Print Friendly and PDF

II. Abdülhamid’in Hilafeti Hakkında Yazılmış Arapça Bir Risale Ve Bununla İlgili Kırk Hadis


[1]

Sultan II. Abdülhamid’in iç ve dış siyeseti, bulu­nan yerli ve yabancı arşiv vesikalarıyla yepyeni boyut­lar kazanmaktadır. Abdülhamid devri, maalesef çoğu kez hissi çalışmalara konu olmuş; o devrin gerçek veç­hesini ortaya koymaktan ziyade, ya çokça yerilmiş veya çokça övülmüştür. Özellikle bu tarih dilimi üzerinde yazılmış olan Batı kaynakları, sübjektif olmaktan da öteye gitmişlerdir. Ve bu kitaplar daha ziyade İmpara­torlukla kargaşa çıkaran Yahudi-Ermeni çevreleri, ve­ya bunların sempatizanları tarafından yazılmıştır. Bu­nun da tek sebebi, Abdülhamid’in Filistin’i almak iste­yen Yahudilerle, Doğu Anadolu’da müstakil bir devlet kurmak isteyen Ermenilere karşı çıkmasıydı. Ve yıllar­dır, Osmanlı tebaası olarak yaşayan bu iki gayrı müs­lim unsurun, böyle birden istiklal mücadelesine başla­maları 19. yüzyıl Batı emperyalizminin bir kışkırtma­sından başka bir şey değildir.

Bir taraftan İmparatorluk’tan yeni topraklar ko­parılmağa çalışırken, diğer taraftan de sömürge haline getirilmiş olan îslam toprakları elde tutulmak isteni­yordu. Fakat işin tuhaf tarafı, memleket içinde de ade­ta Batı sömürgeciliğini destekler mahiyette çalışmala­rın yapılmış olmasıdır. Bunlar, Batı’nın Osmanlı Devleti’ni kötüleme yöntemlerini uygulamışlar ve onların Osmanlılar için kullandıkları hareketleri tekrarlamak­tan çekinmemişlerdir. Bu cümleden olarak; Ermenilerin Sultan Abdülhamid için uydurdukları Kızıl Sultan (le Sultan Rouge)[2] tabiri hemen alınmış ve Türk ta­rihlerine geçirilmiştir. Elbette ki Abdülhamid’in hata­ları olmuştur. Fakat Ermeni isyanlarını bastırdı diye, ona Kızıl Sultan demeye hakkımız olmamak gerek. Kaldı ki, Ermenilerin kestiği müslümanların sayısı, öl­dürülen Ermeni eşkıyalarının sayısından çok daha faz­ladır.

Batı, bununla yetinmeyerek; gayrı müslimleri is­yana teşvik ettiği gibi, Anadolu dışındaki müslümanlar arasında da bir ırkçılık (racisme) cereyanı başlatarak, bunları da İstanbul’dan koparmaya çalışmıştır. Batı emperyalizminin bu faaliyeti sırf ekonomik üstünlük sağlamak olmayıp, bu meselenin kökeninde, Orta Doğu’da Hıristiyanlığı yerleştirmek yatıyordu ki bu XI. yüzyılda başlatılan Haçlı savaşlarının bir devamı idi.[3] Bu sömürgeciler, esas gayelerini gizlemek için,bi­limsel araştırmalar yapmak bahanesiyle, yüzlerce ca­susu Orta Doğu’ya göndermişler[4], ve bu arada da binlerce tarih belgeleri, yazıtlar ve heykelleri kaçıra­rak[5], Batı müzelerine koymuşlardır.

Fakat maalesef, bu sözde bilim adamlarının esas gayesi bilindiği halde, bunlara karşı Osmanlı Devleti tarafından yeteri derecede önlem alınmamıştır [6].

Bu misyoner kaşif veya bilim adamları, gayeleri­ne ulaşmak için, müslüman dillerini öğrenmişler[7]; ve müslüman aileler arasına sızabilmek için kendilerini doktor olarak tanıtmışlardır. Fransız yazar Botta[8] bu konu ile ilgili şu itirafta bulunuyor: “Kendimi doktor olarak tanıttım. Zira önemli olan, bir bahane idi... Üs­telik, asıl ve uydurma amaç için bu yörelere ilk gelenin ben olmadığımı öğrendim”[9].Misyoner Batı bilim adamlarının yöntemlerinden birisi de, Osmanlı devleti­ni sömürgeci, kendilerini de bu sömürüden kurtarıcı (liberateur) olarak tanıtmalarıydı[10].

Osmanlı İmparatorluğu, Avrupalılar tarafından bu şekilde tehdid edilirken; Sultan Abdülhamid de bu hücumlara karşı bir “contre attaque”da bulunmak için, dış siyasetinin önemli bir kısmını teşkil eden Panislamizme başvurmuştur. O, bu siyasetiyle, Anadolu dışın­daki tüm müslümanları kendisine bağlayarak, Batı karşısına çıkmak istiyordu. Bu müslümanları kendisi­ne bağlayabilmek için de Hilafet ünvanından yararlan­mak istiyordu ki, onun panislamizm siyaseti budur.

Abdülhamid, bilhassa gayıı müslimlerin idaresi altında bulunan müslümanlarla ilişki kurmuş ve onları manen de olsa İstanbul’a bağlamayı başarmıştır.[11] O, bu düşünceyle, Türkistan’a Hindistan’a[12], Afri­ka’ya[13], Japonya’ya[14] ve hatta Çin’e[15] kadar adam­larını göndermiştir. Öyle ki Osmanlı Halifesi Abdulhamid’e bağlılıklarını ilan eden ve onu kendileri için Hali­fe ve tek önder olarak kabul eden Çin müslümanları, Pekin’de onun adına bir İslam Üniversitesi dahi açmış­lardır[16].

Abdülhamid’in panislamist faaliyetlerini yürüten adamlarının çoğu Ebu’l Hûda, Şeyh Rahmetullah, Muhammed Zafir gibi tarikat şeyhleri[17] ve din âlimleriydi.

İşte, Başbakanlık Devlet Arşivinde[18] bulduğu­muz bu risale, muhtemelen Sultan Abdülhamid tara­fından bu gayeyle yazdırılmıştır. Gerçi risalenin yazarı, kendi insiyatifi ile bunu yazmaya karar verdiğini belir­tiyor; fakat birinci ihtimal bize daha kuvvetli görünü­yor. Hatta bu risalenin bir başkası tarafından yazıldıktan sonra, Yemen eski müftilerinden Ahmed elHafzi’nin imzasının atıldığı da düşünülebilir. Zira risale­nin dili, bir Arabın kullanacağı Arapçaya pek benzeme­mektedir. Ancak, risalenin müellifi olan Ahmed el-Hafzi hakkında fazla bilgi bulamadığımızdan bütün bunlar ihtimaldir. Onun hakkında bildiğimiz tek şey, onun e sir olarak İstanbul’a götürüldüğü, kendisinin Yemen’in eski müftisi olduğudur.

Risalenin yazarı Ahmed el-Hafzi, Yemen ve Asir bölgesindeki müslümanları, Sultan Abdülhamid’e isyan etmekten vazgeçirmek ve onları Halife’ye itaat etmeye sevk etmek için ve cihadın fazileti hakkında yazdığı bu ve başka risalelerini, basılmak üzere Maarif Nazırı Cevdet Paşa’ya verdiğini de risalenin sonunda belirti­yor. Fakat maalesef bu te’lifattan hiç birini bulamadık. Bu bakımdan, el-Hafzi hakkında fazla bir şey söyleyemiyecek, sadece tercümesini yaparak, metinde zikredi­len hadisi şerif, ve ayeti kerimeleri göstermek gaye­siyle dipnotları ilave ettiğimiz bu risalesini sunmakla yetineceğiz:

Risâle şöyle başlıyor ’

“Allah’tan muvaffakiyyet ve en doğru yola hidaye­tini dileyerek, O’na hamd ve şükrederim. Salat ve se­lam, O’nun nehiylerinden kaçan ve emirlerine uyan Hz. Muhammed(salla'llâhü aleyhi ve sellem)’e, onun âline ve ashabına, yar­dımcılarına ve ehli beytine olsun.

İslam Sultanı’na avam ve havasın itaat etmeleri için gerekli surette irşad yapılmadığını ve ülemanın bu işi yapmaktan çekindiklerini görmem üzerine, yirmisi İslam Sultanı’na itaat, ve yirmisi, cihadın fazileterine dair olan; sika ravilerden rivayet edilmiş, senetleri kuvvetli kırk sahih hadisi toplamaya başladım.

*   Risâlenin başında yazarına ait mühür yer alıyor.

Müellifi, elHakir Ahmed el-Hafzi b. Abdi’l-Halik, Yemen diyarının sabık müftisi ve Sünneti Nebeviyye nin kölesi. Allah ondan kabul etsin.

Bu kırk hadis; hakkında, “kendi nefsinden konuş­maz, onun konuşması ancak bildirilen bir vahiyledir; ona kuvvet sahibi ve güçlü olan Cebrail öğretmiştir152 denilenin dudakları arasından çıktı. Bunun için Hz. Muhammed (salla'llâhü aleyhi ve sellem)’in ümmetinden idareci (râ’i) ve ida­re edilenlerin (ra’iyye), bu hadislerden kendisinde neler bulunduğuna bakıp, kurtarıcıyı ve helak ediciyi görme­leri vacibtir. Şüphesiz, iyi ve kabule şayan bir yola gir­mek zorunludur. Ve herkes bundan mes’uldür. Onlar dünyadan ahirete intikal olunacaklardır. Evliyau’llah’tan bazısı dediler ki:

“Şayet benim icabet edile­cek bir da’vetim olsa, ben onu önce Efendim için yapar­dım”. Bu böyle olunca, nasıl oluyor da biz İslam’ın ve müslümanların Sultanı, sağlam ve gerçek Din’in koru­yucusu, altı yüz Emirü’l mü’mininden sonra bu maka­ma layık, Hadimü’l Haremeyni’şşerefeyn ve’lmaka meyni’l münifeyn, Kayserleri parçalayan ve Kisraları kıran, büyük İmamet’in sahibi, ışık saçan Sultan, bü­yükten büyüğe geçen yüksek Hilafet’in varisi, Aziz olan Allah’ın ve muzaffer askerleri sayesinde Doğu ve Ba tı’nın Hakanı es-Sultan ibn esSultan elGazi Abdülha­mid ibn esSultan el-Gazi Abdülmecid Han ibn esSul­tan el-Gazi Mahmud Han ki, onun saltanatı, cennet bahçelerinde gezmekte olan büyük seleflerinin zaman ve ervahına varsın, amin amin. Bir amin’le yetinmiyor binlerce amin demek istiyorum. O (Sultan Abdülha­mid) hala savaşlarda düşmana hücum etmekte, İslam’ı ve müslümanları korumak için askerlerini en güçlü si­lahlarla donatmaktadır. O, kafirlerin toplumlarını da­ğıtmak ve ateşlerini söndürünceye kadar uğraştı. Onla­rın bütün topluluklarını görkemli binalarını, atik ve sa­vaştan kaçmayan orduları sayesinde yerle bir etti. Orduları düşmanın sırtlan üzerinde yürürler. Büyük sa­vaş eğitimlerinde, onlar, parlayan ateş gibidirler. Ben Balkan savaşlarına katılarak, oralarda ne derece cesa­ret gösterdiklerini gördüm. Tıpkı Plevne’de Vezir Os­man’ın[19], ateşli silahların altında gösterdiği mukave­met gibi. O derece ki, onun şehitleri, Sıffin, Bedir, ve Necran şehitleri gibi oldular. Plevne’de olduğu gibi, Ve­zir Muhtar’la[20] Kars, Ardahan, Erzurum’da bulun­dum ki, bizzat oralarda İslam askeri olan Osmanlı or­dularının, mevzilerde ve saf başlarında ne şekilde cesurane çarpıştıklarını gördüm de, o günlerdeki harekat sırasında şu beyitleri söyledim:

Savaşta kaçmayı bilmez,

Hücumda, “benim gibi kim olur? derler Dağ zirvelerine tırmanarak,

Küfrü yıkıncaya dek vuruşurlar.

Dağdaki karlara rağmen savaşır,

Dağlar gibi güzel kokarlar.

Yere akan kanlar sel olup giderken,

Savaş gece gündüz devam eder,

Sanki yıldırım ve şimşek gibi,

Ateşin alevleri aydınlatıcı olur.

Sanki dağlara bulutlar yağıyor,

Ve bu, üzerinde yapılan savaştan ileri geliyor.

Oradaki kestane ve çam ağaçları beyaz,

Orada müslüman hür ve alnı açıktır.

Biri şehid olurken, bir diğeri esir oluyor.

Ve so­nunda düşman kırılıyor?

Atlar dolu dizgin koşuyor,

Mızraklar da uçuyor.

Onlar büyük kişiler olup, gerektiğinde, savaş meydanında savaşçı kesilirler. 1293 senesinin şevval ayında, İslam Sultanı’nın[21], 70.000’e yakın askeri, içinde 500.000’e yakın kafir bulunan müstahkem kale­ler ve sağlam surlara hücum ettiler. Ve orada küfür as­kerleri, Allah’tan kaçabileceklerini sanarak, kalelerine sığındılar. Fakat Allahu Te’ala’nın buyurduğu gibi, “Onlar da, kalelerinin kendilerini Allah’tan koruyacağı­nı sanmışlardı. Ama Allah’ın azabı onlara beklemedik­leri yerden geldi, kablerine korku saldı”176. Ve Kur’an, yardımı uman mazlum için şöyle der: “Zafer Allah’tan­dır, ve zafer yakındır”[22].

Müslümanların bu hücumu üzerine kafirler, Aziz ve Cebbar olan Allah’ın,” onları toplayacağı kıyamet günü, sanki gündüz, birbirleriyle sadece tanışacakları bir saat kadar kalmış gibidirler.”[23] dediği gibi oldular. Ve müslümanlar, kafirlerin ümidlerini kırıp, yurtlarını ve mallarını ganimet olarak aldılar. “İnkar edenlere ise, yıkım ve yokluk olsun! Allah onların işlerini boşa çıkarır[24]. Ve o kafirler, tahkim edilmiş kalelerinde, üstüste yığılmış tahtalar gibi oldular. Şevval, zilhicce gibi oldu. Ve kafirler en çirkin uğultularla bağrıştılar. Müslümanlardan bir mücahid de, savaş meydanından şöyle seslendi.” Bu günler, haram olan zilhicce günleri gibidirler. Kurbanlarınız çoğaldı. Ve onlar Sırat üzerin­de bineklerinizdir. Allah’a hamd olsun ki, bozularak kaçtılar.” Hudutlarda, yevmiyeleri 600.000 Osmanlı cüneyhi' olan 600.000 muharibi vardı. Bundan dolayı, Yüce Din’i himaye eden; kuvvetli, zayıf herkesi teca­vüzden koruyan Din’in değişmemesi için elinden geleni yapan Sultanımız tebrike şayandır. Gerçekten bu Os manlı silsilesi ve Hazreti aliyyei sultaniyye, yeryüzü­nün her tarafında vakariyle temayüz etmiştir. Lütuf denizinden, kendisine Meleü’lala’da Hilafet kudreti bağlanan bu Sultan’ı bize ihsan eden Allah’a hamd ol­sun. Cihadlarının yapıldığı yerlerde, yorulmadan ina­yeti yazılan bu Sultan’a itaat etmekte bizi muaffak kı­lan Allah’a şükürler olsun. Elinde tuttuğu ülkelerin sı­nır boylarının yüzünü İslam’la güldürdü. Abdülhamid, sarsılmaz azme ve sayısız askeriyle kafirlerin ülkeleri­ne hakim olmuş, bu ülkelerin boğaz ve geçitlerini mü­cahitlerin emrine sunmuştur. “Peygamberler yardım istediler ve her inatçı zorba hüsrana uğradı”[25]. Bu mücahitler onların yüzbinlerce olan gücünü sarsarak, düşmanlarının burunlarını kırdılar; savaşçıların ordu­sunu dağıtarak, kollarını kestiler. Ve onlara, “Cennet’in kılıçların gölgesinde “[26]. olduğunu öğrettiler. Onlar hakkında umumi ve hususi olarak cihad delilleri ve naslar geldi. “Doğrusu Allah, kendi uğrunda, kenet­lenmiş bir duvar gibi, sıra halinde savaşanları se­ver”[27] . Bu mücahitler, ticaretlerinde kazançlı, savaş­larında da öğüt vericidirler. “And olsun ki, Tevrat’tan sonra Zebur’da da yeryüzüne ancak iyi kullarının mi­rasçı olduğunu yazmıştık”[28]. O mücahidler, İslam Hilafeti’nin peyklerinden bir nokta, imanı Hilafet ağacı­nın birer meyvesidirler. Öyle ki, ilmin tamamı, alimle­rin bildiği gibi bir noktadır, onlardan “elif’ birliktir ki, bunu allameler anlamışlardır; “ba” öyle bir andır ki, alimler onu işaretlemişlerdir; “cim” kavuşanların dü­şündüğü cennettir ve “dal” sadıkların takdis ettikleri ulu bir ağaçtır.

Eski tarihlerde, Asir Livası’nm büyük bir devlet tarafından alınacağı ve Allah’ın onlara bu kuvvetli dev­leti takdir ettiği bilinmiyordu; taki, onları sömürgeci devletlerden koruyan bir hami ve kötü fiillerden sakın­dıran bir idareci ki hâlâ onlara irşad yolunun ve birlik olmanın faydalarım haber veren Devlet, yani bizim Osmanlı Devletimiz onların bütün sevdiklerinden daha sevgili, arzu edilenlerin en çok arzu edileni oldu. Ye­men San’a’sı ve diğer ülkeler, eski devir kralları ve ora­ya hakim olan sultanlarla medenileştiler. Bin Himyer kralı oraya sahip oldular. Taki, Nişvan el-Himyeri’nin dediği gibi, “hiç bir korku ve ürkme görmeden bin kral burada yaşadı.” Hatta dendi ki: Herhangi bir melik, is­terse bütün yer yüzüne sahip olursa olsun San’a’ya sa­hip değilse ona “Halife” demek doğru olmaz. Ve Yemen San’a’smdan önce bir taş diğerinin üzerine konmamış­tır. Oraya otuz bin peygamber girmiş ve Cibril(aleyhisselâm) da oraya ayak basmıştır. Ondan sonra da, bizim İslam Devletimiz, Sinan Paşa[29], Haşan Paşa, Özdemir Pa­şa.[30] Mustafa Lala Paşa[31] ve Süleyman Paşa[32] vası tasiyle elMutahhar b. Şerefüddin zamanında oraya sa­hip oldu. Bundan dolayı, Emirü’lmü’minin ve Halifetü Seyyidi’l Mürselin’i tebrik eder. Yemen vilayetinden ve Asir bölgesinden, kim bu risalemi görürse, itaat edil­mesi gerekenlere itaat etmekle acele etsin!

Şurası muhakkaktır ki, ben vatanımdan (Ye men’den) esir olarak çıktım ve oraya büyümüş olarak döndüm. Emirü’lmü’minin olan müslümanlann Sulta­nıyla yüzyüze geldim; ve onun bereketinden Kur’an’ın nassına ve ademoğlunun Efendisi’nin hadisi şerifine uygun olarak ehli iman ve ehli İslam için nasihatlar te’lif ettim,ve basım işini de, alim ve ariflerin, yenilerin ve eskilerin efendisi, saltanat ve imaretin tacı, müşirlik ve vezirliğin Övüncü, Devletlu Ahmed Cevdet Paşa’ya  Allah onu dilediği bütün hayırlara kavuştursun havale ettim. Tevfik Allah’tandır.

Tarih: 25 cemazi’elahir 1307”

Risalenin yazarı, aşağıdaki kısa girişten sonra bu konuda topladığı kırk hadisi sıralıyor.

Kırk hadisin girişi:

Allah’tan muvaffakiyet ve en doğru yola hidayeti­ni dileyerek, O’na hamd ve şükrederim. Salat ve selam O’nun nehiylerinden kaçan ve emirlerine uyan Hz. Muhammed (salla'llâhü aleyhi ve sellem)’e, onun âline ve ashabına, yardımcıla­rına ve ehli beytine olsun.

İslam Sultanı’na avam ve havasın itaat etmeleri için gerekli surette ifşad yapılmadığını ve ülemanın bu işi yapmaktan çekindiklerini görmem üzerine, yirmisi İslam Sultam’na itaat ve yirmisi cihadın faziletlerine dair olan; sika ravilerden rivayet edilmiş, senetleri kuvvetli kırk sahih hadisi toplamaya başladım.

Müellifi, el-Hakir Ahmed elHıfzi b. Abdi’l Halik, Yemen diyarının sabık müftisi ve Sünneti Nebeviyye nin kölesi. Allah ondan kabul etsin.

Hadislerin Türkçe mealleri:

1.                    Hadis: Ebu Hureyre(radiya’llâhü anh)’m rivayetine göre Hz. Peygamber(salla'llâhü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu:

” Her kim bana itaat ederse o Allah’a itaat etmiştir. Her kim bana isyan ederse, Allah’a isyan etmiştir. Her kim emîre itaat ederse, o bana itaat etmiştir. Her kim emîre isyan ederse, bana isyan etmiştir” [33].

2.                    Hadis:... Yahya ibn Husayn, ninesi Ummu’l Husayn (radiya’llâhü anh)’dan: Yahya dedi ki: Ben veda haccıda Rasûlüllah salla’llâhü aleyhi ve sellem ile beraber hacc ettim. Resulullah bir çok sözler söyledi. Sonra ben ondan işittim ki, şöyle buyuruyordu:

“ Eğer sizin üzerinize, sizleri Allah’ın Kitabı’na göre sevk ve idare edecek olan kesik yahut si­yah bir köle bile vali tayin edilirse, sizler onu dinleyiniz ve itaat ediniz” [34].

3.                    Hadis: Enes ibn Malik(radiya’llâhü anh)’dan rivayete göre Rasûlüllah salla’llâhü aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:

“Ey ashabım! Valilerinizin, komutanlarınızın emirlerini dinleyiniz ve onlara itaat ediniz; üzerinize tayin olunan vali, başı si­yah üzüm gibi saçlı Habeşi bir köle bile olsa” [35].

4.                   İbn Ömer(radiya’llâhü anh)’ın rivayetine göre, Peygamber (salla'llâhü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

“Müslüman olan kişiye, hoş­lanmadığı hususlarda amirlerini dinlemek ve itaat et­mek vacibdir. Ma’siyet ile emredilmesi müstesnadır. Ma’siyet ile emrolunursa onları dinlemek ve itaat et­mek yoktur” [36].

5.                   Hadis: Ubadetu’bnu Samit(radiya’llâhü anh) şöyle demiştir: Biz Rasûlüllah salla'llâhü aleyhi ve selleme zorlukda, kolaylıkla, neş’ede, kederde ve başkalarının bizim üzerimize tercih edilmesi halle­rinde dinlemek, itaat etmek, emaret sahibi olan kimse­lerle emirlik hususunda çekişmemek, her nerede bulu narsak bulunalım, muhakkak hakkı söylemek, Allah yolunda hiçbir kimsenin levm ve kötülemesinden kork­mamak üzere biat edip söz verdik” [37]

6.                  Hadis: İbn Ömer (radiya’llâhü anh) rivayet ederek dedi ki:

Rasûlüllah salla’llâhü aleyhi ve sellem’e onu dinlemek ve itaat etmek üzere biat ettiğimizde, o bize, “elinizden geldiği kadar” diyordu[38]

7.                    Hadis: Ebu Hureyre(radiya’llâhü anh) rivayet ederek dedi ki: Rasûlüllah salla’llâhü aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

“Her kim İslam Devlet başkanından, hoşlanmayacağı kötü bir şey gö­rürse sabretsin. Çünki her kim İslam toplumundan bir karış ayrılır da ölürse muhahkak onun ölümü bir cahiliyet ölümüdür” [39]

8.                    Hadis: Ebu Hureyre(radiya’llâhü anh) rivayet ederek dedi ki: Rasûlüllah salla'llâhü aleyhi ve sellemin,

“Kim itaati bırakıp, böylece cemaat’tan ayrıldıktan sonra ölürse cahiliyye ölümü ile ölmüştür” dediğini duydum [40]

9.                    Hadis: Avf ibn Malik(radiya’llâhü anh)’m rivayetine göre, Rasûlüllah salla'llâhü aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

“İmamlarınızın (yani Devlet başkanlarınızın) hayırlıları, sizin kendileri, onların da sizleri sevmekte bulunduklarınız ve onların sizlere dua etmekte, sîzlerin de kendilerine dua etmekte olduklarınızdır. Devlet başkanlarınızın şerlileri ise sizin kendi­lerine buğz etmekte, onların da sizlere buğz etmekte bulundukları, ve sizin onlara, onların da size sövüp la­net etmekte bulunduklarınızdır”.

Ya Rasûlullah! Onlara karşı kılıçla muharebeye kalkışmayalım mı? denildi, Rasûlüllah salla'llâhü aleyhi ve sellem:

“Sizin içinizde namazı kıldırdıkları müddetçe hayır. Valilerinizden hoşlanmadığınız bir şey gördüğünüz zaman, onun yap­tığını sevmeyiniz. Fakat itaattan da el çekmeyiniz” bu­yurdu[41].

10.  Hadis: Hz. Ebu Bekir(radiya’llâhü anh) şöyle dedi. Rasûlüllah salla’llâhü aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

” Sultan, Allah’ın, yeryüzün­ de fakirleri koruyan gölgesidir ki, onunla mazluma yar­dım edilir. Kim Allah için dünyada çalışan Sultan’a ik­ramda bulunursa, Allah da Kıyamet gününde ona ik­ramda bulunur” [42]

11.                   Hadis: Hz. Aişe ( radiya'llâhü anha)’nin rivayetine göre, Rasûlüllah salla'llâhü aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

“ Sultan, velisi olmaya­nın velisidir. Şayet adil olursa ona ecir vardır; raiyye nin de kendisine müteşekkir olması lazımdır. Fakat zu­lüm ederse ona günah olup, raiyyenin de sabretmesi la­zımdır” [43]

12.                    Hadis: Rasûlüllah salla’llâhü aleyhi ve sellem’e şöyle soruldu:

”Ya Resulullah, öyle amirlerimiz var ki, kendi haklarım bizden isterler ve bizim hakkımızı da reddederler. Bu konuda ne emredersiniz? Rasûlüllah salla’llâhü aleyhi ve sellem şöyle dedi: “Onları dinleyiniz ve itaat ediniz. Onlar, yapmakla mü­kellef oldukları şeyden, siz de yapmakla mükellef oldu­ğunuz şeyden mes’ulsünüz” [44].

13.                    Hadis: Abdullah ibn Ömer(radiya’llâhü anh) Rasûlüllah salla’llâhü aleyhi ve sellem’den şöyle duyduğunu söyledi:

“Her kim İslam devlet otoritesine itaattan bir el kadar ayrılırsa, Kıya­met gününde Allah’a fiili hususunda lehine hiç bir hüc­ceti olmayarak kavuşacaktır. Her kim de boynunda, İs­lâm Devletine bir bağlılık biati olmayarak ölürse, cahi liyet ölümü ile ölür” [45].

14.                   Hadis: Haris el-Eş’ari (radiya’llâhü anh)’dan, dedi ki; Rasûlüllah salla'llâhü aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

Size beş şeyi emrediyo­rum: cemaat olmak (birlik olmak), emir dinlemek, itaat etmek ve Allah yolunda cihad etmek. Ve her kim ki bir karış kadar cemaattan ayrılırsa bilsin ki o, boynundan İslam bağını çıkarıp atmıştır; meğer ki, kendini düzelt­sin”[46].

15.                     Hadis: Ziyad el’Adevi’den; o şöyle dedi: İbn Amir minberde, üzerinde ince bir elbise olduğu halde hutbe okurken, ben Ebu Bekrete ile beraber minberin altında oturuyordum. Ebu Bilal dedi ki:

” Emirimize baksanıza fasıklann elbisesini giymiş”. Ebu Bekrete de şöyle dedi: Ben Rasûlüllah salla’llâhü aleyhi ve sellem’in şöyle buyurduğu­nu duydum:”

Kim Allah’ın sultanını dünyada küçük düşürürse, Allah da onu küçük düşürür [47].

16.                     Hadis: Hz. Aişe (radiya’llâhü anha)’nin rivayetine göre, Rasûlüllah salla’llâhü aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

” Allah bir emir’e hayır vermek isterse, ona sadık bir vezir verir; unuttuğunda hatırlatır, hatırlarsa ona yardım eder. Fakat Allah o emire hayır istemezse, ona kötü bir vezir verir; unutur­sa hatırlatmaz, hatırlarsa, ona yardım etmez” [48].

17.                     Hadis: Ebu Said el-Hudri (radiya’llâhü anh)’m rivayetine göre Rasûlüllah salla'llâhü aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

“Şayet bir emir, reayasını şüpheye düşürecek oluksa, onları ifsad etmiş olur” [49].

18.                     Hadis: Ebu Umame(radiya’llâhü anh)’nın rivayetine göre Rasûlüllah salla'llâhü aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

“Allah hiç bir peygam­ber veya halife göndermemiştir ki onun iki maiyeti ol­masın; birisi ona iyiliği emreder, ve nasibini alır, diğeri de ona kötülüğü emreder ve nasibini alır. Masum olan da, Allah’ın esirgediğidir” [50].

19.                     Hadis: Ebu Zerr (radiya’llâhü anh)’m rivayetine göre Rasûlüllah salla’llâhü aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

”Sizler ve benden sonra ge­lecek olan imamlar bu fey’e nasıl da sahip olmak ister­ler? “Bunun üzerine ben dedim ki: “Seni hak üzere gön­derene yemin ederim ki, kılıcımı boynuma vurur sana yetişirim”. Rasûlüllah salla’llâhü aleyhi ve sellem buyurdu: “Sana daha gü­zel bir yol göstereyim mi, bana yetişinceye kadar sabret” [51].

20.                  Hadis: Ebu Derda (radiya’llâhü anh)’m rivayetine göre, Rasûlüllah salla’llâhü aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

“ Allahu Ta’âlâ buyurdu ki: Ben, Benden başka ilah olmayan Allah’ım. Melikle­rin Sahibi’yim. Meliklerin kalbleri Benim elimdedir. Şayet Benim kullarım Bana itaat ederlerse, onların meliklerinin kalblerini merhamet ve şefkate çeviririm; şayet Bana isyan ederlerse, meliklerinin kalblerini sertleştirir gaddar yaparım. Bunun sonu da azabdır. O halde, idarecilerinize beddua etmekle vakit geçirmeyip, Bana zikr ve yakarışla dua edin ki, idarecelerinizin üzerinizdeki baskısını izale edeyim” [52].

21.                   Hadis: İbn Azib (radiya’llâhü anh)’dan, dedi ki: “Yüzü zırh­la kapalı bir adam gelip Rasûlüllah salla’llâhü aleyhi ve sellem’e şöyle de­di:”

Ya Resulûllah, savaşayım mı, müslüman mı olayım?”. Rasûlüllah salla'llâhü aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: “Önce müslü­man ol, sonra savaş!”. O da müslüman oldu, savaşa ka­tıldı ve şehid oldu. Bunun üzerine Rasûlüllah salla’llâhü aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: “Çok az iş yaptı, fakat çok mükafat ka­zandı” [53].

22.                    Hadis: Ebu Hureyre(radiya’llâhü anh)’m rivayetine göre Rasûlüllah salla'llâhü aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

“Ey insanlar! Düş­manla karşılaşmayı temenni etmeyiniz. Allah’tan afi­yet isteyiniz. Fakat düşmanla karşılaşınca da, savaşa karşı sabrediniz”[54].

23.                   Hadis: Abdullah b. ‘Abr ibni’l As(radiya’llâhü anh)’ın riva­yetine göre Rasûlüllah salla’llâhü aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

 “Allah yo­lunda ölüm, dinden başka her şeyin keffareti olur”[55].

24.                    Hadis: Ebu Hureyre (radiya’llâhü anh)’ın rivayetine göre Rasûlüllah salla’llâhü aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

“Bir kafir ile onun katili ebedi olarak ateşte birleşmezler”[56].

25.                   Hadis: Ebu Mes’ud el-Ensari(radiya’llâhü anh) dedi ki:

 Bir adam Rasûlüllah salla’llâhü aleyhi ve sellem’in yanına, yularlanmış bir dişi deve getirdi, ve şöyle dedi: “Bu, Allah yolunda sadaka­dır”. Bunu üzerine Rasûlüllah salla’llâhü aleyhi ve sellem : “Bu bir deveye mukabil, sana Kıyamet gününde yedi yüz yularlı deve vardır” buyurdu[57].

26.                   Hadis: Zeyd b. Halid el-Cehmi(radiya’llâhü anh)’m rivayeti­ne göre Rasûlüllah salla’llâhü aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

“Kim bir gazi­yi teçhiz ederse, o cihada gitmiş gibi olur; ve kim gazi­nin geride bıraktığı çoluk çocuğuna bakarsa o da ciha­da gitmiş gibi olur” [58].

27.                   Hadis: Süleyman ibn Büreyde(radiya’llâhü anh)’ın rivayeti­ne göre Rasûlüllah salla’llâhü aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

”Mücahidlerin kadınlarına hürmet etmek vazifesi, geride kalanlar üzerine, analarına yapacakları hürmet vazifesi gibidir. Geride kalanlardan herhangi bir kimse mücahidlerden birine ailesi hususunda işlerini görmek ve yardım et­mek üzere ona halef olur da mücahidin ailesi hususun­da mücahide hainlik yaparsa, o hain Kıyamet gününde muhakkak tevkif olunacak da hıyanet ettiği mücahid onun amelinden istediğini alacaktır. Öyleyse ey beni dinleyenler! o mücahidin, hainin hasenelerini almakta­ki rağbeti ve o makamda bunlardan ne kadar çoğalta­cağı, yani kendine mümkün olursa hasenelerden hiçbir şey bırakmayacağı hususunda ne zannediyorsu­nuz.” [59].

28.                  Hadis: Bera (radiya’llâhü anh) dedi ki: Rasûlüllah salla’llâhü aleyhi ve sellem’e, Ensar’dan bir kabile olan Nebit oğullarından bir kimse geldi ve

“Ben şehadet ediyorum ki Allah’tan başka hak ilah yoktur ve sen muhakkak onun kulu ve elçisisin” dedi. Sonra ileri atılarak, şehid oluncaya kadar Allah yolunda savaştı. Rasûlüllah salla’llâhü aleyhi ve sellem onun için şöyle bu­yurdu: “Şu zat az amel yaptı fakat çok ecre nail ol­du” [60].

29.                   Hadis: Ubeydullah b. Kays babasından şunu rivayet etti. O dedi ki: Ben de Rasûlüllah salla’llâhü aleyhi ve sellem’in şöy­le buyurduğunu duydum:

“Cennetin kapılan, kılıçların gölgesi altındadır” [61].

30.                  Hadis: Enes b. Malik (radiya’llâhü anh) şöyle dedi: Rasûlüllah salla’llâhü aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

“Samimi olarak şehid olmak isteyene, şehid olmasa bile şehidlik verilir” [62].

31.                  Hadis: Enes b. Malik (radiya’llâhü anh) şöyle dedi. Rasûlüllah salla’llâhü aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

“Her kim, samimi olarak Allah’dan şehid olmak isterse, döşeği üzerinde ölürse bile, Allah o şahsı şehitler mertebesine ulaştırır” [63].

32.                   Hadis: Selman (radiya’llâhü anh) şöyle dedi: Ben Rasûlüllah salla’llâhü aleyhi ve sellem’in minber üzerinde şöyle buyurduğunu duy­dum:

“Siz de düşmanlara karşı gücünüzün yettiği ka­dar kuvvet ve cihad için bağlanıp beslenen atlar hazır­layın ki, bununla Allah’ın ve sizin düşmanınızı korku­tasınız” ayetini (Enfal, 60) okudu ve “gözünüzü açın, kuvvet ancak (silah) atmaktır, kuvvet ancak (silah) at­maktır, kuvvet ancak (silah) atmaktır” dedi[64].

33.                    Hadis: Selman(radiya’llâhü anh) şöyle dedi: Ben, Rasûlüllah salla’llâhü aleyhi ve sellemin şöyle buyurduğunu işittim:

“Bir gün ve bir gece (İslâm için) nöbet beklemek, bir ay oruç tutup nafi­le namaz kılmaktan daha hayırlıdır.Ve bu kişi nöbette iken ölürse ameli ona sayılır, rızkı üzerine gönderilir ve hilekardan emin olur” [65].

34.                    Hadis: Cabir ibn Semure (radiya’llâhü anh)’ın rivayetine göre Rasûlüllah salla’llâhü aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

“Bu din, daima ayakta duracak, Kıyamet kopuncaya kadar müminler­den bir taife onun yolunda savaşmaktan asla vazgeçmeyecektir” [66].

35.                   Hadis: Ukbet’ibnu ‘Amr (radiya’llâhü anh) dedi ki: Ben Rasûlüllah salla’llâhü aleyhi ve sellem’in şöyle buyurduğunu duydum:

“İstik­balde size bir çok memleketler fetholunacak ve Allah sizlere kifayet edecektir (yani düşmanlarınıza karşı sizleri koruyacaktır). Bunlar olunca da, sakın sizden hiçbiriniz silahlarını kullanmaktan aciz kalmasın” [67].

36.                    Hadis: Ebu Hureyre(radiya’llâhü anh) şöyle dedi. Rasûlüllah salla’llâhü aleyhi ve sellem buyurdu ki:

“Allah yolunda savaşmadan ve Allah yolunda savaşmayı arzulayıp bunu konuşmadan ölen kimse, münafıkların bir grubundanmış gibi ölmüş olur” [68].

37.                   Hadis: Abdullah b. ‘Amr(radiya’llâhü anh) dedi ki: Rasûlüllah salla’llâhü aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

“ Savaşa giden bir birlik ya­hut bir müfreze ferdleri ganimet alır ve selamette kalırsa ecirlerinin üçte ikisini muhakkak dünyada almış olurlar. Ganimet alamayan ve isabet alıp zarar gören bir ordu birliği, yahut müfrezesi de muhakkak ecrini tam alacaktır.” 04.

38.                    Hadis: İbn Abbas (radiya’llâhü anh) dedi ki, Rasûlüllah salla’llâhü aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

“Fetihten sonra artık (Mek­ke’den Medine’ye) hicret yoktur. Bundan sonra Mek­ke’den yalnız cihad ve faziletler tahsili niyeti ile çıkılabilir. Binaenaleyh cihada seferber olmanız istendiği za­man derhal seferber olunuz” [69].

39.                   Hadis: “Ebu Hureyre (radiya’llâhü anh) dedi ki, Rasûlüllah salla’llâhü aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

“Allah yolunda yaralanan bir kimse muhakkak Kıyamet gününde yarası kan saça­rak, rengi kan renginde, kokusu misk kokusu olduğu halde gelecektir” [70].

40.                    Hadis: Ubeydullah İbn Ömer (radiya’llâhü anh)’dan, dedi ki: Rasûlüllah salla’llâhü aleyhi ve sellem savaştan dönünce üç defa tekbir getirir ve şöyle derdi:

“İnşaallah döndük. Allah’ımıza secde eder, hamd ve kulluk ederek tövbeli bir şekilde dönüyoruz. Allah va’dine sadık olarak kulunu muzaffer kıldı ve hizibleri hezimete uğrattı” [71].

Kırk hadis bitti.


Kaynak: Prof. Dr. İhsan Süreyya Sırma, BELGELERLE II. ABDÜLHAMİD DÖNEMİ, Ağustos 1998,İstanbul


 



[1] Başbakanlık Devlet Arşivi, Yıldız tasnifi, Kısım no. 18, Evrak no. 553/217. Zarf. no. 93, Karton no. 35.

[2] Bak. Gilles Roy, Le Sultan Rouge, Paris, 1936.

[3] C. Brockelmann, Histoire des Peuples et des Etats İslamiques, Paris, 1949, s. 190.

[4] Bak. Es’ad Cabir b. Osman Rağıb, Yemen, İstanbul Üniversite­

si Kütüphanesi, T.Y.nr. 4250, s. 11; Albert Deflers, Voyage au Yemen; Journal d’une excursion botanique, Paris, 1889, s. 10.

[5] Paul-Emile Botta, Relation d’un voyage dans le Yemen. Paris,s. 27.

[6] Başbakanlık Arşivi, Yıldız tasnifi, Kısım no: 1. Evrak no: 88/26, Zarf no: 88, Karton no: 12.

[7] P.E.Botta (Aynı eser, s. 59), bir Arap Şeyhine yazdığı bir mektup­

[8] Aynı eser, s. 62.

[9] Bu şekilde müslümanları kandıran Claudie Fayein adındaki fransız bir kadın da, bunu açıkça itiraf etmektedir. (Une Française au Yemen, dans, Comptes Rendus Mensuels de I’Academie des Science Colaniales, Paris, 1955, c. 15, s. 485).

[10] Bak. M. Emin Paşa, Yemen kıt’asmm ma’muriyyetine ve daimma asayişde bulunmasına dair tedabır, İstanbul Üniversitesi Kütüphanesi, T.Y. nr. 4615, 2b, 4a,7a, P.E.Botta, aynı eser, s. 38 Muhammed Hilal, Hıttay-ı Yemaniyye hakkında ma’lumat İst. Üniversitesi Kütüphanesi, T.Y.nr. 6622, 3b-4a, Gaston Ro- uet, La Question du Yemen dans, Questions Diplomatiques et Colaniales. Paris, 16 Avril 1910 c. 29, no:316,s. 490, Y.M.Gob- let, La Revolte au Yemen, les tendences separatistes des arabes et leur Pretention de fonder un Emirat Independant, dans, Le Tour du Monde, Paris, 1911, c. 117.s.61, Barbier de Meynard, Notice sur I’Arabie Meridionalle d’apres un docu- ment turc, Publication de I’Ecole des Langues Orientales Vivantes, Paris, 1883, no: 9. s. 93.

[11] Uriel Heyd, Foundations of Turkish Natıonalism, Londan, 1950, s. 101.

[12] Victor Berard, Le Sultan, FÎslam et les Puissances, Paris, 1907,s. 36.

[13] Bak. İhsan Süreyya Sırma, Fransa’nın Kuzey Afrika’daki sö­mürgeciliğine kaşı Sultan II. Abdülhamid’in Panislamist fa­aliyetlerine ait bir kaç vesika, Tarih Enstitüsü Dergisi, Sayı 7-8, İstanbul, 1977,s. 157 vd.

[14] İhsan Süreyya Sırma, II. Abdülhamid’in Uzak Doğu’ya gönder­

diği ajana dair, 6-9 Şubat 1978’de İstanbul yapılan 1. Milli Türkoloji Konferansına tebliğ olarak sunulmuştur.

[15] İhsan Süreyya Sırma, Sultan II. Abdülhamid ve Çin müslümanlan, İslam Tetkikleri Enstitüsü Dergisi VII/3-4, İstanbul, 1979,s. 199 vd.

[16] Bak. İhsan Süreyya Sırma, Pekin Hamidiyye Üniversitesi, Er­

zurum Atatürk Üniversitesi İslami İlimler Fakültesi, Prof. M. Tayyib Okiç Armağanı, Ankara, 1978,s. 159 vd.

[17] İhsan Süreyya Sırma, Ondokuzuııcu Yüzyıl Osmanlı Siyasetin­ de büyük rol oynayan tarikatlara dair bir vesika, Tarih Dergi­si, Sayı 31, İstanbul, 1977, s. 183, Archives du Ministere des Affires Etrangeres Française, Turquie. 1902, no: 174, s. 6.

[18] Yıldız Tasnifi, Kısım no:18, Evrak No: 548, Zarf no: 13, Karton no: 32.

[19] Gazi Osman Paşa.

[20] Ahmed Muhtar Paşa.

[21] Sultan II. Abdülhamid

[22] Kur’an, es-Saf, 13.

[23] Kur’an, Yunus, 45.

[24] Kur’an, Muhammed suresi, 8.

*    Osmanlı Lirası

[25] Kur”an, İbrahim, 15.

[26] Hadis-i Şerif, Bak. Buhari, Cihad 22, 112, 156; Müslim, Cihad 2, İmare 146; Ebu Davud, Cihad 89; Tirmizi, FedailüI’Cihad 23; Ahmed b. Hanbel, Müsned. IV, 354-396.

[27] Kur’an, es-Saf, 4.

[28] Kur’an, Enbiya, 105.

[29] Bak. İslam Ansiklopedisi, Sinan Paşa mad.

[30] Bak. Kutbüddin Mekki, el-berküI’-Yemani fi fethi’l-Osmanî, er-Riyâd, 1967, s.98; Hayrullah Efendi, Devlet-i Aliyye-i -Osma- niyye Tarihi, İstanbul, 1292, XIII, 11-12; Ahmed Raşid, Tarih- i Yemen ve San’a İstanbul, 1291, I, 89; Rüşdi, Yemen Hatıra­sı, Dersaadet, 1325, s. 28.

[31] Daha ziyade Lala Mustafa Paşa diye bilinir.

[32] Bak. İslam Ansiklopedisi, Süleyman Paşa (Hadım) mad.

[33] Buhari, Cihad 109; Müslim, İmare 32, 33; Nesai, Bi’at 27; İbn Mace, Cihad 39.

169Müslim, İmare,37; Tirmizi, Cihad 28; İbn Mace, Cihad 39.

[35] Buhari, Ezan 56, Ahkam 4; İbn Mace, Cihad, 39.

191     Buhari, Cihad 108; Müslim, İmare 34, 34; Ebu Davud, Cihad 87; İbn Mace Cihad 40.

[37] Buhari, Ahkam 43, Fiten 2; Müslim, İmare 41.

[38] Buhari, Ahkam 43, Emare 90; Nesai, Bi’at 24; İbin Mace, Ci­had, 41; Muvatta, Bi’at 1; Ahmed b. Hanbel, Müsned. 2.

[39] Buhari, Ahkam 4, Fi ten 2; Müslim, İmare 55, 56; Darimi, Siyer

75; Müsned, I. 275.

[40] Nesai, Tahrim 28.

[41] Müslim, İmare 65, 66; Tirmizi, Tefsir 4, 49,

[42] el-Acluni, Keşfü’l-Hafa, Beyrut, 1351, Hadis no: 1487.

[43] Ebu Davud, Nikah 11; Tirmizi, Nikah 15; İbn Mace, Nikah 15;

Darimi, Nikah 11; Müsned, I, 25.

[44] Buhari, Zekat 4, Ezan 54, Ahkam 4; Müslim, İmare 36, 49, 50;

Tirmizi, Fiten 30; İbn Mace, Cihad 39.

[45] Müslim,İmare 58; Müsned, III, 446,

[46] Ebu Davud, Sünne 27; Tirmizi, Edeb 78; Müsned, III, 332. 84

[47] Tirmizi, Fiten 47.

[48] Ebu Davud, İmare 4.

[49] Ebu Davud, Edeb 37.

[50] Buhari, Ahkam 452, 55, Kader 8; Nesai, Bi’at 32; Müsned, III, 39.

[51] Buhari,İlim 6, Ezan 95,122, İ’tişam 21, Cihad 12; Müslim,

İman 10, İmare 15, Lli’an 4; Ebu Davud, Sünne 29.

[52] Hilyetü’l -Evliya’da, Ebu Derda, hadisi olarak geçer.

[53] Buhari, Cihad 13; Müsned, IV, 291-293.

[54] Buhari, Cihad-112, 152, Müslim, Cihad,19, 20; Ebu Davud, Ci­had 89; Darimi, Siyer 6.

[55] Tirmizi, Fedaillü’l-cihad 13.

[56] Müslim, İmare 130, 131; Ebu Davud, Cihad 10; Nesai, Cihad

[57] Müslim, İmare, 132; Nesai, Cihad 46; Darimi, Cihad 12; Müs­ned IV, 121; V, 274.

[58] Buhari, Cihad 38; Müslim, Cihad 135; Ebu Davud, Cihad 20;

Tirmizi, Pedailü’l-cihad 6; Nesai, Cihad 44; Darimi, Cihad 26; Müsned, I. 20, 53.

[59] Müslim, İmare 139; Ebu Davud, Cihad II; Nesai, Cihad 47, 48;Müsned, V, 352.

[60] Buhari, Cihad 13; Müslim, İmare 144.

[61] Buhari, Cihad 22, 112, 152; Müslim, Cihad,2, İmare 146; Ebu

Davud, Cihad 89; Tirmizi, Fedailü’l-Cihad 23; Müsned IV, 354.

[62] Müslim, İmare 156, 157, Nesai, Cihad 36; İbn Mace, Cihad. 15; Darimi, Cihad 15; Müsned.V, 244.

[63] Müslim, İmare-157: 167; Nesai, Cihad 36.

[64] Müslim, İmare-163; Tirmizi, Cihad 39; İbn Mace, Cihad 7; Müsned, V, 440, Cihad 19.

[65] Müslim, İmare 167; Ebu Davud, Cihad 14, 23

[66] Buhari, Nafakat 3; Müslim, İmare 172; Ebu Davud, Sünne 16; Müsned, II, 413, 467.

[67] Müslim, İmare 168;Müsned, IV, 157.

[68] Müslim, İmare 158; Ebu Davud, Cihad 17; Nesai, Cihad 2; Darimi, Cihad 25; Müsned, II, 169.

[69] Buhari, Cihad 1, 27, 194; Müslim, İmare 86; Nesai, Bi’at 15; Darimi, Siyer 69; Müsned, I, 226, 316.

[70] Buhari, Cihad 10; Müslim, İmare 103, 105; Nesai, Cenaiz 82; İbn Mace, Cihad 15; Darimi, Cihad 15.

[71] İbn Hişam es-Siretu’n-Nebeviyye, Mısır, 1955,1, 264-265.

Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.

Benzer Yazılar

Yorumlar