Print Friendly and PDF

Müslümanlar Efendimi Çok Geç Tanıdılar

 



Rasûlüllah salla'llâhü aleyhi ve sellemin hayatı insanın içini burkar. Bazıları da övmek kabilinden Efendimizin habire nafile oruçlar tuttuğunu söyleyenler bahsedeceğimiz inceliği pek göremezler. Son dönemlerde Müslüman zengin hayatı yaşamalı diye çıkarılan aslı olmayan iddialar hiç biri Efendimizin hayatında yer tutmaz.

Elinde olanı esirgemeyen Efendimize, zenginler çok hediye vermek istemezlerdi. Çünkü verdikleri hemen fakirlere dağılacaktı. Onlarında bunu çok istediklerini sanmıyorum. Ayrıca ordunun cihada çıkacağında verdikleri kadar Efendimizin maişetine yardım etmediler. İnkârı kabil olmayan bir gerçek…

Rasûlüllah salla'llâhü aleyhi ve sellem Efendimiz hayatını o denli azlıklarla yaşadı ki, bilhassa açlığını oruç ibadeti arkasında sakladı, kimseye açım demedi. Ve bunun gibi birçok nefsinin dileklerini de sakladı. Daha güzel ifade ile bundan daha zayıf bir geçim olmaz dedirtecek kadar bir halde ihtiyaçlarında noksanlık ön planda idi. Öyleki durumunu zayıf olan sahabiler dahi ondan bir şey bekleyemez hale gelirdi. Sırf birşeyler isteyip onu üzeriz diye.

Binaenaleyh, nafileye rağbet etmesinde arkaplan, onun hayattaki her olumsuz şartı sevap haline getirip telafi etmek ile ve en zayıfların hayatını yaşamış ve örnek olmasıdır.

Ancak buradan bir meseleyi anlıyorum. O gün şartlarındaki Arap toplumunda bir Peygamber olmak belki iğneli fıçı içinden geçmek kadar zordu. Bilhassa bedeviler ile yaşamak…Şimdiki ilahiyatçıların tavırları gibi.

Sözler arasında anlatılan bazı şahsşyetlerin cömertlikleri de Allah sevap veririn peşine, Efendimiz salla'llâhü aleyhi ve selleme biraz tavizkâr davranıyorlardı. Yoksa bilenen birçok zengin sahabi ellerindeki serveti öylesine Rasûlüllah salla'llâhü aleyhi ve sellemin ayağına da serdiklerini zannetmiyorum.

Bu nedenle selefiyeci akımın Arap toplumunda yer bulması, Kur'ân-ı Kerim’den başka bir şeye bakmayız tavrı edaları sanki gizliden gizle içlerinde o zaman da vardı. Bazen, bu senin görüşün mü yoksa Allah Teâlâ’nın emri mi derlerdi. Efendimizi,  Allah’ın basit bir nebisi gibi ayrı bir yerlerde tutmak vardı. Hakikatte Rasûlüllah salla'llâhü aleyhi ve sellemi sevmek, daha doğrusu candan aşkcasına bu başka bir durum.

Bugünküler ile o zamankiler farksız idi.

Sözlerimize işaretler…

1…

Âişe bint Talha bildiriyor:

Bir gün Resûlullâh yanımıza geldi, “Evde yiyecek bir şey var mı?” diye sordu. Hayır deyince “O halde oruçluyum.” dedi. Günün ilerleyen saatlerinde tekrar gel­diğinde ona “Bize hays[1] hediye edildi.” dedik. Bunun üzerine

“O halde iftar edeyim, böylece nafile olan orucu, kendime farz kılmış oldum.” dedi.[2]

Bir diğer rivayette ise “Bize yemek he­diye edildi.” denildiği, bunun üzerine “Ne hediye edildi?” diye sorduğu bildirilmiştir.[3]

Ayrıca bu olayın aynı günde değil, peş peşe iki ayrı günde cereyan ettiği de nakledilmiştir.[4]

2…

 

Abdurrahman bin Avf ( radiya'llâhü anh) (ö. 32/652), aşere-i mübeşşereden (cennetle müjdelenenlerdendir). Nevfel (bin Hâris) ( radiya'llâhü anh) (ö. 15/636) buyurdu ki:

“(Abdurrahman bin Avf) bizi hânesine (evine) götürdü. Bizim önümüze içinde et ve ekmek vad‘ olunmuş (et ve ekmek konulmuş) bir çanak getirdiler. Abdurrahman bin Avf (r.a.) ağlamaya başladı.

“(Sorduk) sebep nedir (diye)?”

(Cevâp verdi:)

“Yâ Nevfel! Niçin ağlamayayım. Fahr-i Âlem dünyâdan âhirete intikâl etti (göçtü). Kendi ve ehli beyti (âilesi) arpa ekmekten doyuncaya (kadar aslâ) yemediler. (Böyle) vakit (ömür) geçirdiler. Biz böyle et ile ekmek cem’iyle mütena‛im olduk (ni’metlendik).

Yâ Nevfel! Ben zannetmem ki bizler, bize hayr olan için sağ kalmışız. Bil ki bize hayr olan şey ol idi ki Rasûl-ü Ekrem Hazretleri dıyk-ı maîşet (dar geçim) ile vakit (ömür) geçirdiği gibi, biz dahî dıyk-ı maîşet (dar geçim) ile vakit (ömür) geçirmeli idik. Rasûlullah’a mütâbaattır (böyle davranmamız O’na uymadır). Buna ağlarım” cevâp verdi.[5]



[1]  Hays…, iyi cins bir hurma çeşidi olan sarı renkli bernî hurması ile peynir ve yağın, hurmaların bütün çekirdekleri çıkıncaya kadar iyice yoğrulmasıyla elde edilen bir yemek çeşididir. bk. Halîl b. Ahmed, KitâbÜl-ayn, (nşr. Dr. Dâvud Sellûm) Beyrut 2004, 187/III, 273; İbn Manzûr, Lisânül-Arab, I-VII, Beyrut 1997, II, 198.

[2]  Abdürrezzâk, el-Musannef, (nşr. Habîbürrahmân el-A‘zamî), I-XI, Beyrut 1983, IV, 277; Ahmed b. Hanbel, VI, 49; Nesâî, “Sıyâm”, 67.

[3]  Müslim, “Sıyâm”, 169.

[4]  Ebû Dâvûd, “Sıyâm”, 73; Tirmizî, el-Câmius-sahîh, MevsûatÜl-hadîsiş-şerîf el-kütübüs-sitte içerisinde, Riyad 2000, “Savm”, 35; Nesâî, “Sıyâm”, 67. Ebû Hâtim, bu hadisin Simâk-Âişe bint Talha senediyle gelen rivayetini, bu iki râvînin birbirlerinden hadis almadıkları gerekçesiyle ‘münker’ saymış, iki ayrı hadisin rivayetinin karışması neticesi böyle bir sonucun çıkmış olabileceğini söylemiştir. bk. İbn Ebû Hâtim, İlelül-hadîs, (nşr. Sa‘îd b. Abdullâh el-Humeyyid-Hâlid b. Abdurrahmân el-Cüreysî), I-VI, Riyad 2006, III, 86.

[5] Neslihan ATEŞ Muhammed Ali Apak (Ö. 1400/1980) Hayatı, Eseri Ve Tasavvuf Anlayışı, Ankara-2018

Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.

Benzer Yazılar

Yorumlar