Print Friendly and PDF

Tâbiîn Döneminden Seçkin Bir Kadın Portresi Âişe bint Talha

 


Yrd. Doç. Dr. Fatımatüz Zehra KAMACI[1]

Giriş

Tarih, ona yön veren ve yaşadıkları döneme has izler taşıyan sayısız portreden bahseder. Her ne kadar yapılan çalışmalar, yüzyıllar boyunca kadın nüfusunun erkek nüfusundan hep bir miktar daha fazla olduğunu ortaya koysa da tarihe mâl olmuş meşhur isimler açısından bakıldığında, kadınların neredeyse adı yok gibidir. Yüzyıllar boyunca perde arkasında kalan ama perdenin önündekiler üzerinde etkisi hiç azalmayan kadınların bu yönü, herkes tarafın­dan bilinir ve şifahî olarak anlatılır fakat bunların çok azı yazılmıştır. İslâm tarihi açısından bakıldığında Hz. Hatice (v. 620) ve Hz. Âişe (v. 58/678), bu özelliği yazıya dökülen kadın port­relerinin ilklerinden sayılabilir. Resûlullâh’ın Mekke’deki sadık ve vefâkâr zevcesi Hz. Hatice ile Medine’de Hz. Peygamberin terbiyesinde yetişen Hz. Âişe; zekî, bilgili, cesaretli ve dirayetli halleriyle İslâm toplumunun ilk döneminde etkin rol oynayan erkeklerin yanına adlarını yaz­dırmayı başarmışlardır. Onların ardından Hz. Âişe’nin eğitiminden geçen ve ilgisini tarih ve edebiyata yönlendiren bir başka Âişe gelmektedir. Kastettiğimiz kişi Tâbiînden, asil, eğitimli ve müstesna bir güzelliğe sahip Âişe bint Talha’dan başkası değildir.[2]

Ailesi, bilgisi, görgüsü ve zenginliği ile yaşadığı dönemde şöhreti Arap dünyasında yayıl­mış olan Âişe bint Talha ile ilgili gerek tabakât, ensâb ve hadis kitaplarında gerekse tarih ve edebiyat kitaplarında pek çok ilgi çekici bilgi bulmak mümkündür.

Bu makalede, Âişe bint Talha’nın hayatı, eğitimi, hadis rivayetleri, evlilikleri, İslâm toplu- mundaki yeri ve önemi gibi hususlar ele alınacaktır. Bu açıklamalar doğrultusunda Hulefâ-yi Râşidîn ve Emevîler devrinde üst tabakaya mensup insanların, özellikle de kadınların sosyal hayatları, alışkanlıkları, ailevî münasebetleri, günlük yaşamları, siyasetle ilişkileri vb. konular­da yeni bakış açılarının elde edilmesi hedeflenmektedir.

1. Hayatı

Âişe bint Talha, Kureyş’in önemli kollarından birisi olan Teym b. Mürre kabilesine men­suptur. Babası, aşere-i mübeşşereden ve Resûlullâh’ın havârîsi diye bilinen on iki kişiden biri olan Talha b. Ubeydullah (v. 36/656); annesi ise Hz. Âişe’nin kız kardeşi, Hz. Ebû Bekir’in kı­zı Ümmü Külsûm’dür (v. 58/678’den sonra).[3] Doğumu, çocukluğu ve ilk evliliği hakkında çok fazla bilgi yoktur. Ancak babası Talha ve teyzesi Hz. Âişe’nin tesiriyle, ilim ve edep bakımın­dan seçkin bir ortamda yetiştiği bilinmektedir. İlminin yanı sıra, fasih dili, cömertliği, hilmi, iffeti ve asaleti ile iştihar etmiştir.[4] Babasından kalan miras gereği zaten zengin olmasına kar­şılık, bir de zengin ve nüfuzlu kimselerle evlenince, aldığı mehirler ve hediyeler, toplumda ko­nuşulur olmuştur.[5]

Âişe bint Talha’nın ne zaman doğduğu bilinmemektedir. Ancak annesi Ümmü Külsûm’un, dedesi Ebû Bekir’in en küçük kızı olarak, onun vefâtından sonra, yani 13/634 yılında doğdu­ğu bilinen bir husustur.[6] Hz. Ebû Bekir kızı Âişe’ye, doğacak olan çocuğundan bahsede­rek onun kız olacağını düşündüğünü söylemiş ve himaye etmesini vasiyet etmiştir.[7] İncele­diğimiz dönemde Arap yarımadasında kız çocuklarının erken yaşta evlendirildiği düşünül­se bile,[8] Âişe’nin doğumunu 23/644’ten önceki tarihlere çekmek mümkün görülmemekte­dir. Zaten Ümmü Külsûm’un Talha b. Ubeydullah’tan, Âişe dışında Zekeriyya ve Yusuf ismin­de iki çocuğu daha olmuştur ve yukarıdaki tarihlendirme, Âişe’nin ilk çocuk olduğunu var­saymaktadır. ikinci yahut üçüncü çocuk olduğu düşünüldüğünde, muhtemel doğum tarihi 25/646 ve sonrası olarak tahmin edilecektir. Öte yandan Âişe’nin babası Talha, 36/656 yılın­da vefât etmiştir. Bu durumda Âişe’nin, babası vefât ettiğinde henüz çocuk denilebilecek yaş­ta yahut genç kızlığa yeni geçtiği bir dönemde olduğu anlaşılmaktadır.

Âişe bint Talha, doğduğu andan itibaren Hz. Âişe’nin özel ilgisi ve sevgisine mazhar ol­muştur. Esasen Hz. Âişe, sadece yeğeni Âişe’yi değil Âişe’nin annesi, yani kız kardeşi Üm- mü Külsûm’u, babasının emâneti olarak alıp âdeta bir anne gibi büyütmüştür. Âişe bint Tal- ha, teyzesi Âişe’nin desteği ve yönlendirmeleri ile ilim açısından seçkin bir ortamda yetiş­miştir. Teyzesi Âişe’den hadis rivayet etmiş, “eyyâmü’l-arab” ve “ahbârü’l-arab” ile ilgili bilgi­ler edinmiş, ilm-i nücûmu öğrenmiş, şiire ve edebiyata karşı duyduğu sevgiyle de bu alanlar­da söz sahibi olacak kadar ilerlemiştir. Fiziken teyzesi Hz. Âişe’ye benzediği ifade edilen Âişe bint Talha’nın[9] müstesna sayılabilecek bir yüz güzelliğine sahip olduğu ile ilgili pek çok riva­yet bulunmaktadır.[10] Hatta bir tavsiye mektubunda, ilgili kimseye dikkat etmesi gereken hu­suslar anlatılırken “Bunları Âişe bint Talha’nın güzelliğine bile değişmemelisin.” ifadesi dik­katleri çekmektedir.[11] Şiir, tarih, edebiyat vb. alanlarda iyi eğitim görmüş, zevk sahibi bu ha­nım; yüzü dışında bütün uzuvlarını örten[12] elbiseler giyip[13] yanında aile efradı ya da cariye- leri olduğu hâlde,[14] evine gelen misafirlerle görüşmüş; tarih, edebiyat, şiir konulu sohbetlere ev sahipliği yapmıştır.[15] İlk siyer-megâzî müelliflerinden İbn İshâk’ın (v. 151/768) hadis riva­yetiyle uğraştığı bilinen babası ishâk, Âişe’yi görüp bu anı tasvir eden kimseler arasındadır.[16] Âişe bint Talha, yaşadığı dönemde evinde şiir ve edebiyat konulu sohbetler düzenleyen tek ka­dın değildir. Dönemin önde gelen kadın simalarından Sükeyne bint Hüseyin (v. 117/735) de evini hadis ve ilim öğrenimi için halka açmış ve şiire olan ilgisi dolayısıyla şair toplantılarına ev sahipliği yapmıştır.[17] Yüzünü örtecek bir peçe kullanmadığı için zaman zaman ikinci koca­sı Mus‘ab’ın eleştirilerine maruz kalsa da Âişe bint Talha, mahremi olmayan kimselerle olan münasebetlerinde iffetine gölge düşürecek hiçbir hareketi olmadığını herkesin bildiğini[18] söy­leyerek bu davranışını sürdürmüştür.[19]

Başından üç evlilik geçen Âişe bint Talha[20] ilk evliliğini, Hz. Ebû Bekir’in torunu olan dayısının oğlu Abdullah b. Abdurrahman’la gerçekleştirdi. İbn Sa‘d’ın verdiği bilgilere göre Âişe bint Talha’nın bu evlilikten İmrân, Abdurrahman, Ebû Bekir ve Talha adında dört oğ­lu; Nefîse ve Ümmü Ferve isminde iki kızı olmuştur.[21] Ancak İbn Sa‘d dışındaki kaynaklar kız çocuğu olarak sadece Nefîse’nin adını zikretmektedirler.[22] Abdullah’ın vefâtı üzerine, ikin­ci evliliğini Zübeyr b. Avvâm’ın ortanca oğlu Mus‘ab b. Zübeyr ile gerçekleştiren Âişe bint Talha’nın, bu evlilikten çocuk sahibi olup olmadığı ile ilgili de İbn Sa‘d farklı, sonraki kaynak­larda farklı rivayet edilmiştir. İbn Sa‘d, Âişe bint Talha’nın Mus‘ab’la olan evliliğinden Abdul­lah ile Muhammed isminde iki oğlu olduğunu ifade etmekte iken[23] diğer kaynaklar, Âişe bint Talha’nın ilk evliliği dışındaki evliliklerden çocuk sahibi olmadığını bildirmişlerdir.[24] Abdul­lah b. Abdurrahman’ın kesin vefât tarihi bilinmemekte olup 70-80/689-700 yılları arasında vefât ettiği ifade edilmiştir.[25] Mus‘ab b. Zübeyr’in ise 72/691 yılında öldürüldüğü bilinmekte­dir. Abdullah’ın hicri 70 yılın başlarında vefât ettiğini düşünsek bile bu tarihlendirme, Âişe ile Mus‘ab’ın iki yıl gibi kısa bir süre evli kaldıklarını göstermektedir. Bu durumda “İki yıllık ev­liliklerinde üst üste iki çocukları olmuş mudur?” “Âişe ikinci çocuğunu Mus‘ab’ın vefâtından sonra doğurmuş olabilir mi?” ya da “Abdullah b. Abdurrahman’ın vefâtı, hakkındaki muğlak ifadelerden ötürü hicrî 70 yılından önceki birkaç yılda mı gerçekleşmiştir?” gibi sorular akla gelmektedir. Esasen Âişe’nin, kocası Mus‘ab Kûfe’de Muhtâr es-Sekafî (v. 67/687) ile mücade­lesinde galip geldiğinde, Muhtâr’ın karısının da içlerinde bulunduğu esirlerin serbest bırakıl­ması için elçi gönderdiği bilgisi,[26] bu üçüncü ihtimali mümkün kılmaktadır. Âişe, Mus‘ab’ın öldürülmesinden sonra üçüncü evliliğini amcasının oğlu Ömer b. Ubeydullah ile yapmıştır. Ömer b. Ubeydullah’ın 82/701 yılında vefât ettiği bilinmektedir.[27] Âişe bint Talha ile Ömer b. Ubeydullah’ın 8 yıl evli kaldıkları bildirildiğinden,[28] Âişe’nin Mus‘ab’ın vefâtından iki yıl son­ra Ömer’le evlendiğini söylemek mümkündür. Âişe bint Talha’nın, üçüncü evliliğinden hiç çocuğu olmamıştır.[29]

Üçüncü kocası Ömer b. Ubeydullah’ın vefâtından sonra Âişe bint Talha, evlilik teklif­leri almış, ancak bu teklifleri geri çevirerek bir daha evlenmemiştir. Geri kalan 20 küsür yıllık dönemde hayatını Medine-Mekke-Tâif üçgeninde geçirmiş, sağlığı elverdiği ölçüde hac ve umre yapmış, yazları Tâif’teki yazlığında geçirerek burada, toplumun ileri gelenleri­ni ağırlayarak davetler düzenlemiştir. Âişe bint Talha’nın vefât tarihi ile ilgili her ne kadar İbnü’l-İmâd[30] ve Yâfiî[31] 101/719 tarihine işaret etmiş olsalar da Safedî[32] ve Zehebî’nin[33] ih- timalli ifadelerle 100-110/718-729 yılları arasına işaret ettikleri görülmektedir.[34] Âişe bint Talha’nın Emevî Halifesi Hişâm b. Abdülmelik (724-743) ile görüştüğünü kaydeden rivayet­ler de onun vefâtını hicrî 100-110 yılları arasında gösteren müellifleri doğrular niteliktedir.[35] Zira Hişâm b. Abdülmelik 102/720-21 yılında veliaht tayin edilmiş 105/724 yılında ise ha­life olmuştur.[36]

2.    Eğitim Durumu

a)    Hadis Rivayet Etmesi

Âişe bint Talha’yı yaşadığı dönemde ön plana çıkaran en önemli hususlardan birisi, ha­dis rivayet etmesidir. Teyzesi Hz. Âişe’den hadis rivayet eden Âişe bint Talha,[37] Yahyâ b. Maîn başta olmak üzere[38] hadis münekkitleri tarafından sika bir râvî olarak kabul edilmiştir. Riva­yet ettiği hadisler Kütüb-i sıttede yer almıştır.[39] Teyzesi Hz. Âişe dışında herhangi bir kim­seden hadis rivayet ettiği tespit edilememiştir. Âişe bint Talha’dan, Habîb b. Ebû Amr, ye­ğeni Talha b. Yahyâ, Muâviye b. İshâk, yeğeninin oğlu Mûsâ b. Abdullah b. İshâk, Fudayl el- Fukaymi ve diğer bazı isimler rivayette bulunmuştur.[40] Âişe bint Talha’nın, Hz. Âişe’den daha çok Resûlullâh’ın aile hayatı, eşleriyle münasebetleri, hanımlarının yanındayken gerçekleştir­diği uygulamalar ve Hz. Âişe’nin kişisel gözlemleri ile ilgili hadisler rivayet ettiği görülmekte­dir. Âişe bint Talha’nın rivayet ettiği hadisleri şu şekilde sıralayabiliriz:

1.   Bir gün Hz. Peygambere, ensardan bir sahâbînin küçük yaştaki çocuğunun cenazesi getirildi. Hz. Âişe, “Ya Resûlullâh, müjdeler olsun ona, cennet güvercinlerinden bir güvercin, hiç günah işlemedi, günah nedir bilmedi, değil mi?” deyince Hz. Peygamber, “Başka türlü mü olacaktı Âişe? Bilmez misin Allah cenneti yarattı; sonra da cennete girecek olanların soyun­dan dünyaya gelip cennete girecek olan başkalarını yarattı. Aynı şekilde cehennemi yarattı ve yine ona girecek olanların soyundan, dünyaya gelip cehenneme girecek başkalarını yarattı!”[41] Bir diğer hadiste “Bilmez misin Allah cenneti yarattı, cehennemi yarattı, cennet için bir top­luluk ve cehennem için bir topluluk yarattı!” buyurduğu nakledilmiştir.[42]

2.   Hz. Âişe bildiriyor: Bir gün Resûlullâh yanımıza geldi, “Evde yiyecek bir şey var mı?” diye sordu. Hayır deyince “O halde oruçluyum.” dedi. Günün ilerleyen saatlerinde tekrar gel­diğinde ona “Bize hays[43] hediye edildi.” dedik. Bunun üzerine “O halde iftar edeyim, böylece nafile olan orucu, kendime farz kılmış oldum.” dedi.[44] Bir diğer rivayette ise “Bize yemek he­diye edildi.” denildiği, bunun üzerine “Ne hediye edildi?” diye sorduğu bildirilmiştir.[45] Ayrıca bu olayın aynı günde değil, peş peşe iki ayrı günde cereyan ettiği de nakledilmiştir.[46]

3.   Hz. Âişe anlatıyor: “Hz. Peygamber’e cihâdı sorduk. “Size hac yeter.” ya da “Si­zin cihâdınız hacdır.” buyurdu.”[47] Bir diğer rivayette Hz. Âişe Hz. Peygambere, “Kuranda cihâddan daha faziletli bir amel göremiyorum; ama biz sizinle cihâda gelemiyoruz.” deyin­ce Resûlullâh “Cihâdın en güzeli, kabul olunmuş hacdır.” buyurmuştur.[48] Ayrıca Hz. Âişe’nin “Cihâd yapamaz mıyız?”[49] ya da “Kadınlara cihâd var mıdır?” [50] diye sorduğu yahut cihâd için izin istediği[51] bildirilmiş, Hz. Peygamber’in de “Kadınlar için cihâd vardır ama savaşmak yoktur. Kadınların cihâdı hacdır.” şeklinde cevap verdiği rivayet edilmiştir. Hz. Peygamber’in, haccın yanında umreyi zikrettiği de bildirilmiştir.[52]

4.   Hz. Âişe bildiriyor: “Bir kimse Resûlullâh’a geldi ve “Hangi amel daha hayırlıdır?” di­ye sordu. Hz. Peygamber de “Allah’a iman, Allah yolunda cihâd ve kabul olunmuş bir hac!” buyurdu.[53]

5.   Hz. Âişe anlatıyor: “Hz. Peygamber evde, elbisesini uyluğuna kadar sıyırmış bir şekil­de oturuyordu. O sırada Ebû Bekir, içeri girmek için izin istedi. Resûlullâh istifini bozmadan izin verdi. Sonra Ömer geldi, aynı şekilde oturmaya devam etti. Bir süre sonra Osman içeri girmek için izin isteyince, elbisesini toplayarak uyluğunu örttü. Misafirler ayrıldıklarında Hz. Âişe Resûlullâh’a, bu durumun hikmetini sordu. Hz. Peygamber de “Âişe, meleklerin hayâ et­tiği bir insandan hayâ etmeyeyim mi?” şeklinde cevap verdi.[54]

6.    Hz. Âişe bildiriyor: “Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur: Sevabı en hızlı olan hayır birr[55] ve sıla-i rahimdir. Cezası en hızlı günah ise bağy[56] ve sıla-i rahimi kesmektir.[57]

7.   Hz. Âişe bildiriyor: “Hz. Peygamber şöyle derdi: “Allah’ım! Yüzümü güzel kıldın, ahla­kımı da güzelleştir!”[58]

8.    Hz. Âişe bir gün Hz. Peygamber’in, hanımlarına “Sizin bana en çabuk kavuşacak olanı­nız kolu en uzun olanınızdır!” dediğini bildirmiştir. Bu sözü işiten hanımları, akıllarına gelen ilk şeyi yaparak yani, hemen kol uzunluklarını mukayese ederek, kimin kastedildiğini bulma­ya çalışmışlardır. Yıllar sonra Zeyneb bint Cahş vefât edince kol uzunluğu ile kastedilenin, sa­daka vermek ve cömertlik olduğunu anlamışlardır. Çünkü Zeyneb, evde ürettiği el işlerini sa­tıp kazandığı parayı infâk etmesiyle iştihar etmiş bir hanımdı.[59]

9.   Hz. Peygamber bir defasında, yaşı henüz küçük olan Üsâme’nin burnunun aktığını gö­rünce, temizlemek istedi. Hz. Âişe “Bırak ben yapayım!” deyince Hz. Peygamber, Âişe’nin davranışını teşvik etmek üzere ona, “Âişe, Üsâme’yi sev, ben onu seviyorum.” buyurmuştur.[60]

10.   Hz. Âişe, babası Hz. Ebû Bekir’in isminin aslında Abdullah olduğunu ancak ‘atîk’ ola­rak şöhret bulduğunu belirtmiş[61] ve bunun nedenini şu şekilde izah etmiştir: “Bir gün evim- deydim. Hz. Peygamber ashabıyla birlikte avludaydı. Aramızda sadece bir perde bulunuyor­du. Sonra Ebû Bekir geldi. Hz. Peygamber “Kim cehennemden azat edilmiş (atîk)[62] bir kimse­yi görmek isterse Ebû Bekir’e baksın!” dedi. Böylece Ebû Bekir, ismi Abdullah olmasına rağ­men Atîk ismi ile iştihar etti.[63]

11.   Hz. Âişe, yukarıdaki rivayetin bir benzerini, Âişe bint Talha’nın babası Talha b. Ubey- dullah ile ilgili olarak da zikretmiştir. Buna göre yine evi ile Resûlullâh’ın ashâbıyla birlikte oturduğu avlu bir perde ile ayrılmışken Talha b. Ubeydullah gelmiş, Hz. Peygamber yanında­kilere “Verdiği sözü yerine getirmiş olarak[64] yeryüzünde yürüyen bir kimseye bakmak iste­yen Talha’ya baksın!” buyurmuştur.[65]

12.   Hz. Âişe bildiriyor: “Hz. Peygamber şöyle buyurdu: Sizden birinizin sofrası durduğu müddetçe, melekler salât etmeye devam ederler!”[66]

13.   Hz. Âişe Hz. Peygamber’in şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir: “Babasına göz ucuyla dahi olsa kızgınlıkla bakan kimse, Allah’ın rızasına uygun bir iş yapmış olmaz!”[67]

14.   Hz. Âişe, Hz. Peygamber’in Vedâ haccı sırasında bir gün yanına geldiğini ve şöyle söy­lediğini bildirmiştir: “Bugün bir şey yaptım, eğer geri dönebilseydim, yapmamayı tercih eder­dim!” Âişe, “O şey nedir?” diye sorunca da “Kâbe’ye girdim ve sonrasında birisinin gelip “Ben haccettim ama Kâbe’ye giremedim!” demesinden korktum. Çünkü bize Kâbe’ye girmek değil tavaf etmek farz kılındı!” demiştir.[68]

15.   Hz. Âişe bildiriyor: “Hz. Peygamber şöyle buyurdu: “Yalan ancak şu üç şey için kabul edilebilir: Erkeğin karısını razı etmesi için, harp sırasında düşmana galip gelmek için ve in­sanları barıştırmak için.”[69]

16.   Hz. Âişe bildiriyor: “Hz. Peygamber odasındayken bir ses duydu ve garipsedi. Gidip baktıklarında Hakem b. Ebü’l-Âs’ın (v. 31/651) Resûlullâh’ın hanesini gözetleyip konuşmala­rı gizlice dinlemeye çalıştığını gördüler. Bunun üzerine Hz. Peygamber onu ve soyundan ge­lenleri lanetleyip sürgüne gönderdi.[70]

17.   Hz. Âişe anlatıyor: “Hz. Peygamber’le hac için yola çıktık. Kâha[71] mevkiine varınca, başıma sürdüğüm renkli kokudan yüzüme bir miktar sarı boya aktı. Hz. Peygamber de “Ey beyaz tenli küçük kadın Gl^JJ. L>),[72] şimdi rengin daha güzel!” buyurdu.[73]

18.   Hz. Âişe bildiriyor: “Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur: “Kim bir kimsenin kabrini kazıp kefenini alır, hırsızlık yaparsa (nebş-nebbâş), o kişiyi öldürmüş gibi olur.”[74]

19.   Hz. Âişe bildiriyor: “Hz. Peygamber, Vedâ haccı sırasında Müzdelife gecesi geldiğinde hanımlarından birisine, erkenden ayrılıp Akabe cemresini taşlamasını, sonra da ikâmet yeri­ne gidip sabahı orada karşılamasını söylemiştir.[75] Bu hadisin râvîlerinden Atâ b. Ebû Rebâh da hac ibadetlerinde hep bu hususa riâyet etmiştir.[76] Resûlullâh’ın bunu hanımı Sevde’ye söy­lediği de rivayet edilmiştir.[77]

20.   Hz. Âişe anlatıyor: “Konuşma tarzı, jest ve mimikler, oturma, kalkma esnasında­ki hâl ve tavır açısından Hz. Peygamber’e, kızı Fâtıma kadar benzeyen kimse görmedim. Resûlullâh Fâtıma’nın geldiğini görünce kalkıp karşılar, öper, sonra elinden tutar ve otur­tana kadar elini bırakmazdı. Hz. Peygamber Fâtıma’nın evine gidince, bu sefer Fâtıma aynı şeyleri ona yapardı.[78] Nitekim bir defasında Fâtıma geldiğinde Hz. Peygamber kalkıp “Hoş geldin.” dedikten sonra sağına oturtmuştu.[79] Vefâtına vesile olan hastalığa yakalandığın­da, Hz. Fâtıma onu ziyarete geldi. Hz. Peygamber “Hoş geldin.” deyip kızını öptü ve kula­ğına bir şeyler fısıldadı. Fâtıma ağlamaya başladı. Sonra bir şey daha fısıldadı, bu sefer gü­lümsedi. Anlayamadığı bu garip manzara karşısında Hz. Âişe kendisini tutamayıp “Kadın­ların en akıllısının Fâtıma olduğunu zannederdim. Ama yanılmışım, baksana ağlarken bir­denbire gülüveriyor!” demiştir.[80] Sonra merakına yenilip Hz. Peygamber’in kulağına ne fı­sıldadığını sormuş, Fâtıma “Söylersem dedikoducu olurum!” diyerek söylemeyi reddetmiş­tir. Resûlullâh vefât edince durumu açıklamış ve “İlkinde vefâtının yaklaştığını söyledi, ben de dayanamayıp ağladım; sonra “Ailemden bana ilk kavuşacak sensin!” dedi, ben de gül­düm!” demiştir.[81]

21.   Hz. Âişe, hac yolculuğu sırasındaki bir uygulamayı şu şekilde anlatmıştır: “Biz ihra­ma girmeden önce, kumaş parçalarına (dımâd/iL^ll)[82] kaliteli misk,[83] kaliteli sük (ULJI ),[84] za‘ferân, vers[85] vb. renk verme özelliği olan kokular sürüp başımızı bağlıyorduk. Bir süre son­ra sıcak ve terin etkisiyle renkli kokular yüzümüze akıyordu.[86] Terleyip gusül abdesti aldıktan sonra da ihramlı olalım ya da olmayalım, aynı kumaş parçalarını başımıza bağlıyorduk ve Hz. Peygamber bize olumsuz herhangi bir şey söylemiyordu.”[87]

Âişe bint Talha’nın rivayetlerinde, Hz. Peygamber’in eşleriyle münasebetleri yahut aile hayatı ile ilgili meselelerin ön plana çıktığı görülmektedir. Kütüb-i sitte yahut Kütüb-i tis‘a dı­şındaki rivayetlerin bir kısmının, cerh-ta‘dîl âlimleri tarafından eleştirildiği dikkatleri çek­mektedir. Ancak dikkat edilmesi gereken, bu rivayetlerde eleştiri konusu olan kişinin hiç­bir zaman Âişe bint Talha olmadığıdır. O, hadis münekkitlerince sika kabul edilmiş ve sahih- hasen derecesinde kabul gören pek çok rivayette râvî olarak ismi geçmiştir.

b)    Tarih ve Edebiyat Bilgisi

Âişe bint Talha, dinî ilimler, özellikle hadis, Arap dili ve edebiyatı, tarih, şiir ve nücûm ilmi ile yakından ilgilenmiş ve bu alanlarda sağlam bir kültür edinmiştir. Şiir ve edebi­yat konusundaki yetkinliği ve hadis rivayeti onu çağdaşlarından ayırmıştır. Bu nitelikle­rini ortaya koyması açısından, Emevî halifesi Hişâm b. Abdülmelik’le (724-743) görüş­mesini anlatan şu rivayet önem arzetmektedir: “Âişe bint Talha, Emevî Halifesi Hişâm b. Abdülmelik’in huzuruna çıktığında halife ona “Geliş amacın nedir?” diye sorunca, Âişe de kuraklık ve maddî sıkıntıdan dert yanmıştır. Halife Hişâm, ona gereken ikrâmı yapacağını söylemiştir. Sonra Benî Ümeyye’nin önde gelenlerine haber gönderip akşamki meclise gel­melerini söylemiştir. Âişe o akşam mecliste, eyyâmü’l-arab, ahbâr, şiir vb. hangi konuda ko­nuşulsa konuşmuş, bilgi ve birikimi ile çevresindekileri kendisine hayran bırakmıştır. Öy­le ki konu ilm-i nücûma geldiğinde dahi sözü kimseye bırakmamıştır. Halife Hişâm, Âişe bint Talha’ya, tarih ve şiir bilgisini normal karşıladığını, ancak ilm-i nücûm hususunda bil­diklerini nereden öğrendiğini sormuştur. Bunun üzerine Âişe bint Talha, teyzesi Âişe’den öğrendiğini ifade etmiştir. Böylece gecenin sonunda Hişâm Âişe’ye, 100 bin dirhem verip Medine’ye yolcu etmiştir.[88]

Âişe bint Talha’nın Arap edebiyatı ve şiirine olan ilgisi oldukça fazladır. Şiir bilen, şiir se­ven, az da olsa şiir inşâd eden ve kasîde okumaktan keyif alan Âişe bint Talha bir defasında, Câhiliye şâirlerinden Kays b. el-Hudâdiyye’nin[89] bir kasidesinin ilk on beytini okumuş, son­ra da çevresindekilere “Kim bu kasidenin bir beytini daha okursa ona elbisemi hediye edece­ğim!” demiştir. Çevresinde kasideyi bilen bir kimse çıkmayınca da kendisi okumaya devam etmiştir.[90]

Âişe bint Talha, Câhiliye dönemine ait “Eyyâmu’l-Arab” ve “Ahbâru’l-Arab” hususun­da oldukça bilgilidir. Bunlara bir de Hz. Peygamber dönemi ve sonrasına dair babasından ve teyzesinden öğrendiği hususlar eklenince, mensubu bulunduğu üst sınıfta hemcinslerinden farklı bir yer edinmesi kaçınılmaz olmuştur. Örneğin Uhud Gazvesi’nde (3/625) babası Talha b. Ubeydullah’ın kahramanlığını anlatırken müslüman ordusunun bozguna uğradığı sıra­da yaşanılan olayları şu şekilde nakletmiştir. “Uhud günü Hz. Peygamber’in ön kesici dişle­rinden birisi (rebâiye/ ) kırıldı, yüzü yarıldı ve kanadı. Talha, hemen Resûlullâh’ı alıp ge­ri çekilmeye başladı. Ne zaman yanına bir müşrik gelse Hz. Peygamber’i bir taşa yaslayıp bı­rakıyor, müşriklerle savaşıyor, sonra Resûlullâh’ı yeniden alıp yola devam ediyordu.[91] Talha b. Ubeydullah’ın Uhud’da en zorlu anlarda Resûlullâh’ın yanında olduğu bilinen bir husustur.[92] Ancak Burada Talha b. Ubeydullah’ın Hz. Peygamber’e destek olurken düşmanla her karşılaş­tığında yere bırakıp çarpıştıktan sonra tekrar kaldırması hadisesi, bu yardımın nasıl gerçek­leştiğini ve savaşın hararetini gözler önüne seren önemli bir detay olarak karşımıza çıkmak­tadır.

Âişe bint Talha, teyzesi Âişe’nin gördüğü bir rüya ve rüyanın etkisinde kalarak verdi­ği sadaka ile ilgili oldukça ilginç bir rivayet nakletmektedir. Rüya gibi subjektif bir hadisenin tarihî açıdan güvenilirliği ile ilgili tenkîdî metotlardan yararlanmak mümkün gözükmemek­tedir. Ancak burada kayda değer olan, Hz. Âişe’nin rüyasından etkilenerek 12 bin dirhem gi­bi bir meblağı sadaka olarak dağıtmış olmasıdır.[93] Hz. Âişe bir gün, gusül abdesti aldığı yerde bir yılan[94] görür.[95] Bir iki defa hapsetmeyi dener ama yılan her seferinde dışarı çıkmayı başa­rır. Bunun üzerine Hz. Âişe, yılanı demirle vurarak öldürür. Rüyasında ona “Bir müslüma- nı öldürdün.” denilince, “Eğer müslüman olsaydı Hz. Peygamber’in eşlerinden birisinin evine girmezdi.” karşılığını verir. Bunun üzerine rüyasındaki ses, “Ya senin yanına sadece üzerinde cilbâb ve himâr varken, yani tamamen örtülüyken giriyorsa!” diye cevap verir. Âişe, bu söz­ler üzerine dehşet içinde uyanıp sadaka olarak 12 bin dirhem dağıtır.[96] Âişe bint Talha ayrıca, teyzesi Âişe’nin gözünden dönemin siyasî olaylarıyla ilgili bilgiler nakletmiştir. Örneğin Hz. Âişe’nin, Hz. Osman’ın şehadeti meselesinde şöyle söylediğini bildirmektedir. “Onun üzerine gittiniz, baskı kurdunuz, tevbe etmesini istediniz. Sonra ucuz bir elbise gibi ortada bıraktınız. Onu öne sürdünüz ve bir koyun boğazlar gibi boğazladınız. Keşke bunlar hiç yaşanmasaydı, olaylar bu raddeye gelmeden sorunlar çözülseydi!”[97]

Âişe bint Talha’nın aktardığı bir diğer rivayet ise İslâm toplumunda sosyal hayatla ilgili­dir. İklim ve coğrafî şartlar gereği, kadınlarla erkeklerin, vücudun tamamını örtecek şekilde dikişsiz elbiseler giymeleri, bir süre sonra toplumda, dış görünüşünden kimin kadın kimin er­kek olduğunun tefrik edilememesi gibi durumların ortaya çıkmasına neden olmuştur. Bunun üzerine Hz. Âişe kadınlardan, mescid vb. açık yerlerde, üzerlerinde herhangi bir takı olmadan namaz kılmamalarını istemiştir. Hiç takısı olmayan kadınların, boyunlarına kolye yerine kol­ye görüntüsü verecek şekilde bir ip takmalarını istemiştir.[98] Yine Âişe bint Talha Hz. Âişe’nin, nezlenin hastaya verdiği sıkıntıya işaret etmek üzere, “Nezle iken beni ziyarete gelmeyen baş­ka bir hastalığımda gelmesin!” dediğini bildirmiştir.[99]

3. Babası ve Teyzesi ile İlişkileri

Âişe bint Talha’nın babası ile olan münasebetleri hakkında bilgi sahibi olmak mümkün değildir. Derinlemesine tetkikler Talha b. Ubeydullah’ın, Âişe henüz çocuk yaşta yahut olduk­ça gençken vefât ettiğini göstermektedir.[100] Ancak teyzesi Hz. Âişe’den hiç görmediği dedesi Ebû Bekir’i anlatmasını istediğinde Hz. Âişe’nin “Babana bu soruyu hiç sormadın mı, o ba­bamı çok iyi tanırdı.” demesinden,[101] baba-kız arasında Hz. Peygamber dönemi ve sonrasına dair çeşitli sohbetlerin gerçekleştiği anlaşılmaktadır. Âişe’nin babası Talha b. Ubeydullah ile münasebetleri açısından kaynaklarda dikkati çeken bir diğer hadise, Talha b. Ubeydullah’ın kabrinin nakledilmesidir. Babasının vefâtından yaklaşık 30 yıl sonra[102] Âişe bint Talha, baba­sının mezarını naklettirmiştir. Buna göre Basra’ya geldiğinde bir kişi yanına varıp “Sen Âişe bint Talha mısın?” diye sormuş, sonra da “Ben Talha’yı rüyamda gördüm, “Âişe’ye söyle beni döndürsün, soğuk bana eziyet verdi, dedi.” demiştir.[103] Bunun üzerine Âişe, mevlâları ve akra­balarıyla hemen yola çıkmıştır. Babasının kabrinin bulunduğu yere vardıklarında, önce Âişe bint Talha’nın konaklaması için gerekli hazırlıklar yapılmıştır. Sonra Talha’nın kabrini açmış­lar, mezara dolan su yüzünden alnının yeşillendiğine şahit olmuşlardır.[104] Ayrıca saçının ya da sakalının bir tarafındaki kılların seyrelmesi ve bir parmağının eksik olması[105] dışında bedeni­nin hiçbir değişikliğe uğramadığını müşahede etmişlerdir.[106] Âişe, babasının yeniden kefen- lettirmiş, sonra Basra’da bir arsa alıp oraya defnettirmiş, yanına da bir mescid yaptırmıştır.[107] Sonrasında, Basralı bir kadının bir şişe güzel kokulu bân[108] yağını mezara boşaltmasıyla başla­yan bir uygulama ile Talha’nın mezarına art arda kadınlar tarafından son derece güzel kokulu (yîl)[109] miskler boşaltılmış ve neticede mezar buram buram misk kokar hale getirilmiştir.[110]

Âişe bint Talha’nın hayatında teyzesi Hz. Âişe önemli bir yer tutmaktadır. Yeğen Âişe, teyze Âişe’den özellikle dinî ilimler ve hadisler noktasında oldukça istifade etmiştir. Âişe bint Talha’nın tam olarak doğum yılı bilinmemektedir; ancak teyze ile yeğen arasında vefât tarih­leri açısından en az 43 yıllık bir fark vardır. Dolayısıyla Hz. Âişe’nin, yeğeninin diğer bir yeğe­ni (Abdullah b. Abdurrahman) ile olan ilk evliliğine yetiştiği ancak diğer evliliklerini görme­diğini tahmin etmek zor değildir Zaten ikili arasındaki diyaloglar, Âişe bint Talha’nın ilk ev­liliği dönemindeki olaylara işaret eder niteliktedir. Âişe bint Talha’nın rivayet ettiği hadislerin tespit edebildiğimiz kadarıyla tamamını Hz. Âişe’den yaptığı nakiller oluşturmaktadır. Bun­lar, özellikle Hz. Peygamber’in aile hayatı ve hanımlarıyla münasebetlerini anlatan hadisler­dir. Ayrıca Hz. Âişe’nin, Âişe bint Talha’nın ilk eşi Abdullah b. Abdurrahman ile olan evliliğin­deki sorunlarla[111] yakından ilgilenip arabulucu görevi gördüğü dikkatleri çekmektedir. Ayrıca Hz. Peygamber’in hanımlarıyla münasebetleri hakkında bilgiler vererek[112] Âişe bint Talha’nın iyi yetişmesini sağlamaya çalışmıştır. Örneğin Hz. Âişe, Resûlullâh hayatta iken su, yiyecek vb. ihtiyaçların karşılanmasında yaşadıkları zorlukları anlatarak ibadet için gerekli olan asgarî temizliği nasıl sağladıkları ile ilgili bilgiler vermiştir.[113]

Kaynaklarımızda, Hz. Âişe ile Âişe bint Talha arasında cereyan eden olaylara ilişkin çe­şitli rivayetler bulunmaktadır. Örneğin bir rivayette Âişe bint Talha, insanların Arap yarıma­dası ve çevresinden kalkıp teyzesi Hz. Âişe ile görüşmek üzere Medine’ye geldiklerini, bu gö­rüşmeler sırasında zaman zaman kendisinin de onun yanında bulunduğunu söylemiştir. Hat­ta mektuplar yazıp hediyeler gönderdiklerini, kendisinin de “bu falanın mektubu bu da hedi­yesi” diye teyzesine söylediğini Hz. Âişe’nin de “Ona cevap yaz ve hediyesine mukâbil elbise gönder!” şeklinde karşılık verdiğini ifade etmiştir.[114]

Bir gün Hz. Âişe ve Âişe bint Talha yan yana yürürken Hz. Âişe, recez bahrinde kaside okuyan bir kişinin yardımsever bir kimse ile karşılaşıp sorunlarının çözülmesini dilediği söz­lerine kulak verdi. Sonra bu kişiyi yanına çağırıp her zamanki gibi yüzünü gizlediği peçenin arkasından şöyle söyledi. “Resûlullâh’tan işittim ki bir hayra vesile olan kimse o hayrı işlemiş gibidir, senin derdinin dermanı Abdullah b. Zübeyr’dedir, ona git ve isteğini ilet.” Adam, Ab­dullah b. Zübeyr’e gidip olanları anlatmış, İbn Zübeyr de istek sahibi kimseye bir binek he­diye etmiş ayrıca onun için yapılması gereken başka ne varsa yerine getirip memnun ederek göndermiştir.[115]

Teyzesi Hz. Âişe’nin terbiyesi altında yetişen Âişe bint Talha, sadece evliliği ile ilgili hu­suslarda değil, başka konularda da zaman zaman teyzesinin uyarılarına maruz kalmıştır. Bir defasında teyzesinin yanında olduğu sırada, misafir olarak gelen bir bedevî kadının son de­rece uzun olan eteklerine gözü takılan Âişe bint Talha, kadın eteklerini sürüye sürüye dışa­rı çıktıktan sonra “Aman, etekleri de ne kadar uzun!” deyiverince Hz. Âişe yeğenini, “Gıy­bet ettin. Hemen git yetiş de bu gıybetinden ötürü seni sorumlu tutmaması için Allah’a dua etsin.” diyerek uyarmıştır.[116] Yine umre yaptığı sırada Hz. Âişe, Âişe bint Talha’ya saçını çö­züp gusül abdesti almasını emretmiş ve şu açıklamayı yapmıştır. “Umre yapan kişi ihrama gi­rip umresini tamamladığında, Akabe’de şeytan taşlama rüknünü yerine getirmiş olan hacı hükmündedir!”[117]

Âişe bint Talha, teyzesine merak ettiği bazı hususları da sormuştur. Örneğin bir defasın­da “Bana dedem Ebû Bekir’i anlatır mısın, biliyorsun hiç görmedim, nasıl birisiydi?” diye sor­muş, Hz. Âişe cevaben “Babana bu soruyu hiç sormadın mı, o babamı çok iyi tanırdı.” de­dikten sonra Hz. Ebû Bekir’den bahsetmiştir.[118] Bir defasında Âişe bint Talha, annesi Ümmü Külsûm bint Ebû Bekir’le “Benim babam mı daha faziletli yoksa senin baban mı?” tartışması­na girmişti. Onların sözlerini işiten Hz. Âişe, “Sizin aranızda hüküm vereyim mi?” deyip Hz. Peygamber’in Hz. Ebû Bekir için “Cehennemden azat olunmuş (atîk).” Talha için ise “Allah’a verdiği sözü tutmuş.” dediğini söylemiştir.[119]

4. Evlilikleri

Âişe bint Talha özellikle edebiyat kitaplarındaki anlatımlarda, eşlerine karşı inatçı kişi­liği ile ön plana çıkmaktadır. Bu bağlamda Benî Teym kadınlarının, inatçı ancak eş yönün­den de en şanslı, eşleri tarafından en çok itibar gören kadınlar olduğu ifade edilmiştir. Örnek olarak da Talha b. Ubeydullah’ın iki kızının adı zikredilmiştir. Bunlardan birisi hiç şüphesiz Âişe bint Talha’dır. Onun, sık sık eşlerine özellikle ikinci eşi Mus‘ab b. Zübeyr’e darıldığı ifa­de edilmiştir.[120] Ayrıca Hz. Âişe tarafından, ilk kocası vefât ettiğinde, arkasından onu hayırla yâd eden bir konuşma yapmadığı için eleştirilmiştir.[121] Benî Teym kadınları açısından zikredi­len ikinci örnek, Talha b. Ubeydullah’ın diğer kızı, Ümmü İshâk bint Talha’dır. Ümmü İshâk’ın Hz. Hüseyin ile evli olduğu ve hamileliği döneminde bir şeyden ötürü kocasına küstüğü, küs­künlüğünün doğumdan sonra da devam ettiği bildirilmiştir.[122]

Âişe bint Talha’nın ilk eşi Abdullah’la ne kadar evli kaldığını bilmiyoruz. Kaynaklarda Abdullah’ın Âişe bint Talha dışındaki evliliklerinden yahut başka çocuklarından söz edilme­mektedir. Zühd hayatına düşkünlüğü ile tanınan Abdullah b. Abdurrahman acaba Âişe bint Talha’dan başka bir kadınla evlenmemiş midir? Kaynaklardaki bu sessizlik dolayısıyla Âişe bint Talha’nın ilk evliliğindeki kumalarından ve onlarla ilişkilerinden bahsetmek mümkün görülmemektedir. Âişe’nin, ikinci eşi Mus‘ab b. Zübeyr ile evliliği sırasında Hz. Hüseyin’in kı­zı Sükeyne ile kuma olduğunu biliyoruz. Bu ikilinin aralarında kıskançlık olduğu ve bu kıs­kançlığın, mensup oldukları üst tabakaya yakışır bir olgunlukta, şiirler yoluyla seviyeli atış­malar şeklinde tezahür ettiği kaydedilmiştir.[123] Mus‘ab b. Zübeyr’in bu iki hanım dışında Hu- meyd b. Abdullah’ın kızı ile Reyyân b. Üneyf el-Kelbî’nin kızıyla evlendiği bildirilmiştir.[124] An­cak Âişe’nin bahsi geçen iki hanımla, Mus‘ab’la diğer ikisine göre nispeten kısa süren evliliği sırasında kuma olup olmadığı bilinmemektedir. Âişe’nin Ömer b. Ubeydullah ile olan üçün­cü evliliği ise 8 yıl sürmüştür ve bu evlilikten olan kuması, Remle bint Abdullah b. Halef’tir. Ancak Âişe ile Remle arasında Sükeyne ile olduğu gibi karşılıklı bir çekişme yaşanmamıştır. Zira Âişe, Ömer b. Ubeydullah ile evlendiğinde Remle yaşını almış bir hanımdı ve Âişe bint Talha ile güzellik açısından rekâbet edecek durumda değildi. Yine de Âişe bint Talha’nın za­man zaman kocası Ömer’e, çocuklarının annesi Remle’nin güzel bir kadın olmadığını hatırla­tan espriler yaptığı kayıtlara geçmiştir.[125] Âişe bint Talha’nın Ömer b. Ubeydullah’la olan evli­liğinden başka kumaları olup olmadığı ile ilgili, kaynaklara yansıyan herhangi bir bilgiye rast­lanılmamıştır.

a)    Abdullah b. Abdurrahman b. Ebû Bekir ile Evliliği

ilk evliliğini, Hz. Ebû Bekir’in torunu Abdullah b. Abdurrahman’la yapan Âişe bint Talha’nın bu evlilikten dört oğlu ve iki kızı oldu.[126] Âişe’nin ilk evliliğinde zaman zaman so­runlar yaşadığı ve bir ara kocasıyla boşanmanın eşiğine geldiği bildirilmiştir. Hatta Belâzürî, Âişe bint Talha’nın, eşlerine karşı sert, geçinilmesi zor bir kadın olduğu rivayetine yer vermiştir.[127] Bir defasında Âişe bint Talha, kocası Abdullah’a çok kızıp evi terk etmiş, milha- fe denilen üst elbisesine sarınıp acele ile Hz. Âişe’yi bulmak için mescide gelmiştir.[128] Koca­sı kendisine îlâ yaptığından[129] 4 ay boyunca Hz. Âişe’nin yanında kalmış, bu sürenin sonun­da Hz. Âişe, boşanmalarından endişe ettiğini söyleyerek yeğenlerini yeniden bir araya getir­miştir. Ayrı kaldıkları süreçte Abdullah, kendisine boşanması yönünde telkinde bulunanlara, şiir inşâd etmek suretiyle hanımını sevdiğini beyan etmiştir. Hz. Âişe, her iki yeğenini de ev­liliklerinin sağlıklı bir şekilde devam edebilmesi için gerekli tedbirleri almaları için uyarmış­tır. Bu amaçla Âişe’ye, doğum vb. hadiseleri bahane ederek bakımsız bir halde bulunmasının doğru olmadığını, kendisine çeki düzen verip eşi için süslenmesi gerektiğini ifade etmiştir.[130] Abdurrahman’a da oruç vb. ibadetleri ileri sürerek hanımından uzak durmamasını, bu hu­susta Allah’ın verdiği ruhsatları kullanmasını ve araya soğukluk girmesine izin vermemesini söylemiştir.[131] Abdullah vefât edince Âişe, arkasından onun faziletlerini bildiren bir konuşma yapmamıştır. Bu, teyzesi Âişe’nin hoşuna gitmemiş ve bunu, yeğeninin yaptığı hatalardan bi­risi olarak zikretmiştir.[132]

b)    Mus‘ab b. Zübeyr (v. 72/691) ile Evliliği

Âişe bint Talha, dayısının oğlu ilk eşi Abdullah b. Abdurrahman vefât ettikten sonra, ağa­beyi Abdullah b. Zübeyr’in halifeliği sırasında Irak valisi olan Mus‘ab b. Zübeyr ile 1 milyon dirhem mehir karşılığında[133] evlenmiştir. Böylece aşere-i mübeşşereden Talha b. Ubeydullah’ın kızı ile yine aşere-i mübeşşereden Zübeyr b. Avvâm’ın (v. 36/656) oğlu evlenmiş oluyordu. Mus‘ab, döneminin en cömert, cesur ve yakışıklı gençlerinden birisiydi.[134] Onu meşhur kılan hususlardan birisi hiç şüphesiz, Âişe bint Talha ve Sükeyne bint Hüseyin’i nikâhı altında bir­leştirmesidir. Asâlet, eğitim, güzellik ve zenginlik açısından aralarında sürekli rekâbet bulu­nan bu iki kadını aynı nikâh altında birleştirmek, kimsenin cesaret edemediği ve ihtimal ver­mediği bir hadise iken Mus‘ab bunu başarmış ve Irak valiliği sırasında Ümeyyeoğulları’na çok zor günler yaşattığı halde, Emevî Halifesi Abdülmelik b. Mervân (685-705) tarafından, yaptı­ğı evlilikler dolayısıyla “insanların en cesuru” olarak tanımlanmıştır.[135]

Mus‘ab b. Zübeyr’in, Âişe bint Talha ile evlenmek istemesine ilişkin olarak dönemin siyasî olaylarına telmihte bulunan şöyle bir rivayet naklolunmuştur. Bir defasında Hz. Peygamber’in halasının oğlu Zübeyr b. Avvâm’ın oğulları Urve, Mus‘ab ve Abdullah ile Hz. Ömer’in oğlu Abdullah, bir araya geldiler ve Allah’tan ne diledikleri hususunda konuşmaya başladılar. Ab­dullah b. Zübeyr halife olmayı dilediğini söyledi. Urve, gelecek nesillere intikâl edecek şekil­de ilim sahibi olmayı dilediğini belirtti. Mus‘ab, Irak valiliğini, bir de Âişe bint Talha ile Hz. Hüseyin’in kızı Sükeyne’yi nikâhı altında birleştirmek istediğini ifade etti. Hz. Ömer’in oğ­lu Abdullah ise dünyevî herhangi bir isteği olmadığını, yalnızca Allah’tan mağfiret dilediğini söyledi. Geniş hadis bilgisiyle tanınan râvî Abdurrahman b. Ebü’z-Zinâd (v. 174/790), bu ko­nuşmayı naklettikten sonra “Ibn Ömer dışındakilerin hepsi bu dünyada diledikleri şeyi elde ettiler. Umulur ki İbn Ömer de dileğine kavuşmuştur!” demiştir.[136]

Mus‘ab’ın Âişe bint Talha’yı evliliğe iknâ etmesi kolay olmamıştır. Âişe, ilk başta Mus‘ab’ın teklifini kesin bir dille reddetmiş, hatta ısrarcı olacağını bildiği Mus‘ab’a karşı kapıları tama­men kapatmak adına “Eğer Mus‘ab’la evlenirsem bana babamın sırtı gibidir!” demek suretiy­le zıhâr yapmıştır. Cahiliye döneminde bir boşama şekli olan, İslâm’dan sonra da eskisi ka­dar yaygın olmasa da devam eden bu uygulama, esasen evli çiftlerle ilgili olup erkeğin kadı­nı boşamak adına tek taraflı yaptığı bir girişimdir.[137] Bu yüzden de Âişe bint Talha’nın, yal­nızca evli erkeklere ait bir uygulama olarak görülen zıhârı, bir kadın olarak evli olmadığı hal­de evlenmesine mâni teşkil etmesi adına bir erkek için kullanması dikkat çekicidir. Medi­ne âlimleri, bu husus kendilerine arzedildiğinde, zıhârı geçerli kabul etmiş ve keffâret öde­mesine hükmetmişlerdir.[138] Bunun üzerine Âişe bint Talha, 2000 dirhem değerindeki köle­sini azat edip Mus‘ab’la evlenmiştir.[139] Hatta azat edilen kölenin mescide gidip Şa‘bî’nin (v. 104/722)[140] yanına oturduğu kimlerden olduğu sorulunca da “Ben, falan falan olay üzerine Âişe bint Talha’nın azat ettiği köleyim.” dediği rivayet edilmiştir.[141] Öte yandan kadının zıhâr yapması hususunda, Irak fakihlerinden Şa‘bî’nin, Medine fakihlerinden farklı düşündüğü ifa­de edilmiştir. Buna göre Âişe ile evlenmekte kararlı olan Mus‘ab’ın, zıhâra rağmen görüşmek için izin istediği, reddedilince onun tarafını tutan şairlerden Abdullah b. Kays er-Rukayyât’ı (v. 80/699) elçi olarak gönderdiği, Âişe’nin de elçi vasıtasıyla “Yeminim ne olacak?” diye sor­duğu bildirilmiştir. Mus‘ab da “İşte Şa‘bî, Iraklıların fakihi!” demiş, meseleyi öğrenen Şa‘bî, herhangi bir keffâete gerek olmadığını bildirmiştir. Bunun üzerine Âişe “Beni, Mus‘ab’a helal kılıyor ve eli boş çıkıp gidiyor mu?” diyerek ona 4 bin dirhem verilmesini emretmiştir.[142] An­cak anlaşılan Âişe bint Talha, Medine âlimlerinin verdiği fetvâ gereği köle azat etmeyi gerek­li görmüştür. Hatta bizzat Şa‘bî’nin, Âişe’nin böyle yaptığını anlattığı rivayet edilmiştir.[143] Bu evlilik, dönemin sosyal hayatında yankı uyandırmış, beğeni ve ilgi ile karşılanmış, Âişe ve Mus‘ab birbirlerine çok yakıştırılmışlardır. Öyle ki “Güzellik açısından şu üç çiftten birbirine daha çok yakışanı görülmemiştir.” sözü şüyû bulmuştur. Erkeğin yakışıklılığı, kadının da gü­zelliği ile iştihâr ettiği bahsi geçen çiftler Âişe bint Talha-Mus‘ab b. Zübeyr, Lübâbe bint Ab­dullah b. Abbâs-Velîd b. Utbe (v. 64/684) ve Esmâ bint Umeys (v. 40/661)-Ca‘fer b. Ebû Tâlib çiftleridir (v. 8/629).[144]

Mus‘ab b. Zübeyr Âişe’ye evlenme teklif ettiğinde, Medineli meşhur kadın musikişinas Azzetü’l-Meylâ’dan (v. 115/733) Âişe’yi kendisi için değerlendirmesini istemiştir. Azze de Âişe’nin yanına gidip gerekli bilgileri aldıktan sonra Mus‘ab’ın yanına gittiğinde, Âişe’nin çok güzel bir kadın olduğuna işaret eden tasvirlerinin sonunda “Yalnız iki kusuru vardır; bunlar­dan birisini başörtüsü diğerini ise ayakkabı örter, büyük kulaklar ve büyük ayak.” ifadeleri­ne yer vermiştir.[145]

Mus‘ab’ın Âişe ile evlenirken verdiği 1 milyon dirhemlik mehir, yaşadığı toplumda olay olmuş, tartışılmış ve şairlerin şiirlerine konu olmuştur. Örneğin bir şairin, “Bir genç kadı­nın mehri 1 milyon dirhem iken, ordu komutanları geceyi aç geçiriyor.” dediği bildirilmiştir.[146] Abdullah b. Zübeyr ve Abdülmelik b. Mervân, böyle yüklü miktarda mehir verdiği için Mus‘ab’ı ayıplamışlar,[147] şairin sözüne hak veren ağabeyi Abdullah, mektup yazarak ona ser­zenişte bulunmuş ve derhal kendisiyle görüşmesini istemiştir. Görüştüklerinde meseleyi tat­lıya bağlamışlardır.[148] Mus‘ab, her fırsatta karısına pahalı hediyeler vermeye devam etmiştir. Örneğin bir defasında, emrindeki atlı askerlerden birinin, bir savaş sırasında kanlılardan ga­nimet olarak elde ettiği, “paha biçilemez” yahut “2 milyon dinar değerinde” olduğu belirti­len arı şeklinde bir altın parçasını Âişe’ye hediye etmiştir.[149] Âişe’yi düğün gecesi için Ümmü Manzûr isimli bir kadın hazırlamıştır. Âişe’nin boynuna olgunlaşmamış küçük yeşil hurma­ların[150] delinip ipe dizilmesiyle yapılmış bir kolye[151] ile yine ortasında elma şeklinde bir figü­rün olduğu iki kolye takmış, saçını örmüş ve saçındaki örgü ayrımına bir mücevher yerleşti­rerek süslemiştir.[152]

Güzelliğine ve kocasının kendisine olan hayranlığına güvenen Âişe’nin bazen hiç nedeni yokken Mus‘ab’a tavır aldığı bildirilmiştir.[153] Örneğin bir defasında sabahleyin,[154] güzel koku­lar sürüp (i^.^)[155] uyumuş olan Âişe bint Talha’nın yanına giren Mus‘ab, eşini uyandırarak kıymeti 20 bin dinar olan 8 inciyi kucağına serpmiştir. Âişe ise kocasının beklediği tepkinin çok ötesinde, “Uykum bu incilerden daha değerlidir.” [156] şeklinde bir cevapla onu bir hayli şa­şırtmıştır. Edebiyat kitaplarında Âişe’nin evliliği müddetince defaatle eşi Mus‘ab’a küstüğünü, Mus‘ab’ın araya hatırlı kimseleri koyarak eşinin gönlünü almaya çalıştığını bildiren rivayetler bulunmaktadır. Ancak ikili arasında hangi konuların böyle küslüklere yol açtığı hakkında bil­gi verilmemiştir. Hatta bir defasında aralarındaki küskünlük o kadar uzamıştır ki ikisi de ar­tık bu durumun son bulmasını istemişlerdir. Âişe, küskün oldukları sırada savaşa gidip zafer­le dönen Mus‘ab’la arasındaki bu durumdan mevlâsına dert yanınca mevlâsı, “Kocanı karşıla­maya çıkman arzu ettiğin sonucu doğuracaktır.” demiştir. Bunun üzerine Âişe, Mus‘ab’ın ya­nına varıp zaferden dolayı onu kutladıktan sonra, yüzündeki toprağı temizlemiştir. Mus‘ab za­rif bir şekilde, “Üzerimdeki demir kokusunun seni rahatsız etmesinden endişe ediyorum.” de­yince Âişe “demir kokusunun, en güzel misk kokusundan daha hoş olduğunu”[157] ifade etmek suretiyle kocasının gönlünü bir kere daha fethetmiş olmalıdır. Mus‘ab’ın karısı Âişe’nin darıldığı, kendisine gönül koyduğu durumlarda yakın çevresine danıştığı, ne yapması gerektiği ile ilgili görüş aldığı,[158] çeşitli şekillerde karısının gönlünü almaya çalıştığı, çaresiz kaldığın­da kendisini karısıyla barıştıracak kişiye 5 bin dirhem, 10 bin dirhem[159] gibi paralar vadetti- ği bildirilmiştir.[160] Eğer bu rivayetler doğru ise, Âişe ile Mus‘ab arasındaki bu durumun yakın çevresindekiler için adeta kazanç kapısına dönüştüğünü söylemek yanlış olmayacaktır.[161]

Âişe, siyasî kimliğinden ötürü Mus‘ab’a, zaman zaman başkalarının ihtiyaçları, sıkıntıla­rı, istekleri ile ilgili konuları götürmüştür. Örneğin, Kûfe’de Muhtâr es-Sekafî (v. 67/687) ile mücadelesinde galip gelen kocasına, Muhtâr’ın karısının[162] da içlerinde bulunduğu esirlerin serbest bırakılması için elçi göndermiş ancak elçi geldiğinde onları ölü bulmuştur.[163] Ayrıca Mus‘ab’ın ona duyduğu sevgiyi bilenlerin zaman zaman, isteklerini Âişe’ye ilettikleri, onun da uygun gördüklerini neşeli zamanlarında kocasına anlatarak istek sahiplerine yardımcı oldu­ğu dikkatleri çekmektedir. Belâzürî’nin yer verdiği bir rivayete göre “Irak valisi olduğu sıra­da Mus‘ab’ın âmillerinden olan Dâvûd b. Kahzam el-Abdî’ye bir iş için 100 bin dirhem lazım olur. Mus‘ab’ın bilgisi dâhilinde bu parayı alıp kullandıktan sonra kendisine bağışlanmasını istemek üzere[164] karısı Ümmü’l-Fazl bint Gaylân’ı Âişe bint Talha’ya gönderir. Âişe, Ümmü’l- Fazl’ı dinledikten sonra durumu kocasına anlatır.[165] Böylece Mus‘ab, Ümmü’l-Fazl’a kocasının borçlarının silindiğini bildirir ve hediyelerle geri gönderir.”[166]

Âişe ile Mus‘ab’ın çok merak edilen, hakkında yorumlar yapılan, göz önünde sürüp giden evlilikleri, Emevî muhalifi olarak Irak valiliğini sürdüren kocası Mus‘ab’ın Emevî halifesi Ab- dülmelik b. Mervân (685-705) ile Deyrülcâselik mevkiinde yaptığı savaş neticesinde, 72/691 yılında öldürülmesi ile kısa sayılabilecek bir sürede sona ermiştir.[167]

c)    Ömer b. Ubeydullah ile Evliliği

İkinci eşi Mus‘ab, Emevî halifesi Abdülmelik b. Mervân tarafından öldürülünce (72/691) halifenin kardeşi Bişr b. Mervân, Âişe bint Talha’ya evlenme teklif etmiştir. Ancak Âişe, bu teklifi kabul etmemiş ve amcasının oğlu[168] olan Ömer b. Ubeydullah (v. 82/701) ile evlenmiş­tir. Bu evliliğin nasıl gerçekleştiğine ilişkin iki farklı rivayet vardır. İlkine göre, Kûfe’ye ge­len Ömer b. Ubeydullah, kardeşi tarafından Kûfe valiliğine tayin edilen Bişr b. Mervân’ın (v. 75/694) Âişe’ye talip olduğunu duyunca, cariyesini Âişe’ye göndermiş ve ona selâmla bir­likte şu mesajını iletmesini söylemiştir. “Ben sana talip olan o asık suratlı, kara tenliden da­ha hayırlıyım. Senin amcanın oğluyum ve üzerinde daha çok hakkım var. Eğer benimle ev­lenirsen evini hayırla doldururum.” Bunun üzerine Âişe, Ömer’le evlenmeyi kabul etmiş ve düğünleri Hîre’de gerçekleşmiştir. Bir diğer rivayete göre ise Bişr, Ömer b. Ubeydullah’tan Âişe’yi kendisi için istemesini rica etmiş; Âişe, yanına gelen Ömer’e, “Bişr bana evlenme tek­lif etmek için senden başkasını bulamadı mı? Sen kendin için neden düşünmüyorsun?” diye sormuştur. Âişe’nin bu îmâsı karşısında şaşıran Ömer, “Gerçekten teklif etsem benimle evle­nir misin?” diye sormuş, aldığı cevap olumlu olunca da hemen evlenmişlerdir.[169] Evlenirken Ömer, Âişe’ye 500 bin dirhemi mehir, geri kalanı da hediye olmak üzere toplam 1 milyon dir­hem vermiştir.[170] Bu hediyeler içerisinde düğün gecesinde Âişe’nin odasına gönderdiği, 7 zi­ra uzunluğunda 4 zira genişliğinde gösterişli bir örtü,[171] ayrıca envaî çeşit hediyeler, elbise ve kumaşlar da bulunmaktadır.[172]

Sekiz yıl evli kalan çiftin arasında geçen diyaloglara dair bazı örnekler bulunmaktadır. Örneğin, bir defasında Âişe bint Talha Ömer’e, “Bağırdığı zaman neredeyse yeri çatlatacak kadar sesi gür olan kişi kimdir?” diye sorar. Ömer, “Kastettiğin kişi Abbâd b. Husayn’dır[173] (v. 85/705).” der.[174] Yine bir defasında neşeli olduğu bir gün Âişe, kocasıyla konuşurken kendi­si için en heyecanlı günün “Ebû Füdeyk” günü olduğunu söyler. Sonra da Ömer’e “Senin için önemli olan günler hangileridir?” diye sorar. Ömer de “Sicistân günü, Katarî günü” gibi ce­vaplar verir. Bunun üzerine Âişe, “Bir günü unuttun ki o gün sen hayatının en cesaret isteyen şeyini yaptın, kemerli burnuna rağmen Remle ile evlendin.” der.[175] Bahsi geçen Remle, Ömer b. Ubeydullah’ın, Âişe’den önce evlendiği eşi Remle bint Abdullah b. Halef’tir. Remle, düzgün bir fiziğe sahip olmasına karşın, büyük ve kemerli burnu yüzünden çirkin addedilen bir ka­dındı. Âişe ile Ömer evlendiklerinde de yaşı bir hayli ilerlemişti. Remle’nin, kuması Âişe’nin kendisine göre daha genç ve daha güzel olduğunu biraz kıskanarak da olsa itiraf ettiği kayıtla­ra geçmiştir.[176] Bu ikili, şairlerin şiirlerine de konu olmuştur. Örneğin Cebr b. Habîb yüz gü­zelliği açısından Âişe ile Remle arasında bir kıyas yapmıştır.[177]

Tıpkı Mus‘ab gibi Ömer’in de Âişe’yi çok seven, değer veren, kıskanan bir eş olduğu an­laşılmaktadır. Örneğin, Ömer b. Ubeydullah’ı en çok kızdıran, öfkelenmesine, kalbinin sıkış­masına neden olan şey, Âişe bint Talha’nın ona ikinci eşi Mus‘ab b. Zübeyr’in yakışıklılığın­dan ya da cömertliğinden bahsetmesidir.[178] Son derece sıcak bir günde karısının yanına giren Ömer, ondan üzerindeki toprağı silkelemesini ister. Âişe, bunu yaparken “Kimsenin yüzüne toprağın, Mus‘ab’ın yüzüne yakıştığı kadar yakıştığını görmedim!” deyince Ömer, kıskançlık­tan ve öfkeden deliye döner.[179] Öte yandan Ömer b. Ubeydullah, karısı Âişe’ye verdiği değeri, çeşitli vesilelerle yaptığı cömert bağışlarla göstermiştir. Örneğin bir defasında Hayr b. Habîb b. Atiyye, daha önce ilettiği bir sıkıntısının çözümü için davet üzerine Ömer’in yanına geldi­ğinde, karısı Âişe de oradadır. Ömer Hayr’a “Âişe ile ilgili yaptığın bir benzetme vardı, nasıl­dı?” diye sorar. Hayr da “İpek kumaş varken kim alelade bir kumaştan küçük bir parçayı tercih eder?” sözünü söyler. Bu söz üzerine Ömer, önlerinde duran incilerden bir avuç alarak Hayr’a verir. İnciler o kadar değerlidir ki Hayr onları satıp kendisine bir arazi satın alır.[180]

Rivayetlerin detayına inildiğinde, Âişe ile ikinci eşi Mus‘ab arasında yaşanan problemle­rin, Ömer b. Ubeydullah ile evliliğinde yaşanmadığı dikkatleri çekmekte; Âişe’nin Mus‘ab’a göstermediği ilgi ve şefkati Ömer’e gösterdiği anlaşılmaktadır.[181] Zaten vefat ettiğinde Âişe, diğer eşlerinden farklı olarak[182] ayağa kalkıp Ömer b. Ubeydullah’ın iyiliklerini bir bir saymış­tır. Neden böyle yaptığı sorulduğunda da üç neden sıralamıştır. “O nesep olarak bana en ya­kın olandı, Benî Teym b. Mürre’nin efendisiydi ve tabi ondan sonra bir daha artık başkasıy­la evlenmeyeceğim.”[183] Ayrıca kocaları içerisinde en cömerdinin ve kendisine karşı en merha­metli olanının Ömer olduğunu sözlerine eklemiştir.[184] Esasen ele aldığımız dönemde bir ka­dının, kocasının vefatından sonra ayakta onun iyiliklerini sayıp dökmesi, bir daha evlenme­yeceğine dair işaret sayılıyordu. Âişe hem bu adetin gereğini yerine getirmiş hem de evlenme­yeceğini açıkça beyan etmiştir.[185] Nitekim Ebân b. Osmân, kardeşi Yahyâ b. Osmân vasıtasıy­la ona evlenme teklif etmiş, ancak Âişe kabul etmemiştir.[186]

5. Sosyal Münasebetleri

Emevîler dönemi, İbn Müferriğ, Hakem b. Abdel, Sâbit b. Kutne, Ahtal, Ferezdak ve Cerîr b. Atıyye gibi medih ve hiciv; Ömer b. Ebû Rebîa, Ahvas, Kays b. Zerîh ve Cemîlü Büseyne gibi gazel şairlerinin yetiştiği, Arap edebiyatının ve özellikle hitabetin gelişmeye devam etti­ği bir dönemdir.[187] Âişe bint Talha, yukarıda bahsedildiği üzere şiir ve edebiyata ilgi duyan, Câhiliye dönemi şairleri başta olmak üzere Cemîl, Küseyyir gibi döneminin ünlü şairlerinin gazellerini iyi bilen, Arap dilini iyi kullanan ve hitabet yeteneği gelişmiş olan bir kadındır. Ha­yatı boyunca, döneminin meşhur şairleriyle ve onların şiirlerini güzel sesleriyle yorumlayan, çoğu cariye yahut azatlı cariyelerden oluşan hânendelerle iyi ilişkiler içerisinde olmaya çalış­mıştır. Kendisini medheden şairlere ve onların dizelerini yorumlayan hânendelere cömert ikrâmlarda bulunmuştur. Böylece dönemin cemiyet hayatında çok etkili olan hiciv ve medih şairlerinin dizelerinde, asâlet ve şerefine gölge düşürecek betimlemelerin yer almasını büyük ölçüde engellemiştir.

a) Şâirler ve Hanendelerle Münasebetleri

Âişe bint Talha şiir, tarih, edebiyat vb. konuları konuşabileceği, şairlerin gazellerini ve bu gazelleri güzel sesleriyle yorumlayan muganniyeleri dinleyebileceği meclisler düzenlemeyi seven; çevresine, ait olduğu üst sınıfa dair problemlere bigâne kalmayan sosyal bir insan port­resi olarak karşımıza çıkmaktadır. Edebiyat kitaplarında dönemin ünlü gazel şairleri ile ara­sındaki münasebetleri ortaya koyan pek çok nakil bulunmaktadır. Bu nakiller, ş edebiyatçılar için şiir ve edebi metinler açısından vazgeçilmez olsalar da, tarihî bir kaynak olarak ihtiyatla kullanılması gerektiği yadsınamaz bir gerçektir. Ancak edebiyat kitaplarında verilen bilgileri tenkit süzgecinden geçirmeye çalışmaksızın, bir önyargı ve ön kabulle tamamen yok saymak da tarih tenkidi açısından uygun bir yöntem olmamalıdır. Âişe bint Talha’nın hayatı ve evli­likleri ile ilgili edebiyat kitaplarında yer alan bilgiler, biyografi ve tarih kitaplarında naklonu- lan rivayetlerle mukâyeseli olarak kullanıldığında bu sorun büyük ölçüde ortadan kalkmak­tadır. Ancak sıra, Âişe bint Talha gibi şiir ve edebiyatla iç içe bir hanımın şairler, hânendeler ve dönemin üst tabakaya mensup diğer kadınlarla münasebetlerini incelemeye geldiğinde, ne yazık ki tarih ve biyografi kitapları yetersiz kalmaktadır. Bu konuda edebiyat kitaplarında ve­rilen bilgilere başvurmak kaçınılmaz olmakla birlikte, diğer kaynak türlerindeki rivayetler­le mukayese etme imkânı bulunmamaktadır. Bu nedenle ilgili bilgiler değerlendirilirken Âişe bint Talha ile ilgili ortaya konulan genel portre ve dönemin sosyal yapısı ile ters düşmeyen gü­venilir olduğu izlenimi veren rivayetler ön plana çıkarılmıştır.

Âişe bint Talha ile yakın ilişkiler içerisinde olan şairlerden birisi hiç şüphesiz Hâris b. Hâlid el-Mahzûmî’dir. Sık sık umuma açık yemek davetleri veren Âişe bint Talha bir defasın­da yemek yiyenler arasında bulunan bir yolcu ile yakından ilgilenir ve yemeğini yedikten son­ra “Garip bir halin var, nerelisin?” diye sorar. Mekke’den geldiğini öğrenince de “Bedevî ne ya­pıyor?” der. Mekkeli yolcu, dışarı çıkınca etrafındakilere Âişe’nin “Bedevî ne yapıyor?” soru­suyla kimi kastettiğini sorar. Dönemin ünlü gazel şairlerinden Hâris b. Hâlid el-Mahzûmî’yi kastettiğini öğrenince, Mekke’ye varıp durumu Hâris’e bildirir.[188] Hâris adama, “Bineğini, bi­neğinin azığını ve tüm ihtiyaçlarını ben karşılıyorum, hemen Medine’ye dön ve Âişe’ye şu deri parçasını ver!” diyerek nasıl olduğunu beyan eden bir beyit yazıp verir.[189] Hâris ayrıca hac için Mekke’ye geldiği bir sırada, Âişe’ye elçi olarak dönemin meşhur musikişinaslarından Garîz’i (v. 98/717) gönderip görüşmek istediğini bildirir. Âişe de ihramlı olduğunu, ihramdan çıkın­ca görüşebileceklerini söyler. Âişe, ihramdan çıkınca katırına binip Mekke’den ayrılmak üze­re yola çıkınca, yolda Garîz elinde Hâris’in mektubuyla ona yetişir. Garîz, mektupta yazılı şiiri melodik olarak okur. Sözünü tutmadığı için Hâris b. Hâlid’in serzenişte bulunduğu kısmı işi­tince Âişe, “Biz doğruyu söyledik ve böyle yaparak onun sözlerini satın almak istedik.” dedik­ten sonra şiirin devamını okumasını ister ve Hâris’in sözlerini beğenip Garîz’e 5 bin dirhem ve elbiseler hediye eder. Sonra başka bir gazel okumasını ister. Garîz, güftesi Hâris’e ait başka bir gazeli seslendirince Âişe, “Hâris mi bunu okumanı istedi?” diye sorar. Garîz yeminle böy­le bir şey istemediğini söyleyince ona 5 bin dirhem daha hediye eder.[190]

Emevîler döneminde, hiciv ve medih şairlerinin toplum üzerindeki etkisi büyüktü. Özel­likle üst tabakaya mensup kimseler, hiciv şairlerinin hedefinde olmayı istemezlerdi. Âişe bint Talha da hayatı boyunca şairleri kendisine yakın tutmuş, iyi ilişkiler içerisinde olup cömert ikrâmlarda bulunarak hakkında olumlu şeyler söylemelerini temin etmeye gayret etmiştir. Aksi söz konusu olduğunda ise tepki göstermiştir. Örneğin bir defasında Âişe bint Talha’yı ta­vaf sırasında gören Hâris b. Hâlid el-Mahzûmî, onun tavâf esnasında ağır hareket edip yedi ta­vaf yapmakta zorlandığını ifade eden beyitler inşâd edince, Hâris’in kendisini öven onlarca şi­ir olmasına rağmen çok kızmıştır.[191] Âişe bint Talha’nın dönemin ünlü aşk şairlerinden Ömer b. Ebû Rebîa’dan (v. 93/711-712) hiç hazzetmediği ve bunu açık bir şekilde beyan ettiği bili­nen bir husustur. Bunun nedeni elbette, eğlence hayatına düşkünlüğü ile tanınan Ömer b. Ebû Rebîa’nın, beğendiği kadınları şiirlerine konu etmesi ve onlarla ilgili duygularını, bazen sa­taşmalara varacak şekilde dile getirmesidir.[192] Elbette bu diğer bütün soylu kadınlar gibi Âişe bint Talha’nın da kaçındığı bir hadisedir. Nitekim uzak durduğu halde, hac ve umre vesilesi ile Mekke’de mecburen karşılaştıklarında Âişe, Ömere kendisini diline dolamamasını bizzat söylemiş, ayrıca cariyesini gönderip tekrar tekrar uyarılarda bulunmuştur.[193] Ancak Ömer b. Ebû Rebîa, her zamanki âdeti üzere şiir inşâd etmeye devam edince[194] bu durum Benî Teym- lilerin kulağına gitmiş,[195] Hz. Ebû Bekir’in ve Talha b. Ubeydullah’ın çocukları, Ömer b. Ebû Rebîa’yı uyarmışlardır. O da bir daha Âişe’nin ismini şiirlerinde zikretmemeye söz vermiş, bu sefer de inşâd ettiği şiire “Ümmü Talha” diyerek onun künyesiyle hitap etmeye başlamıştır.[196] Yine de Âişe için özür mahiyetinde beyitler söylemeyi de ihmal etmemiştir. Yukarıda Hâris b. Hâlid’in Garîz’e mektup vererek Medine’ye dönmek üzere yola çıkan Âişe’ye ulaştırmasını is­tediğini bildirmiştik. Bunu öğrenen Ömer b. Ebû Rebîa, Teymlilere söz verdiği için açıkça şi­ir inşâd edemese de söylediği son beyitleri Âişe’nin duymasını istediğinden,[197] kendisine şöy­le bir çözüm yolu bulmuştur. Garîz’den Âişe’nin yanına vardığında, güftesini kendisinin yaz­dığı bir şiiri melodik olarak okumasını istemiştir. Ayrıca Garîz’e bunu yaparsa 5 bin dirhem vereceğini söylemiştir. Nitekim Âişe, Hâris’in şiirlerini dinleyip Garîz’e bolca bahşiş verdikten sonra “Bana Hâris’in başka bir şiirini oku.” deyince Garîz, bu fırsatı değerlendirerek, Ömer b. Ebû Rebîa’nın beyitlerini seslendirmiştir. Âişe Ömer b. Ebû Rebîa’nın, içinde bulunduğu du­rumu özetleyen ve mesajını ilettiği için Garîz’i öven şiirini dinleyince gülmüş ve “Allah senin de İbn Ebû Rebîa’nın da iyiliğini versin.” dedikten sonra, her ne kadar makbul bir kimse olma­sa da bu kadar zahmete girip onun şiirini kendisine ulaştırdığı için Garîze teşekkür etmiştir.[198]

Âişe bint Talha, üçüncü eşi Ömer b. Ubeydullah’ın vefâtından sonra, bir yıl Mekke’de, bir yıl Medine’de kalıyor, Mekke’den de Tâif’e geçiyordu. Tâif’te büyükçe bir yazlık dışında başka mal varlıkları da vardı. Tâif’te bulunduğu süre içerisinde dinlenen Âişe, akşamları cemiyet­ler tertip ediyor, bu cemiyetlerde okçular atışlar yaparak gösteriler düzenliyorlardı.[199] Bir de­fasında şair Muhammed b. Abdullah en-Nümeyrî (v. 90/708) bu meclise uğradı. Âişe’ye geldi­ği haber verilince nesebini sordu, sonra da yanına getirilmesini emretti. Sonra ona Emevî va­lisi Haccâc b. Yûsuf’un (v. 95/714) Kız Kardeşi Zeyneb bint Yûsuf hakkında inşâd ettiği şiiri okumasını söyledi. Esasen Benî Sakîfli şair Nümeyrî, Zeyneb’i seviyordu. Âişe’nin isteğini, ay­nı zamanda akrabası olan Zeyneb’in adının çıkmaması için reddetmek istedi. Ancak Âişe ıs­rar edince okudu. Âişe, Zeyneb’i çok güzel tasvir ettiğini, onun şerefini yücelttiğini söyleyerek 1000 dirhem verilmesini emretti. Ertesi toplantıya Nümeyrî yine geldi. Âişe, yine Zeynep’le ilgili şiir okumasını istedi. Nümeyrî “Bunun yerine ben Hâris b. Hâlid el-Mahzûmî’nin (v. 80/700) senin için inşâd ettiği şiiri okusam.” deyince Âişe’nin yardımcıları, bunu hakaret ka­bul edip hemen Nümeyrî’nin haddini bildirmek üzere harekete geçtiler. Ancak Âişe onları durdurdu ve “Bırakın, amcasının kızı için okuttuğum şiirin intikamını almak istiyor.” dedi ve “Hadi oku bakalım.” diye ekledi. Nümeyrî, Hâris b. Hâlid’in Âişe ilgili inşâd ettiği şiiri okudu.

Şiir bitince Âişe, “Vallahi bunda benim şerefimi lekeleyen bir şey yok, beni gayet olumlu söz­lerle vasfetmiş.” dedikten sonra 1000 dirhem ve iki parça elbise verilmesini emretti.[200]

b) Üst Tabakaya Mensup Diğer Kadınlarla Münasebetleri

Âişe bint Talha, asaleti, güzelliği, zekâsı, bilgisi, zenginliği ve şaşaalı hayatı ile rakibeleri ara­sında hep bir adım önde olmuş bir kadındır. Onun bu zenginliği ile ilgili edebiyat kitapların­da abartılı sayılabilecek bazı rivayetler yer almaktadır. Bir hac döneminde Âtike bint Yezîd b. Mu‘âviye, hacca gitmek için Halife Abdülmelik b. Mervândan izin ister. Halife izin verir; ancak Âişe bint Talha’nın o sene kalabalık bir maiyetle hacca gideceği hususunda uyararak Âtike’den görkemli gözükecek şekilde hazırlanmasını ister. Âtike, elinden geldiğince hazırlık yaparak ka­labalık bir maiyetle yola çıkar. Mekke ile Medine arasında bir yerde konakladığında Âtike, kala­balık bir grubun gelip kendi maiyetini dağıtıp karmaşaya sebep olduğunu görür. Kendi kendi­ne “Herhalde Âişe bint Talha’dır.” der. Kim olduklarını sorunca, Âişe bint Talha’nın hizmetçileri olduğunu öğrenir. Sonra benzer şekilde ikinci bir dalga gelir, bu sefer de gelenlerin Âişe’nin ku­aförleri olduğu ortaya çıkar. Nihayet bir kalabalık grup daha uzakta belirir ve üzerlerinde hev- dec ve mahfelerle 300 deve eşliğinde Âişe bint Talha gelir. Âtike’nin bu manzarayı görünce “Al­lah katında olan daha hayırlı ve daha kalıcıdır.” meâlindeki Kasas sûresi 60. ayeti okumaktan kendisini alamadığı bildirilmiştir.[201] Âişe’nin Abdülmelik b. Mervân’ın halifeliği sırasında ger­çekleştirdiği bu gösterişli hac yolculuğu sırasında Mus‘ab ya da Ömer b. Ubeydullah ile evli ol­duğunu düşünmek mümkündür. Ancak Üçüncü kocası Ömer b. Ubeydullah vefât ettikten son­ra (82/701) bir mali kriz yaşanmış olabilir. Nitekim kocasının vefâtından sonra Emevî Halifesi Velîd b. Abdülmelik’in (705-715) huzuruna çıkarak, hacca gitmek istediğini, yanına yardımcı­lar verilmesini talep etmiştir. Velîd Âişe’nin isteğini yerine getirmiştir. Böylece Âişe, yanında ka­labalık bir toplulukla, 60 katır eşliğinde hac görevini îfâ etmiştir.[202] Rivayet edildiğinde göre bu sefer de Âişe ile Âtike bint Yezîd arasındaki gösteriş yarışının bir benzeri Âişe ile kuması Sükey- ne bint Hüseyin arasında yaşanmıştır. Aynı sene hac için Mekke’ye gelen Sükeyne bint Hüseyin, Âişe’nin bu görkemli maiyeti karşısında epey mütevazı kalmıştır. Âişe’nin gazel okuyarak deve­lerini süren görevlilerden birisi “Ey Âişe! Ey 60 katırın sahibi! Yaşadığın müddetçe böyle gör­kemli bir şekilde haccedeceksin.” şeklinde başlayan bir beyit söyleyince bu durum Sükeyne’nin kulağına gitmiş ve onu üzmüştür. Bunu üzerine Sükeyne’nin develerini süren kişi yine Âişe’ye hitaben “Onun atası olmasaydı senin atan hidayete ermezdi.” diyerek Hz. Peygamber’in toru­nu olmasının Sükeyne için yeterli olacağına işaret eden beyitler söylemiştir. Bu sözleri işiten Âişe, kendi görevlisinden, artık bu atışmaya devam etmemesini istemiştir.[203] Âişe bint Talha’nın Mekke’de yaşadığı evin kapısının Kâbe’nin kapısına doğru açıldığı hususu da onun Mekke’deki günleri ile kaydedilen bilgiler arasındadır.[204]

Âişe’nin, kadınlar arasında üstünlük yarışındaki kıskançlıklarının, zaman zaman şair arka­daşlarıyla arasını açtığı dikkatleri çekmektedir. Arap platonik aşk şairi Küseyyir’e (v. 105/723),[205] sevdiği kadın Azze (v. 85/704) ile ilgili sayısız şiirini hatırlatarak “Tarif ettiğin gibi güzel olma­dığı halde, neden Azze ile ilgili sürekli şiirler inşâd ediyorsun? Bu şiirleri benim için ya da be­nim gibi olanlar için söylesen ya! Bildiğin üzere ben ondan çok daha şerefli ve güzelim.” deyince Küseyyir, Âişe ile aralarındaki konuşmayı şiire dökmüştür. Ancak söylediği beyitleri beğenme­yen Âişe kızarak Küseyyire, iki hususta hata yaptığını belirtmiştir. “Sen benden şiirinde arkadaş (il^) olarak bahsettin, oysaki ben senin için arkadaş değilim, ayrıca benim yakınlığımı diledi­ğini belirttin, oysaki ben bunu istemiyorum. Aslında ben bu şekilde sendeki şiir yeteneğini sı­namak istemiştim, ancak başaramadın, kaybettin.” Sonra “Bak bu hususta efendin Cemîl ne di­yor?” diyerek Cemîl’in ondan daha üstün olduğunu ifade etmiş ve onun beyitlerinden örnekler vermiştir. Küseyyir de Cemîl’in üstünlüğünü inkâr etmediğini ifade etmiştir.[206]

Âişe çok cömert bir kadındı. Yemek davetleri dışında çeşitli vesilelerle yakınlarına, şairle­re, ihtiyaç sahibi kimselere hediyeler dağıtırdı. Bir defasında Kureyşli kadınları evine davet etti. Hazırlık yaparken de oturacakları yerlere reyhân gibi kokular serpti. Önlerine meyve tabakla­rı koydurdu ve tütsü yakarak ortamın hoş kokmasını sağladı. Ayrıca gelen herkese ipekten, de­senli, işlemeli elbiseler hediye etti. Güzel sesiyle iştihar eden Medineli meşhur kadın musikişi­nas Azzetü’l-Meylâ’yı da bu meclise davet etti ve herkese verdiklerinden, hatta ziyadesiyle ona da verdi. Sonra da ondan gazel okumasını istedi. Azzetü’l-Meylâ, İmrüü’l-Kays’ın dizelerini te­rennüm etti ve sesiyle herkesi kendisine hayran bıraktı. Yakınlarda bulunan Mus‘ab ve arkadaş­ları davetin verildiği mekâna doğru geldiler. Mus‘ab perde arkasından Âişe’ye seslenerek “Dinle­dik ve sesini bahsettiğin kadar güzel bulduk, Allah seni mübarek kılsın ey Azze!” dedikten son­ra sözlerine şöyle devam etti: “Âişe! Ben yanımdakilerle oraya gelemem, ama sen izin verirsen Azze buraya, bizim yanımıza gelebilir.” Böylece Azze, Mus‘ab ve arkadaşlarının yanına gitmiş ve aynı gazeli tekrar tekrar seslendirmiştir. Mus‘ab gazelleri çok beğenmiş, Azze’yi tebrik ettikten sonra kadınların yanına geri göndermiştir.[207] Âişe bint Talha’nın Azzetü’l-Meylâ’ya karşı özel bir sevgisi vardı. Bir defasında ricasını kırmayarak güzel sesi ve yorumuyla güftesi şâir Cemîl’e ait bir gazeli seslendiren Azzetü’l-Meylâ’yı,[208] kalkıp iki gözü arasından öptükten sonra ona, 10 par­ça elbise ve içinde gümüş parçaların da olduğu çeşitli hediyeler vermiştir.[209]

Âişe bint Talha haccını tamamladığında Mekke’den ayrılmadan önce Kureyşli olsun ol­masın, eş, dost ve akrabadan olan kadınları yanına kabul edip önceden hazırlanmasını em­rettiği elbiseler ile hediyeleri takdim etmeyi alışkanlık haline getirmişti. Mekkeli musikişinas Garîz de Âişe bint Talha’nın kaldığı yere gidenler arasındaydı. Önünden nice kadınlar, yan­larında cariyeleri ile içeri girip türlü türlü hediyelerle çıktılar. Garîz kendi yakınlarının da el­leri dolu çıkıp kendisine bir şey vermediklerini görünce “Benim payım nerede?” diye sor­muş, “Biz seni unuttuk.” cevabını alınca da “Buradan elim boş dönmeyeceğim.” diyerek Âişe bint Talha’nın duyacağı şekilde durumunu ortaya koyan bir beyit inşâd etmiştir. Onu işiten Âişe, içeri davet etmiş ve gülümseyip “Burada olduğunu bilmiyordum.” dedikten sonra hedi­yelerini vermiş ve “Benimle ilgili güzel sözler söylersen sana şunları şunları veririm.” diye va­atte bulunmuştur. Ondan sonra Garîz, Âişe bint Talha’yı öven daha nice beyitleri terennüm etmiştir.[210]

c)    Emevî Halifeleri ile Münasebetleri

Bilindiği üzere Âişe bint Talha’nın ikinci kocası Mus‘ab b. Zübeyr, Emevî halifesi Abdülmelik b. Mervân’a karşı savaşırken vefât etmiştir. Âişe’nin Abdülmelik’ten sonraki iki Emevî halifesi ile yani Velîd b. Abdülmelik ve Hişâm b. Abdülmelik ile görüştüğüne dair rivayetler bulunmak­ta, ancak Abdülmelik b. Mervân ile görüştüğü bildirilmemektedir. Bu durum Abdülmelik’in Muâviye’nin torunu Âtike’yi, hacca giderken maiyet itibariyle Âişe’den daha gösterişli olması hususunda uyardığı rivayeti ile birlikte düşünüldüğünde[211] yaşananların tabiî bir neticesi ola­rak aradaki bir soğukluğa ve bir mesafeye işaret ediyor olabilir. Yine bilindiği üzere Mervân b. Abdülmelik’in kardeşi Bişr b. Mervân, Kûfe valisi olduğunda Âişe bint Talha’ya evlenme teklif etmiş ancak Âişe onun teklifini reddetmiştir.[212] Âişe bint Talha’nın Abdülmelik b. Mervân dı­şındaki Emevî halifeleri ile arası her zaman iyi olmuş, onlardan saygı ve ihtirâm görmüştür. Yu­karıda da belirttiğimiz gibi hac münasebetiyle Velîd b. Abdülmelik’ten yardım istemiş, Velîd Âişe’nin bu isteğini kabul ederek yanına kalabalık bir yardımcı grubu vermiştir. Âişe, Halife Hişâm b. Abdülmelik ile de görüşmüş, ondan da aynı şekilde saygı ve ihtirâm görmüştür.

Sonuç

Emevîler dönemi İslâm toplumunda Âişe bint Talha, üst tabakaya mensup kadınlar ara­sında farklı bir yere ve öneme sahiptir. Çünkü o, eğitimli ve zengin olması gibi özelliklerin ver­diği özgüvenle, dönemin soylu kadınlarına has rutinlerin dışına çıkmış, zenginliği, zekâsı, ta­rih ve edebiyat bilgisi gibi hususların yanı sıra makam ve mevki sahibi, zengin kimselerle yap­tığı evliliklerle hep göz önünde, aranılan ve merak edilen bir portre olmayı başarmıştır. Teyze­si Hz. Âişe ile yakın ve iyi ilişkiler içerisinde olmuş, ondan Hz. Peygamber’in aile hayatı ile ilgi­li pek çok şey öğrenmiş ve bu hususlarda onlarca hadis rivayet etmiştir. Sahip olduğu derin şiir ve edebiyat bilgisini üst tabakaya mensup kimselerle, şair ve musikişinaslarla paylaşmıştır. Do­ğumundan vefâtına kadar zengin bir hayat sürmüş, hayatını büyük ölçüde kışları Mekke’de ve Medine’de, yazları Tâif’te geçirmiş ve Mus‘ab’la evliliği sırasında Irak’ta bulunmuştur. Siyasete karışmamış ve Emevî halifeleri ile iyi ilişkiler içerisinde olmuştur. Âişe bint Talha’nın çevresin­de hızla yayılan şöhreti sayesinde, onunla ilgili rivayetler edebiyat kitaplarında hemcinslerinin önüne geçmiştir. Bu rivayetler, abartılı yahut tarihî gerçeklerle uyuşmayan unsurlardan arındı­rıldığında, Âişe bint Talha ile ilgili teyzesinden hadis rivayet etmesi dışında bilinmeyen pek çok yönü aydınlattığı görülmüş, Âişe bint Talha’nın şahsında, tabiin döneminde üst tabakaya men­sup kadın ve erkeklerin hayat tarzları ile ilgili önemli bilgilere ulaşılmıştır.

Kaynaklar

Abdülazîz el-Meymenî, Abdülazîz b. Abdilkerîm er-Rackûtî, Simtü’l-Leâlî, I-III, yy., ty.

Abdülkâdir el-Bağdâdî, Abdülkâdir b. Ömer b. Bâyezîd Abdülkâdir el-Bağdâdî, Hizânetü’l-edeb ve lübbü lübâbi lisâni’l-Arab (nşr. Abdüsselâm Muhammed Hârûn), I-XII, Kahire 1986.

Abdürrezzâk, Ebû Bekir b. Hemmâm es-Sanânî, el-Musannef, (nşr. Habîbürrahmân el-A‘zamî), I-XI, Beyrut 1983.

Acar, H. İbrahim, “İslâm Hukukunda Evlenme Ehliyeti Bakımından Küçüklerin Evlendirilmesi Problemi”, Dinî Araştırmalar Dergisi, c. 6, sayı: 16, s. 125-140 Ankara 2003.

Ahfeş el-Asgar, Ebü’l-Hasen Alî b. Süleymân b. el-Fazl, el-Ihtiyâreyn, (nşr. Fahreddîn Kabave), Beyrut 1984.2.

Ahmed b. Hanbel, Ebû Abdillâh Ahmed b. Muhammed, el-Müsned, (nşr. Şuayb el-Arnaût), Bey­rut 2004.

Apaydın, H. Yunus, “Tesettür”, DIA, XL, 538-543, İstanbul 2011.

Aycan, İrfan, “Mus‘ab b. Zübeyr”, DİA, XXXI, 227, İstanbul 2006.

Azîmâbâdî, Ebü’t-Tayyib Muhammed Şemsü’l-Hak b. Emîr Alî ed-Diyânüvî, Avnü’l-ma’bûd Şer- hu Süneni Ebî Dâvûd, (nşr. Abdurrahman Muhammed Osmân), I-XIV, Medine 1968.2.

Belâzürî, Ebü’l-Hasen Ahmed b. Yahyâ b. Câbir b. Dâvûd, Ensâbü’l-eşrâf (nşr. Riyâd Ziriklî- Süheyl Zekkâr), I-XIII, Beyrut 1996.

Beyhakî, Ebû Bekr Ahmed b. Hüseyn, es-Sünenü’l-kübrâ, (nşr. Abdullah b. Abdülmuhsîn et- Türkî), I-XXIV, Kahire 2011.

, Şuabul-îmân (nşr. Abdül‘alî Abdülhamîd Hamîd-Muhtâr Ahmed en-Nedvî ve dğr.), I-XV, Bombay 2008.

Buhârî, Muhammed b. İsmâîl, el-Câmius-sahîh, Mevsûatü’l-hadîsi’s-şerîf: el-kütübüs-sitte için­de, Riyad 2000.3.

, Halku efali’l-iâd, Beyrut 1984.

, el-Edebü‘l-müfred, Beyrut 1985.2.

, et-Târîhu’l-evsat, (nşr. Muhammed b. İbrâhîm el-Leheyran), I-II, Riyad 1998.

Bürrî, Muhammed b. Ebû Bekr b. Abdullah b. Mûsâ el-Ensârî el-Kureşî, el-Cevhere fî nesebin- nebî ve ashâbihi’l-aşere, (nşr. Muhammed et-Tevencî), I-II, Riyad 1983.

Câhiz, Ebû Osmân Amr b. Bahr b. Mahbûb el-Câhiz el-Kinânî, Kitâbü’l-mehâsîn ve’l-ezdâd, (nşr. Muhammed Süveyd), Beyrut 1991.

,Kitâbü’l-kavlfi’l-bigal, (nşr. Charles Pella), Beyrut 1995.

Cevâd Ali, el-Mufassal fî târîhi’l-Arab kable’l-İslâm, I-X, yy., 1380.

Çuhadar, Mustafa, “Küseyyir”, DİA, XXVI, 575-576, İstanbul 2002.

Dârekutnî, Ebü’l-Hasen Alî b. Ömer, es-Sünen, (nşr. Şuayb el-Arnaût ve dğr.), I- V, Beyrut 2004.

Dâvûd-i Antâkî, Dâvûd b. Ömer el-Ekmeh, Tezyînul-esvâk bi-tafsîli Eşvâki’l-uşşâk, Beyrut 1986.2.

Döndüren, Hamdi, “Îlâ”, DİA, XXII, 61-62, İstanbul 2000.

Dönmez, İbrahim Kâfi “Oruç”, DİA, XXXIII, 416-425, İstanbul 2007.

Durant, Will, Kıssatü’l-hadâra, I-XLII, Kahire 1968.3.

Ebû Dâvûd, Süleymân b. el-Eş‘as es-Sicistânî, es-Sünen, Mevsûatül-hadîsiş-şerîf: el-kütübüs-sitte içinde, Riyad 2000.3.

Ebû Nuaym el-îsfahânî, Ahmed b. Abdillâh b. îshâk, Hilyetü’l-evliyâ ve tabakâtü’l-asfiyâ, I-X, Ka­hire 1974-1979.

, Marifetüs-sahâbe, (nşr. Muhammed Hasan-Mes‘ûd Abdülhamîd), I-V, Beyrut 2002.

Ebû Ya‘lâ, Ahmed b. Alî b. el-Müsennâ et-Temîmî el-Mevsılî, el-Müsned, (nşr. Hüseyin Selîm Esed), I-XIII, Dımaşk 1986.

Ebü’l-Ferec el-îsfahânî, Alî b. el-Hüseyn b. Muhammed b. Ahmed el-Kureşî, el-Egânî, (nşr. Abdülemîr Alî Mühennâ-Semîr Yûsuf Câbir), I-XXVII, Beyrut 2002.

Ebü’l-Ferec îbnü’l-Cevzî, Cemâlüddîn Abdurrahman b. Ali b. Muhammed el-Bağdâdî, el- Muntazam fî târîhi’l-mülûk ve’l-ümem, (nşr. Muhammed-Mustafa Abdülkâdir Atâ), I-XIX, Beyrut ty.

Er, Rahmi, “Ömer b. Ebû Rebîa”, DİA, XXXIV, 56, İstanbul 2007.

Fâkihî, Ebû Abdillâh Muhammed b. îshâk b. Abbâs, Ahbâru Mekke fî kadîmi’d-dehr ve hadîsih, (nşr. Abdülmelik b. Abdullah b. Dehîş), I-IV, Mekke 1987.

Görgün, Hilal “Sükeyne bint Hüseyin”, DİA, XXXVIII, s. 45-46, îstanbul 2010.

Hâkim, Ebû Abdillâh Muhammed b. Abdillâh en-Nîsâbûrî, el-Müstedrek, (nşr. Hamdî Dimerdâş Muhammed), I-VIII, Mekke 2000.

Halîl b. Ahmed, Ebû Abdirrahmân el-Halîl b. Ahmed b. Amr b. Temîm el-Ferâhîdî, Kitâbü’l-ayn, (nşr. Dr. Dâvûd Sellûm), Beyrut 2004.

Harâitî, Ebû Bekr Muhammed b. Ca‘fer b. Muhammed es-Sâmerrî, İ‘tilâlü’l-kulûb fî ahbâri’l- ‘uşşâk, (nşr. Hamdî Dimerdâş), I-II, Mekke 2000.2.

Hayek, Michel, Mevsûatü’n-nebâtâti’t-tıbbiyye, I-II, Beyrut 1996.

Heysemî, Ebü’l-Hasen Nûrüddîn Alî b. Ebî Bekr el-Heysemî, Buğyetü’l-bâhis ‘an zevâ’idi Müsnedi’l-Hâris, (nşr. Hüseyin Ahmed Sâlih el-Bâkırî), I-II, Medine 1992.

,Keşfü’l-estâr ‘an zevâidi’l-Bezzâr, (nşr. Habîbürrahmân el-A‘zamî), I-IV, Beyrut 1979.

, Gâyetü’l-maksad fî zevâidi’l-Müsned, (nşr. Hallâf Mahmûd Semî‘), I-IV, Beyrut 2001.

Hilaî, Ebü’l-Hasen Alî b. Hasen, el-Hile‘iyyât, el-Fevâidü’l-müntekât el-hisân es-sıhâh ve’l-garâib, (nşr. Sâlih el-Lahhâm), Amman 2010.

Husrî, Ebû îshâk îbrâhîm b. Alî b. (îbrâhîm b.) Temîm el-Ensârî el-Fihrî el-Husrî, Zehrul-âdâb ve semerü’l-elbâb, (nşr. Ali Muhammed el-Bicâvî), I-II, Kahire 1969.2.

, Cemu’l-cevâhirfi’l-mülâh ven-nevâdir, (nşr. Ruhâb Hıdır Akkâvî), Beyrut 1993.

îbn Abdülber en-Nemerî, Ebû Ömer Cemâlüddîn Yûsuf b. Abdillâh b. Muhammed b. Abdilberr en-Nemerî, et-Temhîd limâ fi’l-Muvatta’ mine’l-meânî ve’l-esânîd, (nşr. Mustafâ b. Ahmed el-Alevî), I-XXVI, Titvan 1982-1992.

, el-îstizkârü’l-câmi‘ li-mezâhibi fukahâi’l-emsâr ve ‘ulemâi’l-aktâr, (nşr. Abdülmu‘tî Emîn Kal‘acî), I-XXX, Beyrut 1993.

,el-îstîâb fî marifeti’l-ashâb, (nşr. Ali Muhammed Muavviz-Âdil Ahmed Abdülmevcûd), I-V, Beyrut 2002.

îbn Abdürabbih, Ebû Ömer Şihâbüddîn Ahmed b. Muhammed, el-‘Ikdu’l-ferîd, (nşr. Ahmed Emîn ve dğr.), I-VII, Beyrut 1990.8.

îbn Adî, Ebû Ahmed Abdullah b. Adî b. Abdillâh el-Cürcânî, el-Kâmil fî duafâi’r-ricâl, I-VII, Bey­rut 1985.2.

îbn Asâkir, Ebü’l-Kâsım Ali b. Hasen b. Hîbetillâh ed-Dımaşkî, Târîhu medîneti Dımaşk, (nşr. Muhibbüddîn Ebû Saîd), I-LXXX, Beyrut 1995.

îbn Battâl el-Kurtubî, Ebü’l-Hasen Alî b. Halef b. Abdilmelik b. Battâl el-Bekrî, Şerhu’l-Câmi‘i’s- sahîh, (nşr. Ebû Temîm Yâsir b. îbrâhîm), I-X, Riyad 2000.

îbn Ebû Âsım, Ebû Bekr Ahmed b. Amr b. ed-Dahhâk b. Mahled eş-Şeybânî, el-Âhâd ve’l-mesânî, (nşr. Bâsim Faysal Ahmed el-Cevâbire), I-VI, Riyad 1991.

îbn Ebû Hâtim, Ebû Muhammed Abdurrahman b. Muhammed b. îdrîs er-Râzî, îlelü’l-hadîs, (nşr. Sa‘îd b. Abdullah el-Humeyyid-Hâlid b. Abdurrahman el-Cüreysî), I-VI, Riyad 2006.

, el-Cerh ve’t-ta‘dîl, I-X, Beyrut 1952.

îbn Ebû Tâhir, Ebü’l-Fazl Ahmed b. Ebî Tâhir Tayfûr el-Mervezî el-Horasânî, Belâgatü’n-nisâ’, (nşr. Muhammed Ebü’l-Ecfân-Ahmed el-Elfî), Tunus 1985.2.

îbn Ebü’d-Dünyâ, Ebû Bekr Abdullah b. Muhammed b. Ubeyd el-Kureşî el-Bağdâdî, Kitâbü’l- menâmât, (nşr. Ebû Meryem Mecdî-Fethî îbrâhîm), Kahire ty.

, Islâhul-mâl, (nşr. Mustafa Müflih el-Kuzât), Mansûre 1990.

îbn Fazlullâh el-Ömerî, Şihâbüddîn (Ebü’l-Abbâs) Ahmed b. Yahyâ b. Fazlillâh el-Ömerî, Mesâlikü’l-ebsâr fî memâliki’l-emsâr, (nşr. Abdullah b. Yahyâ es-Süreyhî- Bessâm Muham­med Bârûd vd.), I-XXVII, Abudabi 2003-2004.

îbn Hacer, Ebü’l-Fazl Şihâbüddîn Ahmed b. Alî el-Askalânî, Fethü’l-bârî bi-şerhi Sahîhi’l-Buhârî, (nşr. Mahmud Fuâd Abdülbâkî), I-XIV, Dımaşk 2000.

,el-îsâbe fî temyîzis-sahâbe, (nşr. Âdil Ahmed Abdülmevcûd-Ali Muhammed Muavviz), I-IX, Beyrut 2005.

, el-Metâlibul-âliye bi-zevâidi’l-mesânidi’s-semâniye, (nşr. Habîburrahmân el-A’zamî), I-IV, Kuveyt ty.

, Mîzânü’l-i‘tidâl, (nşr. Ali Muhammed Muavvaz-Âdil Ahmed Abdülmevcûd”, I-VIII, Bey­rut 1995.

, Tehzîbü’t-Tehzîb, I-XII, Beyrut 1907.

, Takrîbü’t-tehzîb, (nşr. Abdülvehhâb Abdüllatîf), I-II, Beyrut 1975.2.

îbn Hallikân, Ebü’l-Abbâs Şemsüddîn Ahmed b. Muhammed b. Îbrâhîm b. Ebî Bekr b. Hallikân el-Bermekî, Vefeyâtü’l-a‘yân, (nşr. îhsân Abbâs), I-VIII, Beyrut 1968-1972.

îbn Hamdûn, Ebü’l-Meâlî Bahâüddîn Kâfi’l-Küfât Muhammed b. el-Hasen b. Muhammed b. Alî b. Hamdûn, et-Tezkiretü’l-Hamdûniyye, (nşr. Bekr Abbâs-îhsân Abbâs), I-X, Beyrut 1996.

îbn Hazm, Ebû Muhammed Alî b. Ahmed b. Saîd b. Hazm el-Endelûsî el-Kurtubî, el-Muhallâ, (nşr. Ahmed Muhammed Şâkir-Muhammed Münîr ed-Dımaşkî), I-XI, Kahire 1347-1352.

, Cemheretü ensâbi’l-arab, (nşr. Abdüsselâm Muhammed Hârûn), Kahire ty.5.

îbn Hibbân, Ebû Hâtim Muhammed b. Hibbân b. Ahmed el-Büstî, el-Ihsân fî takrîbi Sahîh-i îbn Hibbân, (nşr. Şuayb el-Arnaût), I-XVI, Beyrut 1988-1991.

îbn Hişâm, Ebû Muhammed Cemâlüddîn Abdülmelik b. Hişâm b. Eyyûb el-Himyerî, es-Sîretün- Nebeviyye, (nşr. Muhammed Ali el-Kutb-Muhammed ed-Dâlî Balta), I-IV, Beyrut 2005.

îbn Huzeyme, Ebû Bekr Muhammed b. îshâk b. Huzeyme es-Sülemî en-Nîsâbûrî, es-Sahîh, (nşr. Muhammed Mustafâ el-A‘zamî), I-IV, Beyrut 1975.

îbn Kayyim el-Cevziyye, Ebû Abdillâh Şemsüddîn Muhammed b. Ebî Bekr, Ravzatü’l-muhibbîn ve nüzhetü’l-müştâkîn, (nşr. es-Seyyid el-Cemîlî), Beyrut 1987.2.

, Zâdul-meâd fî hedyi hayri’l-‘ibâd, (nşr. Muhammed el-Enver Ahmed el-Baltacî), I-IX, Beyrut 2000.

îbn Kesîr, Ebü’l-Fidâ’ îmâdüddîn îsmâîl b. Şihâbiddîn Ömer b. Kesîr b. Dav‘ el-Kaysî el-Kureşî, el- Bidâye ven-Nihâye, (nşr. Abdullah b. Abdülmuhsîn et-Türkî), I-XXI, Kahire 1997.

îbn Kudâme, Ebû Muhammed Muvaffakuddîn Abdullah b. Ahmed b. Muhammed b. Kudâme el- Cemmâilî, el-Muğnî, (nşr. Abdullah b. Abdülmuhsin et-Türkî-Abdülfettâh Muhammed el-Hulv), I-XV, Riyad 1999.4.

îbn Kuteybe, Ebû Muhammed Abdullah b. Müslim b. Kuteybe ed-Dîneverî, Tevîlü muhtelifi’l- hadîs, (nşr. Abdülkâdir Ahmed Atâ), Beyrut 1988.

, el-Maârif (nşr. Servet Ukkâşe), Kahire 1992.

îbn Mâce, Ebû Abdillâh Muhammed b. Yezîd, es-Sünen, Mevsûatü’l-hadîsiş-şerîf: el-kütübüs-sitte içinde, Riyad 2000.3.

îbn Manzûr, Ebü’l-Fazl Cemâlüddîn Muhammed b. Mükerrem b. Ali, Lisânü’l-‘Arab, I- VII, Bey­rut 1997.

îbn Râhûye, Ebû Ya‘kûb îshâk b. îbrâhîm b. Mahled et-Temîmî el-Hanzalî el-Mervezî, el-Müsned, (nşr. Muhammed Muhtâr Dırâr el-Müftî), Beyrut 2002.

îbn Receb, Ebü’l-Ferec Zeynüddîn Abdurrahman b. Ahmed b. Abdirrahmân Receb el-Bağdâdî, Ehvâlü’l-kubûr ve ahvâlü ehlihâ ile’n-nüşûr, (nşr. Muhammed Nizâmeddîn el-Futeyyih) Medine 2012.

îbn Sa‘d, Ebû Abdillâh Muhammed b. Sa‘d b. Menî‘ el-Kâtib, et-Tabakâtü’l-kübrâ, (nşr. îhsân Abbâs), I-IX, Beyrut 1968.

îbn Şebbe, Ebû Zeyd Ömer b. Şebbe en-Nümeyrî, Târîhu’l-Medîneti’l-münevvere, (nşr. Ali Muhammed-Yâsîn Beyân), I-II, Beyrut 1996.

îbn Tağriberdî, Ebü’l-Mehâsin Cemâlüddîn Yûsuf b. Tağriberdî el-Atâbekî ez-Zâhirî, en- Nücûmu’z-zâhire fî mülûki Mısr ve’l-Kâhire, I-XVI, Kahire 1929-1972.

îbnü’l-Esîr, Ebü’l-Hasen îzzüddîn Alî b. Muhammed b. Muhammed eş-Şeybânî el-Cezerî, el- Kâmil fi’t-târîh, I-XIII, Beyrut 1992.

, Üsdü’l-gâbefîmarifetis-sahâbe, (nşr.AliMuhammedMuavviz-ÂdilAhmedAbdülmevcûd), I-VII, Beyrut 2003.

îbnü’l-Esîr, Ebü’s-Seâdât Mecdüddîn b. Esîrüddîn eş-Şeybânî, Câmiu’l-usûl li-ehâdîsir-Resûl, I-XV, Beyrut 1991.

, en-Nihâye fî garîbi’l-hadîs ve’l-eser, (nşr. Tâhir Ahmed ez-Zâvî-Mahmûd Muhammed et- Tanâhî), I-V, Kahire 1963.

, Câmiu’l-usûl min ehâdîsir-Resûl, (nşr. Abdülkâdir el-Arnaût), I-XV, Beyrut 1991.

îbnü’l-îmâd, Ebü’l-Felâh Abdülhay b. Ahmed b. Muhammed es-Sâlihî el-Hanbelî, Şezerâtü’z- zeheb fî ahbâri men zeheb, (nşr. Abdülkâdir el-Arnaût-Mahmûd el-Arnaût), I-XI, Bey­rut 1988.

îbnü’t-Tıktaka, Ebû Cafer Safiyyüddîn Muhammed b. Alî b. Tabâtabâ el-Hasenî, el-Fahrî fî âdâbis-sultâniyye ve’d-düveli’l-Islâmiyye, Beyrut ty.

îclî, Ebü’l-Hasen Ahmed b. Abdillâh b. Sâlih, Târîhus-sikât, (nşr. Abdülalîm Aldülazîm Bestevî), I-II, Medine 1985.

Kamacı, Fatımatüz Zehra, Hz. Peygamber Devrinde Kadınların Süslenmesi, 2. Baskı, îstanbul 2014.2.

Kastallânî, Ebü’l-Abbâs Şihâbüddîn Ahmed b. Muhammed b. Ebî Bekr el-Kastallânî, el- Mevâhibul-ledünniyye, (nşr. Sâlih Ahmed eş-Şâmî), I-IV, Beyrut 1991.

, Irşâdüs-sârî li şerhi Sahîhi’l-Buhârî, I-X, Beyrut ty.

Kazancı, Ahmet Lütfi, “Âişe bint Talha”, DİA II, s. 206-207, îstanbul 1989.

Makdisî, Ebû Nasr el-Mutahhar b. Tâhir, el-Bed’ ve’t-târîh, (nşr. Halîl îmrân el-Mansûr), I-VI, Beyrut 1997.

Mâlik b. Enes, Ebû Abdillâh Mâlik b. Enes b. Mâlik b. Ebî Âmir el-Asbahî, el-Muvatta’, (nşr. Abdülvehhâb Abdüllatîf), Beyrut ty.

Mâverdî, Ebü’l-Hasen Alî b. Muhammed b. Habîb el-Basrî el-Mâverdî, el-Hâvi’l-kebîr, (nşr. Mahmûd Matracî), I-XXII, Beyrut 1994.

Mehmed Zihnî Efendi, Meşâhirü’n-Nisâ, I-II, îstanbul 1295.

Mizzî, Ebü’l-Haccâc Cemâlüddîn Yûsuf b. Abdirrahmân b. Yûsuf, Tehzîbü’l-Kemâl, I- XV, Bey­rut 1982-1988.

Muhammed b. Habîb, Ebû Cafer Muhammed b. Habîb b. Ümeyye b. Amr el-Hâşimî, el- Münemmak fi ahbâri Kureyş, (nşr. Hurşîd Ahmed Fârık), Beyrut 1985.

Muhibbüddîn et-Taberî, Ebü’l-Abbâs Ahmed b. Abdillâh b. Muhammed el-Mekkî, er-Riyâzün- nâdire fi fezâ’ili’l-aşere, I-IV, Beyrut 1984.

Muhtâr es-Sûsî, Sûsü’l-âlime, Dârü’l-Beyzâ 1984.

Müberred, Ebü’l-Abbâs Muhammed b. Yezîd b. Abdilekber b. Umeyr el-Ezdî, el-Fâzıl ve’l-mefzûl, (nşr. Abdülazîz el-Meymenî), Kahire 1938.

Mühennâ, Abdülemîr Ali, Ahbârün-Nisâfi’l-Ikdi’l-Ferid, Beyrut 1988.

Müslim, Ebü’l-Hüseyn el-Haccâc el-Kuşeyrî, el-Câmius-sahih, Mevsûatü’l-hadisi’ş-şerif: el- kütübüs-sitte içinde, Riyad 2000.3.

Mütercim Âsım Efendi, el-Okyânûsu’l-Basit fi Tercemeti’l-Kâmûsi’l-Muhit, (Kâmûs Tercemesi), I-III, yy., ty.

Nesâî, Ebû Abdurrahman Ahmed b. Şuayb, es-Sünen, Mevsûatü’l-hadisi’ş-şerif: el- kütübüs-sitte içinde, Riyad 2000.3.

Nüveyrî, Ebü’l-Abbâs Şihâbüddîn Ahmed b. Abdilvehhâb b. Muhammed el-Bekrî, Nihâyetü’l- ereb fifünûni’l-edeb, (nşr. Alî Muhammed Hâşim-Abdülmecîd) I-XXXIII, Beyrut 2004.

Ömer Rıza Kehhâle, Mu‘cemun-nisâ, I-III, Dımaşk 1959.

Özkuyumcu, Nadir, “Hişâm b. Abdülmelik”, DlA, XVIII, s. 148, İstanbul 1998.

Pellat, C. H, “Aisha bint Talha”, The Encyclopaedia of İslam, 2nd Edition, I, 308, London 1960..

Sa‘îd b. Mansûr, Ebû Osmân Sa‘îd b. Mansûr b. Şu‘be el-Horasânî, es-Sünen, (nşr. Habîbürrahmân el-A‘zamî), I-II, Beyrut 1985.

Sâbit b. Hazm, Ebü’l-Kâsım Sâbit b. Hazm b. Abdirrahmân es-Sarakustî, ed-Delâil fi garibi’l-hadis, (nşr. Muhammed b. Abdullah el-Kannâs), I-III, Riyad 2001.

Safedî, Ebü’s-Safâ Salâhuddîn Halîl b. İzziddîn Aybeg b. Abdillâh, el-Vâfi bi’l-vefeyât, (nşr. Hell- mut Ritter), I-XXX, Wiesbaden 1931-2004.

Schaade, A, “Azzetülmeylâ”, IA, II, s. 159, İstanbul 1979.5.

Sehâvî, Ebü’l-Hayr Şemsüddîn Muhammed b. Abdirrahmân b. Muhammed, et-Tuhfetü’l-latife fi Târihi’l-Medineti’ş-Şerife, I-II, Beyrut 1993.

Süyûtî, Ebü’l-Fazl Celâlüddîn Abdurrahman b. Ebî Bekr b. Muhammed el-Hudayrî, el-Hâvi li’l- Fetâvi, (nşr. Muhammed Muhyiddîn Abdülhamîd), I-II, Kahire 1959.3.

Şafak, Ali, “Bağy”, DlA, IV, s. 451-452, İstanbul 1991.

Şener, Mehmet “Cenaze”, DlA, VII, s. 354-357, İstanbul 1993.

Şinkîtî, Muhammed el-Emîn b. Muhammed el-Muhtâr b. Abdilkâdir el-Cekenî el-Himyerî, Edvâü’l-beyân fi izâhi’l-Kur’ân, I-X, Riyad 1983.

Taberânî, Ebü’l-Kâsım Müsnidü’d-dünyâ Süleymân b. Ahmed b. Eyyûb (v. 360/971), el-Mu‘cemü’l- evsat, (nşr. Mahmûd b. Ahmed et-Tahhân), I-X, Riyad 1985.

, Kitâbüd-duâ, (nşr. Muhammed Sa‘îd b. Muhammed Hasan el-Buhârî), I-III, Beyrut 1987.

, el-Mucemüs-sagîr, (nşr. Tevfîk b. Abdullâh b. Mes‘ûd), Riyad 2011.

Tayâlisî, Süleymân b. Dâvûd b. el-Cârûd, el-Müsned, (nşr. Muhammed Hasen Îsmâîl), I-IV, Bey­rut 2004.

Teymî, Ebü’l-Kâsım Kıvâmü’s-Sünne Îsmâîl b. Muhammed b. el-Fazl, et-Tergîb ve’t-terhîb, (nşr. Eymen b. Sâlih b. Şa‘bân), I-III, Kahire 1993.

Tirmizî, Ebû Îsâ Muhammed b. Îsâ, el-Câmius-sahîh, mevsûatü’l-hadîsiş-şerîf: el-kütübüs-sitte içinde, Riyad 2000.3.

Toksarı, Ali, “Birr”, DİA, VI, s. 204-205, İstanbul 1992.

Uyar, Gülgün, “Ümmü Külsûm bint Ebû Bekir”, DİA, XLII, s. 324-325, İstanbul 2012.

Ünal, İsmail Hakkı, “Hadislere Göre Kadının Örtünmesi”, İslâmiyât, IX/1-4 (2006), s. 237-252.

Yâfiî, Ebû Muhammed Afîfüddîn Abdullah b. Es‘ad b. Alî b. Süleymân el-Yemenî, Mirâtü’l-cenân ve ‘ibretü’l-yakzân fî ma’rifeti havâdîsiZ-zamân, I-II, yy., 1337.

Yâkût el-Hamevî, Ebû Abdillâh Şihâbüddîn (v. 626/1229), Mucemü’l-büldân, (nşr. Ferîd Abdül‘azîz el-Cündî), I-VII, Beyrut ty.

Yaman, Ahmet, “Zıhâr”, DİA, XLIV, s. 387-390, İstanbul 2013.

Yezîdî, Ebû Abdullah Muhammed b. Abbâs, el-Emâlî, Beyrut 1983.2.

Yiğit, İsmail “Emevîler”, DİA, XI, s. 87-104, İstanbul 1995. ZECCÂCÎ, Ebü’l-Kâsım Abdurrah- man b. İshâk en-Nihâvendî (v. 337/949), Ahbâru Ebi’l-Kâsım ez-Zeccâcî, (Abdülhüseyin el-Mübârek), Bağdat 1980.

Zehebî, Ebû Abdillâh Şemsüddîn Muhammed b. Ahmed b. Osmân, Târîhu’l-İslâm ve vefeyâtü’l- meşâhir ve’l-a‘lâm, (nşr. Beşşâr Avvâd Ma‘rûf), I-XVII, Beyrut 2003.

, Siyeru aiâmi’n-nübelâ, (nşr. Şuayb el-Arnaût), I-XXV, Beyrut 1985.

Zemahşerî, Ebü’l-Kâsım Mahmûd b. Ömer b. Muhammed el-Hârizmî ez-Zemahşerî, Rebîu’l- ebrâr ve nusûsü’l-ahbâr, (nşr. Abdülemîr Alî Mühennâ), I-V, Beyrut 1992.

Zerkeşî, Ebû Abdillâh Şemsüddîn Muhammed b. Abdillâh b. Muhammed, ŞerhuZ-Zerkeşî alâ Muhtasari’l-Hırakî, (nşr. Abdullah b. Abdurrahman b. Abdullah el-Cibrîn), I-VII, Riyad 1993.

Zeyneb Fevvâz, Zeyneb bint Alî b. Hüseyn b. Ubeydillâh Fevvâz el-Âmiliyye, ed-Dürrul-mensûr fî tabakâti rabbâti’l-hudûr, (nşr. M. Emîn Dannâvî), I-II, Beyrut 1999.

Ziriklî, Ebû Gays Muhammed Hayrüddîn b. Mahmûd b. Muhammed b. Alî b. Fâris ez-Ziriklî, el- Alâm, I-VIII, Beyrut 1992.10.

Zürkânî, Ebû Abdillâh Muhammed b. Abdülbâkî b. Yûsuf, Şerhu’l-Mevâhibi’l-ledünniyye, (nşr. Muhammed Abdül‘azîz el-Hâlidî), I- XII, Beyrut 1996.

, Şerhu’l-Muvatta’, I-IV, Beyrut 1987.



[1] Marmara Üniversitesi İlâhiyat Fakültesi İslâm Tarihi Anabilim Dalı Öğretim Üyesi.

[2]    Âişe bint Talha’nın hayatı ile ilgili derli toplu bilgi için bk. Mehmed Zihnî Efendi, Meşâhirü’n-nisâ, I-II, İstan­bul 1295, II, 18-19; Ziriklî, el-Alâm, I-VIII, Beyrut 1992, III, 240; Ömer Rıza Kehhâle, Mucemun-nisâ, I-III, Dımaşk 1959, III, 137; C. H. Pellat, “Aisha bint Talha”, The Encyclopaedia of İslam, 2nd Edition, London 1960, I, 308; Ahmet Lütfi Kazancı, “Âişe bint Talha”, DİA, II, 206-207.

[3]    İbn Sa‘d, et-Tabakâtü’l-kübrâ, (nşr. İhsân Abbâs), I-IX, Beyrut 1968, VIII, 467; Belâzürî, Ensâbü’l-eşrâf (nşr. Riyâd Ziriklî-Süheyl Zekkâr), I-XIII, Beyrut 1996, X, 137-142; İbn Asâkir, Târîhu medîneti Dımaşk, (nşr. Muhibbüddîn Ebû Saîd), I-LXXX, Beyrut 1995, LXIV, 247-260; Safedî, el-Vâfî bi’l-vefeyât (nşr. Hellmut Ritter), I-XXX, Wiesbaden 1931-2004, XVI, 600-602.

[4]    Şeybânî, Câmi‘u,l-usûl li-ehâdîsi’r-Resûl, I-XV, Beyrut 1991, XIV, 820-821; Kehhâle, III, 137. Ayrıca bk. Safedî, XVI, 600.

[5]    Örneğin bk. İbn Kesîr, el-Bidâye ve’n-nihâye (nşr. Abdullah b. Abdülmuhsîn et-Türkî), I-XIV, XII, 148, Kahire 1997.

[6]    bk. Gülgün Uyar, “Ümmü Külsûm bint Ebû Bekir”, DİA, XLII, 324.

[7]    İbn Sad, III, 194.

[8]    Bazı örnekler için bk. H. İbrahim Acar, “İslâm Hukukunda Evlenme Ehliyeti Bakımından Küçüklerin Evlen­dirilmesi Problemi”, Dinî Araştırmalar Dergisi, c. 6, sayı: 16, Ankara 2003, s. 128-135.

[9]    Ebü’l-Ferec el-İsfahânî, el-Egânî, (nşr. Abdülemîr Alî Mühennâ-Semîr Yûsuf Câbir), I-XXVII, Beyrut 2002, XI, 184; Safedî, XVI, 601.

[10]  İlgili rivayetler için bk. Belâzürî, 51; X, 139; İbn Abdürabbih, el-İkdü’l-ferîd, (nşr. Ahmed Emîn ve dğr.), I-VII, Bey­rut 1990, VI, 112-113; Ebü’l-Ferec el-İsfahânî, XI, 184; İbn Asâkir; LXIX, 250; Bürrî, el-Cevhere fî nesebi’n-nebî ve ashâbihi’l-'aşere, (nşr. Muhammed et-Tevencî), Riyad 1983, II, 307; İbn Kayyim el-Cevziyye, Ebû Abdillâh Şemsüddîn Muhammed b. Ebî Bekr, Ravzatul-muhibbîn ve nüzhetü’l-müştâkîn, (nşr. es-Seyyid el-Cemîlî), Beyrut 1987, s. 234; Safedî, XVI, 601. Bazı şiirler için ayrıca bk. Muhammed b. Habîb, el-Münemmak fî ahbâri Kureyş, (nşr. Hurşîd Ahmed Fârık), Beyrut 1985, s. 383; Ebü’l-Ferec el-İsfahânî, XI, 185.

[11] M. Muhtâr es-Sûsî, Sûsul-âlime, s. 95, Dârü’l-Beyzâ 1984.

[12] Azzetü’l-Meylâ Âişe bint Talha’yı, ona evlenme teklif eden Mus‘ab b. Zübeyr için değerlendirirken “İki kusuru vardır, büyük kulak ve büyük ayaklar, bunlardan birisini başörtüsü (himâr), diğerini de ayakkabılar örter.” dediği bilinmektedir. bk. Belâzürî, VII, 19, X, 137; Ebü’l-Ferec el-İsfahânî, XI, 176-179.

[13] Milhafe denilen dikişsiz bir üst elbiseyi giydiğine ilişkin olarak bk. Ebü’l-Ferec el-İsfahânî, XI, 185. Enes b. Mâlik kendisini görmeye gelenler olduğunu bildirdiğinde, misafirlerini karşılarken giymeyi âdet edindiği elbisesini giyip onları kabul ettiğine dair bk. Harâitî, Vtilâlal-kulûbfîahbânl-‘uşşâk (nşr. Hamdî Dimerdâş), I-II, Mekke 2000, I, 160; İbn Asâkir, LXIX, 251; Kehhâle, s. 138. Bu elbisenin kaliteli kumaşlardan yapıldığına dair bk. Ebü’l-Ferec el- İsfahânî, XI, 192; Kehhâle, III, 139.

[14] Gerek biyografi kitaplarındaki gerekse edebiyat kitaplarında Hz. Âişe’nin üçüncü kişilerle münasebetlerini anlatan rivayetlerde, yanında bulunan cariyelerden yahut azatlı cariyelerden bahsedilmekte ve yaşanan gelişmeler üzerine onlara bir şeyler söylediği ya da isteklerde bulunduğu anlatılmaktadır. bk. Aşağıda sayfa 27-33.

[15] İbn Ebü’d-Dünyâ, Islâhü’l-mâl (nşr. Mustafa Müflih el-Kuzât), Mansûre 1990, s. 349; İbn Asâkir, LXIX, 253. Kehhâle, s. 138.

[16] Zeccâcî, Ahbâru Ebi’l-Kâsım ez-Zeccâcî, (Abdülhüseyin el-Mübârek), Bağdat 1980, s. 236; İbn Asâkir, LXIX, 253. İbn İshâk’ın eserini kendisine yazdırdığı Yûnus b. Bükeyr-İbn İshâk-babası İshâk senediyle gelen bu rivayeti İbn Abdürabbih, İshâk’ı zikretmeksizin “Yûnus b. Bükeyr Muhammed b. İshâk’tan” şeklinde yani Âişe’yi gören babası değil İbn İshâk’mış gibi zikretmiştir. bk. İbn Abdürabbih, VI, 113. Metinde İshâk rivayeti esas alınmışsa da hicrî 80 (699) yılında doğan ve Medine’de büyümüş olan İbn İshâk’ın çocukluğunda ya da gençliğinde babası ile birlikte yahut babasından bağımsız olarak Âişe bint Talha’yı görmüş olması muhal değildir.

[17] Hilal Görgün, “Sükeyne bint Hüseyin”, DİA, XXXVIII, s. 46, İstanbul 2010.

[18] (j^Î tgj ^jj^âj oî jJ-Sj %-*-^j t» *ül_^).

[19] Ebü’l-Ferec el-İsfahânî, XI, 180; Husrî, Zehrü’l-âdâb ve semerü’l-elbâb (nşr. Ali Muhammed el-Bicâvî), I-II, Kahire 1969, I, 257; Nüveyrî, IV, 252; Safedî, XVI, 600; Ziriklî, III, 240. Ayrıca bk. Will Durant, Kıssatü’l-hadâra, I-XLII, Kahire 1968, XIII, 136.

[20] Muhammed b. Habîb, el-Muhabber, (nşr. Ilse Lichtenstadter), Haydarabad 1942, s. 442; İbnü’l-Esîr, Câmi'ul-usûl min ehâdîsir-Resûl, (nşr. Abdülkâdir el-Arnaût), I-XV, Beyrut 1991, XIV, 820-821; Safedî, XVI, 600.

[21] İbn Sa‘d, V, 194. Nefîse’nin Emevî halifesi Velîd b. Abdülmelik (705-715) ile evlendiği ifade edilmiştir.

[22] Diğer kaynak ve araştırmalardan bazıları için bk. dipnot 1-2. Ayrıca bk. İbn Kuteybe, el-Maârif (nşr. Servet Ukkâşe), Kahire 1992, s. 234; İbn Hazm, Cemheretü Ensâbi’l-arab, (nşr. Abdüsselâm Muhammed Hârûn), s. 137, Ka­hire ty.

[23] İbn Sa‘d, V, 183.

[24] bk. dipnot 1-2, 21.

[25] bk. İbn Hacer, Tehzîbü’t-tehzîb, I-XII, Beyrut 1907, V, 291; Sehâvî, et-Tuhfetul-latîfe fî târîhi’l-Medmetiş-Şerîfe, I-II, Beyrut 1993, II, 50; Zürkânî, Şerhul-Muvatta’, I-IV, Beyrut 1987, IV, 292. İbnü’l-Esîr’in Câmi‘u,l-Esîr isimli ese­rinde Abdullah b. Abdurrahman için “İbnü’z-Zübeyr’den önce öldü.” ifadesi yer almaktadır ki kastedilen 73/692 yılın­da vefat eden Abdullah b. Zübeyr olmalıdır. bk. İbnü’l-Esîr, Câmiu’l-usûl, XIV, 672.

[26] bk. dipnot 161-162.

[27]  Ebü’l-Ferec el-İsfahânî, XI, 192; Ziriklî, III, 240.

[28]  Ebü’l-Ferec el-İsfahânî, XI, 192; Nüveyrî, IV, 257.

[29] bk. dipnot 1-2, 21.

[30]  İbnü’l-İmâd, Şezerâtuz-zeheb fî ahbâri men zeheb, (nşr. Abdülkâdir el-Arnaût-Mahmûd el-Arnaût), I-XI, II, 12, Beyrut 1988.

[31]  Yâfiî, Miratü’l-cenân ve ‘ibretü’l-yakzân fî marifeti havâdîsi’z-zamân, I-II, yy., 1337, I, 211-212.

[32]  Safedî, XVI, 600, (fcl^                           Jl ^)

[33]  Zehebî, Târîhu’l-Îslâm ve vefeyâtü’l-meşâhir ve’l-a'lâm, (nşr. Beşşâr Avvâd Ma‘rûf), I-XVII, Beyrut 2003, III, 76; Siyeru

adâmin-nübelâ, (nşr. Şuayb el-Arnaût), I-XXV, Beyrut 1985, IV, 369 (ftUl   Sj-^JI            ^).

[34]  Ayrıca bk. Ömer Rıza Kehhâle, III, 154 (S$Uj   a^).

[35]  Ebü’l-Ferec el-İsfahânî, XI, 195; Ebü’l-Ferec İbnü’l-Cevzî, el-Muntazamfî târîhi’l-mülûk ve’l-ümem, (nşr. Muhammed- Mustafa Abdülkâdir Atâ), I-XIX, Beyrut ty., VII, 227; Nüveyrî, Nihâyetul-erebfîfünûni’l-edeb, (nşr. Alî Muhammed Hâşim-Abdülmecîd) I-XXXIII, Beyrut 2004; Zehebî, Târîhul-Îslâm, III, 76; Siyeru Alâmin-Nübelâ, IV, 369.

[36]  Nadir Özkuyumcu, “Hişâm b. Abdülmelik”, DÎA, XVIII, 148.

[37]  İbn Sa‘d, VIII, 467; Zehebî, Siyeru. alâmi’n-nübelâ, IV, 369.

[38]  Zehebî, Târîhu’l-Îslâm, III, 76.

[39]  İclî, Târîhus-sikât, (nşr. Abdülalîm Aldülazîm Bestevî), I-II, Medine 1985, II, 455; İbn Hacer, Tehzîbut-Tehzîb, XII, 436-437; Takrîbut-Tehzîb, (nşr. Abdülvehhâb Abdüllatîf), I-II, Beyrut 1975, II, 606; Kehhâle, III, 154.

[40]  Zehebî, Târîhu’l-Îslâm, III, 76; Kehhâle, III, 154.

[41]  Tayâlisî, el-Müsned, (nşr. Muhammed Hasen İsmâîl), I-III, Beyrut 2004, II, 251; Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, (nşr. Şuayb el-Arnaût), Beyrut 2004, VI, 41; Müslim, el-Câmi'us-sahîh, Mevsû'atÜl-hadîsiş-şerîf el-kütübüs-sitte içerisinde, Riyad 2000, “Kader”, 31; İbn Mâce, es-Sünen, Mevsûatul-hadîsiş-şerîf el-kütübüs-sitte içerisinde, Riyad 2000, “Sün- ne”, 10; Ebû Dâvûd, es-Sünen, MevsûatÜl-hadîsiş-şerîf el-kütübüs-sitte içerisinde, Riyad 2000, “Sünne”, 17; Nesâî, es- Sünen, MevsûatÜl-hadîsiş-şerîf el-kütübüs-sitte içerisinde, Riyad 2000, “Cenâiz”, 58.

[42]  Müslim, “Kader”, 30.

[43]  Hays/^^Jl, iyi cins bir hurma çeşidi olan sarı renkli bernî hurması ile peynir ve yağın, hurmaların bütün çekirdekleri çıkıncaya kadar iyice yoğrulmasıyla elde edilen bir yemek çeşididir. bk. Halîl b. Ahmed, KitâbÜl-ayn, (nşr. Dr. Dâvud Sellûm) Beyrut 2004, 187/III, 273; İbn Manzûr, LisânÜl-Arab, I-VII, Beyrut 1997, II, 198.

[44]  Abdürrezzâk, el-Musannef, (nşr. Habîbürrahmân el-A‘zamî), I-XI, Beyrut 1983, IV, 277; Ahmed b. Hanbel, VI, 49; Nesâî, “Sıyâm”, 67.

[45]  Müslim, “Sıyâm”, 169.

[46]  Ebû Dâvûd, “Sıyâm”, 73; Tirmizî, el-Câmius-sahîh, MevsûatÜl-hadîsiş-şerîf el-kütübüs-sitte içerisinde, Riyad 2000, “Savm”, 35; Nesâî, “Sıyâm”, 67. Ebû Hâtim, bu hadisin Simâk-Âişe bint Talha senediyle gelen rivayetini, bu iki râvînin birbirlerinden hadis almadıkları gerekçesiyle ‘münker’ saymış, iki ayrı hadisin rivayetinin karışması neticesi böyle bir sonucun çıkmış olabileceğini söylemiştir. bk. İbn Ebû Hâtim, İlelÜl-hadîs, (nşr. Sa‘îd b. Abdullâh el-Humeyyid-Hâlid b. Abdurrahmân el-Cüreysî), I-VI, Riyad 2006, III, 86.

[47]  Abdürrezzâk, V, 8 Saîd b. Mansûr, es-Sünen, (nşr. Habîbürrahmân el-A‘zamî), I-II, Beyrut 1985, II, 133; İbn Sa‘d, VIII, 72.

[48]  Ahmed b. Hanbel, VI, 79; Nesâî, “Menâsik”, 4.

[49]  Buhârî, el-CâmiU.’s-sahîh, MevsûatÜl-hadîsiş-şerîf el-kütübüs-sitte içerisinde, Riyad 2000, “Hacc”, 4.

[50]  İbn Mâce, “Menâsik”, 8; Fâkihî, Ahbâru Mekke fî kadîmid-dehr ve hadîsih, (nşr. Abdülmelik b. Abdullâh b. Dehîş), I-IV, Mekke 1987, I, 376.

[51]  Ahmed b. Hanbel, VI, 67; Buhârî, “Cihâd”, 62.

[52]  İbn Mâce, “Menâsik”, 8; İbn Huzeyme, es-Sahîh, (nşr. Muhammed Mustafa el-A‘zamî), I-IV, Beyrut 1975, IV, 359; Dârekutnî, es-Sünen (nşr. Şuayb el-Arnaût ve dğr.) I- V, Beyrut 2004, III, 345; Aynî, X, 315.

[53]  Saîd b. Mansûr, II, 133; Buhârî, Halku efâli’l-ibâd, Beyrut 1984, s. 33; Heysemî, Keşfü’l-astâr an zevâidıl- Bezzâr, (nşr. Habîbürrahmân el-Azamî), I-IV, Beyrut 1979, II, 257.

[54]  Ahmed b. Hanbel, VI, 62; İbn Kesîr, X, 357-358. Bu hadisin yine Hz. Âişe’den gelen ancak senedinde Âişe bint Talha’nın bulunmadığı farklı tarîkleri için bk. Müslim, “Fadâilü’s-sahâbe”, 26.

[55]  İman, ibadet ve ahlâka ilişkin bütün iyilikleri ifade eden bu geniş kapsamlı terim için bk. Ali Toksarı, “Birr”, DİA, VI, 204-205.

[56]  Meşrû devlet başkanına silahla karşı koyma, isyan etme anlamına gelen bu fıkıh terimi için bk. Ali Şafak, “Bağy”, DİA, IV, 451-452.

[57]  İbn Râhûye, el-Müsned, (nşr. Muhammed Muhtâr Dırâr el-Müftî), Beyrut 2002, s. 266; Taberânî, el-Mucemü’l- evsat, (nşr. Mahmûd b. Ahmed et-Tahhân), I-X, Riyad 1985, X, 176. Bu rivayet, hadis âlimleri tarafından senedindeki bazı râvîlerden ötürü, zayıf, münker gibi lafızlarla cerh edilmiştir. bk. Mizzî, Tehzîbul-kemâl, I- XV, Beyrut 1982-1988, XIII, 99; Zehebî, Mîzânü,l-i‘tidâl, (nşr. Ali Muhammed Muavvaz-Âdil Ahmed Abdülmevcûd”, I-VIII, Beyrut 1995, III, 415.

[58]  Ahmed b. Hanbel, 1814/VI, 68; Heysemî, Gâyetü’l-maksad fî zevâidi’l-Müsned, (nşr. Hallâf Mahmûd Semî‘), I-IV, Beyrut 2001, III, 125.

[59]  Müslim, “Fadâilü’s-sahâbe”, 17; İbn Hibbân, el-İhsân fî takrîbi Sahîh-i İbn Hibbân, (nşr. Şuayb el-Arnaût), I-XVI, Beyrut 1988-1991, VIII, 108; İbn Hacer, Fethü’l-bârî bi-şerhi Sahihtl-Buhâri (nşr. Mahmud Fuâd Abdülbâkî), I-XIV, Dımaşk 2000, III, 361; el-İsâbe fî temyîzis-sahâbe, (nşr. Âdil Ahmed Abdülmevcûd-Ali Muhammed Muavviz), I-IX, Beyrut 2005, VIII, 154.

[60]  Tirmizî, “Menâkıb”, 40; İbn Hibbân, es-Sahîh, XV, 534; İbn Asâkir, VIII, 66.

[61]  İbn Ebû Âsım, el-Âhâd ve’l-mesânî, (nşr. Bâsim Faysal Ahmed el-Cevâbire), I-VI, Riyad 1991, I, 70.

[62]  (jbJl              ı^1 d! Oj^ ^^).

[63]  İbn Sa‘d, III, 170; Ebû Ya‘lâ, el-Müsned, (nşr. Hüseyin Selîm Esed), I-XIII, Dımaşk 1986, VIII, 303; Taberânî, el-Mucemü’l-evsat, X, 176; Hâkim, el-Müstedrek, (nşr. Hamdî Dimerdâş Muhammed), I-VIII, Mekke 2000, V, 1664; Ebü’l-Ferec İbnü’l-Cevzî, el-Muntazam fî târîhi’l-mülûk ve’l-ümem, (nşr. Muhammed-Mustafa Abdülkâdir Atâ), I-XIX, Beyrut ty., IV, 53.

[64]  Hadiste zikri geçen (<^ ^^) ifadesi, 33/Ahzâb suresi, 23. âyette geçen bir ifadedir. Allah ilgili âyette “Müminlerden öyle kimseler vardır ki Allah’a verdikleri söze sâdık kaldılar. İçlerinden bir kısmı verdikleri sözü yerine getirmiştir (şe­hit olmuştur). Bir kısmı da (şehit olmayı) beklemektedir. Verdikleri sözü asla değiştirmemişlerdir.” buyurmaktadır.

[65]  İbn Sa‘d, III, 218; Ebû Ya‘lâ, VIII, 302; Ebû Nu‘aym el-İsfahânî, Hilyetü’l-evliyâ, I, 88; Taberânî, el-Mucemü’l- evsat, X, 175-176; İbn Hacer, el-Metâlibul-âliye bi-zevâidi’l-mesânidi’s-semâniye, (nşr. Habîburrahmân el-A’zamî), I-IV, Kuveyt ty., IV, 78.

[66]  Taberânî, el-Mucemü’l-evsat, II, 24, V, 366-367; Beyhakî, Şu‘abü’l-îmân, (nşr. Abdülalî Abdülhamîd Hamîd- Muhtâr Ahmed en-Nedvî ve dğr.), I-XV, Bombay 2008, XIV, 12-13. Hadisin sıhhati ile ilgili değerlendirmeler için bk. Buhârî, et-Târîhu’l-kebîr, I-VIII, Haydarabad 1362, V, 110-111; Teymî, et-Tergîb ve’t-terhîb, (nşr. Eymen b. Sâlih b. Şabân), I-III, Kahire 1993, III, 42.

[67]  Taberânî, el-Mucemü’l-evsat, X, 175; Beyhakî, Şuabü’l-îmân, XI, 527. Hadisin sıhhati ile ilgili bilgi için bk. İbn Adî, el-Kâmilfîduafâi’r-ricâl, I-VII, Beyrut 1985, IV, 1387-1388.

[68]  Ebû Nuaym el-İsfahânî, Hilyetü’l-Evliyâ, VII, 115.

[69]  Sıhhati ile ilgili tartışmalar bulunan bu hadis için bk. İbn Adî, I, 54; Zehebî, Mîzânü’l-i'tidâl, VII, 173.

[70]  İbn Asâkir, LVII, 272; Zehebî, Târîhu’l-lslâm, II, 200. Konu ile ilgili İbn Sad başta olmak üzere güvenilir diğer kay­naklarda “lanetledi” ifadesine yer verilmeksizin sadece “Medineden sürdüğü (cö^/oU;)” bildirildiğinden, “Onu ve soyunu lanetledi.” ifadesini sahih kabul etmek mümkün görülmemektedir. bk. İbn Sa‘d, V, 447; İbn Hacer, el-İsâbe, II, 91-92; İbn Ebû Hâtim, el-Cerh ve’t-tadîl, I-X, Beyrut 1952, III, 120. Esasen Hz. Âişe’nin fitne hadiseleri sırasında Mervân’a, “Resûlullâh babanı lanetledi, sen de onun sulbündensin.” diyerek çıkıştığı bildirilmiştir ki Hz. Âişe’ye ait bu ifadenin yukarıdaki muahhar iki kaynağa, Hz. Peygamberin sözü gibi dâhil edilmiş olabileceği akla gelmektedir. bk. İbn Abdülber, el-İstîâb fî ma'rifeti’l-ashâb (nşr. Ali Muhammed Muavviz-Âdil Ahmed Abdülmevcûd), I-V, Beyrut 2002, I, 415; İbnü’l-Esîr, Üsdü’l-Gâbefî marifeti’s-sahâbe, (nşr. Ali Muhammed Muavviz-Âdil Ahmed Abdülmevcûd), I-VII, Beyrut 2003, II, 49; İbn Abdülber, el-lstîâb fî marifeti’l-ashâb, (nşr. Ali Muhammed Muavviz-Âdil Ahmed Abdülmevcûd), I-V, Beyrut 2002, I, 415.

[71]  Kâha ile ilgili “Medine’ye bir mil uzaklıkta bir yerleşim yeri.” yahut “Mîkat yerlerinden Cuhfe ile Kadîd arasındaki yer.” şeklinde farklı tanımlamalar yapılmıştır. bk. Yâkût el-Hamevî, Mu'cemul-büldân, (nşr. Ferîd Abdül‘azîz el-Cündî), I-VII, Beyrut ty., IV, 329-330.

[72]  Rivayette ‘kırmızıcık’ anlamına gelen şukeyrâ kelimesi esasen beyaz tenli olan bir kimsenin renkli kokunun tesiriyle yüzünde oluşan kırmızılığı ifade etmektedir. Nitekim Hz. Peygamber’in başka vesilelerle Âişe’ye lafzen ‘kırmızıcık’ an­lamına gelen humeyrâ/d^^^ kelimesiyle seslendiği (İbn Sa‘d, VIII, 80) ve bu kelimenin Araplarda, özellikle kadınlar için kullanıldığında beyaz tenli olmayı ifade ettiğine bildirilmiştir. bk. İbn Manzûr, II, 151.

[73]  İbn Sad, VIII, 72.

[74]  İbn Hibbân, Kitâbü’l-mecrûhîn mine’l-muhaddisîn ved-duafâ ve’l-metrûkîn, (nşr. Hamdî b. Abdülmecîd b. İsmâ‘îl es-Selefî), I-II, Riyad 2000, II, 232; Zehebî, Mîzânü,l-i‘tidâl, V, 485.

[75]  Nesâî, “Menâsik”, 223.

[76]  Dârekutnî, III, 325.

[77]  Buhârî, et-Târîhu’l-evsat (mşr. Muhammed b. İbrâhîm el-Leheyrân), I-II, Riyad 1998, I, 441.

[78]  Ebû Dâvûd, “Edeb”, 143; Hâkim, V, 1777-1778.

[79]  Taberânî, Kitâbüd-duâ, (nşr. Muhammed Sa‘îd b. Muhammed Hasan el-Buhârî), I-III, Beyrut 1987, III, 1672.

[80]  Tirmizî, “Menâkıb”, 60; Zürkânî (v. 1122/1710), Şerhu’l-Mevâhibi’l-ledünniyye, (nşr. Muhammed Abdülazîz el-Hâlidî), I- XII, Beyrut 1996, XII, 101.

[81]  Buhârî, el-Edebü‘l-müfred, Beyrut 1985, s. 326; İbn Hibbân, es-Sahîh, XV, 403; Zürkânî, Şerhu’l-Mevâhibi’l- ledünniyye, (nşr. Muhammed Abdülazîz el-Hâlidî), I- XII, Beyrut 1996, XII, 101-102.

[82] Yıkandığında, yağ ve koku sürüldüğünde başa sarılan geniş bez parçasına dımâd denilmektedir. bk. İbn Manzûr, IV, 136.

[83]  İbn Râhûye, s. 256; İbn Hacer, Fethü’l-bârî, III, 503; Zürkânî, Şerhu’l-Muvatta’, I-IV, Beyrut 1987, II, 235.

[84]  Ebû Dâvûd, “Menâsik”, 31; Beyhakî, es-Sünenü’l-kübrâ, IX, 443; İbnü’l-Esîr, en-Nihâye fîgarîbi’l-hadîs ve’l-eser, (nşr. Tâhir Ahmed ez-Zâvî-Mahmûd Muhammed et-Tanâhî), I-V, Kahire 1963, II, 384; İbn Kayyim el-Cevziyye, Zâdü’l- meâdfîhedyi hayri’l-'ibâd, (nşr. Muhammed el-Enver Ahmed el-Baltacî), I-IX, Beyrut 2000, III, 267. Sük, misk (U^) ile râmekin (Udj) karıştırılmasıyla elde edilen bir koku çeşididir. bk. Halîl b. Ahmed, V, 272, 370. Râmek/râmik ise katran gibi siyah olup miske karıştırılan bir maddedir. bk. İbn Manzûr, III, 122. Detaylı bilgi için bk. Fatımatüz Zehra Kamacı, Hz. Peygamber Devrinde Kadınların Süslenmesi, İstanbul 2014, s. 114.

[85]  Ebû Ya‘lâ, VIII, 296.

[86]  İbn Râhûye, s. 256; Ebû Dâvûd, “Menâsik”, 31; Ebû Ya‘lâ, VIII, 296.

[87]  İbn Râhûye, s. 256; Ahmed b. Hanbel, 1860/VI, 137; Ebû Dâvûd, “Tahâre”, Beyhakî, es-Sünenü’l-kübrâ, II, 60; 99.

[88]  Ebü’l-Ferec el-İsfahânî, el-Egânî, (nşr. Abdülemîr Alî Mühennâ-Semîr Yûsuf Câbir), I-XXVII, Beyrut 2002, XI, 195. Ayrıca bk. Zehebî, Târîhu’l-İslâm, III, 76; Kehhâle, III, 154.

[89]  Kays b. el-Hudâdiyye için bk. İbn Hişâm (v. 218/833), es-Sîretün-Nebeviyye, (nşr. Muhammed Ali el-Kutb- Muhammed ed-Dâlî Balta), I-IV, Beyrut 2005, II, 313; Cevâd Ali, el-Mufassal fî târîhi’l-Arab kable’l-İslâm, I-X, yy., 1380, IX, 649.

[90]  Yezîdî, el-Emâlî, Beyrut 1983, s. 153-154; Ahfeş el-Asgar, el-İhtiyâreyn, (nşr. Fahreddîn Kabave), Beyrut 1984, s. 225.

[91]  Muhibbüddîn et-Taberî, er-Riyâzün-nâdire fî fezâ’ili’l-aşere, I-IV, Beyrut 1984, IV, 252; Diyârbekrî, Târîhul hamîs fî ahvâli enfesi nefîs, I-II, Beyrut ty., I, 437.

[92]  Tirmizî, “Menâkıb”, 21.

[93]  İbn Hazm bu rivayeti değerlendirirken, 12 bin dirhemin sadaka mahiyetinde olduğunu, bunu öldürülen yı­lanın diyeti olarak algılamanın yanlış olacağını ifade etmiştir. bk. İbn Hazm, el-Muhallâ, (nşr. Ahmed Muhammed Şâkir-Muhammed Münîr ed-Dımaşkî), I-XI, Kahire 1347-1352, X, 395.

[94]  İbn Battâl dışında bu rivayete yer veren diğer kaynaklarda yılan kelimesi hayye (â*^) yerine cânn (ol^) kelimesi ile karşılanmış olup el-cânn, evlerde sıklıkla bulunabilen, rengi sarıya çalan, göz çevresi sürmeli imişçesine siyah zehirsiz bir yılan türünü ifade etmektedir. bk. İbn Manzûr, I, 474.

[95]  İbn Battâl el-Kurtubî, Şerhu’l-Câmi‘i’s-sahîh, (nşr. Ebû Temîm Yâsir b. İbrâhîm), I-X, Riyad 2000, IV, 494.

[96]  İbn Ebû Şeybe, el-Musannef fi’l-ehâdîs ve’l-âsâr, (nşr. Kemâl Yûsuf el-Hût), I-VII, Beyrut 1989, VI, 182; Ebû Nu‘aym el-İsfahânî, Hilyetü’l-evliyâ ve tabakâtü’l-asfiyâ, I-X, Kahire 1974-1979, II, 49; İbn Abdülberr en-Nemerî, et- Temhîd limâ fi’l-Muvatta’ mine’l-meânî ve’l-esânîd, (nşr. Mustafa b. Ahmed el-Alevî), I-XXVI, Titvan 1982-1992, XI, 118; Zehebî, Siyeru a'lâmin-nübelâ, II, 196; Heysemî, Bugyetul-bâhis an zevâidi Müsnedi’l-Hâris, (nşr. Hüseyin Ah­med Sâlih el-Bâkırî), I-II, Medine 1992, I, 485; Aynî, Umdetul-kârî Şerhu Sahîhi’l-Buhârî, (nşr. Abdullâh Mahmûd Muhammed Ömer), I-XXV, Beyrut 2009, X, 263. Rivayetin farklı bir tarîkinde yılanın Bedir Gazvesi’nin yapıldığı yerde bulunduğu gibi ilginç bir detay yer almakta ve 12 bin dirhem sadaka vermesini Hz. Âişe’ye, babası Hz. Ebû Bekir’in söylediği ifade edilmektedir. bk. İbn Hazm, el-Muhallâ, X, 394; Zehebî, Siyeru a‘lâmin-nübelâ, II, 196.

[97]  İbn Şebbe, Târîhu’l-Medîneti’l-münevvere, (nşr. Alî Muhammed-Yâsîn Beyân), I-II, Beyrut 1996, II, 264-265.

[98]  Beyhakî, es-Sünenü’l-kübrâ, (nşr. Abdullah b. Abdülmuhsîn et-Türkî), I-XXIV, Kahire 2011, IV, 223.

[99]  Hilaî, el-Hile'iyyât, el-Fevâidul-müntekât el-hisân es-sıhâh ve’l-garâib, (nşr. Sâlih el-Lahhâm), Amman 2010, s. 344.

[100]             bk. sayfa 128-129.

[101]  bk. dipnot 117.

[102]  20 gün ya da 20 yıl dışında (İbn Abdürabbih, IV, 296) 80 yıl gibi abartılı rakamlar da söz konusu edilmiştir. bk. İbn Ebü’d-Dünyâ, Kitâbü’l-menâmât, (nşr. Ebû Meryem Mecdî-Fethî İbrâhîm), Kahire ty., s. 118; İbn Receb, Ehvâlü’l- kubûr ve ahvâlü ehlihâ ilen-nüşûr, (nşr. Muhammed Nizâmeddîn el-Futeyyih) Medine 2012, s. 224.

[103]  Rüyayı görenin bizzat Âişe bint Talha olduğu da bildirilmiştir. bk. Dîneverî, Tevîlü muhtelifi’l-hadîs (nşr. Abdülkâdir Ahmed Atâ), Beyrut 1988, s. 106-107.

[104]  bk. İbn Abdürabbih, IV, 296.

[105]  Topuz olarak topladığı uzun saçların seyrelmesi dışında bir değişiklik olmadığı da ifade edilmiştir. bk. İbn Asâkir, XXV, 124.

[106]  İbn Ebü’d-Dünyâ, el-Menâmât, s. 118; İbn Asâkir, XXV, 123-124; İbn Receb, s. 223-224.

[107]  İbn Abdürabbih, IV, 296. Cenaze nakli konusu İslâm âlimlerince tartışılmış ve belirli şartlar altında caiz görülmüş­tür. Bu tarz ictihadlarda, başka yerlerde vefat eden bazı sahabilerin Medine’ye getirilip defnedilmesi etkili olmuş­tur. Esasen kaynaklarda, Âişe bint Talha’nın babasının mezarını naklettirmesi sonucu toplumda çıkan herhangi bir tartışmaya değinilmemiş olması, bu işlemin daha önce yapıldığına ve tabiî olduğuna işaret etmesi yönüyle önem taşımaktadır. Mezar nakli için bk. Mehmet Şener, “Cenaze”, DİA, VII, 356.

[108]  Bân (oUl) tohumlarından son derece güzel kokulu bir yağ elde edilen ve bu yüzden çeşitli koku terkiplerinde kul­lanılan, ayrıca yara ve sivilceleri giderme yönü ile cilt bakımında tercih edilen küçük bir ağaçtır. bk. Michel Hayek, Mevsûatüh-nebâtâti’t-tıbbiyye, I-II, Beyrut 1996, II, 31.

[109]  Halîl b. Ahmed’in verdiği bilgilere göre Arap Yarımadası’nda çok kullanılan misk için katı hali (kâtin:jJls), en kalitelisi
(kârit/
ojli) ve kokusuzu (ked/j^) gibi pek çok özellik söz konusu edilmektedir. bk. Halîl b. Ahmed, V, 126, 128, 396.

[110]  bk. İbn Abdürabbih, IV, 296.

[111]  bk. sayfa 139-140.

[112]  Ahmed b. Hanbel, VI, 59. Ayrıca bk. Buhârî, “Savm”, 23, 24; Müslim, “Sıyâm”, 62-65; Tirmizî, “Savm”, 24; İbrahim Kafi Dönmez, “Oruç”, DİA, XXXIII, 422.

[113]  Taberânî, el-Mu‘cemul-evsat, VIII, 291; el-MuCemüs-sagîr, (nşr. Tevfîk b. Abdullâh b. Mes‘ûd), Riyad 2011, s. 468. Ayrıca bk. Müslim, “Tahâre”, 106; Ebû Dâvûd, “Tahâre”, 134; İbn Mâce, “Tahâre”, 82; Tirmizî, “Tahâre”, 85.

[114]  Buhârî, el-Edebul-müfred, s. 371. Bu rivayetin tarihi süreçte, “Kadına okuma yazma öğretilmeli midir?” bağlamında tartışılması ve öğretilebileceğine cevaz olarak gösterilmiş olması oldukça dikkat çekicidir. bk. Azîmâbâdî, Avnül- ma’bûd Şerhu Süneni Ebî Dâvûd, (nşr. Abdurrahmân Muhammed Osmân), I-XIV, Medine 1968, X, 375.

[115]  Ebû Abdillâh Hüseyn b. İsmâîl b. Muhammed el-Mehâmilî ed-Dâbbî (v. 330/942), el-Emâlî, (nşr. İbrâhîm İbrâhîm el-Kaysî), Amman 1991, s. 90; İbn Asâkir, XXVIII, 193.

[116]  Beyhakî, Şu‘abü’l-‘îmân, X, 244; Teymî, III, 142; Süyûtî, el-Hâvîlilfetâvî, (nşr. Muhammed Muhyiddîn Abdülhamîd), I-II, Kahire 1959, I, 172.

[117]  İbn Huzeyme, IV, 243.

[118]  Sâbit b. Hazm, ed-Delâilfîgarîbi’l-hadîs, (nşr. Muhammed b. Abdullâh el-Kannâs), I-III, Riyad 2001, I, 349.

[119]  Hâkim, IV, 1335; Ebû Nu‘aym el-İsfahânî, Marifetüs-sahâbe, (nşr. Muhammed Hasan-Mesud Abdülhamîd), I-V, Beyrut 2002, I, 48; İbn Asâkir, XXV, 83; İbn Hacer, el-Metâlibü’l-âliye, IV, 36. bk. sayfa 134.

[120]  Ebü’l-Ferec el-İsfahânî, XI, 192; Kehhâle, III, 139. Ayrıca bk. sayfa 145-146.

[121]  bk. dipnot 131.

[122]  Ebü’l-Ferec el-İsfahânî, XI, 180; Zeyneb Fevvâz, ed-Dürrü’l-mensûr fî tabakâti rabbâti’l-hudûr, (nşr. M. Emîn Dannâvî), I-II, Beyrut 1999, II, 51; Kehhâle, III, 139.

[123]  bk. sayfa 151.

[124]  bk. dipnot 134.

[125]  bk. sayfa 147.

[126]  bk. dipnot 21.

[127]  Belâzürî, X, 138-139; Nüveyrî, IV, 252.

[128]  Ebü’l-Ferec el-İsfahânî, XI, 185.

[129]  Îlâ, kocanın, eşiyle cinsel ilişkide bulunmamak üzere yaptığı yemin anlamına gelmekte olup İslâm hukukunda evli­liği boşanmaya götüren sebeplerden birisi olarak görülmektedir. Detaylı bilgi için bk. Hamdi Döndüren, “Îlâ”, DİA, XXII, 61-62.

[130]  İlgili rivayette Âişe bint Talha’nın umre için Mekke’de olduğu sırada düşük ya da doğum yaptığı ve onu saçı başı da­ğınık bir halde gören Hz. Âişe’nin, lohusalık döneminde kendisini bırakmasının doğru olmadığını ifadeyle, giyinip süslenmesini, bunun evliliği için daha hayırlı olacağını bildirdiği ifade edilmiştir. bk. İbn Asâkir, LXIX, 252.

[131]  Mâlik b. Enes, el-Muvatta’, (nşr. Abdülvehhâb Abdüllatîf), Beyrut ty., “Sıyâm”, 5; Tahâvî, Şerhu Meâni’l-âsâr, II, 155; İbn Asâkir, LXIX, 252; Kastallânî, el-Mevâhibü’l-ledünniyye, (nşr. Sâlih Ahmed eş-Şâmî), I-IV, Beyrut 1991, II, 614. Ayrıca bk. İbn Hacer, Fethul-bârî, IV, 150; Kastallânî, İrşâdüs-sârî li şerhi Sahîhi’l-Buhârî, I-X, Beyrut ty., III, 368; Zürkânî, Şerhu,l-Muvatta\ II, 163-166.

[132]  Belâzürî, X, 137; Nüveyrî, IV, 255; Safedî, XVI, 601.

[133]  İbn Kuteybe, el-Maârf, s. 233-234; Makdîsî, el-Bed’ ve’t-târîh, (nşr. Halîl İmrân el-Mansûr), I-VI, Beyrut 1997, II, 152; Aynî, I, 76, IX, 192. Mehir miktarı ile ilgili 1000 dirhem yahut 100 bin dirhem gibi farklı rakamlar zikredilmiş­tir. 1000 dirhem için bk. Mâverdî (v. 450/1058), el-Hâvii-kebîr, (nşr. Mahmûd Matracî), I-XXII, Beyrut 1994, XII, 11; Aynî, XX, 193; Kastallânî, İrşâdüs-sârî li şerhi Sahîhii-Buhârî, III, 96. 100 bin dirhem için bk. İbn Ebü’d-Dünyâ, Islâhüi-mâl, s. 349.

[134]  İbnü’t-Tıktaka, el-Fahrîfi âdâbi’s-sultâniyye ve’d-düveli’l-İslâmiyye, Beyrut ty., s. 123.

[135]  İbnü’t-Tıktaka, s. 123; İbn Kesîr, XII, 152. Bir diğer rivayette, Musab’ı tarif ederken sözlerine, “Irak’a 5 yıl boyunca vali olan, milyonlarca dirhem kazanan” diye başladıktan sonra evlendiği kadınlar arasında Âişe ve Sükeyne’nin yanında Humeyd b. Abdullah’ın kızı ile Reyyân b. Üneyf el-Kelbî’nin kızını da zikretmiştir. bk. İbn Tağriberdî, en- Nücûmu’z-zâhire fî mülûki Mısr ve’l-Kâhire, I-XVI, Kahire 1929-1972, I, 290.

[136]  Ebû Nuaym el-İsfahânî, Hilyetü’l-evliyâ, I, 309; İbn Asâkir, XL, 267; Ebü’l-Ferec İbnü’l-Cevzî, VI, 134; İbn Hallikân, Vefeyâtü’l-a'yân, (nşr. İhsân Abbâs), I-VIII, Beyrut 1968-1972, III, 29; Zehebî, Târîhu’l-İslâm, II, 882. Senedsiz olarak jJİ: zükira kavliyle nakledilen bir rivayette, Mekke’deki Hicr-i İsmâîl’de gerçekleşen bu toplantıda Zübeyr’in üç oğ­luyla Abdülmelik b. Mervân’ın bir araya geldiği ve bütün yeryüzüne hükümdar olmayı dilediği, Mus‘ab’ın yukarıdaki isteğini tekrarlamasına karşın Abdullah’ın, Harameyn’in emîri olmayı istediği, Urve b. Zübeyr’in ise ilim ve Allah’tan bağışlanma dilediği belirtilmiştir. bk. Bürrî, II, 303.

[137]  Zıhâr, kocanın kendisine haram kılmak maksadıyla karısını veya karısının baş, yüz, sırt gibi bütününü ifade eden bir bölümünü, evlenmesi dinen yasak olan yakını (mahrem) bir kadına benzetmesi demektir. Detaylar için bk. Ahmet Yaman, “Zıhâr” DİA, XLIV, 387-390.

[138]  Dârekutnî, IV, 495; İbn Abdülber, el-İstizkârü’l-câmi‘ li-mezâhibi fukahâi’l-emsâr ve ‘ulemâi’l-aktâr, (nşr. Abdülmu‘tî Emîn Kal‘acî), I-XXX, Beyrut 1993, XVII, 128; İbn Kudâme, el-Muğnî, (nşr. Abdullah b. Abdülmuhsin et-Türkî- Abdülfettâh Muhammed el-Hulv), I-XV, Riyad 1999, XI, 112; Zerkeşî, Şerhu’z-Zerkeşî alâ Muhtasari’l-Hırakî, (nşr. Abdullâh b. Abdurrahmân b. Abdullâh el-Cibrîn), I-VII, Riyad 1993, V, 507. Kadının zıhâr yapıp yapamayacağı, yaparsa sonucunun ne olacağı ile ilgili tartışmalar için bk. İbn Kudâme, XI, 111-119; Şinkîtî, Edvâü’l-beyân fî îzâhi’l- Kurân, I-X, Riyad 1983, VI, 568-570.

[139]  Abdürrezzâk, VI, 444; Saîd b. Mansûr, II, 20.

[140]  Bazı rivayetlerde ünlü fakih Şeybânî (v. 189/805) ya da Abdullah b. Muğaffel (v. 59/679) gibi sahabilerin ismi zik­redilmekteyse de vefat tarihi itibariyle her iki seçeneğin de muhal olduğu görülmektedir. bk. İbn Kudâme, XI, 112; Şinkîtî, VI, 568-570.

[141]  Saîd b. Mansûr, II, 20.

[142]  bk. Ebü’l-Ferec el-İsfahânî, XI, 181; Nüveyrî, IV, 253; Safedî, XVI, 600; Zeyneb Fevvâz, II, 51.

[143]  Dârekutnî, IV, 495; İbn Abdülber, el-İstizkârul-câmi1 li-mezâhibifukahâfl-emsâr ve ‘utemâi’l-aktâr, (nşr. Abdülmutî Emîn Kalacî), I-XXX, Beyrut 1993, XVII, 128.

[144]  Müberred, el-Fâzıl ve’l-mefzûl, (nşr. Abdülazîz el-Meymenî), Kahire 1938, s. 117.

[145]  bk. Ebü’l-Ferec el-İsfahânî, XI, 182-183. Bir diğer rivayette, Musab’ın, Âişe’yi değerlendirmesi için istekte bulunduğu kadının Hubbâ el-Medîniyye olduğu ve kadın Âişe’nin ayaklarının ve kulaklarının büyük olduğunu söylediğinde Musab’ın “Başörtüsü kulakları, ayakkabılar da ayakları gizler.” dediği ifade edilmiştir. Belâzürî, VII, 19, X, 137; Müberred, s. 118-119. Bahsi geçen kadının adının Havvâ olduğu da söylenmiştir. bk. Câhiz (v. 255/869), Kitâbü’l- mehâsîn ve’l-ezdâd, (nşr. Muhammed Süveyd), Beyrut 1991, s. 222. Yukarıdakilere ek olarak, Muhannes Nuaymân’ın Âişe bint Talha’yı tarif ettiği belirtilmiştir. bk. Abdülazîz el-Meymenî, Simtü’l-Leâlî, I-III, yy., ty., I, 422. Esasen büyük kulaklarına vurgu yapmak üzere Âişe’nin lakabının “iki kulaklı” olduğu da kayıtlara geçmiştir. bk. Mehmed Zihnî Efendi, II, 18-19.

[146]  Zehebî, Târîhul-İslâm, III 76. Esasen bu sözlerin Enes b. Mâlik’e ait olduğu ve Abdullâh b. Zübeyr’i kardeşi Musab’ın harcamaları hususunda “Mü’minlerin emirine, iyiliğini isteyen bir uyarıcının şu uyarısını ilet!” dedikten sonra bu hususta uyardığı bildirilmiştir. bk. Cevâd Ali, IX, 892.

[147]  Belâzürî, VII, 241; Ebü’l-Ferec el-İsfahânî, XI, 186.

[148]  Ebü’l-Ferec el-İsfahânî, XI, 186; Kehhâle, III, 140.

[149]  İbn Kesîr, XII, 149.

[150]  (^

[151]  (mihneka/ü:^)

[152]  Dâvûd-i Antâkî, Tezyînü’l-esvâk bi-tafsîli Eşvâki’l-'uşşâk, Beyrut 1986, s. 64; Zeyneb Fevvâz, I, 163-164.

[153]  Ebü’l-Ferec el-İsfahânî, XI, 192; Kehhâle, III, 139.

[154]  Ebü’l-Ferec el-İsfahânî, XI, 187.

[155]  Hz. Peygamber döneminden itibaren kadınların yüzlerine ve vücutlarına, aynı zamanda nemlendirme özelliği olan güzel kokular sürdükleri bilinmektedir. Detaylı bilgi için bk. Kamacı, s. 112-116, 135-154.

[156]  Ebü’l-Ferec el-İsfahânî, XI, 187; Safedî, XVI, 601-602.

[157]  bk. Ebü’l-Ferec el-İsfahânî, XI, 187; Kehhâle, III, 141.

[158]  Ebü’l-Ferec el-İsfahânî, XI, 186-187; İbn Hamdûn, VIII, 251-252; Nüveyrî, IV, 256.

[159]  İbn Kesîr’in yer verdiği bir rivayette ise Mus‘ab’ın, kendisini affetmesi için karısı Âişe’ye 400 bin dirhem verdiği, Âişe’nin de bu parayı, aralarını bulmak için çaba sarf eden hizmetçisine bağışladığı ifade edilmiştir. bk. İbn Kesîr, XII, 148-149.

[160]  İbn Hamdûn, et-Tezkiretü’l-Hamdûniyye, (nşr. Bekr Abbâs-İhsân Abbâs), I-X, Beyrut 1996, VIII, 260; Bürrî, II, 115.

[161]  Ebü’l-Ferec el-İsfahânî, XI, 182; Husrî, Cemu’l-cevâhir fi’l-mülâh ven-nevâdir, (nşr. Ruhâb Hıdır Akkâvî), Beyrut 1993, s. 92; Kehhâle, III, 141.

[162]  İbn Abdürabbih, IV, 371.

[163]  Belâzürî, VI, 442; İbnü’l-Esîr, el-Kâmilfi’t-târîh, I-XIII, Beyrut 1992, IV, 274.

[164]  Bir diğer rivayette ise Musab’ın vergi olarak kendisinden bu miktarı talep ettiği ifade edilmiştir. bk. Belâzürî, VII, 21.

[165]  Belâzürî, VII, 21-22.

[166]  Zemahşerî, Rebîu’l-ebrâr ve nusûsü’l-ahbâr, (nşr. Abdülemîr Alî Mühennâ), I-V, Beyrut 1992, III, 91; İbn Hamdûn, II, 357.

[167]  bk. İrfan Aycan, “Mus‘ab b. Zübeyr”, DİA, XXXI, 227.

[168]  Ömer b. Ubeydullah ile Âişe bint Talha’nın amca çocukları olması, 3. göbekten ataları olan Osman’a dayanmaktadır. Âişe bint Talha’nın baba tarafından dedesi olan Ubeydullah ile Ömer’in baba tarafından dedesi olan Ma‘mer kardeş olduklarından esasen, Âişe ve Ömer’in babaları amca çocuklarıdırlar. bk. İbn Sa‘d, VIII, 467.

[169]  Ebü’l-Ferec İbnü’l-Cevzî, VII, 227.

[170]  Ebü’l-Ferec İbnü’l-Cevzî, VII, 227. Mehir olarak 100 bin dinar ya da dirhem verdiği de rivayet edilmiştir. bk. Mâverdî, XII, 11; İbn Ebü’d-Dünyâ, Islâhü’l-mâl, s. 349.

[171]  Kehhâle, III, 144.

[172]  bk. Ebü’l-Ferec el-İsfahânî, XI, 184-185; Nüveyrî, IV, 256-257.

[173]  Abbâd b. Husayn Benî Temîm’in meşhur süvarilerindedir. bk. Ziriklî, III, 257.

[174]  Belâzürî, VII, 462.

[175]  Ebü’l-Ferec el-İsfahânî, XI, 192. Âişe’nin, “Hangi gün senin için daha zor geçti, Ebû Füdeyk günü mü yoksa Remle
ile evlendiğin gün mü?” dediği, Ömer’in, bu sözler üzerine gülümsediği de belirtilmiştir. bk. Belâzürî, VII, 462.

[176]  Ebü’l-Ferec el-İsfahânî, XI, 191; Kehhâle, III, 139.

[177]  Belâzürî, X, 191-192; Ebü’l-Ferec el-İsfahânî, XI, 191; Kehhâle, III, 139.

[178]  Ebü’l-Ferec İbnü’l-Cevzî, VII, 228.

[179]  Kehhâle, III, 139.

[180]  Belâzürî, VII, 462.

[181]  Ebü’l-Ferec el-İsfahânî, XI, 189-190; Nüveyrî, IV, 256-257.

[182]  Kehhâle, III, 144.

[183]  Belâzürî, X, 141-142.

[184]  Ebü’l-Ferec el-İsfahânî, XI, 190.

[185]  Ebü’l-Ferec İbnü’l-Cevzî, VII, 228.

[186]  Ebü’l-Ferec el-İsfahânî, XI, 197-198; Zeyneb Fevvâz, II, 56-57.

[187]  İsmail Yiğit, “Emevîler”, DİA, XI, 96.

[188]  Belâzürî, VII, 230.

[189]  Zeyneb Fevvâz, II, 59.

[190]  Nüveyrî, IV, 250-251; Zeyneb Fevvâz, II, 57-58.

[191]  Ebü’l-Fazl Ahmed b. Ebî Tâhir Tayfûr el-Mervezî el-Horasânî, Belâgatün-nisâ, (nşr. Muhammed Ebü’l-Ecfân- Ahmed el-Elfî), Tunus 1985, s. 190. Âişe bint Talha’nın ilerleyen yaşında hac ya da umre yaparken zorlandığı, uzun boyu, cüsseli yapısı, dönemin güzellik anlayışına uygun hafif kilolu yapısının yanında bir de ilerleyen yaşına bağlı olarak kilo alınca yardımcılarının kendisini desteklemekte güçlük çektiği ifade edilmiştir. bk. Zeccâcî, s. 236; Ebü’l- Ferec el-İsfahânî, XI, 194; İbn Asâkir, LXIX, 253; Kehhâle, III, 138.

[192]  Yaşlılık döneminde bu tür bir hayat tarzından vazgeçen Ömer b. Ebû Rebîa ve varlıklı Arap kadınlarının hayatlarını
gerçekçi bir üslup ile tasvir ettiği şiirleri hakkında bilgi için bk. Rahmi Er, “Ömer b. Ebû Rebîa”, DİA, XXXIV, 56.

[193]  Zeyneb Fevvâz, II, 60.

[194]  Câhiz, Kitâbü’l-Kavl fi’l-bigâl, (nşr. Charles Pella), Beyrut 1995, s. 127; İbn Asâkir, LXIX, 260; Zeyneb Fevvâz, II, 59-60; Abdülemîr Alî Mühennâ, Ahbârü’n-nisâ fi’l-İkdi’l-Ferîd, Beyrut 1988, s. 160-161.

[195]  Nüveyrî, IV, 251.

[196]  Zeyneb Fevvâz, II, 61.

[197]  Nüveyrî, IV, 251.

[198]  Nüveyrî, IV, 251; Zeyneb Fevvâz, II, 58.

[199]  Ebü’l-Ferec el-İsfahânî, XI, 195; Nüveyrî, IV, 258.

[200]  İbn Hamdûn, VI, 177-179; Nüveyrî, IV, 259.

[201]  İbn Asâkir, LXIX, 247; Nüveyrî, IV, 258; Zeyneb Fevvâz, II, 55.

[202]  Ebü’l-Ferec el-İsfahânî, XI, 192-193.

[203]  Ebü’l-Ferec İbnü’l-Cevzî, VII, 228.

[204]  Fâkihî, IV, 283.

[205]  Küseyyir ve Azze ile ilgili şiirleri hakkında detaylı bilgi için bk. Mustafa Çuhadar, “Küseyyir”, DİA, XXVI, 575-576.

[206]  İbn Kuteybe, eş-Şi r veş-şuarâ, (nşr. Ahmed Muhammed Şâkir), I-II, Kahire 1982, I, 508-509; İbn Asâkir, L, 100; İbn Hallikân, I, 480; İbn Kesîr, XIII, 31; Abdülkâdir el-Bağdâdî (v. 1093/1682), Hizânetü’l-edeb ve lübbü lübâbi lisâni’l- Arab, (nşr. Abdüsselâm Muhammed Hârûn), I-XII, Kahire 1986, V, 222.

[207]  Ebü’l-Ferec el-İsfahânî, XI, 188; Nüveyrî, IV, 256; Kehhâle, III, 143.

[208]  Detaylı bilgi için bk. A. Schaade, “Azzetülmeylâ”, İA, II (İstanbul 1979), s. 159.

[209]  bk. Ebü’l-Ferec el-İsfahânî, XI, 183.

[210]  İbn Fazlullâh el-Ömerî, X, 52-53; Zeyneb Fevvâz, II, 61-62.

[211]  bk. dipnot 200.

[212]  bk. sayfa 146.

Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.

Benzer Yazılar

Yorumlar