
kıyafet
itaatlilerin ardındaki oğlanına benzer
Hânendelerin sahte-i nâmus-u vekârı
Çingânelerin şübheli İmânına benzer
Bahri ki bina eylediği çeşme-i blâb
Pinti Hamid’in İttiği ihsanına benzer
Şehr oğlanının yolda sefıhâne edâsı
Sarhoşların âdab He erkânına benzer
Görmek dileyen mâh-ı hilâl-i ramazanı
Devletlûların sofradaki nânına benzer
Küttaplann mahfazası ekseri şimdi
Kassâblann yağluca cüzdanına benzer
Hemşehrilerin tâ o kadar kesreti var kim
Nabi’nln evi şimdi katır hânına benzer.
İsveç kralı Demirbaş Şarl’ın
ilticası sırasında vazife ile Kralın
yanında bulunmuş olan Sâkıp hakkında yazdığı bir hicviye:
Senin ahvâlini Sâkıb
gelenlerden sual ittim
Didiler sühre-i bezm-i kralı mülk-i İsveç’dir
Başında âftâbe arkasında câme-i Rûmî
Hemen gûya mücessem sûreti büthâııc-i Bec’dir
Bısât-ı işret-ü âlât-ı tersâyî mchayyâdır
Fakat başında noksanı çellpâ ile bir mecdir.
Emârâtı müselmâniden anda nesne
yok ancak
Elinde bir müzahref nesne var nâmı kebikecdir
Yaraşur mu sana fıstân-ı zerrinbâf-ı efrenci
Boyunca hıl'at-i şâyeste ancak köhne berzecdir
Mübâhat eyleyüb mektub- meşhun-ül-uyûbunda
Dimissin ki gıdamız nûşdârû ile emlecdir.
Behey divâne bu bengi hayâldir
bilür herkes
Ki efrencim gıdası mâr-ı mâhi ile yengecdir
Veli germi-1 ülfet şöyle telhitmiş dimağın kim
Tezek dahi mezâkında murabbâ-yi helilecdir
Sana yetmez mi bu töhmet kİ yazmışsın kasidende
Bırakmış şâlrlyyet dâ’vi-1 blhûdesin şimdi
Mükellef bir ağadır bindiği har old da kevkecdlr
Aoeb nebekıyâet turfa bir kanbur-ı bedgûdur
Misal-i hat-tı ter ya harf-ı
eş'arı kec-ü mecdir
Başında âft&be deyu İsnad ittiğin mahzâ
Miirîd-ı Şeyh-l Aydın Dede’dir şimdi mütevvecdir
Ne hâsıl anı hecvltmekle teşhir İtmeden bicâ
Ki ol bir şâir-i deryâdil-ü hikâyd-ü bilecdlr
Kralım âl-i Klsrâ pûr-ı Rüstem nesl-i İrec’dlr
Düşer mi şanına ümmîd-i devletle frenk olmak
Behey kâfir vücûdun gibi kârın cümle mu’vecdlr
Sana ni’m-el-halef bir şâir-i bedgu zuhur itti
Ki ol dahi acib üs sûre bir ud.hûke kûsecdir
Senin ahvâlini naklittim icmâlin ana bir gün
Didi ana nasihat ba’denizin bihûde bir lecdir
Eğer tecdid-i iman eyleyüp insafe gelmezse
Anı katleylemek mâncnd-i cer-i râze vü hacdır
Kavâra hokkası yer kuklasıdır ism-i meymûnu
Habasette sana gaalib farkda senden ahvecdir.
★
OSMANZADE
TAİB’E CEVABI
Seııin Osman Efendibade bu orduya
gelmekten
Murâd'ın sohbet-1 bezm-i Kral-ı Mülk-i İsveç’dir
Kralın var ise güşeyledin isrâf-ü tebzirln
İnanma ana ol kâfir fakrda senden ahvecdir
Sakın bel bağlama ihsanına İman züğürdüdür
Büyük lûtfu sana zünnârdır gelsen ya bir mecdir
Eğer dirsen gazâdır maksadım dön bu hevesten kim
Sana halkın kulûbun yıkmamak çün rûze vü hacdır
Garaz tar ı bısât ı işret itmekse Stanbul’un
Kemin meyhânesci reşkâver-i meyhâne-i Bec’dir
Heman balyozların tertlb-i bezmln gör kanaat kıl
Bunun da revnak ı sermecllsi mâhi vü yengecdlr
Hele cehl-i mürekkeb olduğun bundan ıyan tıldu
Ki emr-i dinde kangı nüshanın nâmı kebikecdir
Dimağın var ise telheylemiştir hanzal-ı bedkâm
Dimişsin ki tezek reşk i murabbâ-yı helilecdir
Frengi ağız ile kim yedi bu helvâyı
Ki efrencin gıdâsı nûşdârû ile emlecdir
Kadim-i dûnhimmet eskicisin olsa da lûtfun
Pedermande köhen bir kutnu ya bir köhne bereecdir
Meğer Sâkıb gibi devlet ümidi sende muzmerdir
Sana noldu hele ol mu’vecln her kârı mu’vecdir
Bırakmış
şâiriyyet dâ’vi-i bihûdesin şimdi
Mükellef bir ağadır bindiği har old da kevkecdir
Aceb nebekıycfet turfa bir kanbur-ı bedgûdnr
Misal-i hat-tı ter ya harf-ı eş’an kec-ü mecdir
Başında âttâbe deyu isnad ettiğin mahzâ
Mürîd-ı Şeyh-i Aydın Dede’dir şimdi müteveccdir
Ne hâsıl anı hecvltmekle teşhir İtmeden bicâ
Ki ol bir şâir-1 deryâdll-ii bilecdlr
★
NABİ
HAKKINDA:
İtmedim bir amel-i hayr
deyu
Nabiyâ olma sakın giryekünan
Yâdidüp rûhunu senden sonra
Hayrine çok amel eyler yâran
TARSİ
İLE GÜMRÜKZAİDE HAKKINDA:
İbn-i Gümrük ile bizim Tarsi
Hayli eğlence idi yârâne
Hazzı var idi olmasaydı eğer
Biri çengi birisi çingâne
I
Zahidin her uc kadar ta'ııı
firâvan olsa
Ana gam çekmez idik zerrece irfan olsa
Rafz-ıı ilhâd nedir anlarsa iz’an olsa
Sıdk ile mezheb-i islâmda pâyan olsa
Dahilden dinimize bâri müselman olsa
Ta'nidip zümre-i yârâna güruh-ı hazele
Nâse/a sözler ile bâis olurlar kesele
Ne biliir kadrini erbâb-ı kemâlin cehele
Cümleden geçtik idik her ne belâ ise hele
Bize ıııülhid diyenin kendide iman olsa
Dahilden dinimize bâri müselman olsa
Câhil-ii bâtıl-u bîmezheb iken bir ebter
Kendi cf'âliııi ehl-i dile isnad eyler
Ardımızca ne kadar gıybetimiz eyleseler
Ana vallâhi elem çekmez İdik zerre kadar
Bize mülhld diyenin kendide İman olsa
Dahlidcn dinimize bâri müselman olsa
Gerçi kim nefse u^yup
itmedeyüz sehv-ü hatâ
Bilirüz cürnıümüzü itmezüz inkâr aslâ
Gam değil aybımızı söylese dâim a’da
Kaailiiz söze biz gerçi Bahai amma
Bize mülhid
diyenin kendide iman olsa
Dahilden dinimize bâri müselman olsa
—
II — '
Küfrı Bahai’ııin, Nef’înin
meşhur gazelini tanzir ederek yandı-
ğı hicviye:
Tâvegû zâg-ı siyahını dir isen
lâf değil
Tûtiyem dime ki mir’ât-ı dilin sâf değil
Ulemâ düşmeni bir hâin-i bidinsin sen
Ehl-i dildir dinllürse sana inşâh değil
Dehr tutmazsa nela yâvc kelâmın makbul
Beli harmühre pesendide-i sarrâf değil
Girdi miftâh-ı d.er-i geııc-i halâ çün eline
Aleme herzeni bezleylesen İtlaf değil
Doludur nüsha-i hecv ile derûn-ı Nef’i
Tab'-ı yâraıı gibi diikkânçe-i sahhâf değil
Bâğ-ı delirin heıu hazânın, hem
bahârın görmüşüz,
Biz neşâtm da, gamın da ruzigârın görmüşüz.
Çok
da mağrur olma kim meyhane-i ikbalde,
Biz hezârân m es-ti mağrurun
humarın görmüşüz.
Top- âh-ı inkisara pâydar olmaz yine
Kişver-i câhın nice sengin hlsann görmüşüz.
Bir
huruşiytle eder bin hane-i ikbali pest,
Ehl-i
derdin seyl-i eşk-1 inkisarın görmüşüz.
Bir badeng-i caııgüdaz-ı ahtır
sermayesi
Biz bu meydanın nice çâbüksiivann görmüşüz.
Bir gün eyler destbeste pâygâhı
câygâh
Biadet mağruri sadr-i itibarın görmüşüz.
Kâse-i
dreyuzeye tebdil olur câm-ı murat,
Biz
bu bezmin, Nablyâ, çok bâdehânn görmüşüz.
★
KIT’A
Çok görmüşüz zevalini gaddar
olanların,
Hengâmı fırsatında dilâzar olanların,
Zillettedir kararı eğer sağ olursa da;
Kütâh olur hayatı sitemkâr olanların.
NABİ’NİN
GAZELLERİ
Bir gün
Nabî’yi hapse atmışlar. Koca şair zindanda da şiir oku-
maktan geri kalmazmış. Ve ne zaman ağzından mısralar dökülme-
ye başlasa mahkûmlardan birisi ağlamıya koyulurmuş. Nabî için-
den sevinir, bizim gazeller hapislere bile tesir ediyor; herhalde çu
adamcağız çok içli olacak dermiş. Bir akşam sormuş:
— Baba; ben şiir
okumıya başlayınca niye ağlıyorsun?
Ah,
hiç sorma; sonra kızarsın.
— Yok a canım,
niye kızayım...
— Şey, ben
memleketteyken çobandım, benim bir sevgili köse-
men tekem vardı; sen mırıldanırken sakalın titriyor onu da hatır
lıyorum, gözlerim sulanı veriyor; işte kusura bakma, sen yine oku1.
★
BAYRAM
AYI GÖRÜNDÜ
Bir
kandil günü, şair Nabi, padişahı ziyarete gitmişti. Bir köle
Nabi’ye bir fincan kahve getirdi. Nabi, (Oruçluyum) diyerek kah-
veyi içmedi. Biraz sonra, padişahın emrile genç ve güzel bir cariye
bir kâse şerbet uzatınca Nabi şerbeti içti. Padişah:
— Hani ya,
oruçlu idin?
Diye sordu.
Nabi, cariyeyi göstererek:
Bayram
ayı göründü sultanım... Dedi. Artık oruç kalır mı?
★
Koca Ragıp
paşa, Haşmet ve Fıtnat hanım
arasında şakalar
psmanlı
şairlerinin en büyüklerinden olan Koca Ragıp Paşa
ile en ünlülerinden Haşmet ve kadın şairlerimizin başında gelen
Fitnaît Hanım arasında bir takım latifeler yapıldığı rivayet olunur
ve halk arasında bu lâtifelerin muhtelif şekilleri tekrarlanır. Bu üç
şair, çağdaş oldukları için aralarında böyle lâtifeler geçmiş olması
pek muhtemeldir. Esasen halk arasında söylenen lâtifeler ne kadar
mübalâğalı ve yanlış olsalar da bir asılları olduğu muhakkaktır.
Üçü de
Türk ırkına ve yüksek ailelere mensup ve İstanbullu
olan bu şairlerin edebî değerleri üzerinde duracak değilim. Hikemî
gazelin en büyük üstadı olan ve mısraları darbımesel haline gelen
Râgıp Paşa (1699 1673) şair, bilgin ve devlet adamı olarak pek mü-
hım bir şahsiyettir. Muhtelif resmi vazifelerle Van, Tebriz, Bağdat,
Erzurum, İs akçı, Mısır, Aydın, Rakka ve Halepte bulunmuş, 1744 te
vezir olmuştur. Üçüncü Osman ve Üçüncü Mustafa devirlerinde iki
defa sadrâzam olup devleti barış içinde muvaffakiyetle idare etmiş-
tir. Sultan Mustafamn kız kardeşi Saliha Sultanla evlenmiş olan
Koca Râgıp Paşamn dairesi, sadrâzamlığı zamanında, bilginlerin ve
şairlerin toplandığı yer olmuştu. Anadoluda ve Halepte birçok hay-
tı olduğu gibi İstanbulda, Koskada da, bugün dahi mevcut olan gü-
zel bir kütüphane kurmuştur. Mezarı, kütüphanesinin yanındadır.
Râgıp Paşanın mükemmel bir hattat da olduğunu üstat İbnülemin
Mahmut Kemal Beyin himmetiyle neşrolunan «Tuhfe-i Hattâtin»
den öğreniyoruz.
Haşmet,
Kazasker Abbas Efendinin oğludur. Müderrisliklerde
bulunmuştu. Lâtifeciliği hiciv derecesine vardığından 1762 de Bur-
saya sürgün gitti. Sonra Rodosa gönderi’di. 1769 da orada ölerek
meşhur Murat Reisin türbesi yanma gömüldü.
Asıl
adı Zütoeyde olan Fitnat Hanım ise Şeyhislâm Mehmet
Esat Efendinin kızı ve ilmiyyeye mensup Derviş Efendinin zevcesi-
dir. 1780 de ölen Fitnat Hanım irticalen şiir söylemeğe kadirdi. Ze-
rafeti dolayısiyle devrin zarif şairi Koca Râgıp Paşa ile karşılıklı
nükteler yapmış olması tabiîdir.
Belki
bazı letaif kitaplarında ve başka yerlerde bu üç şairin
aralarında geçen nüktelere dair mevsuk ve tarihî malûmat buluna-
bilir. Ben burada yalnız halk arasında şifahî olarak dolaşan riva-
yetleri kaydedeceğim. Bu rivayetler birbirine karışmış ve hattâ ba-
zılarının varyantları bile teşekkül etmiştir. Bilhassa Koca Râgıp
Paşa ile Haşmet^ halk arasında, tıpkı Nasrettin Hoca, Bekri Musta-
fa, İncili Çavuş ve Bektaşi tipleri gibi mizah kahramanı haline gel-
miştir. Hattâ bazen Bektaşiye isnad olunan hikâyelerin bunlara mal
edildiği de vakidir. Halk bu üç şairi o kadar benimsemiştir ki bazı
rivayetlerde Fitnat Hanım, Koca Râgıp Paşanın zevcesi olarak gös-
terilmektedir.
Şimdiye
kadar bu üçü arasında geçen lâtifelere dair yirmi ka-
dar fıkra topladım. Fakat bunların çoğu müstehcendir. Hattâ bazı-
larının müstehcen nüktelerinde, fazla olarak, bu şairlere yakışacak
zekâ eseri de yoktur. Bunların sonradan uydurma isnadlar olduğu
muhakkaktır. Böylelerini bir tarafa bırakarak neşrolunabilecek ma-
hiyette olanlarını aşağıya sıralıyorum:
★
1)
Boğaziçinin yüksekçe bir
yerinde oturan Râgıp Paşa, sıcak
bir yaz günü evine giderken yorulup bir taşa oturmuş. Çok susamış
olduğu için ötede oynıyan çocukların birinden su istemiş. Sekiz do-
kuz yaşlarında bir çocuk (müstakbel Hatmet) paşaya büyücek bir
kâsenin içinde turşu suyu getirmiş. Paşa içtikten sonra: «Oğlum, ben
senden su istemiştim. Neden turşu suyu getirdin» diye sormuş. Ço-
ruk da cevaben: «Annemin yaptığı lâhana turşusuna sıçan düştü de
gelene geçene dağıtıyoruz» deyince paça öfke üe kâseyi yere vurup
kırmış. Çocuk ağlamağa başlamış. Paşa, çocuğun ağladığını görünce,
biraz yumuşıyarak niçin ağladığını sormuş. Çocuk: «Elbette ağlarım
ya. Köpeğimin kâsesini kırdın. Şimdi ben ona neyle su vereceğim»
demiş. Çocuğun zeki ve nükteci olduğunu anlıyan paşa onu yanına
almış. ^
★
2)
Bir gün hanımı kızdıran
Haşmeti, paşa evinden kovmuş.
Haşmet: «Peki amma, ben şimdi ne yapayım» diye sorunca paşa «İt
sürty de para kazan» diye cevap vermiş. Haşmet çıkarak Boğaziçi is-
kelelerinde yedekçiliğe başlamış. Bir gün Râgıp Paşa sedaret kayığı
ile sarayın bulunduğu iskeleye yanaşmış. Yedekçilik sırası Haşmette
olduğu için paşanın kayığım yedeğine alarak sürüp iskeleye bağla-
mış. Paşa, Haşmeti görüp tanıyınca: «Ne o Haşmet? Ne yapıyorsun»
diye sormuş. Haşmet de: «Emriniz mucibince it sürüyorum paşa haz-
retleri» diye cevap vermiş.
★
3)
Koca Râgıp Paşanın güzel bir
halayığı varmış. Haşmet, Râ-
gıp Paşaya misafir geldikçe bu halayık kahve getirir. Haşmet de ona
sulanırmış. Bir gün Haşmet yine Râgıp Paşaya misafir gelmiş. Za-
ten işin farkında olan Râgıp Paşa halayrkı çağırarak yine kahve
götürmesini, fakat çok naz ve işve yaparak Haşmet sulandıkça pa-
rasını, değerli eşyasını ve en sonunda teslim olmak için dinini, ima-
nını istemesini tenbih etmiş. Halayık, paşanın dediği gibi yaparak
Haşmeti bir bir soymuş. Nihayet halayık demiş ki: «Ben sana teslim
olurum amma cahil bir kızını; dinden, imandan haberim yok. Ölür-
sem imansız gitmiyeyim. Bana dinini, imanını ver!» Bunun üzeri-
ne Haşmet heyecanla ayağa kalkarak «Vallahi de yok, bil’âhi de
yok» demiş. Kapıdan dinlemekte olan Râgıp Paşa içeri girerek «Ne
yaptın Haşmet?» diye sorunca Haşmet «Ne yapalım Paşa Hazret-
leri? Var desem onu da alacak. Onun için yok dedim» demiş.
★
4)
Haşmeti bir şehre kadı
göndermişler. Bir müddet sonra dö-
nüp gelmiş. Bir gün 'bir kalabalık bağırıp çağırarak meydana çık-
mışlar. Râgıp Paşa sormuş. Ahali: «Falan şehrin ahalisiyiz. Yolla-
dığınız kadı bizi soyup sovana çevirdi. Şikâyetçiyiz» demişler. Râgıp
Paşa, Haşmete bu nedir
diye sorunca Haşmet: «Paşam merak etme,
yalandır. Bu muhakkak beni sevmiyenlerin uydurduğu bir şeydir.
Ben onları öyle bir soyup sovana çevirdim ki İstanbula değil, bir
saatlik yola gidecek halleri kalmadı» demiş.
★
5)
Rakının yasak olduğu bir
devirde Haşmet bir mezarlıkta bir
kafatasıyla rakı içiyormuş. Kılık değiştirerek gezen padişah onu
görüp ne yapıyorsun deyince Haşmet irticalen şu beyti okumuş:
Ezelde câm ı Cemşîdi slfâle
saymıyan serler
Felek sâkisi destinde gezer peymânedlr şimdi
Padişah
beyti mütemadiyen tekrarlamıya başlayınca Haşmeti
bir korku almış ve belki beni, idam ettirir diye düşünerek padişahın
ayaklarına kapakmış. Padişah: «Şair değil misiniz? Hepiniz korkak
olursunuz. Beyit çok hoşuma gittiği için her tekrarına bir altın ve-
recektim. Kendin bu kadarla iktifa ettin» demiş.
★
6)
Koca Râgıp Paşa bütün
vezirleri, ricali, maiyetindekileri ça-
ğırarak rüşvet almadıklarına dair yemin teklif etmiş. Herkes yemin
etmiş; yalnız Haşmet sesini çıkarmamış. Paşa, niçin yemin etmedi-
ğini sorunca Haşmet: «Paşam, beş dakika bekle. Bunlar çatlamazsa
ben yemin ederim.» Demiş.
★
7)
Türkiye ile İran arasındaki her
türlü rekabet şiir ve edeibi-
yat sahasında da devam ettiği için İran elçilerini şiirle mat etmek
de âdetmiş. Yine bir Acem elçisinin geleceği sırada Râgıp Paşa onu
karşılamak için Fitnat Hanımı ve başka şairleri kayıkçı kılığına sok-
muş. Kendisi de aynı kılığa girmiş. Kayığa güzel bir nargile getir-
miş. İran elçisi Üsküdar tarafından kayığa binmiş. Sandalcılar kü-
rek çekmeğe başlamışlar. Elçi bir yandan İstanbulun güzelliğini
seyreder, bir yandan da muhteşem nargileyi çekiştirilmiş. Manzara
ve nargile hoşuna gittiği için irticalen:
Beni mest eyledi bu reffe
(?) den çıkan sayha-i af’af
deyince, sandalcı kılığında olan Râgıp Paşa da derhal:
Bu bir' âb ı musaffâdır
sürer gam leşgerin saf saf
diyerek elçiyi hayrette bırakmış.
★
8)
Fitnat Hanım Kurban Bayramı
için kurbanlık bir koyun
alacakmış- Koyunları seyrederken tesadüfen orada bulunan Râgıp
Paşa: «Arzu ederseniz kurbanınız ben olayım» demiş (veya biri va-
sıtası iJe dedirmiş). Fitııat Hanım da: «Teşekkür ederim. Bu yıl
boynuzlu almıyacağım» diye cevap vermiş.
★
9)
Kapalı çarşıdan Fitnat Hanımla
hizmetçisi gidiyor, arkala-
rından da Koca Râgıp Paşa ile uşağı (veya Haşmet) geliyormuş.
Kocakarı soğuğu (berdel’acuz) zamanı olduğu için hava pek soğuk-
muş. Râgıp Paşa, Fitnat Hanıma lâf atmak için: «Bu kocakarı da
ortalığı dondurdu» demiş. Fitnat Hanım arkasına dönmüş. Koca-
karı fırtınasından sonra gelen öküz fırtınasına (sitte-i sevr) telmi-
hen: «Arkasından da öküz geliyor» demiş.
Bu halk
rivayetlerinden çıkan netice her üç şairin de pek nük-,
tedan ve şakacı olmalarından ibarettir. Tarihî ve edebî vesikaların
iyi bir incelenmesiyle bu şakalara ait tarihî malûûmatm bulunması
da ihtimal dahilindedir. Üç şakacı şairimizin şakalarının ve nükte-
lerinin daha ziyade aydınlatılmasını kendi de bü^ük bir nüktedan
olan Türk tarihçilerinin reisi, üstat İbnülemin Mahmut Kemal Bey-
den bekleriz.
11
Ağustos 1941. Maltepe -fa Nihal ATSIZ
KEÇECİZADE
KİT'A
Desti kûtahımızı etmemiş Allah
resa
Membaı lûtfunu yoksa elimizle kaparız
Biae versin mi Huda abıhayatı tevfik
Hıan bulsak rehi zulmette külâhın kaparız
Yâsinizâde vü Hâ?et badaşup
İkisi milleti bu hâle kodu
Birisi hâlet-i nez'a getirüp
Diğeri üstüne yâsin okudu
★
İZZET
MOLLA ve BİRKAÇ FIKRASI
Aslen
Konyalı olan Keçeci zade İzzet Molla, ince ve ateşin ze-
kâsı, heyecanlı, enerjik tabiatı, derin bilgisi ve Türk dilindeki yük-
sek kudreti ile on dokuzuncu asır Türk büyükleri arasında güzide
bir yer almıştır.
Babası
Kazasker Salih Efendi öldüğü vakit, genç yaşında büyük
sıkıntıya düşen İzzet Molla, bir gün kendisini denize atmak sure-
tiyle intihara karar vermiş iken, Kuruçeşmedeki yalısının pencere-
sinde oturur ve bu korkunç kararını keşfeden Hançerli Beyin mü-
dahalesi ile intihardan vazgeçmişti. Hançerli Bey Arapça, Türkçe
ve Farsçaya ana dili olan Rumca kadar vâkıf Fenerli Rum zengin-
lerinden ve ekAJ)İrindendi. Yalısında ve konağında haftanın muay-
yen günlerinde ilmî ve edebî toplantılar hazırlar, devrin şairlerin:,
âlimlerini, yüksek simalarını bu toplantılara dâvet ederdi. İzzet
Molla ile tanıştıktan sonra, onu da meclislerinin daimî dâvetliler
arasına koymuştu.
★
HAKETTİ...
Keçecizade
İzzet Molla, Boğaziçinde bir tanıdığının yalısın.'
misafir gitmişti. Yalıda kendisinden başka bir kaç misafir daha var-
dı. Bir ara, denizden, iki kayıkla, Hançerli beyin geçtiğini gördüler
Mecliste hazır bulunan, hoca kılıklı, cehaletiyle tanınmış biri or-
taya bir lâf attı:
— Süphanallah,
dedi, şu hristiyan zat Arapça bilirmiş, acemct
bilirmiş,, tefsirden anlarmış, diyorlar. Nasıl oluyor da bunca ilmiyle
müslüman olmuyor?
Dilini tutmasını hiç bilmeyen
Keçecizade hemen atıldı:
A efendi, ya siz bu kadar
cehlinizle niçin gâvur olmuyorsu-
nuz? diye mukabele etti.
★
İZZET
MOLLA ve KARISI
1800 de
süngün olarak gittiği Sivasta ölen İzzet Molla, di var.
edebiyatının son büyük artistlerinden biri idi.
İzzet
Molla, çok sevdiği karısı ölüm döşeğinde iken: «Eğer ser.
benden evvel ölürsen konağı yakarım!» diye yemin etmiş. K adine s
ğız ölünce de yemini yerine getirmek için mangala bir tekme vu-
rup ateşleri ortalığa saçmış, evinin eşyasını da hizmetçilerine, uşak-
larına yağma ettirmiş. Fakat on beş gün sonra da yeniden evlen
mişl Bu sefer de eski karısından bahsederken: «Merhume keşke al-
ta ay evvel vefat etseydi!» demeğe başlamış.
TENASÜH
HİKÂYESİ
Yapma bir feylesof-û
nameşhur
Kendini zannederdi Fisagur.
İtikadı, tenasüh-i ervah,
İtimadı; tefessüh i eşbah»
Dedi kim Kuyruğu diken
hayvan
Bnlur elbette suret-i insan
Dinleyip bir sühanver ol öküzü
Ağzına tıktı ot grbli şu sözü
Nasıl etmem bu mezhebe iman
Sen olurken nümiinc vü biirhan!..
★
ŞİNASİ
MERHUM VE TORUNLARI
Türk gazeteciliğinin babası
sayabileceğimiz Şinasi merhum
Tasviri Efkân çıkarırken devrin padişahı Sultan Aziz gazeteye abo-
ne olmak ister ve bir yaverile Şinasiye 500 altın gönderir. Şinasi ile
yaver arasında şöyle bir konuşma geçer:
Bu para nedir?
— Abone ücreti.
Abone ücreti için bu çok fazla.
Böyle gönderdiler.
Hakkım değil alamam.
İhsam şahaneyi red mi ediyorsun
sen?
Yaverin sesi tehditkâr bir ton
alınca Şinasi merhum boynunu
büker ve altın kesesini alır, fakat on parasına dokunmadan fıkaraya
dağıtır.
Bugünün resmî ilân
goygoycularının kulakları çınlasın. !
★
RIZA
PAŞA HAKKINDA
Bu meseldir denilir
elveled serabiye
İşte Destan Bcy’in oğlu prodestân oldu
Fâris-i bildi Acem Paris'i gördü k&fir
Oldu şâyeste-i lâ’n âleme destan oldu.
İMAMZADE VEHBİ EFENDİ’NİN
HACDAN
AVDETİNE DAİR
Kâbeden gelmedi Hacı gibi Vehbi Molla
Arafattan sürülüp hemdem-1 hüsran geliyor
Han-ı ihsan-ı şerifi yemiş içmiş amma
Gözü açtır herifin ni’mete küfran geliyor
Kâ’beye gittiğine oldu peşi man, zemzem
İçmedi, neş’e-i konyak ile sekran geliyor
Atmayıp ban günahı orada artırdı
Vizrü isyanım, âzade-i gufran geliyor
Burnuna sivrisinek sataşıp çöllerde
Baş açık, yalın ayak, elde mekesran geliyor
Geçti germabe-i Fi’ravnu meşakkatle Hele
Bahre gark olmadı müstağrak-1 buhran geliyor
Cidde’den şehr-1 Süveyş’e oradan Kahlre’ye
Uğradı kahrolası sersemü hayran geliyor.
Kendi
gelsin gelecek çare nedir müşkülü bu
Ta’n-ü teşhir verasmca hezaran geliyor.
Çıkdı muhlisleri
karşuda görünce dediler,
O değildir bu
gelen, Kadı-ı havran geliyor.
KIT’ALAR
Rub-u
hams-u südüs-ü cümle maaşın kesilip
Şimdi de geldi üçün birini kat’a növbet
İkide birde bu hamyazeyi çekmekten İse
Bari vaktiyle olunsaydı dibinden sünnet
(HOCA TAHSİN HAKKINDA)
Şimdi
âsar-ı terakkidi bozuldu eskiler
Mösyö Tahsin namını Fetro’ya tahvil ettiler
Sen de göster kendini baş kaldırıp eyle kıyam
Ey... endazeyi metroya tahvil ettiler.
★
K I T ’ A L A R
SULTAN HAMİD’İN CÜLUSUNA
Halkın muradı Hazret-i Sultan Murad idi
Hakkın muradı Hazret-i Abdülbamid imiş
Her işde mülk-i millet İçin hayr-ı malız olan
Elbette mayürad değil mayiirid imiş
ÇAY HAKKİNDA
Ne keşakeşte kalırdık o kaş-ı
yay İle biz,
Düşmesek hançer'l ebrusuna ger rây ile biz...
Bir zaman Rûm'da deryakeş idik
ey sâki,
Şimdi İran’da kanaat ederiz çay
ile biz.
★
«Son
asır Türk şairleri» ne göre; 1923 de Manastırda doğau
Naili, 1870 da Mısırda ölmüştür. Hicivde ileri giden bu şair zamanı-
.im vükelâsını:
Kalmamıştır
içlerinde ehli din
Lânetullahü aleyhim ecmain..
nakaratlı bir manzume ile hicvetmiştir.
Mısırda bulunduğu sırada canını
sıktıklarını şu beyitle anlatır"
Herbar olur elbette kişi âhara muhtaç
Mısır ehli ne hikmet serâpâ hâra muhtaç..
İsim tasrih etmeyerek bazı
eşhası da hicvettiği vâkidir:
Çün balık baştan kokar, derler
meseldir NAİLÎ
Heyeti
mecmuaya mlmağzı baş etmek abes
Bir peri peykcriıı aşkı ile çarpıldı Topal
Beni cin tuttu deyu aldatıyor inşânı
Türlii şeytanlık ile âlemi eyler iğva
Cin mi çarpar hiç o oğlan delisi şeytanı
★
Nüktedan
bir şair olan Kaıılıcalı Nilıat Bey, Meclisi Vâlâ âza-
minin tenkihinde şu kıt’ayı söylemiştir:
Mecallste misali lühmi
zald
Nice mümsik zevat olmuştu calis
Bih&kkı muktedayi ehli sünnet
Kesildi fazlai âzayı meclis
Ricali mümtazeden birinin -sadaret müsteşarı iken- dört imza
Je verilen bir arzuhalin arkasına «Dört neferi merkumlar» yazdı-
ğını Nihat işitince şu kıt’ayı yazmıştır:
Öyle
cahilsin ki eeheller seni techll eder
Hep sana meçhuldür Alemdeki malûmlar
Cümle eshabı mesalihle beraber d&vera
Ananı senin ol dört neferi merkumlar.
«Son Aeır Türk Şairleri»
Yeter bu safsata vaiz nasihat
öyle değil
Tariki hakka tariki delâlet öyle değil
Salâhı halini her bahs içinde söylersin
Bilir ki ehli hakikat, hakikat öyle değil
Demi şebab ile geçdi neşatı
âlemi ab
O âlem olsa da şevku şetaret öyle değil
Nedir bu vaz’ı gurur ile kelbi tekdirin
Fakir isek de efendi mürüvvet öyle değil
Beni görünce mi? hatırlıyorsun
ey mehru
Rüsumu ahdü vefaya riayet öyle değil
Naziredir gazelim gerçi nazml Naciye
Zemin bir olsa da feyzi tabiat öyle değil.
393 Denaadrt
|
Lefkoçalı
İsmail Paşa zade Galip Bey, Mithat Paşanın maiye-
tinde Rusçukta bulunduğu esnada Fazlı Efendiyi, aralıkta ziyaret
eder, müstefid olurmuş. Bir gün Galip Bey arkadaşlariyle bir m es-
reye giderler. Fazlı Efendi, âmirinin mümaneatiyle gidemez. Şid-
detli yağmur yağar, teferrüce gidenler su içinde kalarak avdete
:necbur olurlar.
Bunun
üzerine Fazlı Efendi, aşağıdaki kıt’ayı söyler. «Fazlı
Efendi, sizi hicvetti» diye Galip Beyi iğdab ederler. Bundan haberi
olmayan Fazlı, bir akşam bermutad ziyarete gidince Galip Bey, ke_
mali hiddetle kovar. Bir müddet sonra kıt’ayı görüp hakikati anla-
dıktan sonra evvelki gibi, iltifat eder;
Tolu ile o kadar yağdı bir
şedit yağmur
Ki halkı sellere döktü misali mürg âbı
Girişti bağda kaz gibi yüzmeğe herkes
kilmiş
ördeğe döndü teferrüç erbabı...
ftraülemln MAHMUD KEMAL
DÜŞENLE |
KALKAN!. |
Mutlakiyet
devrinde Baba Tahir’in çıkardığı (Malûmat) gaze-
tesinde makaleler yazan Nazif Süruri, istibdat erkânından sayıldığı
için Allyyül Mevlevi müstear adrile yazılarını neşrederdi. Hürriyetin
ilânını müteakip (îkdam) da neşriyatına devam eden Nazif Süruri,
bilgin ye kıymetli hukukçulanmizdandı. Kuvvetli hicivcileri de var-
dır. İki dereceli seçimin aleyhinde olduğu için o zamanlar şu kıt’a-
yı yazmıştı:
Mâverayi perdeden hâtûn kişi
pür iztırap
Bir evetle talibi meçhule vermişti cevap,
Müntehipler
ümmü dünyayı bu yolda diler,
Eski tarz-ı izdivaca döndü
bifedekl bu intihap!
İŞTE KOCA
Tanzimat;
Devri nüktedanla-
rından Fitnat Hanım’ın dul bulun-
duğu yıllarda ahbaplan evlenmesi-
ni tavsiye etmişlerdi. Zarif kadın:
— Evlenmeğe
lüzum kalmadı.
Dedi; artık benim bir kedim, bir
papağanım, bir de köpeğim var...
Canım; bunlar kocanın ye-
rini tutar mı?...
Niçin
tutmasın? Köpek,
durmadan homurdanır!.. Papağan,
miri, akşama kadar küfreder!.. Ke-
dim de
geceleri dışarıda
gezer!..
★
RAGIP
PAŞA ve FITNAT
Koca
Râgıp paşa ile Şâir Fıtnat bir bahar günü kameriyede
şarap içiycrlarmış. O gün Fıtnat beyaz dibalar giymiş. Şiirden, nük-
teden bahsedilirken, kadehin billûrîn sesi hoşuna gittiği için Fıtnat
meyva bıçağı ile şarap kadehine vurmaya başlamış. Paşa ihtar et-
miş:
Kadeh kırılacak!
Şarap içerken âdetimdir
efendim.
Kadeh
kırılmış ve kırmızı şarap Fıtnatın beyaz elbisesinin önü-
ne dökülmüş. Paşa:
Fıtnat Hanım, demiş, âdetinizi
gördünüzmü?
F : 7
ZAFERNAME’DEN
Sıcak halvet İken
câriyeter He yeri
Turfagûyalık ederken geceler bendeleri
Bisebep terkederek böyle huzûr-ı hazari
İhtiyar eyledi bu kışta şu miişkiil seferi
Yoksa kim etmiş idi kendisini istiskal.
Kışla-i fikri olup ceyş-i
zaferle memlû
Kal’a-i zihnine endişe-i feth etti gulû,
Kılıcın çekti kınından diyerek:
Kande adû
Bu ne gayret, ne hamiyyet. ne şecaattir bu!
Hiç görülmüş mü tevarih-1
selefte emsâl.
Ten-i nâzendesi ıie nâzik iken
pek de ne kart
Kendine mâni-i azm olmadı Kânûn ile Mart,
Ana nispetle cebandır şüc'an-ı İspart
Askere verdi kumandayı misal-i Bonapart
Gerçi kim gelmedi hiç silsilesinde ceneral!
Yirmi beş kıt'a sefine idi
hükmünde fidel
Tuttu bir Rum vapurun bir sene ikdâme bedel,
Hiç Bahriyyeden agâh değilken evvel
Vermedi ablukada şan-ı donanmaya halci
İngiliz dçvletlne olsa sezadır amiral.
Çünkü her kârda tercih
olunur şerr-i ahef
Etti hükkâm-ı müsülmana nasarayı halef
Tir-i ta’na bu sebepten olamaz zatı hedef
Vâkıa haylice can, haylice
mi oldu telef
Etti amma kİ cezire şerefin istihsal.
Zât-ı hayder-şiyeml
azmedeli bû sefere
Baş keserler kılıcı namına cümle kefere,
Vermedi ruhsat-ı tâkib-i adû bir nefere
İktifa eyledi «El affü zekât-üzzafer» c
Etmedi tâife-i bâgiyeyi istlysâl.
Gerçi her ferde müsellemdir, o
sadrın zatı
tlm-1 İnşada hususi İle malûmatı,
Başka dâvada bulunmaz diyelim
İspatı
Ta o takrir ki tafsil eder İcrââtı
Hüsn-I tâbir-ü belâgatte bulunmaz emsâl.
Öyle takrir ki her bir sözü
dürr-i meknûn,
Öyle bir nüsha ki her satrı mezâya-yı füsûn,
Gören ol mülhemeyi ya nice olmaz meftûn.
Serteser şive-i iycaz-ü scrâser mazmûn
Lüfzı pürnükte-vü her nüktesi Iebrîz-i hayâl.
Gösterir kilk-1 füsunkârı günü
şep yerine
Arzeder şimşeği kasdeylese kevkep yerine
Saydırır bir deveyi İstese merkep yerine.
Meşrebi mâreke-i rezme olunca meyyal.
Seyrine göz eremez kllk-i
hüner-câmesinin
Nur-i mânâ üzerinde dolaşır hâmesinin
Oku bu beytini dikkatle Zafernamesinin
Zülf-i yâre dokunur mes’elede hâmesinin
Târ-i mânâ dökülür pâyına kangal kangal.
Ne yazarsa olur itrasına
mecbur cihan
Ne yaparsa eder elbette taaccüp insan
Ya ııasıl olmasın âsarına insan hayran
Yazdığı şeylere Mümtaz-ü Fuad alkışhân
Gördüğü işlere Takvim-ü Ceride tellâl.
Az gelir sıytını târif için her
ne desem
Kulunuz Avrupanm halini gerçi bilmem.
Bunu bir diplomat ağzından işittim akdem
Öyle bir şöhrete malik ki mülûk-i âlem
Namını bilse eğer elbet anar bil-ibeâl.
Bir işi yapmağı zihninde eğer
peyler ise
Anı icra eder elbet ne eder, neyler İse
Oluyor haric-i imkân sanılan şeyler ise
öyle bir kudrete malik kİ mur&deyler ise
Görünür sûret-i imkânda nice emr-i muhal.
Etti teshir dirayetle şeh-i
devrâni
Yaradı kendisine saltanat-ı Osmani
Zatına dense seza Şah-ı clhan-ı
sâni
Kendi Sultan değil amma ki nice sultanı
Maksadı üzre eder bende gibi istical.
Şah-1 devran ile yok beynine
hâil perde
Yâdolunmaz şu kadar var ki adı menberde
Yoksa ol rütbe yürür hükmü kİ her bir yerde
Padişahın adı vardır yalnız
dillerde
Zatıdır taht-ı hükümette hakiki fa’al.
★
«Zafemame» nin intişarı
üzerine Abdülhak Hâmid şu mısra-
larla Ziya PaŞayı takdir etmişti:
«Olanlardan biri sensin
müsebbip
Clhan-ı şiirde bir inkılâba
Tamam esbabı şerhetmek ne mucip
Zafernamen muhalled bir kitaba.
^
FAZIL PAŞANIN ZAFERNAMEYE MUKABELESİ
Ziya
Paşa'nın, Zafernâme ve Şerhi’ni yazıp İstanbula gönder-
• mesi üzerine,
kasidesi kendine isnat edilmiş olan Fazıl Paşa’nın,
(K&zib-i mesfunın hecv-ü hezline karşılık olarak tarafımızdan inşa
ve neşrolunan reddiye manzumesidir) başlığı altında Ziya Paşa için
yazdığı hicviyedir
Bir köpek dişli teres hâin-i
din-ü millet
Devletin nân-ü niam azgunudur ol kâfir
Eylemiş nâmıma isnad ile hccvi imlâ
Tir-i kudretle anı recmide Rab-bı kaahir
Eylemiş sirkat ile sehm-i kaza’ya taklid
Kimseye hecvini azvitmedi Nef’i mâhlr
Kul)hımu kendisinin bcdnıcniş iham İtmiş
Beyt-i meşhuru musaddak kim o ltıbti zahir
Divden mâderi rahminde oluptur peyda
Andan i.Mu miitevellid o edebsiz mâklr
Sıfat-u tavrı tulumbacıya benzer tonuznn
lîu asmia aranılsa dahi misli nâdir
Âr-u nâmus-u hayâ cevheri yok zâtında
Şi’r-i çıâyâld gibi tıyneti gayr-i tâhir
Kim l>akar bezi-i rezile o kudurmuş köpeğin
Eziip içsüıı anası südü gibi ol fâcir
İtleyim kûzibi ifşa ki bile halk-ı cihan
Bana söyletti bu nazmı kim o fitne sâhlr
Kimsede görmedim anda görünen kizb-i cebin
Bilür ahvâlini ol bicdcbln her âmir
Ba'zılan hicret iderler Haremeyn-e gerçi
O d mi i milletinin aksine oldu hâcir
Kangı millet ile hern^zm olursa o şaki
Olur âulde o mezheb yoluna ol âblr
Kulağı kim virlr ol savt-ı kerihe eşeğin
Dolaşup lâgai’-ıı aç arar iken bir çayır
ZİYA PAŞA DAN
İsnadı taassup olunur merdi gayyııra,
Dinsizlere
tevcihi roviyet yeni çıktı.
İslâm
imiş devlete Pabendi terakki,
Evvelyuğidi
işbu riayet yeni çıktı.
Milliyeti
nisyan ederek her işimizde,
Efkârı
Frenge tebaiyet yeni çıktı!
Eyvah,
bıı baziçede bizler yine yandık,
'Zira
k: ziyan ortada bilmem ne kazandık?
ADANALILARIN
HİCVİYESİ
Şair Ziya Paşa. Adanaya
Vali tayin edildiği zaman bazı muha-
lif kimseler Ziya Paşanm Adanaya gireceği gün hazırladıkları hic-
viyeyi şehrin göze çarpacak büyük duvarlarına kömürle ve iri harf-
lerle yazmışlardı. Bu hicviyenin son mısraı şöyle bitiyordu
(Ziyası kalmadı mülkün, gelince paşası!)
Ziya Paşanın gözlerine
ilişen bu mısra, aynı zamanda şairin
Adanaya gelmesine (ebced) ile düşürülen bir tarihti'
¥ Taha TOROS
ZİYA PAŞANIN ÖLÜM TARİHİ
Adanalı Yusuf İzzet Kâfoğlu tarafından -biincisi Hicrî, İkincisi
Rumi; 1297 ve 1295 senelerini gösterir- söylenilen tarihler şunlar-
dır:
1
Ziyası gitti vallahi zemanın
2
Ziyası gitti billahi cihanın.
$
* *
Fatin'in Sadaret
mektupçuluğu halifeliğine tayin edilen Şerif
Beyzade Rauf Bey lıakkındaki hicviyesi:
Neyîedi nişledi gördün mü bıı
çerh-i gayyur
İtti bir şahs-ı denltab’a atâ-yı mevfur
Var iken cild-i sakilinde nice ayb-u kusur
Kalfalık nâmı ile Oda'ya oldu me’mur
Kibri var himmeti yok d.îvmenlş bir kanbur
Yoğ ikeıı zerre kadar
ma’rifet-ü iz’ânı
Rütbe-I sâniyeden itme düşer mi anı
Arkasında duruyor subh-u mesâ pâlânı
Yeridir olsa eğer meskeni katır hânı
Eşek ahura gerek çünkü meseldi meşhur
-- 102
Namık Kemalin esaslı bir delil
gösterilmeden Deli Hik-
mete izafe edilen, kudretlice acı bir hicviyesi
NE
UTANMAZ KÖPEKLERİZ
Edepsizlikte tekleriz
Kimi görsek etekleriz
Hak’tan da ümld bekleriz
Ne utanmaz köpekleriz.
Biz bakmadan sağ-u sola
Düşman girdi İstanbul’a
Vatan’ı sattık bir pula
Ne utanmaz köpekleriz.
Gitme vatan gavgasına
Yetiş rütbe yağmasına
Daldık dünya salasına
Ne utanmaz köpekleriz.
Dalkavuklukla
irtikâp
İşte etti bizi harâp
Sen söyle ey Şevketmeâb
Ne utanmaz köpekleriz.
İnsan
mı neyiz seçilmez
Bir zehiriz ki içilmez
Tavrımızdan da geçilmez
Ne utanmaz köpekleriz.
Vatanın girdik kanma
Leke getirdik şanına
Topumuzun b... canına
Ne utanmaz köpekleriz.
★
ALİ
SUAVİ ve MADAMI
Mektebi Sultanî müdürü Ali
Suavi, Avrupadan peşine taktığı
bir güzel kadını gûya muallimesi sıfatile getirmiş ve onunla mek-
tepte yatıp kalkmak saygısızlığında bulunmuştu. Bu hâdiseye da r
Namık Kemalin (Paris yârânı) hicviyesinden bir kıt’a
Suavi dedikleri o küçük adam
Pariste oturmuş yanında madam
Biz aııı adam sandık o da mı cüdam
Aman
yalnız kaldı Mustafa Paşa...
Yoğ iken tab’ı sakimindc
kemâlin eseri
Ne revadır ser-i kârâ getüreler o han
N'âbedid itti Kalem’den hele Um-ü hüneri
Nc aceb zünıre-i küttâba olursa zaran
Bu meseldir ısırır gördüğünü kelb-i akur
FATİN
ZAPTI VI! NAZIRI ŞEFİK
PAŞA NIN BEKÇİLERE
DÜDÜK VERDİRMESİ ÜZERİNE
Zaptiyede müş'ir olacak nâseza
teres,
Çok ehli iffeti yüzüstü
sürükledi.
Âfakı tuttu velvele-i sıytü
şöhreti,
Bekçileri dahi yola koydu
düdükledi.
★
ALİ PAŞA HAKKINDA
Yağmaya bağladı güz bârânı
Müjdeler teşne - dilan-ı vatana
Ger çıkıp kavl-i etibba sadık
Sadr-ı Ali geberirse bu sene
Dinleyin nutkumu ey varisler
Vermeyin pare mezar-ii kefene
Nâş-ı murdarım seylabe atın
Sürütürler köpeği öldürene.
★
ABDÜLHAMİD HAKKINDA
YAZILMIŞ
BİR HİCVİYEDEN PARÇA
Bünyâıı-ı mülke verdi hakkıyle indirâsı
Abdülhamid Hân'ın kanûn-ı bl esâsı
Mahv oldu din-ü devlet devr-i şeâmetinde
Mülkü bitirdi gitti zulmiyle kahr olası
Sancak kazâ değil bu bir mülktür giden kim
Kendi gazaya gitse mümkün değil kazâsı
★
HÜRRİYET PERİSİNİN MİLLETE
HİTABESİ
(Biiyük edip Namık Kemal’in
meşhur Rüyasından bir parça)
«Ey
sefalet alışıkları, ey esaret düşkünleri ey kahpelik zilleti-
ne tapınanlar, ey her kötülüğün mürtekipleri, gözlerinizi ancak kı-
yamet sabahında mı açacaksınız? Gerdanınızdaki esaret zincirini
cehennem zebanilerine teslim etmek için mi saklarsınız? Bir daki-
ka sonra bekasına emiri olamadığınız hayatınız için mi, insanlığın
dilinde adınızı ebedî surette nefretle yad ettirecek kadar korkarsınız
Çektiğiniz hakaret yüküne, kıyamet gününün mizanında günahla-
rın ağırlığını göstermek için mi tahammül edersiniz?
Ey
gaflet uykusuna dalanlar! Allah size rahmetinin eserlerini
görmek üzere göz vermiştir. Siz ise hakikati görmenin o vasıtasını
bağlıyorsunuz da her şeyi hayalinizle ve kulağınızla görmeğe çalı-
şıyorsunuz. Açlk gözle uyuyorsunuz. Gözlerinizi kapadıkça âdeta ölü
haline geliyorsunuz. İçinizdeki en tecrübeli bir ihtiyarın görüşünde
ve düşüncesinde iki gözü anadan doğma kör bir alil çocuğun rüyası
MEYVALI
AĞAÇLAR
Namık Kemal merhum
bir adam hakkında kötü bir
dedikodu duyunca, hemen
o adamı bulup konuşurmuş
Sebebini-soranlara şöyle de-
miş:
Buna emin olunuz ki
hiç bir fazileti olmayan adu
mı, hiç bir kimse çekiştir-
mez.. Zem olunan adamlar,
görüşmeye şayandırlar..
★
Midilli Eşeği
Namık Kemal Midilli
Adasında Mutasarrıf iken,
bir gün, haber yerdiler:
—
Azledilmişsiniz. İs-
tanbuldan yeni Mutasarrıf
gelecekmiş!..
Namık Kemal hiç oralı olmamış:
— Pek âlâ...
Göndersinler eşeği, alsınlar Midilliyi!.
kadar bile hakikate isabet
yoktur. Fikirlerinizi uyandımak için göze
aldığınız fedakârlık, çarşaflarınızı yıkatmak için sarfettiğiniz pa-
raya bile karşılık olmaz.
Böyle
giderse çok zaman geçmiyecek ki gönlünüz çalışma mey-
danına atılmayı istese de vücudunuzu harekete getiremiyecek, gö-
zünüz açılmak istese de göremiyecek, fikriniz hakikati aramaya
kalkışsa da bir şey anlıyamıyacak. Uyuyunuz, uyuyunuz, hayattaki
gafleti ölümdeki uykuya değişmek için 'bundan kolay yol yoktur. Ey-
sefalete alışık olanlar!. Tanrı herkesi dünyaya ve ahirete ait her
türlü saadete mazhar olmak istidadında yaratmış. Siz kamınızı do-
yurmak için evlâdınızı aç bırakmağa tevekkül namı veriyorsunuz...
Sürününüz, sürününüz, çok sürmez ki siz de süründüğünüz yerler
gibi- toprak olursunuz.
Ey
esaretin kayıtlarına kapılıp gidenler! Sizler âdet veya men-
faat namiyle boynunuza takılan esaret zincirine tapınıyorsunuz
Yüzünüzü okşayan temiz elleri ısırmak, başınıza pençe vuran murv
dar ayakları ise yalamak sizce makbul hâssalardan olmuş. Çekiniz,
çekiniz, tâ ki boynunuzdaki ağır yük sizinle meeara kadar gitsin,
çünkü çocuklarınız artik o kayıtlara katlanamıyacaktır! Hapsedil-
mek korkusu ile, baş dediğinizi bir avuç kemik, vicdanınızı gönül
dediğiniz bir parça et, natıkanızı dudak dediğiniz bir kaç damla kan
ZAPTİYE
NAZIRI HÜSEYİN HÜSNÜ PAŞAYA
Altındaki gerdune-i râna da de
Üstündeki
kâşane-i ziba da ... de
Hürriyetimi
gasp ile selbetmedi kimse;
Ben
hür yaşarım, mahpes ü menfa da de
Menfaları
tâyin edemezler bu çocuklar,
Kıbrıs
da, Rodos da, benim Akkâ da de
i
S....... sı.......
sırmalı esvabına gaddar,
Göğsündeki
cevherli çellpa da de
Haksız yere câriyken o hunabe-i
mazlum
Pişinde dursa seyf-1 mücellâ da de
Gel
kadir isen ağzıma sen bir de kilit vur:
Ben
söylüyorum, nefy-i Sibirya da de
Namık KEMAL
Eski
Zaptiye Nâzırlanndan bir tip |
arasında «esiri zindan»
ediyorsunuz. Duvarda gölgenizi görseniı
azan izin her biri bir başka yolda titriyor. Titreyiniz, titreyiniz, uzuv-
larınızın darmadağınık olması için böyle bir eziyete lüzum var.
Ey
her türlü mezelleti irtikâb edenler! Derecesine göre küçü-
ğünüz büyüğünüze, o da kendinden bir büyüğe omuzlarım basamak
etmeyi tabiî bir hal sayıyor. Eziliniz, eziliniz vücutlarınızı yerin 4i-
bine geçirmek için öyle bir baskı gerek. Daha ne zaman uyanacak-
sınız, ne zaman saadetinizi düşüneceksiniz, ne zaman iraden ze
kendiniz sahip olacaksınız, ne zaman murada: ereceksiniz, ne zaman
kudretinizi anlıyacaksınız? '
Öûnya,
bir yüce hedefe doğru koşup gidiyor. Siz oturduğunuz
yerleri, adını başkasından sakınan vahşî hayvanlar gibi, dişleriniz-
le, tırnaklarınızla bulunduğu -yerde alakoymıya çalışıyorsunuz. Bu
hakir aczinizle mukadder olan gelişmeyi durdurabileceğinizi mi
zannediyorsunuz?
Bu ne
garip haldir ki içinizden kiminle konuşulsa yarı sohbeti
halden şikâyettir. Yine hiç biriniz halinizi muhafazadan başka bir
şey düşünmezsiniz! Zannediyor musunuz ki bu hâdiseler cihanı, si-
zin için hep böyle durgunluk merkezi olup alacak?... Ayağınızın bas-
tığı yeri gözünüz görmüyor...
Düşününüz
ki geçmişe bakmak lâzım gelseydi yaratan görme
uzvunu sırtta yaratırdı. Geçmişte aradığınız ne? Kaybettiğiniz biv
hayat mı, heyhat!...
Ecdadınızın
mezarlarına gidiniz, arayınız bakalım,, çürümüş
kemikten başka ne bulabilirsiniz? İnsansınız, insan yetiştirmeye
memursunuz, o şöhretleri, o faziletleri, kendinizde, evlâdınızda ya-
ratmıya çalışınız ki siz o yücelerdeki ecdadın haline acizle, miskin-
likle hayran kalacağınıza, onlar bu fâni dünyadaki yüceliklerinize
gökleden bakıp şaşsınlar! Düşünmez misiniz ki siz ne kadar eski
lere bağlı kalırsanız, seleflerinizin kadrini o kadar küçültmüş olur-
sunuz. Bu dünya, bir ilerleme dünyası iken, oğlunu kendinden üstün
yetiştiremiyen baba, değil hayranlığı, hayır ile yâd olunmayı bile
hak edemez!
Niceye
dek bu gaflet uykusu? Bu kadar zamandır gözü açık
uyudunuz, gördüğünüz rüyaların hangisi doğru çıktı? Yaşadınız, ya.
şamaktan başka ne kazandınız Dedelerinizin büyük eserleriyle
övünüyorsunuz, ya oğullarınız sizi hangi eserlerinizle ansın Adını-
zı yalnız mezar taşlarında mı bırakacaksınız? Demirya'-ar dağlan
deliyor, maarif bütün tabiat sırlarını ortaya döküyor, telgraf yeri.ı
damarlarım büzüyor Yeni silâhların sesi musallat olduğu devi etki
başına İsrafil sûru hükmündedir Hâlâ mı uyuyacaksınız, yoksa
Mahşer gününde mi uyanacaksınız? Nedir bu sefalet alışkanlığı^
Haydi boyunuz. iki karışken
ananızın kucağında oturdun<!iz, şimdi
üç arşın boy attınız, isteyen başınıza çıkıyor. Bastığjjıız topraklar-
dan çıkan otlar boyunuzla bir oluyor, siz hâlâ doğru dürüst durup
da kendinizi boyunuzca göstermeğe muktedir olamadınız!
Sevip
beğendiğiniz ecdat, eğilirse Allaha secde etmek, yahut
kılıcı kavramak için eğilirdi.
Sizin ise
işiniz gücünüz, hakikatte şeytandan beter saydığınız
bir takım kimselerin, âdet veya menfaat icabı, ayağını öpmek için
secdeye kapanmaktan başka bir şey değil!
Ecdadınız mezarlarında
doğru yatıyor; siz, dünyada boynu eğ-
ri geziyorsunuz. Medeniyet, hayvanların ön ayaklanın el yapmıj:,
bellernii düzeltmiye çalışıyor; maymundan insem peyda etmek isti-
yor; siz mevcut olan ellerinizi ayak haline getirmeyi âdet haline ge-
tirip maymunlaşıyorsunuz! Hâlâ böyle eğri büğrü mü gideceksiniz,
başınız bir kere kalkmıyacak mı, gözünüz hep yere mi bakacak? Ak-
imız bir kere olsırn ulvî şeylere meyletmiyecek mi? Ne vakte kadar
esaretin zebunu kalacaksınız? Şu parça parça zincirlere bakın; on
lar benim saçlarımdan ziyade mi gönül çekici? Ne tuhaftır ki bana
bir kere bakmaya tahammül edemiyorsunuz da bu kadar okka de-
miri boynunuzda, elinizde, ayağınızda taşımaya katlanabiliyorsu-
nuz? Zincirin rengi benim yüzümden güzel mi? Yoksa onun acı se-
si kadar benim sesimde letafet mi yok? Beni ruhunuza Allah ver-
miş. zinciri cisminize insan bağlıyor! Bilmem ki kulun zulmünü
Hakkın inayetinden nasıl üstün tutuyorsunuz? Hep vehminizle mi
mukayyet olup kalacaksınız? İstikbalde de mi elinizi, kolunuzu sal-
lıyarak bana doğru koşup gelemiyeceksinin? Neden korkar durursu-
nuz, ölümden mi? Korku ne vakit ebedî hayatı temin edebilmiş.
Eziyete katlanmaktan mı çekiniyorsunuz, dünyada kime esaret zin-
cirinden ağır bir yük yükletilebilmiş? Ne şekilde yaşarsanız yaşayı-
nız, nihayet bir gün ölmiyecek misiniz? Neden iyi bir isim bırakmak
aklınıza gelmiyor?...
Solucan her
zaman yerlerde sürünür, hiç birini kaldırıp da ki-
feste besliyeni gördünüz mü? Kimin eteğini öptünüz de ağzınıza
t ad geldi?...
Yaranma ve
sızlanma namına ağzınızdan çıkan kör dilenci İlâ-
hilerini kim dinledi? Yalvarma ağlayışı diye gözünüzden döktüğü-
nüz namus cevherleri kaç para etti? Daha ne vakte kadar masum bir
çocuk edesiyle isteğinizi yapamadıkça ağlıyacaksınız? Daha ne vak-
te kadar bunamış ihtiyarlar gibi isteğiniz oldu zannettikçe şükran
secdesine kapanacaksınız?
Toprağa karışmadan zelil
olduğunuzu anlamanız kısmet obv.ı-
■yacak mı? Rüzgâr toprağınızı
savurana kadar yükselmekten nasibi-
niz olmıyacafc. mı?
Sübhanallah!
Meğer ne kadar hakaret görmiye alışkmışsınız!
Mertliği, yiğitliği, şecâati, hamiyeti, fazileti, mürüvveti, zorlukları
•ıiçe sayması, teşebbüs kabiliyeti, tehlikeleri göze alması dillere des-
tan olmuş millet siz misiniz? Bunlar yersiz bir şöhret mi, asılsız bir
iağdağa mı yoksa?...
★
NAMIK
KEMAL'DEN
Sıdk ile tcrkedeliın her emeli her hevesi.
Kıralım hâil ise azmimize ten kafesi;
İnledikçe eleminden vatanın her nefesi,
Gelin imdâda diyor, hak budur Allah sesi!
Bize jrayret yakışır merhamet Allahındır;
Hükmî âti ne fakirin ııe şehlnşâhındır;
Dinle feryadını kim terceme-i âlimdir;
İnledikçe ne diyor bak vataıım her
nefesi...
Mahveder kendini bülbül bile hürriyet Içün?
Çekilir mi bu belâ âlcm-i pür mihnet içün?..
Dm içün, devlet içün, can çekişen millet
içün
Azme hâil mi olurmuş bu çürük ten, kafesi?.
Memleket bitti, yine bitmedi hâlâ sen, ben
Bize bu hâl ile bizden büyük olmaz düşmen;
Dest-i a’dâdıyız Allah içün, ey ehl-i
vatan,
Yetişin terk edelim gayrı hevâ vü
hevesi!...
•k
—
MAGOSA’DAKİ
YERİ HAKKINDA —
Faresi zümre-i küttâp gibi nâmahdut.
Piresi leşker-i kiiffar gibi blpâyau...
|
• A •
ŞATHİYAT
Keşî-i makusunu tevil edemezsin şeyhim
Oldu mağlûp olur elbette muzaffer dediğin
Sen de bul çaresini pare kazan mes’ud ol
Deme menhus yahudide de var zer dediğin
«Beni tasdik edin evlâd» diyorsun amma
Bakalım doğru mu ey söz ebesi her dediğin
Toplanıp ehl-i hava her biri bir saz çalar
Çelebi, böyle olur bizde de konser dediğin
Yedi yüz kerre yanılmak ne demek bir cüzde
Böyle olmaz a benim hafızım ezber dediğin.
★
BİR
MtlTEŞAİRE PAİR
Meal ulur mütevahhiş anın makalinden
Mckaliııin oda agâh değil mealinden
Benimsemiş bizim üç beyti bir neşlde - füruş
Anın tebessüm gelir cihana bu halinden
Benim mi, yoksa değil mi tereddüdünde henüz
Demek ki yok haberi kendi intihalinden
Nasıl sükût ile kat’i cevap vermıyeyim
Lâkırdı anlamıyor anladım sualinden
Çekinme akil isen itiraf-ı noksandan
Emin olan delidir aklının kemalinden.
Ne bu nevzemin bükaJar, nc bu ateşin dualar
Sanırım ziyade üşmüş başına bütün şeyatin,
Sana bir sözüm var amma bilmem olur mu
makbul
Bu kadar uzun duaya ne desen denilmez âmin.
★
|
Yirmi yaşına kadar zeybek
kıyafetiyle gezdikten sonra kılık
değiştirip kâtip olmuştu. Bir çok kaymakamlıklarda bulundu. Hazır
cevap, özü sözü doğru bir adam, aym zamanda son derece kudretli
bir hicivci olduğu, padişah İkinci Abdülhamitle de geçinemedi#
için hapislere, sürgünlere gitmiş, sonra Avrupaya kaçmıştı Ancuk
1908 inkılâbından sonra memlekete dönebildi.
İçki yüzünden
vücudünü, tok sözlülüğü yüzünden hayatını
mahvetmiş, müstesna zekâlı bir şairdir. 1847 senesinde Kırkağaçın
Gelembe köyünde doğdu. 1911 de yine Kırkağaç’ta öldü.
EŞREF’TEN
FIKRALAR
Sadrazam Kâmil Paşa daima çenesini oynatırdı. İzmirde Vali
bulunduğu sırada Gümrük Müdürü olan zatında bir sinir bozukluğu
ile durmadan sağ gözünün üst kapağı oynarmış. Vali ile Müdürün
karşılıkla oturup gümrük işleri hakkında konuştukları bir günde Eş-
ref, Kaymakam bulunduğu Kırkağaç’ın bazı ihtiyaçlarını Valiye
söylemek üzere odaya girer. Fakat hemen geri dönüp kapıdan çıkar
Kapıdakiler sorar:
—
Neye
çıktınız efendim?
Eşref cevap verir:
—
Paşa
ile Gümrük Müdürü iskambil oynuyorlar. Biri dağlı,
öteki beykoz işareti veriyor. Hele bir oyunu bitirsinler, yine girerim
EŞREF
HAPİSHANEDE
Eşref, Kâmil Paşa hakkında çok saygı ve sevgi gösterir, sıkış-
tığı zamanlar onun himayesine sığınırdı. Paşanın Valiliği zamanın-
da çok rahat yaşadı. Eğer Kâmil Paşa korum as a muhakkak Pizan-
lara sürülür, zindanlarda çürüyüp giderdi. Bununla beraber, koca
şair, bir zamanlar Tevfik Nevzat ve Hafız İsmaille beraber, Abdü!
hamit aleyhtarlığı suçuyla (!) İstanbu’a gönderilerek Yıldızda yar-
gılanmış ve bir sene kadar hapis yatmıştı.
Eşref, hapishaneye girerken şu beyti
söylemiştir:
Huda şahit, bir haksız verilmiş hükme
kurbanız,
Açıl ey bâbı Mehterhane biz de mlhmanız!
EŞREF VE KÖPRÜ PARASI
Memurların maaşı çıkmadığı zaman bağıran, köprüden geçen
lerden para alınmasının ilk defa aleyhinde bulunan Eşreftir. (Hai-
ti ih al) adlı kitabında köprü parasından şöyle şikâyet ediyor
Ahali köprüden on para vermezse geçirmezler,
Ne feyz ummaktayız böyle dilenci hükümetten?.
Vaktiyle
İzmirde Şakir Efendi isminde malûmatı pek noksan
bir belediye tabibi vardı. Eşref bu zat için şu kıt’ayı söylemişti
KIT’A
Gitse bir hastaya doktor
Şakir
Kurtulur anî, o saatte alil.
Çıkmadan
doktor efendi kapıdan,
Bacadan
çünkü girer Azrail!.
★
Bir gün
Eşrefle merhum Nevzat Bey kavga ediyorlardı, bir ar-
kadaşları içeriye girdi. Eşref, bu gelen zata sordu:
—
Nevzat
neye derler?
—
Yeni
doğmuş çocuğa!
Bu cevabı alınca, hemen Nevzada döndü:
—
Gördün
mü, yalnız Nevzat sen değilsin! dedi.
Nevzadın zaten
kırmızı yüzü al al olmuştu. Meğer Eşref şu
kıt’ayı söylemiş
Âdemle mukarın oldu Havva
Biz eylemedik bu fiil icat
Sorsam dahi bir cevapx alınmaz.
Kimdir
babası biliyor mu Nevzat.
EŞREF
VE KÂMİL PAŞA
Kâmil Paşa,
İzmirde Valiyken vilâyete bağlı kazaları teftişe
çıkmıştı. Bu arada (Kırkağaç) a da uğradı. Kaza kaymakamı da
şair Eşrefti. İstasyonda Valiyi karşılayan Eşref, bir gece misafir kal-
masını Paşadan rica etti. Kâmil Paşa kabul etmedi:
Eşref, oğlum, dedi. Senin
misafirin olmak isterim, fakat
vaktim yok. Teftişi tamamlıyayım, dönüşte kalırım.
Paşa, dönüşte
de trenden inmedi. Yorgunluğunu bahane ederek
İzmire dönmek istediğini söyledi.
Trenin
kalkmasına bir çeyrek vardı. Bu zamanı geçirmek için.
Kâmil Paşa, kazanın asayişi, idare işleri hakkında Eşrefe bazı şey-
ler sordu. Aldığı cevaplan not etti. Bu arada Kırkağaçtaki nüfus
sayısını da öğrenmek istedi. Ve bunların ne kadarı Türk, ne kadan
hıristiyan olduğunu sorup öğrendikten sonra:
-
Yahudileri
unuttun. Dedi. Onlardan ne kadar var?
Paşanın bu
suali sormaktan maksadı, Eşrefin vaktiyle söyle-
diği birkaç kıt’ada kendisini Yahudi olarak tasvir ettiği için, şairi
mahcup bir vaziyete sokmaktı.
Eşref tounu
anlamakla beraber istifini bozmadı, gayet oiddı ve
soğukkanlı taşı gediğine koydu:
—. Bilmem
efendimiz, dedi. Burasının suyundan mı, havasın-
dan mı, yoksa vaktiyle bedduaya uğradığından mı, nedendir, mem-
lekette Yahudi oturamıyor, hemen gelip geçiyor!
★
Eşrefin Kâmil Paşa hakkında
yazdığı kıt’alardan biri şudur: '
i Hazır cevap satıcı kavmı yehuddan
Bana bir kaşkariko oynadı külllyetle.
... çarım ben anın ecdadına amma nİdeyim,
Sadrazam darılır gayreti milliyetle!...
|
ŞAİR
EŞREF
Senelerce durmadan, dinlenmeden
etrafiyle alay eden, etraft
aleme gülünç yapan, zalimlerin hicivden, hırsızları yerin dibine ge-
çiren Eşref göçtüğü zaman bir arkadaşı şöyle demişti:
Baktı
dünyayı denlye hicvine lâyık değil,
Akıbet
Eşref dahi attı kapağı cennete!
,
. ★
Kabrimi kimse ziyaret etmesin Allah için
Gelmesin reddeylerim blllâlı öz kartlarımı
Gözlerim ebna-yı âdemden o rütbe yıldı kim
İstemem ben fatiha, tek çalmasınlar taşımı.
EŞREF
Bir gün Süleyman Nazif, ben-
den Eşrefin nasıl yazı yazdığını
sormuş. Ben de dalgınlıkla ve fark*
unda olmaksızın :
'
— Ben Eşrefin elinde hiç para
kesesini görmedim! demişim.
Mecliste bir kahkahadır kop-
tu. Ben bu gülüşmelerden bir şey
anlayamadığımdan alık alık bakınma-
ya başlayarak onları daha ziyade
güldürmüşüm. Nazif bunun üzerine:
—
Biz
sana Eşrefin kalemi
ni sorduk; sen ne cevap verdin?
diye sordu.
Görmedim,
dedim.
—
Fakat
kalemini değil, para
kesesini görmedim dedin de ona
güldük.. Cevabını verdi. Bunun üzerine: Süleyman
NAZİF
Vallahi
onu da kalemi gibi az gördüm.
Dediğim zaman, bu defa ben de dâhil olduğum
halde daha zi-
yade güldüktü.
*
HÜSEYİN
RİFAT
RÜTBESİZ
ŞAİR EŞREF
Mutlakiyet devrinde bir
teşrifat, bir rütbe usulü vardı: bâlâ,
ulâ, mütemayiz, saniye, salise ve ilâh gibi rütbe sahiplerine yazılan
resmî tezkerelerle hususî mektuplara -derecelerine göre- elkap kul-
lanırlar, bazılarına devletlû efendim hazretleri, utufetlû beyefendi,
bazılarına da izzetlû efendim ve ilâh diye yazarlardı.
Şair Eşref, mülkiye kaymakamı
olduğu halde rütbesi yoktu.
İkinci Abdülhamit onu sevmediği için, bir çok defalar inha edildiği
halde rütbe verilmemişti. İzmir Valisi Kâmil Paşa, rütbesi o1 madiği
halde, şair halkındaki takdirkârlığına müsbet bir şekil vererek, vi-
lâyetten kazaya, yâni Eşrefe yazılacak resmî evrakın elkabmı «izzet-
lü efendim» şeklinde yazmalarını alâkalı kimselere emretmişti. O
tründen itibaren, Eşrefe gönderilecek resmî evraka «izzetlû efendim»
«üye elkap konulmaya başlandı.
Kâmil Paşanın makamına
gelmediği ve mektupçu Hayri Beyin
Valiye vekâlet ettiği bir gün, Eşrefe gönderilmek üzere bir tahrirat
yazıldı. Mektupçu mahza bir muziplik olsun diye tezkerenin başın-
daki «izzetlû efendim)) sözünü kırmızı kalemle çizerek şöyle düzelt-
ti: «Rif’atlû efendim!» SonTa İmzalıyarak öylece, Eşrefin Kayma-
kam bulunduğu Kırkağaca yolladı.
F: R
Şair tezkereyi alınca, ilk
evvel silinti ve ilâveyi gördü. Alt ta-
rafını okumadan, hemen aşağıdaki kıt’ayı yazdı, evrakı, evvelce
Geldi duydum sîzlere eyyamı İd,
Hayrl bey
çalsm, sen oyna Kürt Sait!
beyti ile çingeneliğine telmih ettiği mektupçuya iade etti. Eşrefin
kıt’ası zudur: '
Etme
izzetlâ efendim suizan,
Sanma
ben her fördl, her dem haşlarım!
Sen
bana «rlf’atlû!» yazsan ten m em.
Ben
sana «İzzetlû» der de başlarım! ([4])
Haber:
23-11-941 LAEDRİ
★
ABDÜLHAMİD’E
HİTABI
Padişahım
bir dırahta döndü kim gûya vatan,
Dalma bir baltadan bir şahı hali kalmıyor
Gam değil amma bu milkin böyle elden çıkması,
Gitgide
zulmetmeğe elde ahali kalmıyor.
★
Abdülhamid’in bomba suikasdından kurtulması
üzerine:
Muktezâ-yı hükm-ü kanun-u tabiat böyledir
Düşmek üzre yıldırım ekser muallâ tâk arar
Çok mu namerdin felâketten selâmet bulması
Herkese gitmez belâ, erbab-ı istihkak arar
★
EŞREF
VE MEŞRUTİYET İNKILÂBI
Oldu
10 Temmuzda palyaço gibi bir maskara;
Giydirildi
çıngıraklı bir külâh hürriyete!
Bizden
alâ mı boyar eşşek acep Kayserililer?
Eski
İstibdadı soktuk rengi Meşrutiyete!
Hâni
sabık ile Sultam zaman beyninde,
Bilmiyorduk,
var imiş meslek-ü meşrepte tezat!
Farmason
zümresine hasmı anûd idi Hamid,
Câhı
fetvayı acep farmasona verdi Reşat?
«HÜRRİYET
KASİDESİ» NDEN
Hepsinin âmali mülk-ü millete etmek madik
İsterim her fırkanın menfası olsun Müntefik
Bir muhalif sanma kim millet içinde
münhemik
Mesele: onlar da yesin bunlardan artarsa
kemik
Ortada yok başka edille, başka dâvanın adı.
★
EŞREFİN MEZAR
TAŞI
Şair Eşrefin mezar taşım çalmışlar...
İhtimal, hırsız, Eşrefin hayranlarından
biriydi. Şairin:
«Gözlerim ebnayı cinsimden o rütbe yıldı
kim;
«İstemem ben fatiha tek çalmasınlar
taşımı!»
Dediğini biliyordu.
Her sözü doğru
çıkan Eşrefi öldükten sonra utandırmak, iste-
medi. Baktı ki: Onun dediği gibi hakikaten adım anmıyorlar. Meza
rina gelip de bir fatiha okuyan yok... Mezar taşma ait düşüncesinin
de doğru çıkmasını istedi. Onun için bu taşı çaldı.
İhtimal
insaflı bir adamdı. Nefî mezar sız. Baki kimsesiz, Şeyh
Galip unutulmuş, Şinas! bir apartman temeline sıkışmış yatarken
bu taşı ona fazla gördü ve usulcacık oradan kaldırdı.
İhtimal bir
âsan atika meraklısıydı! Kimsenin dikkat etmediği
bu kıymetli taşın bir gün büsbütün kaybolacağını düşündü. Ne Mü-
zeler idaresine, ne Evkafa, ne Belediyeye emniyet edemedi. Taşı
kendi alıp sakladı.
İhtimal bir
edebiyat okuyucusuydu! Gençlerin tenkidlerini
gördü, yeni, çıkardıkları edebiyat tarihlerini karıştırdı. Nasılsa unu-
tulan Eşrefi rahat bırakmak istedi. Bir gün, bu gençlerden birinin
gözüne rastgelince bu taşın nasıl bir tehlike olacağım düşündü. Şai-
re bir hizmet olmak üzere onu oradan kaldırdı.
Herhalde bu
hırsız, Eşrefi bizden çok tanıyan ve çok seven bi-
ridir. O, şairin mezarım arayıp bulmasaydı biz onun nerede yattığı-
nı hâlâ bilmeyecek ve bir mezar taşı olduğunu asla öğrenemiyecek-
tik!...
Akbaba:
22-1-937 ORHAN
SEYFİ
★
BİZDE HİCİV VE
EŞREF
Hicvi,
mizahtan ayırd etmek her zaman kolay değildir. Bilhas
sa eski edebiyatımızda yermek, şiirle birinin ayıplarını saymak an
lamına gelen hicivle lâtife, şaka demek olan mizah, çoğunlukla,
içiçe girmiş
gözükür. Bununla beraber Şeyhi gibi hicve kaçmayan
mizahçılarla Nef’i gibi hicivden ayrılmayan şairler de vardır. Divan
edebiyatında övmek de, yermek de mübalâğalıdır, ölçü çok geniş ve
acemanedir. Şair överken göklere uçurmaktan, kötülerken karanlık
kuyulara daldırmaktan çekinmez.
Bizde eski
hicivciler arasında Nefl’den sonra en çok şöhret,
kazananlardan (Büyükçe bir kısmı mizahçı olmakla beraber) şua-
ları hemen hatırlayabiliriz:
Emri, Kesbi,
Tıfli, Osman zade Taib, Nabi, İzzet Molla, Sürurl,
Havayi, Vehbi... Dikkati çeken noktalardan birisi de Şeyhülislâmlığa
yükselmiş olan Yahya ve Bahayİ gibi zatların da küfre veya hiciv
ve mizaha ara sıra da olsa kendilerini kaptırmış olmalarıdır ki, bu:
Hiciv ve alayın ne kadar yaygınlaştığım da belirtebilir.
Tanzimattan
sonra hiciv ve mizah üstadlan da yetişti. Şüp-
hemiz Satirik nev’in en usta adamlarının başında bu devirde Ziya
PaSa, Bıza-yı TâUbani, Fazıl Paşa... gibiler de bu çağda hiciv ve mi-
zah örneklen vermiş olmakla beraber edebi mânada i’k safa geçmiş
değillerdir. İşte eskiden sürüp gelen bu zincirlerin halk alan arasın-
da İzmirli şair Eşrefin kendine has bir yeri, değeri vardır.
O çoğu zaman
kendinden evvelkilerin yaptığı gibi yalnız şa-
hıslara yüklenmekle kalmamıştır; yerine göre şahıslara çatarken
sosyal dertlere de dokunmuş, istibdadı kötülemiş, küfür ederken de
sevimli kalmış ve zamanının kollektif şuurundaki ıztıraba da dikkat
etmiş, siyasi ve sosyal yaralan güzelce alaya almasını bilmiştir.
O hiciv sanatının çanklı kurmaylan
arasındadır.
Tasvir: 8 Mayıs 1945 * Dr.
Abdülkadlr KARAHAN
Cenâb-ı Eşrefin âdâb-ı hecvlni okudnm
Eİcâle sülc-i te’dîbdir bu aşk olsun
Şu kavm-i mürdede bir ber hayât Eşref imiş
İlahi bin yaşasun ağzı dürr He dolsun
‘ Damat Mahmud Paşa
MEŞHUR BİR BAŞMUHARRİRİMİZ HAKKINDA:
EIT’A
Ferzend-i bihayâsı Ciball
imânımın
Sermâye-1 şenâatl Şcngiil Hamamının
Fâillerinln onbin’i ta’dâd olunmada
Allah bilir lıesâbım artık tamâmının.
A
(Abdullah Cevdet hakkında)
O suretten hayâyı, dest-i Hak tırnakla
yolmnştnr.
Süleyman NAZİF
Mahmut Kemal İnal (12) cildlik
(Son Asır Türk Şairleri) ve
<Son Sndrıâzartılan adlı eserleriyle şöhret bulmuştur.
KIT'A
—
I —
ESKİ
BİR MÜRTEKİBE
Etme tazyi-i nefse beyhude
Dinlemez demdeme-1 tenzili
Öyle bir mürteklbi nvüthiş kim
Kuyruğundan yutuyor hmziri
—
II
—
BİR
BALODA BİR DANSÖRE
Şu hödük maskaraya sövmez de
Aklına malik olanlar neyler?
Doğru yolda yürümek bilmezken
Matmazellerle gider, danseyler.
★
HERSEKLİ
ÂRİF BEY VE BİZİMKİLER
Bu konuşma
bana Herşekli Arif Beyin bir fıkrasını hatırlattı.
Bu Hersekli Arif Bey, edip, nüktedan fevkalâde bir adam imiş.
70 80 sene evvel yaşamıştır. Bir gün adliye memurlarından ve
-
eski
tâbirle — muacciz gürühundan yani saygısız ve herkesi ra-
hatsız eder takımdan Halil Efendi adında birisi ziyaretine gelmiş.
Saçma sapan konuşmaya ve kendisinin memuriyetinden nasıl azle-
dildiğini uzun uzadıya anlatmaya başlmış. Mecliste olanlar sıkıtmış -
lar. Adama kaş gözle lâfı kısa kesmesini anlatmak istemişlerse de
beriki vurdum duymaz... Habire traş... Arif Bey de pek sıkılmış, kız.
mış ve hemen şu kıtayı söylemiş:
Cevrü cefâsı dehrİn bitmez
Haili efendi
Bu çilleye tahammül etmez Halil efendi
Lûtfeyleyip de bâri burdan Hudâ gidersin!
Kendiliğinden
aslaa gitmez Halil efendi.
Ve
herifin kolundan tutup:
— Kalık def ol, kerata! diye
kapı dışarı etmiş imiş.
Bizim
Halil efendiler de böyle oldu..
B.
FELEK
TELGRAF
TELLERİNDE HİCİV
Muallim Naci
kadar temiz bir insan örneğinin Kecaizad-ye
«Demdeme» de yazdığı sözler de Midhat Efendinin bastonundan da-
ha ince ve dayağından daha terbiyeli değildi. Burnundan kundu-
rasına kadar beyefendi olan Recaizadenin Naciye yazdığı şü kıt’ayı
da vezinsiz ve kafiyesiz söylemek, Recai- zade kadar ince bir insan
için en öfkeli zamanında, en son düşmanına karşı bile mümkün de-
ğildi.
Boşdur
ol natıka perdâzi-i ahlâk-ı hasen;
«Ehl-i
mizan seni bilmez mi, ııe akrepsin sen!
«Hiçsin,
hiç fazilette... denâcttc fakat.
«İliş
istersen eğer kafiyeye, hepsin sen!»
Tenkidlere,
hattâ makul tenkidlere karşı bile, en zeki vaziyeti
takınan şair Abdülhak Hâmid oldu. Hiçbir münekkide cevap verme-
di. Ona münekkitler sövdüler, o rrünekkidlere arkasını çevirdi, ma-
sasına eğildi, eser verdi. Yalnız Lâstik Saidin (Kemal Paşa zade
Said’in) çok fena bir tenkidine kargı, Avrupadan, telgrafla şiir yaz-
dı. Telgraf tellerine ilk ve belki de son giren şiir.
Şiir telgraf şudur
«Mir-1
Said bâhsde nâehl imiş meğer;
«İbn-i
Kemâl sandık Ebûcehl imiş meğer.»
Tenkid her
zaman kalemle başlıyor, fakat her zaman kalemle
bitmiyordu. Başka neyle mi biter? Diyeceksiniz. Söyliyeyim: Sopa
ile!... Kendisini tenkid eden Lâstik Saidi (Kemal Paşa zade mer-
hum Said Beyi) Ahmed Midhat Efendi, meşhur kalın bastonu ile
Sirkecide, caddede dövmüştü.
Son
Posta 2-11-945 Midhat
Cemal KUNTAY
★
BİR
VAİZE MEV’İZE
Ey
beşer çehreli hayvan, heyhat
«İbn-i
Kemâl sandık Ebülcehl imiş meğer.»
Onu hiç kullanamazsan, nâdân
Neye vermiş sana nutku yezdan?.
İlm-ü irfan iledir zevki hayat
Düşünüp durmak için mİ böyle?
Kimseye falden olmaz şunda
Ya niçin mâiden olsun bunda
Maksadın sürmedeyim azm-i ceuan,
t Ya miçin eylemedin terki cehan?
lVatan-ii milleti bilmem dersin.
Ya niçin kendine âdem dersin
Halk için hubb-ü vatan imandan,
Sence ser î d?£il hubb-ii vatan.
Neye dersin o diğer mânadır
Yâni mazmunu vatan ukbâdır:
Vatanı /ahiri sevmezsen sen
Ne demek hubbu mahall-ü mesken?
Bıuıdâ her şeyi desem şayandır
< Yaradan haksa yapan insandır,
Medeııiyyet ne diyorsun bilmem,
Mrııeniyyet yaşamaktır, sersem!...
★
DİNLE EY DERVİŞ
Dinle st'l ey rehlevi gaflet refik
Şimdi temeddün yolu eşlem tarik
Bilki inadındaki ısrara hep
Alemi seyretmediğindir sebep
Ferdi kıyas eyler isen devlete
Söylediğim ait olur millete
Milleti teşkil kılan ferddir.
Merd ise o kavmi dahi merddir.
Faidesiz yolda olursa mnsirr
Hem mutazarrırdır o hem bir muzir.
Tekyede can
atmadasın hizmete
Yar mı bunun menfaati ümmete
Kendin için var diyelim menfaat
Milletine etmemiş hiç merhamet.
Memlekete savlet ederse adüv
Def’ine kâfil mi olur hay-ü huy
Hizmet ise, milletine hizmet et!...
Şeyhine
de söyle, bunu himmet et.
İşte ba yol hem sana gayet
müfid
Hem de vatan senden olur mnstefld
Cayi karar eylediğin tekyegâh
Hayriıı için sandın ise vah, vah...
Söylediğim hayrın içindir heman
Bunda delilim benim ancak zaman.
Abdülhak Hâmlt
—
180 —
Hasarı Âkif
Söz verip aldatmanın mânası var
mı, anlamanı
Merd olan dönmez sözünden böyledir bizde şiar
Erkeğim dersen niçin vâdlnde durmazsın beyim
Tok eğer kancık isen bul kendine bir başka yar.
• • *
Sahibi ilmü hüner, ehli kemal olsa bile
Yeri yoktur bu cihanda, yok ise beş parası
Oenç iken gündüze kat ta geceni durma çalış
Kocayınca oluyor kurd, köpeğin maskarası.
★
(Tahlr
zade Ali Ekber)
Büyük Azerbaycan şairi
S&bir, 1861 de Şamahi’de doğmuş, 1913
de ölmüştür. Hicivleriyle devrinin ruhunu büyük bir kudretle ak-
settiren, Sâblr, Bakû’de çıkan «Molla Nasreddln» gazetesinde bir çok
yazılar yazmış, bilâhare bunları Hophopname adı ile yayınlamıştır.
Sanma
ezdikçe felek bizlerl viranlık olur!
Un
temennâsı ile buğday değirmanlık olur!
Karışıktır he-elik (1) milletin istldâdı
Elenirse safı bir yan, tozu yanlık olur!
Çalkalandıkça bulundukça zaman nehre (2)
gibi
Yağı yağ üste çıkar, ayranı ayranlık olur-
Klmki İnsanı sever, Aşık-ı hürriyet olur!
Belli
hürriyet olan yerde de insanlık olur!
★
AMÂLtMİZ
NEDİR?...
«Serhaddiimize
kal’a bizim hâ.k-1 bedendir»
«Amalimiz efkârımız lkbâl-1
vatandır» Namık KEMAL
Amalimiz, efkârımız ifnâ-yl yetendir.
Kln-ü garez-ü hırs bize ruh-1 bedendir
EFal yok ancak İşimiz lâf-ı dehendir,
Dünyada
esaretle bütün kâm alırız biz,
Kafkaslılarız,
yol keseriz, n&m alırız biz.
(1)
Helelik
«şimdilik»
(2)
Nehre
«yayık»
Akrep gibi neşter gücü var tırnağımızda
İslâm, susuz olsa su yok bardağımızda
Her kiinçde min tülkii yatıp çardağımızda
Min hile kurup rütbe-vü ikrâm alınz biz
Kafkaslılanz, yol keseriz, nâm aline biz.
Kafkaslı
adı âleme lkr&hı resandır
Kuldur,
koçumuz zulmü de meshûr-i cahandır
Kim
derse terakki ederiz, mence yalandır
Buklu hesede âdet edip, kâm alınz biz
Kafkaslılanz, yol keseriz, nâm alınz biz.
Biz
hoşlamanıh dersi İd, min mektep açılsın,
Ger min de mearlf sözü dünyâya saçılsın
Mektepte ne hürmet ki, o sâmanak açılsın
Meykhanede (votka) vurank, kâm alırız biz
Kafkaslılanz, yol keseriz, nâm alınz biz.
Avrupalı öz milletin ehya eder’ etsin
Şan-ü şeref-1 kavmlnl âlâ eder, etsin,
İnsanlık
adın dehre Ibkâ eder etsin.
Gafletde yatup ad batmp nâm aünz biz
Başa yumruk zolladınz, kâm alınz biz
★
MUHAMMES
Devri
sabıkta neler yaptık adalet namına,
Milleti mazlumeyi soyduk
siyanet namına
Hak-i zillette süründürdük adalet namına
Mülkü tahrip eyledik zevk-i riyaset namın*
Adli
yıktık, halkı mahvettik siyaset namına
Zalimi affeyleyip, mazlûmu
istintak ile
Uğraşırdık sanki biz bir mürdeyi İntak İle
Mest olurduk iktidann verdiği ezvak ile
Clsm-i hürriyet kefen berduş olup ahlâk ile
Defnolunmuştu mezar ye'se devlet namına.
Mîlkinıizılm çıkmalı evvelce erbabı fesad
Emri kanuna eğer lâzımsa zerre inklyad
Müstebitler olmasın âlemde artık bermurad
Sâl zatî, fikri İstikbal ve ilmü Ittihad
Miinceli olmak gerek bilcümle millet namına.
Eskidir fikrim beuim, zannetmeyin fikri
cedit
Ağlatırdı didei vicdanımı devri Hamid
Germ-ü serdi âlemi çekmekte oldum müstefit
Zevk malı, neş’e İkbali çok gördüm (Reşid!)
Cümlesinden
geldi istiğna kanaat namına.
★
Eski Dahiilye Nazın olan Reşid
Akif Paşanın Sivasta Vali bu-
lunduğu sıralarçla, onun edebi sohbetlerine devam eden kıymetli
şair Rahmi, Reşid Akif Paşanın yukarıki muhammesine su nazireyi
yazarak samimî bir dille hazin itiraflarda bulunuyor:
Bir
düzen icad edip her dem adalet namına;
Âlemi
yıktık, harap ettik imaret namına,
En
ufak devletlere mağlûp olup harp etmeden,
Başladık
teslime bu milkl selâmet namına.
Aklımız
mı yektu, biz insan değil miydik ki hep,
Bekledik
kaydı esarette itaat namına.
Devri
menhusunda hep Abdülhamldl ıneth için,
Bin
yalan söylerdik âlemde hakikat namına.
Syei
şahanesinde çek hüner kesbeylcdlk.
Cehli
etmiştik kabul, ilmü fazilet namına.
Padişahın
zulmü de (RAHMİ) adalettir deyu,
İltizamı
fısk ederdik şeniyyet namına!
★
KITA
Devri
âlem eylesen de merkezinde sabit ol,
Dönme mevlâııe mukaddem verdiğin İkrardan
Desti gaddarı felekte daire olsan bile,
Ytiz
çevirme yırtılınca slllei idbardan.
İzmirli HÂFIZ İSMAİL
★
KITA
Feleğin Iûtfu cahilü nadan
olana:
Yağdırır
derdü belâ kâmllü irfan olana.
Anladım
zerre kadar rahata rağbet yok imiş.
Br fena âlemi kâşanede mlhman olana.
Kıbnslı KÂMİL HOCA
—
123 —
SULTAN
HAMİDE
Topladın etrafına bir kaç deni
ahaddaıı
Anların rcyile lıâli kalmadın bidaddan
Bir nifak âvâzfsi çıkmaktadır efraddaıı
Kardeşi kardeşlen ettin vâlidi evlâddan
Bağrı yandı milletin artık bu istibdaddan.
Miirtekip, cahil, hamiyetsizler ikdâr
eyledin
Millete casusluğu semıaye-i kâr eyledin
En büyük âdemleri menfada gamhâr eyledin
En büyük bir zâtın idamında ısrâr eyledin
Ey halife söyle farkın var mıdır cellâddan.
Haksız icrââtı ihbar ettiler aldırmadın
Bendegânm ızrar ettiler aldırmadan
En büyük bir zâtın idamında ısrar ettiler aldırmadın
Dostlar her şeyi ihtar ettiler aldırmadın
Sence evlâ geldi jurnal hutbe-i irşaddan.
Taşra memurini vahşilerle
lıemhâlet bugün
Kaldı birkaç hırsıza sermaye-i devlet bugün
Âdeta etti taammünı fakr ile zillet bugün
Memleket viraneler hâlinde aç millet bugün
Fazladır hâlâ sarayın masrafı iraddan.
Aylık almaz her kalemde yan gelir seksen
kişi
Birçok crbâb-ı mesâlih toplanır erkek, dişi
Kurtarır evrakını her kim verirse bahşişi
Pâresiz bikeslerin Allaha kalmıştır işi
Zevk alan yok hasbetcnlillâh olan imdaddaıı.
Yirmi yıldır ettiğin elverdi âlemden sıkıl
Ehline terk-i serir et bir saraya var tıkıl
Boyler bir masum kavmin hâline İnsaf kıl
Devleti yıktın behey Allahtan korkmaz yıkıl
Düştüğün gün halk için mâbâd olur âyaddan.
Bil ki mâtemdir sonu pümeşc-i sûr olma pek
Hep mükedderdir kulub-ı nfts mesrûr olma pek
Ey Siileyman-baht tâc-ü tahta mağrur olma
pek
Elhaıer her sıı çıkan vâveylden feryaddan.
ALİ
KEMAL’E (*)
Ben Türk’üm diyorsun, sen Türk değHsin!
İslâm’ım diyorsun, değilsin İslâm!
Ben,
ne ırkım için senden vesika,
Ne
de, dinim için istedim l’lâm...
Türklüğe çalıştım sırf zevkim için,
Ummadım bu işden asla mükâfat!
Bu
yüzden bin türlü felâket çektim,
Hiçbir
an esefle demedim Heyhât...
Hattâ ben olsaydım : Kürt, arap, çerkes,
İlk gayem olurdu Türk milliyeti!
Çünkü Türk kuvvetli olursa mutlak
Kurtarır her İslâm olan milleti...
Türk
olsam, olmasam ben Türk dostuyum,
Türk olsan, olmasan sen Türk düşmanı!
Çünkü benim gayem Türk'ü yaşatmak,
Seninki öldürmek her yaşatanı...
Türklük hem mefkûrem, hem de kanimdir;
Sırtımdan alınmaz, çünkü kürk değil!
Türklük hâdimine Türk değil diyen,
Soyca
Türk olsa da, piçtir, Türk değil!
Ziya GÖKALP
(*) Ali Kemal’in mütarekede
Gökalp’ın Türk olmadığı hflkkın-
garazkârane neşriyatı üzerine Multa’da yazılmıştır.
★
DAMAT FERİD’İN ÖLÜMÜ İÇİN
Kendisinde yok idi kayd-i vatan
Onu sıhriyyeti etmişti vezir
Gitti o şah-ı belâhat aradan
Oldu tarihi de «matelhmzir»
ABDÜLKADİR
ERDOĞAN
|
Değilken kesmeğe kadir hususa
bir tavuk başı
Kesildin herkesin başında bir sahip kıran paşa
Görür bir faide amma çeker yüz bin ziyan paşa
Yakışmaz irtikâp, işin bitmiş, zaman geçmiş utan paşa.
ESKİ
BÂBI . ÂLİNİN MEŞHUR SİMALARI
Devrine
yetişmediğim için, kendisini şahsen tanımam. Fakat
Hoca Hayret’i görmüş gibi biliyorum: Nafi bir vücut... Buruşuk bir
alm... Çöp gibi bir boyun... İki bükük kulak... Sırtında daima kirli,
rengi belirsiz bir cübbe... Başında kalıpsız bir fes üzerine geçirilmiş
düzensiz bir sarık... Gözler, hemen hemen körlüğe yakın bir kıpı-
şıklıkda... Konuşması hiç de hoş değil. Hımhım gibi, -burnundan
söyler. Fakat azameti çekilir gibi değil. Sinirli mi sinirli... Aksi mi
aksi... İddialı mı iddialı... Kitaplar içinde yatıp kalktığından üstü-
başı toz toprak içinde... Kimseyi beğenmez. Tanıdıkları içinde hic-
vetmediği yok gibi...
Bütün
yeniliklere şiddetle muarız. Meselâ bir gün mikroskopa
kızıp şöyle söylenmiştir:
Keşfeyledln hakayikl de iş mi eyledin?
Dünyayı cahil eyledin,-ey hurdebin, utan!
Meziyetlerinin anlaşılmamış olduğu
kanaatinde idi:"
Kimseler farketmese, Hayret, acep mi
şiirimi;
Ben garibim, sözlerim de böyle
scrtâpa garip!
diye dert yanardı.
Sultan
Abdülhamid devrinde uzun yıllar «Teftiş ve muayene
encümeni» âzalığında bulunduğu halde zamane ricali aleyhinde fır-
satı buldukça atıp tutar, bir takım cahiller arasında kaldığından
acı acı şikâyet ederdi.
Bir giin,
Hersekli şair Arif Hikmetin yanında fazileti ve ilmi
ile böbürlenmek istemiş, Arif Hikmet, birdenbire parlamış:
—
Canım,
Hayret Efendi, neye küfrediyorsun? İlmim var der-
sen, senden daha büyük âlimler mevcut...
Malım var
dersen, ayağındaki çoraba bak!... Cemalim var der-
sen senin benim gibi heriflerin yüzüne sadaka olarak bakarlar!
Hayret Efendi, yüzüne karşı böyle sözler söyliyebilecek bir adamın
mevcut olabilmesine hayret etmiş gibi, Arif Hikmete, ağzını açıp
tek kelime ile cevap verememiş.
Şiirlerinden
birini okuduğu zaman, herkesin camide Kur'an
dinler gibi, huşu içinde başlarını eğerek dinlemelerini ister, hürmet-
te her ne kadar kusur edenleri fena halde haslarmış.
«Yüzü, gözü,
özü, sözü, gülüşü, yürüyüşü, yemek yiyişi, hâsılı
her şeyi kendine mahsus olup» başkalarına benzemezmiş. Yani Hay-
ret, tam mân asile «Nev’i şahsına münhasır» denilen bir adammış.
«Teftiş ve
muayene encümeni» nde iken, maaşının arttırılması
için Sadrâzama yazdığı dilekçede şöyle diyor:
«Meclis-i
Mearif’e reis ve âza olmak için devletçe bir müsaba-
ka imtihanı ıısııl ittihaz buyurulmamış, bir daileri de o İmtihana
gireyim de, şu hâl-i zaruret ve ataletten halâs olarak, hem devlete
hizmet edeyim, hem de refâh-ı hâl nasıl şeymiş ben de göreyim.»
Sorulan
şeylere kitaba bakıp cevap verenlere, Hayret, son de-
rece kızarmış.
Hürriyet âşıkı
olduğunu, açıkça söylemekten çekinmiyen Hoca
Hayrettin Efendinin muayene edilmek üzere «Kendisine bırakılan
Namık Kemal’in tarihi üzerine «Tab’ı caizdir» yerine «Tab*ı caiz de-
ğil, müstahabdır» İbaresini yazması meşhurdur.
Bir gün.
Hayret Efendinin de hazır bulunduğu bir mecliste, gü-
zellerden bahsolunuyormuş. Bir aralık İçlerinden birisinin, «Ben,
namussuz güzelden hoşlanmam» demesi üzerine Hayret hemen atıl-
mış:
—
Ben
de o kadar namuslusunu sevmemi Bir başka gün de;
«Mersiye» lerin iyisinden; kötüsünden söz açılmış Hayret; demiş
ki
—
Ben,
ölülere mersiye söyliyenlere şaşarım. Mersiyeyi ölüye
değil; gençlik çağlan geçen güzellere söylemeli, ki söyleyen de; din-
leyen de müteessir olsun!
Hayret, bir
aralık Girid vilâyetinde vazife almıştı. Kandiye’de
yapılan bir cami minaresi için yazdığı dört «AUahuefcber» den mü-
rekkep bir tarihi, İstanbula dönünce, Adliye Nâzın Cevdet Paşaya
okumuş. Paşa tarihin bazı noktalanna itiraz edince Hayret Efendi-
nin hiddetle ayağa kalkarak:
—
Pasa...
Pa§a... Bu tarihi beğenmeyen kâfir olur!
Diye bağırmış.
Hoca Hayret,
kadınlardan hoş]anmazmış. Şarabı, adına «Üzüm
kızı» dedikleri için içmediğini iki mısra ile şöyle anlatır:
Sevmem o rütbe zenîeri, hattâ şarab-ı nâbı
da,
Nûg eylemem kim ismine blntülineb derler
deyu
Bu kanaatte
olmakla berabre, ömrünün son yıllarında evlen-
miş, bir de, kendisine hiç benzemeyen güzel bir çocuğu olmuşl?...
Hoca Hayretin,
eserlerine karşı ileri sürülecek en küçük itira-
za dahi tahammülü yokmuş, ömrünün son yıllarında tasavvufla uğ-
raşmağa koyulmuş. Bir ara simya ilmi ile de meşgul olarak altın
yapmak sevdasına düşmüş.
Hayret,
gençliğinde bir mektebin yatılı kısmında okuyan Bedri
isminde bir çocuğa gönlünü kaptınr. Çocuk, hafta başlarında mek-
tepten çıktıkça, Hayret kapıda bekler; onu uzaktan seyrederek has-
retim giderirmiş.
Bir akşam; sene kapıda beklemiş. Fakat
bütün arkadaşları çık
—
Ankarkya
İstida mı yazıyorsan?. —
Hayır,
yeni şiirlerden bir tane yazıyorum... O zaman alır- |
tığı halde, o çocuk görünmemiş, Hayret,
merak ederek öğrencilere
sormuş, dört hafta izinsiz olduğunu söylemişler...
Hemen oracıkta, şu iki mısra,
dudakları arasından dökülmüş:
Bir ay kala mektep içre bir ay...
Hay
bedrine yandığım felek hay...
Hoca Hayret Efendi, bir aralık
Vefa semtinde bir konağa mi-
safir olarak orada aylarca yatıp kalkar. Konak sahibinin yetişmiş
oğullan, zamanki terbiye icabı, kendisine hizmet ederler. Fakat Hay-
ret, sanki aylıkla tutulmuş uşakmışlar gibi, bu delikanlıların hizme-
F: 9
tini beğenmez, çocukları ikide
bir azarlayıp, kendilerine ağır şeyler
söylermiş!...
Meşrutiyet
ilân olununca, neşredilen «İslâm» gazetesinde, 31
Mart ihtilâlini takdir eden bir yazı neşrettiği için örfî idare tarafın-
dan beş yıl müddetle Rodos’ta ikamete memur edilmiştir.
Bu son darbe,
Hayret’e pek ağır geldi. Affa uğrayıp İstanbula
dönünce de, büsbütün çöktü. Çok geçmeden de, ahreti boyladı.
Hoca Hayret
Efendi, bir zamanlar Babıâlinin en şöhretli sima-
larından biri idi. Hayranları, etrafında öbek öbek toplanırdı. Fakat
Hoca; bunların hiçbirine iltifat etmezdi. Biri söze karışacak olsa,
hemen sust’rurdu.
Hele kendi
konuşurken, mecliste hazır bulunanlardan birinin
başka bir işle meşgul olmasına son derece canı sıkılır, bu küstahlığı
yapanın derhal «Terbiyesini» verirdi.
Ölümüne düşürülen tarih, şıjdur:
Şâir-i
zî fazilet etti rıhlet,
Vermişti
kemali dehre cidden'hayret,
Tabında
nümayan idi herdem şiddet,
Sığmazdı
cihana, sığdı kabre Hayret...
Yeni Çağ: 24-6-953 Selâhaddin GÜNGÖR
★
HOCA
HAYRET
Hiciv ve
hezlde kudret gösteren Hayret efendi, Damat Mahmut
Paşa’nın oğullarına hocalık etmiş ve her nedense Hayrete kınlan
paşa şaire hitaben şu kıt’ayı yazmıştır:
Seni ödem sanıyordum mütekebbir Hayret
Anladım ben de senin olduğunu kör şeytan
Hakka küfretmek içinmiş yediğin nanü nenıek
Vâkıa meşrebi iblise gerektir küfran.
Damat Mahmut Paşa bu beyti de Hayret için
yazmıştır
Hayret olmuş, mayret olmuş lânct olsun istemem
Zühdü barld, şugli fasid ehlini erbabını...
Hoca Hayret’in
şiirleri (Eş’arı Hayret) namiyle bir deftere kay-
dolunm’ştur. Beyazıt umumî kütüphanesinde mahfuzdur.
Muallim Cudi Efendi derdi ki
«Hayret
mücehhez bir gemi idi. Fakat dümeni olmadığından
nereye gittiğini bilmezdi. Hayatı öyle orsa boca geçti.» (S.T.ŞJ
KIT’A
([5])
Vakti hürriyette, HAYRET, dendi namın
(mürteci),
Bir zaman yanımda, istibdada, derken,
düşmanım;
Mutlaka bir sehve mebnidlr bu mahkûmiyetin,
Nefye sen lâyık değilsin çünkü isbatın
benim!.
HOCA
HAYRET EFENDİ
Divan edebiyatı ile Servetifünun arasında
sıkışıp kalanlardan
biri de Hoca Hayret efendidir. Bütün kusuru 19 uncu yüz yılda dün-
yaya gelmekten ibaret olan bu zat, çok geniş bir medrese kültürü-
ne sahipti. Zamanında Arap edebiyatını onun kadar bilen olmadığı
söylenir.
Hayret
efendi, bir şiirinde ne kadar ilham ile dolu olduğunu
anlatmak için:
Üstüm
başım oldu hep maaî
demiştir. Onun şairlik gururunu bilenlere, bu söz pek hoş ve güzel
gelir. Bakınız kendini nasıl medh ediyor:
Bir
nükte-tıraz şair olsam,
Endişeyi
resme kail olsam!...
Olsam,
ne demek a tab'ı çalâk,
Şairliği
etmedin mi idrak?
Parlarsa
dahi güher, kül olmaz.
Ârif
bu kadar tecahül olmaz!.
Siz onun, hececilerden önce bu vezinle şiir
yazdığına bilir mi-
siniz? İşte bir kıt’ası:
Ağlayım
dinle gönül!
Dinleyim
inle gönül!
Gel,
beraber yanalım,
Yine
seninle gönül!
Tasvir
1/7/1945 Orhan
Seyfi ORHON
★
HOCA
HAYRET’TEN BİR KIT’A
ALİ RUHİYE
Şair-i ateş zeban filânım ben deyu
Şimdi bir zırlak zuhur etmiş gezer pek lâfzen
Bikri mazmundan dem urmuş bakın divaneye
Bikri mazmun nerde sen nerde behey eşşek...
★
ADANALI İKİ HİCİV ŞAİRİ ^
Adanalı iki hiciv şairi şunlardır: On dokuzuncu
yüz yılın ba-
şında ölen Sürurî Efendi ve yirminci yüzyılın başlarında ölen Hay-
ret Efendi.
Sürurî, hiciv şairi olduğ' kadar vak’alann
tarihlerini ebcet he-
sabile yazmak sanatının üstadı olarak tanınır. Meselâ, bir mektebin
tavanının yıkılması üzerine yazdığı bir tarih mısraı «Hezliyyatı Sü-
rûri» ismindeki hicivler kitabının bir çok sayfalarına, laymetçe üs-
tündür.
Mısra şudur
Yıkıldı mektebin sakfi, yapıldı gönlü
sıbyâmn
«Sürurî»
kelimesi bu şairin ismi değildir, eskiden Adet olduğu
üzere edebiyattaki mahlasıdır ve bu mahlası da, kendisine Adana-
dan İstanbula geldiği zaman, şeyhislâm Tevfik Efendi verdi. Bunu,
bizzat Sürurî, şu kıtasile söyler:
Mukaddem, altı yıl «Hüzni» tahallus
eylemiştim ben,
Blhamdillah, meserretyâb kıldı hayy-i
bl-enb&z
İşittim bana hâtif didi Jdm: yaz bi-nuhat
târih;
Siiruri, sana mahlas verdi Tevfik-ı
suhanperdaz.
Şairin bu
kıtasından anlıyoruz ki, Sürurî edebiyattaki mahla-
sını evvelâ kendisi kendisine vermiş. Fakat bir hiciv şairinden ziya-
de, Fuzulî gibi bir hicran şairine daha çok yaklaşan bu mahlası, za-
manın zarif şeyhislâmı onun bazan güzel tebessümler bazan çirkin
kahkahalar şeklindeki hicivlerine daha uygun bir mahlasla değiş-
tirmiş.
Sürurînin
hicivlerinden bir çoğu, tenhada ve kendi kendimize
bile okuyamıyacağımız kadar pistir. Fakat bu türlü hicivleri istis-
kal etmiyen devrini düşünürsek; ve duvar şairlerinin, nükteyi pis
lâkırdılarla aradıklarını unutmazsak, Sürurî’yi Nef’îlerden Küfrî’-
lerden daha çirkin bulamayız. Fakat şunu da unutmama’ıyız ki, Sü-
rurî, bir tebessüm kadar ince, zarif nüktelerle manzum şakalar da
yazdı. Bu şair bir aralık bir başka şairin Sünbülzade Vehbî.nin ko-
nağında kâhya idi. Ve Vehbi Efendi, Eski Zağra naibi üken, Sürurî
onun maiyetinde bulunuyordu. Eski Zağralılar, bazı sebeplerle, nâib
Vehbi Efendiye kızmışlar ve kâhyası Sürurî ile beraber ikisini hap-
setmişlerdi. Fakat Sürurî, bir müddet sonra hapisten çıkarılmıştı,
Sürurî’nin bu mûzip mısraları, bu vakanın zarif bir hikâyesidir.
Kodular hapse, sizinle beni de ey Vehbî;
Ağlaşırdık, silerek ç esinimizi yağlık ile
Çünkü yoktur günehim, işite vilâyeti! beni,
Geldi kurtarmaya, siz bunda kalın sağlıkla.
Adananın
ikinci hiciv şairi Hayret Efendi de, pas hicivler yaz-
makta, bazan Sürurî’ye benzer. Fakat hicivleri, bazan, İçtimaî ten-
kidlerdir ve çok güzel, çok temizdirler. İkinci Sultan Hamid zama-
nında Maarif Nezaretinde «Encümeni Teftiş-ü Muayene» diye bir
sansür heyeti vardı ki, basılacak kitaplar burada incelenir, padi-
şahın vehmine dokunacak satırları ve hattâ sayfalan çıkarılır ve
eserlerin, bbyle, burunları ve kulakları kesilmiş bir halde basılma-
larına izin verilirdi.
AbdSLhamit
devrinin fenalıklarım şifahen hicv etmekten kork-
mıyan Adana şairi Hayret Efendi, «hakkı süküt» olarak, bu encüme..
ne âza tayin edilmişti. Fakat
bu hicivci şair, bu encümende padişa-
hın arzusuna hürmet edecek yerde, Namık Kemal'in bile eserlerini
müdafaa ediyor, basılmalarına izin veriyordu. Kendisinin bulunma-
dığı bir gün tou encümene şair Halil Edib Beyin şiir mecmuası gel-
miş, birçok yerleri mevcut âzâ tarafından çizilmişti. Hattâ bu hâ-
diseyi, şair Eşref şu kıtasile hicvetmişti:
Çizerler
her eserden, bî mühâbâ, bir takım yerler,
Edib’inı sanma kim yalnız senin Divânı
çizmişler
Geçen gün encümende yok İken (Hayret) bütün heyet
Arabca bir suhan zan ey’eyip Kur’anı çizmişler!
Eşrefin bu
kıtası Adanalı HayTet Efendinin bu sansür heye-
tindeki temiz hüviyetini gösterdiği gibi, bizzat Hayret Efen’inin söy-
lemekten korkmadığı bazı sözler de, bu hiciv şairinin medenî cesa-
retine bir delildir. Ve bir hiciv şaheseridir. Bunlardan biri şudur:
Hayret Efendi eski Darülmualliminde (Öğetmenler okulunda) ede-
biyat hocasıdır ve talebesine, bir gün, edebiyatın «berâatı istihlal»
ini anlatmaktadır. O sırada Maarif Nazırı olan zat Erenköyü taraf-
larındaki köşkünün kapısına, tahnit edilmiş bir yı ölüsünü ayakta
olarak koydurmuştur.
Hayret
Efendi talebesine şöyle der:
«Bir şeyden
başka bir şeye intikal etmektir. Meselâ, köşkünün
kapısında ayı cesedini görenler, içerde Maarif Nazın Paşanın otur-
duğunu anlarlar.»
Bu sözden
birkaç gün sonra, mektebe yine ders vermeye gitti-
ği zaman, Hayret Efendinin eline bir kâğıt veriliyordu: Bu kâğıtta,
muallimlikten azledildiği yazılıydı. Fakat Hayret Efendi bundan
müteessir olmuyordu, bilâkis neşeleniyordu; söylediği hiciv hedefi-
ne varmıştı.
(Son Posta, 25 Ocak 1951) Midhat Cemal KUNTAY
★
Divan
edebiyatının son temsilcilerinden olan ve birkaç yıl önce
Tanrının rahmetine kavuşan Üsküdalı Talât Beyi eskiler pek iyi ta-
nırlar. Hazret, zarif ve gene eski bir tâbirle refik-i şefik, enis-ü çe-
lişti. Güzel gazel yazardı, iyi bir kalbi vardı. Eski edebiyatı bütün in-
celikleriyle bilirdi. Nükteli konuşur, bulunduğu meclisi tatlı sohbet-
leriyle süsler, şenlendirirdi. Büyük şair Nedim Ahmet Efendinin Ka-
racaahmet’teki mezarı daha çok onun himmetiyle bulundu. Talât
Bey Üsküdar’da otururdu, tabiî bir kira evinde... Zaten bizde şair,
san’atkâr, muharrir maddî sıkıntıdan bunalan, mesâisi de kirala-
nan insan demektir! Rahmetli de bir kira evinde doğru, bir dem-ı
huzur görmeden
kira evinde yaşadı ve gene kira evinde öldü. Şu.
kıt’a onundur:
Rahat yüzü görmedim ve görmeni
Bir lâhza bu gamsera evinde,
Varken bu kadar güzide beytim
Kaldım yine bir kira evinde.
R. Necdet EVRİMER
★
Üsküdarlı
Talât, çok velûd bir şair olup, en heyecanlı zaman-
larıuda yazdığı nefis şiirleri ve kütüphanesi eviyle birlikte yanıp kül
olmuştur. Değerli şair, muhteşem evinin yandığına aldırış bile et-
memişse de kıymetli eserlerinin mahvından çok üzülerek şu kıt’ayı
söylemiştir:
O ne âlemler idi ah ne âlemler idi
Eski yurdumda geçen demleri hâlâ anarım
Yalnız uıuhterik olsaydı evim yanmaz İdim
Yandı biti beyti metinim ana 'çok yanarım.
Ramazanda
dostlan Üsküdarlı Talât’a; (Üstad oruç tutacak mı-
sın?) diye sorduklarında Jıazır cevap şair şu kıt’ayı söylüyor:
İYIahı Ramazan geldi sebu yok mey yok.
Sarf eyleyecek nukudu peyderpey yok.
Ey ruzc cehennem ola yoksa yerim seni
Evde yiyecek hüda, bilir bir şey yok.
Üsküdarlı
Talât 1926 yılında kansere yakalanmış, doktorlann
bütün gayretlerine rağmen hastalık durdurulamamış ve mâneviyatı
çok bozulan şair ümitsizliğe düşerek yeisinden doktorlara şöyle atıp
tutmuştur:
İSTİMDAT tan
Yok mu bir başka ilâcın gayri ey doktor
yeter
Altı aydan fazladır aldım gece gündüz eter
Kalbimi bir dinle çarpıntım geçen günden şedit
Nabzıma bir bak bu gün halim geçen günden beter
Doğrusu senden hicabımdan sıkıldım terledim
Aldığın tedbirlerle gelmedi bir damla ter
Vermedi sadra şifa darulann göğsüm yine
İşte öksürdükçe bak sesler verir güm güm öter
Yat seririyatına Talât hakimi mutlâkın
Bak nasıl âcil deva gökten iner yerden biter
Seıı uzat desti şefaet perveri ihsamnı
Bende yok, biçâreyim, dil hastayım, tabi sefer
Kalbi zarımda görüldü matemi şehrülharam
Ey nebiyyi muhterem ey şaflyi yevmi neden».
Ravzai pâki nebiden bir avuç toprak getir
Üstüme ört çeşmi üm'idim seni gözler, süzer
Yaresülallah kabul et reştel müjgânma
(Talât) zarın senin için luluû terler dizer.
★
Eski darülfünun
müderrislerinden merhum Ferit Kam’a Dün-
ya, öküzün boynuzunda mı durur? diye sormuşlar. Üstad şu cevabı
yermiş:
Ne taaccüp ediyorsun buna dünya derler
Duyulan herzelere onda nihayet yoktur.
Terin altında öküz yar mı dedi bir meczup
Onu bilmem dedim, fakat üstünde pek çoktur.
KIT’ALÂR
\
Ne kadar olsa da eslıab-ı
saadetle bekâm
Olamaz kimse bu âlemde elemsiz bir an
Elemim yok diyen erbabı tecellüd yarsa
Ya bu âlemden uzaktır, ya "değildir İnsan
★
O kadar müşkülpesend olmuş ki ebnâ-yı zaman
Defterinde en büyük bir âlimin 'ünvanı kof
Pâye vermez şahsına tezyif eder âsânnı
Çıksa bugün yerden Volter gibi ,fey!esof
★
Arkadan dil uzatan İtlere verme kıymet
Yedikleri herzeyi göm toprağın altına
Her havlayan köpeğe bir taş atarsan eğer
Taşın dirhemi çıkar gitgide bin altına.
★
Bu elem yurdu denl dünyanın
Derdine mihnetine gaayet yok
Bir çürük diş gibidir, bence bu can
Çıkmadan sahibine rahat yok.
★
Nuri
Detnirağa ithaf ettiği rubailerinden:
Yaşadan
memleketi köylümüzün gayretidir,
Olmayan
var mı onun sa’ylne bilmem muhtay?
İki
lâger öküz ilegece gündüz didinip,
Doyurur
âlemi biçare fakat kendisi aç!
Ferit KAM
FERİT KAM DAN
HÂTIRALAR
Profesör
ilstad Ferid Kam hem ilim, hem felsefe, hem de ede-
biyat cephesinde memleketin seyrek yetiştirdiği bir mütefekkirdir.
Aynı zamanda hicviyeleriyle şöhret bulan rahmetli üstaddan bir
kaç hâtıra sunuyoruz.
* * *
Yazılan bazı
değersiz «tezler» için «kâfi bir tez» derdi. Ve
«kef» li tez, yani tezek mânasını kasdederdi.
'
* * *
Beylerbeyinde
ikameti esnasında bir gün camiin önündeki' balı-
çeli kahvede oturuyor ve müshil olarak kullanılan «kara helile» çiğ-
niyormuş. Biri ne yediğini sormuş, kara helüe çiğnediğini öğrenin-
ce, kara helilenin ne hassası vardır, demiş.
Ferid bey de, onu Belediye Çavuşu Osman
efendiye sor, demiş.
Osman
efendinin halilesi, yani zevcesi siyah olduğu için kara
halilenin, yani siyah zevcenin hassasını o bilir, demek istemiş.
fc * *
Süleymaniye
medresesinde kelâm, felsefe ve tasavvuf şubesin-
de bulunduğumuz sırada, arkadaşlarımızdan birisi, tasavvuf hoca-
sına sorduğu bir suale tatmin edici cevap alamadığı için, bir defa da
Ferid beye soralım, dedi. Rahmetli derse girer girmez: «Âyin-i dinî
esnasında tef ve ney gibi çalgıların çalınması caiz midir?» diye sor-
du. Üstad kürsüden indi, baş ve salavat parmağını sağ yeleğinin
cebine götürdü; bir iki defa dershanede dolaştıktan sonra, yazınız,
diyerek şu kıt’ay’ı söyledi:
Sır-ı nây-ü semâi aulamıyan
Kafana dümbelek desem yeridir
Aynı mebhaste şâk İdi sofi
Sana ondan es ek desem yeridir.
Ve «eşek»,
«şek» kelimesinin Jsm-i taftilidir, şeddelidir diye
ilâve etti.
Şükran EREN
★
Galiba Mehmet
Akifin Küplüce, Havuzbaşı, Çengelköy gibi
Beylerbeyine komşu yerlerde uzunca oturması, yâr-ı cam Ferid’in
Beylerbeyili olmasmdandı.
Mehmet Akif
Mısırda iken İstanbulda ölen annesini de Küplü-
ce mezarlığına, yani Beylerbeyi topraklarına gömmüştük, Ferid
bey bu ölüm hâdisesine kadar ihmalcilik etmiş, yakın arkadaşı Aki-
fe hiç mektup yazmamıştı. Fakat bu cenazenin arkasından bir baş-
sağlığını dilemek lâzım gelmiş yazdığı mektuba Mısırdan gelen ce-
vapta nüktedan Mehmet Akif şöyle demişti:
OLUR
MU TA?
Gel oğul!, yerinme felâketine; ([6])
Yanmayınca, cevher kâl olur mu ya?.
Acıma boş geçen şu zahmetine.
Çile çekmeyince hâl olur mu ya?.
Bir avuç arpaymış diyetin senin.
Bilinmedi yazık, kıymetin senin.
Ne İşe yaradı niyetin senin?.
Bal dimekle a#ız bal olur mu ya?.
Kemankeş değilsin; ne ok atarsın!.
Yabanî dikensin, göze batarsın.
Ebeedi bilmezsin hikmet satarsın!.
Elif ba, ba cim, cim dal olur mu ya?
Ömrün heder oldu: Kitap okudun!
Bir tutam aklını dolaba kodun!.
İpliğin çürükmüş, ne bez dokudun!.
Paçavra parçası şal olur mu ya?.
Xe umdun küçükten, hattâ büyükten?
Gün doğar mı sandın, odada yükten?.
Çıyanlar yuvası kuru kütükten,
Filiz türeyip te dal olur mu ya?..
Hak!. Dedin, bakmadın dosta, hatıra,
Blsmillâh yazılı, yağlı satıra!.
Böyle bir uğursuz sersem katıra,
Karpuz kabuğundan nal olur mu ya?. HOCA
HAYRET EF.
Yahu, sizden ses seda çıkması
için bizim evden cenaze çık-
ması mı lâzımdır?
Biz çocukken
üstad, Beylerbeyi iskelesine, Küplücede, Havuz-
Ljaşmda ve Çengelköy'ündeki dostlarına ziyarete giderken _ o zaman
F'ord otomobili henüz icat edilmemişti Canlı bir taşıt üzerine bi-
nerdi. Galiba tanıdıklarından bir herifi hicvederken o zavallı canlı
taşıttan ilham almıştı:
Öyle eşşektlr ki hâlâsındaki teşdidinin
ÂIet-1 tlmara benzer Iâyuad dendânı var.
Nureddln ARTAM
Onlar
deryaya pösteki sermiş;
Dağ,
deniz aşarak murada ermiş.
Yttzme
bilmeyenler çayda gebermiş.
Çamaşır
teknesi sal olur mu ya?.
Sen
Turan ilini engin mi sandın?.
Zaloğlu
Rüstemi dengin mi sandın?.
Hey
müflis!, kendini zengin mi sandın?
Tatlı
mâlihülya mâl olur mu ya?.
Boş
yere başını hülyaya salma!.
Abdessiz,
ağzına Fatiha alma!.
Dönüp
baktığın o kızıl elma,
Güneş
görmedikçe al dur mu ya?.
(Küp)
ünde pekmezin tortuymuş meğer!.
W
çan, turna!) dedin, martıymış meğer!.
(Yarın,
bayram!.) dedin, Yortuymuş meğer!.
Böyle
çingenece fal olur mu ya?.
Hey
Rıza âlemi kasdm, kavurdun.
Saçma
düzdün amma hikmet savurdun!..
Kâh
çivisine, kâh nalına vurdun.
Yabani
katıra nal olur mu ya?.
★
RIZA TEVFİK BEYE CEVAP
Felâket... gaflettir, gafil gocunsun
İrfan cezasına, âr olur mu ya?
Cahil deyulerc, çok yaptın efsun
Tehlikeli işde, kâr olur ma ya?
Küçüklükten
bilirim, aziz oğuldun,
Çok denizler geçtin, çayda boğuldun.
Cennette idin, nereden koğuldun,
Haramzade
sana, yâr olur mu ya?
Davulu
zurnayı, sen saz mı sandın?
Kargaları
yoksa, şahbaz mı sandın?
Bu
bepdeki cehli, pek az mı sandın?
Bakkal
çırağından, çar olur mu ya?
Sun tantal kilisesinden, tek
bade isterim, (1)
Kızıma doğmayacak, şehzade isterim.
Ben
ankamı rütbesiz, âzade isterim.
Dağ
üstünde lekeli, hiç kar olur mu ya?
Cebeli
mübahta, yasak olur mu?
Kâbe
yollarında, tuzak olur mu?
Gördüğüm
tepeler, uzak olur mu?
Semai
kahvesi (bar) olur mu ya?
Dokuduğun
bezler, Âyet değil mi?
Bağl
angıç saydığın, gayet değil mi?
Paçavra
sandığın, râyet değil mi?
Doğrunun
yüzünde, zar olur mu ya?
Tılsımlı
oklann, hedefi tuttu.
Dağlan artık, ferhad unuttu
Ufacık yılanlar, bir fili yuttu.
Nar
olmıyan yerde, âr olur mu ya?
On
kantar altın mı, diyetin senin,
Bin
kere yüksektir, kıymetin senin,
Vücut
bulsaydı, niyetin senin:
Ya
nc ğüzel düşeş, zar olurdu ya.
Kahkahalarda
güldüm, büyüğe küçüğe,
Güneşleri
doldurdum, odamdaki yüke.
Eşek
arısı dolu, bu battal kütüğe,
Bal
çıkmıyor diye, azar olur mu ya?
Gayri
artık doktor, nefes tükendi.
KURl'DERELİ’yi
bir, çingene yendi.
Semaini
bütün, yâran beğendi.
Şairlere
meydan, dar olur mu ya?
Mehmet BAKİ
Edebiyatı Umumiye Mecmuası: 23 Mart/1918
★
BEN
BİR ÇETİN KAYAYIM
Süleyman Nazif Beye ithaf —
Bir çetin kayayım, bu vahşetgehde
Bana çarpan poyraz yelfc kınlır,
-Dizime
çıkmadan dağılır gider.
Çirkâbı
zilletin seli kınlır.
Beni dişliyeırez yılanlar bile
Sürtünür, kaşınır, geçer hergele
Yumruk, şamar vuran küstahın hele
Demirden olsa da eli kınlır.
Fikrimi sarmadı şlmdiyedeğin
Arsızca sözleri bilmem ne (bey) İn
Bana çifte atan şaşkın eşeğin
Kendi çiftesile beli kırılır.
Bendedir şivesi âşık ağzının
Ona sesi uymaz yaban, kazının
Öyle hödüklerin bozuk sazının
Namım anıldıkça teli kırılır.
Rıza
TEVFİK
★
Feylesof Rıza
Tevfik, uzun yıllar yurt dışında kaldıktan sonra
Xudüse, Kıbnsa kadar gelmiş ve orada memlekete ettiği fenalığı
itiraf ederek kendisini şu şiiriyle hicvetmiştir:
Sen
en bedbahtısın İnsanların!... Mel’unu menfisin!
Uzak düştün, yazık, Darüsaadet asltanından.
İnad ettin, cüda düştün vatan bağı
clnanından,
Delil olmaktı şanın halka İrfanınla,
ilminle,
Zelil oldun gururundan, koğuldun
hanımanmdan.
Buna karşı bulduğu cevap şudur:
Kusurun varsa: ancak bfr hatayı
içtihadldlr.
Vatandaşlar emindlrer hulûsü blgümanından.
★
RIZA
TEVFİK BEYDEN HALİL NİHAD BEYE
Ey
oğul, hiddetin vız gelir bana,
Vaktile
söyeldim: ben bir kayayım!
Düşmanım
arttıkça hız gelir bana,
Kolayca
ekşimem, eski mayayım!
Kimseden
korkum yok, açıktır işim.
Şimdi
tam gidiştir benim gidişim,
Bazı
mlster Rıza, baaı dervişim,
Bazı
süvariyim, bazı yayayım!
Haydi
itiraf ct ey Lâz şairi,
Var
mı Rıza gibi bir saz şairi,
Hele bana çatan o kaz şairi
Adam sırasında nasıL sayayım?t...
AYDEDE.
9/Ocak/1922 ÇİMDİK
BİR AHLÂK HOCASININ OĞLUNA
Tanırım bir yüce üstadı faziletti Baban,
Sen
onun yaptığı mihrabı temelden yıkdm.
Kabri
merhuma gidüp gûsunu versen, der kİ:
«Atmadım
böyle tohum, hergele nerden çıktın!»
NEME
LÂZIM?
(Zenbllll) ye sormuş biri: «Ey
müftîl âlim
Eşrat-ı kıyamette nedir en mütekaddlm
Bir şartı mühim?» der kİ çekip hat cevabın:
Allahü
taalâ bilir amma, «Neme lâzım!»
16-9-1938 Haşan
Basrl ÇANTAY
Onlar
gibi
SAKALA
DAİR
Filozof
Rızayım kâinat tanır;
İki
bin clld eder İlmi eserim!
Bana
dil uzatan çabuk utanır:
Kızarsam
kara yel gfbi eserim!
Hem
sevap işlerim, hem günahım var,
Hem
fesini, hem şapkam, hem külâhım var,
Hem
kolumda kuvvet, hem silâhım var,
Boksör
Jak Dcmpseyi bile ezerim!
Ne
yapsam âleme hemen yayılır,
İsmim
Londrada bile sayılır,
Ben
sarhoş olurum, gönlüm ayılır,
Geceden
yarınki günü sezerim!
Sakalım
üç günde nam verdi dehre,
Bak
İşte, bayraklar asıldı şehre,
Ne
sırıtıyorsun behey blbehre:
İster
uzatınm, İster keserim!
Ey
oğul» arifsen, önümde eğil,
Geçici
rüzgâra ben etmem meyil.
Kimseden korkum yok, sakalsız değil
İstersem bıyıksız bile gezerim!...
Müstensihi: ÇİMDİK
Aydede:
30 Ekim 1922.
BİLİNİZ
Kİ EY GADDARLAR!...
<10 Temmuz fatihlerinden muhterem Halil
Beye)
Şiir yasak!... öyle olsun, varın şiir
yazdırtmayın;
Şu millete can verecek bir sahife
bastırtmayın;
Vahşet tamam olmak için her mektebi
kapattırın;
Buharil şerif gibi Kuranı da
toplattırın!...
Eğer bundan âmidiniz fikirleri körletmekse,
Karanlıklar içerisinde korkusuzca
zulmetmekse,
Şunu iyi biliniz ki cy gaddarlar,
Bugün sizin karşınızda feryat eden bir
millet var.
O millet ki kuru toprak üzerinde zelil,
sefil;
Ettiğiniz zulümlerden bir dakika rahat
değil;
Arkasında ağır bir yük; yakasında demir
pençe;
Zavallıya hayat demek en acıklı bir
işkence.
Sorarım ki hangi millet bu hayata
katlanmıştır,
Esareti kendisiyçin bir mukaddes hak
sanmıştır,
Zulme karşı kahramanca durmamıştır.
Tekmesini kanlı tahtlar üzerine
urmamıştır?..
Bu âlemde insanları hür yaratan Cenabı Hak,
Her millete zincirini kırdırtmıştır;
kırdırtacak;
Bunun için haksızlıklar cahiller? fikir
verir,
Zalimlerin kendileri mazlûmlara yol
gösterir.
İşte sizin zulmünüzün kudurduğu şu
toprakta,
Bu millet de inkılâp tarihini okumakta;
Her bucakta yanık yanık inildeyen mazlûm
sesi,
Onun için en ateşli bir ihtilâl
manzumesi!...
(Yaralar ve Sargılar) dan
★
TÜRKÜCÜ
VALİ
Mehmet Emin
Yurdakul, vaktiyle Sivas valisi iken şaire hita-
ben, Sivas’ın meşhur şairlerinden Külhaş zade Rahml’nin bir hicvi-
yesi elime geçti. O zamanlar şiir denince akla aruz geldiği İçin, koş-
ma yazanlara türkücü derlerdi. Çünkü halk duyuşlarını türkü ye
koşmalarla anlatır. Mehmet Emin de hece şiirleriyle türküye yakan
bir durum gösterdiği için, şair vali yerine (türkücü vali) adını al-
Toujtır. Sivas’ta aziz şairi bu
adla tanırlar. Biraz noksan olan hicvi-
yeyi aynen yazıyorum:
Gelmeden mayıs otuz bir gidiyormuş bu ne
hal
Vermeden mi gidecek yoksa hesap türkücümüz
Şuaranın da büyük namını berbadetti,
Bu hususta hele şayanı itab türkücümüz.
Miri mektubinin ibkasını aldıkta haber.
Edecek kaçmağa elbette şitab türkücümüz.
Millete hizmet ise kasdı umuru mülki
Terkedüp örmcli evvelce çorap türkücümüz.
Yıkılıp gitmelidir çünkü yeter çektirdi
Sekiz aydır bu ehaliye azap türkücümüz.
Tercümandır en iyi dostu onunla çevirir
Ümmetin başına her lâhza eurab türkücümüz.
Kilisalarda gidip cam ediyor inliycrek
Müslümanım diye eyler mi hicap türkücümüz.
Bir namaz kıldığını var mı gören mescitte,
Feylesoftur tanımaz din vc kitap
türkücümüz.
O kadar çcşml açıktır görürse denizi
Zanneder çölde görünmekte serap türkücümüz
Maksadı yapma iken tecrübesine başlıyarak
Kıldı bir kat daha Sivas’ı harap türkücümüz.
15 Kânunuevvel
- 1326 RAHMİ
Bu parçadan
evvelâ üstadın Sivas’ta sekiz ay valilik yaptığını,
yeniliğe olan temayülünü öğreniyoruz. Zaten en zor meslek, idare-
ciliktir. Ne yapsan halkı memnun edemezsin. Hele üstadın valilik
yaptığı zamanlar, bir taraftan softa güruhu, diğer taraftan şehrin
eşraf geçinenleri insanın her türlü icraatına engel teşkil ederlerdi
Marecilerden istenen (idarei maslahat) çılık politikası idi.
Bu hicviyenin
de baştan ikinci beyti şairin hececiliğine bir htt-
:um teşkil etmektedir.
Vehbi Cem AŞK UN
—
144
—
EFENDİLER
BİRAZ HAYÂ
Şarab İle rübab İle geçen hayat-ı şûlever
Yalancının mumu gibi sabaha varmadan söner
Şu halinizden olmada garlk-1 şerm Bülbeşer
Efendiler biraz hayâ, biraz hayâ efendiler
Bakın şu Sirkeci istasyonu civarına bakın
Guruba pek yakın iken sokak dolar akın akın
Sizin vazifeniz bu mu? Düşünmeyin hemen çakın
Efendiler biraz hayâ, biraz hayâ efendiler
Adım başında meykede geçilmiyor teraneden
Müdavimin öbek öbek masa önünde şadü şen
Merâsim-1 muayede, sünır-u sûr der gören
Efendiler biraz hayâ, biraz hayâ efendiler
Yetişmiyor mu zemzeme değilmiyiz şlketse
bâl?
Nedir görmüyorum cebinizde cin-1 infial
Kızarmıyor mu veçhiniz, nedir akan o hun-1 âl
Efendiler biraz hayâ, biraz hayâ efendiler
Felâketin şu şekline müsadif olmamış idik
Bakın vucüdü milletin nasıl didik didik
Şu kanlı sahne-i vegadan ahz-i ibret etmedik
Efendiler biraz hayâ, biraz hayâ efendiler
Bu mahşer-i hizmetin bulunmuyor mu gayeti
Kapandı mı füadımızdaki vatan cirahati
Gurur saf blldimi damarda yokmu âyeti
Efendiler biraz hayâ, biraz hayâ efendiler
Bakın fezaya ufku kaplıyor zaman zaman
duman
Bir inhidam olmasın o sinsi sinsi yaklaşan
Clhatı erbaa diyor bize utan uyan aman
Efendiler biraz hayâ, biraz hayâ efendiler
Cihana karşı biz okur iken neşald-i zafer
Değil idik bu mertebe rezilü pest ü bihaber
Şu ahd-j (*) zillet - âverin hacaletl bize yeter
Efendiler biraz hayâ, biraz hayâ efendiler
<*)
Sevr muahedesi.
|
TEVFİK
FİKRET’TEN HÂTIRALAR
«Servet-i Fünün yıllarında
Tevfik Fikretin mizacı başkalaştı.
Titiz ve hırçın oldu. Bunu ben bile farkediyordum. Babamla mat-
baaya ekseriya beraber giderdik, Ben bir köşede, ele geçirdiğim
mecmuaları karıştırırken onlar, ikisi konuşurlardı. Her seferinde
Fikretin bir şikâyeti, bir tezallümü olurdu. Babam da kendisini tes-
kine, teselliye uğraşırdı. Çok defa üstad galebe, eder, tilmizin de
yüzü nihayet güler, mes’ele de kapanırdı.
Lâkin bir defasında
kapanmayıverdi. Serveti Fünuncular ikiye
bolündüler. Ayrılıp ta kısmen Baba Tahirin (Malûmat) ına
geçenleri düpedüz istiskal etmişti. Haklı mı idi? Haksız mı? Bu pe-
F: 10
rakende hatıralar bu cihetin
münakaşasına müsait değildir. Şu var
ki Tevfik Fikret daha düne kadar arkadaşlık ettiği onları hicvetti.
«Ayn Nâdir hakaret gördü gitti
«Ha Nâzım başka hikmet gördü gitti
«Sezai fazla hörmet gördü gitti
«Hela Tâhlr beyin ahvali malûm:
«O,
Tâhirle Karâbet gördü gitti».
Bu hicviye
onlarla Tevfik Fikretin arasında tâ Meşrutiyete ka-
dar süren bir dargınlığa sebep oldu.
★
Servet-i Fünun
kapandıktan sonra Fikret Rumelihisarına göç-
müş, babasının yalısında inzivaya çekilmişti. Her biri Abdülhamidin
istibdadım hedef tutan ve birer bomba gibi patlıyan manzumeleri-
nin çoğunu orada yazdı. Hemen hiç kimse ile görüşmüyor, en sık
bize geliyor veyahut babam ona gidiyordu.
Hırçınlığı
büsbütün artmıştı. Ayni zankanda pek te alıngan ol-
muştu. Ufacık bir hareketten, bir ihmaldejı, hoşuna gitmiyen bir
sözden o saat rencide oluyor ve bunu belli ediyordu. Nazarında her-
kes az çok şaibeliydi. Ölüler bile...
«Milyonla barındırdığın ecsat arasından,
Kaç nâslye vardır çıkacak pâk ve dlrahşâu?»
Hasta idi,
şüphesiz. Şeker hastalığı onun benliğini sinsi sinsi
kemiriyordu. Önce asabı, sonra ciğerleri bu illetin zebunu oldu. O
vakit şeker hastalığının tedavisi perhizden ibaretti.
Fikret perhiz
ettikçe zayıfladı. Zayıfladıkça umumî ahvali da-
ha da 'bozuldu. Çok sevdiği Mekteb-i Sultanî den uzaklaştırılması
da maneviyatını ziyadesiyle sarsmıştı. Dünyaya bütün bütün küstü.
«Millette ümit ettiği feyzi» de kendi telâkkisine göre, görememişti.
Meşrutiyet memlekete hürriyeti getirmemiş, bilâkis tamamiyle sel-
betmişti.
Plânlarım
bizzat çizdiği ve yapısında bir ırgat gibi çalıştığı
«Aşiyan» mda, o kocaman vücut verem mikroplarının zebunıi ola-
rak 19 Ağustos 1915 te öldü.
19 Ağustos...
Bu tarih dikkate şayandır, çünkü Abdülhamidin
cülûs günü de böyle ağustosun on dokuzuna rastlar. Hürriyetin en
büyük âşıkı Tevfik Fikretin, hürriyetin en büyük düşmanı bir pa-
dikahın cülus gününde ölmesi garip bir tesadüf sayılmaz mı?
Ercüment Ekrem TALÛ
FİKRETİN
YALISI
Şair Tevfik Fikretin Rumelihisarı’nda bir
yalısı,vardı. Yalı bir
aralık uzun müddet kiracısız kalmıştı. Fikret, nadir görülen keyifli
zamanlarının birinde hem yalının kirasını ayda on liradan sekiz li-
raya indirdi, hem de şu kıt’ayı büyük harflerle bir kâğıdın üzerine
yazarak yalının camına astı:
Gel
beri varsa cebinde para;
Verilir
işbu yalı icara.
Evvel on altın idi, şimdi sekiz
Sahibi bakmıyor artık k&ra!
★
Bu sofracık efendiler-ki iltikama muntazır
Huzurunuzda tltrlyor-şu milletin hayatıdır,
Şu milletin ki muztarip, şu milletin kİ
muhtazır;
Fakat sakın çekinmeyin yeyin, yutun hapır
hapır.
Yeyin efendiler, yeyin, bu han-ı iştiha
sizin,
Doyunca, tıksırınca, çatlayıncaya kadar
yeyin!
Fek açsınız, efendiler, bu çehrenizde
bellidir.
Yeyin, yemezseniz bugün, yarın kalır mı kim
bilir?
Şu nadil naam bakın, kudumunuzla müftehir,
Bu hakkıdır gazanızın, evet o hak da elde
bir.
Yeyin efendiler, yeyin, bu han-ı iştiha
sizin,
Doyunca, tıksırınca, çatlayıncaya kadar
yeyin!
Bütün şu nazlı beylerin, ne varsa ortalıkta
say:
Hasep nesep, şeref şataf, oyun düğün, konak
saray
Bütün sizin efendiler, konak, saray, gelin, alay
Bütün sizin, bütün sizin, akın akın, kolay kolay,
Yeyin efendiler, yeyin, bu han-ı iştiha
sizin,
Doyunca, tıksırınca, çatlayıncaya kadar
yeyin!
9
Verir zavallı memleket verir, ne varsa
mâlini
Vücudünü, hayatını, ümmldini, hayalini,
Bütün ferağ-ı hâlini, olanca şevk-i bâlini,
Hemen yutun düşünmeyin hârâmını, helâllni
Yeyin efendiler, yeyin, bu han-ı iştiha
sizin,
Doyunca, tıksırınca, çatlayıncaya kadar yeyin!
Bu harmanın gelir sonu, kapıştırın
giderayak;
Yarın bakarsınız söner, bugün çatırdayan ocak,
Bugün ki mideler kavi, bugün kİ çorbalar
sıcak;
Atıştırın, tıkıştırın, kapış kapış, çanak çanak!
Yeyin efendiler, yeyin, bu han-ı iştiha
sizin,
Doyunca, tıksırınca, çatlayıncaya kadar yeyin!
Tevfik FİKRET
★
ALİ SADİ |
Bizde yok başlıca sermaye riyadan başka
Elimizden ne gelir küflü duadan başka
Belki üç yüz sene yar natıkamızdan bir gün
Cereyan etmedi söz çonü çıradan başka
Arzın üstünde de altında da rahat arama
Yeri yok akiedeııln takı semadan başka
Düşmüşüz bir çukurun ka’nna kurtulmak için
Bilmeyiz başka şey Allaha recadan başka
Ununa tıphanei ccm’iyyetimlzden daru -
Ne ararsan bulumu' Jerde devadan başka
★
Aşağıdaki
parçayı Mehmet Âkif merhum, kendisinin aleyhinde
vaktiyle İstanıbulda verilen bir konferansta, onun hakkında «kör,
beyinsiz, sağır» diye bağrışan bir zümre için yazmıştır. «Sefahat» ın-
da yoktur. Millî Mücahedede Balıkesir milletvekili olan Akif’in va-
tanperver. ve âlim dostu Haşan Basri Çantay tarafından mecmua-
mıza gönderilmişti?. Merhumun «hayâ» kelimesiyle başlayıp «hayâ»
ile biten peygamberâne hitapları neslimize en değerli ders olmalı-
dır. Onun ruhaniyetini fikir ve ahlâk kurumlanmızm başında gör-
mek isterdik. Hareket:
1948
«Ne yapsam, neyi.; kuriarsam şu yatmış inleyen halkı»
Deyip,
ezberde olsun, gezdiğin vaki midir şarkı?
He
ilim beynim sağır, yahut gözüm körmüş. Peki' lâkin,
Senin
görgün yolundaymış da keskinmiş te idrâkin,
Nc
gördün söyle evlâdım, ne duydun, lütfen izâh et?
Hayır,
hâcet te yok izaha, pek meydanda mâhiyet,
O
mâhiyet fakat İğrenç, o mâhiyet fakat çirkin,
«Niçin»
dersen, sıkılmak hissi İnsanîsi yok ilkin.
Evet,
beynim sağırdır. Kâinatım çünkü hep feryat,
Gözüm
görmez, evet zira muhitim hep karanlıktır.
İşitmem
başka bir ses milletim eylerken istimdat.
Fakat
sinemde îmanım müebbet fecri sadıktır.
Kör
olmaz ağlayan gözler, sağırlaşmaz tutuşmuş beyn,
Yaşarmaz
gözle yanmaz beyni hilkat addeder bir şeyn.
Geçilmez
kahkahadan her taraf yangın içindeyken...
Yanan
bir sineden, lâkin ne istersin? Nedir öfken?
Beraber
ağlamazsın, sonra kör dersin, sağır dersin.
Bu
hissizlikten insanlık hem iğrensin, hem ürpersin.
Ne
ibret! yok mu bir bilsen kızarmak bilmeyen çehren?
Bırak
tahsili, evlâdım sen İlkin bir hayâ öğren!...
if Mehnıed
ÂKİF
NEYZEN VE MEHMET ÂKİF
Neyzen Tevfik, asıl hocası Mehmet Âkifi de hicvetmiş; onun
baytar oluşuna telmih ederek şu iki kıt’ayı yazmıştır:
Herkes
gibi sen de tosunum s... (safahat) a,
Baytarlığı
öğren ameliden, nazariden,
Hayvanlığı
teşrihe özen, kaz gibi durma,
Geç
esfeli âzaya amudu fıkarlden.
★
Âşık
Ömerl, Dertliyi, Köroğlunu belle,
Al felsefei şiiri müverrih Taberiden
Ruhunda eğer var ise senin millete hizmet,
Hem
cinsini kurtar şu vebayı bakarfden!
★
HASM-I HAKİKÎ
Yıllarca, asırlarca süren uykudan,
Silkin
de; muhitindeki zulmetleri yak, yık!
Bir
baksana; gökler uyanık, yer uyanıktır;
Dünya
uyanıkken uyumak maskaralıktır!
Eyvah!
Bu zilletlere sensin yine İllet...
Ey
derd-i cehalet, sana düşmekle bu millet,
Bir
hale getirdin ki; ne din kaldı, ne namus!
Ey
sine-i İslâma çöken kapkara kâbus,
Ey
hasm-ı hakiki, seni öldürmeli evvel:
Sensin
bize düşmanları üstün çıkaran el!...
KIT
A
Kur’anı Kerim’in Türkçeye çevrilmesine
karşı kıyamet kopa-
ranlara :
Gölgesinden bile korkup bağıran
bir ödlek
Otuz üç yıl bizi korkuttu «Şeriat!» diyerek
Vahdet! muhlisiniz elde aca çıktı herlyf,
Bir
alay zabiti kestirdi, sebep «Şer’i şerif!»
★
ÇOCUKLARIMA
Ne odunmuş babanız, olmadı bir baltaya sap
Ona siz benzemeyin, sonra ateştir yolunuz...
Meşe
halinde yaşanmaz, o zamanlar geçti,
Pek
te incelmeyiniz, sade biraz yontulunuz...
★
İSTİBDAT
Otuz milyon ahali üç şakinin böyle mahkûmu
Olup çeksin hükümet namına bir barı meş’umu
Utanmaz mıydınız bir soysalar zalimle mahkûmu
Siz ey insanlık istidadının dünyada mahrumu,
Semalardan
da yüksek tuttunuz bir zilli mefhumu.
O birkaç lılmc halkından
cihangirâne bir devlet
Çıkarmış bir, zaman dünyayı lerzan eylemiş millet
Zaman gelsin de görsün böyle dünyalar kadar zillet
Otuz üç yıl devam etsin başından gitmesin nikbet
Bu bir ibrettir amma olmayaydık böyle biz ibret
Semapeyma iken rayatımız tuttun zelil ettin
Mefahir bekleyen abadı evlâdı hacll ettin
Ne âli kavm idik hayfa ki sen geldin sefil ettin
Rezil olduk, sen ey kâbur bunu sen rezil ettin
Mehmet
ÂKİF
—
151
—
Ahmet Kemal Akünal, istibdat
hükümetine karşı menfi bir
cephe alarak siyaset âlemine atılmış, Ahmet Rıza ve İsmail Safa
gibi hürriyet âşıkı şahsiyetlerle Taşkasaptaki evinde toplantılar ya-
parak tertibat almağa başlamıştı.
Hükümet bunu haber alarak Ahmet
Kemali tevkif etmişse de
şair hapishaneden kaçarak bir Fransız vapuru ile Pireye gitmiş ve
oradan Abdülhamide şu telgrafı çekmişti:
«Sayei şahanede salimen Pireye
muvasalat ettim.» Bir müddet
sonra Mısıra giden Ahmet Kemal Akünal oradan Padişaha şu man-
zumeyi göndermişti:
Yıkmadık ev, yakmadık can koymadın ey
$ahs-ı dun
Memleket viraneler hâlinde şimdi semigûn
Sıklet-i ruhunla meşhedler bile zâr ü zebun
Sen işitmezsen biri bir gün duyar Rabb-i şüuıı
Bir gün Azrâll hakkından gelir ey Fir’avun
Yıktığın ev yaktığın can içtiğin kandır
bugün
Hilkatinden Hâlik-i zîşan peşîmandır bugün
Zâtına küfr eylemek ayniyle imandır bugün
Cismini Allah cdc Fir’avun’ı yakmakçün odun
Bir gün Azrâîl hakkından gelir cy Fir’avun
Pâdişâhım eyleme etme yazıktır millete
Bir belâ-yi âsiimânisin bu din ü devlete
Şeyndir nâmın hile târihi insaniyete
Görmemiştir mislini görmez derim hattâ kurûn
Bir gün Azrâil hakkından gelir ey Fir’avun
Bülhüdâ'dır pâdişâh-ı devr sen bir sâyesin
Böyle bir çok eşkıyâ-yı beldeye sermâyesin
Hiç gücenme pâdişâhım doğrusu dun pâyesiıı
Büldahâ’dır İzzet’c Tahsine subbh ü şâm okun
Bir gün Azrâîl hakkından gelir ey Fir’avun
Heykel-i şâıııu dikilsc Bâyezid
meydânına
Her geçen bir fiske vursa enf-i vâlâ şânına
Ben de bir kerre tükürsem çehre-i şeytânına
Bir
gün Azrâil hakkından gelir ey Fir’avun
Pâdişâhım pür vehâmettir bu gün
ahvâlimiz
Devleti te’mlııe ancak münhasır âmâlimiz
Kanlı bir târih teşkil eyler istikbâlimiz
Pâdişâhım sen daha etmez isen terk-1 cünun
Bir yed-i kahhâr hakkından gelir ey Fir’avıın.
★
KIT’A
(*)
Men'edersiıı kahveden, çaydan, tütünden,
bâdeden
Ey tabip, hiç lezzet almam ben hayatı sâdeden
Bir kuru ekmekle bir sudan ibaretse hayat
Geçtim artık böyle tahsisatı fcvkal’âded.en.
VEHBİ
(Afyonlu)
(«■^Adanalı şair Ziya için
yapılan mezara, şairin hayatında
çok sevdiği Vehbi gömülmüş ve Ziya’nın da evvelki mezarından çı-
karılan kemikleri bir torba içinde Vehbi’nin yanma konulmuştur.
Şair bu kıt’ayı hastalığında söylemiştir
★
DERDE
YUF, DERMANA YUF!...
Hakperestiden; faziletten doğan
hüsrana yuf
Merdi, namerdana tezlil ettiren devrana yuf
Bin musibet çektirir bir lokma
ekmek âdeme
Hilkatin pürcut elinden aldığım ihsana yuf,
Ağlıyor mutlak gören gözler bu matemhanede
Ben demem, ilkin telehhüfler veren Im’ana yuf
Arzı temyizile, kıymetsiz bulur
bir zerreden
Der hakikatbin olan virana âbadana yuf.
Nâmurat eıısalımız olmuş bu yüzden berdevam
Keştii marufu garkap etmiyen tufana yuf.
Hastalar İnler, dnrur, sağlar didinmekten
biter
Çok mudur nefretle dersem derde yuf dermana yuf
Lânet olsun âbıru dökmekle kaim
nimete
Mülki İstiğnaya sultan olmıyan insana yuf.
Aç kalır zillet kabul etmez azlzünnefs olan
Bir kemik gördükçe kuyruk sallıyan dûnana ynf,
Ey olup evhama tâbi, aklı istihfaf eden
Bir biiyük cür’etle tecviz ettiğim küfrana yuf,
Herdem inerken semanın hükmü kahharile sen
Saffetinde yükselen âvazei şükrana yuf,
Hakkıdır erbabı takdirin tabii red, kabul
Reddi, red kastile irad ettiğin bürhana yuf.
Affa
lâyıktır diyenler ye’si takatsüz ile:
İlme
yuf, irfana yuf, namusa yuf, vicdana yuf.
★
Haberdar olmıyan yerden, semadan
Kalır âzâdeser elbet ezadan,
Nasibin
yoktur cy âkil safadan,
Doğar
korkunç teessürler zekâdan,
Felekten
kâm alırdın sen de bişek,
Eğer
olsaydın eşşeklerden eşşek.
Eşektir en büyük tebrike elyak
Eşeklik lütfü talidir muhakkak
Meseiretslz kalır zannetme ahmak,
Ne
nimettir, ne nimet humku - mutlak;
Onun meftunuyum candan yürekten,
Saadetler doğar hissetmemekten.
Eşek
bihis bakar yaksan cihanı,
Telâş
etmez, düşünmez irin ânı,
Tutuşdursun
da hattâ âsümanı,
Şikayetsiz
kalır mutlak lisanı;
Eşektir,
zevki aşkındır başından,
Ne
anlar kâinatın göz yaşından.
Şu
eşk âlûdü - matem âşiyanlar,
Verirken
kalbe suzişler, figanlar,
Olur
ta arşa vasıl «elâman» 1ar,
Fakat
merkep kadar mes’ud olanlar;
Telehhüften, tezallümden cüdadır,
Eşeklik lûtfu mahsusu hüdadır.
Eşektir
zevki bikaydjye timsal,
O
âli zevki bir şey etmez ihlâl,
Taşar
endişeden âzâde. hoşhâl,
Onuodur
bence en revnaklı İkbal;
Neşat,
ümmit, emel, ârâtn onıuıdur,
Onundnr
en mübcccel nâm onundur.
Tefekkürlerle
olmaz ömrü kûtâh.
Değil
zâlim hakikatlerden âgâh,
Bakar
ferdaya emniyetle hergâh,
Bulur
pek çok hayali lltlcagâh,
Bu
matemgâhta kalmaz bir teselli,
Keder
bilmez ne parlak bir tecelli.
Uyup İdrâke nevmit olma bir ân
Eğer mümkünse en boş va’de aldan,
Ölümden
sonra her nimet, senin san,
Taşarken
muztarip, makhurü giryan;
Tarat
bir gizli hikmet, müsterih ol,
Bırak
şekvayı şükret sen de bol bol.
Şu
süfli yerde ben, kalmakla cahil,
Biraz
ârâma oldum belki nail,
Bu
fikrimden rücuum gayri kablL,
Derim,
olsam da bir nlhrlri kâmil;
Değersiz
bence insanlık, melekilk,
Eşeklik,
ah eşeklik, ah eşeklik.
Tokadi zade ŞEKİP
★
BU
DA ŞİİR
Tesadüfen elime eski bir mecmua geçti ve
onda şu iki mısralis.
şiiri pördfrm.
Taştan, mantar tarlası
Çok yaşasın ölüler
Bana
bu eksik gibi geldi ve onu şöyle tamamladım.
Şairlik iflâs etti
Şiir yazdı deliler.
Zafer
ARIKBAĞ
155
—
Hiciv vâdisinde usta bir kalem
olan ve (Çerçöp) namiyle şöh-
ret bulan Sami Mortan, hicivlerini (Çerçöp) adlı eserinde toplamış-
tır. 1870 da Şumlu’da doğan ve 1902 de Tıbbiyeden doktor yüzbaşısı
olarak çıkan Dr. Sami muhtelif hastahanelerde çalışmıştır.
★
BİR
MAHALLE İMAMI İÇİN
Girmem günahına deyemem aklı
tamdır
Zeyyi Ebu Haıılfe de bir şerri &mdır.
Durmaz mahallemizde eser h&dl samdır
Sarmak sarık o kelleye billâhi haramdır.
Bilmem bizim İmam nasıl bir imamdır.
Efsûn yapıp nücuma bakıp püflüyor sizi
Arttıkça hubzu tıynetinin artıyor hızı
Eyler nikâh üç ere rüşvetle bir kızı
Dercep eder semaya eli erse yıldızı
Bilmem bizim imam nasıl bir imamdır
Sürter matai fitneyi bey'a pazar, pazar
Eshabı sayi gösterüp ölmüş, çukur kazar
Emvata der; hayatta, ilmühaber yazar.
Sık, sık; cenaze olmazsa hiddetlenir, azar
Bilmem bizim imam nasıl bir imamdır
Şer'i şerif şerri için elde âleti
Mangır dedin mi her işe eyler delâleti
Eflâke çıkmış olsa da fartu rezaleti
Mal eylemez o üstüne asla hacaleti
Bilmem bizim imam nasıl bir imamdır.
Her yazdığında bir sürü imlâ hatası var
Noksan kıraatinde de nâhoş edası var
Eşşek anırdı zarınolunur bir sadası var.
Halkın başında bak ne sarıklı belâsı var
Bilmem bizim İmam nasıl bir imamdır.
BOB--STİL
ŞAİRE
A çocuk kalmışsın ilimde sıska
Ne ilâç kâr eder sana ne muska
KIT’ALAR
Musa Kâzımın şeyhülislâm olması
üzerine
Avdeti’ler ile hükümetimiz
Benzedi devlet-i (Yahuda) ya
Emir-i fetvayı da çıfıtlık edip
Verdiler en nihayet (Musa) ya
★
İnhisara nasıl duyurmalıdır ki
Petroller yanmıyor alan yanıyor
Bakın gazı yakan yoksul ahali
Kokusundan batum gazı sanıyor.
★
____________________ A a
KAZAN
KALKARKEN
Yeniçeri ustası söyler,
«îstemezük» sözüne bütün yeniçeriler
"büyük velvelelerle iştirak eyler. Bazı canlı kelimeler ve kafiyeler tek
tük akisler uyandırır.
Cihan
değişmiş imiş!., biz değişmesin demezük;
O
sivri akla baş eğmez, furenge benzemezük.
Bu
kelle pirimizin; kestirir, yok eylemezük;
Teceddüt
öz canımız olsa dirhem Îstemezük!
Cerihamız
var imiş!, olmasın mı hep çeriyiz;
Hudutta
olmaz ise., nerde alsa harp eriyiz;
Keser,
yarar, yakarız; belki tıpta çok geriyiz;
Budur
hekimliğimiz başka merhem istemezük!
Nedir
o soytarı kuyruklu pis kızılbaşlık?
Boyunduruk
yaka bumbar bacak, çekirge, çarık...
O
zübbe cübbe, pabuç giymiş el... ne maskaralık!
Biz
öyle hoppa, gâvur çullu âdem Îstemezük!
Zahirimiz
Hacı Bektaş yürüttü bir dlvar,
Onun
nişanını saklar bu sineler, kollar;
Yürürse
kal’a bedenler biitün cihanı yıkar;
"Ne
isteriik, demeyin! fazla bilmem istemezük!
Dualıdır bu ocak, ey ocaklılar! yürüyün!
Köpürdü kalktı kızanlar, körükleyin!
kürüyün!
Şu iâşe öînrü ip ilmek sürülmeden sürüyün!
Vurun, kınn, tepinin, bağırışın gem
istemezük!
Nedir bu dehre çöken kahpelik, bu dert, bu
eza;
Kıyamımız bizim azdır bu hale karşı ceza; '
Bizimle bir isen ey Zülcel&I! odur ki
seza;
Kopar kıyameti biz böyle âlem istemezük!
3
Mayıs 1918 Cemal
NİBEDİT
★
Müstehcen ile
rrıüstekrehin beraber yürüdüğü meşhur Türki di-
vandan bahsetmek istiyorum. Divanın iki kötüyü, kelimeyi bilerek
söylüyorum, bir arada haiz olmasından ötürü olacak, edebiyat fci-
tablan hep meskût geçer dururlar, sanki mutlaka ayıbmış gibi..
Galib Paşanın kendisi de işin farkındadır, şair divanları aöyliyecek-
lerini söylemiştir, bana da böylesi düştü der, kendi kendini mazur
görmeğe çalışır. Doğrusu da budur. Sade bu sütunlsrda değil ahbap
meclislerinde bile, mahcub olunmadan okunabilecek yerleri pek yok-
tur. Türk! divan yalnız açık saçık değildir. Çirkindir. Hayâyı bir ta-
rafa koymadan bir satırı bile okunmıyacak haldedir. O kadar mu-
tena kitabında bile Nihad Sami Banarlı da galiba bir şey söylemem
Evet öyle de olmakla beraber eski edebiyatımızdan hangi gazeli ço-
cuklarımıza ezberletebilir, okutabilir, sıkılmadan izah edebiliriz! Aşk
telâkkilerinin yanlış yollara sevkedilmelerinden birer ağır nümune-
lerinden başka onlarda nelere tesadüf edebiliriz sanki?... Kala kalı
bir Evliya Fuzuli kalıyor, o da evliyadır. Diğerleri baştanbaşa hicabı
davet eder. Oğullarımıza, kız’anmıza tercüme edebileceğimiz nok-
talan bile satırlar, mamalar, telmihler atlamayı içab ettirir Hepii
de, eski bir tabirle, perdebirunlukta yarış halindedirler. Edebiyat
hocaları kürsülerinde ne .güç durumdadırlar, tasavvur bile edilemez.
Türkî divan
bütün berbadlıklarının kepazeliklerinin ortasında
bile, fakat gene tektir, bir tanedir, bir büyük sanatkârdır. Bir ruh
haleti, foir manzarayı tasvir eder ki onun derecesine varmak güç-
tür, işte misali:
Gayfelerde garibün haldaşıdır sivrü
sinek...
Bir köyden
gelip geçmeye mecbur zavallı garib yolcu, yaz sıca-
ğının üstünde yapırdıyan güneşten kaçar, evli evinde, köylü köyün-
dedir. topraklar ateş içinde yana yana, damar gibi atarken, öğle üs-
tü, kahveci bile semaverinin başında uyuklar dururken, garlb, ku-
laklarında vızıldayan sivrisinekle ancak haldaştır. O bitmez, tüken-
mez hüzün, yalnızlık, ayrılık, bu mısrada nasıl yaşıyor... Hangi ro-
mancı bir bu tasvir için ömrünü koymaz... ’
Sultan Azizin
gazabına uğramış mabeyne isi Kastamonuya vaa
diye sürgün gidince bize böyle harikulâde bir sanat eseri vermiş ol-
du. Bir başka dilde bu ayarda şey var mıdır pek bilinmez. Şehnâme-
deki bazı satırları, bir ehline, kendiniz çevirtirseniz, Galib Paşaya
pek diyeceğiniz kalmaz sanırım:
Telâkkilerizden,
hele gün geçtikçe, iyice fedakârlık etmemiz
icab edecek galiba...
Yaz
geldi, şükür, bak, yine çlllendi Höyükler.
Fır
fır ötüşürler, uçuşurlar ibübükler...
At
eşşeke, eşşek ata garman garuş oldu.
Gökkubbeyü
güinlettiriyor dağda kütükler...
Sesle
Bicugez, cangulaguyle ne gıyaktur;
Can
koymadu gövdemde davullarla düdükler...
Gar
gurduna benzer, rogugu eslemez Emmi:
Gışta
otururlar çadur altunda Yürükler...
Ayan
çagurınca, hele bi varma da gör bak:
Halka
d akarak boynuna İt denlü sürükler...
Gundak buragurda araya ayen aga hep
Yanguncu gibi sonra döner hem de körükler...
Var s un yimesün Niğdelü Galüp gara manca
Ağzın dadunu heç ne bllür öyle hödükler...
Galip Paşanın
meşhur Divanından ancak şu gazeli almak mûm
Mm olabildi.
Sıcak bir yaz
günü... Köy fırın gibi yanıp tutuşurken yabancı
yolcu nereye gider.? Nerede... vakit geçirir?.. Kahvede, yalnız... çı-
rak bile öğle uykusundadır.
Kayvelerde garibün haldaşıdır sivrü
sinek...
Diyen
Âbdülhallm Galib Paşa bir küçücük mısrale. dünyanın
en sanatkârane tasvir ve tavsifini yapıyor. Onun bu ustalığı kimse-
nin harcı değildir.
* F. Celftl GÖKTULGA
Bak. sevdüceğüm Kazban’ın on dört yaşı
vardır;
Guagunu siyah benleri, hem de gaşı vardır.
Gerdainluğunu boynuna tahmış, mavu boncuh,
Gan gırmızı bamahta yüzüğün daşı vardur.
Han denlü açuhtur gapusu eyan ağanın,
Dünya yise bitmez, berek&tlu aşı vardır.
Şair Hasırcı
zade Hafız Mehmet ağa aslen Gazianteplidir. El-
haç Abdullah ağanın oğludur. 1218 Antepte doğmuş, 1301 yine ora-
da ölmüştür. Yüksek tahsilini Halepte, Şamda en nihayet Mısırda
yaptığı halde kendisine ağa denilmesi münhasıran tevazuundan ile -
ri gelirmiş ve kendisine ağa denilince niçin memnun olduğunu so-
ranlara (efendi ünvanile maruf olup da kendinden İntizar edilen
mesailde aciz gösterip mahcup olmaktansa ağalık ile şöhret bulup
gayri me’mul fazilet ibraz etmekliğin İnsanî bir şeref olduğuna ka-
niim de onun için) cevabını verirmiş.
Ağanın
ölümünden yirmi dört saat evvel Gaziantep kaymaka-
mı o zamanki Rüstem Beyin öldüğünü söyledikleri zaman irticalen
şunları söylemiştir:
Veda etti dünya nice erlere
Ne Daraya kalır, ne Rüstemlere
cevabını vermiştir.
Bir gün bir
toplantıda ağa da hazır bulunuyormuş. Yeni Müs
lüman olmuş birisine iane toplamyormuş; ağa iki adet o zamanki
altını uzatırken:
Müslüman oldu bir kâfir
Şehit oldu iki gazi,
mısraını söylemiştir.
Ağanın Keçeci
zade meşhur Fuat Paşa ile görüşmesi daha hoş
bir surette vâki olmuştur.
Hasırcı zade
her hangi bir iş için İstanbula gider ve bir aralık
berayi ziyaret Fuat Paşanın makamına da uğrar, ağa, Fuat paşanın
huzuruna girer girmez:
Haki paye ferşi ru etmek için âmâdeyim
Muktezayı tıynetimdlr ben Hasırcı zadeyim
Beytile kendini takdim edince: ,
Keçeci zade
Fuat Paşa — İşittiğime göre zatıâliniz İstanbula ge -
leli kırk gün kadar oluyormuş sizinle gıyabî tanışmaklığımız (öyle
dursun keçe, hasır münasebetile de bir karabetimiz olduğu halde gö-
rüşmekliğimizin bu vakte kadar tehiri caiz midir düşününüz baka-
lım kabahatinizin affolunacak bir ciheti var mıdır? Demesi üzeri-
ne
Heç böyle gonuh dertlüsü yohtur bu şehürde,
Ekmek ylr evünde gatı çoh oynaşı vardır.
Bir top bezi sarmış, goca bi püskül
oğarmış,
Galib kirlzin gubbe kadar bir başı vardur.
TÜRK
GALİP PA§A
160 —
Ey
benim, şiveli, postal yavrum,
Benden
en doğru sözü al yavrum.
Şimdi
dünya «pozitif» dünyadır,
Kendine
yapmalıdır mal yavrum.
Her
ne suretle nasıl olsa hemen,
Ne
kadar kabilse çal yavrum!
Rüzela
gel der ise koş, durma.
Sonra
git derler ise kal yavrum.
Nerde
çirkâb-ı rezalet görsen,
Umku
nâpakine dal yavrum.
İncelik tasbyarak B... yersen
Yuttururlar sana kangal yavrum.
İftira
menbaına sok elini,
Herkesin
çehresine' çal yavrum.
Ya
iş et kendine jurnalciliği,
Yahut
İşler sana jurnal yavrum.
Böyle ol, yoksa bugün âlemde
Olamazsın bile hammal yavrum.
Ali Ekrem BOLA YIR
Hasırcızade —
Allah size çok ömürler versin zatıâliniz keçeyi
sudan çıkardınız. Bendeniz, ise hasın çamurdan kurtaramadığım
için sürünmekten hâlâ kurtulamadım. Bu cihetle zamanın müsaa-
desine nail olmadan ayağınıza yüz sürmeye nasıl cesaret edebilirim
cevabını vermiştir.
O zamanlarda
yaz mevsiminde Antepten Halebe kar gönderi-
lirmiş. Antebin kar kuyuları da mezarlığın yanında İmiş. Halepli-
]erden biri ağaya lâtife yollu mezmun furuşluk yapar.
Ağa da — Hiç
sorma evlâdım.Bu hususta epeyce de zahmet
çekeriz. Biz kendi karımızı kendimiz bastıktan mada sizin karınızı
da orada basar. Halebe göndeririz, cevabile mukabelede bulunmuş,
tu.
Ferit ÖZALP
İKİ
FIKRA
Gaziantepli
şair ve nüktedan Hasırcızade Mehmet Ağayı, İkti-
sat Vekillerinden merhum Ali Cenani Beyin babası Antepli Rasim
Paşa günlerden bir sabah kaymak yemeğe davet eder. Tekarrür
eden gün gelir, davetliler Paşanın selâmlığında toplanırlar, Hasır-
cızadeyi biraz beklerler, gelmediğini görünce kaymağı cümbüşleme-
ğe başlarlar. Biraz sonra Hasırcızade görünür, kendisini bekleme-
melerinden son derece münfeil olur; Rasim Paşaya:
Deli mart sanki bahardan
sayılır
Mlr-i-Râsim de kibardan sayılır,
der ve çıkar gider.
★
Hasırcızade
Mehmet ağa bir gün Fuat Paşanın yanında iken
Paşanın pırlanta yüzüğüne dikkatle bakmağa başlamış, Fuat Paşa
sormuş:
—
Yüzüğüme
mi .bakıyorsun?
—
Evet
Paşam... Taşını merak ettim.
Elmastır...
— Güzel. Fakat faydası
nedir?
Ne faydası?
—
Yani
size ne irat getirir?
Ne getirecek? Hiç...
Yazık. Benim
de babadan kalma bir çift taşım var; bana
senede elli altın getirir.
—
Amma
yaptın ha... Ne taşı bu?
—
Değirmen
taşı!
★
Asılları Türk
olan ve ana dilleri de Türkçe olan, Bağdad ile
Musul arasında bulunmak. İrana mücavir olmak dolayısiyle Arab
ye Fars dillerine âşinâ olmıyan Kerküklü hemen yoktur. Mektebe
hacet kalmaksızın öğrenilen bu diller herkesi divaaı edebiyatımızla
alâkadar olmak kolaylığını vermiştir. Bize su getiren saka bir gün
elimde Ziya Paşa Divanım görünce Paşanın terci’ bendini bana ez-
her okuduğunu söylersem bu alâkanın derecesi anlaşılır.
İşte Şeyh Rıza
bu memleketin edebî kültürünü yapmış, Arab,
Fars lisanlarına hakkı ile vukuf peyda etmiş bir zattı. Fakat hicve
pek meyyal olduğundan ciddî manzumelerinden ziyade, ağızdan
kulağa intişar eden bu nev’i yazılan olmuştur.
F: 11
Bununla
beraber, lâyık gördüklerine kasideler, medhiyeler
yazmaktan da fariğ değildir. Meselâ, hakikaten medhe, sitayişe lâ-
yık olan İran Şahı Muzaffereddin Şaha takdim ettiği şu: «Nur-ı
mah ez afitab-ü nur-ı malıra» beyitinden dolayı (Şah-ü mah) (1)
kasidesi İran şairleri arasında Şeyh Rızaya mümtaz toir mevki ver-
mişti.
Kadiri dergâhına
mensup olan şairin tekkedeki odasında şöyle
bir Farisî kıt’ası asılı idi:
«Ta Resulullah!... Çi başet çün sek-i
Eshab-ı kehf
Dahil-i cennet şevem der zümre-i eshab-ı tü?
O reved der cennet-ü men der cehennem key
revast?
O sek-i Eshab-ı Kehf-ü men sek-ü eshab-ı
tü. (2)
Abdülâziz
devrinde bir aralık İstanbula gelmiş, o devrin vüze-
rasma çatmış, Âli Paşaya takdim ettiği bir kaside ile teveccühünü
kazanmış, Yusuf Kâmil Paşanın en baş nedimi olmuş, fakat bir
türlü kabına sığamıyan şair bir kıt’a ile Âli Paşayı hicvettiğinden
fukara tertibinden beş yüz kuruş maaşla Kerkük’e teb’id edilmiş.
O zamandanberi Kerkük'e gelen memurlardan
idaresizlik, ce-
hil, irtikâb gibi bir malûliyeti olanlar Şeyh Rızanın tiş-i hicvinden
kurtulamamışlardır.
Bir tarihte
ser derhevâ yaşıyan (Zenge) ismindeki bir aşire-
tin rüesasmı tutmuş hapsetmişler. Kendilerinden bir kız almış ol-
maları dolayısiyle Şeyh Rızaya karabetleri olduğundan, şeyhi ha-
pishaneye davet etmiş ve afları için mutasarrıfa iltimasta bulun-
masını rica etmişler. Hatırlarından çıkamadığı için mutasarrıfa
gitmiş, ricada bulunmuş. Paşa «Şeyh efendi, sen tekkene git, duanı
et, siyasî işlere karışma» İhtan ile Şeyh Rızayı savmış. Fakat ko-
naktan çıkarken kendisini takip eden paşanın kâhyasından «otuz
lira verirsen paşa hapisleri bırakacak» havadisini alınca meseleyi
Zenge’lere söyleyerek aldığı otuz lirayı kâhyaya teslim etmiş. Bir
kaç gün bekledikten sonra Zenge’lerin tahliye edilmediğini görün-
ce tekrar kâhya efendiye müracaatinde «Paşa senin atı da istiyor»
cevabı ile karşılaşınca nâçar Rehvar ismindeki doru atına da ver-
miş. Fakat yine bir ayı mütecaviz bir zaman geçip de tahliyeden
haber çıkmayınca: «Verin bana şu kalemi» diyerek şu manzumeyi
yazmış:
(1)
Beytin
tercümesi: Malım ziyası güneştendir, şahın ziyası
kendinden. Hakikatte mah ile Şah arasında çok fark vardır.
(2)
Kıt’anın
tercümesi: Yâ Resulullah ne olur Eshaib-ı kehfin
köpeği gibi ben senin eshabının arasında cennete girsem. O cenne-
te gitsin, ben cehenneme, revâ mıdır? O ehab-ı kehfin köpeği ben
senin eshabının köpeğiyim.
«Vâcib
oldu edelim derd-i dilin izharı,
Çünkü
dil İlletine müncer olnr ızman,
Salıver
zengeleri, ya geriver Rehvan,
Badheva
veremem ben esb-i sabareftan.
Va’de
i tahliye güz mevsimken oldu şlta;
Görmedim
böyle tuhaf va’de-i maderbehata;
Atımı aldı, yayan koydn beni, bak!... Hattâ
Seyisin sırtına giydirmedi bir entari.
Kimi
yüzü mütecaviz, kimi der ki, yüz İmiş,
Kimi
insafı kor elden de der ki dokuz imiş;
Kimse
bilmez doğrusun ben bUlrim otuz imiş,
Zenge’lerden
alman Uranın miktarı.
Devlet-ü
millete billâhi, ziyandır bu teres,
Fitne-i
can, belki âşub-ı cihandır bu teres,
Hep
bizim kanlarımızı akıtandır bu teres...
Nice
kandırdı cenabet, koca bir hünkârı!...»
Bu murabba
manzumeden sonra mutasarrıf hem parayı hem
atı iade etmiş, hem de hapisleri tahliye...
Bir tarüıte Kerkük'ü Musuldan
ayırarak vilâyet yapmışlar ve
ilk meb’usan meclisinde Haleb meb’usu bulunan Nafi Efendiyi de
Vali göndermişler. Şeyh bu havadisi duyunca şu beyti söylemiş:
«Kerkük velâyet oldu, Nafi efendi vali
Veylün leküm ra’yye, kül başına ehali.» (3)
Filhal şeyhin
dediği gibi bu vaziyetin yürümediği bir zaman
sonra anlaşılınca tekrar livaya tahvili ile Musula bağlanmış ve bir
mutasarrıf tâyin etmişler. O devirde azlini düşünen evliya-yı iiıtur
fırsat elde iken beş on para tutmak sevdası ile işbaşına geldiklerin-
den, yeni gelen mutasarrıfı müsait bulafi mahkeme heyeti bazı
mevkuflan bırakarak biraz para almışlar. Bunu duyan Şeyh Rıza
şıı iTv.nzumeyi yazmış:
«Haberin var mı, alındı. Ne alındı? Rüşvet!
Alınan şey ne imiş, alan kim? Heyet.
Heyetin adı nedir? Dairei Adliyye... (4)
Onu icat edenin ruhuna yüz bin Iânet!
(3)
Müellifin
notu: Bu toeyît Agâh Sırrı Levfnd’in (Divan Ede-
biyatı) adlı eserinde şöyle göstçjümiştir:
Musul vilâyet oldu Nâfi’ Efendi vâli
Vâveyle-tül-vilâye vâveyle-tül-ahâli
(4) Bu mısra ile Şeyh Rızanın
şer*! mahkemelere taraftar oldu-
ğu görülüyor.
Kaç adet lira alınmış acaba? Yüz elli;
Lira-i halise. Üstünde yazılmış: Duribet.
Belli mi kimler imiş rüşvet alanlar?
Hay hay!... Gidişinden bilinir haln-i
mülk-ü millet.
Biri müstantik efendi, biri çingâne reis,
Diğerin söyliyemem... Söyle, babana rahmet.
Hazret-i daver-i Ekrem mutasanf paşa,
Eşeğin başını tut. Hamzaya geldi növbet...
En büyük hisse o aldı, yine hoşnut değil,
Hepsini almadığından çeker an-ı hasret!
Otuzun Ragıp alıp yuttu yirmisin Emin,
Yüzünü, söylediğin zat-i veliyyül-nimet.
Hisse vermek bana da lâzım iken hakkı
sükût,
Vermedi, ağzımı zannetti kapatmış zommet.
(5)
Adı defterde, özü haib-ü hasır, biri ben,
Bir de Musulda olan vall-i âlîlıimmet.
Söyle mafatı tedarikte bulunsun yoksa
Onu ibret ederim hicvile, amma ibret.
Acaba aldı Komandan dahi bir şey? Hâşâ!...
Var mı dünyada Komandan gibi sab’lffet?
Edebiyat
Âlemi 20-10-949 Kemal
Emin BARA
(5) Gûya (Şeyh Rızanın
vergiden zimmeti vardır, onu istemez
isek susar) demişler.
★
ASAYİŞ
BERKEMÂL!
Musul
vilâyetinin her tarafında cinayetler vukubulduğu halde
her hafta Vilâyet gazetesinde «Saye-i asayişvaye-i Padişahide vilâ-
yetin her tarafında emn-ü asayiş berkemaldir» yazıldığını gören
Kerküklü Şeyh Rıza şu beyti yazdı:
Katl-ü-nelıbi eşkıyadan millet oldu payımal
Emn-ü asayiş yine elhamdülillâh berkemal!
★
MEŞHUR
HİCİVCİ ŞAİR:
1878 de Kafkasyada Dağistanda
doğan Hüseyin Kâmi birinci
dünya harbinde sürgün edildiği Karamanda, 1912 de ölmüştür. (Son
Asır Türk Şairleri) nde İbn-il Emin Mahmud Kemal İnal diyor ki:
«Babıâlide matbuat kalemine memur edildi. Bilâhare Keraci
şehbenderliğine tayin olundu. Beş altı sene orada kaldı. Yun&n
harbinde Evlâdı Şüheda
ianesinde suiistimalde bulundu denilerek
azledildi. İstanbula geldi. Bir müddet sonra Mısıra savuştu. Meşru-
tiyetin ilânında avdet etti. 31 Mart vak’asmda 18 gün tevkif edil-
dikten sonra divanıharpçe beraatine karar verildi. Bebekte Gaffa-
rof’a damat oldu.
Tab’ındaki
zarafet ve kalemindeki kudret, manzumelerin her
beytinde görülüyor. Meşrutiyetin evailinde «Sabah-ı Hürriyet» na-
mındaki piyesi, tiyatrolarda oynanarak halkın rağbetine mazhar ol-
muştu.»
«Divançc-i
Dehri» adlı hiciv eserinin muharriri bulunan, Hür-
riyet ve İtilâf Fırkası mensuplarından Hüseyin Kâmi o zamanın ik-
tidarı ile mücadele etmiş ve başından geçen vak’alar ibrete değer
bir mahiyet almıştır. Hüseyin Kâmi, (Dehri, Donkişot, Baba, Tır-
nağı Karıncalı, Sudan Geçmez) müstear adlariyle Baba Tevfik’in
çıkardığı (Eşek, Yuha, Kibar ve Malûm) gazetelerinde bir çok hic-
viyeler neşretmiştir.
Kalemini
dâvası hizmetinde kullanan hicivcilere karşı o za-
manki iktidar daima şu üç yolu takip etmiştir:
1 — İktidarı tehzil ve
hicveden san’atkâra para ve mevki ve-
rerek susturmak,
2 — Bu tecrübe muvaffak
olmazsa, tehdit yolu ile, tevkif,
mahkeme, sürgünlerle, işsiz ve aç bırakarak susturmak.
3 — Bunda da muvaffakiyet
hasıl olmazsa, o san’atkânn ikti-
dar partisinden para aldığını, hafiyelik ettiğini yayarak, halk na,-
zanndan düşürmek ve kendi mücadele arkadaşlarından ayırmak.
«Alemdar gazetesinde Pertev imzası ile
şöyle bir yazı çıkmıştı:
«Azizim Hüseyin Kâmi Bey,
Dün Alemdar’da
o zarif manzumenizi okudum. Tebriklerim...
Müsaade ederseniz sizden kafamda üzücü bir şüphe halinde kalan
bir meselenin, artık zamanı geldiği için, hallini rica edeceğim.
Bundan bir
zaman evvel, bazı arkadaşlarla konuşurken söz si-
yasete, o vesile ile de umum! ahvalimize geldi. Meselâ «Hak» gaze-
tesinin o pâyansız muharrirrlerinden bahsedilirken, yine bu mesele
üzerinde bazı kiralanmış vicdanlardan da lâf açıldı. «Hak» dan zi-
yade para etrafında el bağladıkları muhakkak olan o nasibsiz zaval.
lı gençler gibi bir çok zevatın da mahut tahsisatı mestûre etrafın-
da yer aldıkları söylendi. Hattâ size de bu şahsiyetler arasında ol-
dukça mühim, fakat dostlarınıza ıztırap veren bir isnat yapıldı.
Doğrusunu
söyliyeyim, bu sözler karşısında dondum. Fakat te-
min ederim inanmadım, inanamadım. İşte şimdi sırası geldi, dost-
larınıza karşı o sözlerin mahiyetini, hakikatini gösteriniz, o fena
endişeyi bertaraf ediniz. Bu sâyede tabiatiyle siz zan altında kal-
inaktan kurtulursunuz, dostlarınıza o türlü zanlann verdiği ıztuap-
tan kurtulur. Hürmetler.»
.Bu mektup
üzerine Hüseyin Kâmi Bey Divançe-i Dehri isimli
kitabında kendini şöyle müdafaa etmektedir:
«Yedi ay evvel
Divançe-i Dehri’yi bastırmak istedim. Fedakâr
bir insan olan Kürdi Zade Ahmet Râmiz, bendenize müracaat ede-
rek, bu teşebbüsün ne kadar hatır kinci olduğunu anlattı. Halbuki
ben; Divançeyi bir hususî fikir üzerine bastırmak istiyordum. Fik-
rim şu idi: Nesir olarak yazılan en parlak makaleler unutulur, fa-
kat nâzım olarak söylenen sözler bilâkis ezberlenir.
Sadareti
zamanında, millet fertlerinin tırnakları söküldüğü
halde, adaletten dem vuran zatı şerife karşı yazdığım manzumele-
rim hemen herkes tarafından ezberleniyordu. Halk, gözlerinde bü-
yüttükleri umacılar hakkında böyle şeyler yazılabilir diye şaşıyor-
lardı.
Ahmet Râmiz
efendi düşüncemi anladıktan sonra, öyle ise de-
di, ben de vatanıma bu suretle bir hizmette bulunmak için, sizi ara-
dan çıkararak «Divançe-i Dehri» nin neşrinden doğan mesuliyeti
üzerime alırım. Çüıikü sizin vatana lüzumunuz vardır.
«Nefaset
matbaası» henüz kitabı basmıştı ki, Polis Müdürlüğü
matbaayı basarak «Neşredilmemiş eserler hakkındaki kanunun
açıiklığına rağmen» kitapları almıştı. Ben ertesi gün tevkif edilince
vak’ayı öğrendim. O zaman anladım ki, «Dağistanlı Dehrî» âdının
bir takma isim olduğunu, hürriyet devrinin hafiyeleri jurnalleriyle
yazmışlar. Divanıharbe gönderildiğim zaman fedakâr Kürdî Zâde
Ahmet Râmiz efendi, benden evvel yetişmiş ve Divançe ile benim
alâkam bulunmadığını ve kitabm kendisinin olduğunu söyliyerek
beni kurtarmış ve kendisini ateşe atmıştı. Bunun üzerine Kürdî Zâ-
de Ahmet Râmiz Kastamonu’ya sürülmüştü.
4 Şubat 328 de «Rehberi
İttihadı Osmanî» mektebi menfaatine
verilecek bir müsamerede benim de konferans vereceğim ilân edil-
mişti. Mektep müdürü, müsamere için, polisten izin alacağı sırada,
ismimin silinmesini isterler. Müdür Raif bey (Raif Oğan) bunu ke-
sin olarak reddeder. Meşhur vatanperver Lûtfi Fikri Beye Selânik’te
yaptıkları gibi, konferansımı durdurmak için, tiyatroya bazı rezil-
leri gönderirler. Daha söze başlar başlamaz «Halt etmişsin!» diye
bir tecavüze uğradım. Bütün tiyatro ahalisi, mütecavize karşı «Sen
haltetmişsin, istemiyorsan dışan çık!» diye bağırdılar. Fazla bir şey
yapamiyacaklannı anlıyan mütecavizler, mektebi nasıl mahvedecek-
lerini yanındaki localara işittirecek surette birbirlerine söylemekten
çekinmemişlerdi.»
Bundan sonra
Hüseyin Kâmi bey, maili inhidam bahanesiyle
ve polis kuvvetile, mektebi nasıl boşalttıklannı ve bu işe âlet olan
m
Maarif Nezaretinin aynı binada
başka bir mektebin açılmasına na-
sıl ses çıkarmadığını uzun uzun anlatmaktadır.
«Benim
yüzümden hâsıl olan bu feci cinayetler karşısında vic-
danım pek ziyade muztarip oldu. Kürdî Zâd’nın hesmşerileri biça-
renin kurtulabilmesi için teşebbüste bulunmamda ısrar ediyorlar-
dı. Bazıları Bebek’e gelerek (Muharrir Bebek’te oturmakta idi),
Köprü’de bekliyerek benden medet umuyorlardı. Fakat hafiyeler
beni adım adını takip etmekten geri durmuyorlardı. Her yere yap-
tığım müracaatlar boş çıkmıştı. En sonunda Dahiliye Nezaretine
müracat et, dediler. Mektebin halini, Kürdî Zâde’mn felâketini, ha
fiyelerin rezaletini anlattım. Divamharbe müracaat et, dediler. Ora-
sı da biz hükmederiz; fakat affetmek hükümete aittir. Polis Mü-
dürlüğüne müracaat ediniz, dedi. Nihayet bu rezaletlerin meydana
çıkması için bana üç teklif yaptılar. Bu teklifleri düşünmek için de
onbeş gün mühlet verdiler.
Bu üç teklif
şunlardı: Birincisi Talât bey aleyhine yazmış ol-
duğum üç hicviyeyi iptal edici bir methiye yazmak, İkincisi: «İtti-
hat Terakki» ye karşı nesir ve nazım olarak hiç bir şey yazmıyaca-
ğıma dair Kur'anı Kerim ve namusum üzerine yazılı senet vermek,
tîçüncüsü hükümet tarafından bana verilecek maaşı kabul etmek.
«Bu teklifler
karşısında şaşırdım. Muazzam bir hükümetin bu
gibi küçüklüklere düşeceğini hi-ç düşünemiyordum. Akşam hasta bir
halde Bebek’e geldim.»
Hüseyin Kâmi
Bey kitabında bu teklifleri kendi parti arkadaş-
larına anlatmak için yaptığı teşebbüsleri anlatıyor. Bu arada (öl-
dürülmek tehdidi altında bulunduğumdan ezandan evvel mutlaka
evime girip kapanmak mecburiyetinde idim) diyor. Nihayet parti
ileri gelenleri ve Hüseyin Kâmi beyin arkadaşları, yemin teklifini
reddetmesini fakat 10 Temmuzda (Hürrtyet ilânının doğru yıldönü-
mü) ilân edilecek af listesine Ahmet Râmizi de sokmak için diğer tek-
lifleri kabul etmesini söylüyorlar. Bu suretle Hükümetin Hüseyin
Kâmi Beye vereceği maaşı, sürgünde bulunan ve sıkıntı çekmekte
olan Ahmet Râmiz’e göndermeğe karar veriyorlar.
Hüseyin Kâmi
bey diyor ki: «Fakat ben medhiye meselesini
bir türlü hazmedemiyordum. Arkadaşlarım «senin maharetin, diyor-
lardı, işte burada anlaşılacak, öyle bir methiye yaz ki, herifler kim-
senin yanında okuyamasınlar. Bunun üzerine olanı biteni, Kürdî
Zâde Ahmet Râmiz’e bildirdik. Aldığımız cevabın sureti şudur:
«Ya hazreti Dehrî!
Mektubunuzu
aldım. Selâmetinize memnun oldum. Mütegalli-
benin yaptığı zulümler bizim gözümüzü yıldıramaz. Asıl beni me-
yus eden hal, zavallı mektebi kış kıyamette sokaklara dökmek cina-
yetini halkın
gözleri önünde alenen irtikâp edebilmeleridir. Ben sür-
güne gelir gelmez, bunlar derhal yevmiye vermek istediler (1). Ben
hafiye parası kabul etmem, diyerek, İstanbul gazetelerine telgrafla
protesto ettim. Ben burada kitap ve gazete satarak geçinmeye ça-
lışıyorum. Millet etinden, tırnağından arttırıp vermiş olduğu para-
ları vatan çocuklarına, maarifin ilerlemesi için veriyor. Bu para ba-
na değil, asıl fukara çocuklarını parasız okutan, hattâ elbiselerini
yapan o biçare mektebe verilmeli. Eğer vatan evlâtlarının yaraları-
nı yine vatan evlâtlarına teslim ederseniz, ilerde bu mesele açık-
landığı vakit, büyük milletin size ve bu âcize göstereceği takdirler
bizim için en büyük mükâfat olur.»
Bütün
arkadaşlar bu hari-kulâde himaye karşısında baş eğdik.
Yemin ettirmek için ısrar etmediler, fakat methiye için acele edi-
yorlardı. Çağırdılar, ertesi günü gittim.»
Hüseyin
Kâmi beye vadettikleri parayı veriyorlar. Hüseyin
Kâmi, gerek bu parayı, gerek bundan sonra aldığı para’an makbuz
karşılığında mektebe vermiş ve makbuzların suretini, de kitabıma
almıştı. * \
«Ertesi ay
methiye için beni sıkıştırdıkça sıkıştırıyorlardı. Ta-
nımadığım bir takım simalar yolda nazikâne ihtarlarda bulunuyor-
lardı. Haziran geldi, çağırdılar. Ben artık sinirlenmiştim. Çünkü
benim İttihatçı olduğum bunlar tarafından etrafa yayılıyordu. İt-
tihatçı olmak hiç bir zaman utanılacak bir şey deği’dir. Fakat bu
dedikodunun altında hafiyelik gizli idi ki, İttihatçıların bu gibi hal-
lere tenezzülleri utanç vericidir.
Susma payı ile
hafiyelik arasında fark göremem. Meseleyi bil-
miyen arkadaşlarım bugünlerde benim ahlâkım üzerinde hâsıl olan
titizlikten şikâyet ediyorlardı. Küçük bir şey için ağır lâf söylüyor-
dum. Haziranın birinci, üçüncü günleri yapılan davetlere .gitmedim.
Fakat beşinci günü arkadaşlarım: «Senin bu kadar münasebetsiz
olduğunu düşünemiyorduk, sürgüne gönderdiğin biçareyi ve senin
yüzünden kahrolan mektebi düşünmüyor musun?» tarzında çıkış-
mağa başlamaları hissiyatımı altüst etti. Gittim. Bu sefer bin be§-
yüz kuruş verdiler. Ve methiyeyi ne zaman getireceğimi sordular.
Bir kaç gün içinde her halde bitirip takdim edeceğimi söyledim. Er-
tesi günü mektebe giderek paralan teslim ettim.»
Arkadaşlara
okudum. Beni o kadar alkışladılar ve takdir etti-
ler ki, burada kaabil değil tasvir edemem. Fakat ben manzumeyi
götürmeğe bir türlü cesaret edemiyordum. Çünkü ben zannediyor-
(1) Abdülhamit
II. zamanından Cumhuriyet devrine kadar, si-
yasî sürgünlere geçinmeleri için bir miktar yevmiye verilirdi.
■ium
ki, bunun hiciv maksadı ile yazılmış olduğunu anlıyacaklar.
Artık her ne olursa olsun götürmeğe karar verdim ve götürdüm.
Meğerse ben ne kadar boş vehme düşmüşüm, anlamak şöyle dursun,
beni sokak kapılarına kadar teşyi ettiler. Ve ertesi günü mantımın
jki bin beşyüz kuruşa arttırıldığını müjdelediler.» Medhiye şudur:
★
TALÂT
BEYEFENDİ HAZRETLERİNE
Tam geçerken geceden dün gece nısfı evvel
Çaldı birden kapımı hızlıca müthiş bir el
Titredim fcz iîe birdenbire hırsız sandım
Sonradan hatırıma geldi edibi ekmel
Mcsned arayi kemal olduğu günden polise
Kimsenin uykusu hiç olmadı asla muhtel
İhtiyaten yine ben şöyle delikten baktım
Gündüz etmişti şebi sanki semai meşal,
Bir de baktım ki eder ah kapımda lem’an
Mâhı tâbau gibi bir taze civan-ı ecmel
Fethi b&b eyledim ol dilbere derhal heman
Dedi ehlen bike yâ mühtace kalbi faddal
Girdi bin işve ile ah lııraman içeri
Müşteri olduğumu anladı derhal o zuhal
Gözleri bakmayınız, sanki nigâh-ı âhu
Lebleri sormayınız, gonçei gül darbı mesel
Gerdeni sâitji billûri gibi parlak idi
Yürüdükçe titrerdi hem o pâluzei kefel
Nim üryan soyunup mindere bir yan geldi
Rafael görse ederdi onu vallahi model
Gömleğinden görünürdü iki parlak yıldız
Bir de ukd kemeri zer gibi bir nafı emel
Sonra bir manzarai bağı behiştlkl anın
Nurdan sanki meyamnda açılmış cedvel (!)
Fahzı üstündeki ol tâci serini sandım
Mihritâban idi etmiş idi tctvici cebel
Düşünün şimdi benim halimi Allah için
Korkarım aklıma tân olarak belki halel
Tutmasaydım kapıyı ah düşerdim zira
Çarpışırlardı vücudumda lzam-ı mafsal
Dedi birdenbire gel öp beni ol nazlı nlgâı-
Ola ta vahyi İlâhiye lisanın menhel
Şöyle diz çöktüm onun karşısına titreyerek
Tavrı güftarı gelirdi bana vahyi münzel
Sinei
bânııı ağiışuma aldıkta tamam
O da
eylerdi beni kendine doğra münşel
Konçei faslı baban gibi olduydu küşad
Desti lerzanıma her ukdei mâlâ yenhal
Leblerinden emerek buseler aldım bir çok
Dedi t ar mı sana bilmem ki hitabette bedel
Şiirinin âşık-ı şûridesi oldum eyvah
Ben tutuldum sana ey şiiri teri damı hiyel
Gûş edince bunu ah eyleyerek arzettim
Var mı senden acaba şimdi bu âlemde güzel
Dedi âlemde güzellik ona derler ki ola
Mir Talât gibi müstahzarı ahlâkı ecel
Durdurur âyine önünde beni çırçıplak der
Yapalım gel seni hürriyete haydi heykel
Yaz bu ahvali çabuk nazra eyle medhiye gibi
Ola her mısraı hercestesi bir reşki gazel
Şensin ol şairi mahir ki eğer atsa şafak
Fecriâti edemez nüktei eş’arını hal
Anladın mı dedi artık bana ol mah tamam
Öperek ben de dua etmeğe kaldırdım el.
★
Hİ’SEYİN
CAHİT YALÇIN HAKKINDA
DER VASF-I HÜNSA
Siyaset mülkünü yıktın Ohannes han mısın
kâfir
Bütün ah ran kızdırdın kızıl sultan mısın kâfir
«Kıs
oğlan nâzı nâzın şehlevend âvazı avazın*
Acep
hünsa gibi, hem kız ve hem oğlan mısın kâfir
Seni gördükçe kürsüde olurlar, gaşy sertaser
Nesin sen dilber-i gannac-ı meb'usan mısın kâfir
Nedir Rumlarla daim böyle cenge hâheşln
bilmem
A«eb merdud-u aşk-u duhter-i Yunan mısın kâfir
Ne güna meze olur semler o pek tatlı
lisanında
Müzeyyen renkli cild altında bir su’ban mısın kâfir
Fransızlarla daim cenge pek meyyaldir
tab'ın
Meğer perverdei sedy-i daye-i Alman mısın kâfir
Neden tarfı cüfunun pek kızarmıştır bu
günlerde
Süknt-u fırkayı idrâk ile giryan mısın kâfir
Düşürdün âlemi yekdiğere buğzu beyanınla
Belây-i âsmau mı, fltne-i devran mısın kâfir
Nezaret arzeylcdikçe kabul etmezsin ey
fettan
Sen tiyie eğreti ata binen nâdan mısın kâfir
Nedir o pek zehirli handeler gizli
hazırlıklar
Yakında hârib-i mülkü frengistan mısın kâfir
Nasıl üç yılda zengin oldun ey müflis
muharrircik
Meğer simsar-ı işgalât-ı Hallaçyan mısın kâfir
Sinersin bazı korkundan, çıkarsın bazı
satvetle
Ne hilkatsin gehi tilki, gehi aslan mısın kâfir
Cemazllevvelln parlaktı âmenna ve saddakna
Ceoıazilâhlrinde sanki pek bl ân mısın kâfir
Ne nazırsın, ne hâkimsin fakat nâzır ve
hâkimsin
Ricalül gaybi cemiyyet ile İhyan mısın kâfir
İdaren bankalardan, her nezaretten daha
işlek
Nesin tuğrakeş-i evrakı her divan mısın kâfir
Nedir bu devr-i daim mi c e inal-i
ruz-efzûnun
Meğer sen şârihi nuşabei van mısın kâfir
Sana kâzib demek caiz değil, sadık dahi
asla
Ne nlyyetle yenirse muz gibi ondan mısın kâfir
(Tanln) in ser sütununda sabah vakti tam üç
yıl
Çıkup baykuş gibi ötmeklc pek şâdan mısın kâfir
Tamam üç yıl harabiyi bize gösterdin
ıslahat
Sihirbaz ya melek şeklinde bir şeytan mısın kâfir
Bu manzumen senin (DEHRİ) nedendir böyle
pek baygın
Meğer sen de onun endamına hayran mısın kâfir.
(Divançe-i Dehri 1330) + Hiispyin
KÂMİ
Bu sıralarda
Konya muhitinde yeni bir sima daha zuhur et-
mişti. Gayet mütenasip boy ve bosile, çok mütekâmil, güzel çehresi,
parlak gözleri Vİlhemkâri bıyıklan mağur ve azametli duruşu ve
yürüyüşile zarif ye itinalı giyinişile asîl bir prens gibi derhal göze
çarpan bu adam; Hüseyin Kâmi idi. Meclisine girilip sözü, sohbeti
dinlendikten sonra görülürdü ki onun ruhu ve mânevi yapısı da
ayni tenasübü, ayni tekâmülü aynı vakar ve azameti taşıyordu. Ko-
nuşmasında, dinleyenleri sarhoş eden âhenkli bir musiki vardı.
İttihad ve
Terakki hükümeti harbe girdikten sonra İstanbulda
bir muhalefet havası yaratması kütleyi sürüklemesi muhtemel olan
bazı adamları oraya buraya sürgün ederken Aka Gündüz’le Hüseyin
Kâmiyi de Konyaya göndermişti. Fakat bir müddet sonra bunları
da ayırmış. Akayı başka tarafa göndererek Kâmiyi Konyada bırak-
mıştı.
Ben Hüseyin
Kâmi ile nasıl ve kimin delâletiyle tanıştığımı
şimdi pek iyi hatırlıyamıyorum. Fakat Ragıp, Naci, Mehmet Nuri
benden evvel tanışmışlar, ben o sıralarda Konyaya yedi, sekiz kilo-
Tnetre mesafede bulunan Sille nahiyesinde idim. Oradan döndüğüm
zaman arkadaşlarımı yeni bir muhite atılmış buldum. Tabiî ben de
onlarla sürüklendim.
O zaman arkadaşlar Hüseyin Kâmi ile birlikte bir
Türklük
derneği kurmuşlar, her biri birer Türkçe ad almış, bir nizamname
yapmışlar, filân... Fakat ben bu âlimlere katıldığım sıralarda bu
hareket tavsamış, toplantılar sadece bir hoş sohbet toplantısı ha-
line gelmişti. Kâmi, Konyanın (Gazi âlemşah) mahallesinde basit
bir evde pansiyonerdi. Her gidişimizde bize ayran ikram eder, şark
lisanlariyle, Arapça, Farsça, Türkçe seçme beyitler, gazeller, kasi-
deler okurdu. Kendisi bu üç lisana da manzumeler meydana geti-
recek kadar vâkıf olduğu gibi İngilizce ve Fransızcayı da iyi bilirdi.
Türkçede çok kolaylıkla ve çok hoşa gidecek şekilde nazım yapmak
kabiliyeti vardı.
Hürriyet ve
İtilâf Fırkası ilk teşekkül ettiği zaman Londrada
bulunuyormuş, tam açılma töreni yapılacağı gün İstanbula geliyor,
bir söylev yapmak üzere hemen törenin yapıldığı salona götürüyor-
lar. Yolda giderken hazırladığı nutkuna şöyle bir de manzume ilâve
ediyor; aslı Mevlâna Celâleddini Rumînin (mesnevî) sinden alın-
mış olan bu manzume fırkanın prensibini çok iyi ifade ettiği için
pek çok takdire mazhar oluyor:
Üç kişiyiz yola çıktıktı: Urum, Ermeni,
Türk!
Anlamazdık üçümüz her ne dlsek yekdlğer
Yola bir yerde oturduk, bir ağaç altında
Yorgun insan yiyecek şöyle biraz şey ister
Bir kuruşcuktan ibaretti bütün servetimiz
İştiha hep de züğürtün başı üstünde gezer
Ben üzüm istedim almak,
Karabet derdi havuç
Istafilya diyerek Kosti de ısrar eyler
' Ben havuç ağzıma almam diye Kostl bağırır
Ben dfe derdim: İkiniz de def olun
miskinler
Karabet Kostlye, Kosti bana ben de kızarak
Çektim artık bu iki düşmana birden hançer
Mir efendi koşarak geldi bizim yanımıza
Dedi; yahu, bu ne kavga, ne gürültü, ne haber?
Bize üç dille sorup anladı efkârımızı
Gitti aldı bize bir okka üzüm tâze ve ter
Karabet: (As!) dedi, Rum (afto!) dedi ben dahi (buîn
Üçümüz bllmiyerek ayni şey isterdi meğer
Adını sorduk efendi gidiyorken derhâl
Dedi, OsmanlIların hâdlmi: Antant liberal
Hüseyin Kâminin büyük bir hitabet kabiliyeti vardı. Gerçi ben
onun iri-ç bir hitabetinde bulunmadım, fakat bu, meclislerdeki ko-
nuşmalarından pek iyi istidlal olunabilirdi. Bundan başka Yakup
Kadrilim mütareke yıllarında (İkdam) gazetesinde (Tahlil ve ter-
kip) genel başlığı altında yazdığı yazılardan birinde bunu şu tarz-
da bir anlatışı var:
«Bir zamanlar ortada kâh
şairlik, kâh aktörlük, kâh siyasî ga-
zete muharrirliği, kâh hitabet yapan Hüseyin Kâmi adında bir genç
vardı. Bir gün şehrin (İstanbulun) tiyatrolarının birinin geniş sa-
lonunda büyük bir toplantı oldu. Orada tanınmış bazı hatipler par-
lak nutuklar irad ederek coşkun heyecanlar meydana getirdiler.
Daha sonra Hüseyin Kâmi çıktı, ben hayret içinde kalmıştım. O ka-
dar büyük ve tanınmış hatiplerden sonra bunun ne yapabileceğini
düşünüyordum. Fakat netice düşüncemin tamamiyle aksi oldu. O
koca tiyatro salonu sanki yerinden ka ktı, oturdu. Dinleyenler baş-
tanbaşa kendilerinden geçmişler, derin bri vecd haline gelmişlerdi.
Birkaç gün sonra kendisini ziyaret ederek bu muvaffakiyeti nasıl
temin ettiğini sordum:
— Çok basit, dedi, her
cemaatin bir heyecan merkezi vardır,
ben ilk onu yoklar, keşfeder, sonra mütemadiyen o merkezi bom-
bardıman ederim.
Filhakika o gün de yaptığı
bundan başka bir şey değildi. Bir
takım parlak cümleler söyledikten sonra onları (Kur’an da bera-
ber, Rahman da beraber, Sultan da beraber...) gibi bir takım seci-
lerle bağlıyordu.»
Yakup Kadrinin biraz pejoratif
tâbirlerle anlattığı bu şahsiyet
bir parti, bir cemiyet için çok mühim bir kuvvetti. Zaten öyle olma-
sa ittihat ve Terakki Cemiyeti bütün kuvvet ve iktidarı kendisinde
toplamış olmasına rağmen onları merkezden çok uzak yerlere sevk
ve orada ikamete mecbur etmek lüzumunu duyar mıydı?
Nitekim
o Konyada da vilâyet erkânını, memleketin münevver
zümresini gençleri birdenbire
tılsımlı bir kuvvet gibi kendine bağ-
layıvermişti.
Ben ve
arkadaşlarım siyasî cereyanlara ve ihtiraslara tamamiy-
le
bigâne olduğumuz için
onunla münasebetimiz tamamiyle hasbî
bir sanat ve edebiyat zevkinin tatmini içindi. Biz, onun niçin orada
bulunduğunu bile düşünmeksizin büyük bir heyecanla onun inşat
musukisine koşardık. Yavaş yavaş onun ismini hatırlar gibi olmuş-
tum. Balkan harbinde büyük bir miting yapılmış orada bir şair çok
heyecanlı bir manzume okumuş, milleti coşturmuş, Sultan Reşat da
ona altın saatini hediye etmiş, diye gazetelerde okumuştum. O za-
man biz mektep sıralarında idikk Bu manzumeden iki beyit hatı-
rımda kalmış:
Bulgarları
gördümdü emlnol yazılmış
Alnında bütün askerinin nahnülebanız
Biz kullarıyız Hazreti Sultan Reşatın
Şahinşehi devranla dahlhem galeyanız
İşle bu genç şair meğerse (Hüseyin Kâmi) imiş. Kendisi aslen
Dağıstanlı olan Kâminin (Dehri) eğreti adiyle divan edebiyatının
meşhur gazel ve kasidelerini tehzilen ve zamanın siyaset sahasında
at oynatan tanınmış adamlarım Hicv etmek için bir çok manzumeler
yazdığım da öğrendikten sonra onunla daha evvelden aşina çıkmış
oldum. Bu yazıların baş tarafında anlatmıştım. Dayımın oğlu Niya-
zinin İstanbuldan gönderdiği işe yaramayan kitaplar arasında yal-
nız (Divançei Dehri) adındaki bir kitap beni hayli eğ'endirmiş ve
bunun için makbule geçmişti. Bu kitabın başında siyah sakallı, hey-
kel gibi, bektaşi babalarına benzeyen bir resim vardı. İşte o Dehri,
bizim Vilhelmkâr bıyıklı, sakalsız, zarif bir prens biçiminde gördü-
ğümüz Hüseyin Kâmi oldu.
Hüseyin
Kâminin bırakmış olduğu yazılar arasında en yükseği
muhakkak Konyadaki dostları arasında bulunan genç bir müfettiş
için yazmış olduğu kasidedir:
H>ün gece uykuda gördüm ki kurulumuş
mahşer
Almış ümmetlerini ardına her peygamber
Sağ yanı eyledi işgal, güruhi suleha
Sol yanı fasık olan biz gibi ebnai beşer
Sağ cihet sol cihetin yok idi milyarda biri
Sel cihet ma haşerallahü tealelekber
Az aamanda bakılıp sağ- tarafın işlerine
Açtı ırmaklarını onlara havzı kevser
Kaldı meydan bize baştan başa âvarel zünup
Yani erbabı degâ, mürtekibi her münker
Diye başlıyan uzun 50 - 60 beyittik bu
kasidenin divan edebi.
yatı sahasında bir şaheser
olduğuna hiç şüphe yoktur. Fakat gerek
şekil, gerek mevzu itibarile bugünkü nesli alâkadar etmez.
Arkadaşlarla
birlikte Hüseyin Kâminin odasında geçirdiğimiz
saatlerin müstesna zevki hiç unutulmıyacak zevklerdendir. Sanki
bin bir gece masallarının esrarlı âlemlerine ait bir hayat imiş gibi
hatırımızda izler bırakan bugünleri bir daha tatmak için neler feda
edilebilir? Fakat ne yazık ki ne o günlerin, ne de Kâininin geri gel-
mesine imkân vardır?...
Bize selis ve
ahenkli bir eda ile Hafızdan, Saibden, Kaaniden,
Ubeydî Zâkâniden şiirler okuyan, edebiyat âlemlerine ait fıkralar,
hikâyeler nakleden Kâminin, o günler son günleri imiş.
Ben
1915 yılı Eylülünde Afyonkarahisar idadisi tarih ve coğ-
rafya muallimliğine tâyin olundum. Konyadan ayrıldıktan bir müd-
det sonra da bütün arkadaşlar başka başka sebeplerle oradan uzak-
laşıyorlar, tamamiyle hasbî olan o zevk ve sanat cemiyeti ebedî ola-
rak perişan oluyor. Naci Fikret, Ali Ragıp, Mehmet Nuri asker olu-
yorlar, Hüseyin Kâmi de Konyadan Karamana, oradan da Bozkıra
gönderiliyor. Sebep de şu: '
Konyada bir
askeri misafirhane yapılıyor. Hüseyin Kâmiden
tarihî bir kıt’a istiyorlar, o da yazıyor. Misafrhanenin açılma töreni
yapılırken kendisini de davet ediyorlar. Törende vali ve kumandan
birer söylev yapıyorlar. Kâminin hatiplik daman kabarıyor. O da
birkaç söz söylemek için kumandandan izin istiyor. Minnetle ken-
disine söz veriyorlar. Orada çok heyecanlı sözler söylüyor ve söz ara-
sında bir münasebet getirerek kendisinin gurbet illerinde ikamete
memur edilmesinden de şikâyetle bahsediyor, halkın üzerinde derin
bir teessür bırakıyor. Bunun üzerine kendisinin Konyada kalması
da tehlikeli görülerek Karamana kaldırılıyor. Orada bir hastahaneye
memur ediliyor. O sıralarda memleketin her tarafında (Tifüs) (İs-
panyol nezlesi) gibi h&staılklar korkunç tahribat yapmaktadır. Hü-
seyin Kâmi de tifüsün kurbanı olarak memleket için, sanat ve ede -
biyat için en verimli olduğu bir çağda, hastane köşelerinde bu fâni
hayata veda ediyor.
Naci Fikret,
Konyada tesis ederek yıllarca yaşattığı (Yeni Fi-
kir) mecmuasının Eylül 1928 tarihli nüshasında bir münasebetle
1915 de Konyada geçen hayatımızdan bahsederken sözü bu iki şah-
siyete, Rasim Haşmetle Hüseyin Kâmiye naklederek diyor ki
«O vakit bizim
için Konyada iki nur ve fikir menbaı vardı: bi-
risi, o vakit Konya lisesinde edebiyat ve felsefe muallimi bulun atı
merhum Rasim Haşmet, diğeri ittihatçıların zulüm ve gadrine uğ-
rayarak Konyaya nefyedilmiş olan merhum Hüseyin Kâmi.
Evvelkinden, fikir, ilim ve
felsefe ihtiyacımızı, İkinciden şiir ve
bedayi ihtirasımızı tatmin ederdik. Evvelki burada ciddi, vakur
mantıkî garbî, ikinci şuh ve lakayt, rind ve zevkperest şarkı can-
landırırdı.
Evvelki sade
elbisesiyle, sık ve sari cümleleriyle ve ayni tarz-
daki yürüyüşile, müfekkire ve muhayyileye hitap eden sözleriyle
meselâ Fransayı göz önüne getirirse ikinci parlak ve m üş aşa elbise-
siyle, elmas yüzükleriyle, ağır mutannan ve âhenktar cümleliyle ve
daima hissiyat ve muhayyileye hitap eden fıkralariyle bir (Hindü-
sitani pür zehep İranı batarap) idi.
Evvelki Andre
Lö Fevr’den, Lötumodan, Tarddan, Dûrkeymden,
Ribodan bahsederse ikinci bize Hafızın, Kaanînin, Ubeydi Zakaînin,
Saibin şiirlerini okurdu. Evvelki gözlerimizi kamaştıran kuvvetli
bir elektrik lâmbası ise ikinci kalplerimizi ısıtan mütebessim bahar
güneşi idi. Evvelkinin kütüphanesinde göze çarpan ilk şey lârus cild-
leri. îkincininkinde müzehhep ve tâlik yazılı divanlardı.
Şimdi her
ikisinin de maddî mevcudiyetlerini toprağa inkilâp
etti. Fakat her ikisi de ruhlarımızın amâkında birer necmisabit gi-
bi parlayıp duruyorlaf. Meslekleri başka başka olan bu iki şahsiyet-
te müşterek bri hassa vardır ki bizi asıl cezbeden, prestiz ettiren o
idi: Samimiyet ve aşkı hakikat!
KİTAPLARIMIN
HlKÂYESl 1952 Namdar Rahmi KARATAY
NE
ATOM BOMBASI
NE LONDRA
KONFERANSI;
BİR ELİNDE CIMBIZ.
BİR
ELİNDE AYNA;
UMURUNDA MI DÜNYA!
ORHAN
VELİ
0
Erzurum kıbtiai hörmetlî, fiituvvetll Cevad
Hubs-u tıynette Sabah sahibi Mihran gibidir.
Bir fedai sayılırdı o da öz milletine
Bu hayâsız ise milliyete düşman gibidir.
Mün’akıs tıynetinin' gılzeti bed suretine
Şahsı menfuru hahamhanede derban gibidir.
Bir çiçek bahçesidir dense maarif faraza
İçimizde bu uğursuz ısırgan gibidir.
Dekovil hasıl eder Ankaradan Erzuruma
Yediği lerin âdâdı bir orman gibidir.
İlmi tezyif ederek cehle sehabet edişi
Aslı piç olduğuna höccet-ii burhan gibidir.
¥
Hiciv yazmakta gerçi hadden efzûn şöhretim
vardır, 6
Sebebsiz eylemem şâkki şefe ciddiyetim vardır.
Görüp
zâhlrde sâkit halimi zannetme gafletten,
Belâgat
mülkünü teshire kâfi kudretim vardır.
Vekil
olmak ümitsiz, mebus olmak muhtemel amma,
Ne
yüksek acz ii cehlim, ne ricale nisbetim vardır.
Semadan
hâke düşmüş mlhr-i alemtâb-ı irfanım,
Hecâgû
Tahir-i Nadi denen bir töhmetim yardır.
★
K
I T ’ A ([7])
Bir zamanlar mehdi hürriyette aram saz İken
Talii ııâsazım attı şimdilik engür yere
Bir harab enkaz zan eyler temaşa eyliyen
Şehre dahil olduğunda çıldırır birden bire
ir Tahfr
Nadi
Eşref, hapishanede iken Tahlr Nadi hocaya
Sanma Divrik yalmz sail-i mâhir çıkarır
Kâh olur Tahir Nâdi gibi şair çıkarır,
diye iltifatta bulunmuştu.
TAHİR
NADİYE MUZİPLİK
Bazı günler
ders aralarında farisî muallimi Tahir Nadi ile
arabî muallimi Maki Efendinin karşılıklı kasidelerini dinlerdik. Ay-
ni zamanda avukat olan bu Meki Eefendi hem sarık, hem kıravat
takan çok şık ve zarif bir adamdı. Tahir Nadi onu çok severdi ve bil-
hassa o günlerde kime yazdı ise onun hakkında yazdığı hicviyeleri-
ni her mısraı üçer kere tekrarlıyarak en ziyade bu dostuna okurdu.
Bir gün bana bazı arkadaşlar
—
Yahu,
dediler, Tahir Nadi sana gücenmiş, aleyhinde bir hic-
viye yazmış, Sultanahmetteki Küllük’te (meşhur kahvenin son di-
van şairlerince adı) okuyup duruyormuş.
Canım sıkıldı,
ertesi gün Tahir Nadiye rastlayınca bunun sebe-
bini sordum. Bana
«— Hakkımda
alaylı yazı yazmışsın. Karikatürümü de yaptır-
mışsın!»
Dedi.
Bence mesele
anlaşılmıştı. Bizim şair Yusuf Ziya, bilmem han-
gi gazetede böyle bir kıta mı, yazı mı ne yazmış, bir de karikatür
yaptırmıştı!
Bildiğimi
söyledim. Tahir Nadi hemen benden mazeret diledi,
Arkasından da iki gün sonra benim için yazdığı hicviyeyi tadil ede-
rek Yusuf Ziyanın aleyhine çevirdi. Bana da bir medih kasidesi
yazdı.
Meğer, Yusuf
Ziya, muzipliğinden Tahir Nadiye rastladığı za-
man, kendi yaptırdığı karikatürle yazdığı yazıyı benim üstüme at
mamış mı?!
Bu suretle bir
hicviye de iki kişiye yazılmış ve top gitoi birinin
başından ötekinin başına sıçramış oluyordu.
Halit Fahri
★
KITA
Her biri yekdifrere etmekte bi perva hücum,
Sahn ı matbuat şimdi macera sahrasıdır,
Hatt-ı butlana sezadır eldeki ruznameler,
Her muharrir ihtirasın hâmi-i yektasıdır.
*
TAHİR
NAIH
(TAHİR NADİ İÇİN)
Yıkamaz çehre-i menhusunu bayramda bile,
Dehre Tahir gibi bir kiril musibet gelmez!.
ABDÜLBÂKİ FEVZİ
Bu mes’ele
halâ gazetelerde münakaşa ediliyor ve halâ herkes
bir türlü söylüyor. Kadının hangi yaşta daha cazip olduğunu dün
Tahlr Nadi ef. üstadımıza sorduk. Üstat önce bize cevap vermek is-
temedi, fakat bir saat sonra bu mes’eleye dair kaleme almış olduğu
şu uzun şarkıyı getirip mecmuamıza bıraktı:
Anayurt: 21-12-1933
KADININ
CAZİBESİ
Kadın
denilen mahluk, zannetmeyin, caziptir...
Bence
her hatun kişi cazip değil, k&ziptir!
Kim
demiş: her erkeğe bir kadın münasiptir?
Bence
her hatun kişi cazip değil, kâziptir!
★
Tevfik
Fikret buyurmuş: «Kadın benzer denize!»
Bu
fikir pek muvafık geliyor bendenize...
Cennette
ters giydirdi külâhı dedenize:
Bence
her hatun kişi cazip değil, kâziptir!
★
Dedemizi
cenneti âlâdan attıran o,
Zavallıya
firdevsin bir pula sattıran o,
Erkeklere
cehennem azabı tattıran o:
Bence
her hatun kişi cazip değil, kâziptir!
★
Yaşı
ister kırk olsun, ister kırkın yarısı.
Her
kocanın başında harman döğer karısı!
Bir
beyazı, penbesl, kişmlrisi, sarısı:
Bence
her hattın kişi cazip değil, kâziptir!
★
Fatması
başka çile, Ayşesi başka çile,
Yakamam
ben başımı ateşe bile bile!
Evlenirsem
sürmeli gözyaşım kimler sile?
Bencc
her hatun kişi cazip değil, kâziptir!
★
Nene
gerek ey hoca, senin böyle dırıltı,
Yetmezmi
nargilenden çıkan tatlı hırıltı?
Gelin
de bir mırıltı, kaynana da zırıltı...
Bence
her hatun kişi cazip değil, kâziptir!
TAHİB NADİ
Daktilo eden: QSMAN CEMAL
ÜSTAD
REFİ CEVAD’IN ÜÇ FIKRASI :
ı
— yaprak dökümü
Şair Bâkı’nn
ne giizel hazan ve kış tasvirleri vardır. Meselâ
hazan için
Gülşene altın varaklar zeyıı idüp bâd-ı
hazan
Gûyiyâ zerkûblar dükkânı oldu gülistan
Yâni «Hazan
rüzgârı gül bahçesine altın varaklru' döşedi. San-
ki Gülistan «altın dökücü dükkânı oldu» der. Kış, için de
Zemine bâd-ı havadan çok akça düştü yine
Piir etdi dâmen-i-sahrayı doldu
ciyb-i-cibal
Yani
«Yeryüzüne bâd-ı havadan yine çok akçe düştü. Sahra-
nın eteğini, dağların cebini doldurdu» der.
Bizim BaıbıâJi
gülistanına da evvelâ bir bâd-ı-saba esdi; bazı
cepleri doldurdu. Arkadan bir de «Gün doğusu» fırtınası patladı.
Öyle bir yaprak dökümü yaptı ki son kalan yapraiklan dahi diLa-
rında tirfcir titriyor.
Gün doğusu
deyince «Büyük Doğu» ya bir rahmet okumamak
elden gelmiyor. Dinî bir programla çıkan bu gazetenin sahibi «Kı-
sakürek» olduğu için pek kısa bir müddette kısa bir ihtilâftan son
ra kısalıverdi.
Tek kürekle
mehtaba çıkılamaz derler. Kısa kürekle bu hava-
da mehtab safası olur mu?
Zarar eden bir gazetenin havası teneffüs
edilir şey değildir.
Ortakların
hepsinde surat bir kanş... Bütün kusurlar açılır,
dökülür. İlk zamanlarda «Alı üstadım! Ne idi o makale?!» gibi il_
tifatlann yerine: «Böyle uyku macunu yazılarla gazete satılmaz»
tarizi fırlatılır.
Muaraza, münakaşa,
ayrılık, gayrılık başlar. Nihayet ortağın
biri ikisi safra olarak atılır, gazetenin ismi değişir. Hani yaşasın di-
ye bazı çocuklara «Yaşar» adını koyarlar. Onun gibi gazeteye de
ümitli bir isim aranır. Büyük Doğu «Hilâb> olur. Bundan güzel ad
olur rtıu? Hilâl, gün geçtikçe (Bedir) olacak. Nasreddin Hoca: «Ço-
cuğunuzun ismini tosun koymayın, bü yünce öküz olur!» dermiş
ama bu teşbih burada kullanılmaz.
Yalnız şu var
ki Hilâlin lûgatta başka mânaları da vardır.
Hattâ teşbih misâli olarak: «Hilâl-i fener, şimdi de söneri» de der-
ler. '
Hilâl de ne
Bedir oldu, ne Hilâl... İsli bir fener gibi rüzgârla
söndü gitti.
Şimdi gazetede kaleminden feyiz
beklenenler de âvâre kaldı.
«Dimyate pirince giderken evdeki bulgurdan oldular.» Yani
Musa ile aralan açıldı, İsayı darılttılar, Muhammedle de barışama-
dılar. Şimdi köşe kapmacada ebe vaziyetinde bulunuyorlar.
Gazete
çıkrmak kolay iş eğildir. Biz bu Bab-ıâlıde:
Ne
ahûveş bakışlı gonca temler görmüşüz!
¥
İknci yaprak
dökümü «Hakikat» gazetesi oldu. O zavallı da
nihayet hayata gözlerini yumdu. İleride yazılacak mersiyeye mah-
suben şimdilik merhumun mezar taşına yazılmak üzere bir tarih
yazdık.
Bu
mücevher tarih şudur:
Dağıldı
Şirket-i-yaran «Büyük Doğu» «Hilâl» oldu.
Bitince
asl-ı-tahsisat, «Hakikat» bir hayal oldu.
2 — KÖPEĞE DAİR
Haşmetlû İbnis Suûd Hazretlerinin veliahtları Emir Faysal
memleketimizden dört tane çoban köpeği getirtmek istemiş. Hay
vanlar gidecekleri yere tayyare ile nakledileceklermiş. Köpek sa-
dakatine, efendisine olan muhabbetine rağmen, bizde hâkir görü-
len bir hayvandır. Namık Kemal bile:
Küpekdir zevk alan sayyâd-i-bî
insâfa hidmetden
Diyor. Hattâ dört mezhepte Şâfiîler, köpeği temas edilmeye-
cek kadar necis telâkki ederler Mâllkî’ler biraz daha müsaadekâr
bulunurlar. Bu i-çtihad farkı Nef’î’yi «Kelb» diye tahkir eden Ta-
bir efendi hakkında şaire şöyle bir kıt’a söyletmiş:
Tâhir Efendi bize «Kelb» demiş
İltifatı bu sözde zâhirdir.
Mâliki
mezhebim benim zirâ,
İ’tikadımca
kelb Tâhir’dir.
Yine köpek hakkında şair Ebû
Deliâme ile halife Mehdî arasın-
da şöyle bir vak’a geçmiştir:
Ebû Deliâme, Abbasî hükümdarına
bir kaside takdim eder. Ha-
life kasideyi pek beğenir.
— Sana bu kasiden için ne
câize vereyim?
Şair:
—
Efendim,
der, bendeniz bir av köpelli isterim.
—
Bu
kadar güzel bir kasidenin caizesi bir av köpeği olur mu?
—
Efendim...
Kulunuz böyle itiyorum.
Halife Mehdî:
—
Peki...
der... İstediğin gibi sana bir köpek versinler.
—
Fakat
efendim. Bendeniz ava neyle gideceğim?.
—
Hakkın
var. Bir de ât versinler...
- Ata nasıl bineceğim?
Doğru... Oûzel bir eyer takımı da
versinler.
—
Efendimiz,
ata kim bakacak?
—
Haklısın.
Bir de köle versinler.
—
Aman
efendim. Ben atı nerede barındıracağım?
—
Bir
de ahır versinler.
—
Köleyi
nerede yatırayım?
—
Bir
ev versinler.
—
Eve
kim bakacak? Yemeğimizi kim pişirecek?
-- Bir de cariye versinler.
—
Bu
kadar halkı neyle doyuracağım?
— Bin altın da harçlık
versinler...
—
Efendim...
Mehdi, şairin sözünü kesmiş:
— Eğer masrafı idare etmeğe
bir kethüda, hesapları tutmağa
bir kâtip istersen, köpeği geri alırım ha...
★
İSTEFENAKİ...
Recai efendi
bugün artık tarihe intikal eden İstanbul efendv
lermdendi. Hayatına ait bazı malûmattan gayet titiz hattâ sert bir
karakter sahibi olduğu anlaşılıyor. Mizah çeşitli beyitleri de vardır.
Boğaziçinde oturur, lüfer avına meraklı imiş. Evindeki tiryaki mi-
zaçlılık son zamanda torunu Ercümend Ekrem e de intikal eylemiştir.
Temizlik
meraklısı olduğu için, resmi hayatında beraber çalış-
tığı İstafanaki efendinin nezafete itina etmemesine karşı şöyle bir
hiciv söylemiştir:
0
kadar
pis kokuyor mendeburun üstü fena ki,
Ne zaman meclise gelse kaçarım İstefenakl!
Ref'i Cevad ULUNAY
★
MÜELLİFİN NOTU
Bu fıkra «Türklük» mecmuasında şöyle
çıkmıştır:
Abdülhak
Hâmid’in babası HayruIIah Efendi Tahranda sefir
iken, sefarethaneye Türk tebeasmdan İstefanaki isminde bir halı
tüccarı gelirmiş. Bu halı tüccarı hem zengin, hem de hasis olduğu
için gören dilenci zannedermiş. HayruIIah Efendi, bu pis herif İçin
şu beyti söylemiş:
1
mertebe
murdar kokuyor üstü fena ki,
Midem bulanır geldiği gün İstefenakl!
YILDIZ BÖCEĞİ
Bir çok Nazırlıklarda
bulunmuş olan Münif Paşa 1882 de «Mee-
muai Fûnuna isimli mecmuasını ikinci defa çıkarıyordu. Bir maka-
le yazmasından dolayı (Yıldız Sarayı) nda oturan, ikinci Abdülha-
mid tarafından mecmua kapatılmış ve Münif Paşa sarayda sorguya
çekilmişti.
Köse Raif Paşa Vezir olunca,
Münif Paşa şu kıt’ayı söylemiştir:
Üç tuğlu vezir olurmuş evvel,
Üç tüylüsü şimdi oldu peyda
Üç tuğ ile üç tüyü kıyas et
Devlet ne.imiş, ne oldu hâlâ.
(Türk Meşhurlan Ansiklopedisi) nden
★
Abdülhak Hamid’in ağabeysi ve H
amitten evvel ölen Nasuhi
Bey de şair ve zarif bir zattı. Şu beyti Abdülhamid için yazmıştır;
Hükmün sürdükçe böyle hükm-ü keyfe mayeşâ
Mahvolur elbet bu devlet Padişahım çok
yaşa.
Nasuhi beyi,
babası Elçi bulunduğu Tahrana çağırırmış. İstan-
bulda bulunan annesi de bırakmazmış. Nasuhi bey şöyle yazmış:
Bir
taraftan babam kılar davet,
Bir
taraftan anam komaz gideyim.
Söyle
Yarabbi ben ne haltedeyim?
Şair Adanalı
Sürurî, devlet dairelerinden birinde çalışırken,
maaşından fazla olarak elli kuruş almış, geri vermek zorunda k>ıl
mış. Bunun üzerine aşağıdaki kıt’a ile yanık yanık bir tarih düşür-
müştür:
Mansabımdaıı bana zaid alarak elli kuruş,
Geçmiş idi geri -reddolan gerek bes belli.
Şimdiden ferti teessürle dedim tarihin:
Düştü Hayfa Sürurlnin elinden elli!
(1200)
★
Muallim Naci,
kendi adına izafeten bir lügat kitabı hazırlıyor-
du. Fakat tamamlamaya ömrü vefa etmedi. Müstecabî zade İsmet
tamamladı. Büyük hiciv şairi Eşref Muallim Naci’nin bu eseri hak-
kında irticalen şu kıt’ayı söylemişti:
Maksadın hizmetse ger mevcudu ıslah et
yeter.
Uğranıp telif ile bahsetme okyanusdan.
Merhamet himmet fütüvvet, atlfet, gayret
gibi:
Bir takım elfaz-ı bî manayı sil kamûsdan!
★
Şairin, bütün
serveti, yan, güzellik ve tabiat zenginliğidir. O.
bu zenginlikle yaşar, şairlerden büyük zenginler çıktığını hiç işittiniz
mi? Ticaret yapmak isteyen şairler, yüzlerine, gözlerine bulaştırmış
lardır. Ve şair, her zaman yoksul kalmış bir insandır.
Üsküdar’lı Safi bu durumu ne güzel
anlatıyor:
Diyemez adem eyleyüp tayin.
Bu da darım, şu da diyarımdır,
Varsa malik olduğum bir şey:
Yeri meçhul olan mezanmdır.
. ★
İkinci
Abdülhamid, 31 Mart vak asından sonra İstanbuldan Se-
lanik’e götürülmüştü. Selâniğin meşhur zenginlerinden birinin köş-
kü. olan ve adına (ALATİNİ) denilen yer mahlû padişaha, tahsis
edilmişti.
O zamanlar, bu
hâdise mizah gazetelerine mevzu,oluyor. Abdül-
hamid’den bahsedilirken Alâtini köşkü de araya sokuluyor, espriler
nükteler yapılıyordu. Aşağıda okuyacağınız kıt’a bunlardan biridir
O günlerin mizah gazetelerinin birinde (ATEŞ) imzasiyle
çıkmıştır
Mevsim-1 hac’da Selanik te 11 isen yoksa işin,
Neşvenâk ol, o giizel beldede et keşt-ü
güzer,
Alatin köşküne uğrarsa yolun at yedi taş,
Çünkü şeytan yeridir kâbe-1 ahrare civar.
★
Sadr-ı âzam
Hüseyin Paşa istifa etmişti. Yerine Roma Sefiri
Hakkı beyin getirileceği söyleniyordu. Fakat paşalık rütbesi verile-
rek değil, taşıdığı rütbe ile. yani «Bey» ünvaniyle...
Sadr-ı âzamlık
ve Şeyhülislâmlık mevkilerine tâyin edilenlerin
sakallı olmalan protokol icabından idi. OsmanlI imparatorluğunda
bu, kökleşmiş bir âdetti, bir an’aneydi. Demek bu âdet bozuluyordu.
Roma sefirinin
Paşa olmadan «Rütbe-i haliye» siyle Sadaret
makamına getirileceğini, duyan ve Ebced hesabiyle tarih düşürmek
merakında olan şairin biri aşağıdaki tarih kıt’asım söylemiştir. Ta-
rih, «Sadr-ı âzam bey» cümlesinden çıkmaktadır:
Var
ola nimeti müsavatın,
Beyi
paşadan eylemiştir yey,
Hakkı Bey sadr-ı âzam oldukda
Oldu tarih (Sadr-ı âzam bey).
(327)
★
Meşhur Maliye
Nazırlarından Agop paşa bir gün aklına esip atn
biner. Bir sokaktan geçerken at önüne çıkan bir köpekten fena
halde ürker ve sırtındaki Agop paşayı yere vurur. Yere düşen paşa
beyni patlayıp ölür. Bu münasebetle devrin şairlerinden birisi şu
beyti yazar:
«Bir kelbini bir kelbine mahvettirir Allah
Lâ havle velâ kuvvete illâ blllâh.»
★
Giritte
bulunan Kalaybkoz Ahmet Faşa İstanbul kaymakamlı-
ğında bulunmuş, avampesendane bazı hareketleri itibarile halkın
sevgisini kazanmış, hakkında «vezir olunca böyle gerek», «Kalaylı
paşa sadra gelmeyince bu devlet nizam bulmaz» gibi sözler söylen-
miye başlanmıştı. Halbuki paşanın İstanbul kaymakamlığında yap-
tığı işler ancak cahil ve mutaassıp kimseleri memnun edecek şey-
lerdi. Bunun içindir ki, sadareti umumî !bir hayreti mucip oldu vc
aşağıdaki hicviye söylenildi:
Nagihan bir gün Kalaylıkoz gelip oldu Vezir
Her gören dedi vezaret ırzım eyler şikest
Ben dedim uslandı zira çarh tedip eyleyip
Terfoiyet kılmak gerektir anı bunca sergüzeşt
Dedi bir danayi kâragâhı sahip tecribe
«Terbiyet naehlira çün girdigân berkünbedest...
XIX. asır vak’anüvislerinden
Derviş Mehmet Edib, devrinden
şikâyet yollu bazı şiirler yazmıştır. «Şeyh Müftü oğlu Köse Yahya»
nın mel’anet ve hiyanetlerinden tafsilâtiyle bahseden bir hicviye-
sinde şöyle demiştir:
Gerçi görmemiştik cihan mülkünde bir vafir
köse
Görmedik amma bu denlii bihayâ kâfir köse...'
★
Deli Nüzhet
Divan-ı Hümayuna tayin edildiği zaman bir şair
şöyle bir tarih söylemiş:
Şair sözünde haklıdır
Tarihi pek revnaklıdır
Bir eksiği var; aklıdır
Divana geldi, zır deli.
★
Divan Edebiyatı,
en çok, üç binadan çıktı. Medreseden, takke-
den. saraydan.
Medreseden
çıkan Divan Edebiyatı olgun kültürlü olmaikla be-
raber kurudur. İslâm dini, İranla temas ederek, o milletin mitoloji-
sini almadan evvel, realite dini idi ve bütün realiteler gibi kupku-
ruydu. Eğer, müslüm anlık. İrandan mitolojiler almasaydı ve cami-
lerde kalıp tekkeye girmeseydi Divan Edebiyatının, din! tarafı, bir
şiir güzelliğinin cevherlerinden mâlınım kalırdı. Divan Edebiyatının
en büyük medrese mümessili olan Baki bile «Nakus» deyince daim?.
«Ezan» m zıddmı düşünür, ve:
Nakus yerlerinde okuttun ezanlar,
Der. Halbuki,
«Nakus» a bir mutasavvıf gözü ile bakan İran
şairi «Çan» an başka sesle uyar ve:
Bank-i isyan mizend nakus-ı ıstıgar-1 mâ!»
Der.
Müslümanlığa tekke girmeseydi. Hüsn-ü aşk şairi çıka
maadı.
«Giydikleri afitâb-i temmuz,
«İldikleri şu’le-1 ciğer-suz,
Diyebilmek
için bir Mevlevi tekkesinin manevî külhanında yan-
ma/k lâzımdır. Muhakkak ki medreseler, mazideki kültürümüzü ya-
pan yerlerdir. Fransızların bir çok büyük adamlan _ meselâ Renan
gibi _ seminerlerden çıktığı gibi, bizim T anzimat şairlerimiz dr
medreseden çıkmamışlarsa bile, medrese kültürü olan «cami dersle-
ri» nden yetişmişlerdi. Hattâ, değil şairlerimiz, fikir ve devlet adam-
larımızın müslüman olmayanları arasında bile «cami dersi» ne de
vam etmiş olanlar vardı.
(Burada, antr
parantez olarak, bir vak’a anlatacağım. «Namık
Kemal» adındaki eserimin kaynaklarını tetkik ettiğim sırada, Ke-
mal’in bir mektubunda Çamiç Ohannes Efendi ismindeki devlet ada-
mının elinden öptüğünü görmüş ve hiç kimsenin eline eteğine eğil-
meyen âsî inkılâpçının ibu tevazuunu kendi kendime izah edememiş-
tim. Fakat Çamiç Ohannes Efendinin şahsı hakkında, Namık Ker
male izafeten, araştırmalar yaptığım sırada eski Babıâlinin son
mümtaz ricalinden olan Beylikçi Nasır Beyin oğlu Haşim Beyde*
şunu dinledim: İkinci Abdülhamid zamanında maliye işlerini dü-
zeltmek için toplanan bu komisyonda Beylikçi Nasır Beyle Çamiç
Ohannes Efendi de üye olarak bulunmuştur. Mâliyenin varidatını
tetkik ederken, komisyon, «Yemen vilâyetinde kat vergisi» diye bir
kayde rastlamış. Kat ne demek olduğunu birdenbire anlamamış.
Çamiç Ohannes Efendi.
—
Nasıl
hatırlamazsınız demiş, vaktile cami dersine berabe.
gittiğimiz zaman Muallakatı Seba’nın (Yedi Askı) ııın İkincisinde
«Kat» kelimesi geçer. Bu, Yemende çıkan bir ottur ki, Yemenliler
çiğnerler; ve âdeta tütün gibi mükeyyifattandır.
Bu, hem
medresenin nerelere kadar girdiğnii, hem de Çamiç
Obannes’in şahsında Namık Kemal’in hangi kıymetlere Hürmet et-
tiğini gösterir.)
Eski
irfan hayatımızda medresenin yeri hiçbir zaman göreme-
mezlikten gelemiyecek kadar meydanda olmakla beraber Şeyh Ge-
lip tasarruf neşvesi içinde yetişen bir şairin payesine medrese mah-
sulü olan bir şairin yetişemiyeceğini anlatmak isterken, kendine
mahsus olması ve hakikatin hacmi kadar kalması icap eden bir fik-
ri kocaman ve umumî bir dava haline koyarak şu beyitle söyler:
«Olmaz
hele sohtevât şâir,
«Etmem
o güruhü bahse dâir.
Kendisini
medrese edebiyatının, belki biraz da haklı olarak en
son şâiri sayan Adanalı Hayret Efendi, Şeyh Galibe, hemen bütün
hücumlar gibi hem güzel olan hem güzel olmıyan şu rübaîleri ya-
zar:
«Geh
şevka gelir veed-iL'tarab söylersin;
«Geh rast tutar, gâh da çcp söylersin
»Şâirsin elhasıl, amma gâhl,
«Şehitliğin
tatar da acep söylersin.
★
«Olamaz
hele suhtevât şair!» dersin.
«Etmem
o güruhu bahse dair!» dersin.
«Hiddetle
gözün mü yoksa kararmış bilmem,
«Böyle
neye sen subha mesâdır dersin?
★
«Kıs,
kızma demem: fıtratta çünkim var bu;
«Amma
kİ ko insafı, büyük bir ar bu;
«Ayin
iken ekser size râst âyin,
«Bak
eylediğin Iahıic Dede karçıgar bu.
★
«Cifbbeyse
eğer sen dahi gel bir gey Şeyh;
«Gör
kisve eder ini zâta tesir ey Şeyh;
«Bak,
ney kuru bir kamış, figanı cansûz,
«Hiç
ney de mi gûş eylemedin sen hey Şeyh!
★
«Eflâk-i
cihan-i ilme kevkeb: suhte;
«Dershâce-i
âlemde muhatâb; suhte;
«Fahr eylediğin, şi’r ise ger, onda dahi
«Piş âmedegân-ı şuarâ heb suhte!
★
«İn
hinde bak ki Feyz-i Hindi suhte;
«Hârzeme
çık, Kemal-i Hocendî snhte.
«Hallâk-ı
meânt de sözün red eyler,
«Etsin
ya nasıl kabul; kendi suhte!
«Gel
Ruma, bütün pîşuyan suhte,
«Yahya
gibi üstad-ı suhandan suhte!
«Sabit
gibi hep nâdire-güyan suhte,
«Baki
gibi şairlere sultan, suhte!
★
«Bunlar
hep işte ocağıdır «uhtelerin;
«İnşâ
dahi hep bag-u râgıdır suhtelerin;
«Bunlardır
şâir, varsa başka tek tük,
«Onlar
da bütün çırâğıdır suhtelerin!
★
«Olmaz
hele suhtevât şair» diyelim;
«Etme
o güruhu bahse dair» diyelim;
«Ey!
bunları biz saymayalım da şair,
«Müştâk
ile Esrar’a mı şair diyelim?
★
«Şâir
ki değil suhte, şâir değil o;
«Kuş
bapsa da ağzı ile, tâir değil o;
«Tab’ile
ilim, kuvvet ile fen gibidir;
«Ger
bizde ki fen yok sar’a kadir değil o.
Son medrese şairi Adanalı
Hayret Efendi, düşmanlarının b'ie
inkâr edemedikleri medrese kültüründeki kuvvetile Osmanlı edebi-
yatına manzum ve mansur güzel eserler vermiştir.
Fakat bir tekke kadrosuna
girmemekle beraber ehemmiyetli
bir tasavvuf terbiyesi aldığı için Osmanlı edebiyatında tekke edebi-
yatının son seğlam şairi olan Hersekli Arif Hikmetin;
«Yok
kayd-ı mâsivâ dll-l kudsi cenabda,
«Olmaz
hatâ sahlfe-i umm-ül ki t âbda
Beytine benzeyen bir beytin,”
Adanalı Hayret Efendi tarafından
söylenebileceğine, bir zevk meselesi olduğu için, ihtimal veremiyo-
rum. Adanalı Hayret daima medresede arar. Ve Kur’anı ezber bilen-
lerin bile hâfızalanndan değil de, yüzünden okumalarındaki medre-
se an'anesinden şiir ilhamı alaraJc şu beyti söyler;
«Ben
ey kitâb-ı cemâl ezber eyledim de seni,
«Sevâbı
çok diye, gönlüm döner yüzünden okur.
En son tasavvuf şairi olan ve
bir tekke kadrosuna girmiş olma-
makla beraber tekkeyi derin bir mizaç hususiyetle tatan Muallim
Cûdi Efendinin şu beytini, medresenin son temsilcisi Adanalı Hay-
ret Efendide bulamayız:
«Per-i
uriica tuvansûz olunca berk-ı eclâl,
«Revân-ı
pâldmi refref-süvâr-ı âh ederim.
Son
Posta: 16-8-945 Mldhat
Cemal KUNTAY
—
189
—
Halk ve saz
şairlerimizin, şahıslara, hâdiselere karşı duyduk-
ları nefret ve kini ifade eden, eski devirleri hırpalayıcı manzum hi-
civlerine «Taşlama» adı verilmiştir. İçlerinde ağır ve kaba örnekleri
bulunan ve mânalı bir tâbir olan bu taşlamalardan bir kaç örnek
veriyoruz:
I
Babanı
saymam sayıya
Seni benzettim ayıya
Kendi eştiğin kuyuya
Düşesin Seyyit efendi.
RUHSATİ’yc emin kuldutı
Bir kaz buldun iyi yoldun
Şeytanlıkta bir sen kaldın
Yaşasın Seyyit efendi.
RUHSATI
II
Ben senin aslından aldım haberi
Âşıklık bilmezsin, densizlenirsin;
Nafile söyleyip usta eş’arı
Geçip de üst yana şehbazlanırsm.
Bir
yerde kurarlar bezmi divanı,
Ararsan
görünmez mahbub zamanı,
Kimden ezber ettin sen bu yalanı
Güzeli sevdikçe elfazlanırsm.
Yudabllir
misin sen bu lokmayı,
Öğretirler
sana ders okutmayı,
İncecik
eğinip sık dokutmayı,
Gider
kahvelerde kurnazlanırsın.
DERTLİ’YE,
gevherden çekme hesabı,
Aşı
kın yanında var mı cevabı.
Okuyabilmezsiıı
İncil kitabı,
Hemen
Aynarozda papazlamrsuı.
*
DERTLİ
Harabe kul olduk bezmi âlemde
Âbâd olsak ta bir olmasak ta bir
Düştük, çare nedir dâme âlemde,
Azâd
olsak ta bir, olmasak ta bir.
Aşk
ödüne yanmış ciğer kebabımız,
Hicrlle
giryanımız, dide pür âbız,
Tapılmış,
yıkılmış, hâne hârabız,
Bünyad
olsak ta bir, olmasak ta bir.
Varlık
dağların deldik te geçtik,
Bir
şirin elinden aşk şarabını içtik,
Hak
ile batılı farkeAüp seçtik,
Fehad
olsak ta bir, olmasak ta bir.
Ey
Derdli, âlemde bir şahı-diliz,
Haktan,
hakikatten egâhı-diliz.
Tariki
esrara ervahı-diliz,
İrşad
olsak ta bir. olmasak ta bir...
DEBDLİ (Bolulu İbrahitr)
(1772 — 1847)
IV
Kaba
cahilden eğer beklersen iş.
Nur
yerine sana kav çakmak ister.
Binbir
diyardan sürülüp de gelmiş,
Bu
diyarda herkese çatmak ister.
Bahçelerde
olur armut, kayısı,
Bolluk
yıllarda sayılmaz sayısı.
Ormandan
inen bayınn ayısı,
Şehirde
medeniyet satmak İster.
Seyyah
olan dolaşır dört köşeyi.
Tas, topraktır onun kaba döşeği
Boyanmamış Kayiseri eşşeği
Kendini Kırklarda boyatmak ister.
Ey
(Vahit) sen şaşma hiç bildiğinden,
Söyle en son sözünü en llldnden
Böyle cahillerin tutup ... kinden
Tezekli duvarlara çarpmak İster.
Vahit Lûtfi SALCI
—
V
—
Toplanıp toplanıp gelmen yanıma
Zati yürek yaralıca güzeller
Hakkı severseniz girmen kanıma
Gam yükümüz kiralıca güzeller.
Bir yanık âşıkım kel hoca sankna
Gönlümüz alçaktır hiç yüce sanma
Adımı duyup da pek (koca) sanma
Dalıa közüm çıralıca güzeller.
Bak yine açılmış yolu bağların
jMisafir alıyor başı dağların
Yeni gelmiş sarılacak sağların
Öpülmemiz sıralıca güzeller.
Ne yapayım, yeşilim yok, alım yok
Sana lâyık şekerim yok, balım yok
(RUHSATI) yim, mangırım yok, pulum yok
Ararsınız paralıca güzeller.
★
SULHİ’YE
DAİR HÂTIRALAR
Balkan
Harbinde İstanbulda idik. Bulgar Ordusu Çatalca’ya da-
vanmış istihkâmları zorluyordu. Top sesleri çok yakından işitiliyor-
du. Zayıf kalpliler akşama, sabaha düşman ordusunun İstanbula gi-
receğini bekliyorlardı. Hele bizim asırlarca (raya) lığımızı yapmış
olan Tatavla palikaryaları, c Bizans piçleri Bulgar ordusuna buket-
I-er, ve kumandanı Sayof’a çelenkler hazırlamışlar her gün kâhat*
ne sırtından halâskârları (!) bekliyorlardı.
Biz, Sulhi ile
her gün Unkapanı, Balat, Hasköy ve Langa mey-
hanelerinde buluşuyor, hem kendimizi zehirliyor, hem de dertleni-
yorduk. Sulhi’nin imam çok sağlamdı. «Bu gâvur buraya giremiye-
cak!» diyordu. Sebebini sorduğum zaman kalbini gösteriyordu. Ha-
kikaten Sulhi’nin eskiden «hissikablelvuku» dediğimiz «olacağı ön-
ceden sezmek» meziyeti vardı. Onun mademki kalbi şahadet etmi-
yordu; öyleyse Bulgar ordusu da İstanbula giremiyecekti. Hattâ
nun için bir büyük (destan) da yazmıştı. O destan şöyle başlıyordu
İsa’nın değildir yeri burası,
Türkün kâbesine gâvur giremez.
Top sesi değil, köpek uluması,
Köpek sürüleri insan süremez.
Hakikaten de böyle olduğunu herkes bilir.
Vahit
Lûtfi SALCI
«Sadettin
Nüzhet» tarafından (Bektaşi şairleri) nde Edip Ha-
rabi’ye mal edilen bu şiir, Lüleburgazlı şair Salih Sulhi’nin güzel bir
taşlamasıdır:
Ey sofi cenabı halikı mutlak
Bu şarabı bize en’am eylemiş.
Çok
methetmiş Kur’anında aç ta bak,
Mümin olanlara ikram eylemiş.
Vakti saadette rezalet eden,
Muhammet aliye adavet eden
Evlâdı resule hiyanet eden,
Münkir
münafıka haram eylemiş.
Biz
içeriz lâkin etmeyiz isyan,
Helâl
etti bize anınçün süphan,
Namaz kıldırmıya bize her zaman,
Bir
piri mugau imam eylemiş.
Zemzemi
terkedüp geçelim deyü,
Haramı helâldan seçelim deyü,
Mukaddes şarabı içelim deyü
Allah bize mahsus selâm eylemiş.
Ey
hoca bu slrra değilsin agâh,
Anınçün şaraptan edersin ikrah,
Şu
kalbi (Sulhi) ye Hazreti Allah,
Bu
doğru sözleri ilham eylemiş.
★
BİR
TAŞLAMA DAN
Eş’anmızı şair-1 meydan olan anlar
Esrarımızı ehli sühandan olan anlar
Dil mektebi içre okuduk Mantık-ı tayrı
Güftanmızı debre Süleyman olan anlar.
★
HALK
ŞİİRİNDE TENKİDÇİ RUH
I
Mahkeme meclisi icat olduğu
Çcşmci rüşvetin ahmaklığından!
Kaza, belâ ile âlem olduğu
Kazların kadıya uçmaklığından!
Selefin
rüşvetle hüccet yazması,
Halefin
anlayıp hükmün bozması,
Yıkılan binanın birden tozması
Asıl sermayenin topraklısından!
Asıl
sermayei niyabetleri,
Emvali
eytamdır ticaretleri!
Daveti rüşvete icabetleri
Sıdkilc gönlünün alçaklığından!
Bülbülün
aşkıdır dalda öttüğü,
Çobanın
sütedir koyun güttüğü,
Toprağın Hâbili kabul ettiği
Şüphesiz yüzünün yumuşaklığından!
Dünyadan Ahrete gidip gelmemek
Olmasa iktiza eder ölmemek
Balık baştan kokar, bunu bilmemek,
SEYRANI,
gafilin ahmaklığından
— II —
Bir vakte erdi ki bizim günümüz
Yiğit belli değil, mert belli değil,
Herkes yarasına derman arıyor
Deva belli değil, dert belli değil.
Fark eyledik âhır vaktin yettiğin
Merhamet, çekilip göğe gittiğin,
Gücü
yeten soyar gücü yettiğin,
Papak
belli değil, Kürt belli değil.
Adalet
kalmadı hep zulüm doldu,
Geçti
şu baharın gülleri soldu,
'Dünyanın
gidişi acaip oldu»
Koyun
belli değil, kurt belli değil.
Başım
ayık değil kederden, yastan,
Ah
ettikçe duman çıkıyor baştan,
Haraba yüz tuttu bizim giilüstan
Yaylâ belli değil, yurt belli değil!...
RUHSA Xt
F. İS
—
III
—
KOŞMA
Zulmünden vekili âli
Rasulün
Hicabtan sikkenin kızılı çıktı.
Şer’in ahkâmında zevll ukulün
Reylerinden halk usanıp bıktı.
*
Varsa söyle zulmün boyun bükmezin,
Bul ehli irfanın çile çekmesin.
Adalet küpünün dolup pekmezin
Bu zulüm sirkesi küpünü sıktı.
SEYRANI mazlumun malın yiyenin
Mertebem Tanrıdan yüce diyenin
Dünyada Tanrılık tacın giyenin
Hak derya çamurun ağzına tıktı.
—
IV
—
ZAMANIN
HÜKÜMETİNE KARŞI
ŞİKÂYETNAME
Bu nasıl hükümet bu nasıl gidiş
Yanm kıl bütünü soraeak Allah
Semaya çekildi insaf adâlct
Bir dahi hükümet kuracak Allah (1)
Böyle mi gönderdi hükmü Kur'aıu
Böyle mi indirdi emrü fermanı
Böyle mi severler dini imanı
Ne yüz ile sana verecek Allah.
Yaradanı hiç aldın mı zikrine
Devamı varımdır ecap şükrüne
Bir kez de ölümü getir fikrine
Verdiği bu ruhu alacak Allah.
Kul eyledi nefis seni Şeytana
Taptırdı liraya sime divane
Soyunup çıkarsın yann meydana
Bak ne muamele kılacak Allah.
Çıkarırsın ardı gelmez nizayı
Kendine gel tahsil eyle rızayı
Ruhuna verirler türlü ezayı
Adalete hükmü verecek Allah.
(1) Şairin nüfuzu nazarını göstermesi
itibariyle bu yazı rok
enteresandır.
Hazır cdüp cehennemi cenneti
Kabul etmez beşibirlik minneti
Âdil kullarına verüp rahmatı
Zalimi Nirane sürecek Allah.
Haram helâl demez seçmezdin yerdin
Ebet kalır şandın mekânın yurdun
Zıılmile bu kadar devlete erdin
Hak Mizan terazi kuracak Allah.
Hele fikret nere varacak halin
Gün begiin dolmakta yakın zevalin
Bir top bezden fazla var mıdır malın
Yarattığın rızkın verecek Allah.
Daim yanar gider Ruhsati şekil
Sıdkile diyvana ihfaye çekil
Her bir umuruma eyledim vekil
Benim dâvalarım görecek Allah.
★
Trakyanın meşhur folklor üstadı
Şair Vahid Lûtfi Salcı’nın son
şiiri 2-2-950 tarihinde Lüleburgaz’ın «Özdllek» gazetesinde (Ey Ko-
ca Yargıç) adı ile çıkmış ve kendisi de 75 yaşında ölarak 3-2-950 ta-
rihinde vefat etmiştir.
Son yıllara kadar acı çeken,
sefalete dûçar olan rahmetliyi is-
yanına rağmen Ulu Tânrı «Yüz bir seneye mahkûm» etmediğini
tebliğ eylemiştir.
EY
KOCA YARGIÇ
Bana
vermiş olduğun mahkûmiyet,
65
yıldır hâlâ bitmedi mi?
Nc kadar acı imiş bu esaret
65 jnldır senu yetmedi mi?
Ne
l’lânıı, ne tebliği belli.
Ne
karan, ııc de temyizi belli,
Ne
ay, nc gün, ne de saati belli,
Hiç
(mucibe), tasdika. gitmedi mi?
Şu
hapishanede sürünüyorum.
Uçan
gölge gibi görünüyorum,
Gece
gündüz, ağlayıp inliyorum,
Sağır
mı kulağın, işitmedi mİ?
Dün okurken şair Ahmet Haşim’in bir
şiirini,
Eyledim gaip tamamen aklı da iz'&nı da!
Bir zamanlar saklıyordum câmı bir cânân
için,
Aldı lâkin "şimdi açlık canı da
cân&nı da!
Kırk kuruş verdim dün akşam bir kavun
aldım, düşün.
Kırk kuruş versem alırdım eskiden bostânı
da!
Dinleyen yok, muttasıl söyler durursun ey
Nihat,
Sen okursan yazdığın mâniyi de dest&nı
da!
★
! AKBABA
İÇİN TARİH
Ah idüp derdi maişetle Ziya ve Seyfi
Koşuyorlardı bu kış günleri kısmet peşine
fieldi bir karga şu tarih ile gak gak diyerek
Dediler «Aydede» nln «Akbaba» konmuş leşine.
i
Halil Nihat BOZTEPE
★
Allah rahmet
etsin, Halil Nihad Boztepe, Trabzon’da Asken
Rüştiyede Arapça okurken hocasının bir öfkesini anlatırdı: «Kale
Resulullah» sözünü, Peygambere hürmeten «Rasuluilah buyurdu
ki...» diye tercüöıe eden hocafendı, kitapta sıra şaire gelince, ço-
cukların: «Kaleşşair...» i de «şair buyurdu ki...» diye tercüme ediş-
lerine sinirlenmeğe başlamış. Bir, iki sesini çıkarmamış. Ama, bir
başkası daha kalkıp: «şair buyurdu ki...» dediğini duyunca kendini
tutamamış. Kürsüden öfkeyle bağırmış:
— Ulan, dedi de, dedi, de!
demiş. Senin şair dediğin peygam-
ber değil! O da senin gibi sersemin biri!...
Orhan Seyfi ORHON
★
(AĞAÇ KASİDESİ) NDEN
Zayıflamak modadır şimdi kız ne yer ne İçer?
Bir iğnenin deliğinden murad ederse geçer!
Bakınca anlamaz insan güzel mi, çirkin mi?
Bu gölge canlı mı cansız mı-, in mİ, ya cin
mi?
Uçardı tüy gibi bir an içinde şüphen mi
var?
Ayaklarında eğer olmasaydı karyokalar!
Vücuda nisbetl yoktur, o bir hayalettir!
Fakat neler biliyor, bak, ne der Cemal
Nadir:
Kavalyeler
lıcp uııun... Çünkü dansı bir san’at!
Eliyîe
yaptığı kekte!... Sunarsa iç, bir tat!
Olnr
mu baş kuvaförsüz? Ya, olmuyor gerçek!
Nasıl
gezer pedikürsiiz ayakla? A, nc demek?
Onun
kadar yüzecek varsa bir balıklarmış!
Tütün
fena ise bir tek nefeste anlarmış!
Kızın
mahareti olmuş mesel oyunlarda.
Durur
mu, her gece oynar, büyüğünü oynar da!
Be2iktc bâzı yaparmış ki öyle kombinezon,
Üç
elde hasııum olmuş görürsünüz Rüblkon!
Rölansı
müthiş imiş, yok pokerde bir dengi!
Çekince
resti atarmış rakibinin rengi!
Biriçte bir eşi yok. Öyle deklârasyonlar
Yapar ki şaşmak için... Türlü sürprizleri var!
Merakı
hep de Şilcm’dir, Gran değilse Pöti!
Kulüpte
herkesi kıskandırır bu marifeti!
Kızın
bayıldığı civcivli bir oyun da Frap!
Olur
Asist diyenin karşısında hali harap!
Oyun
mu istediniz, çok. Fakat şu var ki para,
Kazandıran
üç oyundur; Kolon, Koşu, Bakara!
Zamane
görmedi, görmez de böyle sanatkâr!
Dilerse
kız sırık atlar, dilerse gülle atar!
Bütün
bu şeyleri bilsin de varmasın kocaya,
Ve
kurmasın yuva hâlâ... Yazık, bu oldu mu ya?
İlâhi,
bunca hünerlerle kalsın evde bu kız!
Bu
hale yanmalı âlem, yürekler etmeli cız!
Desin
zavallıya tekmil mahalle halkı kalık!
Üzüntüden
ölecek kızcağız, bakın, ııe yazık:
Başında
saçtan eser yok... Ya var mı kaştan eser?
Bıyık
denen şeye oğlan da düşman oldu... Keser!
Halil Nlhad BOZTEPE
ESKİ
MATBUATTAN HÂTIRALAR
Eski tarz
şiirde, yani Divan edebiyatında çok kudretli bir şau’-
di. En kudretli şiirleri Aydede, Akbaba, Zümrütanka gibi eski siyasî
mizah gazetelerinde çıkmış, okuyucular arasında da bunlarla şöh-
ret yapmıştı.
Bu şiirleri
sureta şaka tarzında^ bazı tezyif ve tehzil kılıkjı
olur, ekseriya da bu şaka kıyafeti altında şiddetli tenkidleri ihtiva
ederdi. İnsan bunlara bir taraftan gülüp geçerken, bir taraftan da
düşünmekten kendini alamazdı. Hoş, zarif,- görünüşte yumuşak ve
lâtife yoluydu ama, hakikatte, günün mevzu ve icaplarına göre ol-
dukça şiddetli, hattâ bazı da, mâruf tabiriyle yenip yululamıyacak
şeylerdi. Zaten hoş tarafı da burasında, böyle olmasmdaydı. '
Onun
târizerine, tenkidlerine hedef olanlar kızarlar, fakat kı •
zarken gülmekten de kendilerini alamazlardı. Onun şiirleri, kadif-j
eldiven içindeki demir yumruk gibiydi: görünüşü hoş, zarif, tüylü,
süslü, fakat hedef olmak korkunçtu. Ama, o korkunçluk içinde de
bir letafet, bir zerafet vardı.
Abdüibaki Fevzi
merhumun başından bin bir türlü macem
geçmişti. Fakat her zaman ayni sakin ayni efendi adamdı. Kimseye
ne halinden şikâyet eder, ne de gık derdi. Pek yakınlarına mı? Onu
bilmiyorum.
Son
zamanlarında, son günleri sayılması lâzım gelen günlerde,
geçen sene, Cağaloğlunda eski Eminönü Halkevinin önünde rast-
ladım.
Nasılsın
üstad? dedim.
—
Çok
şükür, iyiyim! dedi.
Fakat ben bir
görüşte hissettim ki, pek de iyi değildi. Elinde
baston, ağır, ağır sallana sallana yürüyordu. Etrafına bakınıyor.
Halkevi önündeki ilânları okur gibi yapıyor, karşı tarafa, merhum
tütüncü ve bayi Niyazinin dükkânına doğru bakıyor, karşıdan ba-
kanlara, yürüyüşünü mecalsizlikten değil de, hani, etrafa bakma
merakından gelme gibi göstermeğe uğraşıyordu; fakat, belliydi ki.
bakmışını yürüyüşüne göre ayarlıyordu.
Edebiyat
muallimi idi. Hem de edebiyat ' muallimlerinin en
kudretli ve ehliyetlilerindendi. Maarifteki dosyasmda şerh neydi,
ne kadar taltif, ne kadar takdir kazanmıştı, onu bilmem ama, ben,
sözü geçen, alâkalı bir adam olsaydım, ona taltif nameler, takdirna-
meler vermek değil, dosyasını Güzel Sanatlar Akademisi altın va-
rak hocası Hüseyin Efendiye varaklattırıp yine ayni Akademinin
teclit ve tezhip hocası İsmail Hakkı Beye ciltlettirir. Vekâlet Zat İş-
leri dairesinin en mutena bir yerinde bir köşe ayırtır, merasimle
oraya koydururdum.
Mütevazi,
efendi bir adamdı. Sözünde sohbetinde gayet nazik,
gayet efendi, gayet nüktedan, fakat bazı da alaycı ve târizciydi
Galiba
mütareke içinde, Sirkecide bir müskirat deposu açmış -
tı. O zaman şimdiki gibi Tekel, mekel yoktu. Rakılar gerçi daha ev -
velden olduğu gibd Sakız adasından filân gelmezdi ama, âmiller ta
rafından yapılan yerli rakılar da epey iyi rakılardı. Kapalı şişe mçc.
ouriyeti de yoktu. Rakılar fıçılardan şişelere doldurulup okka ; e
satılırdı. Abdülbaki Fevzi merhum, deposunda, gelen eşine dostuna
doldurup doldurup ikram ederdi.
Abdülbaki
Fevzi merhumun mahlesi (şiirde namı müstear de
mek) Râsıd’dı. Kadîm tarzda şiiri ne kadar tabiî, ne kadar kolay
lıkla kaleme aldığı verilen örneklerden pekâlâ anlaşılır.
Ne yazık ki,
dünya işlerine pek akıl erdirememiş olan bu s»
natkâr da, «essiz sedasız, bir kaç ay evvel aramızdan elini eteğini
çekip gitti. Hayatından şekva etmeden... Ama, öyle mi dersiniz?
Kim bilir?
Allah rahmet eylesin!
Hüvel _ Hallâk - el bâki!
Türkiye Haftası 1954 Hüseyin ŞEHSUVAİK
★
Divan
tarzı söyleyişle, günün olaylarını karikatürize eden bir
başka mizah şairi de Abdülbaki Fevzi’dir. Bu imzanın, mütareke
yıllarındaki mizah mecmualarında Be-tarz-ı Kudemâ başlığı ile ya -
yınladığı manzumelerinde kuvvetli ve zevkli bir söyleyiş görülür.
■Türk Edebiyatı Tarihi) Nihad
Sami BAN ARLI
★
BETARZ-I
KUDEMÂ
BU MENZİLLERDE KERVAN BULMANIN
İMKÂNI YOK ŞİMDİ,
SOĞUK BİR KÂSE AYRAN BULMANIN İMKÂNI YOK ŞİMDİ.
Sadâkat-plşe canan bulmanın imkânı yok
şimdi
Garazdan sâlim insan bulmanın imkânı yok
şimdi.
Görürler müstahak her çevre efrâd-ı
ahâliyi,
Muvafıklarda vicdan bulmanın imkânı yok
şimdi.
Suratlar simsiyah olmuş, kızarmaktan
müberrâdır,
(Cebîn-i pâk-ü rahşan) bulmanın imkânı yok
şimdi.
Etekler bûs edilmekten serâpa
salyalanmıştır,
Temiz bir tane dâman bulmanın imkânı yok
şimdi.
Temâmen
yurdu Iâyüfhemler etmişlerdir istilâ.
Beş,
on erbâb-ı iz’an bulmanın imkânı yok şimdi.
Babanlar zevka dalmışlar, müdiran hâb-ı
gaflette.
Şikâyet dinler erkân bulmanın imkânı yok şimdi.
Diriğaa!
tâ esâsından bozulmuştur bugün âlem,
Nizâm-ı
dehre imkân bulmanın imkânı yok şimdi.
Adem
âbâda dönmüş memleket, eyvâhlar olsun,
Tehi
ev yâ apartman bulmanın imkânı yok şimdi.
Geçim
derdiyle her kes tatlı cânmdan usanmıştır,
Velev
bir şahs-ı handan bulmanın imkânı yok şimdi.
Bugün
yüz binle oynar çerçidir zannettiğin tâcir,
Beş,
on binlik bezirgân bulmanın imkânı yok şimdi.
Ne
alsan mutlaka eksik çıkar tartınca hânende,
Yazık,
bir doğru mizan bulmanın imkânı yok şimdi.
Hemen
her kes tarik-1 istlkaametteıı uzaklaşmış,
Kiilâh
etmez müsülman bulmanın imkânı yok şimdi.
Emin
ol, arkadaş, bir hayli meydan var bu illerde,
Fabat
bir tek küheylân bulmanın imkânı yok şimdi.
Sakın bir kimseden - bir nebze olsun - sen
hulûs umma,
Jiakihat-perver ihvan bulmanın imkânı yok şimdi.
Nazir-i şûrezâr olmuş edeb gülzârı vâhayfâ,
Teccmmû’gâh-ı irfan bulmanın İmkânı yok şimdi.
Var amma hayli pars, kaplan, çakal,
şempâze, kurt, tilki,
Bu ormanlarda aslan bulmanın imkânı yok şimdi.
Nc
zannettin, behey câhil, behey gaafll bu (Râsıd) la.
Boy
ölçer bir suhandan bulmanın imkânı yok şimdi.
★
TELEHHÜFÜ
FEYLESOFANE
Rıza Tevfik
lisanından
Yuf çarhı cefapervere, edvarına hem yuf
Etvarına yuf, meşrebi mişvarına hem yuf
Ayana geçirdiyse de güldürmedi bir gün
Eşvakına yuf, savlet-i ekdarına hem yuf
Giydirmedi asla sana bir sırmalı came
Kaftanına yuf, aslına astarına hem yuf
Yuf hanei himmarına kim badesi semdir
Minasına yuf sagar-ı serşarına hem yuf
Karbon gibi yandırdı edüp kils ile' hembezm
Kimyasına yuf, hâmız-ı tartarına hem yut
Bir saati bir saatinin aynı değildir
Eyyamına, avamına, âsanna hem yuf
Yok anda haridah metaı hünerin hiç
Çarşısına yuf küçe ve pazarına hem yuf
Karpuzları ikbal-i saadetle eder şâd
Mizanına yuf okka ve kantarma hem yuf
Bostanım berbad-ı semum eyledi berbad
Şalgamına yuf lâhna ve pancarına hem yut
Yuf (vakt) ine (akşam) ma (ikdam) ve «saJ>aü» >»
Yuf sahib-i (tevhid) ine efkârına hem yuf
(Dergâh) ına girdim ne güler yüz ne de söz yar
Şairlerinin sazına, eş'anna hem yuf
Çok cezrimi almakta varakpare-i (cezri)
Sahiplerinin dide ve enzanna hem yuf
Bir gün dili şâd eylemeyen (çeşm-i siyah) ın
Bilcümle haridar-ı füruhtanna hem yuf
(Mahfe!) de gezinmek beni iz’aç ediyor pek
Bânisine yuf, sakfına, divanna hem yuf
Daldırdı (Rıza) aklımı derya-i cünuna
(tspenser) e yuf, eşher-i âsarına hem yuf
Abdülbaki FEVZİ
★
Yalvaçlı Ali
Ragıp bizden bir yıl sonra Konya idadisinden me-
zun olan bir arkadaştır. Fakat o sınıftaki diğer üç arkadaşiyle bir-
likte onlar kolaylıkla mezun olmamışlardı, tik önce isyana benzer
bir hareketle itham edildikleri için mektepten kovulmuşlar, sonr?.
Maarif Nezareti umumî müfettişlerinden Kâzım Nâmi tahkikata me-
mur olarak gelmiş ve onun çok adilâne, içi ve özü gören kültürlü
görüşü sayesinde tekrar mektebe alınarak diplomalarını elde etmiş-
lerdir. İşte, galiba ben Ali Ragıbı bütün Konyayı işgal eden bu hâ-
dise münasebetiyle tanıdım. İdare basit ve dar bir zihniyetle, sınıf-
larının en seçilmiş talebesi olan dört çocuk için tard karan vermişti.
O zaman bu dört genç bütün zekâlarını, bilgilerini, cerbezelerini
faaliyete geçirerek mücadeleye girişmişlerdi. Ragıp çok kuvvetli ka-
lemiyle kendilerini müdafaa ediyordu. Bu münasebetle yazılmış bir
iki marıZ'jTivesini görmüş, teknik mükemmeliyetine ve lirik kuvveti-
ne karşı hayran kalmıştım. Şekil itibariyle divan edebiyatına meyli
fazla id:.
Ben divan
tekniğini ve zevkini Ragıptan aldım. Destan ve Ir.oş
ma şetlinde de o, bana rehberlik yaptı. Ben o zamanlar (Fecriâti)
üslûbunun tesiri altında idim. Belki yenî cereyanlara onu biraz yö-
nelten de ben olmuşumdur. Fakat o, doğuştan şair denilecek kader
coşkun ve kuvvetli idi. O zaman gördüğüm yazılarından bir iki beyit,
hatırımda kalmıştır:
Bir gedayım mesnedi bâlâya etmem serfüru
Levsile mâli olan bir câya etmem serfüru
Şöyle girdabı hazada çarpışub emvac İle,
Gark
ol ur da mevcei deryâya etmem serfüru
Sonra" diğer bir beyti:
Lâşei tjmmide değmez tlği
pertev bârımız
Korkarız çirkâbden yoksa belâlardan değil
Ragıbm yüksek, hiç bir kaba sığmayan ruhunun taşkınlıklarını
anlamayanlardan birisi gıyabında ona «serseri» demiş o da derhal
Serseri' redifli bir manzume yazıyor:
Ben değil yalnız bütün âlem seraser serseri
Serseriler kim bakıp her şeye derler serseri
Air karanlık hilkatin mevlûdi bi iz'aıuyım
İftira etmez baııa asla diyenler serseri
En basit bir serseridir kim o bazan zanneder
Kendisinden başka her kim varsa ekser serseri
Ben neyim hem âlemin, hem kendimin bazicesi
Ben miyim, âlem midir yahut ki yekser serseri
Görmedim, fevkinde bir idrak ve hikmette eser
An kopuk, Hurşit sersem, neemi hâver serseri
Hangi sersem der ki bu mesut, bu menhustur
Kise nâdaran mı bilmem, yoksa banker serseri.
Serserilik bir müebbet hassa mevcudiyete.
Zihnimi tahrik eden her fikri hoş ter
serseri.
Serseriyim, serserilik bir meziyettir bana,
İtiraf etmez bunu zira bugün her serseri...
ı Kitaplarımın Hikâyesi: 1952)
Halk ağzında
dolaşan ata sözlerinden birini ele alıp onun üze-
rine bina ettiği beyitlerle cemiyetin -bütün hususiyetlerini ortaye
koyan zarif ve gevrek birşeyler söylüyor zannını uyandırarak hiciv
neşterini yaranın tam ortasına batırmasını bilen usta filozoftu.
Onu, ilk,
defa, geriden geriye, Maarif Cemiyetinin Bursa Kız
Lisesinde edebiyat hocası iken tanımıştım. İki hafta sonra almak
üzere verdiği tahrir vazifelerinden kızkardeşrme ait olanı ta Londra-
dan görür, tashih eder ve onun -beğendiği hale sokrdım. Nihayet bir
defasında farketmiş ve bana sitemle birlikte selâm göndermişti. Ara
da bir yazdığı mizahî manzumeler, hafif ve kıvrak edaları altandi-
derin ve usta hicivleriyle herkesin alâkasını çekiyor; hele nakaıe
tında halk mesellerinden birini ele alıp vezne koymuş olması, çok
eski bir şeyi tekrar etmek ve ezberlemek hissi ile ağızdan ağıza do-
lamıyordu. Onları ben de zevkle okuyor, ibretle tekrarlıyordum. Gü-
nün birinde Ankarada karşılaşmamız kısmet oldu. Hemen birbirin:
çoktan görmemiş eski ahbaplar gibi kaynaştık. Düşüncesinin binde
birini bile yazılarına koymuş değildi Bizde müstakil felsefi görüştt
olan üç beş münevverden biri idi. En karışık İlmî meseleleri -bir hi-
kâye sadeliğiyle anlatmasını, içe sindirmesini biliyordu. Neden scn-
ıa, Karacaahmede yakın bir yerde satın aldığı bir ahşap eve sığın-
dığı hastalık zamanında, onu kızkrdeşimle birlikte ziyaret etmiştik.
Dili, ağzının içinde zor dönüyor fakat yine nükteli mazmunlu ko-
nuşmaktan geri kalmıyordu. Şu bu hayranından şu bu talebesinden,
zaman zaman haberini alıyordum; dilinin çözüldüğü, bacaklarının
doğru dürüst kımıldadığı oluyor, fakat ataik ruhu coşup da bu zorla
iyi olmuş sarsak vücudü zorlayınca yeniden eve kapanmaya hatta
yatağa düşmeye mecbur oluyordu. Nihayet geçenlerde o yüce ve
hırçın ruh o sarsak ve bitkin vücudü-bir silkeleyişte yere serip ba-
şını aldı gittiK.. Dünyanın bu boş zahmetlerine yuf borusu çekeır
bir şiirini şimdi kulaklarımıza fısıldar gibidir:
Kırk
gün taban ctl bir gün av eti.
^vcılıkla
başlar tarihi beşer
Öyleyse
durmadan avlanmasıdır ^
Lâkin
bu iş bir az yorulmak ister
Kolay iş değildir çoktur zahmeti
Kırk gün taban eti bir gün av eti.
★
Canın keklik ister Ördek vurursun
Bıldırcın sanırsın leylek vurursun
Bir sürü içinden bir tek vurursun
Bazı av bulunmaz gezer durursun
Takat sağlam tutmak gerek niyeti
Kırk gün taban eti bir gün av eti.
★
Bin türlü avcılık olur koruda
Kimisi günlerce yatar pusuda
Kimisi avlanır bulanık suda
Kiminin ömrü de geçer uykuda
Çile dolduranlar bulur himmeti
Kırk gün taban eti bir gün av eti.
★
Her alanda olur türlü avcılar
Şakşakçılar tuzakçılar tavcılar
Yavru baz taşıyan göz bağıcılar
Gözleri sürmeli nice hacılar
Hepsi de sabırla bekler kısmeti
Kırk gün taban eti bir gün av eti.
★
Avcılıkta bazan yürünmek gerek
Yerinde bir posta bürünmek gerek
İcabında yerde sürünmek gerek
Bazan da şahlanıp görünmek gerek
Çoktur
sürünerek bulan nimeti.
Kırk
gün taban eti bir gün av eti.
^ ★
Durur durur bir turnayı vurursun
Bazı ceylân İster ayı vurursun
Fırsat düşer bir kurt dayı vurursun
Şansın
varsa arslaıı payı vurursun
si
Hiç bir şeyde yoktur avıni lezzeti
Kırk gün taban eti bir gün av eti.
İnsanda
ilk içtimai hayat ve medeniyet alâmetinin avcılık ol-
duğunu. bu suretle başkasının sırtından geçinmek, başkasını yiyeıek
kendi hayatını sağlamak tabiatının ta o zamandan başgösterdiğini
bir basit felsefî hakikat olarak belirtmekle işe başlayıp; cemiyetin
san günlerindeki iltimasa, dalkavukluğa kadar bütün devirelre yer
yer, cımbız cımbız dokunarak geçen bu manzumeyi zevkle bir dana,
okumak arzusunu duymuyor muyuz? çiçeği burnunda yeni şairler-
den bazıları, yakaladıkları bir espriyi evirip çevirip bir kocaman te-
kerleme haline sokmakla gerçek yeni şiire başarılı bir örnek verdik-
lerini zannediyorlar, halbuki mizah her zaman için edebiyatın en
makbul en. revaçta şubelerinden biri kalacaktır. Mizaiıî şiir ayrıdır,
ciddi şiir ayrıdır. İlle ciddî olacak diye saça kar yağmaktan, ciğer?
kan oturmaktan bahsetmek hiç de şart değildir; bütün bunları tek-
rarlaya tekrarlaya dilimizde tüy bitti. Yeni şiirin samimiyetine hay-
ranız fakat lâubaliliğinden de o kadar bezginiz. Neyse, bunlar sözün
gelişi; biz yine Fazıl Ahmetten sonra, şiirimize mizahı getirmekte
eşsiz olan Namdar Rahmiyi anmakta ve tanıtmakta devam edeLim-
Karatay soyadından da belli ki Namdar Rahmi KonyalIdır \ e
Konyanın en şanlı ve san’atlı türbesi Karataydan bu ismi bulmuş
tur. Bu zeki ve hassas Anadolu çocuğunu bakir ve verimli bir top-
rak gibi keşfeden bir Maarif müsteşarı, bir kaç arkadaşiyl-e beraber
felsefe tahsil etmek üzere Fransaya göndermiştir. «Paris mektupla-
rı» isimli kitabında, sessiz sadasız, o günlerini anlatırken, orada
müstesna kürsülerden edindiği bilgilerini, yerli ve derin, bize o de
ğilden nakletmesini çok iyi başarmıştır. En acayip zevklere düşkü a
çağında saatlerinin çoğunu kitaplar arasında geçirmiştir. «Kitapla-
rımın Hikâyesi» isimli eserinde şöyle söyler:
«Ömrümün
mühim bir kısmı kitaplar arasında geçti. Bun..:
övünmek için değil, belki dövünmek için söylüyorum. Nitekim hal'c
arasında her nedense pek yayılmış olan bir destanımda bundan b<ah
sederek: ’
Bilmem kİ nc olmaktı, scniıı gayen,
maksadın?
Fare gibi kitaplar arasında yaşadın.
Ne dans ettin, eğlendin; ne de sevdin kız
kadın
Kim dedi hey serseri gençliğine kıy diye
Geçti Bor'un pazarı sür eşeği Nlğdeye.
Demiştim.
Hakikat de bu! Fransızlar kendini bütün bütün ilme
yererek hayatını kütüphanelerde geçiren adamlara «Kütüphane fa-
resi» derler. Ben bu adamlara hâlâ imrenirim...» Kitaplarının ara-
sında gömülü yaşadığı günlerde cemiyeti ihmal etmez, onun dertle,
riyle dertlenir, oılun seviyesizliklerine yanar, inkılâplarına sevinir
ve söylenir dururdu:
Başta kavak yelleri esdiği günler hani
Umduğumuz neşeler, şerefler, ünler hani?
Beklenilen alaylı, şanlı düşünler hani?
Servi gibi ümitler döndü birer İğdeye
Geeti Bor’un pazarı sür eşeği Nlğdeye.
|
Eski
şair — Şair Pertev Faşa, bir şiirinde:
«Gelmişiz
ölmek üzre vâ hayfâ!» diyor.
Bob-stll şair — Çok güzeeel...
Hayfa bombardımanı haklandı*
mı yazmış üstad!...
Haşanın böreğine vaktinde yetişmeli
Hiç durmadan gövdeye atıştırıp şişmeli
Yanıp da kavrulmadan mükemmelen plşmeli
Sonra seni almazlar hiç bir yere çiğ diye
Geçti Bor’un pazarı sür eşeği Nlğdeye.
Bu güzel ve kıvrak söyleyişin
öyle nükteleri vardır ki ancak
şîhitİ tarafından ilk ve son defa kullanılmıştır.
İşte meselâ, resmi
büro anlamına daire ile, bildiğimiz hendese şekli daire arasında git
ze] bir kelime oyunu:
Sende cevher var imiş herkes onu ne bilsin
Kimler böyle züğürdün huzurunda eğilsin,
Şöyle bir dairede müdür bile değilsin
Ne çıkar öğrenmişsin mesahası piy diye
Oeçti Bor’un pazan sür eşeği Niğdeye!
Nedim, gazellerinden birinde,
benim şair tabiatım o kadar coş-
kun ve cömerttir ki, der, bir gül istesem, bana bir gül tarlası verir.
Namdar Rahmi Karat ay'a da yüz yılların mahsulü, gerçek halk gö-
rüşü, bir tekerleme verin, size kocaman bir manzume versin ki için-
de Türk halkının bütün hayat telâkkisi, bugünkü cemiyetin bütün
aksak tarafları, billûr sürahideki su gibi.parıl parıl görünsün:
Eioğlunu bilmezsin o nc hinoğlu hindir
Pamuk gibi görünür granitten çetindir
Arkandan kuyu kazar dibi yoktur derindir
Açılma el oğluna anlamadan soyunu
Karamanın koyunu sonra çıkar oyunu.
Ne dişisine inan ne de erkeğine kan
Dişisi erkeğinden olur bin kat afacan
Yüzüne güle güle damarlarından çeker kaıı
önce koklatır sana gülünü şebboyunu
Karamanın koyunu sonra çıkar oyunu.
Senin aybını arar afcfcabın bir iş gibi
Arkanda dolaşırlar sanki müfettiş gibi
Bırakırlar ortada seni bir ibiş gibi
öğretirler dünyanın körfezini koyunu
Karamanın koyunu sonra çıkar oyunu.
Doğruyu görsen de sen ulu orta anlatma
Bağır çağır nağra at fakat sakın taş atma
Elini uzat amma boyunu hiç uzatma
ölçünü alırsın ha uzatırsan boyunu
Karamanın koyunu sonra çıkar oyunu.
Ne tilkiye eğri bak ne de kurtlarla barış
Nc etlisinden bahset ne de sütlüye kanş
Ne ağzı açık koyarlar sonra seni bir kanş
Nene gerek elin üç keçisi beş koyunu
Karamanın koyunu sonra çıkar oyunu.
Granit, koy gibi kelimeler
olmasa; Seyranı gihi, Ruhsatı güvi
bir usta ve hâkim halk şairinin yazdığı destan sanacağız. O kadar
candan, o kadar bizden... Ah ne fayda «Nsmdar Rahmi Karatay’a
F. 14
yüzyılların mahsulü bir tekerleme verin de
size kocaman bir man-
zume yaratsın» diyemiyeceğiz artık. Halep burada amma arşın ye-
rin altında... Onun kolay kolay ölçülmez derin bilgisine ve mükem-
mel hicvin© artık sadece hasretiz!
Yirminci
Asır: 17-9-953 Behçet
Kemal ÇAGIAR
★
GEÇTİ BORUN PAZARI
BAŞTA kavak yelleri estiği glinler hani
Umduğumuz neşeler şerefler ünler hani?
Beklenilen
alaylı, şanlı düğünler hani?
Servi
gibi ümitler döndü birer İğdeye,
Geçti
Borun pazan sür eşeği Niğdeyc!
★
Sende
cevher var imiş, onu herkes ne bilsin?
Kimler
böyle züğürdün huzurunda eğilsin,
Şöyle
bir dairede müdür bile değilsin.
Ne
çıkar öğrenmişsin mesahası piy diye,
Geçti
Borun pazan sür eşeği Niğdeye!
★
Bilmem
ki, ne olmak di senin gayen, maksadın?
Fare
gibi kitaplar arasında yaşadın,
Ne
dansettin eğlendin, ne de sevdin kız, kadın,
Kim
dedi hey serseri gençliğine kıy diye,
Geçti
Borun pazan sür eşeği Niğdeye!
Gönül
ne çalgı ister ne eğlence, ne de dans,
Ne
güzel kadınların önlerinde reverans,'
Kapandıkça
kapandı bunca yıldır kahpe şans,
İhtiyarlık
gölgesi perde çekti dideye,
Geçti
Borun pazan sür eşeği Niğdeye!
Fırsatı
iyi kolla sakın olma dangalak.
Genç
iken vur partiyi, durma, ye, keyfine bak,
Sonra İç şampanyalar, viskiler, bardak
bardak,
Dokunuyor üç kadeh şimdi bizim mideye,
Geçti
Borun pazan sür eşeği Niğdeye!
★
Haşanın
böreğine vaktinde yetişmeli,
Hiç
durmadan gövdeye atıştırıp, şişmeli.
Yanıp
da kavrulmadan mükemmelen pişnıeli,
Sonra
seni almazlar hiç bir yere çly diye.
Geçti
Borun pazarı sür eşeği Niğdeye!
1933 — Namdar Rahmi KARATA T
NAMDAR RAHMİ’YE NAZIRI
Gece gündüz demeden, pusulara yatardık;
Bıldırcınlar, keklikler, güvercinler
tutardık,
Bazan hapı yutturur, bazan hapı yutardık,
Taş gibi lokmaları çiğnemeden yutardık,
Birden bir hazımsızlık ârız oldu mideye:
Geçti Bor'un pazarı, sür eşeği Nlğdeye.
T az görmeden eridi, dağların karı, buzu,
Uyuz koyuna döndü sürümüzdeki kuzu,
Hiç bir baytar tedavi edemez o uyuzu,
Soframızda daima bulundururken muzu,
Şimdi fitiz bir çürük muşmullaya, iğdeye;
Geçti Bor’un pazarı, sür eşeği Niğd,eye.
Şanssızlıkta blzlerin yer yüzünde yok eşi,
Hepyek, dubara attık, atamadık düşeşi,
Çok gözledik, doğmadı bahtımızın güneşi,
Ancak Milli Piyango söndürür bu ateşi.
Son ümidimiz bağlı kaldı son keşideye;
Geçti Bor’un pazarı, sür eşeği Niğdeye.
Şebabet kisvesine bürünmek istiyoruz;
Genç kızlara karşı genç görünmek istiyoruz,
Ayaklan altında sürünmek istiyoruz.
Bir atımlık barutla öğüıınıek istiyoruz.
Yüzümüze bakan yok artık kartlaştık diye,
Geçti Bor'un pazarı, şiir eşeği Niğdeye.
*
NECDET
ATILGAN
(Geçti Bor'un pazarı) tâbirinin mânası
Çoğumuzun
«artık iş İşten geçti», yahut ta «ne çâre ki fırsatı
kaçırdık. Ba,jka fırsat ara» mânasına kullandığı «Geçti Bor’un pa-
zarı, sür eşeği Niğde’ye..,» tâbiri, sade halk diline değil, Türk ede-
biyatına da mal olmuştur.
Bu tâbirin
nereden meydana çıktığı hakkında çeşitli rivayet-
ler ve izahlar vardır. Fakat hemen hepsi de birbirine yakın şeyler-
dir.
Her hafta
Pazartesi günleri Bor’da pazar kururlur, civar köy-
lerden gelen halk burada mallan m satar ve mal satın alır. Malla-
rını Bor pazarında satamayanlar, yahut ihtiyaçlarını sağlamıyanla.'
salı günü kurulan Niğde pazarına yetişirler.
Pazar)
kurulacağı günün arifesine o bölgede Deri denir. Dert
Türkçede toplantı, müşavere mânasına gelir.
Bir gün
eşeğiyle yola çıkan köylü Bor’daki Deriye yetişmek ar-
zusundadır. Fakat son derecede yorgundur. Eşeğini bir ağacın di-
bine bağlıyarak uykuya dalar. O kadar çok uyur ki gözlerini açtığı
zaman günlerden pazartesi olmuştur. Fakat o, bunun farkında de
ğildir. Bor pazarına yetişmek arzusundadır. Pazar yerine geldiği
vakit, toplantının dağıldığuu görür, eli böğründe kalır. O zaman
kendisine üzülmemesini, mallarını satılması için bir imkân daha,
mevcut olduğunu söylerler.
«Geçti Bor'un pazarı,
Sür eşeğini Niğde’ye!...»
derler.
★
Ey hakikat, sen ki bana el âlemden
yakınsın,
Hiç kimseyle sözüm yok, haksız olan
sakınsın,
Ben yazayım doğru bir söz, her mecliste
okunsan-..
Niçin seni yolsunlar da eller sorguç takınsın?
Ziilf-ü yâra dokutturmuş, dokunursa
dokunsun,
Al kaşağı, gir ahıra, yarası olan gocunsun.
Demokratız gerçi bugün, fakat bundan ne
fayda.
Klrnl yaşar kulübede, kimi yaşar sarayda,
Kimi ekmek nafakası kestiriyor urayda.
Kimi ahr oturduğu yerde beşyüz bin ayda,
Hem de vardır İçlerinde aygır, eşek, at
tosun^
Al kuşağı, gir ahıra, yarası, olan
gocunsun.
Hep
paradır her tarafta yaptığımız hak diye,
Bu
kuvvetle gösterirler karayı da ak diye,
Emretseler
yakacağız Beytııllah’ı yak diye,
Uzatırız
boynumuzu, kelepçeyi tak diye.
Hakkı
dahi vuracağız, yeter densin, vurulsun,
Al
kaşağı, gir ahıra, yarası olan gocunsun,
Jurnalcilik,
riyakârlık geçer akça mal gibi,
Namusu
da yemişlerdir çoklarımız bal gibi,
Kahbeliği
bürünmüşler üstlerine şal gibi.
Bilâperva
eğilirler her kuvvete dal gibi,
Sen
milletin derdine yan, onlar kına yakınsın,
A]
kaşağı, gir ahıra, yarası olan gocunsun.
Boklarında
mücevher mi bulunmuş bn itlerin?
Bu
milletin ensesinde çullanan ifritlerin,
Bir
keyf için boğdurulan, ezilen yiğitlerin,
Vatan,
millet bayrağında can veren şehitlerin,
Herkes
memnun durumundan bize kimler acısın?
Al
kaşağı, gir ahıra, yarası olan gocunsun.
Her çağında böyle midir bu dünyanın düzeni
Eloğlu bak yutturuyor lüfer diye sazanı,
Millet
bir gün zora gelip kaldıracak kazanı,
Seyreyleyin
siz o zaman devrileni, sızanı.
Ky
dünya sen ne maskara, ne dönek bir acunsun?
Al
kaşağı, gir ahıra, yarası olan gocunsun.
^ Bursa — IMS
SİZİNKİ
TATLI CAN DA BİZİMKİ PATLICAN MI?
Görmüyoruz
sanmayın iç yüzünü işlerin..
O
doğru duruşların o iğri gidişlerin..
Neler
çiğnediğini hiç durmadan dişlerin..
Ne
yolda dolduğunu o yaldızlı fişlerin?
Biliriz
yenileni kuzu mudur, tavşan mı?
Sizinki
tatlı can da bizimki patlıcan mı?
Maroken
koltukların çıkardınız tadını..
Yokladınız
güzelin evcilini, yadını,
Şu
ince belli kızı, şu fıkırdak kadını.
Ne
dediniz olmadı bir yosma mı, civan ıııı?
Sizinki
tatlı can da bizimki patlıcan mı?
BESİM
ATALAY İBRAHİM ALÂEDDİN GÖVSA ARASINDA
3 Ekim 1932 tarihli Son
Posta gazetesinde Besim AtaLay'ın
rahmetli İbrahim Alâeddln’in ağzından yazdığı kaside, bazı cinaslı
tarizleri ihtiva ettiğinden İbrahim Alâeddin de kendisine cevap
vermiş ve bu iki edib arasında bir ay devam eden bir ma.n7.1iTn hiciv
düellosu olmuştur. Bunları karşılıklı olarak aynen naklediyoruz:
★
MERSİYEİ
ALÂÎ
BERAYİ LİSANI OSMANÎ
—
İbrahim
Alâeddin Bey ağzından — «Şaka»
Ey lisanı üdebayı eşher
Vey beyanı şuarayı eş’ar
Ey nlgân suhanarayı edep
Vey perii çemen istaııı hüner
Habbezâ goncel gülzarı kemal
Habbczâ membaı feyzi ezher
Habbezâ natıkai sihri helâl
Levhaşallahü tealel’ekber
Elveda bülbülü bağı bülega
Elveda tatil şlrü şekker
Elveda aksi heyahayı cenan
Elveda gulgul huldü enver
★
Ey benim şaaalı, şanlı dilim
Vey, bana sevgili mirası peder
Nice yüz bin üdebayı kudema
Bu dili söyllycrek etti güzer
Nazmü nesrü gazelü methlyye
Hep seninle yazılırdı yer yer
Sen düzelttin dilini etrakin
Sen kİ vermiştin ana revnakü fer
Bilmedi kadrini asla bilemez
Bir alay derbederi ilmü hüner
Sen o hallâkı meanisin kim
Sana eelâf edemez hiç zarar
Bu senin ulviyeti şanındır
Seni Türk anlamıyorsa ne keder
Ruh idrak olunur mu, nitekim
Kiinhii bariyi hiç anlar mı beşer?
Sana yıllarca emekler verdim
Bilmeden aslını ettim ezber
Bu kadar cehdü cidale rağmen
Tine ben anlamadım sertaser.
Sana merbnt bütün irfanım
Sana matuf bütün güsisler.
Seni yıllarca okuttum okudum
Şimdi olsun mu mesaim ebter
Milketl nesre hükümran idim
Vadii şiirde açmıştım per
Sevemem hiç avam lehçesini
Olamaz şivei (Türki) de eser
Hepsi üçyüz kelime Türkçe denen
Kim bulur fikrini takrire zafer
Kini eder şiirde tasviri hayal
Kim açar ufku beyana şehper
Hiç alır mı sokak ağzı âyâ
Gülşeni nazmü nesirde bir yer?
Anladım kİ edeceksin hayfa
Benden evvel öte dünyaya sefer
Belki ben de gelirim arkandan
Bana sensiz çehi zindan her yer
Söyle ukbada bulup ta babamı
Ne ki geçmişse başından yekser
Harf beharf nokta benokta kıldım
Seni kurtarmağa cehdi evfer
Ne yazık dinlemedi zalimler
Seni berbadü harap eylediler
Gûy’ya oldu musallat dilime
Bürci bağdadı yıkan ceyşi Teter
Bunca &sarı güzbıi üdeba
Bir inat uğruna olsun mu heder?
★
İki ishak gelüptür dehre
Biri nezzamı mesanii dürre
Biri cellâdı izafatı beyan
Kastı kılmak dilimi zirüzeber
O kızıl
çehrell türkmanı yaban
Lehçemi cehline kurban eyler
Bir belâdır ki lisana (Atalay)
Sanki
tahripte badı sarsar
Savleti kalırı Hulâgûya şebih
Nesil bi şüphe ki Cengizc değ«r,
Bir yörük oğlu, boğon bir softa
Atası bir göçebe kıllı kaçer.
Belki
deccalı kıyamettir bu;
Belki pişdarı cünudi asfer
Bir taraftan dahi Mösyö Masaroş
Dilime başkaca bir tarz ister
Almalı hayli Lâtince kelimat
Bozmadan şeklini hemçü efser
Dokunulmazmış anın tek teline
Bu da püsküllü belâyı diğer
İki ceryan da muzırdır dilime
Hepsi birdir; se Iâmem şoz monşer
Kara sırtlan gibi azgın, azılı
Yarıgann o (Nazif) etti güzer
Şimdi (Ekrem) lc benim meftunun
Kalmadı âh o ateş, o serer
Ne onun nuru süyünmüş kafası
Seni bu badireden hıfzeyler
Ne de bu harcı zayıf .kullarımın
Pek yaman saldırır âdâyı eşer
Sen ölürken de dokundu lûtfun
Nankörüm tutmaz isem matem eğer
İl lügat yaptı ben imza
attım
Çektim nçyüz papeli sanki poker.
★
Ey benim kimsesiz, öksüz lehçem
Sanekallahü anilmüstcd ber
Sen idin bülbülü Sa’dabadııı
Sen idin neş’edili sertaser
Nerde ol devri mutarra nerde?
Esiyor şimdi yerinde yeller.
Ah o demler ki hayali i’şi
Bin cihanı tarbebzaya değer.
Ol zamanlar
yaşanırmış bunda
Şevkü şadii bihiştl enver,
Söylenir namı anın dillerde
Devr kıldıkça semavatı kamer
Dinle tasvir edeyim gör ne imiş
Neş’esi cana değen âlemler
Allah Allah o nasıl âlemdi
Göremez gayri anı çeşmü beşer
«Oynaşır havada simin tenler»
«Huru gılmaıı-sunar kevserler»
«Açarak cümlesi de şehperl nur,
«Uçuşur aııda periler yeryer».
«Kimi billur gibi sertapa»
«Kimi
fevvarei nura benzer»
«Kimi palûze gibi naimüter»
«Alacak olsa birinden buse»
«Ömri
Cavit bulur fâniler»
Kiminin mayei aslı nurdan
Kiminin dayesidir ebriseher
Kimi bir hârel ebri nisyan
Kimi bir hâlei nevvan kamer
Duyulan handei lebrizi tarap
Sürülen zevki leyali muzmer
Görünen man zar ai cennettir
Yaşanan ömrü hayatı ezher.
Çınlatır kubbei minafamı
Lâhııı canbahşi sürürü evfer.
Akseder künkürei eflâke
Nağmci cuşu huruşi dilber
Çağlayanlar dökülür her yerden
Ötüşür şamüseher bülbüller,
Fer verir tarha çlrağanı safa
Sanki yer yer dolaşır bin ahter
Süzülür sakfı zerendeduden
Renk renk şâşâayi dürrii güher.
Her kucak sineye bir büt basmış
Her dudak yepyeni Ur buse emer.
Kılıyor ' herkesi sermesti safa
Neşvei camü humarı kevser
Belki cennet dediğin işte budur?
Belki bu kıt'ai diiıtyai diğer?
Bir zamanlar şuarayı' kudema
Sürdüler böyle Jjayatı ekser
Çöktü birdenbire zulmet edebe
Şimdi biz çekmedeyiz derdü keder.
★
FAHRİYE
«Bir gazel tarh ede görkim olsun»
«Cevdeti sanihanızdan bir eser»
«Hâklpaylnde
kabul olmak için»
«Kudreti
harikanı sen göster.»
«Kıldın
ihya selefin mesleğini»
«Oldun
asrında Nedimden eş'ar!»
«Ki
unutmuştu bu tarzı çoktan»
«Ukalâ
dümbeleği şairler»
Şiri dc şairi de asrımızın
Dal efrcnce tutulmuştu meğer
Mcnetn ol şairi şirin güftar
Kalemimden dökülür dürrü güher.
Menem
agâhı ulûmu şetta.
İbnlsina baııa şaklrtilk eder
Çıksa eslâfı da, ahlâfı da hep
Edemezler bana İzhan hüner
Şarkın irfanına garbin fennin
Kim bulan bencileyin mezce zafer?
Ben
de eyvah ki oldum eslâf
Gibi amaçgehl kahrükader.
Bilmedi
kadrimi hâlâ bilemez
Hayf kim dehrde ebnayı beşer
«Kim kİ nadanü müralse eğer»
«Yükselir,
nahvetl ta arşa erer»
Böyledlr
Şarkta teamül ekser
Kırılır nura uçan her şehper
GAZEL
Handei
canbahş o mehrunun iepblh&nndadır.
Neşvei
dil camının lâ’ll güherbarftıdadır.
Gör ne âfettir kİ bir maltudu müstesna gibi
Misli varsa âşıkın yalnız dili zanndaiır
Hüsnü mlktannca Artarmış güzeller zulmü de
Eu güzel ahu clbalin şahikı tarindadır.
Zevki
yoktur vuslatın blml firakı yar İle
Zevki aşkın mihnetile eş ki serşanndadır.
Hayf
kim geldi (Besima) hat izar aline
Liyk hâlâ gönlümüz keysıvyü zertanndadır.
Besim
ATALAY
ŞAKAYA
KARŞILIK!
Besim
Atalay Beye -
'Osnıajtılı diline benim ağzımdan
Mersiye yazmışsın Atalay hocam,
Ezgiler dürmüşsün gûya ağzımdan
Bu dostluk ödenmez pek kolay hocam.
Ben
eskiyim, özün yenisin aman,
Köpürüp
bağır kİ vardır İnanan.
Doğuştan sağucu, ıskatçı olan
Koparır ölüden bile pay hocam.
O
dil ne esenin, ue kösenindi,
O
dil tekkenindi, medresenindi,
Yâni
benim değil, elbet şenindi.
Sorsalar
böyle der kurultay hocam.
İbrahim ALÂEDDİN
★
ALDI
ÂŞIK ATALAY!
İbrahim
Alâeddin Beye
Şakadan cevap
Değnekten bir ata binerek yine
Şahlanmış, gidiyor haşan çocuk.
Saldınr
dört yana, bakmaz dizgine;
Yine
put kmyor ııçan çocuk.
Osmanlı
dilini öğen sen idin:
«Türk'çe
üç yüz lügat!» diyen sen idin;
Bin türhi naneler yiyen sen İdin
Sanma ki nnuttuk bunları çocuk!
Zannetme
çaldığın rebap şenindir.
Yalınız
perdeü hicab şenindir.
Yüzlerce
yanlışlı kitap şenindir.
Beş
yüzü bulmuştur tutan çftcuk!
Ben haksız kimseye çatamam oğlum
Ölsem de İmzamı satamam oğlum
Paraya taklalar atamam oğlum
Uslu dur! Yersin ha şaman çocuk
Besim ATALAY
ŞAKAYA KARŞILIK '
—
2
—
Besim
Atalay Beye
lisanın kâfiri deyişin bana
Softaca şakadır Atalay hocam,
TiLrkçeyi korumak düştüyse sana
Vay bu bahtı kara dile vay hocam.
«Tartüf»
lük yaparak etrafı yakma (1)
Sözüne
kanamam kusura bakma,
Senin
adın bile sonradan takma,
Gümüştür
denemez o kalay hocam.
Çömezken «Emsile» çektiğin zaman
«Çocuk şiirleri» bellemiş olsan
Türkçede kalmazdın böyle pek yavan
A'ermezdln bu kadar baııa pay hocam.
Dilimiz
tatlıdır, hem dc engindir,
Değerli
ellerde giizel, zengindir.
İşin
çirkinliği ancak şenindir.
Bulutlar
çekilsin doğar ay hocam.
İbrahim ALÂEDDİN
★
cevaba
cevab
VARDI
VARAN ÜÇ!
Alâeddin Beye cevap' -
Boş kalmış; «oyuncak oyuncak» diye
-Çırpınır o İmza tüccarı çocuk
Dağıldı derneğin «dah» de Nlğdeye
■Geçti artık Borun pazarı çocuk
Korkulmaz
açıkça karşı alandan (2)
Korkulur doğrusu sinsi olandan
İğrenir mert olan adam yalandan
Zıplama aşağı yukarı çocuk
Bilirim çocukça şiirlerini
Bilirim her şeyi; bilirim seni
{-.Yanlışlar kaynağı) gel üzme beni!
Okursun
yakında bunları çocuk
Ne
lügatin lügat, ne şiirin şiir!
Hepsi de yanlıştır; hepsi de bir
'Bunların topu da iyi bil; gelir
Bilgiden, duygudan dışarı çocuk
<1) Tartuffe, Moliere’in malûm bir
kahramanı.
*2) Karşı almak, cephe almak.
Öz
türkçe sözlerle alay ederdin;
«Köy dilinde tezek kokuyor» derdiıı
Eski lisan idi bütün gün derdin
Şimdi de öğütme zavarı çocuk (2)
Hocam Besim demiş: ben de Atalay
Dedim Türklüğümü duyunca; bay hay
Duymaz bu duyguyu yavrum şinanay
Yüzün yok isteme astarı çocuk
Besim ATALAY
★
ŞAKAYA
KARŞILIK
3
üncü cevap
Küfredip gene çam devirdin
hocanı
Ağzında zem değil, sena bozulur
Şakayı kakaya çevirdin hocam
Sen bezme gelince safa bozular
Şiveni dinlerken eda bozulur
Yanından geçerken hava bozulur
(Besim) in türkçcsi nedir deseler
Sencc (sırıtgan) dır, bence (gülümser)
Mazurum lehçeni sevmezsem eğer
Yeni dil kalırsa sana paslanır
Cemalin vurunca ayna paslanır
(Şiri de, ilmi de fena) demişsin
Elbet bu hükmüne memnunum senin
Bedbahtım beklersem senden aferin
Kendini bilenler şakşak istemez,
Hele
Atalaydan taklak istemez.
Mollaydın belki de namaz bilirdin
Derviştin elbette niyaz bilirdin
Köşede bakkaldın piyaz bilirdin
Cübbeyi, külâhı, yağlığı attın
Çatlasan yakışmaz bu işe adın.
Hem (lügat yazmadan imzaladın) der
Hem (yanlışlar senin) diye halleder.
Bana
imza tüccarı diyen derbeder
(2)
Boş lâf etmek, çene çalmak.
Pul etse kendini çoktan
satardı
Para için göbek bile atardı
Marifet diyerek satar (Ebced) i.
Softanın paradır dini,
milleti
İşte (Cinci hoca), işte (Vahdeti)
Kıyafet değişir yobazlık
değil
O köhne kafayla düzelmez bu dil.
+ İbrahim
ALÂEDIıîK
SON CEVAP VE
BİR TEKLİF
Ben usandım ve bıktım saymaktan yanlışını
Sen bıkmadın sövmekten.
Havanda su dövmekten.
★
O titreyen başım
Saran örümceklerden
Kurtul (Alâeddin) sen!..
•k
Eseri aynasıdır kişinin
flkrediııiz
Beş yüz r!li yanlışlı (talebe lügati) nia
Meydanda duruyorken
Susar mıyım bıma ben.
-k
Yirmi bir bin kelime
varkeıı o kitabında
«Yirmi beş bin» diyerek yazıyorsun kabında
Bu doğru bir iş midir?
Basa başka şey denir...
•h
Rau-a övünmüştün (çocuk şiirlerinle)
0ün kıydım yirmi beşe
yazıktır bile bile
!ih- de ne göreyim ki ne mâna var; ne verin.
Her sayfada bir yanlış. Köyledir her eserin:
Oiı^nmc yavrucuğum, soruyorum ben sana;
Örünmek mi yaraşır böyle kitap yazana?
Vanan
eîlcr söylesin buna ne yakışırsa;
Herşey yaiîlır mı ya, söz gerek birar. kısa
★
H&iünı’ev belli ulur bir adamın
değeri
İşte yakılarınız; işte benimkileri!...
Terbiyem
bıraksaydı sövüp saysnıya eğer
Neler ildirdin sen; neler duyardın neler
Ç«»k doğru söylüyorsun alaycı arkadaşını
Gün olur t®* içinde kalmıştır
üstüm, başım.
—
226 —
İhtiyarlık ile gençlik diyerek
Şu hayatı ikiye böldürme!...
Ey büyükten de büyük Allahım;
Benden evvel ......... mi öldürme!...
★
Karşında Koraltan duruyor işte paşam bak.
Halâ o eğilmez başı dini diktir efendim...
Bir ses ver Atam, şanlı izinden sana geldim:
Bir ses duyulur kubbede: (Hass tir efendim!)...
★
Kime sordumsa seni doğru cevap vermediler;
Kimi alçak, kimi hırsız, kimi deyyus! dediler...
Künyeni almak için, partiye ettim telefon:
Bizdeki kayda göre, şimdi o mebus dediler!...
★
Batum’un benzeri oldu midem,
Her nefeste boyuna gaz saçıyor...
Tekelin nerde o
gümrükçüleri
Gizlice taşralara mal kaçıyor.
-f
Demokrasinin
ilk genlerinde ;
Kim demiş bizde bir demokrat idare yoktur.
Ne demek, olmasa e’bet dışarıdan alırız...
Sırr edip karne usullyle
o gümrük malını
Karaborsaya verir, biz bize benzer kalırız.
NEYZEN TEVFİK
Pantolonum ütüsüz, papuçlar boyasızdır.
Parmaklarımda nasır
Yer yer şişer kabarır.
O gün belki ark açtım; beîki tarla suladım
Dalgınlıkla üstümü belki toza buladım
Bunlar kir sanılır mı?.
Bunlar kınanılır mı?.
Hem kazma hem de kalem kullanan bir el beyim.
Tam bu asnn elidir, sana 11e söyliyeyim?
F. 19
—
226
İKİ BEYİT
Metelik girdiği anda cebe teu oldu çelik
Doğru meyhaneye gittik kafayı tütsüledik
★
Kahve
buhranı bu gün Avrupayı mâmur etti.
Yarın
ol rütbeyi bulmaz mı saman belli değil...
Neyzen TEVFİF.
Üç
yıl olmamıştır kİ çok geçmedi arası;
Üç yüz altmış kişilik muallim kongrası
Huzurunda bağırıldın.
Söyliyemem;
bilirsin bir kaftan giydin evet:
(Bilgi
tarihimiz) de unutulmaz bu elbet.
İşte
kir buna denir:
Kişi
böyle kirlenir.
İyi
bil oğlum bunu;
Bu
kirin yok sabunu!...
★
Sen alay ediyorken Türklüğümle
orada
Ben anayı, bacıyı şehit verdim burada
Yeni harf aleyhine yazı yazmış bir adam _
Beni
softa diyerek - her gün ediyor reklâm
★
Benim
yüksek dileğim iş haline girmiştir.
Senin
eğri düşüncen ölmüştür; gebermiştir,
★
Sana
son bir teklifim vardır, beri gel, dinle!
Binbir
çeşit yanlıştı bütün eserlerinle.
Bir
(bilgi mahkemesi) önüne biz gidelim:
Her
ikimiz davayı orada serdedelim!
Haksız
çıkan kalemi kırsın; buna ne dersin?
Namusuna
bıraktım; elbet kabul edersin!
★
Teklifimi
kabul et, böylece yaklaşalım:
Yanlış
kitapları yak; gel de kucaklaşalım!
★
Yalnız, sana bir öğüt vereyim e mi oğul
Ev terbiye hocası biraz terbiyeli ol!
Besiıu ATALAR
NEYZEN TEVFİK
İÇİN
Neyzen Tevfik,
Mutlakıyet idaresinin zulmüne ve istibdadına
isyan ederek Mısıra kaçmış ve orada Şair Eşrefle arkadaşlık etmiş-
ti. Eşref bu satırları Mısırda yazmıştır.
Kimseler
(Tevfik) e alnı yere gelmiş diyemez,
Doğduğundan beri g nü dönmedi şeytana bil?.
Çok
cevamide, mesacitte dolaştı amma.
Koymadı
alnını secdei rahmana bile,
Hacı
yatmaz gibidir sanki köpek oğlu köpek.
Ayak üstünde
durur dtişşe de mizana bile.
KŞREt
★
«EŞEĞİN EŞEĞİ» ve NEYZEN
«Eşek» gazetesinde A. Rıfkı «Eşeğin Eşeği» takma adı ile N«'t -
nen Tevfik hakkında şu kıfayı neşretmiş ti:
Ona çektirmişti kahr-ı musifceti devran
Hâfızın hittai mısr içre lekası soldu...
Çanına ot
tıkanıp ötmedi artık düdüğü.
Geldi
İstanbula biçare duagû oldu!.
★
G Ö K A Y ’ A
Hocalık yaptığın yı'larda, hakikat, Gök-ay,
Haylice
zır deliyi etti tedavi, tanırım... (!)
Çok sürerse eğer İstanbula Valiliği de
Neredeyse şu fakir lıalkı delirtir sanırım!
Bu kıt’ayı,
halk arasında fukara babası diye anılan içki düş-
manı Valimize, tenkidlere karşı müsamahasını hesaba katarak oku
dukj Hazırcevap Vali gülerek:
-
Hüseyin
Rifat yanılmış, dedi; maalesef herkesi tamamen
tedavi edemediğimi bu kıt’asile isbat ediyor» •
Mîzah -7-19158
★
Günün
ilhamları :
KIT ALAR
Halk
fırkasından olmayan insan sayılmadı;
Bir
tehlikeydi millete hürrüm demek bile...
Kurduktu altı ok ile tek fırka sistemi
Mehtaba çıkmışız gibi tek kürek ile...
Seçimlerden
zaferle çıktı halkçılar güya RİFAT,
BCtün
milletle bu hale gülmeden bittim...
Görünce c&mllerde kimsesiz sandıklan
tenha
Masalla taşında bir fakir tâbutu zannettim...
★
Görmedim
âlemde hiç rahat yüzü,
Hep
itişmektir köpeklerle işim;
Şöyle
dursun hârici düşmanlarım,
Bir
belâdır o da, ağzımda dişim.
★
Her
ne öğrendim ise hepsi de alt üst olmuş,
Kara
cahil gfbl kaldım bu yaşımda heyhat...
Eskiden altın anahtardı açan her kilidi
Kapıyor her ağzı şimdi de bir deste kâğıt...
★
Öyle
hayretle bakıp ta şaşırıp kalma sakın,
Bir
yeşil saha yapılmakta diye her bayıra;
Ekmeğin
arkası şayet kesilirse bir gün,
Lütfl
Klrdar sürecek bizlerl bir gün çayıra!...
★
Çünkü
valilik İle her gelenîin,
Kimi dağdan kimi kırdan geldi. Hüseyin RİFAT
Ağız ve çene
rotatifiyle basılıp dağıtılmış olan yukarıdaki mıs-
ralarm sahibini herkes Neyzen Tevflk zanneder. Halbuki Hüseyin
Rıfat’tır. İşin garibi, eski İstanbul valisi Lûtfi Klrdar, hiç de ilgi-
lenmesi gerekmiyen bu mısralann Neyzen Tevfik’e ait ve hedefin
kendi şahsı olduğunu kabul edip, biçarenin İstanbul Konservatuva
nndan aldığı 40 lira tahsisatı kestirivermiştir!
★
Şehirde
men olundu gezmesi «şşeklerin amma,
Bunun tatbiki mümkün mü diye her keşte bir
şek var.
Kolaydır dört ayaklı cinsi men etmek lâkin,
Ben
İnsanım diyenlerden yu la rsıı pek çok eşşek var...
★
Ellerinde
yükselir her şey kadın mahlûkunun,
Göz göre göre İnkâr edenler hep günah
altındadır...
Fazladır bence kadından asker almak doğrusu,
Yirmisinde
her kadın zaten silâh altındadır.
★
(Ağralı)
verginin ıslahına kalkmış yeniden.
Vergi
ıslahı işi, doğrusu eksik gibidir.
Pek
kanştırmasın Allah İçin olsun bu işi;
Ele aldıkça büyfir, vergi dahi gibidir
Sevemem
parmak hesabı şiiri,
Lâfz-ı
mevzunu ise kıskanırım.
Okudukça
o yavan eş’an,
K...........
parmak atarlar sanırım.
*
İhtiyaç
arzeyledi kırk yılda, bir,
Dâş-u
üryanım benim de hırkaya...
Hakka
tefviz eyleyip nâmusnmu,
Ben
dahi glrsem mi bilmem fırkaya?...
★
Çıkmadım Darülfünundan, görmedim Oksfordu
hiç;
Sanki şâir loncasında ben züğürt bir tâclrim
Hakkı yok irfanımın yükselmesinde kimsenin;
Kendimi
kendim yetiştirdim, alaylı şâirim!...
★
O kadar
çöktü züğürtlük başa kim
Ne rakım kaldı evimde ne moze
Şimdiden sonra mekânım elbet
Ya tımarhane ya darülaceze.
SIRAT
KÖPRÜSÜ
Üsküdar köprüsünü kurmaya kalktık eyvah,
Sırtımızdan
atacakken yaşayış törpüsünü;
Bir cehennem gibi madem kİ «Boğaz»
meselesi,
Kuracaklar demek üstünde Sırat Köprüsünü!...
İSTANBULLULARA
Halkı onblr sene çıldırttı yeşil saha diye;
Ali'ye
kaç der iken tut dedi -Kırdar- Veli’ye,
Çok
şükür hayr-i halef oldu ona Fahreddin,
★
İntihapta
uyalım, uyalım Avrupaya,
Seçelim
doğru yolu kendimize:
«Benzeriz
biz bize!» dersek hal&,
Benzemez
kimse bu dünyada bize!...
★
GEBERENDİK
KATİL
«Türk adliyesinde jüri teşkiline lüzum var
mıdır?» anketine ü<-
tad Hüseyin Rıfat şu kıtasile cevap vermiştir:
Düşünün ey jüriyi istemiyen doktorlar
Hiç de mi aklınıza gelmedi Habil, Kabil?
İşletirler adama öyle cinayetler, ki
Öldüren kimse zavallı, geberendir katil!
«Küçük E§ref» nâmiyle mârui
bulunan ünlü hiciv şairi Necdet
hâlen Kasımpaşa nahiyesi müdürüdür.
BASINA
KIT’A
Sanki
azmış gibi omrondakl yük,
Üstelik
bir de gelip çöktü (Baban!)...
Bu
ağır sıklete bel vermek güç:
Ey
basın! v&lidenln hâil yaman!...
★
ORHAN SEYFİ ORHON’A
Paşaya, partisine o kadar dil uzatma,
İki
gözden olursun ey Orhan Seyfi Orhon!.
Tazyik
neticesinde yırtılmamış olsaydı,
Halk
partisi malıydı halâ kıçındaki don!.
★
KITA
(•)
Bir
cevap vermedi tebrikime, mahzun etti;
Dil-i
nâşâdımı, şâd eyleyecekken nstâd...
Hem
teessür duyarım, hem onu mâzur görürüm:
Bilirim
çün bunu idrâk edeme* (Nevaâd!.)
{*) İstanbul Emniyet müdürü
sayın Nevzat Emrealp'ın yılbaşı
tebrikine cevabı geciktirmesi üzerine.
★
Müslüman
olmanın evvelleri beşken şartı,
Koca
bektaşiye sordum, dedi; şimdi altı;
İnsanın
kendiisnl bilmesi altıncısıdır,
Her
kim kendini anlarsa yemez bir haltı.
r~-- —- --
ŞÂİRİ PEDERZÂT FALİH RIFKI ATAY’IN
NEFİS BİR GAZELİNDEN
Bilsin ne kadar varsa muha’if ukalâsı
Hoş geldi bana Londra’nın âbu havâsı;
Baştan
başa gezdim ve dolaştım otolarda;
Gördüm ne kadar varsa ahelâ» siyle «melâ»
sı
Duş, banyo yapardım sabah erken uyanınca;
Tok
burda fakat bildiğimiz «kurna» safâsı.
Aslına mutabıktır.
Hüseyin RIFAT
Kir
A <*)
İktidara
bağlılığı
Rem
amelde, hem niyette...
Top
sökemez mevkiini :
Kemâl
Aygün (Emniyet) te (!...)
(*)
Emniyet Umum Müdürü olması üzerine. (1963)
★
KITA
Dürüst mebns seçimi bizde bir emr-1 mnhâl
T& kıyamete kadar sürüp gidecek bu hftl...
Her seçimin altından bir (Çapanoğlu) çıkar:
(•)
ödemiş hâdisesi buna yeni bir misâl!...
(*) TOmrfcii Vali Cevat Çapanoğlu’nu ödemiş
kaymakamı iken
demokratların şikâyeti üzerine yazılmıştır.
★
RAUF
ONURSAL*A
-Sayın İnönü’nü yurd dışı
edelim, demesi ûanrine-
Yanar dağ misali ateş saçmakta
Sağına soluna Rauf Onursal!...
Kendisi
ne kadar cclâlll İse,
«Şamlı
Melek» (*) hanım o kadar uysal!...
(*) Tepecikte oturan Şamlı Melek hanımın
Rauf Onursal'a olan
yakınlığını İzmirde bilmeyen yoktur.
★
BEHÇET
KEMAL ÇAÖLAR’A
—
I
—
Behçet
Kemal Çağlar deyüp geçmeyin,
Br
dostu bir dosta, satar götürü,..
Bile
bile onun ile ülfetim,
Pastırmayı
sevdiğimden ötürü...
—
II
—
Fren'em-mez üstad Behçet Kemal Çağlar’ın
Şairliği, duygulan ve heyecanı...
Ustalıkla
bir konuyu ele atanasın:
Mis
kokulu bir muz eyler bir patlıcanı...
KFTA
(*)
Blrleşlp
seçime batılmak olmaz,
Hay&l kırıklığı bu fikrin sonu...
Şüphesiz ya dardır, ya boldur durmaz:
(Ali) nln kıçında, (Veli) nln donu...
(*) 1067 de müşterek liste ile partilerin
seçime girmeği arzula
malan üzerine. +
KITA
Başkalarının
zevki benim zevkime uymaz;
Hiç şüphe yok ki bunda, şairlik duygum
sâik...
Çoklarının işinde hissi hayvani üstün,
Benim İse s....... dc
hissi bedii, fftlk!...
★
KIT’A
(*>
Selâm
sabahı kesti diye Necnıeddin Kurdcs.
Yüreğimde
şüpheler belirdi düğüm düğüm...
Onu
tanıyanlardan birine sordum, dedi:
—
Kusuruna
bakmayın vali oldu düdüğüm!...
(*) Bitlis Valiliğine tayini üzerine
çekilen tebrik telgrafına "e-
vap vermemesi üzerine.
★
V&li
Paşa Destanı
FELEK
HAYRAN OLDU (!)...
tik önce gösterdi bana boyunu.
Birdenbire değiştirdi huyunu,
İçti
nâmerd çeşmesinin suyunu.
Sonra
etti malûm olan oyunu...
Kolayca
sırtımı getirdi yere.
Felek
hayran oldu bay Tetklner’e...
Eremedin),
ben bu işin özüne,
Nasıl
kandı fâsidlerin sözüne.
Ciğerimi
şikâr etti közüne,
Ptre
kadar görünmedim gözüne...
Böyle bir gazanfer görmedi küre.
Felek hayran oldu bay Tetklner’e...
DEHALETNAME!
-
İsmail
Hakkı Paşayn
Dediler kİ şimdi yiirck dağlayan
Nafüe yorulur, hem aç kalırmış;
Fakat huzurunda bir el bağlayan
Kem yağ bulabilir, hem gaz alırmış
Şu sebeple sana olup da bende
Deryayı cûduna dalmaya geldim
Yâni dağıtılan erzaktan ben de
Ölmiyecek kadar almaya geldim
Avutuldumsa da hoş yalatıl arla
Akına gitmedim boş plânlarla
Ve bugün bir sürti aç kalanlarla
Blrleşij kapını çalmaya îclfflm!
İşler iyileşti ama gitgide
Nc un bulabildim ııe de bir pide!
Binâenaleyh ben devlethanede
Bikaç ay misâflr kalmaya geldim!
Fazıl Ahmet Mart 1917
★
İKİ
BEYİT
- Süleyman Nazif Bey için
Ziybüfcr vermek için devleti Buhtunnasara
Gitti Bağdada fakat bâde harabülbasra!
- Celâl Muhtar Bey içiu
Güneşin kalbini versen ona kör kandil eder!
Nura
boğdurmak için zulmeti iskandil eder!...
Fazıl AHMET
Sürüye
saldıran kurtlar misâli.
Yuvamı
dağıttı, aldı veb&ll...
Merhamet,
mürüvvet kesesi hâli:
Böyle
mi olmalıydı bir vâll?.
Yeğitliği
destan oldu dillere,
Felek
hayran oldu bay Yetklner'e...
Ne
nefes kaldı, ne ses can kafesinden bezdim.
Bani
ey dest-i ecel b&de-l zehri ezhertn?...
Aksırıp
öksürerek geçti canım amma,
Veehİ
mnrdanna bir hayli tükürdüm dehrtn.
Emin Hâki
★
JVleratip
ehlini Abdülhamidin etseler tasnif,
Eşek
ıriâ, katır balft, öküzdür Miımlrani...
EŞREF
★
Terk
edip küfr-i inadı ihtida etti Ziya,
Hazreti
İsa sevindi, hiddet etti Mnstafa...
Zileli Avukat REMZİ
★
İlm-i
irfan paradır, nafile yalvarma baba.
Kim...... er
yoksa paran sen gibi divâneleri...
Baba HÜ8Nİ
★
Şu
siyaset denilen arsada at koşturanın,
Sağlam
olmak gerekir faytonunun dört tekeri...
Nice
bel bağlasın insan ki bu korkunç gidişe,
Uçurumdan
tepe taklak atıverdi Peker’H...
Etem KIRKIL
★
ÜSKÜDARLI
TALÂT’TAN
ÜSKÜDARLI
SÂFİ’YE
Bir b....
yemedik gitti şu dünyayı denide.
Sen
ben ikimiz işte sufuf-u şuaradan...
Sen
tab’ı mellnle dem&dem müteessir,
Ben
kabzı muaıınldle dil ftzan veradan...
Eskiden
verirdi bana pek değer,
Nerde
o bildiğim Ethem Yetkiner?.
Sanki
bu o değil, bir şahsı diğer:
Bu
kadar yanmazdım bilmesem eğer...
Beni
yerden yere vurdu hiç yere,
Felek
hayran oldu bay Yetkiner’e...
İzmir 1957
1957 seçimleri arifesinde
demokratların şikâyeti üzerine Ali
Ağa nahiyesi müdürlüğünden uzaklaştırılan Necdet At'lgan bu del-
tası yazıp Ethıem Yetkiner’e göndermiştir
İKİ
KIT’A
Kerbelâ
röleninim bence miiraccah, herkes
Küpünü, testisini dolduruyorken dereden
Kendi ibdum olan tali-i menhusumla
Bir musibetzedcyim kurtulamam cendereden
Tevflk
Nevzat ÇAÖDAŞ
★
Hâdisat-ı
dehre şöyle bir nazar kılmak yeter,
Dp
uzun tasvire h&cet var mı izmlhlâlinl...
Oldu
defterdar nihayet çağlayanlardan bile.
Var
besab et âsiyab-ı devletin sen h&lini...
Abdullah
ÇAĞLAYAN
★
Şairlere
dair
ABDÜLHAK
ŞİNASİ’YE
Yar mı şairler içre çıkacak bir nâslye
Meydan okumak İçin Abdülhak Şln asiye!...
Gerçi sazı eline kırkından sonra aldı
Fakat Faruk Nafizden bile mükemmel çaldı!
Bir
kere veede gelip şöyle dedi mi: hey, hey(...
Tanında
yaya kalır Türk şairi Emin bey!
«İleri»
yİ «Yann» ı geldi haraca kesti,
Şair
olmak beyimin nerden aklına esti!
Bir
meydana çıktı ki, altüst oldu işimiz,
Tay
düştü elimizden, kırıldı kirişimiz!
Geçende
Nihad ona galiba «rostan» demiş,
Bir
küçücük saksıya yanılıp bostan demiş!...
Aydede: 19 Ocak 1922 KANBEK
★
KIT’A
Şairim,
der de, tufeyli yaşatır gövdesini,
Dayanıp
köhne, Nedim artığı bir kaç satıra...
Nice
yıldanberidlr aynı sakız, aynı geviş,
Nice
yıl var ki, doğursun diye baktık katıra...
İbrahim
Alâeddin GÖVSA
MÜSLÜMAN
OLANLARA
«İnmemiştir yere Kur’an, bunu hakklie bilin
«Ne mezarlıkta okunmak, ne de fal açmak İçin.»
MEHMET ÂKtF
Nc kadar doğru bu söz, hey gidi cahillik hey!
Okunup
üfleniyor türbeye lıâlâ bir şey.
Okunur
mü bilmem bir çürümüş kabre dua?
Ne
zaman kahrolunacaktır bu cehalet acaba?
Acaba,
hep acaba?... İşte kabahat burada.
Ne
fesat kaynayacaktır bn gidişle arada.
Böyle
zulmette gidersek yine biz orsa boca.
Bakarız
çıkmış uzaktan yeni bir Mehdi Hoca.
Kara
Kuvvetten, evet, Mehdi çıkar, Cinci çıkar.
Bu
bataktan ne bir elmas, ne de bir inci çıkar.
Okuyup
taşlara, din biLmiyen insanlar İçin,
Ne
kadar varsa burafat, o mu sermayei din?
Yeter
artık yeter, ey ehli İbadet uyanın,
Yanmasın
sonra nedametle, nedametle canın.
Türbe yok, tekke de yok, başka tarikat dahi
yok,
Müslümanlıkta hidayet yolu zira pek çok.
Vatanın
dini bugün, hakka İbadet yalnız.
Bunu
öğrenmeliyiz hasılı cahil kalırız.
Ne
demiş, bak, koca Âklf, koca dindar şair,
Okudukça
okurum, ruhuma bir cezbe gelir.
«İnmemiştir yere Kur’an bunu hakkiie bilin
«Ne mezarlıkta okumak, ne de fal açmak İçin.»
Bizi
irşad edecek işte İlâhi bir söz,
Oynatıp
durmıyalım perde de artık karagöe.
Diyelim
şekil hurafata çekilsin de yekûn.
Arayan
kalbi seliminde Hâdayı bulsun.
İşte din, işte hidayet bize, hergün Yasin
Okuyup kamdedellm kıblede, Allah bilsin.
★
16
MART, OĞLUM SAFFETE
Bugün İstanbula keyfince ezip çiğneyerek
Hurdahaş eyledi bir süngülü küffar alayı
Kimse bir şey demedi vâcib iken hep ölmek
Hepimiz olduk o gün kâfir-i bl&r alayı
Beni affet çocuğum, affını bekler gönlüm
Duymak isterdin o gün sen babanın öldüğünü
Sana bir nam-ı beka bahşedecekti bu ölüm
Scnk-I kabrimde yaşardı bu cihadın da günü
Babanın kabrine ömründe sakın atma adım
Ben bn yevm-i elimin şahidi oldum, yaşadım!
★
GAZEL
Yatanın boş yeri yok kabr-i kazadan gayri
Kazma bir şey bulamazsın şühedadan gayri
Her köyün her kadını böylece feryad ediyor:
cKitnse açmaz kapımı bâd-1 sabadan gayri»
Sana ey nazlı vatan söyle ne yaptık bizter
Bunea yıl kahır ve belâ, cevr-1 cefadan gayri
Hangi bir mahkeme affeyleyecek cürmümüzii
Ruz-i mahşerdeki eltaf-ı hüdadan gayri
Yurdu kurtar
da İlâhi bizi sen ateşe yak
Ne gelir başka elimden bu duadan gayri
Gâve Destan;: 1923 Oâve-i
Zalim
(Hüseyin Suad YALÇIN'
İSTİBDADA
HİCVİYELER...
Posta
yok, gelmez sefine, telgraf asan hiç!
Bir haber varmı deyü, herkes bütün gün
lerzede
Ağlanır Bingazinln- elhak şu bahtı şûmune
Yer değil; sanki zcvalb keştll sâhllzede.
Telgrafı,
vapuru, postası, yokmuş! Kime ne?
Fikri ummanı hükümet bu; görnnmezki dibi
Bize Bingaziyl tarif ise maksat, nice gün
Yaşadık biz de efendi! Küreden ayn gibi.
İnsan denen şu yırtıcı hâin denilerln
Gördükçe şeyylatını ben, lânet eylerim
Ettim teneffür! Öyleki çirkin o levhadan
Daldıkça şekli hilkatime; nefret eylerim.
Evlilere, bahusus derdi maişet bela
Yüklenemez barını, olsa kişi evliya
Sarfı nefes eyleyüp, pâre kazansa ne var
Şeyhi kerametfüruş, evllmldir? Evli ya.
Çekemem minneti İzzetşikeni yük çekerim
Süfeha dergehine halimi iş’ar etmem
Elmel savml zaruri ile can servem eğer
Lokmel minneti dunan ile iftar etmem.
★
Bırakıp
gayreti, her zevk-ü sefaya daldık.
Şufen-i
himmeti derya-yı hevâya saldık;
Cib-i millette ne bulduksa tamamen çaldık.
Akıbet, bak ne yaman hufre içinde kaldık.
İşlden
yok, başa püsküllü belâlar aldık...
Yazık
eflâki tutan sıytımıza, şanımıza;
«Kâfir ağlar bizim ahval-1 perişanımıza!»
Gündüzün cerr-i menafi, gece, sâkl bol sun!
Kime ne, ehl-1 elem matem edip saç yolsun!
Gül-ü sadberk-1 vatan ister ise hep solsun!
Durmasın tek, kasa, sandık, sepet, anbar, dolsun!
Elimizden ne gelir, çeşml sitem kâr olsun!
Yazık
eflâki tutan sıytımıza, şanımıza;
«Kâfir
ağlar bizim ahval-i perişanımıza!»
Milkl
tahribe koyuldu bir alay btnamus;
Neş’e
yok ortada her cana çökmüş kâbûs.
Edilen
mel’anete söz bulamaçken kamus.
Bir
de asayiş He sözde memalik mahrus,
Hande,
asayişe, bu hıfzı belâda, efsus!
Yazık
âflâkı tutan sıytımıza, şanımıza!
«Kâfir
ağlar, bizim ahvali perişanımıza».
İstiklâl Harbinde
Afyonkarahisar’ın işgali esnasında Ziya’da
■3İr çok kimseler gibi şehri terketmek üzereydi. Ordumuz şehre eği-
tince evvelce verilen emrin hilâfına dışarı çıkıldığından bir çok
itimseler meyanında Ziya da hapsedildi. Günler geçiyor, keodilerile
meşgul olunacak vakit bulunamıyordu. D işarda Türk olmı yanların
mallan için komisyonlar teşkil edildiğini haber alan şair mahpeste
şu kıt’ayı yazıyor:
Bir alay eşhası metrûke yatıp durmaktayız
Perperlşan güncü mahpeste soran yok ya ahi!
Bir komisyon bari eylerdi teşekkül blzlere
Heşke emvali metruke olaydık biz dahi...
DEVRİ
İSTİBDATTA KANARYA
Kuşcağız sendemi dilteşnei hürriyetsin
O, ufak cüsseye sığmaz, ne bu feryadı medlt
Âdem oğlu seni hoş savtın İçin kor kafese
Sııskl âzâdcllğe susmada var, varsa ümit
ADANALI ZtYA’YA NAZİRE
Gül soldu ise hazan utansın
Cürmü ne ki bâgbân utansın
Duysun da figanı kalbi zârım
Zâr etmeğe biilbülân utansın
Bir ah teri şu’Iedâr idim ben
Düştüm ye ir âsman utansın
Çiğnenmedeyinı c-üyûşi gamla
Bu halime hâkdân utansın
Oklumsa zelil teessüf etmem
Zillette koyan zaman utansın
Fâş etmez idim bu razı aşkı
Âfâka çıkan figan ntansuı
Feryadım
ederse halkı bizâr
Bundan bana ne cihan utansın
Şu
haline bak utan diyorlar
Ol afeti bîenıan utansın
Çeşmimden
akan slrişki âle
Baksın da sebep olan utansın
Bu
şi’rl hazinini Nezlhâ
Duysun yine şairan utansın
Şimdi siperim belâyı kahra
Bilâneyim âşiyaıı utansın
KAFİYELER
Vâmûs u hamiyyet İle hürriyet-i âlem
Yıllarca sürüklendi, didiklendi, ezildi.
Zahmın
yetişir ey kara sîm&lı cehennem!
Korkaklığın, alçaklığın en
sonra sezildi
Vicdanları zindanlara, gayyalara attın
En sonra da, lânet! Yine kendin, yere battın.
En sâkin ocaklar bile ;öl;en İle nigâh
Bir mezbaha-i kalb ü fazilet oluyordu.
Gördükçe, düşündükçe ve duydukça da eyvâh
Erler, analar, tâze gelinler soluyordu.
Vicdanları
zindanlara, gâyyalara attın.
En
sonra da lânet yine kendin yere battın
Binler
yaşa gayret, yaşa cem’tyyet ü millet!
En sonra çamurdan bu beyaz ufka çıkıldı
En sonra yine - cy ulu Allah ne adalet!
Millet
seni pâbende-i hürriyeti kıldı.
Viçdânlan
zindanlara, gayyalara attın.
En sonra da lânet yine kendin yere battın
21 Tenumız 324 _ 1908, Bahçe No. 1
★
MEHMET ALİ 'ŞAHA
Kâfi., yeter artık, yeter artık kara katil!
Bir
millet-i mazlûme kİ, hiirrlyı^' müştak,
İrin
kusuyor, kan kusuyor, can 'tusnyor bak..
Gel
sahne-1 zulmündeki zuhnetleri hep sl(.
Ey
kirli, kızıl nâslye, ey hâkim cellât!
Baykuşlara
meva, sana me’kel midir İran?...
Bi
şüphe yann devrilerek tac-ı füruaan,
MUIet
sana hâkim olacak, sen ona münkart.
Ey
pençesi kan, dişleri ct parçalı çılgın!
Her
peröe-i tahtın koparıldıkça yazılsın;
Millet
ne demek, hak ne ve toprak ne demektir.
Sultanları,
kartalları, esnamı yıkan kol,
Elbet
vuracaktır sana da sille-1 tedtrlr;
Lâkin
o zaman sen de yıkıl, sen de geber, sen d.e harap ol.
K«*dm
mecmuası 22 Kânunuevvel 1324
Enis Avnl AKAGÜNDÜZ
—
241
—
(Kacırlyell) ve (Çubukçu zade)
Mehmet Sıtkı Akozan 1890 da
doğmuştur.
Meşrutiyet
yıllarında. «Hayâl» gazetesinde (Şinaver) müstear
adi ile mizahî manzumeler ve kıt’alar yazmıştır. Bir manzumesinde:
«Düşmedim körpe eriibler gibi şöhret peş’ne,
Kimseden istemedim kartıma
parlak unvan
DeAen; diğer bir manzumesinde de:
Dostlar
züğürt görüp bana sermaye verdiler,
Şair
diye konuklayarak pâye verdiler.»
Diyerek tevazu gösteren Sıtkı
Akozan, mizahî manzumelerini
ve hicivlerini 1330 yılın<la basılan (Divançe-i Şinaver) adlı eserinde
toplamıştır.
★
(DİVANÇE-İ
ŞİNAVER) den
SEFAHAT
PANORAMASI
Mirasyedilik cilvelerinden
Elde,
avuçta... ne varsa, evde miras-ı peder:
Dört dükkân, üç hane, bir meyhane, beş
yırtık aba!
Hepsini Beyoğlu uğrunda satıp etmiş heba...
Şimdi
«rıhtımda» bizim «bey zade» garsonluk eder!
FIRSAT
Yazıcı zadeye Bayram zade
Dedi: «Var kârlı bir iş, hem sade;
Yağ
işinden daha fevkalâde!
Derakap
bankaya simsar saldır;
Altı
yüz bin lira esham aldır;
Yağa
nisbetle bu halis baldır,
Bunu
uydurma, yalan söz sanma;
Sen
de koş bankaya, al, aldanma;
Hasret-i zerle efendim yanma!
Ey
kazanç ehli hemen arş ileri;
Bugün
erken tutunuz vezne'eri;
Çünkü
bak pirden aldık haberi.
Edebiyatı Umumiye Mec.
25/5/1918 Tahsin NAHİD
F. 16
TUHAF
ŞEY
Uzunca saçlarımdan, az buçuk
çapkınca tavrımdan:
Geçen gün verdiğim bir konferansımdan usanmışlar
Katıldım gülmeden., akşam biri anlattı lâteşblb:
Beni
de fecr-i âtlnnl meğer âzası sanmışlar!...
★
BABAMIN
NASİHATLERİNDEN
Rahmetli
babam, der idi, meb’us olursan:
Iskata
özenme, sakın oğlum vükelâyı...
Kürsi-1
hitabette yıkıp, kır ukalâyı...
Nazır
olamazsın hele mecliste uyursan...
★
ŞÜUN-U
ŞİTA
Almış
soğuğu dün gece bir genç belinden (!)
Müşkül
düzelir bir kere insan büzülünce:
Pek
tutmağa gelmez düşenin yolda elinden:
Kaymak
çoğalır kış günü donlar çözülünce...
★
ESKİLER
- YENİLER
Saz
çalar, ümml idi eski zaman şairleri;
Sözde
etmişler bu suretle cihanda iştihar!...
Muhtasar
ilâl ile bir elifi vava kalbedip:
Şimdi
şairler okunmuştur Iehülhamd (?) söz çalar!...
★
YENİ
İLTİFATLARDAN (!)
Âlemde
cmüı ol ki cesur şair olaydım:
Lâşek
seni, ben hâme-i hicvimle döğerdim!
Âlemde
emin ol ki eğer şair olaydım!
Emreylerdim
tardını ceffelkalem elbet;
Kanun
okumaz bey (!) gibi bir nâzır olaydım...
★
MEMURLUK
- MUHARRİRLİK
Ya muharrir veya bir münhale memur olsun...
Dayanan varsa mesaiye boğaz tokluğuna
Yeter ümid-1 terakki ile mesrur olsun;
Kesemiz
çoktan alıştı paranın yokluğuna!...
KIRACAK
ŞEY BULAMADINIZ MI?
Döğmüş
şu kızıl şairi, Bulgaryalı Türkler,
Hâini
O’na binlerce milis yoldaşı rarken;
Irkdaşlanmın
elleri dert görmesin amma,
Hiç
kol kınlır mıydı, o menhus başı varken?...
★
HÜSNÜ
KURUNTU
Bugün Moskof denen bir kel katır mevcut ki
âlemde
Sanır pespaye, menhus çiftesinden çok sinenler var!...
Fakat
bilmez kİ ahmak, boş ve koftur attığı tekme,
Sinen
yok, zırlayan İğrenç sesinden tlksinenler var!...
Eşref-1 ZAMAN
★
ŞA’İR,
ANLAMAYAN MA’ŞERİNE
«Nazım Hikmet»e:
Dinledi
vecd İle yalçın kayalar, ummanlar,
Bir
sana etmedi te’slr nevayi ’udum;
Yağmurun münkallp oldu acı göz yaşlarına:
ölü bir ufk üzerinde dolaşan bir bulutum.
1
Temmuz
1929 Dr. Abdullah CEVDET
★
AKIBETİNİ
BİLEN ŞAİR
Kimse baş çevirip te bakmayacak gebersem
Bilmem gönül ne cevap verecek şöyle dersem
Gayen ne bu mânâsız yaşayışta a sersem
Böyle paçavra gibi ömür sürüklenir mi?
1931 Sabahattin
ALİ
★
GEBERSİN
KIZIL KÖPEK
Tanımazdı
ne Allah, ne Peygamber, ne din:
Şu vatansız kominist, (Marko) cu Sabahattin
öldürülmüş kaçarken... Sanmayın kİ yandım pek.
Acınmaz
böyleslne, gebersin kızıl köpek!...
Eskişehir
— 12/Ocak/1949 Cemal Ogm
ÖCAL
Darülfünun İlahiyat Fakültesi hocalarından
Mevlevi Şeyhi Bâ-
ki 1886 de doğmuş 1943 de ölmüştür.
MUHAMMES
- Doktor Sami Mortan için
Abu güftanıı kesilmez çeşme-i Horhor musun
Vazu Reftarın tükenmez sahnede aktör musnn
Bu kurumla Türkocağından abınmış kor musun
Şehri İstanbulda Sami garp te ya Victor musun
Söyle ruhum söyle sen şair misin doktor musun?
Kıl ayıpsız ruhi tabanın serin ey mehlika
Tnru Musaya Bedel olmakta enlin ran uma
Veçhl meymunun da dansetmekte asar-ı sefa
Hasta gâmı derdi aşka aksine verdin deva
Söyle ruhum söyle sen şair inisin doktor musun?
Şlri
de (Victor Hügo) yahut (Nedim-i nüktedan)
Fenni tıpta zatı pakln İlmi Sinayı zaman
Âşıkı na-çare lûtfu İltifatın rayegân
El aman ey gönlümün varı efend’m el’aman
Söyle ruhum söyle sen şair misin doktor musun?
Bir acalp nesnesin ey ruzi-gânn safderi
Bin hava söyler Seraser zülfünün her te'leri
Görse Petrakl Yuvan der sen gibi ntehpeykeri
Cismi nanıevzunun elbet panayırdır yeri
Söyle ruhum söyle sen şair misin doktor musun?
Fenni tıbba sarfedeydln hoş
olurdu varını
Hicve meylettin görüp ayîrede ruhsannı
Pek soğuk tuttun bu vadide fakat rcftannı
Gâh yaktın gâh üşüttün Bakl-1 naçarını
Söyle ruhum söyle sen şair misin doktor musun?
★
OLUR
Sen
iskarpin giyersin; ayağında nal olur,
Ben
paçavra giyerim: Hint kumaşı şal olur.
Günde
yirmi dört saat talih yüntne gülse
Bizim «Mahmut Tesarl» bile Mahmut Bal olur.
Ne zaman İsmi geçse «Ahmet Emin Yalman» ın
Bay «Nadi» nln gerdanı İbik gibi al olur.
«Muhittin Üstündağ» a Donkişot gibi çatmak
«Ethem İzzet» c sorun acep neye mal olur
«Münir Hayrl» ne yapsa: Beste, güfte, proje
Yüzde doksan dokuzu ancak martaval olur.
Geçende «Necip Fazıl» bir adam yarattı ki
Kaç yüz dile çevrildi : anlatsam masal olur.
Radyoda, tecvit üzre, üstadım «Ömer Rıza»
Karmen operasını söylese maval olur.
Ne gün «İlyas Sami» yİ görsem Tokatlıyanda
Hatırıma ilk gelen Sarıkla sakal olur.
★
SABIK ARNAVUD KRALI ZOGO’YA
Mesti nazım kim kaçırdı Debreden yaya seni
Kim getirdi ansızın Istanbula âya seni
Emrine tahsis kılmış bay Meteksas bir katar
Eylemiş takip işittim on vagon eşya seni.
Arnavutluk böyle bir endişel hicret ile
Kırk bin isterlinle etmiş çok şükür ihya seni
Söylerim mahzı hakikattir piyazdan yok eser
Beklemiş tâ subhedek üç bin kişi gûya seni
Her gören ağuşu şahanende bir kundak ile
Aldanır sanmış efendim eski bir kâhya seni
Fark otelden, nuş edip bir viski bak enginlere
Neşelendirsin, avutsun, mavi bir rüya seni
★
FARUK NAFİZ ÇAMLIBEL
ESKİLERE GÖRE YENİLER
Zamane şairleri Yanlye Kânl derler,
İki
satır dizince adına mâni derler.
Çaldıkları ıslığa saf şiir derler çoğu.
Çektikleri sıtmaya vahy-i rabbani derler.
Altı
saatlik ömrü olmayan şiire bâkl.
Altı
asır yaşamış gazele fâni derler!
Nazma yumruk atanlar ya dâhidir, ya şair;
Musiki, renk ve mâna koyana cânl derler.
Eskilerin
bir ölmez şiir perisi vardı:
Yeniler
böylesini görse zebani derler.
Eskiler
İlham İçin gezerlerdi Adada;
Yeniler,
ver ellnl mezeci Yâni, derler.
Ayni
adam sanırlar bütün sakallıları,
Abdülhak
Hâmlde Hamld-i s&nl derler.
Devrin şiirlerinde her kim mâna ararken
Aklını oynatırsa, tesiri âni derler.
EskUer
böyle anlar yenilerin şl’rlni.
Yenilere
sorarsan, idraki mâni derler.
Çamdevlren
sorarsa, kimdir hakiki şair,
Memleket
yollarında Veyselkaranl derler.
it ÇAMDEVİREN
SON
KOZU
—Bana taş atana
İşte meydanı sühan, bak, seni erkekçesine
İki mısrada kırıp yıkmak İçin bekliyorum.
Beş kuruşluk kalemimden sakınan boş kafanı
Koparıp bir deliğe tıkmak için bekliyorum.
İnliyor kahn beyanımla perişan geceler
Dikerek dağlara gerdim bu eğilmez başımı.
K*rkmâdım, korkmuyorum şairim elbette,
adamım!...
Tnhh!... desinler ki, görürlerse benim göz yaşımı!...
Çöksün cdbar bütün cllvel devrin bakalım
Nesi vardır, ne yaparlar bu ser?zat kaleme?...
İşte meydan okudum, pişi celâdette yine
Zorlu bir ökçe vurup her kedere, her eleme!...
Şairim, heeeey! Bana vız gelmededir hayfü
rica
Yürü, gel karşıma çık, maskeni fırlat kenara.
Son kozun neyse getir, oyna da gör akıbeti
Çıksın artık bu matam da açıktan pazara
Orhan
Rahmi GÖKÇf>
★
KIT’A
Düşman
kapıda, biz yine bl kayıd ve mübalât:
Evvelce
nasılsak yine ayniyle o meşrep:
Hep «Sen ve ben» avaz-ı haris anesi heyhat!
öldür bizi, kahret bizi, mahvet bizi Yarap...
Süleyman
NESİB
(Süleyman Paşa zade Sami>
KITA
O’nu
hayvana teşbih, şüphesiz hayvanı tahkirdir,
O rütbe çünkü zlrnh âlemin menfurudur
Nâzım;
Tenezzül saydın amma hicvi sen ey âteşin Heccav,
Uyuz
bir İt kapunda lurlayorsa Hüşşt! demek lâznnl...
Eşref-I ZAMAN
HAVAİYAT
BİLMECE
Cühelâdan biri var, armuda benzer suratı
Kulağı kepçe, geniş ağsı hamam kurnasıdır,
Teresin öyle uyuz zırlayışı vardır kİ
Sanki çlngen Haşanın ağzı kırık zurnasıdır,
Üşütür insanı Temmuzda mizahi
yazısı
Hele ciddi yazısi çam dalı dondurmasıdır
Meyvelerden neye benzer diye asla sorma
Ahlatın hâlisidir, sanma Mısır hurmasıdır,
Eşeğin erkeği başka, dişisi başka olur
Bu eşek her iki cinsten eşeğin burmasıdır,
İşlemez kendiliğinden içi boştur kafanın
Yediği herze dahi başkasının kurmasıdır,
Gidişi, sırtı hamutiu deve vâri cünban
Duruşu, çifte koşulmuş öküzün durmasıdır,
Herkesi rengü sıfatla yaratır hazreti - hak
Fakat haUâk-ı cihanın bu bir uydurmasıdır...
İMİ LEYLEK
(Zeynel Besim Sun)
★
KITA
Bilgiden behresi yok, akî-u
dirayetten uzak
öyle timsal-i belâhat kİ yaban hergelesi
Hele vicdanı ararsan o da yok cascavlak
Bfel’anct heykelidir sanki o Devran teresi.
1947
Ekrem
Şen OZAN
|
Pcyami
Safa’ya göre: Nazım Hikmet
GÜNDÜZ: 15-XI~İ038
YtRMİBEŞ
KURUŞLUK KOMÜNİZM
Konya Cezaevinde,
vaktiyle Bursa. Hapishanesinde bulunmuş
Nâzım Hikmet’i iyi tanıyan mahkûmlardan biri anlatmıştı: Bursa
Cezaevinde mahkûmlardan biri komünizmin ne olduğunun merakı -
na düşer ve N. Hikıret’e gider, ona derdini açar. N. Hikmet:
—
Sok
elini cebime der.
Mahkûm çekinerek sokar.
—
Ne
kadar para varsa al... der.
Mahkûm alır. İki yirmi beşer kuruş.
Kızıl şair 25 kuruşun birini ona verip
birini kendisi alır
—
İşte,
der komünizm budur.
Bu hareket,
cezalının çok hoşuna gitmiş olacak ki, ben komü -
nist oldum, diye yine bir gün N. Hikmet’in yanına g'der. Cebine
elini sokuverir. Bakar iki elli liralık. Birini Nâzım’a verir, birini ken-
dı almak
ister. Fakat Nâzını bu sefer kızar. Herşeyi kemiyyete irca
3dea komünizm ve onun Türkiye başmümessili hiddetlenir, adamı
kovar ve elli lirayı zorla alır.
Bu hikâyeyi dinledikten sonra,
meğer dedik, komünizm ne de
ucuzmuş. Olmuşu 25 kuruş ediyor.
ir Serdengeçti
— 1040
BİR
PBOVAKTÖR ÜSTÜNDE
HİCİV DENEMELERİ
Ben
sadece söküp
bir-fitnenin otuz İki dişini,
Ve Babıâll kaldırımlarında döküp
geleceğini, geçmişini
Aldım omzuma işte bu teşhir İşini...
Bir
düşün ey yetimi Safa,
bir
düşün ve hatırla ki, son defa:
O,
takma aslan yeleli
Namık Kemal üstadın senin;
abanoz ellerinden
zenci
kölesinin
som altın taslarla şarap İçerek
ve «dldarı hürriyet» in dizinde
kendi
kendinden geçerek:
«Yüksel
kİ yerin bu yer değildir.
Dünyaya
geliş hüner değildir!»
demiş...
Sen
de yükseldin uyup
onun
sesine
«La
dam o Kamelya» nın fesli figüranlığında*
Ahmet Haşimin «degiistasyon» dakl iskemlesine...
Bir
düşün oğlum,
Bir
düşün ey yetimi Safa,
bir
düşün ve benden öğTen ki son defa:
FİKİR
dediğin
şeyin
Karabet
ustanın uduna benzemez suratı.
O, ne şapırtılarla çiğnenen bir sakız,
ne «Vatan - Slllstrc» de Abdullah çavuşun tiradı,
ne de «Bir akşamdı» da müteverrim bir bayan ilâcıdır.
Aydabir
mecmuası: 1935
«NAZIM
HİKMETE» HİTAP EDEN BİR ŞİİRDEN
Bugünlük senin ağzını kullanacağım: Ulan
Yalancı pehlivan!
«ölüleri
rahat bırak oğlum»
Dedikten sonra bilmem kime çatmak İçin
Ve bir kaç afi satmak İçin
Bu millete milliyetini duyuran,
Zulmü, istibdadı, tahakkümü kıran
Büyük Ttirke, Namık Kemale sövmek,
İçtiğin
Moskof şarabının neş’esinden olsa gerek?
Dünün
büyüklerine bngün söven;
Yann
da bugünün büyüklerine söver...
Bayım,
apaş ağzlyle yalnız kendisini över!
Galiba aynaya baktın kİ
Takma arslan yeleli
Aksini gördün,
Ey
yetim i vatan!
O vatan kahramanı sürgünlerde
çürürken bile
«Felek ber türlü esbâb ı cefasın toplasın gelsin
Dönersem kahbeyim millet yolunda bir azimetten!»
Derdi
Ve...
Sözünü
ispat ederdi!
Sırtlan
tabiatlı nebbaş!
Ulaaan
Boynundan yaralı
Kızıllı karalı
Engerek!
1935 Abdütbâki
Gölpmarlr
★
HAKKI
PAŞANIN BUYRULTUSU
Silivri nâlbi
Şeriat haini
İ’l&mını okudum
Kahkahayla güldüm
Mühr-ü müeyyidemi basarını
Seni mahkeme kapısına bsarım
Bir
inkılâpçılık ruhunun coşkunlu ğule ve halk diliyle özlü şair-
ler yazan Behçet Kemal Çağların, yekin dostlarından başka kimse
hiciv ve mizah cephesini tanımaz.
Behçet Kemal
Çağlar’m (ATATÜRK’E RAPORLAR) adı ile
ATATÜRK öldükten sonra her ay bir defa nöbetçi subayın mafev-
kine rapor vermesi gibi bir manzum rapor hazırladığını o zamanlar
duymuştuk. O eserden ve yakınlarından ele geçirdiğimiz bir iki
parça:
Seni anlatmağa ne akıl erer, ne dil
Keramet İzhar ediyormuş Mlster Çörçil
«O daha dünyaya lâzımdı» derken;
Ne
vardı gidecek bu kadar erken?
İşte böğrümüzde kaldı elimiz
Nenlesin bizim Büyük delimiz?
Küçük
akıllılar para etmiyor!.
İrkilmez,
Ata çocuğu İrkilmez,
Zabt
edilmez Atam zabtedUmez,
Bh vatken senin kalenin burçları
Bakışlarımız kılıç nçlan...
Bekliyoruz,
devrimin! biz;
Çökmeyeceğiz
diz!.
İsterse
refah kahrolsun,
İsterse
hayat zehr olsun,
İsterse
kurşun düşsün,
Yanımıza,
belimize!.
İsterse
yeni velinimetler,
Geçinmek İçin bir dilim kuru
ekmek vermesin elimize
Yer sarsılsa yerinden,
Dünya
düşse peşimize.
Ne
senden vazgeçeriz,
Ne
senin eserinden.
Meclis
müzakereleri sırasında ikişer satırla çizdiği portreler
de defterden deftere naklolunmuştur. Meselâ şiir okuyuşu hir tu-
haf olan rahmetli İsmail Habib Sevük’ün büyük hayallerle ko-
nuşmasını şöyle tasvir etmişti:
Ne kadar konuşsa şu demek hepsi
H&mldane edâ ve Burhan Tepsi!.
Rasih Kaplan hoca için
Sana ceddinden bir asil kan düştü;
Dikkat hocam; dikkat perukan düştü!.
Konuşmayıp konuşmayıp da bütçe
müzakerelerinde sadece
Manisa bağlarında kükürtten bahseden Yaşar bey için
Kitabe! sengi mezar
Der hazretl mir Yaşar
Fikri sâbltinden mürd oldu;
Kükürt
derken, kükürt oldu!
★
Refik
Koraltan için
Yirmi
yıldanberi öter cırcır o,
Meydanda
Finten yok, Davalaclro.
Mebusluktan ayrılmağa v'edanen
karar verdiği günlerce yaz-
dığı (İki ses) adlı şiirden beş on satır
Dışarıdan
herkes Böyle uslu
yavaş..
İçimden
bir ses Savaş, savaş,
savaş!.
Dışarıdan
herkes Görmemiş ol,
savuş!
İçimden
bir ses Konuş, konuş,
konuş!
Dışarıdan
herkes Tıkırında işin,
İçimden
bir ses Düşün, düşün,
düşün!
Dışarıdan
herkes Bu güne uy,
barın;
İçimden
bir ses Yann, yann,
yarın!.
★
Uzun iboyu, devamlı ihtirası ve
ayni zamanda bön görünüşüy-
le bir meşhur merhum siyasinin iki satırla portresi
Yüzünden bönlük akar, içini benlik oyar;
Ey
vatan bostanında yetişen seçme hıyar!..
★
Yanında bir züppe İle bir
arkadaşına hıyanet eden Pakize ad-
lı bir kadının ilki satırla hicvi
NATÜRMORT
Bir hıyarla diz dize
Mes’ud armut Pakize!.
★
BU
ŞEHİR
Neleri
gördü bu şehir, neleri;
Dâhisi,
kurnazı, divanesi!
Kimi
bahçe nanesi yedi, kimi yaban nanesi!
Bir tak kurmalı bu şehrin ortasına
Ye yazmalı üstüne;
Börekçi
Haşan ustanın İmalâthanesi!
14-4-1961) Behçet Kemal
ÇAĞLAR
Onlar
asil doğmuşlar, çocuğum bize de asil ölmek kaldı.
Şu kapı altm anahtarlarla kilitlendim, diye
öğünnıesln. Yum -
ruklarla, taşlarla, baltalarla kırılacaktır.
Bu
uzun gölgeyi boyun mu sandın?
Büyük adamlarla konuşmasını bilmiyor
demişsin... Bu, onun
suçu.. Kendini büyük adam bilmek te senin suçun.
Bu İnce ağacı yapıya yaramaz diye bir
köşeye bıraktılar; gü-
zel bir bayrak direği olabilirdi.
Tekerlekleri dört köşe bir arabaya
bindirdiler bizi. Bir gidiş-
tir gidiyoruz.
Bana al dediler, mor dediler, yeşil
dediler... Fakat kendileri
kara’da kaldılar.
Arif Nlhad Asya
*
FELEĞE
ARZUHAL
Tamam kırk senedir tuttun yakamdan
Böyle midir sende adalet felek?
Kurtulmadım gitti elemden, gamdan
öldürmek mİ fikrin nihayet felek?
Ne
rütbe verdin, ne nişan verdin;
Ne
kahve, ne dükkân, ne de han verdin;
Ne
fındıklık verdin, ne fidan verdin;
Nedir
bu yaptığın rezalet felek?
Toksuzluk
içinde niçin solalım?
Kime
yalvaralım, kimi bulalım?
Gel
seninle muhakeme olalım;
Sende
mİ. bende mİ kabahat felek?.
Trabzou Baba SALİM
¥
ŞİİRLER
MECMUASI
Yepyeni
bir şiir kitabı.
Otuz iki sayfa,
tki yüa yetmiş mısra;
tkl yüz yetmiş mısra ama
Eş mâna?
Nurullah
Ataca sormalı!
Hâmit Macit SELEKLER
—
264
—
Orhan Veli’nin
kendini anlatan bir şiirinden şu parçalan ala-
cağım
Ben Orban Veli,
«Tank olda Süleyman efendiye»
Mısraı meşhurunun mübdll,
Duydum M merak edlyormuşsunuz,
Hususi hayatımı,
Anlatayım
Evvelâ adamım, y&nl
Sirk bayvam falan değilim.
Burnum var, kulağım var;
İspanağı çok severim.
Püf böreğine bele.
Biterim.
Şiiri nasıl
buldunuz, hoş değil mi? Evet hoş, hem veciz. Sana-
tına, şöhretine bais olan bir mısralık şaheserini ve husus! hayatını
edebiyat tarihine bu selis ve mufassal tercümesile kendi kalemle-
rile geçirmek lütfunda bulunmuşlar. Mükemmel bir oto biyografi ve,
ve mükemmel bir ispanaklı şiir!
Hazret de
galiba İspanağın şiirlerinden daha kıymetli olduğu-
nu anladı ki, okurlarına ancak bununla yutturmak istiyor
ZAPARTA
★
Son gelen
gazetelerin birinde meşhur şair Orhan Veli’nin ay-
nen bir şiirini okudum
TECRÜBEDİDE
Hanginiz bilir benim kadar
Karpuzdan fener yapmasını.
8edefll hançerle üstüne
tiülcemal resmi çizmesini
Beyit düzmesini,
Mektup
yazmasını.
Yatmasını,
Kalkmasını,
Bunca yılın Halimeslni
Hanginiz bilir benim kadar
Memnun etmesini.
Değirmende
ağartmadık biz bu sakalı!
Orban VELİ
Şairimiz iyi
şair, mecmua iyi mecmua ama, buna dinliyen. ar-
kaçlaş dayanamadı da şiire şu İlâveyi yaptı
★
Bn
manzumeyi yazan deli.
Basan
deli.
İıma
Orhan Veli.
•k
Aman,
mahkemelik oinuyatum, şaka bu şaka.
★
Orhan Veli’nin
Neler yapmadık bu vatan İçin
Kimimiz öldük.
Kimimiz
nutuk söyledik.*
Diye
(konuşması, Eşrefi büyülten, hattâ doğrudan doğruya biı
karaktere sembol olan şu beytin tercümesinden başka nedir
«Cihadın fazlını İlân edersin herkese amma,
Kaçarsın ordudan «vız! vız!» edince daneler
vâtz!»
Milliyet:
22-6-1953 Tank
BUĞRA
★
İşittiğime
göre büyük tâcirlerden birinin evine bir hırsız gir-
iliş. Yükte hafif pahada ağır ne varsa, cebine indirdikten sonra ev
rahibine bir muziplik yapmak istemiş. Sağa sola bakınırken, ara-
cında bazı politikacıların da bulunduğu bir fotoğraf geçmiş eline
Tutmuş kalemle kimine sakal bıyık, kimine
boynuz takmış.
Şaka
olduğunu anlatmak için de resmin altuıa şöyle yazmış:
—
Hırslı
alayı...
ÇETİN ALTAN
|
EŞEK İHRACI KARARI MÜNASEBETİLE
Eşek İhracı hükümetçe tekarrnr etmiş
Haklıyım doğrusu teu buıtdan esef ettimse
Bu kararın hele tatbikine geçsin millet
Korkarım kalmayacaktır ukalâdan kimse.
EŞEK İTHALİ KARARI MÜNASEBETİLE
Eşek İthali de serbest oluvermiş artık
Şimdi dört gözle o mahlûkları herkes bekler
(Kodaman) cinsi dururken bu ne zahmet bizde
Haklıdır doğrusu hem küsse bizim Eşşekler.
Haindi ARALIK
GEÇMİŞ ZAMAN OLUR Kİ... |
Bİt defa daha hatırlıyorum. Sene 1950. Birinci
Menderes Hü-
kümeti pek yeni kurulmuş. Henüz ilk iktidar günleri. Ankara Palas-
ta tesadüfen beni gören Menderes, her zamanki nezaketüe, ertesi
gün için Başvkâlette bir kahve için biraz «lâf atmağa» çağırmıştı.
O gün,
odasındaki alçak yuvarlak sigara masasının etrafında
karşı karşıya şundan bundan konuşurken, bir aralık coşmuş, elile
masanın üstündeki camı kıracakmışçasına, vurarak
Biz o sağır
gibi burasını tapu ile almadık. Bugün ben varım,
yarın elbette bir başkası gelir. Biz politikayı spor telâkki ederiz.
Onlar gibi hayatımızı sandalyaya bağlamadık.
Demişti. Hey
gidi günler hey! Şu devlet koltuğunda, oturmayı
bir merak ediyorum ki sormayın. Ne var bunda ki bir ilişen bir da-
ha kımıldamak bilmiyor, Yârabbi?
Doğan
Nadi
Cumhuriyet
5-12-1955
F. 17
VE
HİCİVNAME-İ
ORHON’DAN
Bir göz görüyorum karşımda
Dünı!
Düm!
Düm!
Düzlük
içinde
Asılmış kalmışım orta yerimde»
Aşmalı Mescitte,
Güm!
Güm!
Güm!
Gümbürtü
içinde!
MAHKUMLAR
Herşey
göklere doğru büyür.
Salkım söğütün dallan müstesna
Canımız,
Cânânımız hürriyet!
Sen de büyü
Bizim tarafa.
★
DÜNYA DÖNDÜKÇE
ÜMİT FAKİRİN EKMEĞİ
YE MEHMET YE!...
Orhan Murat ARIBURNIT
DÜNKÜ
BABIÂLİDE HİCİV
Şu setiz on senedenberi meşhur
ağızarı ve meşhur kalemlerin
teati ettikleri küfürler yazılsa bir cild kitap olur ve zannederim ki
tenkid namına onların bundan başka eserleri de çıkmaz ve çirkin
sözlerinden bir ikisini hatırlayabildiğimiz kadar hatırlatalım «Ma-
halle piçi», «Lâğım ağızlı», «Şengül hamamının sermayesi», «Ciyfe»,
«Dar pantolonlu kart züppe», «Mektep kaçkını», «Âdet bezi». <tğ-
renç cibilliyet», «Sefil», «Hergele»...
Cumhuriyet
14/7/1028 Peyami
SAFA
BABIÂLİ
KORİDORLARINDA HİCİV
İKİ AHBAP ÇAVUŞLAR!...
BabıâMde iki
ahbap çavuşlar vardır ki senelerdemberi dört
yapraklı daracık sütunlar üzerinde Viyana hokkabazlarına taş çı-
kartan bir maharetle orta oyunu oynar, şaklabanlık ederler.
Meşrepleri,
mezhepleri, siyasî akideleri kıbti imam gibi karan-
lık, belirsizdir. Apaş tarzını şiirimize ilk aşılamak, külhanbey edası-
nı edebiyat çerçevemiz içine almakla meşhurdurlar.
İlim ve ahlflk
koridoru bu zavallılar için zindan dehlizi kadar
karanlık ve oan sıkıcıdır.
Yine bunlar
nazarında fazilet, haysiyet, teneke bir oyuncak gi-
bidir, birisi kırılınca diğeri alınır.
Memleket aşkı,
inkılâp ülküsü bu biçarelerin ceplerinde esen
havaya tâbidir.
Yıllardanberi
her davulun tokmağım vurmuşlar, her sezilen
menfaate fak kurmuşlardır.
Kartala kurşun
attıklarını sanırlar. Dağarcıklarında çıkan si-
yah kargadır.
Yağlı kuyruk
arkasında koşarken kuru bir kemik parçasına
ferma ederler.
Cemaziyelevvel
torbalan babtan mihraba kadar belli olan bu
kaldırım serserileri her serbest düşünüşe muhalefet mânası verirler.
Sarayların,
sultanların yıkıldığını düşünmezler de halâ Jurnal-
cilik etmekten utanmazlar.
Yine ne oluyor? Ne var?
Akordu bozuk Lâtama sesile parsaya çıkmış
görünüyorlar
Bu
terbiyesizlere kim cesaret veriyor? Hiç kimse... Bu cesaret,
fırın delen aç köpeğin kendi hezeyanıdır. Midesi kuruyan, cebi bo-
şalan her serserinin yaptığı işe pek benzeyen bu kuduzluğu biz pek
tabiî görüyoruz ve hayret etmiyoruz. Siz ne dersiniz?
İKTİDARA
ERMEK İÇİN
Koşarsın bir mitingden bir mitinge,
Olup yollarda bir Veyselkaranî!
Görün dersin görün ey İktidarım!
Gelir daim: Cevab-ı Lenterânü...
★
MEKTEPTE!
Vaktiyle, bizim zamanımızda;
Her türiii nizama baş eğerdik!
«Sevmem bunu ben! Yemem!» denilmez:
Mektepte dayak da olsa yerdik!...
ORHAN SEYFİ ORHON
İtalya’daki Milletlerarası
Mizah Yazarları Birliğinin tertip et-
tiği «Dünya Mizah Yarışması» nda «FÜ Hamdl» ve «Kazan Töreni*
adlı hikâyeleriyle 1956 ve 1957 yılında iki defa birincilik kazanan
Aziz Nesin, ayni zamanda şairdir. Kendisinden iiki örnek sunuyomz:
★
ONLARA
Zannetme kİ daim bitekçesine
Siz her anırdıkça hûû çeker millet
Alkış beklerken siz eşekçesine
Verir hakkınızı yûû çeker millet!
1948
D.F.
iktidarının 10 uncu yıldönümünde
Girdik
açık gözlülükle on yılda her savaşa,
On yılda on beş milyar borç
yaptık uçan kuşa!
Ne gelişme yârabbl, partimiz on yaşında.
On yılda on milyoner her
sokağın başında...
Devr-1 sâbıkta eğer bir varsa biz yüz ettik,
İkinci Fatih olup İstanbul’u düz ettik!
Pek sayın nutukçular meydanlardan buyurdu:
Vatan cepheleriyle doldurduk baba yurdu...
Dershaneslz, okulsuz, öğretmensiz kitleyiz.
Biz
koltuğa alıştık, gitmeyiz de gitmeyiz!...
Çizerek
viskilerle kalkınma hartasını,
Bir
atlatabllscydlk şu seçim vartasını...
Yine eski ruh olup dağdan dağa
esseydik,
Tezveren 'Dede İçin yüz bin kurban kesseydlk!
Biz hesapsız, kitapsız, plânsız
bir kitleyiz,
Gitmeyiz de gltmçylz, gitmeyiz de gltmeyfe...
Gitmeyiz de gitme..
Git... Gitme... Git..
GÜNÜN FIKRASI
BAYAR
VE RESMİ
Celâl Bayar,
Çankaya'daki Cumhurbaşkanlığı Köşkünde bir
aşağı bir yukarı dolaşıyor. Eli çenesinde. Ara sıra telâşla pencereye
koşup uzaklara bakmaktadır.
İçi, içine sığmadığı belli..'.
Bir ara,
duvardaki (kendi resminin önünde duruyor. Fotoğraf
dile geliyor ansızın
—
N
var, diyor, ne oluyorsun?... Ne titriyorsun?...
Celâl Bayar, boğuk bir sesle soruyor
—
Söyle
: Ne olacak benim hailim?...
Resim,
yaldızlı çerçevesini çatlatan bir kahkaha ile gülüyor
Ne mi olacak? Hiç... Beni indirecekler, seni asacaklar'.
Akbiîfca 23-6-19C0
★
ÜÇ
BÜYÜKLER
Demokrat parti
Heri gelenlerinden Refik Koraltan’ın gerek is-
tiklâl Mahkemeleri savcılığı, gerek Halk Partisi Hükümetlerinin va-
lisi olduğu zamanlara ait çok şeyler anlatılır.
Bursa’da sabah
akşam, yaz kış, kar yağmur hükümet konağı
önündeki şehir bandosunun İstiklâl Marşı çalması onun icadı imiş!
Memleketimizin
ve dünyanın hiç bir yerinde olmayan bu usu-
lü ondan sonra gelenler de korkularından kaldıramamışlar.
Türkiye’de en çok veremli Bursa’da imiş!
Bir arkadaş
Elbette Bursa’da olur, sabah
akşam sinemizi kara yele ve-
rip, -bando dinliyoruz! demiştir.
Yine Refik
Koraltan, Bursa valisi iken en mühim işi Uludağa
çıkıp, erkek kaz yumurtalığından yahni yemekmiş! İnsanların çok
garip huylan oluyor, ne denir!...
Koraltan’a
dair son duyduğum fıkra hepsinden baskın çıktı,
yazmadan edemeyeceğim
Vali bulunduğu
yerlerde, sık sık ziyafet, eğlence balo vesaire
yapılır, Koraltan’ın kerimeleri hanımefendi de bu toplantılarda çı-
kıp, beybabasının kaleme aldığı bir şiiri inşâd ederlermiş! Bu şiirin
her kıt’ası sonunda şu nakarat varmış
Üç büyüktür memleketi kurtaran
Atatürk,
tnöırü, Refik Koraltan!... 22-6-1959
DEMOKRASİ
TÜRKÜSÜ
—
Şeyh-ül
mason F. Hulûsi'ye itnaf
Tıkıldı gitti baştan biçare demokrasi
Pabuç gibi atıldı kenara demokrasi
Kim demiş ki yakışmaz kel başa şimşir tarak
Bakın ne güzel uymuş baylara demokrasi
Kazıklı Voyvodanın ruhuna rahmet olsnn
Diri diri gömüldü mezara demokrasi
Bir ölmüş eşek gibi söktüler nallarım
Sürüldü nalsız çulsuz pazara demokrasi
Siyaset harmanında öyle bir yel esti ki
Kalbur kalbur ▼erildi rüzgâra demokrasi
Ne cürüm eyledi kİ ismi cismi kalmadan
Kovuldu bir bilinmez diyara demokrasi
Taklid ettiler bir gün Atina sitesini
Duyunca oldu yüzün kapkara demokrasi
Neler çekti insanlık bu hoş teorilerden
Bari gidip Allaha yalvara demokrasi
Farkı kalmadı bugün hocanın eşeğinden
Artık nasıl başlasın inkâra demokrasi
Dübeş düşeş atıldı namına partilerde
Demek kondu aklbet kumara demokrasi
Başım yemek için ramazan sofrasında
Gizli gizli çağırıldı iftara demokrasi
Neler geldi başına onun bu gamhanede
Çakılmış kulağından duvara demokrasi
Şimdi çıkmaz oldu sokağa utancından
Benzedi bir yolunmuş davara demokrasi
Ne hale geldim diye ağlayıp sızlamada
Her halini başladı ikrara demokrasi
Feda etti bu yolda niceleri varım
Kılmadı hiç kimseye mudara demokrasi
Alışmıştı keyfince hoplayıp zıplamaya
Buralarda vuruldu yulara demokrasi
Ne kadar allı pullu yosmacık bir civandı
Oldu baylar elinde maskara demokrasi
Kırk yıl yıkayıp dursa gene de çıkaramaz
Yüzünün karasını Marmara demokrasi
Bir kaç yıldır ağlaya ağlaya çıktı canın
Döndü şehla gözlerin pınara demokrasi
Ey «ZEBANİ» bana bir gazel inşad eyledin
Vakıf oldu şendeki esrara demokrasi
22-4-1952 ZEBANİ
—
263
—
Biraz.
topalcana
Biraz köre ene
Gözleri çapaklıydı
Burnu sümüklü...
Bacağına
şalvar giyerdi
Ayağına çarık
Elleri tüm yaralıydı
Yarık ta yarık...
O
Bekirin varya o Bekirln
Rüyalarına bile girmiyor artık
O şalvar
O Çarık...
Bekir
bir büyüdü, bir büyüdü
Hani bir Bekiri vardı Fatlb Halanın
Ortasından kessen kısalmaz
Ankara’da, İstanbul’da
Ahır sekisini hatırlamaz...
Bekir
Palaslar’da geziyor şimdi
Bekir işe girdi memur oldu
Bekir şef oldu, müdür oldu
Bekirin dayısı Demokrat
Bekir milyoner oldu
Aman dostlar sormayın
Bekir de bir surat
Bekir'e bir hâl oldu...
Bekir
unuttu düven sürmeyi
Kağnıya binmeyi unuttu
Taksilere biniyor şimdi
Çalgılara gidiyor
Bekir bir para tuttu
Bir gecede üç , beş binliği'
Üç
- beş karıyla yiyor...
Fatik
halanın topal Bekiri
Kör Bekiri
Bahçeli
evde oturuyor
Altında şezlong
Ağzında pipo
Dilinde şarkı
Dönüyor,
üğünüyor çarkı <
VATAN
İÇİN
Kalbine girmemişse hissi vatan;
Anı sen kâlo alma bari utaıı,
Kız, köpekler bile vatanperver
Vatanı sevmeyen acep ne sever?
Abdülhâk Hâmlt
DİŞ
KİRASI
Samedani değil ifadatı
Sade ismi Samet yetişmez mi
Gençliğinden bu hâli bekleyiniz
Yılların geçmesiyle pişmez mi?
Binâ
Sultanlar gibi hayat sürüyor
Bir gör Bekiri...
O Bekirin varya o Bekirin
Topa] oğlanın
Kör oğlanın
Rüyalarına bile girmiyor artık
O şalvar
O çank...
Ses, Kayseri) 4-9-1959 Siyasi Baba
Karşılandık
Adada doğrusu mihmancasıııa.
Duygular
arzederiz Ordu’ya şükrancasına!
Hep
feragatle çalıştık bu fakir memlekete,
Dikilen
bir ağaç varsa da... ormancasına!
Lakabı
olsa da Berbat yine takdir olunur,
Halka
hak verdik adâletle Süleymancasına!
Genç
kadınlarla küçük kızlara açtık kucağı.
Babalık
ettik ehâliye Koraltancasma!
Ömrümüz
geçti bizim taât-ü takvâlarla,
Beş
vakit... halvet ederdik te müslümancasma!
Biz
çevirdikti evet Partimizi partilere,
Kaldı
oem’iyyetimiz şimdi perişancasına!
Nasıl
inkâr ediür böyle büyük kalkınma?
Kalkınıp
haplar ile biz dahi Lokmancasma!
İndiras maştandır belki bizim Menderes’in
İndiras böyle olur doğrusu umrancasına!
Milletin
malları taksim edilirken arada,
Zorlu
hayvan alır elbet payı aslancasıua!
İşte işte Maiiyycmizin Şaht’ı... biraz
çaldı, fakat
Bütün afabâba da çaldırdı Polatkancasma!
Alnınuz
terledi... aldıksa beş ou milyoncuk,
Hâzırız
biz de hesap vermeğe Tarhancasma!
Yâr-ı
gaar idi bize gitti zavallı Namık,
Yüzü gülmezdi fakat iıoştu (1)
somurtkancasına!
Cân-u cânan gibi yekdlğere biz bağlıydık,
Ethem'in
her bakışı Adnan’a cânancasına!
Hariclyye
bulamaz öyle fatin bir bakanı,
Nato
başkanlığı etmişti Taleyrancasına!
Gözü
toktu, yetinir erdi bizim valimiz,
Kemal
Aygün’le uyuşmuştu o yârancasına!
Şu
Lorel-Hardl’mizin yüzleri ay, gün gibi ak,
Biri
oldukça kuru diğeri şişmancasına!
Bn
vezne girmedi bir türlü sempatik Kalafat,
Ederdi
bizleri temsil orangutancasına!
Ne
yazık dinlemedik Ahmet Emin üst âdı,
Ne
nâsihatler edilmişti kİ Yalmancasına!
(1) Hoş demek
lâzım gelir zira ki mevtâdan yana.
Halil NİHAT
Yine pişman
değiliz yaptığımız işlerden,
Ömrümüz geçti
şükür zevk ile sultancasına!
Olmasaydım ben
eğer suçlu, olurdum şâhit.
Doğrudan başka
sözüm yok benim Adnancasına!...
Çekilir mİ ipe
blzler gibi ipsiz alayı?
Mutlaka lâzım
ise ... olmalı üryancasına!
İftira
etmeyiniz... işte hesap meydanda,
«Biz bu
dünyada günah etmedik insancasına!»
Ekrem Talât AKEV
★
Sayın Talât Akev’e ithaf —
Harcadık on yılı gafletle perişancasına.
Çiğnedik
halkı şakavet ile Mcrvanca'sına!
Parti
forsuyla olup her birimiz bir Karun,
Topladık
hırs ile milyonları korsancasına!
Kopyalar kopyası Galip Hoca'mız dağlarda
Gezdi dürbünle ve kasketle kumandancasıua!
Zorlu
ustaydı komisyonculuk ilminde Fatin.
Yüzde
onlar takılırlardı gelip kancasına!
O Koral tan kİ, kor alttan kazığı, sonra
fakat
Yedi bizzat... Uluyor şimdi kudurgancasına!
Hilkat
âcûbesi, şenpaze-i âlem Kalafat
Har
vurup sürdü sefa on sene harmaııcasıııa!
Çekeriz
şimdi hoşor yosmaların hasretini,
Gece,
gündüz yaşadık aşk İle üryancasına!
«Vatanın
bağrına düşman dayamış hançerim»
Ordumuz
kükredi bir lâhzada arslancasına!
Gençliğin
mahvına her gayreti sarfetti Celâl.
Gerilili
attı Aga’m tekmeyi tırpancasına!
İhtilâl
aşkı nasıl sardı şu asker'eri ah?
Verdiler
ders-1 siyaset bize irfancasına!
Yassı bir sahnenin üstünde bugün toplanarak
Sûzinak’dan okuruz şarkıyı Ongan’casına!
Gardiyanlar gece rüyada gelip giydiriyor
O beyaz nesneyi boydan boya mintancasıııa!
Hicvi
İbrahim’in, elbet bilirim, katre gelir.
Size
üstadımız Eşref gerek ummancasına!
İbrahim DELİDENİZ
—
270
—
Demokrat
Partinin teessüsü münasebetile —
BETİT
Bia «] himcm hizbi Demokratız ki pür satvet
Clhangirane bir parti çıkardık bir avuç İtten
KIT’A
1954
—
D.
P. Haysiyet Divanı için —
Hep dürüstler oldu mahkûm, tıktılar ot çanına
Partizanlık böyledir, oymak gerek devranına!
Müstakim
olmak hizipleşmek demektir, affı yok,
6.........
verenler oldu başkan haysiyet divanına!
BEYİT
— 1954 Seçimleri mü trnseb
etile —
Ehli namus yoklamada düştü meyus oldular
Merkezinden koydnranlar hepsi mebus oldular!
KIT
A
C.HJP. müfritl katmerli Demokrat kesilir
Nice eçhelleri gördüm kİ O Sokrat kesilir
Ordinaryüs tatar İstanbula vali olucak
Keçi, manda ne demek mezbahada at kesilir.
K I T * A
Deliler doktoru vali de delirdi bayağı
Yeni bir pavyona ad taktı klakson yasağı
Edip oy birliği güllabı Etlbba dediler
Ordinaryüs hoca mutlak Tımarhane kaçağı
MENDERES!
—
28
Nisan 1960 Beyazıt Faciası gecesi —
Fikri hürriyet boğulmaz olsa da zincir kafes,
Susturulmaz
yurdu sardı öyle manidar ki ses!
Ateş
açtırmak revamı gençliğe gafil teres,
Böyle
yapmaz Adnan aslâ, telki Andon Menderes!
Sardı
etrafı Celâli, ynrtta asker yok mudur?
Zulmü
Hân etmeye merdi hünerver yok mudur?
Ümmeti
merhumede pek gözlü, bir er yok mudur?
Böyle
yapmaz Adnan aslâ, belki Andon Menderes!
Etti itmam bir kararla ilm ocağının kârım
Seyreder Millet senin de gün gelir idbannı!
Dersi ibrettir temaşa P ların Hünkârım
B6yl(
yapmaz Adnan aslâ, belki Andon Menderes!
TEVFİK
FİKRET’İN AZİZ RUHUNA İTHAF
—
27
Mayıs 1960 sabahı —
Yükseldi şehit yavruların arşadek âhı
Türkün yine göklerde o yıldız İle mâhı
Bayram günüdür terk edelim âh ile vâbı
Fikret! Bize Gürsel Paşa gösterdi sabahı! *
Türk
askeri temkin ile çok bekledi durdu,
Koltuktaki
gafiller ise fazla kudurdu!
Azmetti
o namertleri kansız yere vurdu,
Fikret!
Bize Gürsel Paşa gösterdi sabahı!
Asker,
sivil hep bir olarak zulmü devirdi,
Eşsiz
Atanın açtığı bir nurlu devirdi.
Mağlûp
mu olur Ordu? O tarihi çevirdi,
Fikret!
Bize Gürsel Paşa gösterdi sabahı!
Ferdaya güvendindl evet işte
misâli
Türkün yine hürriyet İle oldu visali
Her anda o yüksekte ve her yerde o âli
Fikret! Bize Gürsel Paşa gösterdi sabahı!
★
murabba
Park Otelden ediyorken Boğaza
atfı nazar
O geniş manzara hatta geliyordu bana dar
İki üç martıyı görmek veriyor şimdi mesar
Adanın yassısına şükredelim sivrisi var.
Sadrı sabık ohıverdi adım artık ne yazık
Milletin oyları toplandı da etti mi kazık?
Halis havyar yerine bizlere
zeytindir azık
Adanın yassısına şükredelim sivrisi var.
İki üç tek rakı olsa coşarım canlanırım
Mest olup kendimi tekrar sadırazam sanırını
Sûzanım aklıma geldikçe yanar sızlanırım
Adanın yassısına şükredelim sivrisi var.
Bu felâkette müsebbib o şâki hırslı Bayar
Ona karşı şu vatan cephesi de etmedi kâr
Katliam İstedi tenkil diye katil canavar
Adanın yassısına şükredelim sivrisi var.
2 Hytûl 1960
Dr. Asını Neşet SSctnen
3
Hiciv
edebiyatımız
8, 255 Çetin Altan
18 Letaif-1 Asar
31 Şiir Kurbanları
35 Hicivler, Heccavlar
38 Hicviyeci Şairler
43 Şeyhi ve Hamam®
44 Nesimi
49 Fuzuli 51 Baki, Emri
54 Usuli, Ruhi-i Bafdadi
58 Hiciv üstâdı NEF’İ
78 Sûnbtüi zade Vehbi
77 Sururi, Kabasakal
79 Nedim, 81 Feryadı
82 Osmanzade Taip
83 Satıp, 84-Bahai
85 Nabi
86 Ragıp P§., Hatmet, Fıtnat
0
İzzet
Molla
92 Şinasi, Abdülhak Molla
93 Yusuf Kûmil Paşa,
94 Manastırlı Naili
94 Kanlıca!! Nihat Bey
95 Harputlu Hayri, Fazlı
97 Nazif Süruri, Fıtnat
98
Ziya
Paşa. 101-Fatin
102 Namık Kemal
109 Muallim Naci
109 Şair Eşref
116 Damat Mahmut Paça
117 İbnülemin M. Kemal
118 Abdülhak Hâmid
120 Haşan Âkif, Sâibir
121 Reşit Âkif Paşa
123 İsmail Safa
125 Yenişehirli Avni
126 Ziya Gökalp
127 Hoca Hayret Efendi
133, 234 Üsküdarlı Talât
135 Ferit Kam
137
Filozof Rıza Tevfik
141 Haşan Basri Çantay
142 Mehmet Emin Yurdakul
144 Yusuf Ziyaettin
146
Tevfik Fikret
148
Ali Şâdi, Mehmet Akif
AYRICA
FIKRALAR, NÜKTELER,
151 Ahmet Kemal Akünal
152 Tokadi zade Şekip
155 Dr. Sami Mortan
156 Tahir Olgun
156 Cemal Nâbedit
157 Abdülhalim Galip Paşa
159 Şair Hasırcızâde
160 Ali Ekrem Bolayir
161 Kerküklü Şeyh Rıza
164 Hüseyin Kâmı
177 Tahir Nadl
180 Refi Cevad Ulunay
185 Mithat Cemal
L96 Halil Nihad Boztepe
200 Atdülbâki Fevzi
205 Namdar Rahmi
211’ 230 Necdet Atılgan
214
Celâl Paşa, Deli Hikmet
Î15
Yahya Kemal
225
Neyzen Tevfik
227
Hüseyin Rıfat
233
Fazıl Ahmed
236
Hüseyin Suad Yalçın
238 Adanalı Ziya
239 Yaşar Nezihe
240 Aka Gündüz
>41 M. Sıtkı Akozan
244 Şeyh Bâki
244 Yusuf Ziya Ortaç
245 Faruk Nafiz Çamlıbel
246 Orhan Rahmi Gökçe
247 Zeynel Besim Sun
249
Nâzım
Hikmet
250 Abdülbâki Gölpmarh
251 Behçet Kemal Çağlar
253 Arif Nihad Asya
254 Orhan Veli
>56 Hamdi Akalın
257, 264 Doğan Nadi
258 Orhan M. Anburnu
259 Orhan Seyfi Orhön
201 Az:z Nesin
266 Ekrem Talât Akev
267. İbrahim Delideniz
269 Bediî Faik
270 Asım Neşet Sözmen
MÜTEFERRİK
HİCİVLER
[1] Figanî’nin dile aldığı Farisî beyit
şudur:
Dö İbarhlm amed be deyri cihan
Teki pütşiken, yeki püt-nlşan.
Bu toeyti şu suretle tercüme
etmişlerdir:
Bir Hallli evvel gelip etmişti
esnamı glkest,
Sen Hal 11 hu şimdi geldin, halkı
ettin putperest!
[2] Bu kıt’a Hüseyin Rifat’ındır.
[3]
Bu pek meşhur şiiri yazan Nesimi hakkında Abdülfoaki Göi-
pınarlı diyor ki:
«Nesim! mahlasını taşıyan ve
heceyle yazılmış bulunan bazı
şiirler var. Nesimî’nin halkçı hüviyeti düşünülürse onun heceyle $ii*
yazmadığı iddia edilemez. Bu şiirin bazı beyitleri aruza da uyuyor.
Her halde dilden dile devrede ede, cönkten cönge yazıla yazıl» çjk
bozulmuş. Kul Nesimi mahlaslı bir başka Bektaşi şairi de var, ihti-
mal Nesîmı mahlâsını kullanan diğer şairler de mevcut. Bu bakım-
dan bu şiirin, bizim NesîmPye aidiyeti şüphelidir.»
[4] Birine kızdığımız ve ona karşı
içimizi boşaltmak istediğimiz
zaman: «Senin izzetli» anandan babandan başlarım!» şeklinde bir
tehdit başlangıcı yapmak o devrin kabadayılık icapları, hattâ umu-
mî münsebetsizliklerindendi. Eşref buna telmir. ediyor.
[5] Bu kıt’ayı mabeyn başkâtibi Halid
Ziya Beye gönderen Eş-
ref, haksız olarak Rodosa nefyedilen Hayret Efendiyi kurtarmıştı.
[6] Bu manzumesinde üstad, kendi takip etmiş olduğu mesleği,
(Mtta istihdaf ettiği gayeleri tenkid ve istihfaf ediyor.
(1)
Bunlar on üçlüdür.
[7] Selânikten Ankara’ya edebiyat
muallimi olarak tayin edil-
diğinde yazmıştır.
F. 12
Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.
Yorumlar