Tâbiîn Döneminden Seçkin Bir Kadın Portresi Âişe bint Talha
Yrd. Doç. Dr. Fatımatüz Zehra
KAMACI[1]
Tarih, ona yön veren ve
yaşadıkları döneme has izler taşıyan sayısız portreden bahseder. Her ne kadar
yapılan çalışmalar, yüzyıllar boyunca kadın nüfusunun erkek nüfusundan hep bir
miktar daha fazla olduğunu ortaya koysa da tarihe mâl olmuş meşhur isimler
açısından bakıldığında, kadınların neredeyse adı yok gibidir. Yüzyıllar boyunca
perde arkasında kalan ama perdenin önündekiler üzerinde etkisi hiç azalmayan
kadınların bu yönü, herkes tarafından bilinir ve şifahî olarak anlatılır fakat
bunların çok azı yazılmıştır. İslâm tarihi açısından bakıldığında Hz. Hatice
(v. 620) ve Hz. Âişe (v. 58/678), bu özelliği yazıya dökülen kadın portrelerinin
ilklerinden sayılabilir. Resûlullâh’ın Mekke’deki sadık ve vefâkâr zevcesi Hz.
Hatice ile Medine’de Hz. Peygamberin terbiyesinde yetişen Hz. Âişe; zekî,
bilgili, cesaretli ve dirayetli halleriyle İslâm toplumunun ilk döneminde etkin
rol oynayan erkeklerin yanına adlarını yazdırmayı başarmışlardır. Onların
ardından Hz. Âişe’nin eğitiminden geçen ve ilgisini tarih ve edebiyata
yönlendiren bir başka Âişe gelmektedir. Kastettiğimiz kişi Tâbiînden, asil,
eğitimli ve müstesna bir güzelliğe sahip Âişe bint Talha’dan başkası değildir.[2]
Ailesi, bilgisi, görgüsü ve zenginliği ile yaşadığı dönemde
şöhreti Arap dünyasında yayılmış olan Âişe bint Talha ile ilgili gerek
tabakât, ensâb ve hadis kitaplarında gerekse tarih ve edebiyat kitaplarında pek
çok ilgi çekici bilgi bulmak mümkündür.
Bu makalede, Âişe bint Talha’nın hayatı, eğitimi, hadis
rivayetleri, evlilikleri, İslâm toplu- mundaki yeri ve önemi gibi hususlar ele
alınacaktır. Bu açıklamalar doğrultusunda Hulefâ-yi Râşidîn ve Emevîler
devrinde üst tabakaya mensup insanların, özellikle de kadınların sosyal
hayatları, alışkanlıkları, ailevî münasebetleri, günlük yaşamları, siyasetle
ilişkileri vb. konularda yeni bakış açılarının elde edilmesi hedeflenmektedir.
Âişe bint Talha, Kureyş’in önemli kollarından birisi olan Teym
b. Mürre kabilesine mensuptur. Babası, aşere-i mübeşşereden ve Resûlullâh’ın
havârîsi diye bilinen on iki kişiden biri olan Talha b. Ubeydullah (v. 36/656);
annesi ise Hz. Âişe’nin kız kardeşi, Hz. Ebû Bekir’in kızı Ümmü Külsûm’dür (v.
58/678’den sonra).[3] Doğumu,
çocukluğu ve ilk evliliği hakkında çok fazla bilgi yoktur. Ancak babası Talha
ve teyzesi Hz. Âişe’nin tesiriyle, ilim ve edep bakımından seçkin bir ortamda
yetiştiği bilinmektedir. İlminin yanı sıra, fasih dili, cömertliği, hilmi,
iffeti ve asaleti ile iştihar etmiştir.[4] Babasından kalan miras gereği
zaten zengin olmasına karşılık, bir de zengin ve nüfuzlu kimselerle evlenince,
aldığı mehirler ve hediyeler, toplumda konuşulur olmuştur.[5]
Âişe bint Talha’nın ne zaman doğduğu bilinmemektedir. Ancak
annesi Ümmü Külsûm’un, dedesi Ebû Bekir’in en küçük kızı olarak, onun
vefâtından sonra, yani 13/634 yılında doğduğu bilinen bir husustur.[6] Hz. Ebû Bekir
kızı Âişe’ye, doğacak olan çocuğundan bahsederek onun kız olacağını
düşündüğünü söylemiş ve himaye etmesini vasiyet etmiştir.[7] İncelediğimiz dönemde Arap
yarımadasında kız çocuklarının erken yaşta evlendirildiği düşünülse bile,[8] Âişe’nin
doğumunu 23/644’ten önceki tarihlere çekmek mümkün görülmemektedir. Zaten Ümmü
Külsûm’un Talha b. Ubeydullah’tan, Âişe dışında Zekeriyya ve Yusuf isminde iki
çocuğu daha olmuştur ve yukarıdaki tarihlendirme, Âişe’nin ilk çocuk olduğunu
varsaymaktadır. ikinci yahut üçüncü çocuk olduğu düşünüldüğünde, muhtemel
doğum tarihi 25/646 ve sonrası olarak tahmin edilecektir. Öte yandan Âişe’nin
babası Talha, 36/656 yılında vefât etmiştir. Bu durumda Âişe’nin, babası vefât
ettiğinde henüz çocuk denilebilecek yaşta yahut genç kızlığa yeni geçtiği bir
dönemde olduğu anlaşılmaktadır.
Âişe bint Talha, doğduğu andan itibaren Hz. Âişe’nin özel
ilgisi ve sevgisine mazhar olmuştur. Esasen Hz. Âişe, sadece yeğeni Âişe’yi
değil Âişe’nin annesi, yani kız kardeşi Üm- mü Külsûm’u, babasının emâneti
olarak alıp âdeta bir anne gibi büyütmüştür. Âişe bint Tal- ha, teyzesi
Âişe’nin desteği ve yönlendirmeleri ile ilim açısından seçkin bir ortamda yetişmiştir.
Teyzesi Âişe’den hadis rivayet etmiş, “eyyâmü’l-arab” ve “ahbârü’l-arab” ile
ilgili bilgiler edinmiş, ilm-i nücûmu öğrenmiş, şiire ve edebiyata karşı
duyduğu sevgiyle de bu alanlarda söz sahibi olacak kadar ilerlemiştir. Fiziken
teyzesi Hz. Âişe’ye benzediği ifade edilen Âişe bint Talha’nın[9] müstesna
sayılabilecek bir yüz güzelliğine sahip olduğu ile ilgili pek çok rivayet
bulunmaktadır.[10] Hatta bir
tavsiye mektubunda, ilgili kimseye dikkat etmesi gereken hususlar anlatılırken
“Bunları Âişe bint Talha’nın güzelliğine bile değişmemelisin.” ifadesi dikkatleri
çekmektedir.[11] Şiir, tarih,
edebiyat vb. alanlarda iyi eğitim görmüş, zevk sahibi bu hanım; yüzü dışında
bütün uzuvlarını örten[12] elbiseler
giyip[13] yanında aile
efradı ya da cariye- leri olduğu hâlde,[14] evine gelen misafirlerle
görüşmüş; tarih, edebiyat, şiir konulu sohbetlere ev sahipliği yapmıştır.[15] İlk
siyer-megâzî müelliflerinden İbn İshâk’ın (v. 151/768) hadis rivayetiyle uğraştığı
bilinen babası ishâk, Âişe’yi görüp bu anı tasvir eden kimseler arasındadır.[16] Âişe bint
Talha, yaşadığı dönemde evinde şiir ve edebiyat konulu sohbetler düzenleyen tek
kadın değildir. Dönemin önde gelen kadın simalarından Sükeyne bint Hüseyin (v.
117/735) de evini hadis ve ilim öğrenimi için halka açmış ve şiire olan ilgisi
dolayısıyla şair toplantılarına ev sahipliği yapmıştır.[17] Yüzünü örtecek bir peçe
kullanmadığı için zaman zaman ikinci kocası Mus‘ab’ın eleştirilerine maruz
kalsa da Âişe bint Talha, mahremi olmayan kimselerle olan münasebetlerinde
iffetine gölge düşürecek hiçbir hareketi olmadığını herkesin bildiğini[18] söyleyerek
bu davranışını sürdürmüştür.[19]
Başından üç evlilik geçen Âişe bint Talha[20] ilk
evliliğini, Hz. Ebû Bekir’in torunu olan dayısının oğlu Abdullah b.
Abdurrahman’la gerçekleştirdi. İbn Sa‘d’ın verdiği bilgilere göre Âişe bint
Talha’nın bu evlilikten İmrân, Abdurrahman, Ebû Bekir ve Talha adında dört oğlu;
Nefîse ve Ümmü Ferve isminde iki kızı olmuştur.[21] Ancak İbn Sa‘d dışındaki
kaynaklar kız çocuğu olarak sadece Nefîse’nin adını zikretmektedirler.[22] Abdullah’ın
vefâtı üzerine, ikinci evliliğini Zübeyr b. Avvâm’ın ortanca oğlu Mus‘ab b.
Zübeyr ile gerçekleştiren Âişe bint Talha’nın, bu evlilikten çocuk sahibi olup
olmadığı ile ilgili de İbn Sa‘d farklı, sonraki kaynaklarda farklı rivayet
edilmiştir. İbn Sa‘d, Âişe bint Talha’nın Mus‘ab’la olan evliliğinden Abdullah
ile Muhammed isminde iki oğlu olduğunu ifade etmekte iken[23] diğer kaynaklar, Âişe bint
Talha’nın ilk evliliği dışındaki evliliklerden çocuk sahibi olmadığını
bildirmişlerdir.[24] Abdullah b.
Abdurrahman’ın kesin vefât tarihi bilinmemekte olup 70-80/689-700 yılları
arasında vefât ettiği ifade edilmiştir.[25] Mus‘ab b. Zübeyr’in ise 72/691
yılında öldürüldüğü bilinmektedir. Abdullah’ın hicri 70 yılın başlarında vefât
ettiğini düşünsek bile bu tarihlendirme, Âişe ile Mus‘ab’ın iki yıl gibi kısa
bir süre evli kaldıklarını göstermektedir. Bu durumda “İki yıllık evliliklerinde
üst üste iki çocukları olmuş mudur?” “Âişe ikinci çocuğunu Mus‘ab’ın vefâtından
sonra doğurmuş olabilir mi?” ya da “Abdullah b. Abdurrahman’ın vefâtı,
hakkındaki muğlak ifadelerden ötürü hicrî 70 yılından önceki birkaç yılda mı
gerçekleşmiştir?” gibi sorular akla gelmektedir. Esasen Âişe’nin, kocası Mus‘ab
Kûfe’de Muhtâr es-Sekafî (v. 67/687) ile mücadelesinde galip geldiğinde,
Muhtâr’ın karısının da içlerinde bulunduğu esirlerin serbest bırakılması için
elçi gönderdiği bilgisi,[26] bu üçüncü
ihtimali mümkün kılmaktadır. Âişe, Mus‘ab’ın öldürülmesinden sonra üçüncü
evliliğini amcasının oğlu Ömer b. Ubeydullah ile yapmıştır. Ömer b.
Ubeydullah’ın 82/701 yılında vefât ettiği bilinmektedir.[27] Âişe bint Talha ile Ömer b.
Ubeydullah’ın 8 yıl evli kaldıkları bildirildiğinden,[28] Âişe’nin Mus‘ab’ın vefâtından
iki yıl sonra Ömer’le evlendiğini söylemek mümkündür. Âişe bint Talha’nın,
üçüncü evliliğinden hiç çocuğu olmamıştır.[29]
Üçüncü kocası Ömer b. Ubeydullah’ın
vefâtından sonra Âişe bint Talha, evlilik teklifleri almış, ancak bu
teklifleri geri çevirerek bir daha evlenmemiştir. Geri kalan 20 küsür yıllık
dönemde hayatını Medine-Mekke-Tâif üçgeninde geçirmiş, sağlığı elverdiği ölçüde
hac ve umre yapmış, yazları Tâif’teki yazlığında geçirerek burada, toplumun
ileri gelenlerini ağırlayarak davetler düzenlemiştir. Âişe bint Talha’nın
vefât tarihi ile ilgili her ne kadar İbnü’l-İmâd[30] ve Yâfiî[31] 101/719 tarihine işaret etmiş
olsalar da Safedî[32] ve
Zehebî’nin[33] ih- timalli
ifadelerle 100-110/718-729 yılları arasına işaret ettikleri görülmektedir.[34] Âişe bint
Talha’nın Emevî Halifesi Hişâm b. Abdülmelik (724-743) ile görüştüğünü kaydeden
rivayetler de onun vefâtını hicrî 100-110 yılları arasında gösteren
müellifleri doğrular niteliktedir.[35] Zira Hişâm b.
Abdülmelik 102/720-21 yılında veliaht tayin edilmiş 105/724 yılında ise halife
olmuştur.[36]
Âişe bint Talha’yı yaşadığı dönemde ön plana çıkaran en
önemli hususlardan birisi, hadis rivayet etmesidir. Teyzesi Hz. Âişe’den hadis
rivayet eden Âişe bint Talha,[37] Yahyâ b.
Maîn başta olmak üzere[38] hadis
münekkitleri tarafından sika bir râvî olarak kabul edilmiştir. Rivayet ettiği
hadisler Kütüb-i sıttede yer almıştır.[39] Teyzesi Hz. Âişe dışında
herhangi bir kimseden hadis rivayet ettiği tespit edilememiştir. Âişe bint
Talha’dan, Habîb b. Ebû Amr, yeğeni Talha b. Yahyâ, Muâviye b. İshâk,
yeğeninin oğlu Mûsâ b. Abdullah b. İshâk, Fudayl el- Fukaymi ve diğer bazı
isimler rivayette bulunmuştur.[40] Âişe bint
Talha’nın, Hz. Âişe’den daha çok Resûlullâh’ın aile hayatı, eşleriyle
münasebetleri, hanımlarının yanındayken gerçekleştirdiği uygulamalar ve Hz.
Âişe’nin kişisel gözlemleri ile ilgili hadisler rivayet ettiği görülmektedir.
Âişe bint Talha’nın rivayet ettiği hadisleri şu şekilde sıralayabiliriz:
1.
Bir
gün Hz. Peygambere, ensardan bir sahâbînin küçük yaştaki çocuğunun cenazesi
getirildi. Hz. Âişe, “Ya Resûlullâh, müjdeler olsun ona, cennet
güvercinlerinden bir güvercin, hiç günah işlemedi, günah nedir bilmedi, değil
mi?” deyince Hz. Peygamber, “Başka türlü mü olacaktı Âişe? Bilmez misin Allah
cenneti yarattı; sonra da cennete girecek olanların soyundan dünyaya gelip
cennete girecek olan başkalarını yarattı. Aynı şekilde cehennemi yarattı ve
yine ona girecek olanların soyundan, dünyaya gelip cehenneme girecek
başkalarını yarattı!”[41] Bir
diğer hadiste “Bilmez misin Allah cenneti yarattı, cehennemi yarattı, cennet
için bir topluluk ve cehennem için bir topluluk yarattı!” buyurduğu
nakledilmiştir.[42]
2.
Hz.
Âişe bildiriyor: Bir gün Resûlullâh yanımıza geldi, “Evde yiyecek bir şey var
mı?” diye sordu. Hayır deyince “O halde oruçluyum.” dedi. Günün ilerleyen
saatlerinde tekrar geldiğinde ona “Bize hays[43] hediye edildi.” dedik. Bunun
üzerine “O halde iftar edeyim, böylece nafile olan orucu, kendime farz kılmış
oldum.” dedi.[44] Bir diğer
rivayette ise “Bize yemek hediye edildi.” denildiği, bunun üzerine “Ne hediye
edildi?” diye sorduğu bildirilmiştir.[45] Ayrıca bu olayın aynı günde
değil, peş peşe iki ayrı günde cereyan ettiği de nakledilmiştir.[46]
3.
Hz.
Âişe anlatıyor: “Hz. Peygamber’e cihâdı sorduk. “Size hac yeter.” ya da “Sizin
cihâdınız hacdır.” buyurdu.”[47] Bir diğer
rivayette Hz. Âişe Hz. Peygambere, “Kuranda cihâddan daha faziletli bir amel
göremiyorum; ama biz sizinle cihâda gelemiyoruz.” deyince Resûlullâh “Cihâdın
en güzeli, kabul olunmuş hacdır.” buyurmuştur.[48] Ayrıca Hz. Âişe’nin “Cihâd
yapamaz mıyız?”[49] ya da
“Kadınlara cihâd var mıdır?” [50] diye sorduğu
yahut cihâd için izin istediği[51] bildirilmiş,
Hz. Peygamber’in de “Kadınlar için cihâd vardır ama savaşmak yoktur. Kadınların
cihâdı hacdır.” şeklinde cevap verdiği rivayet edilmiştir. Hz. Peygamber’in,
haccın yanında umreyi zikrettiği de bildirilmiştir.[52]
4.
Hz.
Âişe bildiriyor: “Bir kimse Resûlullâh’a geldi ve “Hangi amel daha hayırlıdır?”
diye sordu. Hz. Peygamber de “Allah’a iman, Allah yolunda cihâd ve kabul
olunmuş bir hac!” buyurdu.[53]
5.
Hz.
Âişe anlatıyor: “Hz. Peygamber evde, elbisesini uyluğuna kadar sıyırmış bir
şekilde oturuyordu. O sırada Ebû Bekir, içeri girmek için izin istedi.
Resûlullâh istifini bozmadan izin verdi. Sonra Ömer geldi, aynı şekilde
oturmaya devam etti. Bir süre sonra Osman içeri girmek için izin isteyince,
elbisesini toplayarak uyluğunu örttü. Misafirler ayrıldıklarında Hz. Âişe
Resûlullâh’a, bu durumun hikmetini sordu. Hz. Peygamber de “Âişe, meleklerin
hayâ ettiği bir insandan hayâ etmeyeyim mi?” şeklinde cevap verdi.[54]
6.
Hz.
Âişe bildiriyor: “Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur: Sevabı en hızlı olan hayır
birr[55] ve
sıla-i rahimdir. Cezası en hızlı günah ise bağy[56] ve sıla-i rahimi kesmektir.[57]
7.
Hz.
Âişe bildiriyor: “Hz. Peygamber şöyle derdi: “Allah’ım! Yüzümü güzel kıldın,
ahlakımı da güzelleştir!”[58]
8.
Hz.
Âişe bir gün Hz. Peygamber’in, hanımlarına “Sizin bana en çabuk kavuşacak olanınız
kolu en uzun olanınızdır!” dediğini bildirmiştir. Bu sözü işiten hanımları,
akıllarına gelen ilk şeyi yaparak yani, hemen kol uzunluklarını mukayese
ederek, kimin kastedildiğini bulmaya çalışmışlardır. Yıllar sonra Zeyneb bint
Cahş vefât edince kol uzunluğu ile kastedilenin, sadaka vermek ve cömertlik
olduğunu anlamışlardır. Çünkü Zeyneb, evde ürettiği el işlerini satıp
kazandığı parayı infâk etmesiyle iştihar etmiş bir hanımdı.[59]
9.
Hz.
Peygamber bir defasında, yaşı henüz küçük olan Üsâme’nin burnunun aktığını görünce,
temizlemek istedi. Hz. Âişe “Bırak ben yapayım!” deyince Hz. Peygamber,
Âişe’nin davranışını teşvik etmek üzere ona, “Âişe, Üsâme’yi sev, ben onu
seviyorum.” buyurmuştur.[60]
10.
Hz.
Âişe, babası Hz. Ebû Bekir’in isminin aslında Abdullah olduğunu ancak ‘atîk’
olarak şöhret bulduğunu belirtmiş[61] ve bunun nedenini şu şekilde
izah etmiştir: “Bir gün evim- deydim. Hz. Peygamber ashabıyla birlikte
avludaydı. Aramızda sadece bir perde bulunuyordu. Sonra Ebû Bekir geldi. Hz.
Peygamber “Kim cehennemden azat edilmiş (atîk)[62] bir kimseyi görmek isterse
Ebû Bekir’e baksın!” dedi. Böylece Ebû Bekir, ismi Abdullah olmasına rağmen
Atîk ismi ile iştihar etti.[63]
11.
Hz.
Âişe, yukarıdaki rivayetin bir benzerini, Âişe bint Talha’nın babası Talha b.
Ubey- dullah ile ilgili olarak da zikretmiştir. Buna göre yine evi ile
Resûlullâh’ın ashâbıyla birlikte oturduğu avlu bir perde ile ayrılmışken Talha
b. Ubeydullah gelmiş, Hz. Peygamber yanındakilere “Verdiği sözü yerine
getirmiş olarak[64] yeryüzünde
yürüyen bir kimseye bakmak isteyen Talha’ya baksın!” buyurmuştur.[65]
12.
Hz.
Âişe bildiriyor: “Hz. Peygamber şöyle buyurdu: Sizden birinizin sofrası durduğu
müddetçe, melekler salât etmeye devam ederler!”[66]
13.
Hz.
Âişe Hz. Peygamber’in şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir: “Babasına göz ucuyla
dahi olsa kızgınlıkla bakan kimse, Allah’ın rızasına uygun bir iş yapmış
olmaz!”[67]
14.
Hz.
Âişe, Hz. Peygamber’in Vedâ haccı sırasında bir gün yanına geldiğini ve şöyle
söylediğini bildirmiştir: “Bugün bir şey yaptım, eğer geri dönebilseydim,
yapmamayı tercih ederdim!” Âişe, “O şey nedir?” diye sorunca da “Kâbe’ye
girdim ve sonrasında birisinin gelip “Ben haccettim ama Kâbe’ye giremedim!”
demesinden korktum. Çünkü bize Kâbe’ye girmek değil tavaf etmek farz kılındı!”
demiştir.[68]
15.
Hz.
Âişe bildiriyor: “Hz. Peygamber şöyle buyurdu: “Yalan ancak şu üç şey için
kabul edilebilir: Erkeğin karısını razı etmesi için, harp sırasında düşmana
galip gelmek için ve insanları barıştırmak için.”[69]
16.
Hz.
Âişe bildiriyor: “Hz. Peygamber odasındayken bir ses duydu ve garipsedi. Gidip
baktıklarında Hakem b. Ebü’l-Âs’ın (v. 31/651) Resûlullâh’ın hanesini
gözetleyip konuşmaları gizlice dinlemeye çalıştığını gördüler. Bunun üzerine
Hz. Peygamber onu ve soyundan gelenleri lanetleyip sürgüne gönderdi.[70]
17.
Hz.
Âişe anlatıyor: “Hz. Peygamber’le hac için yola çıktık. Kâha[71] mevkiine
varınca, başıma sürdüğüm renkli kokudan yüzüme bir miktar sarı boya aktı. Hz.
Peygamber de “Ey beyaz tenli küçük kadın Gl^JJ. L>),[72] şimdi rengin daha güzel!”
buyurdu.[73]
18.
Hz.
Âişe bildiriyor: “Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur: “Kim bir kimsenin kabrini
kazıp kefenini alır, hırsızlık yaparsa (nebş-nebbâş), o kişiyi öldürmüş
gibi olur.”[74]
19.
Hz.
Âişe bildiriyor: “Hz. Peygamber, Vedâ haccı sırasında Müzdelife gecesi
geldiğinde hanımlarından birisine, erkenden ayrılıp Akabe cemresini
taşlamasını, sonra da ikâmet yerine gidip sabahı orada karşılamasını
söylemiştir.[75] Bu hadisin
râvîlerinden Atâ b. Ebû Rebâh da hac ibadetlerinde hep bu hususa riâyet
etmiştir.[76]
Resûlullâh’ın bunu hanımı Sevde’ye söylediği de rivayet edilmiştir.[77]
20.
Hz.
Âişe anlatıyor: “Konuşma tarzı, jest ve mimikler, oturma, kalkma esnasındaki
hâl ve tavır açısından Hz. Peygamber’e, kızı Fâtıma kadar benzeyen kimse
görmedim. Resûlullâh Fâtıma’nın geldiğini görünce kalkıp karşılar, öper, sonra
elinden tutar ve oturtana kadar elini bırakmazdı. Hz. Peygamber Fâtıma’nın
evine gidince, bu sefer Fâtıma aynı şeyleri ona yapardı.[78] Nitekim bir defasında Fâtıma
geldiğinde Hz. Peygamber kalkıp “Hoş geldin.” dedikten sonra sağına oturtmuştu.[79] Vefâtına
vesile olan hastalığa yakalandığında, Hz. Fâtıma onu ziyarete geldi. Hz.
Peygamber “Hoş geldin.” deyip kızını öptü ve kulağına bir şeyler fısıldadı.
Fâtıma ağlamaya başladı. Sonra bir şey daha fısıldadı, bu sefer gülümsedi.
Anlayamadığı bu garip manzara karşısında Hz. Âişe kendisini tutamayıp “Kadınların
en akıllısının Fâtıma olduğunu zannederdim. Ama yanılmışım, baksana ağlarken
birdenbire gülüveriyor!” demiştir.[80] Sonra merakına yenilip Hz.
Peygamber’in kulağına ne fısıldadığını sormuş, Fâtıma “Söylersem dedikoducu
olurum!” diyerek söylemeyi reddetmiştir. Resûlullâh vefât edince durumu
açıklamış ve “İlkinde vefâtının yaklaştığını söyledi, ben de dayanamayıp
ağladım; sonra “Ailemden bana ilk kavuşacak sensin!” dedi, ben de güldüm!”
demiştir.[81]
21.
Hz.
Âişe, hac yolculuğu sırasındaki bir uygulamayı şu şekilde anlatmıştır: “Biz
ihrama girmeden önce, kumaş parçalarına (dımâd/iL^ll)[82] kaliteli misk,[83] kaliteli sük
(ULJI ),[84] za‘ferân,
vers[85] vb. renk
verme özelliği olan kokular sürüp başımızı bağlıyorduk. Bir süre sonra sıcak
ve terin etkisiyle renkli kokular yüzümüze akıyordu.[86] Terleyip gusül abdesti
aldıktan sonra da ihramlı olalım ya da olmayalım, aynı kumaş parçalarını
başımıza bağlıyorduk ve Hz. Peygamber bize olumsuz herhangi bir şey
söylemiyordu.”[87]
Âişe bint
Talha’nın rivayetlerinde, Hz. Peygamber’in eşleriyle münasebetleri yahut aile
hayatı ile ilgili meselelerin ön plana çıktığı görülmektedir. Kütüb-i sitte
yahut Kütüb-i tis‘a dışındaki rivayetlerin bir kısmının, cerh-ta‘dîl âlimleri
tarafından eleştirildiği dikkatleri çekmektedir. Ancak dikkat edilmesi
gereken, bu rivayetlerde eleştiri konusu olan kişinin hiçbir zaman Âişe bint
Talha olmadığıdır. O, hadis münekkitlerince sika kabul edilmiş ve sahih- hasen
derecesinde kabul gören pek çok rivayette râvî olarak ismi geçmiştir.
Âişe bint Talha, dinî ilimler,
özellikle hadis, Arap dili ve edebiyatı, tarih, şiir ve nücûm ilmi ile yakından
ilgilenmiş ve bu alanlarda sağlam bir kültür edinmiştir. Şiir ve edebiyat
konusundaki yetkinliği ve hadis rivayeti onu çağdaşlarından ayırmıştır. Bu
niteliklerini ortaya koyması açısından, Emevî halifesi Hişâm b. Abdülmelik’le
(724-743) görüşmesini anlatan şu rivayet önem arzetmektedir: “Âişe bint Talha,
Emevî Halifesi Hişâm b. Abdülmelik’in huzuruna çıktığında halife ona “Geliş
amacın nedir?” diye sorunca, Âişe de kuraklık ve maddî sıkıntıdan dert
yanmıştır. Halife Hişâm, ona gereken ikrâmı yapacağını söylemiştir. Sonra Benî
Ümeyye’nin önde gelenlerine haber gönderip akşamki meclise gelmelerini
söylemiştir. Âişe o akşam mecliste, eyyâmü’l-arab, ahbâr, şiir vb. hangi konuda
konuşulsa konuşmuş, bilgi ve birikimi ile çevresindekileri kendisine hayran
bırakmıştır. Öyle ki konu ilm-i nücûma geldiğinde dahi sözü kimseye
bırakmamıştır. Halife Hişâm, Âişe bint Talha’ya, tarih ve şiir bilgisini normal
karşıladığını, ancak ilm-i nücûm hususunda bildiklerini nereden öğrendiğini
sormuştur. Bunun üzerine Âişe bint Talha, teyzesi Âişe’den öğrendiğini ifade
etmiştir. Böylece gecenin sonunda Hişâm Âişe’ye, 100 bin dirhem verip Medine’ye
yolcu etmiştir.[88]
Âişe bint Talha’nın Arap
edebiyatı ve şiirine olan ilgisi oldukça fazladır. Şiir bilen, şiir seven, az
da olsa şiir inşâd eden ve kasîde okumaktan keyif alan Âişe bint Talha bir
defasında, Câhiliye şâirlerinden Kays b. el-Hudâdiyye’nin[89] bir kasidesinin ilk on beytini
okumuş, sonra da çevresindekilere “Kim bu kasidenin bir beytini daha okursa
ona elbisemi hediye edeceğim!” demiştir. Çevresinde kasideyi bilen bir kimse
çıkmayınca da kendisi okumaya devam etmiştir.[90]
Âişe bint Talha, Câhiliye
dönemine ait “Eyyâmu’l-Arab” ve “Ahbâru’l-Arab” hususunda oldukça bilgilidir.
Bunlara bir de Hz. Peygamber dönemi ve sonrasına dair babasından ve teyzesinden
öğrendiği hususlar eklenince, mensubu bulunduğu üst sınıfta hemcinslerinden
farklı bir yer edinmesi kaçınılmaz olmuştur. Örneğin Uhud Gazvesi’nde (3/625) babası Talha b. Ubeydullah’ın kahramanlığını anlatırken müslüman
ordusunun bozguna uğradığı sırada yaşanılan olayları şu şekilde nakletmiştir.
“Uhud günü Hz. Peygamber’in ön kesici dişlerinden birisi (rebâiye/ ) kırıldı, yüzü yarıldı ve kanadı. Talha, hemen
Resûlullâh’ı alıp geri çekilmeye başladı. Ne zaman yanına bir müşrik gelse Hz.
Peygamber’i bir taşa yaslayıp bırakıyor, müşriklerle savaşıyor, sonra
Resûlullâh’ı yeniden alıp yola devam ediyordu.[91] Talha b. Ubeydullah’ın Uhud’da en zorlu anlarda
Resûlullâh’ın yanında olduğu bilinen bir husustur.[92] Ancak Burada Talha
b. Ubeydullah’ın Hz. Peygamber’e destek olurken düşmanla her karşılaştığında
yere bırakıp çarpıştıktan sonra tekrar kaldırması hadisesi, bu yardımın nasıl
gerçekleştiğini ve savaşın hararetini gözler önüne seren önemli bir detay
olarak karşımıza çıkmaktadır.
Âişe bint Talha, teyzesi Âişe’nin
gördüğü bir rüya ve rüyanın etkisinde kalarak verdiği sadaka ile ilgili
oldukça ilginç bir rivayet nakletmektedir. Rüya gibi subjektif bir hadisenin
tarihî açıdan güvenilirliği ile ilgili tenkîdî metotlardan yararlanmak mümkün
gözükmemektedir. Ancak burada kayda değer olan, Hz. Âişe’nin rüyasından
etkilenerek 12 bin dirhem gibi bir meblağı sadaka olarak dağıtmış olmasıdır.[93] Hz. Âişe bir
gün, gusül abdesti aldığı yerde bir yılan[94] görür.[95] Bir iki defa hapsetmeyi dener
ama yılan her seferinde dışarı çıkmayı başarır. Bunun üzerine Hz. Âişe, yılanı
demirle vurarak öldürür. Rüyasında ona “Bir müslüma- nı öldürdün.” denilince,
“Eğer müslüman olsaydı Hz. Peygamber’in eşlerinden birisinin evine girmezdi.”
karşılığını verir. Bunun üzerine rüyasındaki ses, “Ya senin yanına sadece
üzerinde cilbâb ve himâr varken, yani tamamen örtülüyken giriyorsa!” diye cevap
verir. Âişe, bu sözler üzerine dehşet içinde uyanıp sadaka olarak 12 bin dirhem
dağıtır.[96] Âişe bint
Talha ayrıca, teyzesi Âişe’nin gözünden dönemin siyasî olaylarıyla ilgili
bilgiler nakletmiştir. Örneğin Hz. Âişe’nin, Hz. Osman’ın şehadeti meselesinde
şöyle söylediğini bildirmektedir. “Onun üzerine gittiniz, baskı kurdunuz, tevbe
etmesini istediniz. Sonra ucuz bir elbise gibi ortada bıraktınız. Onu öne
sürdünüz ve bir koyun boğazlar gibi boğazladınız. Keşke bunlar hiç
yaşanmasaydı, olaylar bu raddeye gelmeden sorunlar çözülseydi!”[97]
Âişe bint Talha’nın aktardığı bir
diğer rivayet ise İslâm toplumunda sosyal hayatla ilgilidir. İklim ve coğrafî
şartlar gereği, kadınlarla erkeklerin, vücudun tamamını örtecek şekilde
dikişsiz elbiseler giymeleri, bir süre sonra toplumda, dış görünüşünden kimin
kadın kimin erkek olduğunun tefrik edilememesi gibi durumların ortaya
çıkmasına neden olmuştur. Bunun üzerine Hz. Âişe kadınlardan, mescid vb. açık
yerlerde, üzerlerinde herhangi bir takı olmadan namaz kılmamalarını istemiştir.
Hiç takısı olmayan kadınların, boyunlarına kolye yerine kolye görüntüsü
verecek şekilde bir ip takmalarını istemiştir.[98] Yine Âişe bint Talha Hz.
Âişe’nin, nezlenin hastaya verdiği sıkıntıya işaret etmek üzere, “Nezle iken
beni ziyarete gelmeyen başka bir hastalığımda gelmesin!” dediğini
bildirmiştir.[99]
3. Babası ve Teyzesi ile İlişkileri
Âişe bint Talha’nın babası ile
olan münasebetleri hakkında bilgi sahibi olmak mümkün değildir. Derinlemesine
tetkikler Talha b. Ubeydullah’ın, Âişe henüz çocuk yaşta yahut oldukça gençken
vefât ettiğini göstermektedir.[100] Ancak
teyzesi Hz. Âişe’den hiç görmediği dedesi Ebû Bekir’i anlatmasını istediğinde
Hz. Âişe’nin “Babana bu soruyu hiç sormadın mı, o babamı çok iyi tanırdı.”
demesinden,[101] baba-kız
arasında Hz. Peygamber dönemi ve sonrasına dair çeşitli sohbetlerin gerçekleştiği
anlaşılmaktadır. Âişe’nin babası Talha b. Ubeydullah ile münasebetleri
açısından kaynaklarda dikkati çeken bir diğer hadise, Talha b. Ubeydullah’ın
kabrinin nakledilmesidir. Babasının vefâtından yaklaşık 30 yıl sonra[102] Âişe bint
Talha, babasının mezarını naklettirmiştir. Buna göre Basra’ya geldiğinde bir
kişi yanına varıp “Sen Âişe bint Talha mısın?” diye sormuş, sonra da “Ben
Talha’yı rüyamda gördüm, “Âişe’ye söyle beni döndürsün, soğuk bana eziyet
verdi, dedi.” demiştir.[103] Bunun
üzerine Âişe, mevlâları ve akrabalarıyla hemen yola çıkmıştır. Babasının
kabrinin bulunduğu yere vardıklarında, önce Âişe bint Talha’nın konaklaması
için gerekli hazırlıklar yapılmıştır. Sonra Talha’nın kabrini açmışlar, mezara
dolan su yüzünden alnının yeşillendiğine şahit olmuşlardır.[104] Ayrıca saçının ya da
sakalının bir tarafındaki kılların seyrelmesi ve bir parmağının eksik olması[105] dışında
bedeninin hiçbir değişikliğe uğramadığını müşahede etmişlerdir.[106] Âişe,
babasının yeniden kefen- lettirmiş, sonra Basra’da bir arsa alıp oraya
defnettirmiş, yanına da bir mescid yaptırmıştır.[107] Sonrasında,
Basralı bir kadının bir şişe güzel kokulu bân[108] yağını mezara boşaltmasıyla
başlayan bir uygulama ile Talha’nın mezarına art arda kadınlar tarafından son
derece güzel kokulu (yîl)[109] miskler boşaltılmış ve
neticede mezar buram buram misk kokar hale getirilmiştir.[110]
Âişe bint Talha’nın hayatında teyzesi Hz. Âişe önemli bir
yer tutmaktadır. Yeğen Âişe, teyze Âişe’den özellikle dinî ilimler ve hadisler
noktasında oldukça istifade etmiştir. Âişe bint Talha’nın tam olarak doğum yılı
bilinmemektedir; ancak teyze ile yeğen arasında vefât tarihleri açısından en
az 43 yıllık bir fark vardır. Dolayısıyla Hz. Âişe’nin, yeğeninin diğer bir
yeğeni (Abdullah b. Abdurrahman) ile olan ilk evliliğine yetiştiği ancak diğer
evliliklerini görmediğini tahmin etmek zor değildir Zaten ikili arasındaki
diyaloglar, Âişe bint Talha’nın ilk evliliği dönemindeki olaylara işaret eder
niteliktedir. Âişe bint Talha’nın rivayet ettiği hadislerin tespit
edebildiğimiz kadarıyla tamamını Hz. Âişe’den yaptığı nakiller oluşturmaktadır.
Bunlar, özellikle Hz. Peygamber’in aile hayatı ve hanımlarıyla münasebetlerini
anlatan hadislerdir. Ayrıca Hz. Âişe’nin, Âişe bint Talha’nın ilk eşi Abdullah
b. Abdurrahman ile olan evliliğindeki sorunlarla[111] yakından ilgilenip arabulucu
görevi gördüğü dikkatleri çekmektedir. Ayrıca Hz. Peygamber’in hanımlarıyla
münasebetleri hakkında bilgiler vererek[112] Âişe bint Talha’nın iyi
yetişmesini sağlamaya çalışmıştır. Örneğin Hz. Âişe, Resûlullâh hayatta iken
su, yiyecek vb. ihtiyaçların karşılanmasında yaşadıkları zorlukları anlatarak
ibadet için gerekli olan asgarî temizliği nasıl sağladıkları ile ilgili
bilgiler vermiştir.[113]
Kaynaklarımızda, Hz. Âişe ile Âişe bint Talha arasında
cereyan eden olaylara ilişkin çeşitli rivayetler bulunmaktadır. Örneğin bir
rivayette Âişe bint Talha, insanların Arap yarımadası ve çevresinden kalkıp
teyzesi Hz. Âişe ile görüşmek üzere Medine’ye geldiklerini, bu görüşmeler
sırasında zaman zaman kendisinin de onun yanında bulunduğunu söylemiştir. Hatta
mektuplar yazıp hediyeler gönderdiklerini, kendisinin de “bu falanın mektubu bu
da hediyesi” diye teyzesine söylediğini Hz. Âişe’nin de “Ona cevap yaz ve
hediyesine mukâbil elbise gönder!” şeklinde karşılık verdiğini ifade etmiştir.[114]
Bir gün Hz. Âişe ve Âişe bint Talha yan yana yürürken Hz.
Âişe, recez bahrinde kaside okuyan bir kişinin yardımsever bir kimse ile
karşılaşıp sorunlarının çözülmesini dilediği sözlerine kulak verdi. Sonra bu
kişiyi yanına çağırıp her zamanki gibi yüzünü gizlediği peçenin arkasından
şöyle söyledi. “Resûlullâh’tan işittim ki bir hayra vesile olan kimse o hayrı
işlemiş gibidir, senin derdinin dermanı Abdullah b. Zübeyr’dedir, ona git ve
isteğini ilet.” Adam, Abdullah b. Zübeyr’e gidip olanları anlatmış, İbn Zübeyr
de istek sahibi kimseye bir binek hediye etmiş ayrıca onun için yapılması
gereken başka ne varsa yerine getirip memnun ederek göndermiştir.[115]
Teyzesi Hz. Âişe’nin terbiyesi altında yetişen Âişe bint
Talha, sadece evliliği ile ilgili hususlarda değil, başka konularda da zaman
zaman teyzesinin uyarılarına maruz kalmıştır. Bir defasında teyzesinin yanında
olduğu sırada, misafir olarak gelen bir bedevî kadının son derece uzun olan
eteklerine gözü takılan Âişe bint Talha, kadın eteklerini sürüye sürüye dışarı
çıktıktan sonra “Aman, etekleri de ne kadar uzun!” deyiverince Hz. Âişe
yeğenini, “Gıybet ettin. Hemen git yetiş de bu gıybetinden ötürü seni sorumlu
tutmaması için Allah’a dua etsin.” diyerek uyarmıştır.[116] Yine umre yaptığı sırada Hz.
Âişe, Âişe bint Talha’ya saçını çözüp gusül abdesti almasını emretmiş ve şu
açıklamayı yapmıştır. “Umre yapan kişi ihrama girip umresini tamamladığında,
Akabe’de şeytan taşlama rüknünü yerine getirmiş olan hacı hükmündedir!”[117]
Âişe bint Talha, teyzesine merak
ettiği bazı hususları da sormuştur. Örneğin bir defasında “Bana dedem Ebû
Bekir’i anlatır mısın, biliyorsun hiç görmedim, nasıl birisiydi?” diye sormuş,
Hz. Âişe cevaben “Babana bu soruyu hiç sormadın mı, o babamı çok iyi tanırdı.”
dedikten sonra Hz. Ebû Bekir’den bahsetmiştir.[118] Bir defasında Âişe bint
Talha, annesi Ümmü Külsûm bint Ebû Bekir’le “Benim babam mı daha faziletli
yoksa senin baban mı?” tartışmasına girmişti. Onların sözlerini işiten Hz.
Âişe, “Sizin aranızda hüküm vereyim mi?” deyip Hz. Peygamber’in Hz. Ebû Bekir
için “Cehennemden azat olunmuş (atîk).” Talha için ise “Allah’a verdiği sözü
tutmuş.” dediğini söylemiştir.[119]
Âişe bint Talha özellikle edebiyat kitaplarındaki
anlatımlarda, eşlerine karşı inatçı kişiliği ile ön plana çıkmaktadır. Bu
bağlamda Benî Teym kadınlarının, inatçı ancak eş yönünden de en şanslı, eşleri
tarafından en çok itibar gören kadınlar olduğu ifade edilmiştir. Örnek olarak
da Talha b. Ubeydullah’ın iki kızının adı zikredilmiştir. Bunlardan birisi hiç
şüphesiz Âişe bint Talha’dır. Onun, sık sık eşlerine özellikle ikinci eşi
Mus‘ab b. Zübeyr’e darıldığı ifade edilmiştir.[120] Ayrıca Hz. Âişe tarafından,
ilk kocası vefât ettiğinde, arkasından onu hayırla yâd eden bir konuşma
yapmadığı için eleştirilmiştir.[121] Benî Teym
kadınları açısından zikredilen ikinci örnek, Talha b. Ubeydullah’ın diğer
kızı, Ümmü İshâk bint Talha’dır. Ümmü İshâk’ın Hz. Hüseyin ile evli olduğu ve
hamileliği döneminde bir şeyden ötürü kocasına küstüğü, küskünlüğünün doğumdan
sonra da devam ettiği bildirilmiştir.[122]
Âişe bint Talha’nın ilk eşi
Abdullah’la ne kadar evli kaldığını bilmiyoruz. Kaynaklarda Abdullah’ın Âişe
bint Talha dışındaki evliliklerinden yahut başka çocuklarından söz edilmemektedir.
Zühd hayatına düşkünlüğü ile tanınan Abdullah b. Abdurrahman acaba Âişe bint
Talha’dan başka bir kadınla evlenmemiş midir? Kaynaklardaki bu sessizlik
dolayısıyla Âişe bint Talha’nın ilk evliliğindeki kumalarından ve onlarla
ilişkilerinden bahsetmek mümkün görülmemektedir. Âişe’nin, ikinci eşi Mus‘ab b.
Zübeyr ile evliliği sırasında Hz. Hüseyin’in kızı Sükeyne ile kuma olduğunu
biliyoruz. Bu ikilinin aralarında kıskançlık olduğu ve bu kıskançlığın, mensup
oldukları üst tabakaya yakışır bir olgunlukta, şiirler yoluyla seviyeli atışmalar
şeklinde tezahür ettiği kaydedilmiştir.[123] Mus‘ab b. Zübeyr’in bu iki
hanım dışında Hu- meyd b. Abdullah’ın kızı ile Reyyân b. Üneyf el-Kelbî’nin
kızıyla evlendiği bildirilmiştir.[124] Ancak Âişe’nin bahsi geçen
iki hanımla, Mus‘ab’la diğer ikisine göre nispeten kısa süren evliliği
sırasında kuma olup olmadığı bilinmemektedir. Âişe’nin Ömer b. Ubeydullah ile
olan üçüncü evliliği ise 8 yıl sürmüştür ve bu evlilikten olan kuması, Remle
bint Abdullah b. Halef’tir. Ancak Âişe ile Remle arasında Sükeyne ile olduğu
gibi karşılıklı bir çekişme yaşanmamıştır. Zira Âişe, Ömer b. Ubeydullah ile
evlendiğinde Remle yaşını almış bir hanımdı ve Âişe bint Talha ile güzellik
açısından rekâbet edecek durumda değildi. Yine de Âişe bint Talha’nın zaman
zaman kocası Ömer’e, çocuklarının annesi Remle’nin güzel bir kadın olmadığını
hatırlatan espriler yaptığı kayıtlara geçmiştir.[125] Âişe bint Talha’nın Ömer b.
Ubeydullah’la olan evliliğinden başka kumaları olup olmadığı ile ilgili,
kaynaklara yansıyan herhangi bir bilgiye rastlanılmamıştır.
a)
Abdullah b.
Abdurrahman b. Ebû Bekir ile Evliliği
ilk evliliğini, Hz. Ebû Bekir’in
torunu Abdullah b. Abdurrahman’la yapan Âişe bint Talha’nın bu evlilikten dört
oğlu ve iki kızı oldu.[126] Âişe’nin
ilk evliliğinde zaman zaman sorunlar yaşadığı ve bir ara kocasıyla boşanmanın
eşiğine geldiği bildirilmiştir. Hatta Belâzürî, Âişe bint Talha’nın, eşlerine
karşı sert, geçinilmesi zor bir kadın olduğu rivayetine yer vermiştir.[127] Bir
defasında Âişe bint Talha, kocası Abdullah’a çok kızıp evi terk etmiş, milha- fe
denilen üst elbisesine sarınıp acele ile Hz. Âişe’yi bulmak için mescide
gelmiştir.[128] Kocası
kendisine îlâ yaptığından[129] 4 ay
boyunca Hz. Âişe’nin yanında kalmış, bu sürenin sonunda Hz. Âişe,
boşanmalarından endişe ettiğini söyleyerek yeğenlerini yeniden bir araya getirmiştir.
Ayrı kaldıkları süreçte Abdullah, kendisine boşanması yönünde telkinde
bulunanlara, şiir inşâd etmek suretiyle hanımını sevdiğini beyan etmiştir. Hz.
Âişe, her iki yeğenini de evliliklerinin sağlıklı bir şekilde devam edebilmesi
için gerekli tedbirleri almaları için uyarmıştır. Bu amaçla Âişe’ye, doğum vb.
hadiseleri bahane ederek bakımsız bir halde bulunmasının doğru olmadığını,
kendisine çeki düzen verip eşi için süslenmesi gerektiğini ifade etmiştir.[130] Abdurrahman’a
da oruç vb. ibadetleri ileri sürerek hanımından uzak durmamasını, bu hususta
Allah’ın verdiği ruhsatları kullanmasını ve araya soğukluk girmesine izin
vermemesini söylemiştir.[131] Abdullah
vefât edince Âişe, arkasından onun faziletlerini bildiren bir konuşma
yapmamıştır. Bu, teyzesi Âişe’nin hoşuna gitmemiş ve bunu, yeğeninin yaptığı
hatalardan birisi olarak zikretmiştir.[132]
b)
Mus‘ab
b. Zübeyr (v. 72/691) ile Evliliği
Âişe bint Talha, dayısının oğlu ilk eşi Abdullah b.
Abdurrahman vefât ettikten sonra, ağabeyi Abdullah b. Zübeyr’in halifeliği
sırasında Irak valisi olan Mus‘ab b. Zübeyr ile 1 milyon dirhem mehir
karşılığında[133]
evlenmiştir. Böylece aşere-i mübeşşereden Talha b. Ubeydullah’ın kızı ile yine
aşere-i mübeşşereden Zübeyr b. Avvâm’ın (v. 36/656) oğlu evlenmiş oluyordu.
Mus‘ab, döneminin en cömert, cesur ve yakışıklı gençlerinden birisiydi.[134] Onu meşhur
kılan hususlardan birisi hiç şüphesiz, Âişe bint Talha ve Sükeyne bint
Hüseyin’i nikâhı altında birleştirmesidir. Asâlet, eğitim, güzellik ve
zenginlik açısından aralarında sürekli rekâbet bulunan bu iki kadını aynı
nikâh altında birleştirmek, kimsenin cesaret edemediği ve ihtimal vermediği
bir hadise iken Mus‘ab bunu başarmış ve Irak valiliği sırasında
Ümeyyeoğulları’na çok zor günler yaşattığı halde, Emevî Halifesi Abdülmelik b.
Mervân (685-705) tarafından, yaptığı evlilikler dolayısıyla “insanların en
cesuru” olarak tanımlanmıştır.[135]
Mus‘ab b. Zübeyr’in, Âişe bint Talha ile evlenmek
istemesine ilişkin olarak dönemin siyasî olaylarına telmihte bulunan şöyle bir
rivayet naklolunmuştur. Bir defasında Hz. Peygamber’in halasının oğlu Zübeyr b.
Avvâm’ın oğulları Urve, Mus‘ab ve Abdullah ile Hz. Ömer’in oğlu Abdullah, bir
araya geldiler ve Allah’tan ne diledikleri hususunda konuşmaya başladılar. Abdullah
b. Zübeyr halife olmayı dilediğini söyledi. Urve, gelecek nesillere intikâl
edecek şekilde ilim sahibi olmayı dilediğini belirtti. Mus‘ab, Irak
valiliğini, bir de Âişe bint Talha ile Hz. Hüseyin’in kızı Sükeyne’yi nikâhı
altında birleştirmek istediğini ifade etti. Hz. Ömer’in oğlu Abdullah ise
dünyevî herhangi bir isteği olmadığını, yalnızca Allah’tan mağfiret dilediğini
söyledi. Geniş hadis bilgisiyle tanınan râvî Abdurrahman b. Ebü’z-Zinâd (v.
174/790), bu konuşmayı naklettikten sonra “Ibn Ömer dışındakilerin hepsi bu dünyada
diledikleri şeyi elde ettiler. Umulur ki İbn Ömer de dileğine kavuşmuştur!”
demiştir.[136]
Mus‘ab’ın Âişe bint Talha’yı evliliğe iknâ etmesi kolay
olmamıştır. Âişe, ilk başta Mus‘ab’ın teklifini kesin bir dille reddetmiş,
hatta ısrarcı olacağını bildiği Mus‘ab’a karşı kapıları tamamen kapatmak adına
“Eğer Mus‘ab’la evlenirsem bana babamın sırtı gibidir!” demek suretiyle zıhâr
yapmıştır. Cahiliye döneminde bir boşama şekli olan, İslâm’dan sonra da eskisi
kadar yaygın olmasa da devam eden bu uygulama, esasen evli çiftlerle ilgili
olup erkeğin kadını boşamak adına tek taraflı yaptığı bir girişimdir.[137] Bu yüzden
de Âişe bint Talha’nın, yalnızca evli erkeklere ait bir uygulama olarak
görülen zıhârı, bir kadın olarak evli olmadığı halde evlenmesine mâni teşkil
etmesi adına bir erkek için kullanması dikkat çekicidir. Medine âlimleri, bu
husus kendilerine arzedildiğinde, zıhârı geçerli kabul etmiş ve keffâret ödemesine
hükmetmişlerdir.[138] Bunun
üzerine Âişe bint Talha, 2000 dirhem değerindeki kölesini azat edip Mus‘ab’la
evlenmiştir.[139] Hatta azat
edilen kölenin mescide gidip Şa‘bî’nin (v. 104/722)[140] yanına oturduğu kimlerden
olduğu sorulunca da “Ben, falan falan olay üzerine Âişe bint Talha’nın azat
ettiği köleyim.” dediği rivayet edilmiştir.[141] Öte yandan kadının zıhâr
yapması hususunda, Irak fakihlerinden Şa‘bî’nin, Medine fakihlerinden farklı
düşündüğü ifade edilmiştir. Buna göre Âişe ile evlenmekte kararlı olan
Mus‘ab’ın, zıhâra rağmen görüşmek için izin istediği, reddedilince onun
tarafını tutan şairlerden Abdullah b. Kays er-Rukayyât’ı (v. 80/699) elçi
olarak gönderdiği, Âişe’nin de elçi vasıtasıyla “Yeminim ne olacak?” diye sorduğu
bildirilmiştir. Mus‘ab da “İşte Şa‘bî, Iraklıların fakihi!” demiş, meseleyi
öğrenen Şa‘bî, herhangi bir keffâete gerek olmadığını bildirmiştir. Bunun
üzerine Âişe “Beni, Mus‘ab’a helal kılıyor ve eli boş çıkıp gidiyor mu?”
diyerek ona 4 bin dirhem verilmesini emretmiştir.[142] Ancak anlaşılan Âişe bint
Talha, Medine âlimlerinin verdiği fetvâ gereği köle azat etmeyi gerekli
görmüştür. Hatta bizzat Şa‘bî’nin, Âişe’nin böyle yaptığını anlattığı rivayet
edilmiştir.[143] Bu evlilik,
dönemin sosyal hayatında yankı uyandırmış, beğeni ve ilgi ile karşılanmış, Âişe
ve Mus‘ab birbirlerine çok yakıştırılmışlardır. Öyle ki “Güzellik açısından şu
üç çiftten birbirine daha çok yakışanı görülmemiştir.” sözü şüyû bulmuştur.
Erkeğin yakışıklılığı, kadının da güzelliği ile iştihâr ettiği bahsi geçen
çiftler Âişe bint Talha-Mus‘ab b. Zübeyr, Lübâbe bint Abdullah b. Abbâs-Velîd
b. Utbe (v. 64/684) ve Esmâ bint Umeys (v. 40/661)-Ca‘fer b. Ebû Tâlib
çiftleridir (v. 8/629).[144]
Mus‘ab b. Zübeyr Âişe’ye evlenme teklif ettiğinde, Medineli
meşhur kadın musikişinas Azzetü’l-Meylâ’dan (v. 115/733) Âişe’yi kendisi için
değerlendirmesini istemiştir. Azze de Âişe’nin yanına gidip gerekli bilgileri
aldıktan sonra Mus‘ab’ın yanına gittiğinde, Âişe’nin çok güzel bir kadın
olduğuna işaret eden tasvirlerinin sonunda “Yalnız iki kusuru vardır; bunlardan
birisini başörtüsü diğerini ise ayakkabı örter, büyük kulaklar ve büyük ayak.”
ifadelerine yer vermiştir.[145]
Mus‘ab’ın Âişe ile evlenirken verdiği 1 milyon dirhemlik
mehir, yaşadığı toplumda olay olmuş, tartışılmış ve şairlerin şiirlerine konu
olmuştur. Örneğin bir şairin, “Bir genç kadının mehri 1 milyon dirhem iken,
ordu komutanları geceyi aç geçiriyor.” dediği bildirilmiştir.[146] Abdullah
b. Zübeyr ve Abdülmelik b. Mervân, böyle yüklü miktarda mehir verdiği için
Mus‘ab’ı ayıplamışlar,[147] şairin
sözüne hak veren ağabeyi Abdullah, mektup yazarak ona serzenişte bulunmuş ve
derhal kendisiyle görüşmesini istemiştir. Görüştüklerinde meseleyi tatlıya
bağlamışlardır.[148] Mus‘ab, her
fırsatta karısına pahalı hediyeler vermeye devam etmiştir. Örneğin bir
defasında, emrindeki atlı askerlerden birinin, bir savaş sırasında kanlılardan
ganimet olarak elde ettiği, “paha biçilemez” yahut “2 milyon dinar değerinde”
olduğu belirtilen arı şeklinde bir altın parçasını Âişe’ye hediye etmiştir.[149] Âişe’yi
düğün gecesi için Ümmü Manzûr isimli bir kadın hazırlamıştır. Âişe’nin boynuna
olgunlaşmamış küçük yeşil hurmaların[150] delinip ipe dizilmesiyle
yapılmış bir kolye[151] ile yine
ortasında elma şeklinde bir figürün olduğu iki kolye takmış, saçını örmüş ve
saçındaki örgü ayrımına bir mücevher yerleştirerek süslemiştir.[152]
Güzelliğine ve
kocasının kendisine olan hayranlığına güvenen Âişe’nin bazen hiç nedeni yokken
Mus‘ab’a tavır aldığı bildirilmiştir.[153] Örneğin bir defasında
sabahleyin,[154] güzel kokular
sürüp (i^.^)[155] uyumuş olan
Âişe bint Talha’nın yanına giren Mus‘ab, eşini uyandırarak kıymeti 20 bin dinar
olan 8 inciyi kucağına serpmiştir. Âişe ise kocasının beklediği tepkinin çok
ötesinde, “Uykum bu incilerden daha değerlidir.” [156] şeklinde bir cevapla onu bir
hayli şaşırtmıştır. Edebiyat kitaplarında Âişe’nin evliliği müddetince
defaatle eşi Mus‘ab’a küstüğünü, Mus‘ab’ın araya hatırlı kimseleri koyarak
eşinin gönlünü almaya çalıştığını bildiren rivayetler bulunmaktadır. Ancak
ikili arasında hangi konuların böyle küslüklere yol açtığı hakkında bilgi
verilmemiştir. Hatta bir defasında aralarındaki küskünlük o kadar uzamıştır ki
ikisi de artık bu durumun son bulmasını istemişlerdir. Âişe, küskün oldukları
sırada savaşa gidip zaferle dönen Mus‘ab’la arasındaki bu durumdan mevlâsına
dert yanınca mevlâsı, “Kocanı karşılamaya çıkman arzu ettiğin sonucu
doğuracaktır.” demiştir. Bunun üzerine Âişe, Mus‘ab’ın yanına varıp zaferden
dolayı onu kutladıktan sonra, yüzündeki toprağı temizlemiştir. Mus‘ab zarif
bir şekilde, “Üzerimdeki demir kokusunun seni rahatsız etmesinden endişe
ediyorum.” deyince Âişe “demir kokusunun, en güzel misk kokusundan daha hoş
olduğunu”[157] ifade etmek
suretiyle kocasının gönlünü bir kere daha fethetmiş olmalıdır. Mus‘ab’ın karısı
Âişe’nin darıldığı, kendisine gönül koyduğu durumlarda yakın çevresine
danıştığı, ne yapması gerektiği ile ilgili görüş aldığı,[158] çeşitli şekillerde karısının
gönlünü almaya çalıştığı, çaresiz kaldığında kendisini karısıyla barıştıracak
kişiye 5 bin dirhem, 10 bin dirhem[159] gibi paralar vadetti- ği
bildirilmiştir.[160] Eğer bu
rivayetler doğru ise, Âişe ile Mus‘ab arasındaki bu durumun yakın
çevresindekiler için adeta kazanç kapısına dönüştüğünü söylemek yanlış
olmayacaktır.[161]
Âişe, siyasî kimliğinden ötürü Mus‘ab’a, zaman zaman
başkalarının ihtiyaçları, sıkıntıları, istekleri ile ilgili konuları
götürmüştür. Örneğin, Kûfe’de Muhtâr es-Sekafî (v. 67/687) ile mücadelesinde
galip gelen kocasına, Muhtâr’ın karısının[162] da içlerinde bulunduğu
esirlerin serbest bırakılması için elçi göndermiş ancak elçi geldiğinde onları
ölü bulmuştur.[163] Ayrıca
Mus‘ab’ın ona duyduğu sevgiyi bilenlerin zaman zaman, isteklerini Âişe’ye
ilettikleri, onun da uygun gördüklerini neşeli zamanlarında kocasına anlatarak
istek sahiplerine yardımcı olduğu dikkatleri çekmektedir. Belâzürî’nin yer
verdiği bir rivayete göre “Irak valisi olduğu sırada Mus‘ab’ın âmillerinden
olan Dâvûd b. Kahzam el-Abdî’ye bir iş için 100 bin dirhem lazım olur.
Mus‘ab’ın bilgisi dâhilinde bu parayı alıp kullandıktan sonra kendisine
bağışlanmasını istemek üzere[164] karısı
Ümmü’l-Fazl bint Gaylân’ı Âişe bint Talha’ya gönderir. Âişe, Ümmü’l- Fazl’ı
dinledikten sonra durumu kocasına anlatır.[165] Böylece Mus‘ab, Ümmü’l-Fazl’a
kocasının borçlarının silindiğini bildirir ve hediyelerle geri gönderir.”[166]
Âişe ile Mus‘ab’ın çok merak edilen,
hakkında yorumlar yapılan, göz önünde sürüp giden evlilikleri, Emevî muhalifi
olarak Irak valiliğini sürdüren kocası Mus‘ab’ın Emevî halifesi Ab- dülmelik b.
Mervân (685-705) ile Deyrülcâselik mevkiinde yaptığı savaş neticesinde, 72/691
yılında öldürülmesi ile kısa sayılabilecek bir sürede sona ermiştir.[167]
c)
Ömer
b. Ubeydullah ile Evliliği
İkinci eşi Mus‘ab, Emevî halifesi Abdülmelik b. Mervân
tarafından öldürülünce (72/691) halifenin kardeşi Bişr b. Mervân, Âişe bint
Talha’ya evlenme teklif etmiştir. Ancak Âişe, bu teklifi kabul etmemiş ve
amcasının oğlu[168] olan Ömer
b. Ubeydullah (v. 82/701) ile evlenmiştir. Bu evliliğin nasıl gerçekleştiğine
ilişkin iki farklı rivayet vardır. İlkine göre, Kûfe’ye gelen Ömer b.
Ubeydullah, kardeşi tarafından Kûfe valiliğine tayin edilen Bişr b. Mervân’ın
(v. 75/694) Âişe’ye talip olduğunu duyunca, cariyesini Âişe’ye göndermiş ve ona
selâmla birlikte şu mesajını iletmesini söylemiştir. “Ben sana talip olan o
asık suratlı, kara tenliden daha hayırlıyım. Senin amcanın oğluyum ve üzerinde
daha çok hakkım var. Eğer benimle evlenirsen evini hayırla doldururum.” Bunun
üzerine Âişe, Ömer’le evlenmeyi kabul etmiş ve düğünleri Hîre’de
gerçekleşmiştir. Bir diğer rivayete göre ise Bişr, Ömer b. Ubeydullah’tan
Âişe’yi kendisi için istemesini rica etmiş; Âişe, yanına gelen Ömer’e, “Bişr
bana evlenme teklif etmek için senden başkasını bulamadı mı? Sen kendin için
neden düşünmüyorsun?” diye sormuştur. Âişe’nin bu îmâsı karşısında şaşıran
Ömer, “Gerçekten teklif etsem benimle evlenir misin?” diye sormuş, aldığı
cevap olumlu olunca da hemen evlenmişlerdir.[169] Evlenirken Ömer, Âişe’ye 500
bin dirhemi mehir, geri kalanı da hediye olmak üzere toplam 1 milyon dirhem
vermiştir.[170] Bu
hediyeler içerisinde düğün gecesinde Âişe’nin odasına gönderdiği, 7 zira
uzunluğunda 4 zira genişliğinde gösterişli bir örtü,[171] ayrıca envaî çeşit hediyeler,
elbise ve kumaşlar da bulunmaktadır.[172]
Sekiz yıl evli kalan çiftin arasında geçen diyaloglara dair
bazı örnekler bulunmaktadır. Örneğin, bir defasında Âişe bint Talha Ömer’e,
“Bağırdığı zaman neredeyse yeri çatlatacak kadar sesi gür olan kişi kimdir?”
diye sorar. Ömer, “Kastettiğin kişi Abbâd b. Husayn’dır[173] (v. 85/705).” der.[174] Yine bir
defasında neşeli olduğu bir gün Âişe, kocasıyla konuşurken kendisi için en
heyecanlı günün “Ebû Füdeyk” günü olduğunu söyler. Sonra da Ömer’e “Senin için
önemli olan günler hangileridir?” diye sorar. Ömer de “Sicistân günü, Katarî
günü” gibi cevaplar verir. Bunun üzerine Âişe, “Bir günü unuttun ki o gün sen
hayatının en cesaret isteyen şeyini yaptın, kemerli burnuna rağmen Remle ile
evlendin.” der.[175] Bahsi geçen
Remle, Ömer b. Ubeydullah’ın, Âişe’den önce evlendiği eşi Remle bint Abdullah
b. Halef’tir. Remle, düzgün bir fiziğe sahip olmasına karşın, büyük ve kemerli
burnu yüzünden çirkin addedilen bir kadındı. Âişe ile Ömer evlendiklerinde de
yaşı bir hayli ilerlemişti. Remle’nin, kuması Âişe’nin kendisine göre daha genç
ve daha güzel olduğunu biraz kıskanarak da olsa itiraf ettiği kayıtlara
geçmiştir.[176] Bu ikili,
şairlerin şiirlerine de konu olmuştur. Örneğin Cebr b. Habîb yüz güzelliği
açısından Âişe ile Remle arasında bir kıyas yapmıştır.[177]
Tıpkı Mus‘ab gibi Ömer’in de Âişe’yi çok seven, değer
veren, kıskanan bir eş olduğu anlaşılmaktadır. Örneğin, Ömer b. Ubeydullah’ı
en çok kızdıran, öfkelenmesine, kalbinin sıkışmasına neden olan şey, Âişe bint
Talha’nın ona ikinci eşi Mus‘ab b. Zübeyr’in yakışıklılığından ya da
cömertliğinden bahsetmesidir.[178] Son derece
sıcak bir günde karısının yanına giren Ömer, ondan üzerindeki toprağı
silkelemesini ister. Âişe, bunu yaparken “Kimsenin yüzüne toprağın, Mus‘ab’ın
yüzüne yakıştığı kadar yakıştığını görmedim!” deyince Ömer, kıskançlıktan ve
öfkeden deliye döner.[179] Öte yandan
Ömer b. Ubeydullah, karısı Âişe’ye verdiği değeri, çeşitli vesilelerle yaptığı
cömert bağışlarla göstermiştir. Örneğin bir defasında Hayr b. Habîb b. Atiyye,
daha önce ilettiği bir sıkıntısının çözümü için davet üzerine Ömer’in yanına
geldiğinde, karısı Âişe de oradadır. Ömer Hayr’a “Âişe ile ilgili yaptığın bir
benzetme vardı, nasıldı?” diye sorar. Hayr da “İpek kumaş varken kim alelade
bir kumaştan küçük bir parçayı tercih eder?” sözünü söyler. Bu söz üzerine
Ömer, önlerinde duran incilerden bir avuç alarak Hayr’a verir. İnciler o kadar
değerlidir ki Hayr onları satıp kendisine bir arazi satın alır.[180]
Rivayetlerin detayına inildiğinde,
Âişe ile ikinci eşi Mus‘ab arasında yaşanan problemlerin, Ömer b. Ubeydullah
ile evliliğinde yaşanmadığı dikkatleri çekmekte; Âişe’nin Mus‘ab’a göstermediği
ilgi ve şefkati Ömer’e gösterdiği anlaşılmaktadır.[181] Zaten vefat ettiğinde Âişe,
diğer eşlerinden farklı olarak[182] ayağa
kalkıp Ömer b. Ubeydullah’ın iyiliklerini bir bir saymıştır. Neden böyle
yaptığı sorulduğunda da üç neden sıralamıştır. “O nesep olarak bana en yakın
olandı, Benî Teym b. Mürre’nin efendisiydi ve tabi ondan sonra bir daha artık
başkasıyla evlenmeyeceğim.”[183] Ayrıca
kocaları içerisinde en cömerdinin ve kendisine karşı en merhametli olanının
Ömer olduğunu sözlerine eklemiştir.[184] Esasen ele aldığımız dönemde
bir kadının, kocasının vefatından sonra ayakta onun iyiliklerini sayıp
dökmesi, bir daha evlenmeyeceğine dair işaret sayılıyordu. Âişe hem bu adetin
gereğini yerine getirmiş hem de evlenmeyeceğini açıkça beyan etmiştir.[185] Nitekim
Ebân b. Osmân, kardeşi Yahyâ b. Osmân vasıtasıyla ona evlenme teklif etmiş,
ancak Âişe kabul etmemiştir.[186]
Emevîler dönemi, İbn Müferriğ, Hakem
b. Abdel, Sâbit b. Kutne, Ahtal, Ferezdak ve Cerîr b. Atıyye gibi medih ve
hiciv; Ömer b. Ebû Rebîa, Ahvas, Kays b. Zerîh ve Cemîlü Büseyne gibi gazel
şairlerinin yetiştiği, Arap edebiyatının ve özellikle hitabetin gelişmeye devam
ettiği bir dönemdir.[187] Âişe bint
Talha, yukarıda bahsedildiği üzere şiir ve edebiyata ilgi duyan, Câhiliye
dönemi şairleri başta olmak üzere Cemîl, Küseyyir gibi döneminin ünlü
şairlerinin gazellerini iyi bilen, Arap dilini iyi kullanan ve hitabet yeteneği
gelişmiş olan bir kadındır. Hayatı boyunca, döneminin meşhur şairleriyle ve
onların şiirlerini güzel sesleriyle yorumlayan, çoğu cariye yahut azatlı
cariyelerden oluşan hânendelerle iyi ilişkiler içerisinde olmaya çalışmıştır.
Kendisini medheden şairlere ve onların dizelerini yorumlayan hânendelere cömert
ikrâmlarda bulunmuştur. Böylece dönemin cemiyet hayatında çok etkili olan hiciv
ve medih şairlerinin dizelerinde, asâlet ve şerefine gölge düşürecek
betimlemelerin yer almasını büyük ölçüde engellemiştir.
a) Şâirler ve Hanendelerle
Münasebetleri
Âişe bint Talha şiir, tarih, edebiyat vb. konuları
konuşabileceği, şairlerin gazellerini ve bu gazelleri güzel sesleriyle
yorumlayan muganniyeleri dinleyebileceği meclisler düzenlemeyi seven;
çevresine, ait olduğu üst sınıfa dair problemlere bigâne kalmayan sosyal bir
insan portresi olarak karşımıza çıkmaktadır. Edebiyat kitaplarında dönemin
ünlü gazel şairleri ile arasındaki münasebetleri ortaya koyan pek çok nakil
bulunmaktadır. Bu nakiller, ş edebiyatçılar için şiir ve edebi metinler
açısından vazgeçilmez olsalar da, tarihî bir kaynak olarak ihtiyatla
kullanılması gerektiği yadsınamaz bir gerçektir. Ancak edebiyat kitaplarında
verilen bilgileri tenkit süzgecinden geçirmeye çalışmaksızın, bir önyargı ve ön
kabulle tamamen yok saymak da tarih tenkidi açısından uygun bir yöntem
olmamalıdır. Âişe bint Talha’nın hayatı ve evlilikleri ile ilgili edebiyat
kitaplarında yer alan bilgiler, biyografi ve tarih kitaplarında naklonu- lan
rivayetlerle mukâyeseli olarak kullanıldığında bu sorun büyük ölçüde ortadan
kalkmaktadır. Ancak sıra, Âişe bint Talha gibi şiir ve edebiyatla iç içe bir
hanımın şairler, hânendeler ve dönemin üst tabakaya mensup diğer kadınlarla
münasebetlerini incelemeye geldiğinde, ne yazık ki tarih ve biyografi kitapları
yetersiz kalmaktadır. Bu konuda edebiyat kitaplarında verilen bilgilere
başvurmak kaçınılmaz olmakla birlikte, diğer kaynak türlerindeki rivayetlerle
mukayese etme imkânı bulunmamaktadır. Bu nedenle ilgili bilgiler
değerlendirilirken Âişe bint Talha ile ilgili ortaya konulan genel portre ve
dönemin sosyal yapısı ile ters düşmeyen güvenilir olduğu izlenimi veren
rivayetler ön plana çıkarılmıştır.
Âişe bint Talha ile yakın ilişkiler içerisinde olan şairlerden
birisi hiç şüphesiz Hâris b. Hâlid el-Mahzûmî’dir. Sık sık umuma açık yemek
davetleri veren Âişe bint Talha bir defasında yemek yiyenler arasında bulunan
bir yolcu ile yakından ilgilenir ve yemeğini yedikten sonra “Garip bir halin
var, nerelisin?” diye sorar. Mekke’den geldiğini öğrenince de “Bedevî ne yapıyor?”
der. Mekkeli yolcu, dışarı çıkınca etrafındakilere Âişe’nin “Bedevî ne
yapıyor?” sorusuyla kimi kastettiğini sorar. Dönemin ünlü gazel şairlerinden
Hâris b. Hâlid el-Mahzûmî’yi kastettiğini öğrenince, Mekke’ye varıp durumu
Hâris’e bildirir.[188] Hâris
adama, “Bineğini, bineğinin azığını ve tüm ihtiyaçlarını ben karşılıyorum,
hemen Medine’ye dön ve Âişe’ye şu deri parçasını ver!” diyerek nasıl olduğunu
beyan eden bir beyit yazıp verir.[189] Hâris ayrıca hac için
Mekke’ye geldiği bir sırada, Âişe’ye elçi olarak dönemin meşhur
musikişinaslarından Garîz’i (v. 98/717) gönderip görüşmek istediğini bildirir.
Âişe de ihramlı olduğunu, ihramdan çıkınca görüşebileceklerini söyler. Âişe,
ihramdan çıkınca katırına binip Mekke’den ayrılmak üzere yola çıkınca, yolda
Garîz elinde Hâris’in mektubuyla ona yetişir. Garîz, mektupta yazılı şiiri
melodik olarak okur. Sözünü tutmadığı için Hâris b. Hâlid’in serzenişte
bulunduğu kısmı işitince Âişe, “Biz doğruyu söyledik ve böyle yaparak onun
sözlerini satın almak istedik.” dedikten sonra şiirin devamını okumasını ister
ve Hâris’in sözlerini beğenip Garîz’e 5 bin dirhem ve elbiseler hediye eder.
Sonra başka bir gazel okumasını ister. Garîz, güftesi Hâris’e ait başka bir
gazeli seslendirince Âişe, “Hâris mi bunu okumanı istedi?” diye sorar. Garîz
yeminle böyle bir şey istemediğini söyleyince ona 5 bin dirhem daha hediye
eder.[190]
Emevîler döneminde, hiciv ve medih şairlerinin toplum
üzerindeki etkisi büyüktü. Özellikle üst tabakaya mensup kimseler, hiciv
şairlerinin hedefinde olmayı istemezlerdi. Âişe bint Talha da hayatı boyunca
şairleri kendisine yakın tutmuş, iyi ilişkiler içerisinde olup cömert
ikrâmlarda bulunarak hakkında olumlu şeyler söylemelerini temin etmeye gayret
etmiştir. Aksi söz konusu olduğunda ise tepki göstermiştir. Örneğin bir
defasında Âişe bint Talha’yı tavaf sırasında gören Hâris b. Hâlid el-Mahzûmî,
onun tavâf esnasında ağır hareket edip yedi tavaf yapmakta zorlandığını ifade
eden beyitler inşâd edince, Hâris’in kendisini öven onlarca şiir olmasına
rağmen çok kızmıştır.[191] Âişe bint
Talha’nın dönemin ünlü aşk şairlerinden Ömer b. Ebû Rebîa’dan (v. 93/711-712)
hiç hazzetmediği ve bunu açık bir şekilde beyan ettiği bilinen bir husustur.
Bunun nedeni elbette, eğlence hayatına düşkünlüğü ile tanınan Ömer b. Ebû
Rebîa’nın, beğendiği kadınları şiirlerine konu etmesi ve onlarla ilgili
duygularını, bazen sataşmalara varacak şekilde dile getirmesidir.[192] Elbette bu
diğer bütün soylu kadınlar gibi Âişe bint Talha’nın da kaçındığı bir hadisedir.
Nitekim uzak durduğu halde, hac ve umre vesilesi ile Mekke’de mecburen
karşılaştıklarında Âişe, Ömere kendisini diline dolamamasını bizzat söylemiş,
ayrıca cariyesini gönderip tekrar tekrar uyarılarda bulunmuştur.[193] Ancak Ömer
b. Ebû Rebîa, her zamanki âdeti üzere şiir inşâd etmeye devam edince[194] bu durum
Benî Teym- lilerin kulağına gitmiş,[195] Hz. Ebû Bekir’in ve Talha b.
Ubeydullah’ın çocukları, Ömer b. Ebû Rebîa’yı uyarmışlardır. O da bir daha
Âişe’nin ismini şiirlerinde zikretmemeye söz vermiş, bu sefer de inşâd ettiği
şiire “Ümmü Talha” diyerek onun künyesiyle hitap etmeye başlamıştır.[196] Yine
de Âişe için özür mahiyetinde beyitler söylemeyi de ihmal etmemiştir. Yukarıda
Hâris b. Hâlid’in Garîz’e mektup vererek Medine’ye dönmek üzere yola çıkan
Âişe’ye ulaştırmasını istediğini bildirmiştik. Bunu öğrenen Ömer b. Ebû Rebîa,
Teymlilere söz verdiği için açıkça şiir inşâd edemese de söylediği son
beyitleri Âişe’nin duymasını istediğinden,[197] kendisine şöyle bir çözüm
yolu bulmuştur. Garîz’den Âişe’nin yanına vardığında, güftesini kendisinin yazdığı
bir şiiri melodik olarak okumasını istemiştir. Ayrıca Garîz’e bunu yaparsa 5
bin dirhem vereceğini söylemiştir. Nitekim Âişe, Hâris’in şiirlerini dinleyip
Garîz’e bolca bahşiş verdikten sonra “Bana Hâris’in başka bir şiirini oku.”
deyince Garîz, bu fırsatı değerlendirerek, Ömer b. Ebû Rebîa’nın beyitlerini
seslendirmiştir. Âişe Ömer b. Ebû Rebîa’nın, içinde bulunduğu durumu özetleyen
ve mesajını ilettiği için Garîz’i öven şiirini dinleyince gülmüş ve “Allah
senin de İbn Ebû Rebîa’nın da iyiliğini versin.” dedikten sonra, her ne kadar
makbul bir kimse olmasa da bu kadar zahmete girip onun şiirini kendisine
ulaştırdığı için Garîze teşekkür etmiştir.[198]
Âişe bint
Talha, üçüncü eşi Ömer b. Ubeydullah’ın vefâtından sonra, bir yıl Mekke’de, bir
yıl Medine’de kalıyor, Mekke’den de Tâif’e geçiyordu. Tâif’te büyükçe bir
yazlık dışında başka mal varlıkları da vardı. Tâif’te bulunduğu süre içerisinde
dinlenen Âişe, akşamları cemiyetler tertip ediyor, bu cemiyetlerde okçular
atışlar yaparak gösteriler düzenliyorlardı.[199] Bir defasında şair Muhammed
b. Abdullah en-Nümeyrî (v. 90/708) bu meclise uğradı. Âişe’ye geldiği haber
verilince nesebini sordu, sonra da yanına getirilmesini emretti. Sonra ona
Emevî valisi Haccâc b. Yûsuf’un (v. 95/714) Kız Kardeşi Zeyneb bint Yûsuf
hakkında inşâd ettiği şiiri okumasını söyledi. Esasen Benî Sakîfli şair
Nümeyrî, Zeyneb’i seviyordu. Âişe’nin isteğini, aynı zamanda akrabası olan
Zeyneb’in adının çıkmaması için reddetmek istedi. Ancak Âişe ısrar edince
okudu. Âişe, Zeyneb’i çok güzel tasvir ettiğini, onun şerefini yücelttiğini
söyleyerek 1000 dirhem verilmesini emretti. Ertesi toplantıya Nümeyrî yine
geldi. Âişe, yine Zeynep’le ilgili şiir okumasını istedi. Nümeyrî “Bunun yerine
ben Hâris b. Hâlid el-Mahzûmî’nin (v. 80/700) senin için inşâd ettiği şiiri
okusam.” deyince Âişe’nin yardımcıları, bunu hakaret kabul edip hemen
Nümeyrî’nin haddini bildirmek üzere harekete geçtiler. Ancak Âişe onları
durdurdu ve “Bırakın, amcasının kızı için okuttuğum şiirin intikamını almak
istiyor.” dedi ve “Hadi oku bakalım.” diye ekledi. Nümeyrî, Hâris b. Hâlid’in
Âişe ilgili inşâd ettiği şiiri okudu.
Şiir bitince Âişe,
“Vallahi bunda benim şerefimi lekeleyen bir şey yok, beni gayet olumlu sözlerle
vasfetmiş.” dedikten sonra 1000 dirhem ve iki parça elbise verilmesini emretti.[200]
b) Üst Tabakaya Mensup Diğer
Kadınlarla Münasebetleri
Âişe bint Talha, asaleti, güzelliği, zekâsı, bilgisi,
zenginliği ve şaşaalı hayatı ile rakibeleri arasında hep bir adım önde olmuş
bir kadındır. Onun bu zenginliği ile ilgili edebiyat kitaplarında abartılı
sayılabilecek bazı rivayetler yer almaktadır. Bir hac döneminde Âtike bint
Yezîd b. Mu‘âviye, hacca gitmek için Halife Abdülmelik b. Mervândan izin ister.
Halife izin verir; ancak Âişe bint Talha’nın o sene kalabalık bir maiyetle
hacca gideceği hususunda uyararak Âtike’den görkemli gözükecek şekilde
hazırlanmasını ister. Âtike, elinden geldiğince hazırlık yaparak kalabalık bir
maiyetle yola çıkar. Mekke ile Medine arasında bir yerde konakladığında Âtike,
kalabalık bir grubun gelip kendi maiyetini dağıtıp karmaşaya sebep olduğunu
görür. Kendi kendine “Herhalde Âişe bint Talha’dır.” der. Kim olduklarını
sorunca, Âişe bint Talha’nın hizmetçileri olduğunu öğrenir. Sonra benzer
şekilde ikinci bir dalga gelir, bu sefer de gelenlerin Âişe’nin kuaförleri
olduğu ortaya çıkar. Nihayet bir kalabalık grup daha uzakta belirir ve
üzerlerinde hev- dec ve mahfelerle 300 deve eşliğinde Âişe bint Talha gelir.
Âtike’nin bu manzarayı görünce “Allah katında olan daha hayırlı ve daha
kalıcıdır.” meâlindeki Kasas sûresi 60. ayeti okumaktan kendisini alamadığı
bildirilmiştir.[201] Âişe’nin
Abdülmelik b. Mervân’ın halifeliği sırasında gerçekleştirdiği bu gösterişli
hac yolculuğu sırasında Mus‘ab ya da Ömer b. Ubeydullah ile evli olduğunu
düşünmek mümkündür. Ancak Üçüncü kocası Ömer b. Ubeydullah vefât ettikten sonra
(82/701) bir mali kriz yaşanmış olabilir. Nitekim kocasının vefâtından sonra
Emevî Halifesi Velîd b. Abdülmelik’in (705-715) huzuruna çıkarak, hacca gitmek
istediğini, yanına yardımcılar verilmesini talep etmiştir. Velîd Âişe’nin
isteğini yerine getirmiştir. Böylece Âişe, yanında kalabalık bir toplulukla,
60 katır eşliğinde hac görevini îfâ etmiştir.[202] Rivayet edildiğinde göre bu
sefer de Âişe ile Âtike bint Yezîd arasındaki gösteriş yarışının bir benzeri
Âişe ile kuması Sükey- ne bint Hüseyin arasında yaşanmıştır. Aynı sene hac için
Mekke’ye gelen Sükeyne bint Hüseyin, Âişe’nin bu görkemli maiyeti karşısında
epey mütevazı kalmıştır. Âişe’nin gazel okuyarak develerini süren
görevlilerden birisi “Ey Âişe! Ey 60 katırın sahibi! Yaşadığın müddetçe böyle
görkemli bir şekilde haccedeceksin.” şeklinde başlayan bir beyit söyleyince bu
durum Sükeyne’nin kulağına gitmiş ve onu üzmüştür. Bunu üzerine Sükeyne’nin
develerini süren kişi yine Âişe’ye hitaben “Onun atası olmasaydı senin atan
hidayete ermezdi.” diyerek Hz. Peygamber’in torunu olmasının Sükeyne için
yeterli olacağına işaret eden beyitler söylemiştir. Bu sözleri işiten Âişe,
kendi görevlisinden, artık bu atışmaya devam etmemesini istemiştir.[203] Âişe bint
Talha’nın Mekke’de yaşadığı evin kapısının Kâbe’nin kapısına doğru açıldığı
hususu da onun Mekke’deki günleri ile kaydedilen bilgiler arasındadır.[204]
Âişe’nin, kadınlar arasında üstünlük yarışındaki
kıskançlıklarının, zaman zaman şair arkadaşlarıyla arasını açtığı dikkatleri
çekmektedir. Arap platonik aşk şairi Küseyyir’e (v. 105/723),[205] sevdiği
kadın Azze (v. 85/704) ile ilgili sayısız şiirini hatırlatarak “Tarif ettiğin
gibi güzel olmadığı halde, neden Azze ile ilgili sürekli şiirler inşâd
ediyorsun? Bu şiirleri benim için ya da benim gibi olanlar için söylesen ya!
Bildiğin üzere ben ondan çok daha şerefli ve güzelim.” deyince Küseyyir, Âişe
ile aralarındaki konuşmayı şiire dökmüştür. Ancak söylediği beyitleri beğenmeyen
Âişe kızarak Küseyyire, iki hususta hata yaptığını belirtmiştir. “Sen benden
şiirinde arkadaş (il^) olarak bahsettin, oysaki ben senin için arkadaş değilim,
ayrıca benim yakınlığımı dilediğini belirttin, oysaki ben bunu istemiyorum.
Aslında ben bu şekilde sendeki şiir yeteneğini sınamak istemiştim, ancak
başaramadın, kaybettin.” Sonra “Bak bu hususta efendin Cemîl ne diyor?”
diyerek Cemîl’in ondan daha üstün olduğunu ifade etmiş ve onun beyitlerinden
örnekler vermiştir. Küseyyir de Cemîl’in üstünlüğünü inkâr etmediğini ifade
etmiştir.[206]
Âişe çok cömert bir kadındı. Yemek davetleri dışında
çeşitli vesilelerle yakınlarına, şairlere, ihtiyaç sahibi kimselere hediyeler
dağıtırdı. Bir defasında Kureyşli kadınları evine davet etti. Hazırlık yaparken
de oturacakları yerlere reyhân gibi kokular serpti. Önlerine meyve tabakları
koydurdu ve tütsü yakarak ortamın hoş kokmasını sağladı. Ayrıca gelen herkese
ipekten, desenli, işlemeli elbiseler hediye etti. Güzel sesiyle iştihar eden
Medineli meşhur kadın musikişinas Azzetü’l-Meylâ’yı da bu meclise davet etti
ve herkese verdiklerinden, hatta ziyadesiyle ona da verdi. Sonra da ondan gazel
okumasını istedi. Azzetü’l-Meylâ, İmrüü’l-Kays’ın dizelerini terennüm etti ve
sesiyle herkesi kendisine hayran bıraktı. Yakınlarda bulunan Mus‘ab ve arkadaşları
davetin verildiği mekâna doğru geldiler. Mus‘ab perde arkasından Âişe’ye
seslenerek “Dinledik ve sesini bahsettiğin kadar güzel bulduk, Allah seni
mübarek kılsın ey Azze!” dedikten sonra sözlerine şöyle devam etti: “Âişe! Ben
yanımdakilerle oraya gelemem, ama sen izin verirsen Azze buraya, bizim yanımıza
gelebilir.” Böylece Azze, Mus‘ab ve arkadaşlarının yanına gitmiş ve aynı gazeli
tekrar tekrar seslendirmiştir. Mus‘ab gazelleri çok beğenmiş, Azze’yi tebrik
ettikten sonra kadınların yanına geri göndermiştir.[207] Âişe bint Talha’nın
Azzetü’l-Meylâ’ya karşı özel bir sevgisi vardı. Bir defasında ricasını
kırmayarak güzel sesi ve yorumuyla güftesi şâir Cemîl’e ait bir gazeli
seslendiren Azzetü’l-Meylâ’yı,[208] kalkıp iki
gözü arasından öptükten sonra ona, 10 parça elbise ve içinde gümüş parçaların
da olduğu çeşitli hediyeler vermiştir.[209]
Âişe bint Talha haccını tamamladığında Mekke’den ayrılmadan
önce Kureyşli olsun olmasın, eş, dost ve akrabadan olan kadınları yanına kabul
edip önceden hazırlanmasını emrettiği elbiseler ile hediyeleri takdim etmeyi
alışkanlık haline getirmişti. Mekkeli musikişinas Garîz de Âişe bint Talha’nın
kaldığı yere gidenler arasındaydı. Önünden nice kadınlar, yanlarında
cariyeleri ile içeri girip türlü türlü hediyelerle çıktılar. Garîz kendi
yakınlarının da elleri dolu çıkıp kendisine bir şey vermediklerini görünce
“Benim payım nerede?” diye sormuş, “Biz seni unuttuk.” cevabını alınca da
“Buradan elim boş dönmeyeceğim.” diyerek Âişe bint Talha’nın duyacağı şekilde
durumunu ortaya koyan bir beyit inşâd etmiştir. Onu işiten Âişe, içeri davet
etmiş ve gülümseyip “Burada olduğunu bilmiyordum.” dedikten sonra hediyelerini
vermiş ve “Benimle ilgili güzel sözler söylersen sana şunları şunları veririm.”
diye vaatte bulunmuştur. Ondan sonra Garîz, Âişe bint Talha’yı öven daha nice
beyitleri terennüm etmiştir.[210]
c)
Emevî
Halifeleri ile Münasebetleri
Bilindiği üzere Âişe bint Talha’nın
ikinci kocası Mus‘ab b. Zübeyr, Emevî halifesi Abdülmelik b. Mervân’a karşı savaşırken vefât etmiştir. Âişe’nin
Abdülmelik’ten sonraki iki Emevî halifesi ile yani Velîd b. Abdülmelik ve Hişâm
b. Abdülmelik ile görüştüğüne dair rivayetler bulunmakta, ancak Abdülmelik b.
Mervân ile görüştüğü bildirilmemektedir. Bu durum Abdülmelik’in Muâviye’nin
torunu Âtike’yi, hacca giderken maiyet itibariyle Âişe’den daha gösterişli
olması hususunda uyardığı rivayeti ile birlikte düşünüldüğünde[211]
yaşananların tabiî bir neticesi olarak aradaki bir soğukluğa ve bir mesafeye
işaret ediyor olabilir. Yine bilindiği üzere Mervân b. Abdülmelik’in kardeşi
Bişr b. Mervân, Kûfe valisi olduğunda Âişe bint Talha’ya evlenme teklif etmiş
ancak Âişe onun teklifini reddetmiştir.[212] Âişe bint Talha’nın
Abdülmelik b. Mervân dışındaki Emevî halifeleri ile arası her zaman iyi olmuş,
onlardan saygı ve ihtirâm görmüştür. Yukarıda da belirttiğimiz gibi hac
münasebetiyle Velîd b. Abdülmelik’ten yardım istemiş, Velîd Âişe’nin bu
isteğini kabul ederek yanına kalabalık bir yardımcı grubu vermiştir. Âişe,
Halife Hişâm b. Abdülmelik ile de görüşmüş, ondan da aynı şekilde saygı ve
ihtirâm görmüştür.
Sonuç
Emevîler dönemi İslâm toplumunda
Âişe bint Talha, üst tabakaya mensup kadınlar arasında farklı bir yere ve
öneme sahiptir. Çünkü o, eğitimli ve zengin olması gibi özelliklerin verdiği
özgüvenle, dönemin soylu kadınlarına has rutinlerin dışına çıkmış, zenginliği,
zekâsı, tarih ve edebiyat bilgisi gibi hususların yanı sıra makam ve mevki
sahibi, zengin kimselerle yaptığı evliliklerle hep göz önünde, aranılan ve
merak edilen bir portre olmayı başarmıştır. Teyzesi Hz. Âişe ile yakın ve
iyi ilişkiler içerisinde olmuş, ondan Hz. Peygamber’in aile hayatı ile ilgili
pek çok şey öğrenmiş ve bu hususlarda onlarca hadis rivayet etmiştir. Sahip
olduğu derin şiir ve edebiyat bilgisini üst tabakaya mensup kimselerle, şair ve
musikişinaslarla paylaşmıştır. Doğumundan vefâtına kadar zengin bir hayat
sürmüş, hayatını büyük ölçüde kışları Mekke’de ve Medine’de, yazları Tâif’te
geçirmiş ve Mus‘ab’la evliliği sırasında Irak’ta bulunmuştur. Siyasete
karışmamış ve Emevî halifeleri ile iyi ilişkiler içerisinde olmuştur. Âişe bint
Talha’nın çevresinde hızla yayılan şöhreti sayesinde, onunla ilgili rivayetler
edebiyat kitaplarında hemcinslerinin önüne geçmiştir. Bu rivayetler, abartılı
yahut tarihî gerçeklerle uyuşmayan unsurlardan arındırıldığında, Âişe bint
Talha ile ilgili teyzesinden hadis rivayet etmesi dışında bilinmeyen pek çok
yönü aydınlattığı görülmüş, Âişe bint Talha’nın şahsında, tabiin döneminde üst
tabakaya mensup kadın ve erkeklerin hayat tarzları ile ilgili önemli bilgilere
ulaşılmıştır.
Kaynaklar
Abdülazîz el-Meymenî, Abdülazîz b. Abdilkerîm er-Rackûtî, Simtü’l-Leâlî,
I-III, yy., ty.
Abdülkâdir el-Bağdâdî, Abdülkâdir b. Ömer b.
Bâyezîd Abdülkâdir el-Bağdâdî, Hizânetü’l-edeb ve lübbü lübâbi lisâni’l-Arab
(nşr. Abdüsselâm Muhammed Hârûn), I-XII, Kahire 1986.
Abdürrezzâk, Ebû Bekir b. Hemmâm es-Sanânî, el-Musannef,
(nşr. Habîbürrahmân el-A‘zamî), I-XI, Beyrut 1983.
Acar, H. İbrahim, “İslâm Hukukunda Evlenme Ehliyeti
Bakımından Küçüklerin Evlendirilmesi Problemi”, Dinî Araştırmalar Dergisi,
c. 6, sayı: 16, s. 125-140 Ankara 2003.
Ahfeş el-Asgar, Ebü’l-Hasen Alî b. Süleymân b.
el-Fazl, el-Ihtiyâreyn, (nşr. Fahreddîn Kabave), Beyrut 1984.2.
Ahmed b. Hanbel, Ebû Abdillâh Ahmed b. Muhammed, el-Müsned,
(nşr. Şuayb el-Arnaût), Beyrut 2004.
Apaydın,
H. Yunus, “Tesettür”, DIA, XL, 538-543, İstanbul 2011.
Aycan,
İrfan, “Mus‘ab b. Zübeyr”, DİA, XXXI, 227, İstanbul 2006.
Azîmâbâdî,
Ebü’t-Tayyib Muhammed Şemsü’l-Hak b. Emîr Alî ed-Diyânüvî, Avnü’l-ma’bûd
Şer- hu Süneni Ebî Dâvûd, (nşr. Abdurrahman Muhammed Osmân), I-XIV, Medine
1968.2.
Belâzürî,
Ebü’l-Hasen Ahmed b. Yahyâ b. Câbir b. Dâvûd, Ensâbü’l-eşrâf (nşr. Riyâd
Ziriklî- Süheyl Zekkâr), I-XIII, Beyrut 1996.
Beyhakî, Ebû
Bekr Ahmed b. Hüseyn, es-Sünenü’l-kübrâ, (nşr. Abdullah b. Abdülmuhsîn
et- Türkî), I-XXIV, Kahire 2011.
, Şuabul-îmân (nşr. Abdül‘alî Abdülhamîd Hamîd-Muhtâr Ahmed en-Nedvî ve
dğr.), I-XV, Bombay 2008.
Buhârî, Muhammed
b. İsmâîl, el-Câmius-sahîh, Mevsûatü’l-hadîsi’s-şerîf: el-kütübüs-sitte
içinde, Riyad 2000.3.
, Halku efali’l-iâd,
Beyrut 1984.
,
el-Edebü‘l-müfred, Beyrut 1985.2.
,
et-Târîhu’l-evsat, (nşr. Muhammed b.
İbrâhîm el-Leheyran), I-II, Riyad 1998.
Bürrî, Muhammed b. Ebû Bekr b. Abdullah b. Mûsâ el-Ensârî
el-Kureşî, el-Cevhere fî nesebin- nebî ve ashâbihi’l-aşere, (nşr.
Muhammed et-Tevencî), I-II, Riyad 1983.
Câhiz, Ebû Osmân Amr b. Bahr b. Mahbûb el-Câhiz el-Kinânî, Kitâbü’l-mehâsîn
ve’l-ezdâd, (nşr. Muhammed Süveyd), Beyrut 1991.
,Kitâbü’l-kavlfi’l-bigal, (nşr. Charles Pella), Beyrut 1995.
Cevâd
Ali, el-Mufassal fî târîhi’l-Arab kable’l-İslâm, I-X, yy., 1380.
Çuhadar,
Mustafa, “Küseyyir”, DİA, XXVI, 575-576, İstanbul 2002.
Dârekutnî,
Ebü’l-Hasen Alî b. Ömer, es-Sünen, (nşr. Şuayb el-Arnaût ve dğr.), I- V,
Beyrut 2004.
Dâvûd-i
Antâkî, Dâvûd b. Ömer el-Ekmeh, Tezyînul-esvâk bi-tafsîli Eşvâki’l-uşşâk,
Beyrut 1986.2.
Döndüren,
Hamdi, “Îlâ”, DİA, XXII, 61-62, İstanbul 2000.
Dönmez,
İbrahim Kâfi “Oruç”, DİA, XXXIII, 416-425, İstanbul 2007.
Durant,
Will, Kıssatü’l-hadâra, I-XLII, Kahire 1968.3.
Ebû Dâvûd,
Süleymân b. el-Eş‘as es-Sicistânî, es-Sünen, Mevsûatül-hadîsiş-şerîf:
el-kütübüs-sitte içinde, Riyad 2000.3.
Ebû
Nuaym el-îsfahânî, Ahmed b. Abdillâh b. îshâk, Hilyetü’l-evliyâ ve
tabakâtü’l-asfiyâ, I-X, Kahire 1974-1979.
,
Marifetüs-sahâbe, (nşr. Muhammed
Hasan-Mes‘ûd Abdülhamîd), I-V, Beyrut 2002.
Ebû
Ya‘lâ, Ahmed b. Alî b. el-Müsennâ et-Temîmî el-Mevsılî, el-Müsned, (nşr.
Hüseyin Selîm Esed), I-XIII, Dımaşk 1986.
Ebü’l-Ferec
el-îsfahânî, Alî b. el-Hüseyn b. Muhammed b. Ahmed el-Kureşî, el-Egânî,
(nşr. Abdülemîr Alî Mühennâ-Semîr Yûsuf Câbir), I-XXVII, Beyrut 2002.
Ebü’l-Ferec
îbnü’l-Cevzî, Cemâlüddîn Abdurrahman b. Ali b. Muhammed el-Bağdâdî, el-
Muntazam fî târîhi’l-mülûk ve’l-ümem, (nşr. Muhammed-Mustafa Abdülkâdir
Atâ), I-XIX, Beyrut ty.
Er, Rahmi, “Ömer b. Ebû Rebîa”, DİA,
XXXIV, 56, İstanbul 2007.
Fâkihî, Ebû
Abdillâh Muhammed b. îshâk b. Abbâs, Ahbâru Mekke fî kadîmi’d-dehr ve
hadîsih, (nşr. Abdülmelik b. Abdullah b. Dehîş), I-IV, Mekke 1987.
Görgün,
Hilal “Sükeyne bint Hüseyin”, DİA, XXXVIII, s. 45-46, îstanbul 2010.
Hâkim, Ebû
Abdillâh Muhammed b. Abdillâh en-Nîsâbûrî, el-Müstedrek, (nşr. Hamdî
Dimerdâş Muhammed), I-VIII, Mekke 2000.
Halîl b. Ahmed,
Ebû Abdirrahmân el-Halîl b. Ahmed b. Amr b. Temîm el-Ferâhîdî, Kitâbü’l-ayn,
(nşr. Dr. Dâvûd Sellûm), Beyrut 2004.
Harâitî, Ebû
Bekr Muhammed b. Ca‘fer b. Muhammed es-Sâmerrî, İ‘tilâlü’l-kulûb fî ahbâri’l-
‘uşşâk, (nşr. Hamdî Dimerdâş), I-II, Mekke 2000.2.
Hayek, Michel, Mevsûatü’n-nebâtâti’t-tıbbiyye,
I-II, Beyrut 1996.
Heysemî,
Ebü’l-Hasen Nûrüddîn Alî b. Ebî Bekr el-Heysemî, Buğyetü’l-bâhis ‘an
zevâ’idi Müsnedi’l-Hâris, (nşr. Hüseyin Ahmed Sâlih el-Bâkırî), I-II,
Medine 1992.
,Keşfü’l-estâr
‘an zevâidi’l-Bezzâr, (nşr. Habîbürrahmân
el-A‘zamî), I-IV, Beyrut 1979.
,
Gâyetü’l-maksad fî zevâidi’l-Müsned, (nşr.
Hallâf Mahmûd Semî‘), I-IV, Beyrut 2001.
Hilaî,
Ebü’l-Hasen Alî b. Hasen, el-Hile‘iyyât, el-Fevâidü’l-müntekât el-hisân
es-sıhâh ve’l-garâib, (nşr. Sâlih el-Lahhâm), Amman 2010.
Husrî, Ebû îshâk
îbrâhîm b. Alî b. (îbrâhîm b.) Temîm el-Ensârî el-Fihrî el-Husrî, Zehrul-âdâb
ve semerü’l-elbâb, (nşr. Ali Muhammed el-Bicâvî), I-II, Kahire 1969.2.
,
Cemu’l-cevâhirfi’l-mülâh ven-nevâdir,
(nşr. Ruhâb Hıdır Akkâvî), Beyrut 1993.
îbn Abdülber
en-Nemerî, Ebû Ömer Cemâlüddîn Yûsuf b. Abdillâh b. Muhammed b. Abdilberr
en-Nemerî, et-Temhîd limâ fi’l-Muvatta’ mine’l-meânî ve’l-esânîd, (nşr.
Mustafâ b. Ahmed el-Alevî), I-XXVI, Titvan 1982-1992.
,
el-îstizkârü’l-câmi‘ li-mezâhibi fukahâi’l-emsâr ve ‘ulemâi’l-aktâr, (nşr. Abdülmu‘tî Emîn Kal‘acî), I-XXX, Beyrut 1993.
,el-îstîâb fî marifeti’l-ashâb, (nşr. Ali Muhammed Muavviz-Âdil Ahmed Abdülmevcûd), I-V,
Beyrut 2002.
îbn Abdürabbih,
Ebû Ömer Şihâbüddîn Ahmed b. Muhammed, el-‘Ikdu’l-ferîd, (nşr. Ahmed
Emîn ve dğr.), I-VII, Beyrut 1990.8.
îbn Adî, Ebû
Ahmed Abdullah b. Adî b. Abdillâh el-Cürcânî, el-Kâmil fî duafâi’r-ricâl,
I-VII, Beyrut 1985.2.
îbn Asâkir,
Ebü’l-Kâsım Ali b. Hasen b. Hîbetillâh ed-Dımaşkî, Târîhu medîneti Dımaşk,
(nşr. Muhibbüddîn Ebû Saîd), I-LXXX, Beyrut 1995.
îbn Battâl
el-Kurtubî, Ebü’l-Hasen Alî b. Halef b. Abdilmelik b. Battâl el-Bekrî, Şerhu’l-Câmi‘i’s-
sahîh, (nşr. Ebû Temîm Yâsir b. îbrâhîm), I-X, Riyad 2000.
îbn Ebû Âsım,
Ebû Bekr Ahmed b. Amr b. ed-Dahhâk b. Mahled eş-Şeybânî, el-Âhâd
ve’l-mesânî, (nşr. Bâsim Faysal Ahmed el-Cevâbire), I-VI, Riyad 1991.
îbn Ebû Hâtim,
Ebû Muhammed Abdurrahman b. Muhammed b. îdrîs er-Râzî, îlelü’l-hadîs,
(nşr. Sa‘îd b. Abdullah el-Humeyyid-Hâlid b. Abdurrahman el-Cüreysî), I-VI,
Riyad 2006.
,
el-Cerh ve’t-ta‘dîl, I-X, Beyrut 1952.
îbn Ebû Tâhir,
Ebü’l-Fazl Ahmed b. Ebî Tâhir Tayfûr el-Mervezî el-Horasânî, Belâgatü’n-nisâ’,
(nşr. Muhammed Ebü’l-Ecfân-Ahmed el-Elfî), Tunus 1985.2.
îbn Ebü’d-Dünyâ,
Ebû Bekr Abdullah b. Muhammed b. Ubeyd el-Kureşî el-Bağdâdî, Kitâbü’l-
menâmât, (nşr. Ebû Meryem Mecdî-Fethî îbrâhîm), Kahire ty.
,
Islâhul-mâl, (nşr. Mustafa Müflih
el-Kuzât), Mansûre 1990.
îbn Fazlullâh
el-Ömerî, Şihâbüddîn (Ebü’l-Abbâs) Ahmed b. Yahyâ b. Fazlillâh el-Ömerî, Mesâlikü’l-ebsâr
fî memâliki’l-emsâr, (nşr. Abdullah b. Yahyâ es-Süreyhî- Bessâm Muhammed
Bârûd vd.), I-XXVII, Abudabi 2003-2004.
îbn Hacer,
Ebü’l-Fazl Şihâbüddîn Ahmed b. Alî el-Askalânî, Fethü’l-bârî bi-şerhi
Sahîhi’l-Buhârî, (nşr. Mahmud Fuâd Abdülbâkî), I-XIV, Dımaşk 2000.
,el-îsâbe fî temyîzis-sahâbe, (nşr. Âdil Ahmed Abdülmevcûd-Ali Muhammed Muavviz), I-IX,
Beyrut 2005.
,
el-Metâlibul-âliye bi-zevâidi’l-mesânidi’s-semâniye, (nşr. Habîburrahmân el-A’zamî), I-IV, Kuveyt ty.
,
Mîzânü’l-i‘tidâl, (nşr. Ali Muhammed
Muavvaz-Âdil Ahmed Abdülmevcûd”, I-VIII, Beyrut 1995.
,
Tehzîbü’t-Tehzîb, I-XII, Beyrut 1907.
,
Takrîbü’t-tehzîb, (nşr. Abdülvehhâb Abdüllatîf),
I-II, Beyrut 1975.2.
îbn Hallikân,
Ebü’l-Abbâs Şemsüddîn Ahmed b. Muhammed b. Îbrâhîm b. Ebî Bekr b. Hallikân
el-Bermekî, Vefeyâtü’l-a‘yân, (nşr. îhsân Abbâs), I-VIII, Beyrut
1968-1972.
îbn
Hamdûn, Ebü’l-Meâlî Bahâüddîn Kâfi’l-Küfât Muhammed b. el-Hasen b. Muhammed b.
Alî b. Hamdûn, et-Tezkiretü’l-Hamdûniyye, (nşr. Bekr Abbâs-îhsân Abbâs),
I-X, Beyrut 1996.
îbn Hazm, Ebû
Muhammed Alî b. Ahmed b. Saîd b. Hazm el-Endelûsî el-Kurtubî, el-Muhallâ,
(nşr. Ahmed Muhammed Şâkir-Muhammed Münîr ed-Dımaşkî), I-XI, Kahire 1347-1352.
, Cemheretü ensâbi’l-arab, (nşr. Abdüsselâm Muhammed Hârûn), Kahire ty.5.
îbn Hibbân, Ebû
Hâtim Muhammed b. Hibbân b. Ahmed el-Büstî, el-Ihsân fî takrîbi Sahîh-i îbn
Hibbân, (nşr. Şuayb el-Arnaût), I-XVI, Beyrut 1988-1991.
îbn Hişâm, Ebû
Muhammed Cemâlüddîn Abdülmelik b. Hişâm b. Eyyûb el-Himyerî, es-Sîretün-
Nebeviyye, (nşr. Muhammed Ali el-Kutb-Muhammed ed-Dâlî Balta), I-IV, Beyrut
2005.
îbn Huzeyme, Ebû
Bekr Muhammed b. îshâk b. Huzeyme es-Sülemî en-Nîsâbûrî, es-Sahîh, (nşr.
Muhammed Mustafâ el-A‘zamî), I-IV, Beyrut 1975.
îbn Kayyim
el-Cevziyye, Ebû Abdillâh Şemsüddîn Muhammed b. Ebî Bekr, Ravzatü’l-muhibbîn
ve nüzhetü’l-müştâkîn, (nşr. es-Seyyid el-Cemîlî), Beyrut 1987.2.
, Zâdul-meâd
fî hedyi hayri’l-‘ibâd, (nşr. Muhammed
el-Enver Ahmed el-Baltacî), I-IX, Beyrut 2000.
îbn Kesîr,
Ebü’l-Fidâ’ îmâdüddîn îsmâîl b. Şihâbiddîn Ömer b. Kesîr b. Dav‘ el-Kaysî
el-Kureşî, el- Bidâye ven-Nihâye, (nşr. Abdullah b. Abdülmuhsîn
et-Türkî), I-XXI, Kahire 1997.
îbn Kudâme, Ebû
Muhammed Muvaffakuddîn Abdullah b. Ahmed b. Muhammed b. Kudâme el- Cemmâilî, el-Muğnî,
(nşr. Abdullah b. Abdülmuhsin et-Türkî-Abdülfettâh Muhammed el-Hulv), I-XV,
Riyad 1999.4.
îbn Kuteybe, Ebû
Muhammed Abdullah b. Müslim b. Kuteybe ed-Dîneverî, Tevîlü muhtelifi’l-
hadîs, (nşr. Abdülkâdir Ahmed Atâ), Beyrut 1988.
, el-Maârif (nşr. Servet Ukkâşe), Kahire 1992.
îbn Mâce, Ebû
Abdillâh Muhammed b. Yezîd, es-Sünen, Mevsûatü’l-hadîsiş-şerîf:
el-kütübüs-sitte içinde, Riyad 2000.3.
îbn
Manzûr, Ebü’l-Fazl Cemâlüddîn Muhammed b. Mükerrem b. Ali, Lisânü’l-‘Arab,
I- VII, Beyrut 1997.
îbn Râhûye, Ebû
Ya‘kûb îshâk b. îbrâhîm b. Mahled et-Temîmî el-Hanzalî el-Mervezî, el-Müsned,
(nşr. Muhammed Muhtâr Dırâr el-Müftî), Beyrut 2002.
îbn Receb,
Ebü’l-Ferec Zeynüddîn Abdurrahman b. Ahmed b. Abdirrahmân Receb el-Bağdâdî, Ehvâlü’l-kubûr
ve ahvâlü ehlihâ ile’n-nüşûr, (nşr. Muhammed Nizâmeddîn el-Futeyyih) Medine
2012.
îbn Sa‘d, Ebû
Abdillâh Muhammed b. Sa‘d b. Menî‘ el-Kâtib, et-Tabakâtü’l-kübrâ, (nşr.
îhsân Abbâs), I-IX, Beyrut 1968.
îbn Şebbe, Ebû
Zeyd Ömer b. Şebbe en-Nümeyrî, Târîhu’l-Medîneti’l-münevvere, (nşr. Ali
Muhammed-Yâsîn Beyân), I-II, Beyrut 1996.
îbn
Tağriberdî, Ebü’l-Mehâsin Cemâlüddîn Yûsuf b. Tağriberdî el-Atâbekî ez-Zâhirî, en-
Nücûmu’z-zâhire fî mülûki Mısr ve’l-Kâhire, I-XVI, Kahire 1929-1972.
îbnü’l-Esîr,
Ebü’l-Hasen îzzüddîn Alî b. Muhammed b. Muhammed eş-Şeybânî el-Cezerî, el-
Kâmil fi’t-târîh, I-XIII, Beyrut 1992.
,
Üsdü’l-gâbefîmarifetis-sahâbe, (nşr.AliMuhammedMuavviz-ÂdilAhmedAbdülmevcûd),
I-VII, Beyrut 2003.
îbnü’l-Esîr,
Ebü’s-Seâdât Mecdüddîn b. Esîrüddîn eş-Şeybânî, Câmiu’l-usûl
li-ehâdîsir-Resûl, I-XV, Beyrut 1991.
, en-Nihâye
fî garîbi’l-hadîs ve’l-eser, (nşr. Tâhir
Ahmed ez-Zâvî-Mahmûd Muhammed et- Tanâhî), I-V, Kahire 1963.
, Câmiu’l-usûl min
ehâdîsir-Resûl, (nşr. Abdülkâdir
el-Arnaût), I-XV, Beyrut 1991.
îbnü’l-îmâd,
Ebü’l-Felâh Abdülhay b. Ahmed b. Muhammed es-Sâlihî el-Hanbelî, Şezerâtü’z-
zeheb fî ahbâri men zeheb, (nşr. Abdülkâdir el-Arnaût-Mahmûd el-Arnaût),
I-XI, Beyrut 1988.
îbnü’t-Tıktaka,
Ebû Cafer Safiyyüddîn Muhammed b. Alî b. Tabâtabâ el-Hasenî, el-Fahrî fî
âdâbis-sultâniyye ve’d-düveli’l-Islâmiyye, Beyrut ty.
îclî,
Ebü’l-Hasen Ahmed b. Abdillâh b. Sâlih, Târîhus-sikât, (nşr. Abdülalîm
Aldülazîm Bestevî), I-II, Medine 1985.
Kamacı,
Fatımatüz Zehra, Hz. Peygamber Devrinde Kadınların Süslenmesi, 2. Baskı,
îstanbul 2014.2.
Kastallânî,
Ebü’l-Abbâs Şihâbüddîn Ahmed b. Muhammed b. Ebî Bekr el-Kastallânî, el-
Mevâhibul-ledünniyye, (nşr. Sâlih Ahmed eş-Şâmî), I-IV, Beyrut 1991.
, Irşâdüs-sârî li şerhi
Sahîhi’l-Buhârî, I-X, Beyrut ty.
Kazancı, Ahmet Lütfi, “Âişe bint
Talha”, DİA II, s. 206-207, îstanbul 1989.
Makdisî, Ebû
Nasr el-Mutahhar b. Tâhir, el-Bed’ ve’t-târîh, (nşr. Halîl îmrân
el-Mansûr), I-VI, Beyrut 1997.
Mâlik b. Enes,
Ebû Abdillâh Mâlik b. Enes b. Mâlik b. Ebî Âmir el-Asbahî, el-Muvatta’,
(nşr. Abdülvehhâb Abdüllatîf), Beyrut ty.
Mâverdî,
Ebü’l-Hasen Alî b. Muhammed b. Habîb el-Basrî el-Mâverdî, el-Hâvi’l-kebîr,
(nşr. Mahmûd Matracî), I-XXII, Beyrut 1994.
Mehmed Zihnî Efendi, Meşâhirü’n-Nisâ,
I-II, îstanbul 1295.
Mizzî,
Ebü’l-Haccâc Cemâlüddîn Yûsuf b. Abdirrahmân b. Yûsuf, Tehzîbü’l-Kemâl,
I- XV, Beyrut 1982-1988.
Muhammed b. Habîb, Ebû Cafer Muhammed b. Habîb b. Ümeyye b.
Amr el-Hâşimî, el- Münemmak fi ahbâri Kureyş, (nşr. Hurşîd Ahmed Fârık),
Beyrut 1985.
Muhibbüddîn et-Taberî, Ebü’l-Abbâs Ahmed b.
Abdillâh b. Muhammed el-Mekkî, er-Riyâzün- nâdire fi fezâ’ili’l-aşere,
I-IV, Beyrut 1984.
Muhtâr
es-Sûsî, Sûsü’l-âlime, Dârü’l-Beyzâ 1984.
Müberred, Ebü’l-Abbâs Muhammed b. Yezîd b.
Abdilekber b. Umeyr el-Ezdî, el-Fâzıl ve’l-mefzûl, (nşr. Abdülazîz
el-Meymenî), Kahire 1938.
Mühennâ,
Abdülemîr Ali, Ahbârün-Nisâfi’l-Ikdi’l-Ferid, Beyrut 1988.
Müslim, Ebü’l-Hüseyn el-Haccâc el-Kuşeyrî, el-Câmius-sahih,
Mevsûatü’l-hadisi’ş-şerif: el- kütübüs-sitte içinde, Riyad 2000.3.
Mütercim Âsım Efendi, el-Okyânûsu’l-Basit fi
Tercemeti’l-Kâmûsi’l-Muhit, (Kâmûs Tercemesi), I-III, yy., ty.
Nesâî, Ebû Abdurrahman Ahmed b. Şuayb, es-Sünen, Mevsûatü’l-hadisi’ş-şerif:
el- kütübüs-sitte içinde, Riyad 2000.3.
Nüveyrî, Ebü’l-Abbâs Şihâbüddîn Ahmed b. Abdilvehhâb b.
Muhammed el-Bekrî, Nihâyetü’l- ereb fifünûni’l-edeb, (nşr. Alî Muhammed
Hâşim-Abdülmecîd) I-XXXIII, Beyrut 2004.
Ömer Rıza
Kehhâle, Mu‘cemun-nisâ, I-III, Dımaşk 1959.
Özkuyumcu,
Nadir, “Hişâm b. Abdülmelik”, DlA, XVIII, s. 148, İstanbul 1998.
Pellat,
C. H, “Aisha bint Talha”, The Encyclopaedia of İslam, 2nd Edition, I,
308, London 1960..
Sa‘îd b. Mansûr, Ebû Osmân Sa‘îd b. Mansûr b. Şu‘be el-Horasânî,
es-Sünen, (nşr. Habîbürrahmân el-A‘zamî), I-II, Beyrut 1985.
Sâbit b. Hazm, Ebü’l-Kâsım Sâbit b. Hazm b. Abdirrahmân
es-Sarakustî, ed-Delâil fi garibi’l-hadis, (nşr. Muhammed b. Abdullah
el-Kannâs), I-III, Riyad 2001.
Safedî, Ebü’s-Safâ Salâhuddîn Halîl b. İzziddîn Aybeg b.
Abdillâh, el-Vâfi bi’l-vefeyât, (nşr. Hell- mut Ritter), I-XXX,
Wiesbaden 1931-2004.
Schaade,
A, “Azzetülmeylâ”, IA, II, s. 159, İstanbul 1979.5.
Sehâvî, Ebü’l-Hayr Şemsüddîn Muhammed b. Abdirrahmân b.
Muhammed, et-Tuhfetü’l-latife fi Târihi’l-Medineti’ş-Şerife, I-II,
Beyrut 1993.
Süyûtî, Ebü’l-Fazl Celâlüddîn Abdurrahman b. Ebî Bekr b.
Muhammed el-Hudayrî, el-Hâvi li’l- Fetâvi, (nşr. Muhammed Muhyiddîn
Abdülhamîd), I-II, Kahire 1959.3.
Şafak,
Ali, “Bağy”, DlA, IV, s. 451-452, İstanbul 1991.
Şener,
Mehmet “Cenaze”, DlA, VII, s. 354-357, İstanbul 1993.
Şinkîtî, Muhammed el-Emîn b. Muhammed el-Muhtâr b.
Abdilkâdir el-Cekenî el-Himyerî, Edvâü’l-beyân fi izâhi’l-Kur’ân, I-X,
Riyad 1983.
Taberânî,
Ebü’l-Kâsım Müsnidü’d-dünyâ Süleymân b. Ahmed b. Eyyûb (v. 360/971), el-Mu‘cemü’l-
evsat, (nşr. Mahmûd b. Ahmed et-Tahhân), I-X, Riyad 1985.
, Kitâbüd-duâ, (nşr. Muhammed Sa‘îd b. Muhammed Hasan el-Buhârî), I-III,
Beyrut 1987.
,
el-Mucemüs-sagîr, (nşr. Tevfîk b. Abdullâh
b. Mes‘ûd), Riyad 2011.
Tayâlisî,
Süleymân b. Dâvûd b. el-Cârûd, el-Müsned, (nşr. Muhammed Hasen Îsmâîl),
I-IV, Beyrut 2004.
Teymî,
Ebü’l-Kâsım Kıvâmü’s-Sünne Îsmâîl b. Muhammed b. el-Fazl, et-Tergîb
ve’t-terhîb, (nşr. Eymen b. Sâlih b. Şa‘bân), I-III, Kahire 1993.
Tirmizî,
Ebû Îsâ Muhammed b. Îsâ, el-Câmius-sahîh, mevsûatü’l-hadîsiş-şerîf:
el-kütübüs-sitte içinde, Riyad 2000.3.
Toksarı, Ali, “Birr”, DİA, VI, s. 204-205, İstanbul
1992.
Uyar, Gülgün, “Ümmü Külsûm bint Ebû Bekir”, DİA,
XLII, s. 324-325, İstanbul 2012.
Ünal, İsmail Hakkı, “Hadislere Göre Kadının Örtünmesi”, İslâmiyât,
IX/1-4 (2006), s. 237-252.
Yâfiî,
Ebû Muhammed Afîfüddîn Abdullah b. Es‘ad b. Alî b. Süleymân el-Yemenî, Mirâtü’l-cenân
ve ‘ibretü’l-yakzân fî ma’rifeti havâdîsiZ-zamân, I-II, yy., 1337.
Yâkût
el-Hamevî, Ebû Abdillâh Şihâbüddîn (v. 626/1229), Mucemü’l-büldân, (nşr.
Ferîd Abdül‘azîz el-Cündî), I-VII, Beyrut ty.
Yaman, Ahmet,
“Zıhâr”, DİA, XLIV, s. 387-390, İstanbul 2013.
Yezîdî, Ebû Abdullah
Muhammed b. Abbâs, el-Emâlî, Beyrut 1983.2.
Yiğit,
İsmail “Emevîler”, DİA, XI, s. 87-104, İstanbul 1995. ZECCÂCÎ,
Ebü’l-Kâsım Abdurrah- man b. İshâk en-Nihâvendî (v. 337/949), Ahbâru
Ebi’l-Kâsım ez-Zeccâcî, (Abdülhüseyin el-Mübârek), Bağdat 1980.
Zehebî,
Ebû Abdillâh Şemsüddîn Muhammed b. Ahmed b. Osmân, Târîhu’l-İslâm ve
vefeyâtü’l- meşâhir ve’l-a‘lâm, (nşr. Beşşâr Avvâd Ma‘rûf), I-XVII, Beyrut
2003.
, Siyeru
aiâmi’n-nübelâ, (nşr. Şuayb el-Arnaût),
I-XXV, Beyrut 1985.
Zemahşerî,
Ebü’l-Kâsım Mahmûd b. Ömer b. Muhammed el-Hârizmî ez-Zemahşerî, Rebîu’l-
ebrâr ve nusûsü’l-ahbâr, (nşr. Abdülemîr Alî Mühennâ), I-V, Beyrut 1992.
Zerkeşî,
Ebû Abdillâh Şemsüddîn Muhammed b. Abdillâh b. Muhammed, ŞerhuZ-Zerkeşî alâ
Muhtasari’l-Hırakî, (nşr. Abdullah b. Abdurrahman b. Abdullah el-Cibrîn),
I-VII, Riyad 1993.
Zeyneb
Fevvâz, Zeyneb bint Alî b. Hüseyn b. Ubeydillâh Fevvâz el-Âmiliyye, ed-Dürrul-mensûr
fî tabakâti rabbâti’l-hudûr, (nşr. M. Emîn Dannâvî), I-II, Beyrut 1999.
Ziriklî,
Ebû Gays Muhammed Hayrüddîn b. Mahmûd b. Muhammed b. Alî b. Fâris ez-Ziriklî, el-
Alâm, I-VIII, Beyrut 1992.10.
Zürkânî,
Ebû Abdillâh Muhammed b. Abdülbâkî b. Yûsuf, Şerhu’l-Mevâhibi’l-ledünniyye,
(nşr. Muhammed Abdül‘azîz el-Hâlidî), I- XII, Beyrut 1996.
, Şerhu’l-Muvatta’, I-IV, Beyrut 1987.
[1] Marmara
Üniversitesi İlâhiyat Fakültesi İslâm Tarihi Anabilim Dalı Öğretim Üyesi.
[2] Âişe bint Talha’nın hayatı ile ilgili derli toplu bilgi
için bk. Mehmed Zihnî Efendi, Meşâhirü’n-nisâ, I-II, İstanbul 1295, II,
18-19; Ziriklî, el-Alâm, I-VIII, Beyrut 1992, III, 240; Ömer Rıza
Kehhâle, Mucemun-nisâ, I-III, Dımaşk 1959, III, 137; C. H. Pellat,
“Aisha bint Talha”, The Encyclopaedia of İslam, 2nd Edition, London
1960, I, 308; Ahmet Lütfi Kazancı, “Âişe bint Talha”, DİA, II, 206-207.
[3] İbn Sa‘d, et-Tabakâtü’l-kübrâ, (nşr. İhsân Abbâs),
I-IX, Beyrut 1968, VIII, 467; Belâzürî, Ensâbü’l-eşrâf (nşr. Riyâd
Ziriklî-Süheyl Zekkâr), I-XIII, Beyrut 1996, X, 137-142; İbn Asâkir, Târîhu
medîneti Dımaşk, (nşr. Muhibbüddîn Ebû Saîd), I-LXXX, Beyrut 1995, LXIV,
247-260; Safedî, el-Vâfî bi’l-vefeyât (nşr. Hellmut Ritter), I-XXX,
Wiesbaden 1931-2004, XVI, 600-602.
[4] Şeybânî, Câmi‘u,l-usûl li-ehâdîsi’r-Resûl,
I-XV, Beyrut 1991, XIV, 820-821; Kehhâle, III, 137. Ayrıca bk. Safedî, XVI,
600.
[5] Örneğin bk. İbn Kesîr, el-Bidâye ve’n-nihâye (nşr.
Abdullah b. Abdülmuhsîn et-Türkî), I-XIV, XII, 148, Kahire 1997.
[6] bk. Gülgün Uyar, “Ümmü Külsûm bint Ebû Bekir”, DİA,
XLII, 324.
[7] İbn Sad, III, 194.
[8] Bazı örnekler için bk. H. İbrahim Acar, “İslâm Hukukunda
Evlenme Ehliyeti Bakımından Küçüklerin Evlendirilmesi Problemi”, Dinî
Araştırmalar Dergisi, c. 6, sayı: 16, Ankara 2003, s. 128-135.
[9] Ebü’l-Ferec el-İsfahânî, el-Egânî, (nşr. Abdülemîr
Alî Mühennâ-Semîr Yûsuf Câbir), I-XXVII, Beyrut 2002, XI, 184; Safedî, XVI,
601.
[10] İlgili rivayetler için bk. Belâzürî, 51; X, 139; İbn
Abdürabbih, el-İkdü’l-ferîd, (nşr. Ahmed Emîn ve dğr.), I-VII, Beyrut
1990, VI, 112-113; Ebü’l-Ferec el-İsfahânî, XI, 184; İbn Asâkir; LXIX, 250;
Bürrî, el-Cevhere fî nesebi’n-nebî ve ashâbihi’l-'aşere, (nşr. Muhammed
et-Tevencî), Riyad 1983, II, 307; İbn Kayyim el-Cevziyye, Ebû Abdillâh
Şemsüddîn Muhammed b. Ebî Bekr, Ravzatul-muhibbîn ve nüzhetü’l-müştâkîn,
(nşr. es-Seyyid el-Cemîlî), Beyrut 1987, s. 234; Safedî, XVI, 601. Bazı şiirler
için ayrıca bk. Muhammed b. Habîb, el-Münemmak fî ahbâri Kureyş, (nşr.
Hurşîd Ahmed Fârık), Beyrut 1985, s. 383; Ebü’l-Ferec el-İsfahânî, XI, 185.
[11] M. Muhtâr es-Sûsî, Sûsul-âlime, s. 95, Dârü’l-Beyzâ
1984.
[12] Azzetü’l-Meylâ Âişe bint Talha’yı, ona evlenme teklif eden
Mus‘ab b. Zübeyr için değerlendirirken “İki kusuru vardır, büyük kulak ve büyük
ayaklar, bunlardan birisini başörtüsü (himâr), diğerini de ayakkabılar örter.”
dediği bilinmektedir. bk. Belâzürî, VII, 19, X, 137; Ebü’l-Ferec el-İsfahânî,
XI, 176-179.
[13] Milhafe denilen dikişsiz bir üst elbiseyi giydiğine ilişkin
olarak bk. Ebü’l-Ferec el-İsfahânî, XI, 185. Enes b. Mâlik kendisini görmeye
gelenler olduğunu bildirdiğinde, misafirlerini karşılarken giymeyi âdet
edindiği elbisesini giyip onları kabul ettiğine dair bk. Harâitî, Vtilâlal-kulûbfîahbânl-‘uşşâk
(nşr. Hamdî Dimerdâş), I-II, Mekke 2000, I, 160; İbn Asâkir, LXIX, 251;
Kehhâle, s. 138. Bu elbisenin kaliteli kumaşlardan yapıldığına dair bk.
Ebü’l-Ferec el- İsfahânî, XI, 192; Kehhâle, III, 139.
[14] Gerek biyografi kitaplarındaki gerekse edebiyat
kitaplarında Hz. Âişe’nin üçüncü kişilerle münasebetlerini anlatan
rivayetlerde, yanında bulunan cariyelerden yahut azatlı cariyelerden
bahsedilmekte ve yaşanan gelişmeler üzerine onlara bir şeyler söylediği ya da
isteklerde bulunduğu anlatılmaktadır. bk. Aşağıda sayfa 27-33.
[15] İbn Ebü’d-Dünyâ, Islâhü’l-mâl (nşr. Mustafa Müflih
el-Kuzât), Mansûre 1990, s. 349; İbn Asâkir, LXIX, 253. Kehhâle, s. 138.
[16] Zeccâcî, Ahbâru Ebi’l-Kâsım ez-Zeccâcî,
(Abdülhüseyin el-Mübârek), Bağdat 1980, s. 236; İbn Asâkir, LXIX, 253. İbn
İshâk’ın eserini kendisine yazdırdığı Yûnus b. Bükeyr-İbn İshâk-babası İshâk
senediyle gelen bu rivayeti İbn Abdürabbih, İshâk’ı
zikretmeksizin “Yûnus b. Bükeyr Muhammed b. İshâk’tan” şeklinde yani Âişe’yi
gören babası değil İbn İshâk’mış gibi zikretmiştir. bk. İbn Abdürabbih, VI,
113. Metinde İshâk rivayeti esas alınmışsa da hicrî 80 (699) yılında doğan ve
Medine’de büyümüş olan İbn İshâk’ın çocukluğunda ya da gençliğinde babası ile
birlikte yahut babasından bağımsız olarak Âişe bint Talha’yı görmüş olması
muhal değildir.
[17] Hilal Görgün, “Sükeyne bint Hüseyin”, DİA, XXXVIII, s. 46,
İstanbul 2010.
[18] (j^Î tgj ^jj^âj oî jJ-Sj %-*-^j t» *ül_^).
[19] Ebü’l-Ferec el-İsfahânî, XI, 180; Husrî, Zehrü’l-âdâb ve
semerü’l-elbâb (nşr. Ali Muhammed el-Bicâvî), I-II, Kahire 1969, I, 257;
Nüveyrî, IV, 252; Safedî, XVI, 600; Ziriklî, III, 240. Ayrıca bk. Will Durant, Kıssatü’l-hadâra,
I-XLII, Kahire 1968, XIII, 136.
[20] Muhammed b. Habîb, el-Muhabber, (nşr. Ilse
Lichtenstadter), Haydarabad 1942, s. 442; İbnü’l-Esîr, Câmi'ul-usûl min
ehâdîsir-Resûl, (nşr. Abdülkâdir el-Arnaût), I-XV, Beyrut 1991, XIV,
820-821; Safedî, XVI, 600.
[21] İbn Sa‘d, V, 194. Nefîse’nin Emevî halifesi Velîd b.
Abdülmelik (705-715) ile evlendiği ifade edilmiştir.
[22] Diğer kaynak ve araştırmalardan bazıları için bk. dipnot
1-2. Ayrıca bk. İbn Kuteybe, el-Maârif (nşr. Servet Ukkâşe), Kahire
1992, s. 234; İbn Hazm, Cemheretü Ensâbi’l-arab, (nşr. Abdüsselâm
Muhammed Hârûn), s. 137, Kahire ty.
[23] İbn Sa‘d, V, 183.
[24] bk. dipnot 1-2, 21.
[25] bk. İbn Hacer, Tehzîbü’t-tehzîb, I-XII, Beyrut 1907,
V, 291; Sehâvî, et-Tuhfetul-latîfe fî târîhi’l-Medmetiş-Şerîfe, I-II,
Beyrut 1993, II, 50; Zürkânî, Şerhul-Muvatta’, I-IV, Beyrut 1987, IV,
292. İbnü’l-Esîr’in Câmi‘u,l-Esîr isimli eserinde Abdullah
b. Abdurrahman için “İbnü’z-Zübeyr’den önce öldü.” ifadesi yer almaktadır ki
kastedilen 73/692 yılında vefat eden Abdullah b. Zübeyr olmalıdır. bk.
İbnü’l-Esîr, Câmiu’l-usûl, XIV, 672.
[26] bk. dipnot 161-162.
[27] Ebü’l-Ferec el-İsfahânî, XI, 192; Ziriklî, III, 240.
[28] Ebü’l-Ferec el-İsfahânî, XI, 192; Nüveyrî, IV, 257.
[29] bk. dipnot 1-2, 21.
[30] İbnü’l-İmâd, Şezerâtuz-zeheb fî ahbâri men zeheb,
(nşr. Abdülkâdir el-Arnaût-Mahmûd el-Arnaût), I-XI, II, 12, Beyrut 1988.
[31] Yâfiî, Miratü’l-cenân ve ‘ibretü’l-yakzân fî marifeti
havâdîsi’z-zamân, I-II, yy., 1337, I, 211-212.
[32] Safedî, XVI, 600, (fcl^ Jl
^)
[33] Zehebî, Târîhu’l-Îslâm ve vefeyâtü’l-meşâhir ve’l-a'lâm,
(nşr. Beşşâr Avvâd Ma‘rûf), I-XVII, Beyrut 2003, III, 76; Siyeru
adâmin-nübelâ, (nşr.
Şuayb el-Arnaût), I-XXV, Beyrut 1985, IV, 369 (ftUl Sj-^JI ^).
[34] Ayrıca bk. Ömer Rıza Kehhâle, III, 154 (S$Uj a^).
[35] Ebü’l-Ferec el-İsfahânî, XI, 195; Ebü’l-Ferec İbnü’l-Cevzî,
el-Muntazamfî târîhi’l-mülûk ve’l-ümem, (nşr. Muhammed- Mustafa
Abdülkâdir Atâ), I-XIX, Beyrut ty., VII, 227; Nüveyrî, Nihâyetul-erebfîfünûni’l-edeb,
(nşr. Alî Muhammed Hâşim-Abdülmecîd) I-XXXIII, Beyrut 2004; Zehebî, Târîhul-Îslâm,
III, 76; Siyeru Alâmin-Nübelâ, IV, 369.
[36] Nadir Özkuyumcu, “Hişâm b. Abdülmelik”, DÎA, XVIII,
148.
[37] İbn Sa‘d, VIII, 467; Zehebî, Siyeru. alâmi’n-nübelâ,
IV, 369.
[38] Zehebî, Târîhu’l-Îslâm, III, 76.
[39] İclî, Târîhus-sikât, (nşr. Abdülalîm Aldülazîm
Bestevî), I-II, Medine 1985, II, 455; İbn Hacer, Tehzîbut-Tehzîb, XII,
436-437; Takrîbut-Tehzîb, (nşr. Abdülvehhâb Abdüllatîf), I-II, Beyrut
1975, II, 606; Kehhâle, III, 154.
[40] Zehebî, Târîhu’l-Îslâm, III, 76; Kehhâle, III, 154.
[41] Tayâlisî, el-Müsned, (nşr. Muhammed Hasen İsmâîl),
I-III, Beyrut 2004, II, 251; Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, (nşr. Şuayb
el-Arnaût), Beyrut 2004, VI, 41; Müslim, el-Câmi'us-sahîh,
Mevsû'atÜl-hadîsiş-şerîf el-kütübüs-sitte içerisinde, Riyad 2000, “Kader”,
31; İbn Mâce, es-Sünen, Mevsûatul-hadîsiş-şerîf el-kütübüs-sitte
içerisinde, Riyad 2000, “Sün- ne”, 10; Ebû Dâvûd, es-Sünen,
MevsûatÜl-hadîsiş-şerîf el-kütübüs-sitte içerisinde, Riyad 2000, “Sünne”,
17; Nesâî, es- Sünen, MevsûatÜl-hadîsiş-şerîf el-kütübüs-sitte içerisinde, Riyad 2000, “Cenâiz”, 58.
[42] Müslim, “Kader”, 30.
[43] Hays/^^Jl, iyi cins bir hurma çeşidi
olan sarı renkli bernî hurması ile peynir ve yağın, hurmaların bütün
çekirdekleri çıkıncaya kadar iyice yoğrulmasıyla elde edilen bir yemek
çeşididir. bk. Halîl b. Ahmed, KitâbÜl-ayn, (nşr. Dr. Dâvud Sellûm)
Beyrut 2004, 187/III, 273; İbn Manzûr, LisânÜl-Arab, I-VII, Beyrut 1997,
II, 198.
[44] Abdürrezzâk, el-Musannef, (nşr. Habîbürrahmân
el-A‘zamî), I-XI, Beyrut 1983, IV, 277; Ahmed b. Hanbel, VI, 49; Nesâî,
“Sıyâm”, 67.
[45] Müslim, “Sıyâm”, 169.
[46] Ebû Dâvûd, “Sıyâm”, 73; Tirmizî, el-Câmius-sahîh,
MevsûatÜl-hadîsiş-şerîf el-kütübüs-sitte içerisinde,
Riyad 2000, “Savm”, 35; Nesâî, “Sıyâm”, 67. Ebû Hâtim, bu hadisin Simâk-Âişe
bint Talha senediyle gelen rivayetini, bu iki râvînin birbirlerinden hadis
almadıkları gerekçesiyle ‘münker’ saymış, iki ayrı hadisin rivayetinin
karışması neticesi böyle bir sonucun çıkmış olabileceğini söylemiştir. bk. İbn
Ebû Hâtim, İlelÜl-hadîs, (nşr. Sa‘îd b. Abdullâh el-Humeyyid-Hâlid b.
Abdurrahmân el-Cüreysî), I-VI, Riyad 2006, III, 86.
[47] Abdürrezzâk, V, 8 Saîd b. Mansûr, es-Sünen, (nşr.
Habîbürrahmân el-A‘zamî), I-II, Beyrut 1985, II, 133; İbn Sa‘d, VIII, 72.
[48] Ahmed b. Hanbel, VI, 79; Nesâî, “Menâsik”, 4.
[49] Buhârî, el-CâmiU.’s-sahîh, MevsûatÜl-hadîsiş-şerîf el-kütübüs-sitte içerisinde, Riyad 2000, “Hacc”, 4.
[50] İbn Mâce, “Menâsik”, 8; Fâkihî, Ahbâru Mekke fî
kadîmid-dehr ve hadîsih, (nşr. Abdülmelik b. Abdullâh b. Dehîş), I-IV,
Mekke 1987, I, 376.
[51] Ahmed b. Hanbel, VI, 67; Buhârî, “Cihâd”, 62.
[52] İbn Mâce, “Menâsik”, 8; İbn Huzeyme, es-Sahîh, (nşr.
Muhammed Mustafa el-A‘zamî), I-IV, Beyrut 1975, IV, 359; Dârekutnî, es-Sünen
(nşr. Şuayb el-Arnaût ve dğr.) I- V, Beyrut 2004, III, 345; Aynî, X, 315.
[53] Saîd b. Mansûr, II, 133; Buhârî, Halku efâli’l-ibâd,
Beyrut 1984, s. 33; Heysemî, Keşfü’l-astâr an zevâidıl- Bezzâr, (nşr.
Habîbürrahmân el-Azamî), I-IV, Beyrut 1979, II, 257.
[54] Ahmed b. Hanbel, VI, 62; İbn Kesîr, X, 357-358. Bu hadisin
yine Hz. Âişe’den gelen ancak senedinde Âişe bint Talha’nın bulunmadığı farklı
tarîkleri için bk. Müslim, “Fadâilü’s-sahâbe”, 26.
[55] İman, ibadet ve ahlâka ilişkin bütün iyilikleri ifade eden
bu geniş kapsamlı terim için bk. Ali Toksarı, “Birr”, DİA, VI, 204-205.
[56] Meşrû devlet başkanına silahla karşı koyma, isyan etme
anlamına gelen bu fıkıh terimi için bk. Ali Şafak, “Bağy”, DİA, IV,
451-452.
[57] İbn Râhûye, el-Müsned, (nşr. Muhammed Muhtâr Dırâr
el-Müftî), Beyrut 2002, s. 266; Taberânî, el-Mucemü’l- evsat, (nşr. Mahmûd
b. Ahmed et-Tahhân), I-X, Riyad 1985, X, 176. Bu rivayet, hadis âlimleri
tarafından senedindeki bazı râvîlerden ötürü, zayıf, münker gibi lafızlarla
cerh edilmiştir. bk. Mizzî, Tehzîbul-kemâl, I- XV, Beyrut 1982-1988,
XIII, 99; Zehebî, Mîzânü,l-i‘tidâl, (nşr. Ali Muhammed
Muavvaz-Âdil Ahmed Abdülmevcûd”, I-VIII, Beyrut 1995, III, 415.
[58] Ahmed b. Hanbel, 1814/VI, 68; Heysemî, Gâyetü’l-maksad
fî zevâidi’l-Müsned, (nşr. Hallâf Mahmûd Semî‘), I-IV, Beyrut 2001, III,
125.
[59] Müslim, “Fadâilü’s-sahâbe”, 17; İbn Hibbân, el-İhsân fî
takrîbi Sahîh-i İbn Hibbân, (nşr. Şuayb el-Arnaût), I-XVI, Beyrut
1988-1991, VIII, 108; İbn Hacer, Fethü’l-bârî bi-şerhi Sahihtl-Buhâri
(nşr. Mahmud Fuâd Abdülbâkî), I-XIV, Dımaşk 2000, III, 361; el-İsâbe fî
temyîzis-sahâbe, (nşr. Âdil Ahmed Abdülmevcûd-Ali Muhammed Muavviz), I-IX,
Beyrut 2005, VIII, 154.
[60] Tirmizî, “Menâkıb”, 40; İbn Hibbân, es-Sahîh, XV,
534; İbn Asâkir, VIII, 66.
[61] İbn Ebû Âsım, el-Âhâd ve’l-mesânî, (nşr. Bâsim
Faysal Ahmed el-Cevâbire), I-VI, Riyad 1991, I, 70.
[62] (jbJl ı^1
d! Oj^ ^^).
[63] İbn Sa‘d, III, 170; Ebû Ya‘lâ, el-Müsned, (nşr.
Hüseyin Selîm Esed), I-XIII, Dımaşk 1986, VIII, 303; Taberânî, el-Mucemü’l-evsat,
X, 176; Hâkim, el-Müstedrek, (nşr. Hamdî Dimerdâş Muhammed), I-VIII,
Mekke 2000, V, 1664; Ebü’l-Ferec İbnü’l-Cevzî, el-Muntazam fî târîhi’l-mülûk
ve’l-ümem, (nşr. Muhammed-Mustafa Abdülkâdir Atâ), I-XIX, Beyrut ty., IV,
53.
[64] Hadiste zikri geçen (<^ ^^) ifadesi, 33/Ahzâb
suresi, 23. âyette geçen bir ifadedir. Allah ilgili âyette “Müminlerden öyle kimseler
vardır ki Allah’a verdikleri söze sâdık kaldılar. İçlerinden bir kısmı
verdikleri sözü yerine getirmiştir (şehit olmuştur). Bir kısmı da (şehit
olmayı) beklemektedir. Verdikleri sözü asla değiştirmemişlerdir.”
buyurmaktadır.
[65] İbn Sa‘d, III, 218; Ebû Ya‘lâ, VIII, 302; Ebû Nu‘aym
el-İsfahânî, Hilyetü’l-evliyâ, I, 88; Taberânî, el-Mucemü’l- evsat,
X, 175-176; İbn Hacer, el-Metâlibul-âliye bi-zevâidi’l-mesânidi’s-semâniye,
(nşr. Habîburrahmân el-A’zamî), I-IV, Kuveyt ty., IV, 78.
[66] Taberânî, el-Mucemü’l-evsat, II, 24, V, 366-367;
Beyhakî, Şu‘abü’l-îmân, (nşr. Abdülalî Abdülhamîd Hamîd- Muhtâr Ahmed
en-Nedvî ve dğr.), I-XV, Bombay 2008, XIV, 12-13. Hadisin sıhhati ile ilgili
değerlendirmeler için bk. Buhârî, et-Târîhu’l-kebîr, I-VIII, Haydarabad
1362, V, 110-111; Teymî, et-Tergîb ve’t-terhîb, (nşr. Eymen b. Sâlih b.
Şabân), I-III, Kahire 1993, III, 42.
[67] Taberânî, el-Mucemü’l-evsat, X, 175; Beyhakî, Şuabü’l-îmân,
XI, 527. Hadisin sıhhati ile ilgili bilgi için bk. İbn Adî, el-Kâmilfîduafâi’r-ricâl,
I-VII, Beyrut 1985, IV, 1387-1388.
[68] Ebû Nuaym el-İsfahânî, Hilyetü’l-Evliyâ, VII, 115.
[69] Sıhhati ile ilgili tartışmalar bulunan bu hadis için bk.
İbn Adî, I, 54; Zehebî, Mîzânü’l-i'tidâl, VII, 173.
[70] İbn Asâkir, LVII, 272; Zehebî, Târîhu’l-lslâm, II,
200. Konu ile ilgili İbn Sad başta olmak üzere güvenilir diğer kaynaklarda
“lanetledi” ifadesine yer verilmeksizin sadece “Medineden sürdüğü (cö^/oU;)” bildirildiğinden, “Onu ve soyunu lanetledi.” ifadesini
sahih kabul etmek mümkün görülmemektedir. bk. İbn Sa‘d, V, 447; İbn Hacer,
el-İsâbe, II, 91-92; İbn Ebû Hâtim, el-Cerh ve’t-tadîl, I-X, Beyrut
1952, III, 120. Esasen Hz. Âişe’nin fitne hadiseleri sırasında Mervân’a,
“Resûlullâh babanı lanetledi, sen de onun sulbündensin.” diyerek çıkıştığı
bildirilmiştir ki Hz. Âişe’ye ait bu ifadenin yukarıdaki muahhar iki kaynağa,
Hz. Peygamberin sözü gibi dâhil edilmiş olabileceği akla gelmektedir. bk. İbn
Abdülber, el-İstîâb fî ma'rifeti’l-ashâb (nşr. Ali Muhammed Muavviz-Âdil
Ahmed Abdülmevcûd), I-V, Beyrut 2002, I, 415; İbnü’l-Esîr, Üsdü’l-Gâbefî
marifeti’s-sahâbe, (nşr. Ali Muhammed Muavviz-Âdil Ahmed Abdülmevcûd),
I-VII, Beyrut 2003, II, 49; İbn Abdülber, el-lstîâb fî marifeti’l-ashâb,
(nşr. Ali Muhammed Muavviz-Âdil Ahmed Abdülmevcûd), I-V, Beyrut 2002, I, 415.
[71] Kâha ile ilgili “Medine’ye bir mil uzaklıkta bir yerleşim
yeri.” yahut “Mîkat yerlerinden Cuhfe ile Kadîd arasındaki yer.” şeklinde
farklı tanımlamalar yapılmıştır. bk. Yâkût el-Hamevî, Mu'cemul-büldân,
(nşr. Ferîd Abdül‘azîz el-Cündî), I-VII, Beyrut ty., IV, 329-330.
[72] Rivayette ‘kırmızıcık’ anlamına gelen şukeyrâ kelimesi esasen beyaz tenli olan bir kimsenin renkli
kokunun tesiriyle yüzünde oluşan kırmızılığı ifade etmektedir. Nitekim Hz.
Peygamber’in başka vesilelerle Âişe’ye lafzen ‘kırmızıcık’ anlamına gelen
humeyrâ/d^^^ kelimesiyle seslendiği (İbn Sa‘d, VIII, 80) ve bu kelimenin
Araplarda, özellikle kadınlar için kullanıldığında beyaz tenli olmayı ifade
ettiğine bildirilmiştir. bk. İbn Manzûr, II, 151.
[73] İbn Sad, VIII, 72.
[74] İbn Hibbân, Kitâbü’l-mecrûhîn mine’l-muhaddisîn
ved-duafâ ve’l-metrûkîn, (nşr. Hamdî b. Abdülmecîd b. İsmâ‘îl es-Selefî),
I-II, Riyad 2000, II, 232; Zehebî, Mîzânü,l-i‘tidâl, V, 485.
[75] Nesâî, “Menâsik”, 223.
[76] Dârekutnî, III, 325.
[77] Buhârî, et-Târîhu’l-evsat (mşr. Muhammed b. İbrâhîm
el-Leheyrân), I-II, Riyad 1998, I, 441.
[78] Ebû Dâvûd, “Edeb”, 143; Hâkim, V, 1777-1778.
[79] Taberânî, Kitâbüd-duâ, (nşr. Muhammed Sa‘îd b.
Muhammed Hasan el-Buhârî), I-III, Beyrut 1987, III, 1672.
[80] Tirmizî, “Menâkıb”, 60; Zürkânî (v. 1122/1710), Şerhu’l-Mevâhibi’l-ledünniyye,
(nşr. Muhammed Abdülazîz el-Hâlidî), I- XII, Beyrut 1996, XII, 101.
[81] Buhârî, el-Edebü‘l-müfred, Beyrut 1985, s. 326; İbn
Hibbân, es-Sahîh, XV, 403; Zürkânî, Şerhu’l-Mevâhibi’l- ledünniyye,
(nşr. Muhammed Abdülazîz el-Hâlidî), I- XII, Beyrut 1996, XII, 101-102.
[82] Yıkandığında, yağ ve koku sürüldüğünde başa sarılan geniş
bez parçasına dımâd denilmektedir. bk. İbn Manzûr, IV, 136.
[83] İbn Râhûye, s. 256; İbn Hacer, Fethü’l-bârî, III,
503; Zürkânî, Şerhu’l-Muvatta’, I-IV, Beyrut 1987, II, 235.
[84] Ebû Dâvûd, “Menâsik”, 31; Beyhakî, es-Sünenü’l-kübrâ,
IX, 443; İbnü’l-Esîr, en-Nihâye fîgarîbi’l-hadîs ve’l-eser, (nşr. Tâhir
Ahmed ez-Zâvî-Mahmûd Muhammed et-Tanâhî), I-V, Kahire 1963, II, 384; İbn Kayyim
el-Cevziyye, Zâdü’l- meâdfîhedyi hayri’l-'ibâd, (nşr. Muhammed el-Enver
Ahmed el-Baltacî), I-IX, Beyrut 2000, III, 267. Sük, misk (U^) ile râmekin (Udj) karıştırılmasıyla elde edilen bir koku çeşididir. bk. Halîl
b. Ahmed, V, 272, 370. Râmek/râmik ise katran gibi siyah olup miske
karıştırılan bir maddedir. bk. İbn Manzûr, III, 122. Detaylı bilgi için bk.
Fatımatüz Zehra Kamacı, Hz. Peygamber Devrinde Kadınların Süslenmesi,
İstanbul 2014, s. 114.
[85] Ebû Ya‘lâ, VIII, 296.
[86] İbn Râhûye, s. 256; Ebû Dâvûd, “Menâsik”, 31; Ebû Ya‘lâ,
VIII, 296.
[87] İbn Râhûye, s. 256; Ahmed b. Hanbel, 1860/VI, 137; Ebû
Dâvûd, “Tahâre”, Beyhakî, es-Sünenü’l-kübrâ, II, 60; 99.
[88] Ebü’l-Ferec el-İsfahânî, el-Egânî, (nşr. Abdülemîr
Alî Mühennâ-Semîr Yûsuf Câbir), I-XXVII, Beyrut 2002, XI, 195. Ayrıca bk. Zehebî,
Târîhu’l-İslâm, III, 76; Kehhâle, III, 154.
[89] Kays b. el-Hudâdiyye için bk. İbn Hişâm (v. 218/833), es-Sîretün-Nebeviyye,
(nşr. Muhammed Ali el-Kutb- Muhammed ed-Dâlî Balta), I-IV, Beyrut 2005, II,
313; Cevâd Ali, el-Mufassal fî târîhi’l-Arab kable’l-İslâm, I-X, yy.,
1380, IX, 649.
[90] Yezîdî, el-Emâlî, Beyrut 1983, s. 153-154; Ahfeş
el-Asgar, el-İhtiyâreyn, (nşr. Fahreddîn Kabave), Beyrut 1984, s. 225.
[91] Muhibbüddîn et-Taberî, er-Riyâzün-nâdire fî
fezâ’ili’l-aşere, I-IV, Beyrut 1984, IV, 252; Diyârbekrî, Târîhul hamîs
fî ahvâli enfesi nefîs, I-II, Beyrut ty., I, 437.
[92] Tirmizî, “Menâkıb”, 21.
[93] İbn Hazm bu rivayeti değerlendirirken, 12 bin dirhemin
sadaka mahiyetinde olduğunu, bunu öldürülen yılanın diyeti olarak algılamanın
yanlış olacağını ifade etmiştir. bk. İbn Hazm, el-Muhallâ, (nşr. Ahmed
Muhammed Şâkir-Muhammed Münîr ed-Dımaşkî), I-XI, Kahire 1347-1352, X, 395.
[94] İbn Battâl dışında bu rivayete yer veren diğer kaynaklarda
yılan kelimesi hayye (â*^)
yerine cânn (ol^) kelimesi ile karşılanmış olup el-cânn, evlerde sıklıkla
bulunabilen, rengi sarıya çalan, göz çevresi sürmeli imişçesine siyah zehirsiz
bir yılan türünü ifade etmektedir. bk. İbn Manzûr, I, 474.
[95] İbn Battâl el-Kurtubî, Şerhu’l-Câmi‘i’s-sahîh, (nşr.
Ebû Temîm Yâsir b. İbrâhîm), I-X, Riyad 2000, IV, 494.
[96] İbn Ebû Şeybe, el-Musannef fi’l-ehâdîs ve’l-âsâr,
(nşr. Kemâl Yûsuf el-Hût), I-VII, Beyrut 1989, VI, 182; Ebû Nu‘aym el-İsfahânî,
Hilyetü’l-evliyâ ve tabakâtü’l-asfiyâ, I-X, Kahire 1974-1979, II, 49;
İbn Abdülberr en-Nemerî, et- Temhîd limâ fi’l-Muvatta’ mine’l-meânî
ve’l-esânîd, (nşr. Mustafa b. Ahmed el-Alevî), I-XXVI, Titvan 1982-1992,
XI, 118; Zehebî, Siyeru a'lâmin-nübelâ, II, 196; Heysemî, Bugyetul-bâhis
an zevâidi Müsnedi’l-Hâris, (nşr. Hüseyin Ahmed Sâlih el-Bâkırî), I-II,
Medine 1992, I, 485; Aynî, Umdetul-kârî Şerhu Sahîhi’l-Buhârî, (nşr.
Abdullâh Mahmûd Muhammed Ömer), I-XXV, Beyrut 2009, X, 263. Rivayetin farklı
bir tarîkinde yılanın Bedir Gazvesi’nin yapıldığı yerde bulunduğu gibi ilginç bir
detay yer almakta ve 12 bin dirhem sadaka vermesini Hz. Âişe’ye, babası Hz. Ebû
Bekir’in söylediği ifade edilmektedir. bk. İbn Hazm, el-Muhallâ, X, 394;
Zehebî, Siyeru a‘lâmin-nübelâ, II, 196.
[97] İbn Şebbe, Târîhu’l-Medîneti’l-münevvere, (nşr. Alî
Muhammed-Yâsîn Beyân), I-II, Beyrut 1996, II, 264-265.
[98] Beyhakî, es-Sünenü’l-kübrâ, (nşr. Abdullah b.
Abdülmuhsîn et-Türkî), I-XXIV, Kahire 2011, IV, 223.
[99] Hilaî, el-Hile'iyyât, el-Fevâidul-müntekât el-hisân
es-sıhâh ve’l-garâib, (nşr. Sâlih el-Lahhâm), Amman 2010, s. 344.
[100] bk. sayfa 128-129.
[101] bk. dipnot 117.
[102] 20 gün ya da 20 yıl dışında (İbn Abdürabbih, IV, 296) 80
yıl gibi abartılı rakamlar da söz konusu edilmiştir. bk. İbn Ebü’d-Dünyâ, Kitâbü’l-menâmât,
(nşr. Ebû Meryem Mecdî-Fethî İbrâhîm), Kahire ty., s. 118; İbn Receb, Ehvâlü’l-
kubûr ve ahvâlü ehlihâ ilen-nüşûr, (nşr. Muhammed Nizâmeddîn el-Futeyyih)
Medine 2012, s. 224.
[103] Rüyayı görenin bizzat Âişe bint Talha olduğu da
bildirilmiştir. bk. Dîneverî, Tevîlü muhtelifi’l-hadîs (nşr. Abdülkâdir
Ahmed Atâ), Beyrut 1988, s. 106-107.
[104] bk. İbn Abdürabbih, IV, 296.
[105] Topuz olarak topladığı uzun saçların seyrelmesi dışında bir
değişiklik olmadığı da ifade edilmiştir. bk. İbn Asâkir, XXV, 124.
[106] İbn Ebü’d-Dünyâ, el-Menâmât, s. 118; İbn Asâkir,
XXV, 123-124; İbn Receb, s. 223-224.
[107] İbn Abdürabbih, IV, 296. Cenaze nakli konusu İslâm
âlimlerince tartışılmış ve belirli şartlar altında caiz görülmüştür. Bu tarz
ictihadlarda, başka yerlerde vefat eden bazı sahabilerin Medine’ye getirilip
defnedilmesi etkili olmuştur. Esasen kaynaklarda, Âişe bint Talha’nın
babasının mezarını naklettirmesi sonucu toplumda çıkan herhangi bir tartışmaya
değinilmemiş olması, bu işlemin daha önce yapıldığına ve tabiî olduğuna işaret
etmesi yönüyle önem taşımaktadır. Mezar nakli için bk. Mehmet Şener, “Cenaze”, DİA,
VII, 356.
[108] Bân (oUl) tohumlarından son derece
güzel kokulu bir yağ elde edilen ve bu yüzden çeşitli koku terkiplerinde kullanılan,
ayrıca yara ve sivilceleri giderme yönü ile cilt bakımında tercih edilen küçük
bir ağaçtır. bk. Michel Hayek, Mevsûatüh-nebâtâti’t-tıbbiyye, I-II,
Beyrut 1996, II, 31.
[109] Halîl b. Ahmed’in verdiği bilgilere göre Arap
Yarımadası’nda çok kullanılan misk için katı hali (kâtin:jJls), en kalitelisi
(kârit/ojli) ve kokusuzu (ked/j^) gibi pek çok özellik söz konusu
edilmektedir. bk. Halîl b. Ahmed, V, 126, 128, 396.
[110] bk. İbn Abdürabbih, IV, 296.
[111] bk. sayfa 139-140.
[112] Ahmed b. Hanbel, VI, 59. Ayrıca bk. Buhârî, “Savm”, 23, 24;
Müslim, “Sıyâm”, 62-65; Tirmizî, “Savm”, 24; İbrahim Kafi Dönmez, “Oruç”, DİA,
XXXIII, 422.
[113] Taberânî, el-Mu‘cemul-evsat, VIII, 291; el-MuCemüs-sagîr,
(nşr. Tevfîk b. Abdullâh b. Mes‘ûd), Riyad 2011, s. 468. Ayrıca bk. Müslim,
“Tahâre”, 106; Ebû Dâvûd, “Tahâre”, 134; İbn Mâce, “Tahâre”, 82; Tirmizî,
“Tahâre”, 85.
[114] Buhârî, el-Edebul-müfred, s. 371. Bu rivayetin
tarihi süreçte, “Kadına okuma yazma öğretilmeli midir?” bağlamında tartışılması
ve öğretilebileceğine cevaz olarak gösterilmiş olması oldukça dikkat çekicidir.
bk. Azîmâbâdî, Avnül- ma’bûd Şerhu Süneni Ebî Dâvûd, (nşr. Abdurrahmân
Muhammed Osmân), I-XIV, Medine 1968, X, 375.
[115] Ebû Abdillâh Hüseyn b. İsmâîl b. Muhammed el-Mehâmilî
ed-Dâbbî (v. 330/942), el-Emâlî, (nşr. İbrâhîm İbrâhîm el-Kaysî), Amman
1991, s. 90; İbn Asâkir, XXVIII, 193.
[116] Beyhakî, Şu‘abü’l-‘îmân, X, 244; Teymî, III, 142;
Süyûtî, el-Hâvîlilfetâvî, (nşr. Muhammed Muhyiddîn Abdülhamîd), I-II,
Kahire 1959, I, 172.
[117] İbn Huzeyme, IV, 243.
[118] Sâbit b. Hazm, ed-Delâilfîgarîbi’l-hadîs, (nşr.
Muhammed b. Abdullâh el-Kannâs), I-III, Riyad 2001, I, 349.
[119] Hâkim, IV, 1335; Ebû Nu‘aym el-İsfahânî, Marifetüs-sahâbe,
(nşr. Muhammed Hasan-Mesud Abdülhamîd), I-V, Beyrut 2002, I, 48; İbn Asâkir,
XXV, 83; İbn Hacer, el-Metâlibü’l-âliye, IV, 36. bk. sayfa 134.
[120] Ebü’l-Ferec el-İsfahânî, XI, 192; Kehhâle, III, 139. Ayrıca
bk. sayfa 145-146.
[121] bk. dipnot 131.
[122] Ebü’l-Ferec el-İsfahânî, XI, 180; Zeyneb Fevvâz, ed-Dürrü’l-mensûr
fî tabakâti rabbâti’l-hudûr, (nşr. M. Emîn Dannâvî), I-II, Beyrut 1999, II,
51; Kehhâle, III, 139.
[123] bk. sayfa 151.
[124] bk. dipnot 134.
[125] bk. sayfa 147.
[126] bk. dipnot 21.
[127] Belâzürî, X, 138-139; Nüveyrî, IV, 252.
[128] Ebü’l-Ferec el-İsfahânî, XI, 185.
[129] Îlâ, kocanın, eşiyle cinsel ilişkide bulunmamak üzere
yaptığı yemin anlamına gelmekte olup İslâm hukukunda evliliği boşanmaya
götüren sebeplerden birisi olarak görülmektedir. Detaylı bilgi için bk. Hamdi
Döndüren, “Îlâ”, DİA, XXII, 61-62.
[130] İlgili rivayette Âişe bint Talha’nın umre için Mekke’de
olduğu sırada düşük ya da doğum yaptığı ve onu saçı başı dağınık bir halde
gören Hz. Âişe’nin, lohusalık döneminde kendisini bırakmasının doğru olmadığını
ifadeyle, giyinip süslenmesini, bunun evliliği için daha hayırlı olacağını
bildirdiği ifade edilmiştir. bk. İbn Asâkir, LXIX, 252.
[131] Mâlik b. Enes, el-Muvatta’, (nşr. Abdülvehhâb
Abdüllatîf), Beyrut ty., “Sıyâm”, 5; Tahâvî, Şerhu Meâni’l-âsâr, II,
155; İbn Asâkir, LXIX, 252; Kastallânî, el-Mevâhibü’l-ledünniyye, (nşr.
Sâlih Ahmed eş-Şâmî), I-IV, Beyrut 1991, II, 614. Ayrıca bk. İbn Hacer, Fethul-bârî,
IV, 150; Kastallânî, İrşâdüs-sârî li şerhi Sahîhi’l-Buhârî, I-X, Beyrut
ty., III, 368; Zürkânî, Şerhu,l-Muvatta\ II, 163-166.
[132] Belâzürî, X, 137; Nüveyrî, IV, 255; Safedî, XVI, 601.
[133] İbn Kuteybe, el-Maârf, s. 233-234; Makdîsî, el-Bed’
ve’t-târîh, (nşr. Halîl İmrân el-Mansûr), I-VI, Beyrut 1997, II, 152; Aynî,
I, 76, IX, 192. Mehir miktarı ile ilgili 1000 dirhem yahut 100 bin dirhem gibi
farklı rakamlar zikredilmiştir. 1000 dirhem için bk. Mâverdî (v. 450/1058), el-Hâvii-kebîr,
(nşr. Mahmûd Matracî), I-XXII, Beyrut 1994, XII, 11; Aynî, XX, 193; Kastallânî,
İrşâdüs-sârî li şerhi Sahîhii-Buhârî, III, 96. 100 bin dirhem için bk.
İbn Ebü’d-Dünyâ, Islâhüi-mâl, s. 349.
[134] İbnü’t-Tıktaka, el-Fahrîfi âdâbi’s-sultâniyye
ve’d-düveli’l-İslâmiyye, Beyrut ty., s. 123.
[135] İbnü’t-Tıktaka, s. 123; İbn Kesîr, XII, 152. Bir diğer
rivayette, Musab’ı tarif ederken sözlerine, “Irak’a 5 yıl boyunca vali olan,
milyonlarca dirhem kazanan” diye başladıktan sonra evlendiği kadınlar arasında
Âişe ve Sükeyne’nin yanında Humeyd b. Abdullah’ın kızı ile Reyyân b. Üneyf
el-Kelbî’nin kızını da zikretmiştir. bk. İbn Tağriberdî, en- Nücûmu’z-zâhire
fî mülûki Mısr ve’l-Kâhire, I-XVI, Kahire 1929-1972, I, 290.
[136] Ebû Nuaym el-İsfahânî, Hilyetü’l-evliyâ, I, 309; İbn
Asâkir, XL, 267; Ebü’l-Ferec İbnü’l-Cevzî, VI, 134; İbn Hallikân, Vefeyâtü’l-a'yân,
(nşr. İhsân Abbâs), I-VIII, Beyrut 1968-1972, III, 29; Zehebî, Târîhu’l-İslâm,
II, 882. Senedsiz olarak jJİ: zükira kavliyle nakledilen
bir rivayette, Mekke’deki Hicr-i İsmâîl’de gerçekleşen bu toplantıda Zübeyr’in
üç oğluyla Abdülmelik b. Mervân’ın bir araya geldiği ve bütün yeryüzüne
hükümdar olmayı dilediği, Mus‘ab’ın yukarıdaki isteğini tekrarlamasına karşın
Abdullah’ın, Harameyn’in emîri olmayı istediği, Urve b. Zübeyr’in ise ilim ve
Allah’tan bağışlanma dilediği belirtilmiştir. bk. Bürrî, II, 303.
[137] Zıhâr, kocanın kendisine haram kılmak maksadıyla karısını
veya karısının baş, yüz, sırt gibi bütününü ifade eden bir bölümünü, evlenmesi
dinen yasak olan yakını (mahrem) bir kadına benzetmesi demektir. Detaylar için
bk. Ahmet Yaman, “Zıhâr” DİA, XLIV, 387-390.
[138] Dârekutnî, IV, 495; İbn Abdülber, el-İstizkârü’l-câmi‘
li-mezâhibi fukahâi’l-emsâr ve ‘ulemâi’l-aktâr, (nşr. Abdülmu‘tî Emîn
Kal‘acî), I-XXX, Beyrut 1993, XVII, 128; İbn Kudâme, el-Muğnî, (nşr.
Abdullah b. Abdülmuhsin et-Türkî- Abdülfettâh Muhammed el-Hulv), I-XV, Riyad
1999, XI, 112; Zerkeşî, Şerhu’z-Zerkeşî alâ Muhtasari’l-Hırakî, (nşr.
Abdullâh b. Abdurrahmân b. Abdullâh el-Cibrîn), I-VII, Riyad 1993, V, 507.
Kadının zıhâr yapıp yapamayacağı, yaparsa sonucunun ne olacağı ile ilgili
tartışmalar için bk. İbn Kudâme, XI, 111-119; Şinkîtî, Edvâü’l-beyân fî
îzâhi’l- Kurân, I-X, Riyad 1983, VI, 568-570.
[139] Abdürrezzâk, VI, 444; Saîd b. Mansûr, II, 20.
[140] Bazı rivayetlerde ünlü fakih Şeybânî (v. 189/805) ya da
Abdullah b. Muğaffel (v. 59/679) gibi sahabilerin ismi zikredilmekteyse de
vefat tarihi itibariyle her iki seçeneğin de muhal olduğu görülmektedir. bk.
İbn Kudâme, XI, 112; Şinkîtî, VI, 568-570.
[141] Saîd b. Mansûr, II, 20.
[142] bk. Ebü’l-Ferec el-İsfahânî, XI, 181; Nüveyrî, IV, 253;
Safedî, XVI, 600; Zeyneb Fevvâz, II, 51.
[143] Dârekutnî, IV, 495; İbn Abdülber, el-İstizkârul-câmi1
li-mezâhibifukahâfl-emsâr ve ‘utemâi’l-aktâr, (nşr. Abdülmutî Emîn Kalacî),
I-XXX, Beyrut 1993, XVII, 128.
[144] Müberred, el-Fâzıl ve’l-mefzûl, (nşr. Abdülazîz
el-Meymenî), Kahire 1938, s. 117.
[145] bk. Ebü’l-Ferec el-İsfahânî, XI, 182-183. Bir diğer
rivayette, Musab’ın, Âişe’yi değerlendirmesi için istekte bulunduğu kadının
Hubbâ el-Medîniyye olduğu ve kadın Âişe’nin ayaklarının ve kulaklarının büyük
olduğunu söylediğinde Musab’ın “Başörtüsü kulakları, ayakkabılar da ayakları
gizler.” dediği ifade edilmiştir. Belâzürî, VII, 19, X, 137; Müberred, s.
118-119. Bahsi geçen kadının adının Havvâ olduğu da söylenmiştir. bk. Câhiz (v.
255/869), Kitâbü’l- mehâsîn ve’l-ezdâd, (nşr. Muhammed Süveyd), Beyrut
1991, s. 222. Yukarıdakilere ek olarak, Muhannes Nuaymân’ın Âişe bint Talha’yı
tarif ettiği belirtilmiştir. bk. Abdülazîz el-Meymenî, Simtü’l-Leâlî,
I-III, yy., ty., I, 422. Esasen büyük kulaklarına vurgu yapmak üzere Âişe’nin
lakabının “iki kulaklı” olduğu da kayıtlara geçmiştir. bk. Mehmed Zihnî Efendi,
II, 18-19.
[146] Zehebî, Târîhul-İslâm, III 76. Esasen bu sözlerin
Enes b. Mâlik’e ait olduğu ve Abdullâh b. Zübeyr’i kardeşi Musab’ın harcamaları
hususunda “Mü’minlerin emirine, iyiliğini isteyen bir uyarıcının şu uyarısını
ilet!” dedikten sonra bu hususta uyardığı bildirilmiştir. bk. Cevâd Ali, IX,
892.
[147] Belâzürî, VII, 241; Ebü’l-Ferec el-İsfahânî, XI, 186.
[148] Ebü’l-Ferec el-İsfahânî, XI, 186; Kehhâle, III, 140.
[149] İbn Kesîr, XII, 149.
[150] (^
[151] (mihneka/ü:^)
[152] Dâvûd-i Antâkî, Tezyînü’l-esvâk bi-tafsîli
Eşvâki’l-'uşşâk, Beyrut 1986, s. 64; Zeyneb Fevvâz, I, 163-164.
[153] Ebü’l-Ferec el-İsfahânî, XI, 192; Kehhâle, III, 139.
[154] Ebü’l-Ferec el-İsfahânî, XI, 187.
[155] Hz. Peygamber döneminden itibaren kadınların yüzlerine ve
vücutlarına, aynı zamanda nemlendirme özelliği olan güzel kokular sürdükleri
bilinmektedir. Detaylı bilgi için bk. Kamacı, s. 112-116, 135-154.
[156] Ebü’l-Ferec el-İsfahânî, XI, 187; Safedî, XVI, 601-602.
[157] bk. Ebü’l-Ferec el-İsfahânî, XI, 187; Kehhâle, III, 141.
[158] Ebü’l-Ferec el-İsfahânî, XI, 186-187; İbn Hamdûn, VIII,
251-252; Nüveyrî, IV, 256.
[159] İbn Kesîr’in yer verdiği bir rivayette ise Mus‘ab’ın,
kendisini affetmesi için karısı Âişe’ye 400 bin dirhem verdiği, Âişe’nin de bu
parayı, aralarını bulmak için çaba sarf eden hizmetçisine bağışladığı ifade
edilmiştir. bk. İbn Kesîr, XII, 148-149.
[160] İbn Hamdûn, et-Tezkiretü’l-Hamdûniyye, (nşr. Bekr
Abbâs-İhsân Abbâs), I-X, Beyrut 1996, VIII, 260; Bürrî, II, 115.
[161] Ebü’l-Ferec el-İsfahânî, XI, 182; Husrî, Cemu’l-cevâhir
fi’l-mülâh ven-nevâdir, (nşr. Ruhâb Hıdır Akkâvî), Beyrut 1993, s. 92;
Kehhâle, III, 141.
[162] İbn Abdürabbih, IV, 371.
[163] Belâzürî, VI, 442; İbnü’l-Esîr, el-Kâmilfi’t-târîh,
I-XIII, Beyrut 1992, IV, 274.
[164] Bir diğer rivayette ise Musab’ın vergi olarak kendisinden
bu miktarı talep ettiği ifade edilmiştir. bk. Belâzürî, VII, 21.
[165] Belâzürî, VII, 21-22.
[166] Zemahşerî, Rebîu’l-ebrâr ve nusûsü’l-ahbâr, (nşr.
Abdülemîr Alî Mühennâ), I-V, Beyrut 1992, III, 91; İbn Hamdûn, II, 357.
[167] bk. İrfan Aycan, “Mus‘ab b. Zübeyr”, DİA, XXXI, 227.
[168] Ömer b. Ubeydullah ile Âişe bint Talha’nın amca çocukları
olması, 3. göbekten ataları olan Osman’a dayanmaktadır. Âişe bint Talha’nın
baba tarafından dedesi olan Ubeydullah ile Ömer’in baba tarafından dedesi olan
Ma‘mer kardeş olduklarından esasen, Âişe ve Ömer’in babaları amca
çocuklarıdırlar. bk. İbn Sa‘d, VIII, 467.
[169] Ebü’l-Ferec İbnü’l-Cevzî, VII, 227.
[170] Ebü’l-Ferec İbnü’l-Cevzî, VII, 227. Mehir olarak 100 bin
dinar ya da dirhem verdiği de rivayet edilmiştir. bk. Mâverdî, XII, 11; İbn
Ebü’d-Dünyâ, Islâhü’l-mâl, s. 349.
[171] Kehhâle, III, 144.
[172] bk. Ebü’l-Ferec el-İsfahânî, XI, 184-185; Nüveyrî, IV,
256-257.
[173] Abbâd b. Husayn Benî Temîm’in meşhur süvarilerindedir. bk.
Ziriklî, III, 257.
[174] Belâzürî, VII, 462.
[175] Ebü’l-Ferec el-İsfahânî, XI, 192. Âişe’nin, “Hangi gün
senin için daha zor geçti, Ebû Füdeyk günü mü yoksa Remle
ile evlendiğin gün mü?” dediği, Ömer’in, bu sözler üzerine gülümsediği de
belirtilmiştir. bk. Belâzürî, VII, 462.
[176] Ebü’l-Ferec el-İsfahânî, XI, 191; Kehhâle, III, 139.
[177] Belâzürî, X, 191-192; Ebü’l-Ferec el-İsfahânî, XI, 191;
Kehhâle, III, 139.
[178] Ebü’l-Ferec İbnü’l-Cevzî, VII, 228.
[179] Kehhâle, III, 139.
[180] Belâzürî, VII, 462.
[181] Ebü’l-Ferec el-İsfahânî, XI, 189-190; Nüveyrî, IV, 256-257.
[182] Kehhâle, III, 144.
[183] Belâzürî, X, 141-142.
[184] Ebü’l-Ferec el-İsfahânî, XI, 190.
[185] Ebü’l-Ferec İbnü’l-Cevzî, VII, 228.
[186] Ebü’l-Ferec el-İsfahânî, XI, 197-198; Zeyneb Fevvâz, II,
56-57.
[187] İsmail Yiğit, “Emevîler”, DİA, XI, 96.
[188] Belâzürî, VII, 230.
[189] Zeyneb Fevvâz, II, 59.
[190] Nüveyrî, IV, 250-251; Zeyneb Fevvâz, II, 57-58.
[191] Ebü’l-Fazl Ahmed b. Ebî Tâhir Tayfûr el-Mervezî
el-Horasânî, Belâgatün-nisâ, (nşr. Muhammed Ebü’l-Ecfân- Ahmed el-Elfî),
Tunus 1985, s. 190. Âişe bint Talha’nın ilerleyen yaşında hac ya da umre
yaparken zorlandığı, uzun boyu, cüsseli yapısı, dönemin güzellik anlayışına
uygun hafif kilolu yapısının yanında bir de ilerleyen yaşına bağlı olarak kilo
alınca yardımcılarının kendisini desteklemekte güçlük çektiği ifade edilmiştir.
bk. Zeccâcî, s. 236; Ebü’l- Ferec el-İsfahânî, XI, 194; İbn Asâkir, LXIX, 253;
Kehhâle, III, 138.
[192] Yaşlılık döneminde bu tür bir hayat tarzından vazgeçen Ömer
b. Ebû Rebîa ve varlıklı Arap kadınlarının hayatlarını
gerçekçi bir üslup ile tasvir ettiği şiirleri hakkında bilgi için bk. Rahmi Er,
“Ömer b. Ebû Rebîa”, DİA, XXXIV, 56.
[193] Zeyneb Fevvâz, II, 60.
[194] Câhiz, Kitâbü’l-Kavl fi’l-bigâl, (nşr. Charles
Pella), Beyrut 1995, s. 127; İbn Asâkir, LXIX, 260; Zeyneb Fevvâz, II, 59-60;
Abdülemîr Alî Mühennâ, Ahbârü’n-nisâ fi’l-İkdi’l-Ferîd, Beyrut 1988, s.
160-161.
[195] Nüveyrî, IV, 251.
[196] Zeyneb Fevvâz, II, 61.
[197] Nüveyrî, IV, 251.
[198] Nüveyrî, IV, 251; Zeyneb Fevvâz, II, 58.
[199] Ebü’l-Ferec el-İsfahânî, XI, 195; Nüveyrî, IV, 258.
[200] İbn Hamdûn, VI, 177-179; Nüveyrî, IV, 259.
[201] İbn Asâkir, LXIX, 247; Nüveyrî, IV, 258; Zeyneb Fevvâz, II,
55.
[202] Ebü’l-Ferec el-İsfahânî, XI, 192-193.
[203] Ebü’l-Ferec İbnü’l-Cevzî, VII, 228.
[204] Fâkihî, IV, 283.
[205] Küseyyir ve Azze ile ilgili şiirleri hakkında detaylı bilgi
için bk. Mustafa Çuhadar, “Küseyyir”, DİA, XXVI, 575-576.
[206] İbn Kuteybe, eş-Şi r veş-şuarâ, (nşr. Ahmed Muhammed
Şâkir), I-II, Kahire 1982, I, 508-509; İbn Asâkir, L, 100; İbn Hallikân, I,
480; İbn Kesîr, XIII, 31; Abdülkâdir el-Bağdâdî (v. 1093/1682), Hizânetü’l-edeb
ve lübbü lübâbi lisâni’l- Arab, (nşr. Abdüsselâm Muhammed Hârûn), I-XII,
Kahire 1986, V, 222.
[207] Ebü’l-Ferec el-İsfahânî, XI, 188; Nüveyrî, IV, 256;
Kehhâle, III, 143.
[208] Detaylı bilgi için bk. A. Schaade, “Azzetülmeylâ”, İA,
II (İstanbul 1979), s. 159.
[209] bk. Ebü’l-Ferec el-İsfahânî, XI, 183.
[210] İbn Fazlullâh el-Ömerî, X, 52-53; Zeyneb Fevvâz, II, 61-62.
[211] bk. dipnot 200.
[212] bk. sayfa 146.
Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.
Yorumlar