İNGİLİZ METAFİZİK ŞİİRİNDEN DERSLER
Yazan: MUSTAFA
ZEKİ CIRAKLI
Ne
ülkedeki gelişmeleri, ne de meclisteki üyelerin kafalarımın içini okumaktan aciz
bu çiçeği burnunda kral için Donne'ın vaazları dinsel muhasebe ve arınmadan
başka bir şey içeriyordu.
İnsan
başına gelecekleri önceden bilmese de sezer, derler— bunun ne kadar doğru
olduğu, kralın Donne'ın bir vaazında duyup da yıllandır zihninden söküp
atamadığı şu soruda saldaydı:
"Çanlar
kimin için çalıyor?"
Donne
tıpkı Ralph Waldo Emerson gibi, gerçekten büyük bir söz ustası, kürsüye
aktığındaysa teatral bir dehaydı
Bundan iki yıl evvel,
1629'da, yani St Paul Katedrali Başında olduktan tam
sekiz yıl sonra kralın huzurunda ölüm üzerine verdiği vaazını şu sözlerle
bitirmişti:
"İnsan başıboş
bırakılmış bir ada değildir, insan kainatın (ve ona hakim, külli bir iradenin)
parçasıdır elbette. Bir insanın ölümü diğerlerinden de bir şeyler götürür. O
halde çanlar kimin için çalıyor diye sorma, bu çalan çanlar, senin ölümünü
haber veriyor, senin!"
“İnsan başıboş
bırakılmış bir ada değildir. İnsan kainatın (ve ona hakim külli bir iradenin)
parçasıdır elbette. Bir insanın ölümü, diğerlerimden de bir şeyler götürür. O
halde çanlar idinin için çalıyor diye sorma, bu çalan çanlar, senin ölümünü,
haber veriyor, senin!"
Kral
ne zaman buraya gelse ve ne zaman Donne'ı dinlese içinde yankılanan sözcük bu
oluyordu: "SENİN, SENİN, SENİN..."
Aynı
kral, içinde yankılanan bu sesi, korku ve tedirginlik içinde geçirdiği krallık
yıllan boyunca, 1649'da başı kesilerek idam edilene kadar, gittikçe artan bir
tonda duyacaktı.
Bu
tarz çarpıcı sözler, sıradışı metaforlar, sarsıcı benzetmeler, akla mıh gibi
çakılan karmaşık paradokslar Donne'daki zengin hayal dünyasının çok sık
rastlanan ürünleriydi.
1631'in
bu soğuk kışında işte yine kürsüden garip benzetmeler yaparak "ölümün düellosundan"
bahsediyor, bizzat kendi ölümüne göndermelerde bulunuyordu.
Yine
o günlerde kefenine sarılarak bir tabuta girdiği ve o haliyle resmini
yaptırdığı konuşuluyordu.
Çok
geçmeden çanlar Donne için gerçekten çalacaktı; ve çaldı.
İngiliz
Kraliyet ailesinin gözde "din adamı" John Donne için, bu vaaz son
vaazı oldu.
* *
*
Fakat
çoğu kişi onu din adamı kimliğinden ziyade Ingiliz Metafizik Şiiri'nin öncü
şairi olarak hatırladı.
Gerek
yaşarken, gerekse ölümünü müteakip yüzyıllar boyunca ne yazık ki bir çok
muhalif ve yenilikçi gibi o da yeterince anlaşılamadı ve hakettiği ilgiyi
bulamadı.
Oysa
sadece İngiliz edebiyat severlerin değil, Türk şiir meraklılarırının da
tanıdıklarında yararlanacakları ve ders alacakları önemli bir şairdi John Donne.
Nispeten
daha fazla önemsenmesi, Grierson'm 1912 yılında İngiliz Metafizik Şiirlerini
yeniden derleyip basmasıyla ve özellikle T.S. Eliot'm bunlar hakkında yazdığı
çok müspet eleştirilerle ancak mümkün olabildi.
**
*
Öncelikle
şunu belirterek başlamakta fayda var: "Şiir ve Metafizik" konulu bir
tartışmanın içinde İngiliz Metafizik Şiiri'nin merkezî bir yerinin olup
olmadığı tartışmaya açık bir husustur.
Çünkü
Metafizik Şiir adlandırması/yakıştırması bu mahut akımın metafizik karşısında
takındığı tavırdan değil, İngiliz şiirine getirdiği üslup ve biçim
yeniliklerinden kaynaklanır.
O
halde yanlış anlamaları önlemek için, Türk edebiyatı mahfillerinde bu şiirden
bahsedilirken başına "İngiliz" sıfatının eklenmesi gerekliliğinin
altı özellikle çizilmelidir.
Bu
şiir yer yer hiç de metafizik
görünmemekte, metafizik ürpertilerin esrik tonuyla konuşmamakta, salt duygulara
hitap etmemekte ve oldukça somut ve gerçekçi bir fizik dünya donanımıyla
karşımıza çıkmaktadır çünkü.
* *
*
Her
ne kadar yukarda akım diye bahsettiysek de, 17. asır İngiliz Metafizik Şiiri
aslında hiç bir zaman, fiilî olarak kendini tanımlamış, bir manifesto ortaya
atarak insanları peşinden sürüklemiş bir cereyan olmamıştır.
Bu
adlandırma, John Donne ve onun tarzında şiir yazan Marvell, Cowley, Herbert,
Vaughan ve Crashow gibi şairleri betimlemek için, dönemin eleştirmenleri,
mesela Ben Johnson ve John Dryden tarafından 1693'te Donne öldükten 60 küsur
sene sonra yapılmıştır.
Metafizik
denmesinin sebebiyse, şiirde özellikle metafizik konulara eğilmeleri değil,
ele aldıkları konuları sıradışı ve klişe olmayan imge, benzetme, metafor ve
paradokslarla, üstelik derin bir bilgi birikimiyle tartışmış olmalarıdır.
Bu
yüzden, kolay çözülüp anlaşılamaz manasına, bu şiirlere "metafizik"
denmiştir.
Örneğin,
"Günaydın" (The Good-Morrow) adlı şiirde bazı kısımları anlamak için
biraz mitoloji ve simya bilgisi gerekir. Şiirin bir yerinde Ashab-ı Kehf e
gönderme yapılırken, "biz bir birimize aşık oluncaya dek, Ashab-ı Kehf
gibi bir mağarada uykuda mıydık acaba" diye sorulur.
Şiirdeki
asıl ilginç benzetmede ise, "aşk" iki farklı varlığın en doğru oranda
birleşmeleriyle ortaya çıkan ideal tevhit olarak tanımlanır.
Bu
benzetme kurulurken antik simyaya başvurulmuştur. Buna göre elementler ve
varlıklar ancak ideal proporsiyonda karıştırıldıkları takdirde ölümsüzlüğü elde
edebilirler; hani biz "ölen hayvan imiş, aşıklar ölmez" deriz ya.
Şiirin
anlaşılması için işte bu bilgilere ihtiyaç vardır.
Donne'la
birlikte ilk defa düşüncenin çok yoğun olduğu ve duyguyla birleştirildiği,
akla ve bilgiye hitap eden şiirler yazıldı.
Üstelik
bilgi kapsamında artık Yunan mitolojisinin sınırlarının dışına çıkılarak
mesela kimya, tıp, coğrafya, matematik, geometri, kozmoloji vs. gibi alanlar
şiire girdi.
Örneğin,
"Hasta Yatağımdan Tanrı'ya, Tanrıma Yakarış" (Hymn to God, my God, in
my Sickness) adlı şiirde doktorlar kaptanlara, kendisiyse bir haritaya
benzetilir.
Bu
şiirde bazı tıbbî, coğrafî bilgiler bir araya getirilir, örneğin okyanus
akıntılarıyla kan akışı kıyaslanır. Pasifik okyanusundan, doğunun zenginliklerinden,
Kudüs'ten veya Magellan'ın seferlerinden bahsedilir.
Ayrıca
dinsel mitolojiye göndermeler yapılır, iki Ademden söz açılır, ki bunların
birincisinden Hz. Adem, ikincisindense Hz. İsa'nın kastedildiğini okurun
anlaması beklenmektedir.
Adem'de
"günah ve fanilik” İsa'da "saflık ve diriliş" sembolize edilir
ve insanoğlu der Donne, bu ikisinin karışımıdır. Bu ancak Shakespeare oyunlarında
rastlanacak türden, insanı psikolojik yönüyle ve bir kompleks olarak ele alan
nadir bir tespittir.
* *
*
Elizabeth
dönemi ve 17. yy. İngiliz şiirinde duygunun düşünceden daha önemli görülmekte
ve bu duyguların da artık kullanılmaktan pörsümüş kalıplarla dile getirilmekte
olduğu hatırlanırsa mesele biraz daha anlaşılır.
Örneğin
Robert Herrick bir şiirinde şöyle der:
"Ben
derelerden, tomurcuklardan, kuşlardan, kameriyelerden/ Bahar ve yaz aylarından,
çiçeklerden söz ederim!/ Şenlikleri anlatırım ben, kasa dolusu şarapları,
şölenleri/ Damatları, gelinleri, ve anlatırım türlü yemişleri" (Herrick).
Abrams'ın
dediği gibi bu dönem Patrarch'tan tevarüs edilmiş "kanayan kalpler, gül
gibi yanaklar, kiraz dudaklar, yayını germiş bekleyen aşk Tanrı- ları"nın
vs. dönemiydi.
Örneğin
"Kırık Kalp" (The Broken Heart) adlı şiirinde oldukça bildik bir
konuyu, aşkın insana neler çektirdiğini anlatır Donne.-
Ancak
bunu yaparken tam da İngiliz Metafizik Şiiri'nin niteliklerini yansıtan
sıradışı benzetmelere ve akıl yürütmelere başvurur.
Bir
bakarız, aşk "dinamit dolu cam bir şişeye" benzetilmiş, bir bakarız
"açgözlü obur bir balığa." Dönemin o çok romantik klişe
benzetmelerinin aksine aşk, bu şiirde insan kalbini deyim yerindeyse tuz-buz
eden ve bir çırpıda onu mahveden salgın bir hastalığa (plague) benzetilir.
Donne
ve takipçileri mevcut klişeleri içerik olarak kırdıkları gibi, söyleyiş olarak
da reddettiler.
Kullandıkları
dil oldukça yalın, çoğunlukla da sevgili, arkadaş, Tanrı ve ölümle veya kendi
kendine yapılmış bir tür sohbet havasındaydı.
Örneğin, Donne'ın en sevilen
şiirlerinden "Azizleştirme" (Canonization) adlı şiirde, yalın
söyleyişle karmaşık ve derin düşünceyi buluşturan bu üslup açıkça görülür.
Burada
saraylı bir bürokrat, bir asilzede olarak karşımıza çıkan şair, şiire, gayet
gündelik bir konuşma tarzıyla, şu hitapla başlar:
"Dilini
tut, ve seni sevmeme müsade et."
Bulunduğu
makama dair oldukça alaya bir tavır içindedir: "Üç-beş çelimsiz tüyü
kalmış, kel ve sivilceli kafasının içinde" sayısız dünya gailesi dolaşmakta
olduğunu söyler. Sevgilisinden tüm bu "ciddi" meşguliyetlerin getireceği
şan, şöhret ve paraya göz dikmemesini ister.
Sevgilisine
duyduğu aşkın zamanın basmakalıp aşklarından olmadığım da özellikle hatırlatır:
"Ahından gemiler okyanusun dibini boylamamıştır" mesela; ya da
"gözyaşları sel olup toprağı aşındırmamış tır."
Hayır
onun aşkı kendi içinde yaşadığı, gayet sıradan, gayet İnsanî ve belki asıl
böyle olduğu için kanonize
edilmeye yani, azizleştirilmeye layık bir aşktır.
Aslında
burada "gözyaşlarım sel oldu aktı, ahimin rüzgarı eritti seni" diye
inleyip duran Petrarkçı gelenekle açıkça dalga geçilmektedir.
* * *
Düşüncedeki
karmaşıklık ve söyleyişteki bu yalınlık, musikinin, diğer şairlere kıyasla
daha az önemsenmesi, hatta bazen tümden yadsınmasını beraberinde getirmiştir.
İngiliz Metafizik şiirleri de
elbette ölçülü yazılmış şiirlerdir fakat ayaklarla (iamb) oynanmış,
kafiyelerin geleneksel yerleri değiştirilmiş, yeni tarzlar denenmiştir.
Tahmin
edileceği üzre, amaç insanların zihinlerini musiki etkisiyle uyuşturmamak,
aksine düşünceyle dengelenmiş kontrollü bir duygusal atmosfer yaratmaktır.
Bu
şiir bir "ses" ve "duygu" şiirinden çok, bir
"imge" ve "akıl yürütme" şiiridir.
Böylece yapmacık bir dilden
kaçınılmış, doğal konuşma üslubu çarpıcı benzetmelerle şiire girmiştir. _
Örneğin,
"Güneş Doğuyor" (The Sun Rising) adlı şiirde huysuz bir ihtiyardır
şair. Doğan güneşe övgüler düzmek yerine "seni işgüzar ahmak kocakarı"
diye onu azarlar ve alışılmışın tersine, sevgilisinin koynunda ne güzel
uyuyorken onu niye uyandırdığım sorar. "Seni yüzsüz kaldırım yosması seni"
diye çıkışır, "sen git mektep çocuklarını, rençberleri uyandır" der.
Türkçe
çevirisi bir yana, bu şiirin orijinalinde de o alışılmış musiki yoktur (Tabii
bu bazılarınca şiir için bir eksiklik olarak da değerlendirilebilir).
* *
*
Donne,
döneminin şiir biçimine olduğu kadar, geleneksel anlayışlarına da farklı
yaklaşmıştır. Bu durumu yansıtan ve onun oldukça eğlenceli ve ironik üslubunun
göze çarptığı şiirlerinden biridir "Pire"(the Flea).
Bu,
platonik aşk ve iffet kavramlarım haddinden fazla önemseyip abartan, tabir caizse
pireyi deve yapan (!) o devrin tutucu anlayışlarına karşı söylenmiş bir
şiirdir.
Donne'ın
bu şiirinde geleneksel aşk şiirleriyle alay ettiği, o zamana dek kutsanmış bir
tema olan aşkı anlatırken, gayet alakasız bir imge (pire) kullandığı ve bu
yolla iffet ve onur kavramlarım tartışmaya açtığı görülür.
Burada
İngiliz Metafizik
Şiiri'nde aşina olduğumuz sıradışı akıl yürütmelerden biriyle karşılaşırız:
Güya, " işte şurada duran, mini
minnacık pire" önce şairin kanını emmiş, şimdi de sevgilisininkini
emmektedir. O halde iki sevgilinin kanı pirenin karnında bir birine
karışmıştır. .
Peki şimdi sevgilisi bekaretinden olmuş
mudur? Veyahut büyük bir günâh mı işlemiştir? Elbette ki hayır. Fakat, şairin
kafasını taktığı şey şudur: O küçücük pire onların yapamadığını yapmıştır.
Şair daha da ileri giderek bu pirenin
onların "gerdek yatağı" olduğunu ileri sürer ve sevgilisinden o
pireyi öldürmemesini ister. Gel gör ki, sevgilinin incecik tırnağı pirenin
canını alıverir.
* *
*
Donne'm
metafizik konulan, mesela ölümü ele alış biçimi de çağdaşlarından oldukça
farklıdır.
"Tefekkür"
(Divine Meditation) başlığı altında yazdığı şiirsel metinlerden onuncusunda,
bir çoğu için metafizik konuların başında gelen ölümün, şair için aslında bir
yalandan ibaret olduğu söylenir.
Yeri
geldiğinde paylayıcı üslubundan ölüm de nasibini alır: "Ne böbürlenip
duruyorsun?" diye sorar ölüme. "Kendini güçlü ve korkunç mu sanıyorsun"
diyerek ölümü küçümser (Gerçi başka bir şiirinde lafını geri alır ama savunduğu
fikir bir yana onun söyleyişindeki dobra ve içten üslup her iki halde de bizi
etkiler).
Tabii
burada ölüm hakikatini inkardan öte bizim tasavvuf şiirimizde sık rastlanan
daha derin bir felsefe yatmaktadır: "Uyku ve dinlenme ölümün küçük
taklitleridir, üstelik bize zevk verirler."
Şair
buradan bir akıl yürütme yaparak, ölümün de bir nevi uyku ve dinlenme gibi
algılanabileceğini söyler. 'İyi ya" der, "dünya sıkıntılarından bıkmış
krallar ve kederli insanlar için ölüm kemiklerini ve ruhlarım dinlendire-
bilecekleri güzel ve kısa bir uykudur."
Burada
ölümün "kısa" bir uyku olarak tanımlanması dikkat çekicidir ama
şaşırtıcı değildir. Çünkü Donne, ölümün gerçekte kendisinin bir tür hayal olduğunu
ve ebedî hayata açılan bir kapı olduğunu söylemekte, ölümden korkanları (belki
kendini) öyle olduğuna ikna etmek istemektedir: "Ölümün kendisi gerçekte
bir fanidir" diye konuşur.
Bu
düşünceler bize yabana gelmemektedir elbette. Mevlana "ağlaman,
yazıklanman boşuna, bu dünyada gözünü kapadın mı ötekinde aç" derken,
Shakespeare "insanın ölümü aslında ölümün sonu olur, çünkü bir daha ölüm
olmayacaktır" demez mi?
* *
*
Ondört
no'lu "Tefekkür"deyse, Tanrı'ya karşı duyulan aşk ve teslimiyetin o
dönem için oldukça yadırgatıcı benzetme ve alegorilerle ifade edildiğine şahit
oluruz.
Gözümüzde
oldukça "şedit" ve "fethedici" bir Tanrı imgesi çizen
Donne, bu kez okurları yine şaşırtır çünkü beklendiğinin aksine Tanrı'dan
rahmet ve bağışlanma dilenmez:
"Beni
ordularınla ez geç, taş üstünde taş koyma, beni yak" diye haykırır,
yüreğinin Tanrı'nın düşmanları tarafından "işgal" altında olduğunu,
ve Tanrı'nın veziri olan aldın (reason) esir alındığını söyler. Buradan akıl
denen şeyin ne kadar "zayıf ve yalancı" olduğu ortaya çıkar ona
göre.
Şairimiz
kendini "düşmanlarla beşik kertmesi yapılmış körpecik bir bakire"
gibi hissetmekte ve Tann'ya olan gerçek aşkına karşılık beklemektedir asıl. Tanrı'ya
der ki, "bu düğümü çöz, düşmanlarla nişanımı boz" ve beni kendine
alıp hapset.
Dahası, ahlakçıları çileden
çıkaracak kadar münferit ve müfrit bir cesaretle, Tanrı tarafından
"ırzına geçilmedikçe" asla gerçek anlamda iffetli sayılamayacağım
belirtir. Bizim tasavvuftan aşina olduğumuz "gerçek hürriyetin Tann'ya
kullukta bulunması" fikri, ilk duyuşta inşam bayağı irite eden bir
metaforla aktarılmaktadır. .
Şiirdeki
"ırzına geçme," objektif
korelatif dediğimiz oldukça somut ve canlı
bir imaj getirir gözümüzün önüne. Bununla birlikte, çağrışım yönünden zengin,
üstelik zıtları (seküler-dinsel) buluşturucu bir işlev taşımaktadır bu
cinsellik alegorisi.
* *
*
Sonuç
olarak, Donne'ın öyle mızıldanıp durmayan., T.S. Eliot'ın dediği gibi,
düşünceyi adeta elle dokunulabilecek somutluğa kavuşturan, insanı akıl ve
duygusu, ruh ve bedeniyle bir bütün olarak alan şiirlerinin Türkçeye kazandırılmasında
ve genç şiirseverlerin istifadesine sunulmasında çok yararlar var.
Şiirin
bir duygu işi olduğunda ve özellikle metafizik deneyim ve arayışlar için
vazgeçilmez ifade olanakları yarattığında kuşku yok. Ancak düşüncesiz duygunun
kör, duygusuz düşüncenin topal olduğu darbı meselinin ışığında, şiir
merakhlarının İngiliz Metafizik Şiiri'nin devrimci katkılarına dikkatlerini
çekmek isteriz metafizik, salt duygu veyahut salt düşünceyle yaklaşılacak bir
saha değil çünkü.
Eğer
şiirin metafizik arayışa bir katkısı olacaksa, kendini derin ve rafine
fikirlerle takviyeye, çarpıcı ve taptaze imgelerle yenilemeye ve zamanın fizik
bilgisiyle teçhize elbette ihtiyacı vardır.
Dolayısıyla,
İngiliz Metafizik Şiiri'nin o dönemlerde yapmaya çalıştığı şeyi, genç şairlerin
zaman zaman kendi şiirlerine uyarlamaları, konvansiyon ve klişelerle mücadele
ederken bu şiirden de örnek almaları pek yerinde olacaktır.
HECE AYLIK EDEBİYAT DERGİSİ/YIL: 10 SAYI: 117
Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.
Yorumlar