MÜCÂHİD TOMA'NIN KİTABI
Prof.Dr.Ahmed Yüksel Özemre
1945 yılında Yukarı Mısır'da Luksor harâbelerinin 50-60 km kadar kuzey-batısında bulunan Nag Hammâdi'de ortaya çıkarılmış olan ve bugün Nag Hammâdi Külliyâtı diye anılan Kıptîce bir külliyâtın II. numaralı cildinin 7.si olarak kaydedilmiş olan kitap "Miicâhid Toma'nın Kitabı (Mattias Tarafından İktibâs Edilen, isâ'nın YahûdaToma'ya söylediği Gizli Sözler)" olarak anılmaktadır.
Havârî Yahûda Toma'nın Urfa civârında, Süryânice konuşan bir ilk dönem hıristiyan topluluğu nezdindeki i'tibârı büyüktür. Pekçokbilim adamı Toma'ya Göre İncîl'in1, Miicâhid Toma'nın Kitabı'nın ve Toma'nın /j/er/başlıklı yazıların hepsinin de bu topluluktan çıkmış olduğuna inanmaktadırlar. İlgili bilim adamları arasında,Miicâhid Toma'nın Kitabı'nın III. yüzyılın ortalarında yazılmış olduğu kanaati ağır basmaktadır. Kitabın aslı sâdece 7,5 sayfada 318 satırdan ibârettir. Kitabın ismi İngilizce'de "The Book of Thomas the Contender", Fransızca'da "Le Livre de Thomas l'Athlete", Almanca'da "Das Thomasbuch" ve İtalyanca'da ise "II libro di Tommaso l'Atleta" diye geçmektedir^.
Miicâhid Toma’nın Kitabı’nın elde bulunan nüshası Kıptîce'nin Sahidî lehçesinde yazılmıştır. Bununla beraber bu nüshanın aslı Süryânice olan bir nüshadan Kıptîce'ye tercümesi olması ihtimâli de yüksektir. Kitabın, şu âna kadar, bizim ulaşabildiğimiz tercümeleri, biri İngilizce'ye3 ve diğeri de de Fransızca'ya4 olmak üzere iki tercümedir. Kitabın İngilizce ve de ilk tercümesi hâlen A.B.D.nde Nebraska üniversitesi Eski Eserler ve Dinî İncelemeler Bölümü’nde öğretim üyesi bulunan Prof.Dr. John D. Turner’in doktora tezinin temelini teşkil etmektedir. Fransızca'ya tercüme ise Fribourg/İsviçre'de "Ecole de Foi et des Ministeres"de hoca olan Râhip Raymond Kuntzmann tarafından yapılmıştır. Bizim tercümemiz ise bu her iki tercümeye dayanmaktadır. Kitabın Internet'te Roald Zellvveger tarafından yapılmış bir Almanca tercümesine5 rasladıysak da bizde, bunun Kıptîce'den Almanca'ya değil de Turner'inkinden Almanca'ya hemen hemen kelimesi kelimesine yapılmış bir tercüme olduğu intibaı uyandı; ve bundan pek istifâde edemedik.
R. Kuntzmann adı geçen kitabında yaptığı tercüme için yararlandığı eserleri de zikrederken bunların: 1) J.M. Robinson, Intenm Collations in Codex II and the Cospel ofThomas, Melangesd'Histoire des Religions Offerts â Henri-Charles Puech, Paris 1974, s. 379-392; 2) H.M Schenke, Sprachüche und exegetische Probleme in den beiden ietzten Schnften des Codex II von Nag Hammadi, Orientalische Literaturzeitung cild: 70, s. 5-13, 1975; ve 3) J.E.Menard'ın kendisine verdiği özel notları gibi "mukayeseli kritik yazılar" ile: 1) J.D. Turner, Book ofThomas the Contender, fromCodexlloftheCairo gnostic library from Nag Hammadi (CC II, 7): the Coptic text, with translation, introduction and commentary, Society of Biblical Literatüre: Distributed by Scholars Press, University of Montana, Missoula, Montana.: ISBN: 0891300171, (1975); 2) M. Krause, Das Thomasbuch, DieCnosis (Edit. W. Foerster), 2. Cild: Koptische und mandaeische Quellen, s. 136-148, Zürich-Stuttgart, (1971); ve 3) D. Kirchner, Das Buch des Thomas. Die siebte Schrift aus Nag-Hammadi Codex II, Theologische Literaturzeitung, cild: 109 (1977), s. 793-804, gibi kitaplardaki biri İngilizce'ye ve diğer ikisi de Almanca'ya tercüme olduğunu bildirmektedir. Ayrıca, gene Kuntzmann'ın kelime kelime işâret ettiğine göre kitapta Kıptîce'nin yanında Grekçe'den doğrudan doğruya alınmış pekçok kelime de bulunmaktadır.
1977-1986 arasında College de France'da "İslam öncesi Doğuda Hıristiyanlık ve Cnostik Akımlar Kürsüsü" sâhibi olan A. Cuillaumont'un (1915-2000), kendi kürsüsünde, T973-1974'de biryıl süren "Le ümede Thomasl’Athleteetl’Exegesesurl’âme: Mücâhid Toma'nın Kitabı ve Nefs Hakkında Yorum" başlıklı bir seminerde bu kitabı incelemiş ve yorumunu yapmış olduğu College de France'ın web sitesinde kayıtlıdır. Neyazık ki bu seminerin muhtevâsı basılmamış ve Cuillaumont'un notlarına erişmemiz de, tıpkı M. Krause'nin ve D. Kirchner'in tercümeleri gibi, maalesef mümkün olmamıştır.
Bize göre Mücâhid Toma'nın Kitabı muhtevâ, uslûb ve uzunluk bakımından farklı beş bölümden oluşmaktadır. Birinci bölüm
"Bunlar Halâskâr'ın^ Yahûda Toma'ya söylediği ve, ben Mattias'ın2, yürürken onların biribirleriyle konuşmalarını dinleyip kaydetmiş olduğum gizli sözleridir." şeklindeki kısa birdibâcedir.
İkinci bölüm Hz. İsâ ile Torna arasında nefse, nefse hâkim olanların sorumluluklarına, hevâ ve hevesine mağlûb olanların bu Dünyâ'daki veâhiret'teki ahvâline odaklanmış sorulu-cevaplı diyalog tipinde bir konuşmadır.
Üçüncü bölüm Hz. isâ'nın nefsine mağlûb olanlara yönelttiği ve herseferinde "Yazıklar olsun sizlere!" diye eseflerini beyân ettiği monolog tipinde cezbe dolu bir suçlamadır.
Nisbeten kısa olan dördüncü bölüm gene Hz. isâ'nın âriflere ve haiz oldukları irfân dolayısıyla bu Dünyâ'da horlananlara "Ne mutlu sîzlere!" diye başlayan müjdeler içeren gene monolog tipinde cezbeli bir beyânıdır.
Beşinci son bölüm ise,yalnızca:
"Kâmillereyazan MücâhidToma"nın Kitabı
Dualarınızda beni de hatırlayınız kardeşlerim!
Evliyâullâh'a ve Rûhânîler'e Selâm ola! ibârelerinden ibârettir.
Dibâce ile busonuncu bölümün muhtevâları karşılaştırıldığında kitabın yazarının Mattias mı, Torna mı olduğu konusunda doğal olarak bir tereddüt hâsıl olmaktadır. Eğer kitabın tümü gerçekten de Hz. isâ ile Torna arasındaki konuşmaları işitip de kaydeden Mattias tarafından yazılmışsa o zaman Toma'nın bir başka vasfının da "Kâmillere mektuplar yazmak" olduğu anlaşılmalıdır. Bu takdirde dua bekleyip Evliyâullâh'a ve Rûhânîler'e selâm gönderen de Mattias'dır. Uslûb farkı dolayısıyla kitabın I. ve II. bölümlerinin Mattias'ın tuttuğu notlara karşılık diğer bölümlerinin Torna tarafından kaleme alınmış ve daha sonra bu iki müellifin Hz. İsâ'dan nakillerinin Torna ya da başka biri tarafından birleştirilip tâdil edilerek Mücâhid Toma'nın Kitabı nın son şeklinin ortaya çıkmış olması da muhtemeldir.
Kitabın orijinal metni zamanın tahribâtına uğramış, okunması mümkün olmayan silik bâzı kısımlar ihtivâ etmektedir. Turner bu kısımları tercümesinde ya olduğu gibi boş bırakmış ya da kendi telâkkisine göre doldurmuştur. Hem Toma'ya Göre İncîl'in ortaya koymuş olduğu perspektifden ve hem de bu incîlde Hz. isâ'nın davranış özelliklerinden faydalanarak, ve ayrıca metnin muhtevâsının siyâk ve sibâkınıâ göz önünde tutarak bâzı boşlukların metnini ihyâ etmemiz ve Turner'inkileri ile
Kuntzmann'ınkilerini de tâdil etmemiz mümkün oldu. Bu gibi ibâreleri tercümede {} şeklindeki kıvrık parantezlerin içinde gösterdik. {....} şeklindeki parantezler ise metindeki, uygun bir şekilde ihyâ etmemizin mümkün olmamış olduğu silik yerleri göstermektedir. Ayrıca tercümenin daha anlaşılır olabilmesi için bâzı yerlere de [] şeklindeki köşeli parantezler içinde bâzı açıklayıcı ifâdeler ekledik. Her iki cins parantezler içindeki bu iki ayrı türden eklemeleri de hep /ta//7?olaral< gösterdik.
Ayrıca Turner ile Kuntzmann'ın tercümelerinde bâzı belirli yerlerde mânâya tesir eden önemli farklar olduğunu gördük. Meselâ: Turner'in; "W/ıat/s_yowrop/m'oıı.?"yâni"Senindüşüncen nedir?" diye tercüme ettiğini Kuntzmann: "Cequi t'es mani feste, tu les possedes" yâni "Sana izhâr edilmiş olanı sen çok iyi bilirsin" diye tercüme etmektedir.
İşin ilginç yanı, Kuntzmann'ın ayrıca bu ibârenin M. Krause tarafından: "Sen sana ifşâ edilene sâhipsin", H.M. Schenke tarafından: "Sana zâhir olan nedir?", D. Kirchner tarafından: "Sanaâşikâr görünen nedir?", ve J.E. Menard tarafından da: "Sana ifşâ olunanı iyice hazmettin mi?" şeklinde tercüme edilmiş olduğunu belirtmesidir2. Bu tek bir misâlden de görülmekte olduğu gibi kitabın Kıptîce'den tercümeleri oldukça problematiktir. Bunun: i) metnin ifâde tarzının yalın olmasından, 2) III. yüzyılda konuşulan Kıptîce'nin Sahidî Diyalektiği'ne ait vokabülerin semantik açısından muğlâk olmasından, ve 3) tercümanların da bu metni XX. yüzyıl insanına anlaşılabilir kılmak için kendi telâkkilerine göre yorum yapmak zorunda kalmış olmalarından ileri geldiği anlaşılmaktadır.
Gayemiz Turner ile Kuntzmann'ın (ve diğerlerinin) içinde yetişmiş oldukları grek-yahudi-hıristiyan medeniyetinin kendilerine empoze ettiği paradigmalar çerçevesinde değil fakat Hz İsâ'nın Kur'ân'da tazîz edilmiş büyük bir peygamber olması hasebiyle, Toma'ya Göre İndide de izlemiş olduğumuz gibi, İslâm medeniyetine has paradigmalar çerçevesinde ve bu medeniyete has terminoloji içinde bu kitabın ne anlatmak istediğinin ortaya konulması olmuştur. Hiç kuşkusuz, bu da ayrı biryorumdur.
"MücâhidToma'nın Kitabı"nın Türkçe'ye Tercümesi
I. [Bunlar] Halâskâr'ın Yahûda Toma'ya söylediği ve, ben Mattias'ın, yürürken onların birbirleriyle konuşmalarını dinleyip kaydetmiş olduğum gizli sözleri[d/>].
II. ı. Halâskârdedi ki: "Kardeşim Torna, mâdem ki bu âlemde imkânın var, dinle beni de derûnunda uzun uzun düşündüğün şeyleri sana açıklayayım.
Ve mâdem ki senin, benim [manevî] ikizim ve sâdık ihvânım olduğunu12 söylüyorlar, o hâlde sen de nefsini bir incele de kim olduğunu, ne yollu var olduğunu, ve gelecekte ne olacağını öğren! Sana benim kardeşim denildiğinden ötürü de, senin nefsinden câhil olman yakışık almaz. Ne demek istediğimi anladığını biliyorum; çünkü daha önce de sen benim "Hakîkat’ın Bilgisi" olduğumu idrâk etmiştin. Bana refâkat ettiğin sürece, anlamasan bile sonunda [artık] bilmeye başladın; ve bundan böyle senin mahlâsın "Nefsini ârif olacak. Gerçekten de nefsini bilmeyen hiçbir şey bilmemiş olur; ama nefsini bilen her şey hakkında derinliğine bilgi sâhibi [yâni Râsih] olur. Dolayısıyla, kardeşim
Torna; insanlara nelerin setredilmiş olduğunu, yâni [insanların] bunların karşısında nasıl câhilce tökezlendiklerini sen de [artık] pekâlâ bilmektesin".
11.2. Bunun üzerine, Torna Efendi'sine dedi ki: "Ben de bunun için Mi'râc'ından önce sana sormuş olduğumu açıklamanı istirhâm ediyorum. [Cayb âlemi'ne ait olan] bâtınî şeyleri senden duyduğum zaman onlar hakkında konuşmam mümkün oluyor. İnsanların önünde Hakîkat’ten söz etmenin ne kadar zor olduğunu [da] çok iyi bilmekteyim".
Halâskâr cevâben dedi ki: "Eğer [Şehâdet âlemi'nde] sizlere izhâr edilenler sizlere hâlâ muğlâk ise, [Cayb âlemi’nde olup da] sizlere izhâr olunmayanlardan nasıl haber alacaksınız ki? Eğer Hakîkat'ın [bu] âlem'de görünmekte olan umuruna uygun davranmak sizler için zor ise, bu takdirde İ11 iyyîn'e— ait olandan nasıl söz edecek ve bâtınî umura uygun olarak nasıl davranacaksınız? Ve nasıl olur da sizlere cehd-ü gayret sâhibi denilebilir? Sizler bu bakımdan müptedîlersiniz; ve kemâlin bâlâsına- [da] henüz mazhar olmuş değilsiniz".
11.3. Torna, buna cevap olarak, Halâskâr’adedi ki: "Bâtınîolduğunu söylediğin [ve] bizlere gizli [olan] bu umurdan söz etsene!"
Halâskâr dedi ki: "{Bütün} bedenler {...} [biliniz ki] nefs[<M vasıfların] sebebidir... Bu tıpkı {....} [ağaçların gövdelerinden zuhur eden meyvalar kadar] âşikâr[d/r]. {Buna karşılık} âlî nesneler{m mâhiyeti ise} görünen nesnelerden farklıdır}, ama bunlar kökleri {i'tibâriyle kendilerini} izhâr ederler ve onları besleyen de meyveleridir. Fakat [bütün] buzâhirî bedenler kendilerine benzeyen mahlûkâtı yutarak hayatlarını sürdürürler. Bunun sonucu olarak da bedenler değişime uğramış olur. Şu hâlde, bu hayvânî bir vücûd olduğundan bu değişen [de] bozulup yok olacak; ve o andan i’tibâren de [bunun] yaşama ümidi olmayacaktır. Hayvanların bedenleri nasıl yok olup giderse bu tesviye olmuş bedenler de öyle yok olup gideceklerdir. Bunlar da hayvanlarinki gibi [bir tür] birleşmeden türemekte değiller midir? Eğer bu da cinsî ilişkiden türüyorsa nasıl olur da bu, hayvanlardan farklı bir şeye sebeb olur? İşte bundan ötürüdür ki sizler kâmil oluncayadek bebeklerden başka bir şey olamazsınız.
11.4. Ve Torna dedi ki: "Şu hâlde size derim ki, Efendim, Bâtın’a ait ve açıklaması zor olan umur hakkında söz edenler tıpkı geceleyin bir hedefe oklarını atanlar gibidir. Hiç kuşkusuz bunlar oklarını, hedefe, herhangi bir kimsenin yapmış olacağı gibi fırlatmaktadırlar ama bu hedef görünür değildir ki. Sonunda, nur etrafı aydınlatıp da karanlığı sırladığında herkesin umuru da ortaya çıkmış olacaktır. Ama bizlerin Nûr'u [olan] sen, ey [benim] Efendim, [bizlerisen] nûrlandırıyorsun!"
isâdedi ki: "[Bilin ki] nur [ancak] Nûr’da varolur"13.
11.5. Torna dedi ki: "E{fendim}, insanlardan dolayı tecellî edip de parlayan bu nur niçin bir görünüp bir kaybolur?"
Halâskâr dedi ki: "Ey azîz Torna! Bu görünen nûr hiç kuşkusuz, sizler burada kalasınız diye değil ama daha çok sizler buradan çıkasınız diye sizden dolayı parlamıştır. Buna karşılık her Seçilmiş, nefsini terkettiği zaman bu nûr da Aslî Cevher'ine ref olunur ve o kimse iyi bir kul olduğu için de Aslî Cevher onu [yâni bu nuru] kendine mezceder."11
Bundan sonra Halâskâr, [sözlerine] devamla, dedi ki: "Ey [bu] Nûr'a karşı duyulan, idrâk ve ihâtâ edilmesi mümkün olmayan aşk! Ey insanların bedenlerinde ve iliklerinde parlayan, onları gece ve g{ündüz} tutuşturan, insanın kollarını bacaklarını yakan, zihinlerini uyuşuk {kılan} ve [ıonlardaki] nefisleri alt-üst eden, erkeklerde de kadınlarda da {gece ve gündüz} gizli ve de âşikâr bir şekilde {bu Dünyâ hayatına düşkünlüğü} tahrîkeden i htirâs ateşinin acılığı! Zîrâ erkekler {kadınlara} ve kadınlar da erkeklere {düşkündürler}. [Bundan ötürü] denilmiştir ki: "Kim ki Hakîkat’ı gerçek Hikmet’in nezdinde arar o, insanların nefsini kavuran şehvetten kaçmak üzere kendisine kanatlar takan kimse gibi olur". Ve o, nefsânîtecellîlerden kaçmak için [de] kendisini kanatlı kılar.
11.6. Ve Torna dedi ki: "Efendim, senin ifâdenle, senin bizlere [bir] lütuf olduğunu anladığım andanberi benim sana sormakta olduğum da tamı tamına budur".
Halâskâr gene cevap vererek dedi ki: "Bu, kâmillere has bir öğreti olduğundan sîzlerle bu konuyu konuşmak da bundan dolayı bize artık farz oldu. Eğer sizler de kâmil olmak istiyorsanız bunlara riâyet edeceksiniz; eğer bunlara riâyet etmezseniz isminiz "Câhil" olacaktır. Zîrâ akıllı bir kimsenin meczubun tekiyle düşüp kalkması muhâldir; çünkü akıllı adam hikmet açısından da kâmildir. Hâlbuki, meczûb için hayrda şer de aynıdır15. Gerçekten de hikmet sâhibi kişi, gıdâsını Hakîkat'tan alır ve "tıpkı bir akarsuyun kıyısına dikilmiş bir ağaç gibi-' olur. Ve o, her ne kadar kanatları olsa bile [gene de] Hakîkat’ten uzak olan zevâhire tehâlükle koşan bâzı kimselerin olduğunu da teşhis eder, çünkü bunları [yâni bu kabil zevahir tutsaklarını] gütmekte olan yakıcı [he vâ ve heves] ateş[/] onlara bir ha kî kat yanılsamasından başka bir şey sağlamadığı gibi onları teshir edip karanlık bir lezzete hapsederek kendine has bir zevkin [de] esîri kılar. Ve bu, bu kişileri tatmîn edilemeyen bir şehvetin esîri kılarak körleştirip nefislerini de cayır cayıryakan, onlar {/ç}in kalplerine saplanmış ve asla söküp atamadıkları bir kazık olur. Ve [bu şehvet] onları, tıpkı ağızlarına vurulmuş bir gem misâli, kendi keyfince güder durur.
Ve [bu yakıcı he vâ ve heves ateşi] onları kendi zincirleriyle prangalamış ve, sürekli bozulup değişen zevâhire karşı duydukları şehvetin [aşağılayıcı] köleliğinin acı tadıyla da bütün âzâlarını sımsıkı bağlamıştır. Onlar zâten oldum olası esfel-i sâfiliyn tarafından cezbedilmişler, [orada] ölümü tatmışlar ve de bufânî âlemin bütün hayvanlarına benzetmişlerdir12."
11.7. Torna cevâben dedi ki: "çoğu kere ifâde edilmiş olduğu gibi, âşikârdır ki {pekçok kimseninHikmet’ten nasibi yoktur; ve bundan dolayı da} bunların nefsi [n esrârını] tanıması mümkün değildir".
Ve {Halâskârda} dedi ki: "{Ne mutlu 0} bilge kişiye ki {Hikmet’in peşinden koşarda O’nu} bulduğunda, ebediyyen O’na dayanır ve kendisine huzursuzluk vermek istemiş olanlardan artık korkmaz!"
11.8. Torna cevâben dedi ki: "Efendim! Bizim [de yalnızca] kendimize ait olana-dayanmamız bizim için yararlı olur mu?"
Halâskâr dedi ki: "Evet, yararlı olur. [Bw takdirde] insanlarda tecellî etmiş olan [şeylerde] ortadan kalkmış olacağından, sizler için hayrlıdır da. Zîrâ [nefislerine hâkim olamamış olanların] nefislerinin kabı da dağılıp gidecek ve [fakat] o [beden] yok olduğu zaman [gene de] mezâhirin [yâni görünen nesnelerin] arasında yer alacaktır. Ve daha sonra onların görecekleri ateş, daha önce sâhib oldukları [nefislerine] îtimada karşı duydukları sevgiden dolayı onlara acı verecektir. Onlar tekrar, mezâhir ile bir araya toplanacaklardır. Buna karşılık, ilk muhabbet12 olmaksızın görülmesi mümkün olmayan Bâtın'ı görenler [ise] hayat ve yakıcı ateş endîşesiyle fânî olacaklardır. Yalnızca az bir süre sonra, mezâhiryokolup gidecektir. Bundan sonra da şekilsiz gölgeler ortaya çıkacak, ve bunlar kabirlerde izdirab içinde ve nefisleri de ifsâd hâlinde olan cesetlerin üzerinde duracaklardır.
11.9. Torna cevap vererek dedi ki: "Bütün bunların karşısında bizim ne dememiz gerekir? Gözü kör olan insanlara ne demeliyiz? Şu:'Bizler hayr işlemeye geldik, şerre değil' deyip de: 'Eğer bu bedene bağlı olarakyaratılmış olmasaydık [günahı da] tanımayacaktık' [iddiasında bulunan] şu s {efil} fânîlere karşı hangi bir öğretiyi beyân etmeliyiz?"
Halâskâr dedi ki: "Gerçekten de bu gibi {kimseler} söz konusu olduğunda onları insanlar gibi değerlendirmeyin! Ama, onlara hayranlarmış gözüyle} bakın! Zîrâ tıpkı hayvanların biribirlerini parçalayıp yutmaları gibi bu kabil insanlarda biribirlerini parçalayıp yutmaktadırlar. Aksine onlar, yakıcı ihtirâsın lezzetini sevdiklerinden ve ölümün hizmetkârları olduklarından^5 ve kezâ bozgunculuk ettiklerinden ötürü {Melekût'tan da} mahrumdurlar. Bunlar atalarının nefsâniyetine uygun işler yapmaktadırlar. Bunlar Cehennem'e atılacaklar ve, kötü tabîatlarının acı kaderinin gereği olarak da, şiddetli azablacezâlandırılacaklardır. Bundan dolayı, nereye olduğunu bilmeseler bile, [yapmış olduklarından] geri dönsünler diye kamçılanacaklar ve uzuvlarını sabır izhâr ederek değil, fakat üzüntü{y/e kaybedeceklerdir}. [Bunlar] akılsızlık ve bozgunculuk {karşısında} düğün bayram edenlerdir. [üstelik bunlar kendi akılsızlıklarının farkında bile olmaksızın] kendilerinin bilge olduklarınla inanarak] bu bozgunculuklarını sürdürenlerdir. {Bunlar} kendi nefislerini {ilâh edinenlerdir}. Düşünceleri [yalnızca] kendi işleri ile meşgül olduğundan zihinleri [de hep] kendi nefislerine yönelik olanlardır. Ama onları yakan da işte bu ateştir."
11.10. Torna da cevâben dedi ki: "Efendim; onlar[/n yanın]a atılmış olan biri ne yapacaktır? Ben bunlara gerçekten de çok üzülüyorum. Zîrâ bunlara karşı cihâd açmış olan pekçok kişi var."
Halâskâr cevâben dedi ki: "Sana izhâr edilmiş olanı sen çok iyi bilirsin."
11.11. Torna diye de anılan Yahûda dedi ki: " Efendim bu konuda, senin beyân etmen, benim de dinlemem [daha] uygun olur."
Halâskâr cevap olarak: "Şimdi sana söyleyeceğimi dinle ve Hakîkat'a imân et! [Nifak] tohum [w] eken de ekilen de onların ateşinde, ateşte ve suda, telef olup gidecekler ve zulmetin kabirlerinde gizleneceklerdir. Uzun bir zaman sonra hayvanların ve insanların ağızları aracılığıyla cezâlandırılmış ve öldürülmüş iken, yağmurların ve rüzgârların ve havanın ve yukarıda parlayan nûr'un etkisiyle şer ağaçlarının meyvası olarak ortaya çıkacaklardır."
11.12. Torna cevâben dedi ki: "Efendim, bizi kesin olarak iknâ ettin. [Sözlerini] gönlümüzde lâyıkıyla idrâk ediyoruz ve âşikârdır ki {bu böyledir}; ve senin sözün [bizim için] yeterlidir. Ama bizlere ifâde etiğin bu sözler yanlış anlaşıldıklarından, âleme [hem] saçma ve [hem de] nefreti mûcib gelecektir. Bizim [/se] bu âlemde bir i'tibârımız [olmadığına] göre, biz bunları gidip de nasıl va'z unasîhat konusu edebiliriz?"
Halâskâr cevâben dedi ki: "Gerçekten de sizlere derim ki: kim ki {benim-} sözü[mw] duyar dayüzünü çevirirya da [bu sözü] küçümserse ya da bunlara yılışık yılışık sırıtırsa; gerçekten de derim ki Kadir sıfatıyla O her şeyin üzerinde hükümrân olan ve bütün güçlere hükmeden [Semâ'daki] Rabb'a teslim edilecek, ve O da onu evirip çevirerek [kendilerine] Cennet [gibi görünen yer] den Cehennem'e atacak, ve o dar [acık] karanlık bir yerde hapsedilecektir. Üstelik atıldığı [yerin] derinliğinden ve Cehennem'in hiç değişmeyen {şiddetinden} ötürü ne [bir tarafa] dönecek ve ne de hareket edecektir. Onlar {geçmişte} sizleri tâ ki b etmemiş olmalarından ötürü {pişman olacaklar ve kendilerini} affetmeyeceklerdir. Onlar kendilerinin peşini bırakmayan ateşte Cehennem zebânisine teslim edileceklerdir. {Bu zebânî} tâkib ettiğinin yüzünü bir kıvılcım sağanağıyla hınçla kamçılayacaktır. Eğer o Batı'ya kaçacak olursa ateşle karşılaşacaktır. Eğer Cüney'e dönecek olursa orada gene ateşi bulacaktır. Eğer Kuzey'e yönel irse onu gene kaynayan ateşin tehdidi karşılayacaktır. Buna karşılık o, kaçıp kurtulacağı Doğu yönündeki yolu da bulamıyacaktır. Gerçekten de bu yönü [henüz daha] bir bedende iken bulmamıştı ki Cezâ Gününde bulmuş olsun^."
Ill.ı. Bunun üzerine Halâskâr devâm etti: "Yazıklar olsun sîzlere; ey gerçekleşmesi mümkün olmayan şeylere bel bağlamış, ümidi olmayan Tanrı tanımazlar!"
111.2. "Yazıklar olsun sizlere, ey nefs-i emmâresine ve yok olup gidecek olan [beden denilen o] fânî hapishâneye bel bağlamış olanlara! Ne zamanadek bîgâne kalacaksınız? Ve ne zamanadek Bâkıy olan ların da fânî olduklarını vehmedeceksiniz? Sîzler bu[maddî ve fânî olan] âleme bel bağlamışsınız, ve sizin ilâhınızda bu [Dünyâ] hayat[/]dır. Sizler nefislerinizi ifsâd etmektesiniz."
111.3. "Yazıklar olsun, sîzlerde yanan doymak bilmez [ihtiras] ateşinin içindeki sizlere!"
III. 4-" Yazıklar olsun, zihinlerinizde [bir tekerlek gibi] dönüp duran [ve sizleri mükerrer vehimlerin esiri kılan] düşüncelerinizyüzünden, sizlere!"
111.5. "içinizde yananların pençesindeki sizlere yazıklar olsun ki bu, bedeninizi âşikâre tüketmekte, nefsinizi gizlice parçalamakta ve sizleri [Cehennem'deki] refâkatçileriniz için hazırlamaktadır."
111.6. "Yazıklar olsun sizlere ey esirler ki sizler [nefislerinizin] mağaralar[/n]da hapistesiniz. Gülmektesiniz. Delicesine gülüşle keyiflenmektesiniz. Sizler ne halâk olduğunuzu idrâk etmekte, ne içinde bulunduğunuz ahvâli düşünmekte ve ne de zulmet ve {vehim} içinde bulunduğunuzu anlamaktasınız. Aksine, sizi yakan ateş sizleri sarhoş ve {tümüyle} kötü kılmış. Aklınız sizdeki {ihtiraslar} yüzünden alt-üst olduğundan dolayı düşmanlarınızın zehirleri de darbeleri de size tatlı gözükmekte. Özgürlüğünüzden ferâgat edip köleliği seçtiğiniz için de [artık] zulmet bile size tıpkı nur gibi görünüyor. Sizler kalplerinizi köreltmiş, düşüncelerinizden ferâgat edip budalalığı seçmiş ve düşüncelerinizi ihtirâslarınızın yakıcı ateşinin dumanıyla doldurmuşsunuz. Nurunuz {nefsinizin} bulutu içinde {setredilmiş} ve üstünüzdeki libas da [yâni bedeniniz de] {sizlere mahbes olmuş}. Aslında varolmayan {vehim} sizi hâkimiyeti altına almış. îman etmiş {olduğunuz} kimdir? {Bilmiyor} musunuz ki hepiniz {sizdeki nûra} rağmen {karanlıkların içindesiniz}. Sizler nefslerinizi zulmet sularıyla vaftiz ettiniz! Kendi hevâ ve heveslerinize göre hareket ettiniz!"
111.7. "Yazıklar olsun, hatâda pervâsızca ısrar eden sizlere ki herşeye hükmeden ve herşeyi Basîrolan Güneş'in^ Nuru düşmanları da köle kılacak şekilde her şeyi kuşatacaktır. Sizler Ay'ın, gece ve gündüz, kurbanlarınızın cesetlerine nasıl hâkim bir şekilde baktığının dahî farkında değilsiniz!"
111.8. "Yazıklar olsun, kadınlarla mahremiyete ve onlarla kirli münâsebete düşkün olan sizlere!"
111.9. "Yazıklarolsun, bedeninizdeki güçlerin hâkimiyeti altındaki sizlere! çünkü bunlar başınıza belâ olacaklardır!"
111.10. "Yazıklarolsun, şerir iblîslerin kuvvetlerinin hâkimiyeti altındaki sizlere!"
111.11. "Yazıklar olsun sizlere ki uzuvlarınızı ihtirâsın yakıcı ateşiyle iğfâl ediyorsunuz! Sîzlerdeki ihtirâs ateşini söndürmek için yanmakta olduğunuz sürece üzerinize şebnem yağdıran kimdir? İçinizdeki zulmeti dağıtması, zulmeti de kirli suyuM da setretmesi için Güneş'in üzerinize parlamasınasebebolan kimdir?"
"Güneş ve Ay, hava ve rüzgâr ve toprak ve su ile birlikte sizlere bir râyiha bahşedecektir, çünkü eğer Güneş bedenleri aydınlatmayacak olursa bunlar tıpkı ayrıkotuve [diğer] zararlı otlar gibi solup yok olacaklardır. Eğer Güneş bunları [.- bu otlan] aydınlatırsa bunlar galebe çalıp asmayı [bile] boğarlar; ama eğer asma galebe çalar da bu zararlı otları [ve] yanındaki diğerlerini gölgede bırakır, [yayılır] ve gelişirse büyüdüğü toprağın vârisi yalnızca o olur ve gölgelendirdiği her yere de hükmeder. Ve büyürse de bütün toprağa hükmeder ve hem sâhibine karşı cömert olur hem de söküp atıncaya kadar bu [zararlı] bitkiler yüzünden büyük çileler çekmiş olan efendisini daha da hoşnut eder. Aslında onları ortadan kaldıran ve boğan yalnızca asmadır; bunlar [asmanın gölgesi dolayısıyla güdük kalarak] ölürler ve toprak olurlar^5."
111.12. Sonra İsâ devâm ederek onlara dedi ki: "Yazıklar olsun sizler, zîrâ [bu] öğretiyi kavramadınız! {Ama bu öğretiye arif olanlar gene de sizlere} vaaz etmeğe çalışacaklardır. {Sizler} [ise he vâ ve heveslerinizi tatmin etmekte] acelecilik etmektesiniz. {Bunları ancak temyîz ve irâdeyle} alt edersiniz. {Oysa} onlar diri kalsınlar diye {bunları} her gün katletmektesiniz.
IV. ı. "Engellerin neler olduğunu önceden bilen ve bilmediği şeylerden kaçınan sizlere ne mutlu!"
IV. 2. "Rabb'lerinin kendilerine olan muhabbetinden dolayı tahkîr edilen ve hor görülen sizlere ne mutlu!"
IV. 3. "Bir şeye bel bağlamayanların yüzünden ağlayan ve eziyet çeken sizlere ne mutlu! çünkü sizler [nefsin] her[tüWü] bağ[/w]dan kurtulmuş olacaksınız."
IV. 4. "İkâmetgâhınızın nefsiniz olmaması ve hayatın çilesinin köleliğinden kurtulmanız için dikkatli olun ve dua edin! Ve dua ettiğinizde, izdirab ve h{orlanmayı} arkanızda bıraktığınız için, huzur bulacaksınız, çünkü ne zaman bedenin izdi rab ve ihtiraslarını terkederseniz Rahîm olandan huzur bulacaksınız ve erişmiş olduğunuz ve size erişmiş olan Rabb ile birlikte o andan i'tibâren ve ebediyete kadar hüküm süreceksiniz, âmin.
"Kâmillereyazan MücâhidToma"nın Kitabı
Dualar[/mz]da beni de hatırlayınız kardeşlerim!
Eviiyâul lah'a ve Rûhânîler'e Selâm ola!
Kıptîce Nüshanın Orijinalliği Hakkındaki Şüpheler
İlk hıristiyan topluluklarından biri de Urfa (Grekçe'de Edessa, ya da Arapça'da Er Rûha) civârında yerleşik hıristiyan topluluğu idi. Bilim âlemi pekçok kanıta ve işârete dayanarak, bu topluluğun havârî Yahûda Toma'ya fevkalâde i'tibâr ettiğine ve onun hakında yazılmış olan Toma'ya Göre İncîl'in, Mücâhid Toma'nın Kitabı'nın ve Toma'nın İşleri başlıklı yazıların hepsinin de bu topluluktan çıkmış olduğuna inanmaktadırlar. Bu topluluğun konuştuğu dil Süryânice, ama kitabın dili ise Kıptîce'dir. Edessa ile Nag Hammâdi arasında da, kuş uçuşu, yaklaşık 1400 km kadar bir uzaklık bulunmaktadır. Kitabın, Edessa ve civârında Süryânî kültürüne has paradigmalarla yazılmış olsa bile, buradan 1400 km ötedeki Grek paradigmalarının hâkim olduğu Yüksek Mısır'a intikâl edinceye kadar ve ettikten sonra bu paradigmaların etkisi altında değişime uğramış olması pekâlâ mümkündür. Fakat gerçekten de böyle bir değişim varsa bunun kanıtlarının da Mücâhid Toma'nın Kitabı'nın Kıptîce nüshasında ortaya konulması gerekir. Böyle bir grek etkisine ise Toma'ya Göre İncîl'de rastlanılmamaktadır.
Empedokles (Mö. yaklaşık 490-430) bütün nesnelerin Anâsır-ı Erbaa (Dört Temel Unsur) denilen ateş, su, toprak ve hava'nın belirli oranlarda karışımından meydana geldiği teorisini ileri sürmüştü. Nag Hammâdi Külliyâtının II. cildinin 3. kitabı olan Filipus'a Göre İncîl'de Dört Temel Unsur, Empedokles'in iddiasından farklı bir biçimde: su, toprak, rüzgâr ve nûr olarak zikredilmektedir. Mücâhid Toma'nın Kitabında ise yukarıda ll.11 ile işâretlediğimiz beyânda, görüldüğü gibi, bu Dört Temel Unsur'a: yağmurlar, hava, rüzgârlarve nûrolarakdeğinilmektedir. Empedokles'inkinden farklı dahîolsa DörtTemel Unsur'un bu kitapta zikredilmiş olması veölüpde toprakolmuşolanlarınyağmurlar, hava, rüzgârlarve nurun etkileriyle bireımmgeçirerek bu sefer şer ağaçlarının meyvesi olarakzuhur etmeleri, kanaatimizce, kitabın bu şeklinin Hz isâ'nın zamanında Mattias tarafından kaydedilmiş olduğu söylenen ilk şeklinden farklı olduğuna işâret etmektedir. Bilgisinin aslî kaynağı Cenâb-ı Hakkolan Hz İsâ'nın bir peygamberin DörtTemel Unsur gibi beşerî ve de sübjektif teorilerle ilgisinin olması ve olayları bu teorilerden esinlenerekaçıklamaya kalkışması tamamiylemuhâldir. Dahasonraları kopya edilirken kitaba, Hz isâ'nın öğretisinde olması mümkün olmayan, Grek Medeniyeti'ne has bu öğelerin ilâve edilmiş olması ihtimâli kuvvetlidir.
Kezâ II.12 de Hzİsâ'nın beyânının kelimesi kelimesine tercümesi de şöyledir: Halâskâr cevâben dedi ki: "Gerçekten de sizlere derim ki: kim ki {benim} sözü[mü] duyar da yüzünü çevirir ya da [bu sözü] küçümserse ya da bunlara yılışık yılışık sırıtırsa; gerçekten de derim ki Kadir sıfatıyla O her şeyin üzerinde hükümrân olan ve bütün güçlere hükmeden [Semâ'daki] Arhontateşlim edilecek, ve Oda onu evirip çevirerek [kendilerine]Cer\r\et[ gibi görünen yer] den dipsiz uçuruma atacak, ve o dar [acık] karanlık bir yerde hapsedilecektir. Üstelik atıldığı Tartaros'u.r\ derinliğinden ve Hades'in hiç değişmeyen {şiddetinden} ötürü ne [bir tarafa] dönecek ve ne de hareket edecektir. Onlar {geçmişte} sizleri tâkib etmemiş olmalarından ötürü {pişman olacaklar ve kendilerini} affetmeyeceklerdir. Onlar kendilerinin peşini bırakmayan ateşte Tartarouchos'ateslim edileceklerdir. {Tartarouchos} tâkib ettiğinin yüzünü bir kıvılcım sağanağıyla hınçla kamçılayacaktır. Eğer o Batı'ya kaçacak ol ursa ateşle karşılaşacaktır. EğerGüney'e dönecek ol ursa orada gene ateşi bulacaktır. Eğer Kuzey'e yönel irse onu gene kaynayan ateşin tehdidi karşılayacaktır. Buna karşılık o, kaçıp kurtulacağı Doğu yönündeki yolu da bulamıyacaktır. Gerçekten de bu yönü [henüz daha] bir bedende iken bulmamıştı ki Cezâ Günü'nde bulmuş olsun^."
Grekçe Arhon ya da Batı dillerine geçmiş olduğu şekliyle Arhont kelimesi "hükümdâr" anlamına geldiği gibi bâzı gnostih çevreler'e göre Allah'a bağlı olup da bu âlemi yaratmış olan güce verilen isimdir. Tartaros, Hades cehenneminin altında, Titan'ların22 hapsedilmiş olduğu sonu olmayan bir kuyudur. Tartarouchos ise Grekçe'de kaplumbağa anlamında olup aynı zamanda Hades'deki günahkârları ateşten kamçısıyla döven zebânîanlamında kullanılmaktadır. Böylece bu pasajın da, Grek Mitolojisi'ne i’tibâr etmesi muhâl olan Hz İsâ’nın beyânını tam olarak yansıtamıyacağı anlaşılmaktadır.
Bu iki pasaj Mücâhid Toma'nın Kitabı'nın elimizdeki Kıptîce nüshasının orijinal nüsha olmadığı, en azından daha önceki bir nüshadan en azından bâzı pasajlarının değiştirilerek kopya edilmiş olduğu hakkında yeterince şüphe beslememize sebeb olmaktadır.
Kitabın AnaTemaları
Kitabın metni hem farklı yorumlara yol açabilme imkânından, hem zamanın tahrîbâtına uğramış olan pasajları şahsîyorumlarla ihyâ etmeye yönelik gayretlerden ve hem de ihtivâ ettiği bâzı teşbih ve istiârelerin muğlâklığından ötürü yer yer ağırlaşmaktadır. Bu kabil teşbih ve istiârelere örnek II.3. de Hz. İsâ'nın Toma'ya cevâbında rastlıyoruz.
Toma'ya Göre İncîl ile Mücâhid Toma'nın Kitabı' nın en belirgin ortak yanları her iki kitaptaki sözlerin de, bizzât bu kitapların dibâcelerinde, "gizli sözler" yâni ancak belirli bir irfân düzeyine ulaşmış ihvâna açıklanabilecek, her önüne gelenin idrâk etmesinin mümkün olmadığı sözler olarak nitelendirilmesidir. Her peygamberin tebliğine muhâtab olanlara getirmiş ya da te'yid etmiş olduğu şer'î kuralların dışında bir de fehâmet, idrâk ve temyiz bakımından yetenekli ashâbına Şerîat'ın ötesinde bir İrfânîöğretitedrîs ettiği de bilinmektedir. İşte Hz İsâ'nın bu "gizii sözleri" de bu öğretinin bir parçasıdır. Görünüşe göre, ilk kitapta bu sözlerin Havârîler'in önünde edilmiş ve Torna tarafından tutulmuş olmasına karşı ikinci kitapta bu sözlerin muhâtabları yalnızca Torna ve Mattias'dır; ve bu sonuncuları kayda geçiren de Mattias'dır.
Bu irfânî öğretiyle ilgili "gizli sözler" yalnızca Toma'ya Göre İncîl'de ve Mücâhid Toma'nın Kitabı'nda
bulunmamaktadır; başka kitaplarda da bunlarayollamalaryapılmıştır. Meselâ PistisSophia'da.:
"İsâ Filipus'a ve daha uzaktaki Mattias'a ve Toma'ya, yazılacak sözlerinin (hadîslerinin) tümünün henüz daha tamamlanmamış olduğunu; bu tamamlandığında ise gidip bunları uygun gördüklerine tabliğedebileceklerini bildirdi."
Bu türlü gizli bir öğretinin varlığından, İskenderiyeli Titus Flavius Clemens'e göre, Kilise'nin de haberi vardır. Eusebius'un bildirdiğine göre bu zât Hypotyposes (Taslaklar) başlıklı eserinin 6. cildinde:
"Efendimiz dirilişinden sonra Sâdık Ya'kub'a, Yahyâ'ya ve Petrus'a irfân'ı tedrîs etti; bunlarda bunu biri Barnaba olmak üzere Yetmişler'e tevdî ettiler."
Gene PistisSophia'da şu üç pasaj da ilgi çekicidir:
"Eyazîz Filipus, dinle ki sana söyleyeyim! Zîrâ Ezelî Sır benim yapacağı m bütün beyânların ve sizlerin göreceğiniz bütün şeylerinyazılmasını sana, Toma'ya ve Mattias'a tevdî etti."
"Sen Filipus, ve Torna ve Matta (Mattias); sizler Gayb tarafından Nûrânî Melekût'un her kelimesini yazmakla ve bunlara şehâdet etmekle görevlendirildiniz"
Meryem dedi ki: "Senin FiIipus’a söylediğin: "Nûrânî Melekût'un bütün beyânlarının yazılması ve bunlara tanıklık etmeniz görevini sana, Toma'ya ve Mattias'a Ezelî Sır verdi" şeklindeki beyânınla ilgili olarak şimdi beni dinle ki sana bu beyânın ilhâm kaynağını haber vereyim; bu senin nûrânî kudretinin daha önce Musâ'ya ilhâm ettirmiş olduğu veçhile: "Dâvâ iki ya da üç tanığın sözü üzerine teessüs eder";
Kitaba kuş bakışı bakıldığında metnin iki ana tema etrafında gelişmekte olduğu fark edilmektedir. Bunlar: i) Şehâdet âlemi'nin nefsi kayıt altına alan bağlarından İrfân yoluyla halâs olunması, ve 2) nefsin hevâ ve hevesi ile uzlaşık hayat sürmenin kesin olarak takbîhi ve reddidir. Aynı temalar farklı biçimde Toma'ya Göre İncîl'de de işlenmiş bulunmaktadır. Dolayısıyla Toma'ya Göre İncîl ile Miicâhid Toma'nın Kitabı nın biribirlerini te'yid eden ortak bir veçhesinden söz edilebilir. Bunu açıklamak için Toma'ya Göre İncîl'in felsefesine temas etmek de faydalı olacaktır.
Toma'ya Göre İncîl'in Felsefesi—
Toma'ya Göre İncîl'in arka plânındaki felsefenin anlaşılmasını kolaylaştırmak için, ihtivâ ettiği 114 hadîsden bazılarını 5 alt-bölümde farklı bir şekilde sıralamak isâbetli olacaktır^2:
1. Dâvet ve Vaad: "Bana gelin! Zîrâ benim hâkimiyetim nâzik ve efendiIi-ğim de yumuşaktır. Kendiniz için huzur bulacaksınız" (H.90). "Ben sizlere gözün görmemiş, kulağın duymamış ve elin dokunmamış ve de insanın kalbine asla gelmemiş olanı vereceğim" (H.17); çünkü "Kim ki benim ağzımdan susuzluğunu giderir, benim gibi olur. Ben de o olurum; ve gizli olanlarda [artık] ona ifşâ edilir" (H.108). Bana-."Bizlere kendin i [n hakikatim] ne zaman izhâr edeceksin de bizler ne zaman Sen'i[w hakikatini] görebileceğiz?" (H.37). "Bize bulunduğun Makâm'ı öğret! çünkü onu bizim de bulmamız gerekiyor..." (H.24) diye soruyorsunuz; "Arayan bulacak, [kapıya vuran] kimseye [kapı] açılacaktır" (H.94),yeter ki sizler"... kendi önün[wz]dekini teşhis ed [/'«], örtülüolan da... [sizlere] izhâr edilecektir" (H.5). Şunu bilin ki "...Eğer benim mürîdlerim olur da sözlerimi dinlerseniz bu taşlar bile sizlere hizmet edecektir... " (H.19).
2. İsâ'nın Sırrı (İnsân'ın Sırrı): "[Ben] âlem'in ortasında kıyâm ettim ve onlara etten-kemikten gözüktüm" (H.28); ama sizler "Göğün ve Arz'ın görünüşünü inceden inceye tetkik ediyorsunuz da kendi önünüzdekini tanımadınız; ve [üstelik de] şimdiki ânı [m ayağınıza getirmiş olduğu imkânı] incelemeyi de bilmiyorsunuz" (H.91); "Sizlere söylediklerimden hareket ederek benim kim olduğumu [hâlâ] anlamadınız mı?" (H.43). "Sizlerönünüzdeki HayyOlan'ı unuttunuz..." (H.52). Artık idrâke gelin de "öleceğiniz ve O'nu arayıp da görmeğe muvaffak olamıyacağınız korkusuyla, yaşadığınız sürece HayyOlan'a bakınız" (H.59). Açıkça söylüyorum işte: "...Anlayan anlasın! Nûrânî bir zâtta [yalnızca İlâhi] Nûr bulunur ve o zât [da] bütün âlem'i nûrlandırır;eğernûrlandırmazsa karanlık olur " (H.24). Biliniz ki "Onların hepsinin üstündeki Nûr benim; âlem [de] benim, âlem benden çıktı ve âlem gene banadönecektir. Odunuyar! Ben oradayım. Taşı kaldır! Beni orada bulacaksın" (H.77). "...Ben kendine daimâ eşit kalandan hâsıl olanım. Bana verilen, Baba'ma ait olanlardandır..." (H.61).
3. Nefis: Biliniz ki "âlem'i tanıyıp da kendi nefsinden câhil olan, her [mânevi] makamdan mahrûm olur" (H.67)."... O hâlde sizler de bu âleme karşı uyanık olun!..." (H.21). Sizler bu âlem’den "Geçip- gidenler'den olunuz!" (H.42). Gerçekten de "Gökler de Arz da sizin önünüzden geçip gidecekler ve Hayy'dan {çıkmış olan} Hayy kişi, ölüm ve {korku} tanımayacak25.Z/'rafcews/z;/e^:«Nefsineârifolmuş olana Dünyâ lâyık değildir» demedim mi?" (H.111). "Vay o nefse bağlı olan bedene; vay o bedene bağlı olan nefse!" (H.112) ki sizlere başlangıcı da sonu da unutturur. Oysa "...başlangıç neredeyse son da orada olacaktır. Ne mutlu o kişiye ki başlangıçta kaimdir! O, sonu da görecek ve ölümü tatmıyacaktır" (H.18). Ah bir idrâk etseniz ki "...Melekût sizin içinizdedir [Bâtın’ınızdadırF. Nefsini bilen O’nu bulacaktır Ve o zaman anlayacaksınız ki sizler Hayy olan Baba'nın oğullarısınız..." (H.3). Ve bilin ki-. "Yanımda olan ateşin yanındadır ve benden uzak olan ise Melekût'tan uzaktır" (H.82).
4. Melekût: Birde kalkmış, bana-, "Melekût ne günü gelecek?..." (H.113). diye soruyorsunuz; ama biliniz ki: "...0 beklemekle gelecek bir şey değildir. [Onun hakkında] «İşte o burada!» ya da «İşte o şurada!»denemez. Baba'nın Melekûtu Arz'ı kaplar ama insanlar onu göremez" (H.113). Sizler "Eğer dünyâya karşı oruçlu değilseniz Melekût'u bulamı-yacaksınız..." (H.27)."... Sizler ancak ikiyi bir, ve bâtını zâhir, ve âlâyı ednâ; ve kezâ erkek artık erkek ve dişi de artık dişi olmayacak şekilde erkeği ve dişiyi bir tek ve aynı varlık kıldığınızda; bir göz yerine gözler, bir el yerine bir el, bir ayak yerine bir ayak, bir sûretyerine bir sûretyaptığınızda {Melekût'a} gireceksiniz" (H.22). "Ne mutlu münzevîlere ve seçilmişlere! Zîrâ Melekût'u sizler bulacaksınız. Gerçekten de sizler O'radan {çıktınız}, {ve} gene oraya döneceksiniz" (H.49). "...Kim ki Bir'e rücû' edecektir, o Nûr ile dolacaktır..." (H.61). "Eğer sizlere «Nereden doğdunuz? » diye sorarlarsa, onlara «Bizler Nûr'dan, Nûr'un bizâtihî Nûr olduğu makamdan geldik. O Nûr {kıyâm edip} kendisini onların sûretinde izhâr etmiştir» deyin. Ve eğer sizlere «Siz kimsiniz?» derlerse, «Bizler Hayy olan Baba'nın oğulları ve seçilmişleriyiz»" deyin! (H. 50) Birde kalkmış, "Meryem erkek değil" diye aranızdan çıkmasını istiyorsunuz; "İşte bakın! Onun da siz erkekleri andıran, Hayy Olan bir Rûh olabilmesi için ben onu, er kişi kılabilmek üzere, bizzât irşâd edeceğim. Zîrâ kendisini er kişi kılan her kadın Göklerin Melekûtu'na girecektir" (H.114). Ya sizler"... Nûr'da olduğunuz zaman ne yapacaksınız? Bir olduğunuz gün iki oldunuz. Ama İki olduğunuz zaman ne yapacaksınız?" (H.12). Bu ağır sorumluluğu iyice idrâk edin de "Kadından doğmamış olan kimseyi görürseniz başınızı yere koyarak secde edipO'na kulluk ediniz! İşte Baba'nızO'dur" (H.15).
5. Müjde ve Gizliliğin Gerekliliği: Size derim ki: "Bu sözlerin te'villerini bulan aslâ ölümü tatmıyacaktır" (H.ı).“... Benim ifşâ etmiş olduğum kaynayan kaynaktan iç[/p] de sarhoş olan [ın], ben artık Efendisi değil [fakat onun mânevî eşitiy] im” (H.13). çünkü "Ben esrârımı{esrârıma lâyı k olan- lara} beyân etmekteyim. Sağın ne yaparsa onun ne yaptığını solun [sakın] bilmesin!" (H.62). Şu hâlde "Sakın kutsal olanı köpeklere vermeğe kalkışmayın ki onu gübreye atmasınlar! Sakın incileri domuzlara atmayın ki onları {...} [tahrîb] etmesinler!" (H.93).
Böylece, Hz isâ'nın Toma İncîli'ndeki mesajının ana çizgileri:
1. önce bir davet ve bu davete uyanlara vaad edilen ödülün açıklanması,
2. Bu davete uyup da Hz İsa'ya mürîd olanlara O'nun kişiliğinin ardındaki bâtınî hakikatin sırrının ifşası,
3. Mürîdin nefsine ârifolmasının kendisine kazandıracağı Melekût idrâki,
4. Bu idrâkin gerçekleşmesinin şartları,
5. Böylece gerçekleşecek olan irfanın muhafazasının gerekliliği
olarak ortaya çıkmış bulunmaktadır. Bütünüyle ele alındığında bu mesaj, insani: A) kendi zâtının esrârına vâkıf kılacak, B) dünyevî hayatın şartlarından halâs edip ikinci bir doğuş gibi telâkki edilebilecek çok üstün bir idrâke eriştirecek, ve C) bu âlem'e hem zâhirî ve hem de bâtınî açıdan bakabilmesini sağlayacak olan köklü bir değişi-min müjdesini vermekte olmasından dolayı gerçekten de birincîl (= euaggelion = hayrlı haber, müjde) olarak kabûl edilmelidir.
Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.
Yorumlar