HZ. ALİ KERREMALLÂHÜ VECHE
و
كم
لله
من
لطف
خفىّ
يدق
خفاه
عن
فهم
الذكىّ
Abde Hak'dan
var nice lutf-i hafi
Edemez
idrâk anı fehm-i zeki
“Allah'ın
kullar üzerinde nice gizli nimet ve lutufları vardır ki zeki olan kimseler dahi
bunu idrâk edemezler.”
و
كم
يسراتى
من
بعد
عسر
وفرج
كربة
القلب
الشجىّ
Nice usri yüsr
eder ta'kîb kim
Sâf olub bulur
ferec-i kalb-i şeciyy
“Nice
güçlüklerden sonra kolaylıklar meydana geldi. Gamlı ve kederli kimselerin
kalbi ferahlık buldu.”
وكم
امر
تساء
به
صباحا
و
تأتيك
المسرة
في
العشىّ
Nice emr
olur seher kıci bedid
Der-pey
olur hem farh vakt-i aşiyy
“Nice
işler vardır ki sabahleyin (başlangıçta) kötülüğe giderken, akşamleyin
(sonuçta) neşe ve sevince dönüşür.”
اذا
ضاقت
بك
الاحوال
يوما
فسق
بالرزاق
الفرد
العلىّ
Ger seni
tazyik ede gerdûn-i dûn
Mutemed
kâfi sana Ferd-i Aliyy
“Bir gün
devrân seni darlığa düşürürse Rezzak, yüce ve tek olan Cenâb-ı Hakk, sana
kâfidir.”
Bu beytin
sonunda yer alan “Aliyy”
kelimesi
iki anlamda kullanılmıştır. Edebiyatta Fevriye (yakın anlamı altında uzak
manasını kasdetmek) denilen sanat çeşidine girmektedir.
“Aliyy”
âyete'l-kürside ve
Kur'ân-ı
Kerîm'in birçok
yerinde Allah Teâlâ'nın güzel isimlerinden biri olarak kullanılmıştır. Bu
beyitte hem bu anlamda ve hem de Hazret-i
Ali kerremallâhü vechenin ismi
olarak kullanılmıştır.
Kişi; bir
darlıkla karşı karşıya geldiğinde galeyana kapılmadan sabır göstermelidir.
“Her şey Allah
Teâlâ'dan gelir”
diyerek
razı ve teslim olmalıdır. Her şeyi değiştirmeğe güç yetiren Cenâb-ı Hakk o
sıkıntıyı muhakkak giderecektir deyip ona tevekkül ve itimat etmelidir. Kişi,
“Ben
işimi, Allah'a ısmarlıyorum. Çünkü Allah, kullarını çok iyi görendir” [1],
diyerek ve bu âyet-i kerîmeyi okuyarak dua seccadesi üzerinde rica ve temennide
bulunmalıdır. Yine kişi,
“Kim
Allah'a güvenip dayanırsa O, kendisine yetişir” [2]
dediğinde
sıkıntının yakında yok olacağını düşünür.
“Yüksek
nimetlerde açık şükür ve gizli lutuflarda gizli zikir”
kuralıyla yola çıkan mümin, çok iyi bilir ki hadiste şöyle buyrulmuştur:
“Zikrin
en hayırlısı gizli olanıdır. Rızkın en hayırlısı da insana yetenidir.”
İmâm
Yafi'i “Ravzu'r-Riyahin” isimli
eserinde Hazret-i
Ali kerremallâhü vecheye
ait yukarıdaki dört beytin özelliklerine değinirken şöyle bir olay anlatır:
Bir padişah kendi
hizmetçilerinden birine son derece kıymetli bir elmas (taş) teslim etmişti.
Hizmetçi, şâirin deyişiyle,
“Düştü nigin
elinden elmas pârelendi.”
mısraında
dile getirildiği gibi elması elinden düştü, kırılmasını önleyemedi. Şiddetli
bir sıkıntıya düşüp belki de başının kesileceği korkusunu duyarak kendisine
muhabbet ve sevgi bağladığı bir mürşidin tekkesinin yolunu tuttu.
Şeyhin
eteğinden yapışıp ağlamaya başladı. Şeyh onun üzüntülü durumuna vâkıf olunca
hizmetçiye Hazret-i
Ali'nin Divanı'nın
sonunda yer alan bu dört beyiti öğretti. Bir kâğıt parçasına yazarak ona
teslim etti. Birkaç ay geçince padişahın vücudunda bir hastalık belirdi. İhtisası olan doktorlar toplanıp
Padişaha, hizmetçisine teslim ettiği elmaslardan bir parçasının öğütülerek
içirilmesiyle sıhhatine kavuşacağını söylediler.
Hizmetçi ise bu
dört beyti gece gündüz okumakta ve onlarla içten gelen duygularla meşgul
olmaktaydı. Doktorların tavsiyesini ona ulaştırmağa gelen elçiler, bu cevheri havanda
dövmesini, ateşte yaktıktan sonra el değirmeni ile öğütmesini ve daha sonra
ipekten geçirerek yarım fincan su ile padişaha sunmasını tebliğ ettiler. Bu
şekilde ilâç hazırlandıktan ve padişaha içirildikten sonra, Padişah birden
iyileşiverdi. Böylece hem padişah ve hem de hizmetçi sıkıntıdan kurtulmuş
oldu.][3]
HZ. ALİ kerremallâhü
vechenin KASİDE-İ MECDİYESİ
بسم الله الرحمن الرحيم
لك الْحَمْدُ يا ذَا الْجُودِ وَالْمجْدِ وَالْعُلا ... تباركت تعطي من تشاءُ وتمنعُ
“Ey kerem, cömertlik
sahibi ulu Allah’ım, sana hamd ve şükür olsun. Sen istediğine verir,
istediğinden alırsın.”
إلـهي وَخَلاّقيْ وَحِرْزي وَمَوْئِلي ... إليك لدى الإعسـار واليســر أفزع
“Ey, Allah’ım, benim yaratıcım, koruyucum ve
sığınağımsın. Darlık ve ferahlık zamanlarında ancak sana yalvarır ve senden
yardım dilerim.”
إلـهي لَئِنْ جَلَّتْ وَجَمَّتْ خـطيـئـتـي ... فعفوك عن ذنـبـي أجـل وأوسـع
“Ey Allah’ım, benim kusur ve günahlarım ne
denli çok olursa olsun, senin affedici ve bağışlayıcı merhametin ondan daha
çoktur.”
إلهي لئن أعـطـيـت نـفـسـي سـؤلها ... فـهـا أنا في روض الندامة أرتع
“Ey Allah’ım, ben ne kadar nefsimin istemiş
olduğu şeyleri ona verdimse de şu anda pişmanlık bahçesinde dolaşmaktayım.”
إِلـهي تَرى حالي وَفَقْري وَفــاقــَتـي ... وأنت منــاجــاتي الـخـفية تسمع
“Ey Allah’ım, benim durumumu, ihtiyaçlarımı ve
fakirliğimi görensin. Benim yapmış olduğum gizli münâcat ve isteklerimi
duyansın.”
إِلـهي فَلا تَقْطَعْ رَجائي وَلا تُزِغْ ... فـؤادي فلي في سيب جودك مطمع
“Ey Allah’ım, benim rica ve yalvarışlarımı
geri döndürme. Kalbimi, hidâyete erdikten sonra dünyaya, meyl ettirme. Senin
sonsuz hâzinenin bahşişlerinden mahrum etme
اِلـهي أجرني مِنْ عَذابِكَ إِنَّـني ... أسيـر ذلــيــل خـائـف لــك أخــضــع
“Ey Allah’ım, beni azabından halâs eyle! Çünkü
ben sana karşı boynumu bükmüş ve zilletle huzurunda eğilmişim.”
اِلـهي فَآنِسْني بِتَلْقِينِ حُـجَّـتـي ... إذا كــان لــي فـي القبر مثوًا ومضجع
“Ey Allah’ım, beni kendine ve muhabbetine
yakın et! Kabirde yatacağım zaman bana soru soran meleklerin cevabım kolaylıkta
vermeği nasib et.”
إلـهي لَئِنْ عَذَّبـْتـَنـي ألْــفَ حِجَّةً ... فـحـبـل رجـائـي مــنـك لا يـتـقـطـع
“Ey Allah’ım, eğer bin yıl bana azap etsen
bile senin lutuf ve merhametinden ümidimi kesmem.”
إلـــهــي أذِقـْنـي طَـعْـمَ عَـفـْوِكَ يـَوْمَ لا ... بـنـون ولا مـالٌ هنــالك ينفـع
“Ey Allah’ım, bana affediciliğini göstererek
bağışlamandan tattır. Malın ve mülkün yarar sağlamadığı bir günde bana yardımcı
ol.”
إِلـهي لَئِنْ لَمْ تَرْعَني كُنْتُ ضــائِـعـاً ... وإن كنت ترعانـي فلست أضيع
“Ey Allah’ım, eğer beni korumazsan; yok olup
giderim. Eğer korur ve muhafaza edersen sağ kalırım.”
إِلـهي إذا لَمْ تَعْفُ عَنْ غَيْرِ مُحْسِن ... فـمـن لـمـسـيء فـي الهوى يتمتع
“Ey Allah’ım, eğer iyilik yapanlara lutf ve
merhametini hasredersen, kötülük yapanlara kim merhamet edecektir.”
إِلـهي لَئِنْ فَرَّطْتُ فِي طَلَبِ التُّقى ... فها أنـا إثـر الـعـفـو أقـفـو وأتـبــع
“Ey Allah’ım, eğer takva hususunda bir kusur
işledimse işte buradayım. Senin affediciliğine sığınarak onun izinden
yürüyorum.”
إِلـهي ذُنُوبي بَدَتِ الطَّوْدَ وَاْعتَلَتْ ... وصـفـحـك عـن ذنـبـي أجل وأرفع
“Ey Allah’ım eğer günahlarım dağları aşacak
bir noktaya eriştiyse senin bağışlaman kusur ve günahlarımdan daha yüksek ve
daha çoktur.”
إلـهي لَئِنْ أخْطاْتُ جَهْلاً فَطالَما ... رجـوتـك حـتـى قـيـل هـا هو يجزع
“Ey Allah’ım, eğer kusur işleyip dergâhına
geldimse beni atfet. Senin kapma gelip öylesine beklemişim ki benim hakkımda,
sabırsızlık yapıp yüz çevirmez diyorlar.”
إلـهي يُنَجي ذِكْرُ قوْلِكَ لَوْعَتي ... وذكـر الـخــطــايــا الـعيـن مني تدمع
“Ey Allah’ım, senin kereminin zikri, beni
yakmaktan uzaklaştırır. Kusurlarımın anılması gözlerimden yaşlar akıtıyor.”
إلـهي اَقِلْني عَثْرَتي وَامْحُ حَوْبَتـي ... فإنـي مـقـر خــائــف مــتــضــرع
“Ey Allah’ım, kusurlarımı affet ve
güçlüklerimi gider. Ben kusurlarımı itiraf ediyorum ve korku ile senin
dergâhına sığınmışım.”
إلـهي أنلني مِنْك رَوْحاً وَراحَــةً ... فـلـسـت سـوى أبـواب فضلك أقرع
“Ey Allah’ım, beni rahmet ve mutluluğuna
eriştir. Senin fazilet ve kerem kapından başka bir kapı bilmiyorum.”
إِلـهــي لَئِنْ أقصـيـتـني أو أهـنـتـنـي ... فمن ذا الـذي أرجـــو ومــن ذا أشفع
“Ey Allah’ım, eğer beni uzaklaştırırsan ve
bana hakaret edersen, senin dışında kendisinden bir şey ümit edebileceğim
kimse var mıdır?”
إلـهي لَئِنْ خَيَّبْتَني أو طَرَدْتَـنـي ... فما حيلتي ياربي أم كيف أصنع
“Ey Allah’ım, eğer beni zararlı çıkarır ve elimde bir şeyim
kalmazsa, başka çârem var mıdır? Ne iş yapabilirim, ki?”
إِلـهي حَليفُ الْحُبِّ في اللَّيْلِ ســاهـِـرٌ ... ينــاجي ويدعو والمغفل يهجع
“Ey AlIah’ım; sözünü tutarak gece yarılarından
sonra kalkıp ibadet edenler, sana duâ ederek yalvarıyorlar. Diğer müminler ise
derin uykuda mışıl mışıl uyuyorlar.”
وكُلُّهُمُ يَرجُو نَوالجنس راجِياً ... لرحـمـتـك الـعـظـمى وفي الخلد يطمع
“Herkes senden yardım dilemektedir. Senin
büyük merhametine ve senin cennetine girmeği ümit ederek hareket
etmektedirler.”
إِلـهـي فَـاِنْ تـَعـْفـُو فـَعـَفـْوُكَ مُـنـْقـِذي ... وإلا فـبالـذنـب المدمر أصـرع
“Ey Allah’ım, eğer beni affedersen, kendimi
kurtaracağım. Aksi takdirde günahlarım beni helâk eder, âhirette zararlı
çıkarım.”
إلـهـي بـِحـَقِّ الـْهـاشـِمـيِّ مـُحـَمـَّد ... وحرمة أبــرار هـمُ لـك خــشــع
“Ey azamet ve ululuk sahibi Allah’ım, Haşim
soyundan gelen Rasûlullâh sallallâhü aleyhi ve sellemin ve onun ehl-i beyti ile
İyilerin hürmetine beni affet.”
إِلـهي فانشرنـي عَـلـى ديـنِ اَحْـمـَد ... منيـبـا تـقـيـاً قـانـتـا لـك أخـضـع
“Ey Allah’ım! Senin sevgili Peygamberin
herkese yardım ettiği ve şefaatçi olduğu günde beni mahrum bırakma.”
وَلا تَحْرِمْني يا إلـهي وَسَيِّدي ... شـفــاعــتــه الــكـبـرى فـذاك الـمـشفع
“Ey Allah’ım, beni Hazret-i Rasûlullâh
sallallâhü aleyhi ve sellemin dini üzere ömrümün sonuna kadar sabit kıl.
Böylece senin emirlerini tutan, kötülüklerden sakınan ve boynu bükük bir insan
olayım.”
وَصــلِّ عَـلَـيْـهِمْ ما دَعــاكَ مُــوَحِّـدٌ ... وما جـاك أخـيــار بـبـابـك ركـع
“Ey Allah’ım, Muvahhidler [4] sana yalvarıp dua ettikleri ve senin kapına
gelen ve rukûa eğilerek niyazda bulunanlar olduğu müddetçe Rasûlullâh'a salât
ve selâmın osun.”
Kaynak:
Mecmuatül Ahzab (Ahmet Ziyaüddin Gümüşhanevi kaddesellâhü sırrahu’l azîz)
Şazeliye Cildi, s.536-539
Hz. Ali Divanı. (trc: Müstakimzade Süleyman
Sadettin, hzl: Şakir DİCLEHAN 1981). İstanbul, s.398-406
HZ. ALİ kerremallâhü
vechenin KASİDE-İ İSTİGASESİ
(Medet isteyiş, Yardım
istemek)
بسم الله الرحمن الرحيم
وكم لله من لطفٍ خفيٍّ
يَدِقّ خَفَاهُ عَنْ فَهْمِ الذَّكِيِّ
“Allah’ın kullar üzerinde nice gizli nimet ve
lütufları vardır ki zeki olan kimseler dahi bunu idrâk edemezler.”
وَكَمْ يُسْرٍ أَتَى مِنْ بَعْدِ عُسْرٍ
فَفَرَّجَ كُرْبَة َ القَلْبِ الشَّجِيِّ
“Nice güçlüklerden sonra kolaylıklar meydana
geldi. Gamlı ve kederli 'kimselerin kalbi ferahlık buldu.”
وكم أمرٍ تساءُ به صباحاً
وَتَأْتِيْكَ المَسَرَّة ُ بالعَشِيِّ
“Nice işler vardır ki sabahleyin (başlangıçta)
kötülüğe giderken, akşamleyin (sonuçta) neşe ve sevince dönüşür.”
إذا ضاقت بك الأحوال يوماً
فَثِقْ بالواحِدِ الفَرْدِ العَلِيِّ
“Bir gün devrân seni darlığa düşürürse Rezzak,
yüce ve tek olan Cenâb-ı Hakk, sana kâfidir.”
تَوَسَّلْ بالنَّبِيِّ فَكُلّ خَطْبٍ
يَهُونُ إِذا تُوُسِّلَ بالنَّبِيِّ
“Sıkıntıya düşüldüğünde
Rasûlullâh sallallâhü aleyhi ve sellem vesile kılındığı gibi, bütün duâlarda Nebi sallallâhü aleyhi ve
sellemi vesile kıl.”
وَلاَ تَجْزَعْ إذا ما نابَ خَطْبٌ
فكم للهِ من لُطفٍ خفي
“Allah’ın kullar üzerinde nice gizli nimet ve
lütuflarını umutsuzluğa düşmeden dua ettiğiniz zaman (görürsünüz.)”
Kaynak:
Mecmuatül Ahzab (Ahmet Ziyaüddin Gümüşhanevi kaddesellâhü sırrahu’l azîz)
Şazeliye Cildi, s.536-540
Hz. Ali Divanı. (trc: Müstakimzade Süleyman
Sadettin, hzl: Şakir DİCLEHAN 1981). İstanbul, s.682 (Bir kısmı)
HZ. ALİ kerremallâhü
vechenin KASİDE-İ İSTİGASESİ
(Medet
isteyiş, Yardım istemek)
بسم الله الرحمن الرحيم
وكم لله من لطفٍ خفيٍّ
يَدِقّ خَفَاهُ عَنْ فَهْمِ الذَّكِيِّ
“Allah’ın kullar üzerinde nice gizli nimet ve
lütufları vardır ki zeki olan kimseler dahi bunu idrâk edemezler.”
وَكَمْ يُسْرٍ أَتَى مِنْ بَعْدِ عُسْرٍ
فَفَرَّجَ كُرْبَة َ القَلْبِ الشَّجِيِّ
“Nice güçlüklerden sonra kolaylıklar meydana geldi.
Gamlı ve kederli 'kimselerin kalbi ferahlık buldu.”
وكم أمرٍ تساءُ به صباحاً
وَتَأْتِيْكَ المَسَرَّة ُ بالعَشِيِّ
“Nice işler vardır ki sabahleyin (başlangıçta)
kötülüğe giderken, akşamleyin (sonuçta) neşe ve sevince dönüşür.”
إذا ضاقت بك الأحوال يوماً
فَثِقْ بالواحِدِ الفَرْدِ العَلِيِّ
“Bir gün devrân seni darlığa düşürürse Rezzak,
yüce ve tek olan Cenâb-ı Hakk, sana kâfidir.”
تَوَسَّلْ بالنَّبِيِّ فَكُلّ خَطْبٍ
يَهُونُ إِذا تُوُسِّلَ بالنَّبِيِّ
“Sıkıntıya düşüldüğünde
Rasûlullâh sallallâhü aleyhi ve sellem vesile kılındığı gibi, bütün duâlarda Nebi sallallâhü aleyhi ve
sellemi vesile kıl.”
وَلاَ تَجْزَعْ إذا ما نابَ خَطْبٌ
فكم للهِ من لُطفٍ خفي
“Allah’ın kullar üzerinde nice gizli nimet ve
lütuflarını umutsuzluğa düşmeden dua ettiğiniz zaman (görürsünüz.)”
Kaynak:
Mecmuatül Ahzab (Ahmet Ziyaüddin Gümüşhanevi kaddesellâhü sırrahu’l azîz)
Şazeliye Cildi, s.536-540---Hz. Ali Divanı. (trc: Müstakimzade Süleyman Sadettin,
hzl: Şakir DİCLEHAN 1981). İstanbul, s.682 (Bir kısmı)
HZ. ALİ KERREMALLÂHÜ
VECHE’NİN MÜNACATI
لَبَّيْـــــكَ لَبَّيْــــــــــــكَ اَنْتَ مَوْلاهُ******
فَارْحَمْ عُبَيْداً اِلَيْـــــكَ مَلْجاهُ
“Ey Allah’ım yüzümü
dergâhına sürüp kapına geldim. Gideceğim tek yer ancak senin ulu dergâhındır.
Sana sığınan bir kula merhamet et.”
يا ذَاالْمَعالي عَلَيْكَ مُعْتَمَدي******
طُوبى لِمَنْ كُنْتَ اَنْتَ مَوْلاهُ
“Ey Kadir-i Zü’l-Celâl
olan Allah’ım tek dayanağım ancak sensin, yüksek mertebede olanların Mevlâsı ve
sığınağısın. Hakiki Mâbud olduğunu bilip senin kapına itimad edenler, mutlu
kimselerdir.”
طُوبى لِمَنْ كـــانَ نادِمــاً اَرِق******
يَشْكُو اِلى ذِي الْجَلالِ بَلْواهُ
“Pişmanlık duyarak nefsinden şikâyetçi olan ve yaptığı kusurların
etkisiyle uyumayıp Allah’a yalvaran kişi, mutlu ve bahtiyardır.”
وَ ما بِهِ عِلَّةٌ وَ لا سُقُمٌ******
اَكْثَرُ مِنْ حُبِّهِ لِمَوْلاهُ
“Görünürdeki hastalık ve mânevi
eksikliklerinden hiç biri, insanı, Mevlâ ile olan gizli gönül muamelelerinden
alıkoymamalıdır.”
اِذا خَلا فِي الظَّلامِ مُبْتَهِل******
اَجابَهُ اللَّهُ ثُمَّ لَبَّاهُ
“Gece karanlığında yalnız
kalıp Allah’a yalvaranın duâsını kabul eden ve isteklerine cevap veren Cenâb-ı
Hakk, kulun, “Yâ Rabbi” demesine karşılık “Lebbeyk” cevabını verir.”
(s.37-39)
********************************
ذُنُوبِيَ اِنْ فَكَّرْتُ فيــــها كَثيــــرَةٌ******
وَ رَحْمَةُ رَبّي مِنْ ذُنُوْبِـــــيَ اَوْسَــعُ
“İşlediğim günahları düşündüğümde
onların haddinden fazla olduklarını görürüm. Fakat Cenâb-ı Hakk’ın rahmet ve
mağfireti benim günahlarımdan daha fazladır.”
فَما طَمَعي في صالِحٍ قَدْ عَمِلْتُهُ******
وَ لكِنَّني في رَحْـــمَةِ اللَّهِ اَطْمَــعُ
“İşlediğim iyi işler dolayısıyla ben
Cenâb-ı Hakk’ın mağfiretini talep etmiyorum. Benim ümidim ancak O’nun rahmet
ve mağfiretidir. Rahmet edenlerin en merhametlisi olan Allah, beni boş çevirmeyecektir.”
فَاِنْ يَكُ غُفْرانٌ فذاكَ بِرَحْمَةٍ******
وَ اِنْ تَكُنِ الْاُخْرى فَما كُنْتُ اَصْنَعُ
“Eğer gufran ve rahmet zuhur ederse
bu, Cenâb-ı Hakk’ın bir lutfudur. Bunun zıddı meydana gelirse suç ve hata
benimdir.”
مَليكي وَ مَعْبُودي وَ رَبّي وَ حافِظي ******
وَ اِنّــي لَهُ عَبْدٌ اُقِرُّ وَ اَخْشَعُ
“Benim mâbudum, koruyucum, Rabbim ve
melikim Hak Teâlâ’dır. Onun kulu olduğumu ikrar edip ondan korktuğumu ifade
ederim.”
(s.396-397)
**************************
اِلهي اَنْتَ ذُو فَضْلٍ وَ مَنٍّ******
وَ اِنّي ذُو خَطايا فَاعْفُ عَنّي
“Ey Allahım, lutuf ve minnet
sahibisin. Ben ise kusur ve hataya malikim. Beni affına mazhar kıl.”
وَ ظَنّي فيكَ يا رَبِّ جَميلٌ******
فَحَقِّقْ يا اِلهي حَسْنَ ظَنّي
“Ey Allah’ım, lutûf ve ihsanda
bulunacağını ümit etmekteyim. Benim bu iki ümidimi gerçekleştir.”
اِلهي لاتُعَذِّبْني فَاِنّى******
مُقِرُّ بِالَّذي قَدْ كانَ مِنّي
“Ey Allahım, beni azabına duçâr
etme. Meydana gelecek isyan ve hatalardan uzak tutarak kendine yakın kıl.”
فَما لي حيلَةٌ اِلاَّ رَجائي******
بِعَفْوِكَ اِنْ عَفَوْتَ وَ حُسْنِ ظَنّي
“Benim ricadan başka bir çârem
yoktur. Senin affına güveniyor ve senin hakkında hüsn-i zann besliyorum.”
فَكَمْ مِنْ زَلَّةٍ لي فِي الْخَطايا******
عَضَضْتُ اَنامِلي وَ قَرَعْتُ سِنّي
“Birçok hata ve ayak
sürçmelerime pişmân oldum. Bundan dolayı parmaklarımı ısırdım, dişlerimi
kopardım.”
يَظُنُّ النَّاسُ بي خَيْراً وَ اِنّي******
لَشَرُّ الْخَلْقِ اِنْ لَمْ تَعْفُ عَنّي
“Ey Allah’ım, insanlar benim
hakkımda hayır ve iyilik düşünüyorlar. Eğer beni affetmezsen insanların kötüsü
olurum.”
وَ بَيْنَ يَدَيَّ مُحْتَبَسٌ طَويلٌ******
كَاَنّي قَدْ دُعيتُ لَهُ كَاَنّي
“Benim önümde uzun bir hapis vardır
(ölüm). Sanki ben şu anda mahpus olup kalmışım.”
اُجَنُّ بِزَهْرَةِ الدُّنْيا جُنُون******
وَ اُفْنِيَ الْعُمْرَ مِنْها بِالتَّمَنّي
“Cihânın güzelliği ile ben divâne
olmuşum. Uzun ömrümü bazı emeller ve temennilerle tükettim.”
فَلَوْ اَنّي صَدَقْتُ الزُّهْدَ فيه******
قَلَبْتُ لَها ظَهْرَ الْمِجَنّي
“Eğer dünyada züht ve takvâyı
gerçekleştirip ve onların peşinde koşmam söz konusu olsaydı, sırtımı onlara
dayar ve kalkan yapardım.”
(s.620-622)
Kaynakça
Hz. Ali kerremallâhü veche
Divanı. (trc: Müstakimzade Süleyman Sadettin, hzl: Şakir DİCLEHAN 1981 İstanbul)
Allah
Teâlâ’nın işlerindeki hikmeti anlayabilmek çok zaman almaktadır. Öyle ki olaylar
zincirine bakılınca “neden” ve “nasıl” sorusunu haiz çok cümleler
bulunursa da ilim ve irfan arttıkça bu sorular azalır gider. Mesela; Müslümanların
“ilk halife seçimi” konusunda polemikler çoktur ve farklı mezhep ve
meşreplerin oluşmasına tevlid etmiştir. Bu nedenle hayatımız içinde siyasî
meselelerin çözümleri hakkında ekstern uçların bir tarafında olmaktan hiç kimse
hâli olmadığı veçhile manzarayı umumide Allah Teâlâ’nın adalet sıfatını nasıl
tecelli ettirdiğini görmekte çok zor olmaktadır.
Muhyiddin
İbn’ül Arâbi kaddesellâhü sırrahu’l azîz dört halifenin arasındaki meseleyi
kaderî ömür bazında çözmüştür. Halifelerin hayatlarındaki uzunluğun etkisinden
bahsetmiştir. İmam Gazzâli rahmetullahi aleyhin çözümü ise aklî ve naklî
çözümde bir harikadır. Çünkü aklın bir meselede ki gücü zannî ve keşfî
tevillerden daha fazla müstaid ve muvafık olmaktadır. “Sırr’ül Âlemin”
isimli eserinde buyurdu ki;
[“EĞER
ALİ KERREMALLÂHÜ VECHE HALİFELERİN İLKİ OLSAYDI UMULAN SEMEREYİ VERMEZDİ.
SONRA ONUN DÖRDÜNCÜ OLMASI ŞEREFİNE BİR HALELLİK GETİRMEZ. ÇÜNKÜ RASÛLÜLLAH
SALLALLÂHÜ ALEYHİ VE SELLEMDE PEYGAMBERLERİN SONUNCUSUDUR.”] (s.24) [5]
Hilmi
Oflaz, bir mesele hakkında genellikle şunu derdi; “Ne oldu ise iyi oldu”;
demek ki Müslümanların ilk düştükleri siyasî meselede zuhur eden olaylar, hayra
müstenit olmuştur. Nübüvvetin nihayetinde başlayan “halifelik kurumu” Rasûlüllah
sallallâhü aleyhi ve selleminde işaretiyle 30 yıl içinde neticelenmiş, sonra
mülk ve saltanat İslâm Devletinin yönetim şekli olmuştur. Daha sonraki
dönemlerde geçen “halifelik ünvânı” resmiyet ve politik içerikli mansıp
olmadan kendini kurtaramadığını zaman göstermiştir.
[“Rasûlüllah
sallallâhü aleyhi ve sellemin amcası Hz. Abbas’a söylediği şu mucizesi de
akıllara durgunluk vermektedir:
«Ey kırk kralın babası!» bakınız (Mulûk)
demiştir de (Halife) dememiştir.. (Bununda derin ve gayet ince bir anlamı olsa
gerek.)] (s.28)” [6]
Diğer
halifeleri de bu söze kıyas edebiliriz.
Günümüz
için bu konudan çıkarılacak sonuçta, halifeliğin seçimindeki evveliyet ve
ahiriyyet üzerine yapılan yorumlarda haddi aşmanın verdiği sıkıntıdan nasıl
kurtulmak gerektiğidir. Eğer halifelik meselesi bilinen üzere değil de tersi
minvalde olsaydı, muhakkak ki İslâm’ın kaderinde bir Hristiyanlaşma içeriğinin
galip olacağını ve bazı önemli meselelerin nasıl hal olacağı bilemeyeceğimizi
düşünmekteyiz. Mesela İmamı Âzam rahmetullahi aleyh diyor
ki,
“Eğer
müminlerin emiri Hz. Ali kerremallâhü vechenin izlediği tavır olmasaydı
Muaviye, Amr b. As, Ebu Mûsa el-Eşarî gibi kebîre (büyük günah) sahiplerinin
durumlarını bilemezdik.” (bk. Kadı
Abdülcebbâr; Şerhul-Hamse, Kahire, 1965, s. 138)
Yine bir
misal olarak Şiilerin düştüğü gibi Ehl-i Beyt’ten aktarılan bazı gizli bilgilerin
olduğu varsayımları (Cifr) ve olmazsa olmazları olan Mehdi beklentisi ile karışık
durağanlaşan skolastik [7] bir düşünce içine çekilme olması
kaçınılmaz olacaktı. Teolojide önderlerin ve sabıkların etkisi ister istemez
olduğundan Allah Teâlâ bu konuda “Muhammed Ümmeti”ne açık kapılar
bırakmak istediğini aşikâr olarak görmekteyiz. Tarihte hak etmediği halde acılar
çekilmiş olsa da, İslâm Milleti ileriye dönük hep bir rahmetin içine gark oldu
ki dünyaya hükmeden imparatorluklar ve devletler kurdular.
Mesela,
“Sırr’ül Âlemin” isimli eserde Gazzâli buyurdu ki;
[Ebû
Haizm’in rivayet ettiği bir hadiste sabit olmuştur:
« Ahirette görülecek
dâvaların ilki, Hz. Ali (kerremallâhü veche) ile Muaviye dâvasıdır: Allah
Teâlâ, Hz. Ali’nin doğruluğuna hükmedecek, diğerleri ise Allah Teâlâ’nın
dileğine kalacaktır..»
Rasûlüllah
sallallâhü aleyhi ve sellem, Ammar bin Yasir’e demiştir ki:
«Seni,
azgın bir cemaat öldürecek, İmam’ın (İslâm Liderinin) azgın ve zalim olması
katiyen doğru olamaz.»
İmamet,
iki kişi arasında paylaşılamaz, tıpkı Rubûbiyet gibidir..] (s.26)] [8]
Geçmiş meseleler
hakkında kaderî bakışı “beşerî” yönden değil “hakikat” penceresinden bakarsak,
şunu görürüz ki, Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellem ve ehl-i beytinin fedakârlıkları
ve acıları ile biz Müslümanlar dinî ver içtimaî yönden muhafazaya alındığımızdır.
Burada bize düşen eski olayların değiştirilme imkânımızın olmadığını bilmek
yanında, herkesin de hak açısından aynı sevgiyi beslemeye mecbur olmadığını
söylemek gerekir. Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellemi ve ehl-i beyt
sevgisini diğer sevgilerden üstün tutmak üzerimize borçtur. Fakat bu
sevgide diğer insanlara karşı zafiyet gösterenlere karşı düşmanlık oluşturacak
bir duruma girmekte vebale sebep olmak gibi bir şeydir. Hz. Ali kerremallâhü
veçheyi sevdiğimiz gibi, Muaviye’yi aynı derecede sevmeye kimse mecbur
değildir. Muaviye’nin dünyalık saltanat için gösterdiği gayretleri de “sahabe
statüsü” içerinde takdir etmeninde bir gereği de yoktur.[9] Ancak bu mevzuların temcid pilavı gibi sürekli gün yüzüne çıkarıp
“Ciğerdelen” olmakta fesat ve fitneye sebep olmaktan öteye
gitmemektedir. TV gibi kime hitap ettiği meçhul olan umûmî kanalizasyonlarda bu
konuları halka anlatanların samimiyetinden şüphe ettiğimizi söylemek
mecburiyetindeyiz. İslâm devam ediyor ve edecektir. Muhakkak Allah Teâlâ
kişilerin hak ettiğini hem bu dünyada ve hem de ahirette ödeyecektir. Bu gerçek
bir hakikattir. Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellemin Hakk’a yürüyüşünde Hz. Ebû Bekir radiyallâhü anh mescide
geldi;
"Ey
insanlar! Kim Muhammed'e (sallallâhü aleyhi ve sellem) tapıyorsa bilsin ki
Muhammed öldü. Kim de Allah'a tapıyorsa bilsin ki Allah, Bâkî'dir, ölmez."
dedi. Sonra o, şu âyetleri okudu:
"Muhammed
ancak bir resuldür. Ondan önce nice resuller gelip
geçmiştir. O ölür yahut katlolunursa sizler geri mi döneceksiniz? Kim geri
dönerse O'na (Allah'a) bir zarar vermez. Allah ise, İslâm hizmetine şükrü
yerine getirenlere mükâfat verecektir." (Âl-i İmrân, 144)
Hulasâ günümüzde İslâm’ı
protestanlaştırmaya çalışan reformistlere, diyalogculara, kalvanistlere,
panteist tasavvufculara, Bahailere, sahte mehdilere vb. karşı mücadele dinin
takviyesi gerekirken, mezhep meseleleri haline gelmiş bu tür konuları müsteşrik
ağızlı gibi konuşmalardan bir fayda hâsıl olmamaktadır. Neticede “Ne oldu ise iyi oldu” diyerek geleceğe
yönelip İslâm’ın intişarı için gayret göstererek maddî ve mânevî fedakârlıklar
üzerine olmak gerekmektedir.
İhramcızâde İsmail Hakkı
HZ. ALİ KERREMALLÂHÜ VECHE EFENDİMİZİN
RIZIK TEMİNİNİN SIRRI İÇİN MANEVİ ÂLEMDEN GÖNDERDİĞİ BEYİTLER
Hazret-i Hüseyin
aleyhisselâm bir ara maddi sıkıntı çekmiş ve borçlanmışlardı. Yakınları ve
çoluk çocuğu toplanarak kendisine dediler ki:
Muâviye, Rasûlullâh
sallallâhü aleyhi ve sellem Efendimizin hanedanına boyun eğmek ve bunu
kullanmak için bir bahane arar. Bu sıkıntımızı münasip bir şekilde kendisine
bildirirsek borcumuzu öder, dediler. Hazret-i Hüseyin:
“Kul, kişi’den rızkını
talep etmez. Kulun durumunu Hâlik Teâlâ kuldan daha iyi bilir,” dedi. Çok ısrar ettiklerinde ise, “Peki
bir mektup yazın, sabahleyin mühürler ve göndeririz,” dedi.
Âdetleri gereği seher
vakti yataklarından kalkıp dışarıya çıktılar. Döndüklerinde ellerinde bir
kâğıt parçası vardı,
“Bunu babam Hazret-i
Ali’nin kendi el yazılarıyla yazılmış olarak buldum,” dedi.
“Alın, okuyun.”
Baktılar ki kâğıtta bu
dört mısralık şiir yazılıdır. Bunun üzerine Muâviye’ye mektup yazmaktan
vazgeçtiler.
“Rızkını yalnız Cenâb-ı Hakk’ın dergâhından
iste.
Çünkü Allah’tan başka
hiç bir kimse rızık veremez.”
“Rızkının yaratıklar
elinde olduğunu zanneden kimse,
Hâlikine ve Rezzâkına
güvenmiyor demektir.
Eğer inansaydı rızkını
mahlûkta değil Hâlik'tan isterdi.”
KaynakçaHz. Ali Divanı. (trc: Müstakimzade Süleyman
Sadettin, hzl: Şakir DİCLEHAN 1981). İstanbul, s.437
HZ. ALİ KERREMALLÂHÜ VECHENİN
YÜCE İRFANI
[Bir Ramazan günü, Cenâb-ı Nebî, huzûr-ı seâdete gelen dostlarına raftaki
karpuzu göstererek:
"— Şunu keser misiniz, canım istiyor" buyurmuşlar. Lâkin kime
söylüyorsa:
"—
Yâ Resûlâllah! Bugün Ramazandır. Herhalde unutturuldunuz" cevâbını
alıyorlar.
Bir
aralık Cenâb-ı Ali
Kerremallahü vecheh, Huzûr-ı Risâlete giriyorlar. Hâdî-i Sübül Aleyhi Salâvâtülküll
Efendimiz, İmâm Ali'ye de aynı şekilde:
"— Yâ Ali! Bugün canım
çok karpuz istiyor, şu karpuzu kes de yiyelim" buyurunca, İmâm-ı Huda
Cenâb-ı Ali derhâl kalkıyor, karpuzu kesmeye teşebbüs ederken, huzûr-ı Nebî'de
bulunan Eshâb-ı Kiram:
"—Yâ Ali! Ramazan
olduğunu unuttun!" diyorlar.
Bunun
üzerine O, İlim Şehrinin
Kapısı, Mir'ât-ı Nebî, İmâm Ali:
"—
Ben Ramazanı da, orucu da kendilerinden
öğrendim. Bana ye derlerse yerim, tut derlerse tutarım" diye cevab
veriyorlar.
İmâmü'l-Enbiyâ da
tebessüm ederek:
"—
Hepimiz yiyeceğiz. Şimdi taraf-ı İlâhîden Cibril geldi, bugün bayram olduğunu
haber verdi. Yalnız dikkat edin! Hepiniz Ali gibi olmaya çalışın!"
buyuruyorlar.
İşte İmâm Ali yalnız bu hâdisede ya'ni Cenâb-ı
Peygamber: "Resûlüllah kelimesini sil yâ Ali!" dedikleri
zaman:
"— Silemeyeceğim yâ
Resûlâllah!" demişdi.
Bunun üzerine
Cenâb-ı Peygamber:
"— Bana veriniz"
diyerek, muahedenin metninden kendi mübarek elleriyle (Resûlüllah) ta'bîrini
çizdiler, yerine (İbn-i Abdillâh) kelimelerini yazdılar.][10]
Hz. Ali kerremallâhü veche Efendimizin bu
iki hali teslimiyetin iki yönüne işaret eder.
Eğer emir emredilene dönük ise zarar ve
kârın aranmayıp sonsuz itaat etmeyi; tabi olduğu kişi hakkında hükmü vermekte
ise hüküm tarafının iradesinden zuhur edecek şeyde ona tazim ederek edebi
muhafaza ederek geri durmanın gerektiğini göstermiştir. İkinci durumun en güzel
izahı için şunu hatırlayabiliriz. Hz. Hamza aleyhisselâmı şehid eden Vahşi
radiyallâhu anh Müslüman olmuştu. Fakat Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellem onun kendisine
görünmemesini arzu etmişti. Çünkü
acısını hatırlatıyordu. Ne de olsa sebep Vahşi olmuştu.
Sonuç olarak bu durumdan çıkarılacak
hisse; her iş, fiil, düşüncenin bir bedeli vardır. Doğru yaptığını sandığımız
nice hareketlerimiz yüzünden canımızı yakarız da telafisi olmaz durumlar
başımızı sarar.
Allah Teâlâ’nın bizi doğru yaptığımızı
sandığımız hareketlerden muhafaza buyurmasını dileriz..
[1] Mümin,
44
[2] Talâk,
3
[3]trc: Müstakimzade Süleyman Sadettin hzl: Şakir
DİCLEHAN Hz. Ali Divanı
[Kitap]. - İstanbul : ANA, 1981.
,s. 682-684
[4] Muvahhid:
Allah’ın birliğini ve Rasûlullâh sallallâhü aleyhi ve sellemi rasül kabul edip
tekrarlayan kimselere denir.
[5] İmam
Gazzâli-trc: Naim ERDOĞAN Âlemlerin Sırrı [Kitap]. - İstanbul : [s.n.], 1972,
4. Makale
[6] İmam
Gazzâli-a.g.e., 4. Makale
[7] Skolastik: Hristiyan
âleminde, papazların dinî görüşüne ve onların baskısı altındaki dinî
fikirlerine göre yapılan tedrisat usulü.
“ Yüce işleri elde etmek için
himmet gösterin! Şüphe yok ki, ben hilâfet ehli değildim. İstedim, çalıştım ve
elde ettim..” (İmam
Gazzâli-a.g.e., s.154)
[10]
YEŞİL, Ş. (2007). Hz. Muhammed (sallallâhü aleyhi
ve sellem). İstanbul, 317-318
Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.