ÇAĞDAŞ SANATTA AKTİVİZM BAĞLAMINDA SHİRİN NESHAT’IN YAPITLARI
Hazırlayan: Rahileh ROKHSARİ AZAR
Sanat
dünyasında hâkim olan yeni gelişmeler, aktivist sanatçıların görüşlerine büyük
bir önem vermektedir. Sanatçılara sunulmuş olan siyasi pozisyondan faydalanmaları
bu çalışmayı yapmamın temel nedenidir. Ortadoğu ve bilhassa İran kadınının
sesini dünyaya duyurmaya çalışan Shirin Neshat sözü geçen ortamdan yararlanan
bu sanatçı topluluğu arasında yer almaktadır.
Neshat çağdaş
sanat dünyasında özel bir yere sahip olduğu söylenebilir. Ortak kimliklerden;
İranlı kadın olarak aktivist duruş sergilemesinden dolayı, bu sanatçının
eserleri her zaman ilgi çekmiştir.
Çağdaş sanatın
siyasetle olan ilişkisi “Aktivist Sanat” başlığı altında sanat yapıtlarında
gittikçe tartışmalı bir kavrama dönüşmektedir. Sanat ve siyaset arasındaki
ilişki insanoğlunun sanatı kendini ifade araçlarından biri olarak seçtiğinden
beri her zaman var olan bir kavram olmuştur. Bazen sanat iktidara hizmet
ederken ve bazende tam karşısında duran muhalif bir duruş sergilemiştir.
Sanatın
iktidar tarafından bir araç olarak kullanılması sanat ve propaganda başlığı
altında yer almaktadır. Modernizmle beraber sanatın siyaset yapması kısa bir
dönem de olsa bir süreliğine pasif konuma geçse de, bu hayattan kopuk olan
sanatı eleştiren Avangard sanat hareketi tarafından, sanat ve siyaset
arasındaki ilişki yeniden çarpıcı bir şekilde ortaya koyulmuştur. Çağımıza
gelindiğinde kapitalizm ve peşinden gelen küreselleşme, baskıcı rejimler vb...
ortamlar bu defa sanatçının kendisinden bir siyasetçi yaratmıştır. Bireylerin
toplu bir biçimde iktidara muhalif duruşlarını sergilemelerine, aktivist
görüşlere sahip sanatçılar da siyasete sanatla muhaliflik yaklaşımlarıyla
destek olmuşlardır. İlk önceleri savaşa karşı başlayan muhaliflik durumu,
zamanla gündemdeki konular paralelinde çeşitlilik kazanmıştır. Feminizm,
yoksullukla mücadele, ırkçılık, LGBT, çevre sorunları ve buna benzer birçok
sorun sanatçının duruşlarını etkileyip yapıtlarıyla aktivist duruş
sergilemelerine yol açmıştır.
Sanatçı bir
aktivist gibi sokaklarda koşup bağırmak zorunda değildir. Onun sanatı,
yaratıcılığının bir dışavurum yöntemi olarak zaten fark ettirmeden dünyanın
değişimine katkı sağlamaktır.
Sanat dünyası
postmodernizmle “ötekileştirme” konusu üzerine tartışırken; Amerikalı ve
Avrupalı beyaz erkekler ve bazen bir kaç Japon sanatçıların da bu ortama
eklenmesiyle oluşan sanat dünyası, soğuk savaşın sona ermesi, küreselleşme ve
medeniyet çatışması gibi yeni teorilerin ortaya çıkmasıyla, daha zengin bir
şekilde yoluna devam etmeye başlamıştır. Kavram ve kültürel zenginliği peşinde
getiren bu meseleler İran gibi ülkelerden beslenen sanatçıları da sahneye
çıkarmıştır. Batılı insanın gözünde bu sanatçılar egzotik bir dünyaya aittiler
ve bu durum da onlarda ilgi uyandırmaktaydı.
Shirin Neshat
sürgünde yaşayan İranlı sanatçı olarak ötekileşme faktörlerinden birçoğunu
deneyimlemiş; Müslüman ülkeden gelen sürgün hayat yaşayan bir kadın olarak
yeterince aktivist bir bakış açısını sanatçı duruşunda ortaya çıkarmıştır. Bu
duruş gitgide daha net ve belirgin bir şekilde sanatçının çalışmalarında
görünmeye başlamıştır.
Batıda
yaşayan, ancak Müslüman kültürden gelen Neshat, İran’da kadının yeri, duruşu ve
toplumda ona ait olan ve olmayan kavramları inceleyip, dünya nüfusunun altıda
birini oluşturan günümüz Müslüman toplumlarında yaşayan kadınların
deneyimlerini, bir başka deyişle İslam’ın toplumsal cinsiyet politikasını
toplumsal, siyasal ve psikolojik boyutlarıyla sergilemektedir.
Uygulama
bölümünde Mevlana’nın evrensel barışa dair yaklaşımı ve semazen imgeleri sembol
olarak kullanılmıştır. Mevlana çağında düşünce ve felsefesiyle hem kendi
coğrafyasına hem de bütün insanlığa sevgiyi ve barışı öne çıkartan söylemlerde
bulunmuştur. Sevgi ve dini hoşgörü mesajını yayarak belirli bir coğrafyaya ait
olmaktan çıkıp evrenselleşen Mevlana, küreselleşen dünyada, iktidarların
kargaşa yaratan siyasi yaklaşımlarına tepki niteliğinde ele alınmıştır.
Günümüzde zaman zaman Mevlana’nın şiirleri birçok aktivist grubun
manifestolarında rol oynamaktadır. Bu yönüyle de Mevlana’nın düşünceleri temel
anlamıyla ortak payda da aktivist duruşların ayrılmaz parçası olarak
düşünülebilir.
ÇAĞDAŞ
SANATTA AKTİVİZM
Aktivist
Sanat Başlığı Altında Çağdaş Sanatta Meydana Gelen Karşı Duruşlar
İnsanlık tarihi
kadar eski olan eylemsel duruşlar, toplumların bütününde kendine yer edinecek
bir yol bulduğu görülmektedir. Leon Troçki sanatı şöyle tanımlamaktadır; “Genel anlamda sanat insanın
bütünlüklü ve ahenkli bir hayat sürme ihtiyacının dışavurumudur; yani sınıflı
bir toplumun onu mahrum bıraktığı en temel şeylere duyduğu ihtiyacın
ifadesidir. Bu yüzden, gerçekliğe karşı bilinçli ya da bilinçsiz etkin ya da
edilgen, iyimser ya da kötümser bir isyan, gerçek anlamda yaratıcı bir sanat
eserinin ayrılmaz parçasıdır. Sanattaki her yeni eğilim isyanla başlamıştır.”[1]
Yaşamın bütün
alt katmanlarında karşı duruşun etki ve yansımalarını görmek tarihsel süreç
içerisinde mümkündür. Bu durumu tetikleyen mekanizma olarak insan ve onun neden
olduğu durumların hepsi merkezde başrol oynamaktadır. Bir tarafta yaşanan
toplumsal, ekonomik ve politik sorunlar, sınıf çatışmaları, sömürgeci anlayışla
gelen kapitalist yapı, teknoloji, makineleşme, savaşlar, hastalıklar ve ölüm;
diğer tarafta ise kişinin bu durum karşısında yaşadığı acılar, kayıplar bu
yaşanılanları içselleştirerek ifade etme çabaları ilkçağdan günümüze kadar süre
gelmektedir. Dolaysıyla yaşamda olanlara karşı bir başkaldırışın ve direnişin
sanatçının duygularını kullandığı plastik değer veya değerler üzerinden dünyaya
aktarma ve bu dünyada var olduğunu kanıtlama isteğini ortaya koyma
beklentisinin göstergesine dönüşmektedir.[2]
Sanat ve
siyaset uzun geçmişleri olan oldukça geniş iki alandır. Her ikisi de
toplumsallaşmayla beraber iç içe gelişmiştir. İnsanın içsel ve dışsal çatışması
bu iki olgunun en önemli dinamiğini oluşturur. Sanat bireyin iç çatışmalarından
doğan bir olgu iken, siyaset toplumsal çatışmalardan doğar. Çatışma bir anlamda
yaşamın kendisidir.[3] Sanatta meydana gelen karşı
duruşları tanımlamadan önce aktivizm ve aktivist terimlerinin anlamlarını
belirginleştirmek, konunun bütünlüğü içerisinde temellendirme yapmada önemli
katkılar sağlayacaktır.
Aktivizm
Paul Hawken
“Blessed Unrest”[4] kitabında büyük bir hareketten
bahsetmektedir. Söz konusu hareketin ilginç yanı; hareketin ne zaman ve nasıl
başladığı, milyonlarca kişinin farkında olmadan ona dâhil olmalarıdır.
İdeolojik olmayan bu hareket, kişilerin birbiriyle ve aynı zamanda çevreleri
ile arasındaki ilişkiye odaklanmaktadır. Bağışıklık sistemi gibi davranır ve insani
olmayan her şeyi dışlar. Kapsadığı alan göz önünde bulundurulduğunda oldukça
geniş olan terim, Aktivizm adıyla tanımlanmaktadır.
İnsanlar
farkında olmaksızın eylemci ruha sahip olan bu hareketi beslemektedir.
Aktivizmin yelpazesi oldukça geniş olmakla beraber, ilk başta toplumsal değişim
ya da politik değişiklik akla gelse de bundan çok daha fazlasını kapsamaktadır.
Bir şekilde bir şeylerin farkına varmak, buna dair çözümler üretmek, bu konuda
kendini ifade etmek ve harekete geçmek olarak da tanımlanabilmektedir.
Aktivizm
ekonomik açıdan gelişmemiş bölgelerin yaşam koşullarını değiştirmek, çevresel
kaygıları yükseltmek, çok-kültürlülük, feminizm, yoksul ülkeler ve bölgelerin
insanlarına kültür ve eğitim sunmak, kaçak göçmenlerin durumunu göz önüne sermek,
savaş karşıtlığı, yoksullukla mücadele gibi konular ve buna benzer pek çok şey
ile ilgilenmektedir.[5]
Sözlük
anlamında ise; eylemci olma durumudur. Türk Dil Kurumu, Aktivizm sözcüğünü
şöyle tanımlamaktadır; insan hayatı ve düşüncesinde başlıca gerçekliğin etki ve
eylem olduğunu öne süren öğreti ve dünya görüşü.
Ayrıca
Aktivizm felsefe tarihinde de değişik biçimlerde ortaya çıkmıştır:
Fichte'de doğmacılığa, doğalcılığa ve özdekçiliğe karşı
düşünsel biçimde temellendirilmektedir.
Nietzsche'de anlıkçılığa karşı gerçekçi-istenççi biçimde
temellendirilmektedir.
Marx ve Lenin'de bütün kuramsal dünya görüşlerine karşı,
gerçekçi-özdekçi biçimde, dünyayı tanımak, yorumlamak değil de, değiştirmek
isteyen bir dünya görüşü olarak belirmektedir.
Aktivist
Aktivist, resmi
veya gayrı resmi, hukuki veya hukuki olmayan, onaylanabilir ya da onaylanamayan
aynı düşünce veya hayat görüşüne sahip kişi veya kişilerin bu düşüncelerini ve
hayat görüşlerini legal veya illegal yollarla eyleme dönüştürmesine katılan
bireylere verilen tanım olarak karşımıza gelir.[6]
Muhalefet ya
da destek vermek olarak algılandığında aktivist sözcüğünün politikanın da
içinde olduğundan söz edilebilir. Aktivist kişiler hükümetlerin yasalarının
değişmesi için çeşitli eylemlerde bulunabildiği gibi, bazen de toplumun
davranışlarının değişmesi için yasalardan ya da hükümetlerin eylemlerinden
bağımsız olarak protestolar düzenleyebilmektedir. Bu bağlamda aktivist olarak
tanımlanan kişinin sadece siyasi amaçla protestolara katıldığı ya da
düzenlediği değil, genel manada toplumu ilgilendiren olaylar konusunda da
eylemler düzenlediği söylenebilir. Blog yazarak çevre kirliliğine sebebiyet
verdiği iddia edilen kurum ve kuruluşları eleştirmek dahi bazen aktivist bir
eylem olarak kabul edilebilmektedir. Taraf olan her tartışmada bir tarafı
destekleyerek diğer tarafa muhalefet etmek de aktivizm tanımında yer
aldığından, politikacıların da mensubu olduğu partiyi destekleyerek diğer
partilere muhalefet etmesi bir aktivist hareket olarak tanımlanabilir.
Kelimenin anlamı çok geniş olduğu için insanların farklı alanlardaki destek ve
muhalefet hareketlerinin de aktivist eylemler olduğu iddia edilebilir.[7]
20.Yüzyıla
Kadar Sanattaki Aktivist Yaklaşımlar
Sanat, toplum
ve devlet arasındaki ilişkiyi ilk kez ortaya koyan düşünür, Platon’dur.
Platon’a göre toplumsal mutluluk, bir idea olarak düşünülebilecek akıl
devletiyle sağlanabilirdi. Sanat ise duygu ve heyecanlarımızdan
kaynaklanmaktaydı. Bu durumda devlet ve sanat arasında bir akıl ve duygu
çatışması ortaya çıkarmaktaydı. Çünkü sanat, duygularımıza, arzularımıza egemen
olup akılcı davranmamıza engel olmaktaydı. Bu nedenle Platon ideal devletinde
şiire ve sanata yer vermez. Platon için sanat, yanılsama ve taklit anlamına
gelen mimesis olarak anlaşılır. Sanat bize gerçeği değil, gerçeğin yansımasını;
görüntüyü gösterir. Bu nedenle değersizdir, doğruluktan yoksundur; bunun için
devlet
düzeninde
sanat yer almamalıdır. O’na göre gerçek sanat toplumsal sanattır ve faydalı
olmalıdır.[8]
Sanat ve
siyaset arasındaki ilişki yeni bir şey değildir. Antik çağ sanatı güç gösterisi
için bir araçken, Mısırlılar sanatı; düşmanlarına karşı galip geldikleri
hikâyeleri göstermek için, Yunanlılarda demokrasilerini göstermek amacıyla
anıtlar yaratmakla görevlendirmişti. Ancak o çağın sanatçıları sorun çıkarmak
ya da siyasi mevcut durumu sorgulamak istemiyorlardı. Hiciv ve parodi, şairler
ve tiyatro yazarları vasıtasıyla tiyatro sahnelerinde kendi yollarını
bulmaktaydı. Sanatçılar tanrıların dünyadaki yerlerini tutan, kendilerini
hükümdar tayin edenlerin sorgulanması yerine tanrılara şükretmeyi tercih etmiş
gözükmekteydiler.[9] Ortaçağda sanat, dinin
hizmetinde skolâstik düşüncenin koruyuculuğunu ve savunuculuğunu üstlenen bir
propaganda aracı mahiyetinde önemli bir araç olarak kullanılmış olup, mevcut
durumu kayıtsız şartsız kabul eden devinimsiz ve durağan bir tabiata sahipti.[10]
Resim 1: Diego Velazquez, An Older Philip IV, ( Yaşı
İlerlemiş Philip IV), 1656.
Bu durum
Rönesans’a kadar devam ederken, Rönesans’tan sonra sanatçılar, yeteneklerinin
kilise ve devlet tarafından propaganda amacıyla kullanıldığının farkına
varmıştır. İlk defa kendi ayakları üstünde durma çabasına girmiş ve siyasi bir
duruşa sahip olma kararıvermişlerdir. Diego Velazquez’in 1656 yılında yaptığı
IV. Philip tablosu ile (Resim 1) Kralını eleştirmese bile, İspanya’ nın
çöküşünü Kralın yüz ifadelerinde göstermektedir.[11]
Antik çağdan
modern çağa kadar sanatın işlevselliği geçerli olmuş ve sanat daima toplumsal
amaçlar için bir araç olarak kullanılmıştır.18. ve 20. yüzyıllar arasında bu
yaklaşım kaybolmaya başlamış, sanatın topluma faydalı olduğu fikri,
eleştirilerek reddedilmiştir.[12]
On sekizinci
yüzyıl Avrupa’sında burjuvazi içindeki ekonomik gücün önlenemez yükselişi, orta
sınıfın siyasal ve kültürel isteklerinin gelişimine katkıda bulunmuştur. Kilise
ve devletin uzun yıllar süren otoritelerinin sorgulanması, Jean-Jacques
Rousseau ve diğer aydınlanma dönemi düşünürlerinin özgürlükçü idealleri nihayet
Fransız Devrimine (1789) yol açmıştır.[13]
Sanatın
bireyselleşmeye başladığı bu yüzyıllar, aynı zamanda sanatın siyasi dozunun
artışı, politik eserlerin fazlaca üretildiği bir dönemdir. Sanat bir yandan
özgürleşirken diğer yandan siyasallaşmakta; siyasete karşı bir siyaset
gelişmektedir. Artık siyasetle ilişki kurup kurmamak sanatçının şahsi
kararıdır. Ayrıca sanata dışarıdan yapılan her türlü baskı ve sansüre karşı da
mücadele edilmeye başlanmıştır. Ancak sanat, kilise ve devlet gibi kurumların
güdümlerinden kurtulmuş olsa da her zaman toplumsal bir etkiye ihtiyaç duyar.
Bu nedenle 18.yüzyılda siyaset, ekonomi, hukuk, eğitim, din gibi sistemlerin
birbirinden ayrılmasına rağmen, sanat siyasi karakterini taşımaya devam
etmiştir.[14]
Resim 2:Francisco de Goya, 3 Mayıs 1808, 1814,
Tuval Üzerine Yağlı Boya, 266 х 345 cm.
Aslında
19.yüzyılın başlarında yapılan, Francisco De Goya’nın insanın insana zulmünü
gösteren “Savaşın Faciaları” adlı bir dizi resim serisi, kızgın politik sanatın
ilk örneği denilebilir. Goya, “3 Mayıs 1808” (Resim 2) adlı başka bir eserde
sıradan bir insanın mahiyeti belli olmayan bir ordunun karşısında kahramanca
duruşunu göstererek, savaşların yıkıcı yönlerine işaret etmektedir.[15]
20.Yüzyıl
Sanatındaki Eylemci Yaklaşımlar
Sanatın kendi
doğası gereği içinde politikayı barındırması ve sanatçının, muhalifliği
sanatsal yaratımlarla ortaya koyması ekseninden yola çıkıp barışı savunan bir
ideolojiyle bir araya gelen dünya sanatçıları, özgürlük, barış ve demokrasi
için sanatçı inisiyatifi oluşturmak amacıyla yıllardır çeşitli etkinlikler
düzenlemektedir. Tüm dünya halklarının yanında yer alan birlik, sanatçıların
kendi kabuğuna sıkışmaması gerektiğinin altını çizerek “Sanatçılar Dışarı” sloganıyla
üyelerini her geçen gün artırmaya devam etmektedir.[16]
Tarih boyunca
sanat, toplum adına sanatçılara bir takım görevler yüklediği görülmektedir.
Geçmişten günümüze sanatçıların kaygılarını, farklı yöntem ve teknikler
aracılığıyla daha öznel olarak yansıtabilecekleri ifade biçimi geliştirdikleri
görülmektedir. Modern sanatlara geçiş sürecinde yaşanan kargaşa ortamı,
sanatçıyı etkileyen ve düşsel ortamını biçimlendiren bir faktör olarak
karşımıza çıkmaktadır.[17]
Endüstri çağı
ile birlikte araştıran, deneyen, bulan ve her açıdan hür ve bağımsız olmak için
devirler boyunca büyük çaba sarf eden sanatçı; değişmeyen güzellik kalıplarına,
belirli kural ve tekniklere, ustaların donmuş akademizmine uzun zaman tahammül
edememiş, gelenek kalıplarını yıkıp, sanatı yeni ufuklara yöneltmek için
mücadeleye başlattığı görülmektedir. Bu bağlamda kimi uzun, kimi de çok kısa
bir zaman içinde farklı farklı ekoller bir birini takip etmiş, sanatçı buldum
derken, o bulunan bir başkasını doğurmuştur. Sanat, bir amaç olmaktan çıkarak
araç olma konumuna gelmekte ve onun varlık nedeni kendinden başka hiçbir şeye
bağlanmamaktadır. Ne biçim, ne içerik, ne de öz açısından herhangi bir
bağımlılık söz konusu edilebilmektedir. Küçülen dünya içinde, daha da
karmaşıklaşan teknoloji ağının acıları arasında sanatçı, hem kendini diğer
insanlardan soyutlamak zorunda kalmış hem de kendi varlığını ve konu edindiği
kavramları-değerleri- diğer insanlara kanıtlamak yükümlülüğünü hissetmektedir.
Bu ikilem içinde insan ve insana bağlı değerlere yeni yorumlar getirilmesi
kaçınılmaz olmuş; sanat, kılıktan kılığa girmiştir.[18]
II. Dünya Savaşı’na kadar, sanatçılar kendilerini ifade etmede seçtikleri
yöntemleriyle, sanat tarihi süreci içinde çeşitli sanatsal akımların ortaya
çıkmasına ön ayak oldukları gibi, sanat tarihinin dönemlere ayrılması açısından
da etkili olmuşlardır. Bu doğrultuda temel özelliği gelenekten kopma olarak
nitelendirilen, hızlı endüstrileşmenin getirdiği kentleşme ve kentte yaşanan
bireyin sorunlarından beslenen Modern Sanat döneminde; İzlenimcilik, Post
izlenimcilik, Fovizim, Ekspresyonizm, Kübizm, Fütürizm, Konstrüktivizm,
Dadaizm, Sürrealizm, Soyut Ekspresyonizm gibi akımlar ortaya çıkmıştır. Soyut
Ekspresyonizm veya Soyut Dışavurumculuk akımı ile Modern sanat dönemi kapanmış
ve Çağdaş Sanat dönemi başlamıştır.[19]
İkinci Dünya
savaşından yeni çıkan Avrupa fiziksel, ekonomik ve siyasal olarak harap
olmuştu. Avrupa’nın dünyadaki güç dengelerinin merkezi olma durumu, Birinci
Dünya savaşı sırasında sarsılmış, sonrasında ise tümüyle yıkılmıştır. Amerika
Birleşik Devletleri ve Sovyetler Birliği, dünya sahnesindeki egemen güçler
haline gelmişlerdir. İki süper güç arasındaki güvensizlik, soğuk savaşa yol
açmış, Amerika Birleşik Devletleri Komünistleri yok etmeye niyetlenmişti. Savaş
ayrıca kültürel düzeyde önemli sonuçlar doğurmuştur. Nazi ve Faşist zulümleri,
savaş öncesi döneminde Avrupa’nın birçok önde gelen aydın ve sanatçılarını
Amerika Birleşik Devletleri’ne göç etmeye zorlamıştır. Hitler’in Avrupa’sından
Kaçanlar, Amerika’ya Modern Sanatla ilişkili geniş bir üslup çeşitliği
getirmişlerdir. Soyut Ekspresyonistliğin seçkini ve yüksek oranda
kişiselleştirilmiş özelliği sanatçının kendi duygularını, bilinçaltı güdülerini
ve yaratma eylemini vurgulaması düşünüldüğünde, bir tepkinin oluşması kaçınılmazdı.
Bu yüzden bazı sanatçılar gerçek dünyanın önemini yeniden düşünmeye
başlamıştır.[20]
20. yüzyılda, “sanatın insanlığın tarihsel
ilerlemesindeki misyonu”, tamamen politize oldu. Karşımızdaki, Peter Bürger’in
tanımıyla, “tarihsel avangardın projesiydi. Kreft, avangart modelini şöyle
tarif etmektedir: “Tarihsel avangart, modernizmi ve ona özgü estetizmi (sanatın
özerkliği, sanatın dini) hayattan kopuk olduğu için eleştirir. Daha radikal
manifestolarında sanatın sonunu ilan eder, kendini anti-art’la ve anti-estetikle
özdeşleştirir. Uygarlığın, hümanizmin ve Avrupa’nın-Batı’nın ilerlemesinin sonu
gibi yorumlanan Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra, avangardın “Yeniden Hayata!”
sloganında, tıpkı Rus avangardında, proleter sanat hareketlerinde, dada
hareketinde olduğu gibi, sanattan çok siyaset vurgusu vardır.”
1930’larda bu düşünceleri dile getirmek mümkün değildi. Walter Benjamin size
sanatçıların niye örgütlenmesi ve temel belirleyen olarak sınıf mücadelesine
bakması gerektiğini anlatır, Picasso sizi ciddiye almaz, sürrealistlerse
muhtemelen balkondan aşağı atmaya kalkardı.[21]
Benjamin’e
göre “Devrimci aydınların, burjuvazinin düşünsel egemenliğini yıkmak ve işçi
kitleleriyle ilişki kurmak gibi ikili bir görevi varsa, ikincisinde aydınlar
neredeyse bütünüyle başarısızlığa uğradılar, çünkü bunun düşünce yoluyla
başarılması artık imkânsızdı. [22] Sanat-siyaset arasında
hiyerarşi var mıdır sorusunu bırakın, Benjamin, sanatçılara “işçi kitleleriyle
ilişki kurmak” gibi doğrudan örgütlü siyasi mücadeleyle bağlantılı bir görev
tarif etmektedir.[23]
Lev Kreft,
Sanatın Siyaseti ve Siyasetin Sanatı adlı makalesinde, modernliğin sanat-
siyaset ilişkisine dair üç model tespit ederken: ulus-inşası, özerklik ve
avangart. Başlangıcını aşağı yukarı 1848 Devrimleri’yle imleyebileceğimiz, burjuvazinin
Avrupa’daki hâkimiyetini takip eden dönemde hâkim olan özerklik modeli için
Kreft şu tanımlamayı yapmaktadır. Sanat, insanlığın tarihsel ilerlemesindeki
özel misyonundan ötürü özerktir; ne bilimin ne de siyasetin araçlarıyla yerine
getirilemeyecek bir misyondur bu. Sanatsal güzelliğin estetik cazibesi,
insanlığa ilham verebilecek üst-siyasi [metapolitical] bir güçtür. Bu güç özerk
olmalıdır, yani diğer bütün güçlerden ve düzenlerden bağımsız olmalıdır, çünkü
o bu dünyaya ait değildir ve böylece umutlarımızı gerçekleştirebilir.”[24]
Resim 3: Pablo Picasso, Guernica, 1937.
Dünya
savaşları çağı yani 20. yüzyıl da güzel sanatlar politik imgelerle savaş
sahasına dönmüştür. Zor kullanan rejimler ve eşitlikçi taraftarı olan
müttefikler, sanatın düşünceleri etkileme potansiyelini fark edip kullanmaya
başlamıştır. Sovyetler Birliğindeki politik poster sanatı ve Nazi dönemi
propaganda sanatının canlanmasında, John Heartfield (Alman sanatçı anti-İngiliz
duygulara karşı, Helmut Herzfeld olan adını John Heartfield olarak
değiştirmiştir.) ve Pablo Picasso gibi sanatçılar bu propagandalara karşı
koyarak, siyası duruşlarını göstermek için sanattan yararlanmıştır.[25]
Siyasal
sanatın büyük şaheserlerinden Guernica (Resim 3), Nazi Almanya’sının İspanya iç
savaşı sırasında İspanya’daki Guernica’yı bombalamasını (1937) resmeden
Picasso’nun yapıtıdır.[26] Resme dair bir anekdotta Nazi
gardiyanın “ Bunu sen mi yaptın?” sorusuna Picasso’nun “Hayır, siz yaptınız”
diye cevap vermesi, savaşın ve yansımalarının ifade edilmesinde sanatın gücünü
ortaya koymaktadır. Guernica resmini (Resim 4) yaptıktan sonra Picasso’nun
beyaz güvercin resmi barış imgesi olarak reklamlarda kullanılmasına rağmen
sanatçı radikal bir solcu olarak mimlenmiştir.[27]
Resim 4: Pablo Picasso, Dove, (Güvercin),1949, Lithograph on Paper 54.7 x 69.7 cm.
Propaganda
daha sonraları hızlanmaya başladı, sanat, sert ve dogmatik politikaya katlanamazdı.
Troçki sağlıklı sanatsal ifadelerin ideolojiden uzaklaşması gereğini fark
ederek, 1938’de yazdığı bir mektupta şöyle bir ifade kullanmıştır: “ Sanat,
bilim gibi desturlar alamaz bu sanatın özüne karşıdır ve buna tahammül edemez.
Sanat kendine sadık kaldığı sürece devrim yaratmak için güçlü bir müttefik
olarak kalabilir.” Aynı yılın 23 Ağustosunda Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler
Birliği Hitler ile ateşkes anlaşmasını imzaladı ve bu olaydan hemen sonra
komünizm, sanatsal destek ve güvenirliğini kaybetti.[28]
Yüzyıl
ortasına gelindiğinde, dünyanın paramparça olmuş haliyle, birçok sanatçı
sanatın değişiklik yaratma potansiyeli düşüncesindeyken hayal kırıklığına
uğramış, demode olmaktan korkmuş ve siyasi yorum yapmaktan uzaklaşarak,
herhangi bir parti ile müttefikliğe dikkat etmeye başlamışlardır.[29] İçe kapanan bu sanatçılar,
sanatın evrensel olmaktan ziyade bireysel bir özgürlük alanı açması gerektiğini
ileri sürüyorlardı. Bu görüş tam ifadesini, siyasetin yozlaştırıcı etkisinin
hiçbir rol oynamadığı bir radikal bireycilik ve özerklik felsefesinden yana
olan Soyut Ekspresyonistler’de buldu.[30]
Güçlü
devletler soğuk savaş esnasında sanatın gücünden faydalanmıştır. Victoria ve
Albert müzesinin “Cold War Modern" adlı sergisinde ispat ettiği gibi,
Amerika ve Rusya’daki25 yıllık savaş, sadece milli üstünlülükler göstergesi
olarak uzay gemileri ve haber merkezleri arasındaki savaşlarla kalmamıştır,
müzeler, galeriler ve hatta mutfak aletleri satan firmalar rollerini yerine
getirmiştir. Amerika bireysel özgürlük düşüncesini desteklemek için kurnazca
mutfak aletleri, radyo, araba v.b ürünlerin seri üretimini başlatmıştır. Aynı
zamanda gizlice kültürel propaganda yürütmek için soyut sanatçılardan
yararlanarak sanatçıları soğuk savaşın askerleri haline getirmiştir. 1950’lerin
sonunda soyut dışavurumcular Jackson Pollack, Mark Rothko, Robert Motherwell ve
diğerleri “The New American Painting” adlı bir sergi adıyla tüm Avrupa’da
dolaştılar. Bu sergi sözde CIA tarafından finanse edilmekteydi. Sosyalist
gerçekçi sanatla(belli bir ideolojiye uyan, onu temsil eden ve toplumsal
amaçlara hizmet etmek zorunda olan) [31]
tezatgöstermek için Amerikalıları özgür düşüncelere sahip bireyler olarak
göstermekle görevlendirilmişti.[32] Yıllar boyunca bu konu sanat
camiasında şayia veya şaka olarak karşılandı fakat şimdi bu ispat olunmuş bir
gerçektir. CIA, Amerikan Soyut Sanatını bir silah gibi soğuk savaş esnasında
kullanmıştır. CIA ve Modern Sanatın ilişkisi olanak dışı bir ilişkiydi. Amerika
başkanı Truman modern sanat için: “Bu sanatsa bende bir Hotanto yum (Kara cahil
kimse)” ifadesini kullanmıştır. Modern sanatçıların çoğu eski komünistlerdi.
CIA’in bu grubu desteklemesinin asıl sebebi; Sovyetler Birliği ile propaganda
savaşında bu akımı yaratıcılık ve entelektüel özgürlük alanında kullanırken,
ABD’nin
kültürel gücünün sembolü gibi göstermek için faydalanmaktı. Komünist
ideolojiyle sarılmış Rus sanatı bu taktiğe karşı koyamazdı[33].
Gerçek olan şu ki, 1950’lerden sonra New York, etkileyici bir şekilde sanat
dünyasının en önemli kenti olarak tanınmaya başlamıştır.
Pop Art, Performans, Feminizm, Situationist
International ve Graffiti, Aktivist Sanatta Kendilerine Açtığı Alan
20 yüzyıl
sanatında 1960’larla birlikte başlayan oluşumlardan Pop Art, Performans,
Graffiti ve Feminist yaklaşımlar aktivist sanatın belirgin ve yüksek sesle
söylemlere dönüştüğü dönemlerin çağcıl anlamdaki başkaldırısı olarak karşımıza
çıkmaktadır. Bu dönemler o dönemin tüm dinamiklerini üzerinde barındırırken,
sorgulanan kavramın içerisindeki temel anlamın ötesinde; güzergâh olarak başka
anlatım yolu seçmiştir. Toplum ve toplum üzerindeki her türlü detayın
sorgulandığı bu dönemde, sanattaki yansımaları daha interaktif bir biçim
almıştır. Pop Artla başlayan sorgulama daha derinliklere inerek, düşünce ile
bedeni buluşturmuş ve bütünde insanın kimlik ve varlık sorgusu halinde
çözümlenmeye çalışılmıştır. Kadının kendini ve yaşadığı ortamı sorgularken,
farkı ve farkındalığı artırmaya çalışırken; ortaya çıkardığı sonuçlar
derinlemesine bir başkaldırı haline dönüşmüştür.
1960’lı ve
1970’li yıllarda performans sanatı, cinsiyetin rolü, sanat kuralları ve savaş
gibi birçok siyasi konuya odaklanmıştır. Walter de Maria ve Robert Smithson
gibi sanatçılar, sanatı beyaz küpün dışına alarak açık alana çıkarmışlardır.
Piero Manzoni ve Joseph Kosuth gibi kavramsal alanlarda çalışan sanatçılar ile
Hermann Nitsch gibi vücut sanatı yapan sanatçılar da hem sanat ve çerçevesini
hem de toplumu bir bütün olarak eleştirmişlerdir. 1970’lerden sonra
eleştirmenler, hiçbir galip akım olmadığının, çoğulculuk ve her şey olabilmenin
farkına varmışlardır. Artık eşitlikçilik savaşı başlamıştır. Feminist ve siyah
sanatçılar sanat kurumlarına girmek için çabalamaktaydılar. O zamandan beri
sanatçılar eşitlikçilik, savaş, cinsiyetin rolü ve tüketim toplumunun boşluğu
üzerinde yorum yapmaktadırlar.[34]
Pop
Sanatı
Amerikan Pop
sanatının ilk temellerinin soyut dışavurumculuk ile popüler imgeleri
birleştiren Jasper Johns ve Robert Rauschenberg tarafından atıldığı
söylenebilir. Marcel Duchamp’ın 20. Yüzyılın başında hazır yapım nesneleri
bağlamları nedeniyle sanat eseri olarak sunmuş olması, Pop sanatçılarının
popüler kültür imgelerini benzer bir motivasyonla sunumlarına etkili olmuştur.[35]
Pop sanatı,
Soyut Dışavurumculuk akımındaki sanatçının kendi özel dünyasına dalması ve dış
dünya ile arasındaki ilişkiyi koparması durumuna tepki olarak ortaya çıkmıştır.
Kapitalizmin oluşturduğu pazara her sınıftan insanı katma amacı, bütün sınıfsal
farkları aşarak popüler kültür sunmuştur. Bu kültürü simgeleyen Amerikan Pop
Sanatı, apolitik bir yaklaşım olarak başlamıştır. Bu akım siyasi eleştiriler
niyetiyle yola çıkmasa bile yer açtığı alan ile tüketim toplumu ve onun
boşluğunu sorgulamayı beraberinde getirmiştir.[36]
1960’larda
Greenberg’in formalizmini eleştirerek devreye giren Pop-art, baştan, “yüksek
sanat” a ve kurumlarına karşı avangardist bir saldırı gibi karşılanır. Andy
Warhol’un reklam imgelerini sindirdiği pop işleri, sanatın tüketim kültürüne
kaynamasına bir protesto, bir kapitalizm yergisi gibi karşılanır. Ama aynı
türden işlerin biteviye tekrarı, sonunda Warhol’un suretini çıkardığı görsel
âlemi eleştirmek bir yana, estetize ettiği, işlerine alıntıladığı metaları
ikonlaştırdığı kanaatini uyandırır. “Warhol’un Campbell Çorbası, (Resim 5) bizi
güzel ve çirkin arasında, gerçek ve gerçek-dışı arasında bir seçim yapmaktan
kurtarıyor... İkonlar gibi: varlığını sorgulamaksızın bizi sanata inanmaya
çağırıyor. Dolayısıyla belki de bütün günümüz sanatını bir dizi ritüel olarak
kabul edebiliriz... İlkel toplumlarda olduğu gibi”. Andy Warhol’un kendi sanatını
açıklaması da pek farklı sayılmaz: “ Amerika’ya tapıyorum... Benim resmim,
bugün Amerika’nın üzerine inşa edilmiş olduğu kişiliksiz, kaba ürünlerin ve
sakınması olmayan maddi nesnelerin ifadesidir. Bizi ayakta tutan yararlı fakat
dayanıksız simgelerin, alınıp satılan her şeyin yansıtılmasıdır.” Sanat metadır
ve meta olduğuna işaret eder.[37]
Warhol,
tüketim toplumunu oluşturan insanların üzerinde baskı, zorlama uygulamadan
birbirine benzeyen tek tip insan modeli oluşturacağını görüp bu tüketim
toplumuna makine olarak katılmak istemiştir. Tüketim metalarını üreten bir
makine gibi, birbirinin aynısı, istediği kadar çoğaltabileceği, yorulmadan
sürekli çalışabileceği bir makine... Kendi kişiliğini ve duygusunu katmadan
derinliği olmayan sıradan nesneleri aktarırken kendisi de yüzeyselleşmiş olur.
İmge üzerinde düşünülmeye gerek kalmaz. Serigrafi tekniğini kullanarak
hedeflediği seri üretim mantığına ulaşmıştır ve ürettiği şeylerin birbirine
benzemesini sağlamıştır. Konusu bazen çorba konserveleri bazen de ölüm
resimleri olmuştur. Onun resimlerinde tüketim ürünleri ve sıradan nesneler gibi
şiddet ve ölüm de gündelik bir nesneye dönüşür.[38]
Resim 5: Andy Warhol 1962. Synthetic Plymer Paint On Thirty-Two Canvases.
Kapitalizm,
kontrolü ele geçirdikten sonra Britanya, politik sanatta kısmen rol almaya
başlamıştır. Pop sanatın babası Richard Hamilton’un Anti-Thatcher “Treating
Room” enstalâsyonu ve Tony Cragg’in “Britain Seen From The North” kolâjı bu
döneme ait örneklerdir.[39]
Richard
Hamilton’un "Treating Room" enstalâsyonu yapmasında etkili olan
neden; Thatcher (1979) Britanya’da iktidara geldikten sonra kamu harcamalarının
daraltılmasına ve özel sektörün geliştirilmesine ağırlık vermiştir. Thatcher,
kamu harcamalarını Britanya da ki mali sorunların nedeni olarak görmekteydi bu
nedenle kamu hizmetlerini daraltmıştır. Sağlık hizmetlerinde gerçekleştirdiği
bu türden bir müdahale yoksul tabakanın daha fazla zarar görmesine neden
olmuştur.[40]
Hamilton1984’de
gerçekleştirdiği “Treating Room” (Tedavi Odası) (Resim 6), adlı enstalâsyonunda
savaş sonrası dönemdeki ütopyacılığın çöküşünü ve Monetarist İngiltere’nin
yükselişini karşılaştırmaktadır. Söz konusu bu enstalâsyon, hastane odası gibi
düzenlenmiş bir oda ve bir televizyonla gerçekleştirilmiştir. Ekran 1983’te
gerçekleşen muhafazakâr seçim yayının ile Margaret Thatcher’i görkemli ve
klasik bir sahnede göstermektedir. Thatcher istikrar üzerinde konuşmaktadır.
Hamilton yayının muhafazakâr görüntüsünün en az kelimeler kadar güçlü olduğunu
göstermek için Thatcher’i susturmuştur. Enstalâsyon, gözetlemenin/izlemenin
gücü ve beyin yıkama üzerine yapılmış bir çalışmadır. Monitör kamusal alanlarda
yerleşen CCTV kameralarını anımsatmaktadır. Sanatçı “Thatcher’in vizyonu,
parlak geleceğin bir parçası olan sağlık sisteminin mağdurlarını küçümsemek
midir?” sorusunu sormaktadır.[41] Londra’nın Tate Modern
müzesinde sergilenen Richard Hamilton çalışmasında küratör olarak bulunan Mark
Godfrey bu eser için: “ Bence Hamilton 1980’lerin sonunda İngilterede ki
kültürel değişimleri hissetmişti. 1950’ler ve 1960’larda hissettiği iyimserlik
bir yere varmamıştı. 1980’lerde bir umutsuzluk hâkimdi ve bu dönemde Hamilton
tedavi odası adlı eserini yaratmıştır” ifadesini kullanmıştır. Sanatçı,Margaret
Thatcher’in videosunu kasvetli bir odada izlettirirken, Thatcher’i ve onun
sağlık hizmetlerine yaptığı saldırıyı eleştirmek istemektedir.[42]
Tony Cragg,
"Britain Seen from the North"(İngiltere’nin Kuzeyden Görünümü),
(Resim 7) adlı çalışmasını 1981’de İngiltere ziyareti sırasında, sosyal ve
ekonomik sıkıntıların toplumu nasıl sardığını gördükten sonra
gerçekleştirmiştir. Çalışmada soldaki figür sanatçıyı temsil etmektedir.
Almanya’da yaşayan İngiliz sanatçı İngiltere’nin dışarıdan nasıl göründüğünü
yansıtmak istemektedir.[43]
Performans
Sanatı
Performans
sanatı bedenin bir sanat aracı olarak ihlal edici potansiyel taşıdığını ortaya
koyan,[44] topluma oldukça bağlıdır.
Performans’ın güçlü oluşu ve yakınlığı, sanatçıya politik ve sosyal konular
üzerine daha etkileyici bir şekilde yorum yapma imkânı sunmaktadır. Katılımlı
ve işbirlikçi yapısından dolayı sanatçıya günlük hayatta ve siyasi angajmanda
yorum ekleme ve aktivist hareketlere katılma şansını vermektedir. "Beat
Writers" grubu, özellikle bu gruba üye olan Allen Ginsberg’in Howl adlı
şiir kitabı başlangıç için iyi bir örnektir. Bu grubu oluşturanlar (Jack
Kerouac ve William S. Burroughs...) kendi hayatlarını yazıyorlar, keşfediyorlar
ve 1950’ lerin içki, uyuşturucu ve cinsellik kısıtlamalarından kaçıyorlardı.[45]
Ginsberg,
“Howl” (Feryat) şiirini ilk kez 1955 de San Francisco daki “Six Galerisi”nde
okudu ve bir yıl sonra şiirlerini bir kitapta yayımladı. Her bir şiiri
kuralları kırmakta ve tüketim toplumunu eleştirmekte ayrıca çağdaşlarının
sancılı savaşlarını sadece kendilerini yok etmekle ve delilikle
unutabildiklerini belirtmektedir. Ancak bu şiirin çok ünlü olmasının sebebi,
Ginsberg’in seksi eşcinsellik ile birlikte referans olarak göstermesi ve
müstehcen bir olayı parlatmasıdır. O dönemde eşcinselliğin gündemde olan bir
konu olmasından dolayı Howl şiiri geniş okuyucu kitlesinin dikkatini çekmiştir.
Böylece karşı kültürün etkisini arttırarak San Francisco sınırlarını aşmasını
sağladı. Ayrıca San Francisco o dönemde hippi akımının ve uyuşturucunun çok
bulunduğu bir bölge olduğu için genç hareketlerin merkezi durumundaydı. 1960’
ların genç aktivist hareketleri Howl ve içindeki gizli isyana neden olarak
karşımıza çıkmaktadır.[46]
Siyasi
konulardan etkilenen sanat ve performans sanatı 1950’lerde yeni bir şey
değildi. Ancak ikinci dünya savaşından sonra sosyal geleneklerin değişimi ve
kitle iletişim araçlarının desteği ile genç kültürün (Baby Boom* kuşağın yetişkin genç olmaları)
yükselmesiyle birlikte toplumsal ve siyasal statükoya karşı protestoların
arttığı görülmektedir.[47]
Sivil haklar
hareketi 1950’lerin sonu ve 1960’ların başında hızlanmaya başlamıştır. Bireyler
şiddet dışı protesto metotları ve sivil itaatsizlik yöntemleriyle (Mahatma
Ghandi eylemlerini örnek alarak) ırkçılığa karşı
protestolargerçekleştirmektedirler. 1960’ların ortasında Küba füze krizi ve
John F. Kennedy suikastından sonra, Vietnam savaşına tepkiler ve savaş karşıtı
protestolar tüm gücüyle kendini göstermektedir. Joan Baez ve Bob Dylan gibi
müzisyenler protest içerikli müzikleriyle, protestoların liderleri haline
gelmiş ve sanatın protestolarda yer almaya başlaması gerçekleşmiştir.[48]
Yoko Ono ve
John Lennon’un 1969 daki “Bed Peace” i (yatak barışı) oturma eyleminin yatak
versiyonudur. Savaş karşıtı olan Lennon ve Ono savaşı, sanatsal ve eylemci bir
ifade olarak balaylarında yatakta protesto ettiler. Bu ünlü çiftin gündemde
olan bu konu üzerinde eylem yapmaları bu performanslarının ünlenmesine neden
olmuştur.[49]
Performans
sanatçı olmakla beraber Fluxus akımıyla da ilişkili olan diğer sanatçılar (Yoko
Ono gibi) sanat ve hayat arasındaki çizgiyi kaldırmak, devrimi günlük hayata
katmak için eylemlerini sokaklara taşıdılar. Prag’da, Milan Knizak ve diğer
Aktüel gruba ait sanatçılar sokaklarda performans yaparken polis tarafından
durduruldular. Bunun en güzel örneklerinden 1964’de gerçekleşen Demonstration
for One performansından (Resim 8) bahsedebiliriz.[50]
Genpei
Akasegawa (b. 1937), Natsuyuki Nakanishi (b. 1935), ve Jiro Takamatsu
(1936-1998) tarafından kurulmuş olan “Hi Red Center” grubu eylemlerini
sokaklarda canlandırıp, Tokyo’da birçok happening sanatı gerçekleştirdiler.[51] Hi Red Center adı kurucu
sanatçıların soyadlarının İngilizcede ki anlamına göre verilmiştir, “taka”
(high), “aka” (red) ve “naka” (center).[52]
HRC, sokak temizleme eylemini (Be Clean) (Resim 9), Japonyanın 1964 deki
olimpiyat oyunlarına hazırlandıkları sırada Tokyo’yu güzelleştirme politikasını
eleştirmek için gerçekleştirmişlerdir. Devlet, vatandaşlarına oyunların
gerçekleştiği sırada şehri daha temiz tutmaları yönünde birçok talimat
vermiştir.[53]
Bu eylem altı
kişilik bir ekiple gerçekleştirilmiş, sokaklar ve kaldırımlar büyük bir
ciddiyetle fırçalanmış ve silinmiştir. Ancak halk tarafından bu eylemi yapanlar
yanlışlıkla devlet kampanyasını gerçekleştiren resmi görevli kişiler olarak
algılanmışlardır. Aslında üzerlerine giydikleri resmi üniformalar,
kullandıkları ilanlar ve ilanların üzerindeki bu kampanyanı destekleyen organizasyon
adlarının yazılması (bazıları gerçek firmaların adı ve sahte firma adlarından
oluşan) HRC grubunun bir taktiğiydi.[54]
Situationist
International
Paris 1968
öğrenci ayaklanması ile günlük hayatta devrim yaratmak, Situationist
International’ın (Durumcu Enternasyonal) teorisinin merkezini oluşturmaktadır.
SituationistInternational akımı Dada, Sürrealizm ve Letrizm*gibi avangart akımların içinden
doğmuştur. Solcu bir siyaset bakışı ile ve titiz teorilerle bir sanat akımı
olmaya başlamıştır.[55] Situationistler
Marx’ın kapitalizmin koşulları içerisinde emeklerini satarak metalaşan
insanların konumu olarak tanımladığı “meta faşizmi” teorisinden yola çıkmış
ancak vurguyu üretimin yarattığı etkiden kitlesel tüketimin etkilerine
yönlendirmiştir.[56]
Şiddet
uygulamayan protestoların etkisiz görünmesi nedeniyle, özellikle Martin Luther
King* ve Bobby Kennedy suikastlarından sonra
Vietnam savaşında gerçekleşen şok edici olayların peşinden, 1968’de şiddetli
protestolar başlamıştır. Avrupa’da, Polonya, Prag ve Paris’te, gençler,
akademisyenler, sanatçılar ve yazarlar yürüyüşler düzenlemiş, binaları
işgalederek polisle çatışmışlardır. Polonya’da protestoların nedeni sansür
iken, Prag Baharı protestolarının amacı Çekoslovakya’da siyasi reform
yaratmaktı. Paris, Londra ve New York’taki protestolar ise tüketim kültürüne
tepki olarak düzenlenmiştir.[57]
Fransız
öğrencilerin gerçekleştirdiği grevlerin sonucunda önce sokaklarda polislerle
çatışmalar ortaya çıkmış, sonra üniversitelere sıçramış ve daha sonra da
endüstri ile bir çatışmanın ortaya çıkmasına neden olmuştur. Artık her yerde
görülmeye başlanan grafitiler duvarlarda “Patronun sana ihtiyacı var senin ona
değil”, “ben Groucho yatkını bir
Marksistim” (Jesuis
Marxiste Groucho) gibi sloganlar yazılmaktaydı. Bu durum
Situationistlerin oyun ve özgürlük felsefesinden
etkilenmiştir.[58]
1969’da New
York’ta Stonewall Inn adındaki bir bar, polisinin günler boyunca rutin olarak
gerçekleştirdiği eşcinsel erkeklere yapılan tacize karşı güçlü bir direnç
göstererek eşcinsel hakları alanında parlamasına neden olmuştur. Bu karşı
duruş, LGBT sivil hakların ajitasyonun ve Gay Pride (eşcinsel onuru) olarak
bilinen meselenin başlangıcını oluşturmuştur. Eşcinseller o zamana kadar
durumlarını aleni bir biçimde açıklamak istemiyorlardı ancak bu olaylardan sonra
büyük kültürel değişimler ortaya çıkmıştır. 1960’lar ve sonraki yıllarda Andy
Warhol, Jack Smith, Robert Mapplethrope ve Catherine Opie gibi film yapımcıları
ile Dixon Place ve Women’s One World Cafe gibi mekânlar ve Iggy Pop ve David
Bowie gibi müzisyenler toplumda bu duvarları yıkmaya başlamışlardır. Bu
olaylardan sonra sanatçılar HIV ve AIDS gibi hastalıklar üzerinde yorum yapmaya
başladılar.[59]
1992’de
AIDS’den ölen David Wojnarowicz de muktedirlerin iki yüzlülüğü ve
sahtekârlığından nasıl tiksindiğini sanatına yansıtmıştır. Onun sanatı,
özellikle hastalığının teşhisi konduktan sonra, din ve hükümet kurumlarının
AIDS salgınına karşı kayıtsızlığını hedef alan bir öfke çığlığıydı. Wojnarowicz
resim, fotoğraf, performans ya da sinema alanında yürüttüğü çalışmalarında,
eklektik kaynaklardan derlediği çok kişisel bir sözlüğe varmıştı. Kolajı
andıran resimlerinde, boyanmış çizgi görüntüleri, bilinç akışı metinlerini,
harita
parçalarını ve pornografik fotoğraflardan kesitleri birleştirmek suretiyle,
anlamları çağrışımlarına yedirilmiş gerçeküstü goblenler*tasarlıyordu. Kaleme aldığı uzun metinlerde, gerçekliği, sahici
duygu ve deneyimlerin yaşadığı endüstri-öncesi dünya ile içinde doğduğumuz
çağın teknoloji, bilim, dil, hukuk, resmi tarih ve baskıcı toplumsal yapılarla
belirlenen “İcat-Öncesi Dünya” şeklinde ikiye ayırmaktaydı. Bu ayrım bir bakıma
doğa ile kültür, tinsel dünya ile maddi dünya arasındaki ayrımın da
yansımasıydı. Excavating The Temples of the New Gods’da (1986) (Resim 10)
bunların ikisini de işlemişti. Burada görülen sahte kültür idollerinin
sembolleri arasında, fabrika bacaları, beş dolarlık banknotlardan bir zemin,
ulusal sınırların keyfi çizildiği bir harita, makine parçaları, eski lastikler,
terk edilmiş arabalar ve endüstri toplumunun diğer enkazlarından yaratılmış
hayvana benzer, dev bir figür dikkat çekmektedir. Ancak her şey sona ermiş
değildir; anlaşılan resim şunu düşündürecektir: iyimserlik işaretleri, gerçek
tinselliği temsil eden törensel şahsiyetler biçiminde görünüyor.[60]
Resim 11: David
Wojnarowicz, Untitled (One day this kid . . .), 1990.
David
Wojnarowicz’in 1990’da yarattığı metin çalışması, Untitled (One day this
kid...) (Resim 11) adlı eserinde, bir genç erkek çocuğun geleceğini anlatarak,
eşcinsellerin gördüğü eziyet üzerine konuşmaktadır. Sanatçı “Silence= Death”
(Susmak=Ölmek) adlı filminde, ağzını dikerek (Resim 12), AIDS hastalığı
üzerinde yeterli araştırmaların yapılmaması ve tedavi yetersizliği üzerinde
protest duruşunu göstererek şok edici ve zorlayıcı bir imge ortaya koymaktadır.[61]
Feminist
Sanat
Diğer
yükselmekte olan eşitlikçilik ve sivil hak hareketlerinden biri de Feminizmdir.
Doğum kontrol hapının ortaya çıkmasıyla, kadın erkek ilişkilerinde ve cinsel
özgürlükte yeni dalgalar yaratmış, kadınlara hamile kalma ya da kalmama hakkını
sunmuştur. Evlilik ve aile, kadınların tek seçeneği olmaktan çıkmış, birçok
kadın eğitim dünyasında üniversite derecesine kadar yükselmişlerdir.[62]
Gelişmekte
olan o dönemin Feminist Sanatı, Aktivist sanatın da gelişmesinde büyük rol
oynamıştır. Feminist Sanat akımı 1960’ların sonunda savaş karşıtı gösteriler,
homoseksüel ve medeni haklar hareketinin canlanmasıyla ortaya çıkmıştır.
20.yüzyılın başındaki Modern akımın ütopik düşüncelerine göre, feminist
sanatçı, kurulmuş olan sanat dünyasına, sanatın tarihsel ilkelerine, aynı
zamanda günlük sosyal etkileşime müdahale etmeye odaklanarak etrafındaki
dünyayı değiştirmek için sanattan yararlanmaya başlamıştır. Sanatçı Suzanne
Lacy’nin söylediği gibi: “Feminist sanatın amacı kültürel davranışları değiştirmek
ve klişeleri dönüştürmektir.” Feminist sanatçılar tek bir tarzda çalışmazlar,
kavramsal sanat, vücut sanatı, video sanatı gibi tarzlardan faydalanarak
çalışmalarıyla topluma, kadınların tecrübelerini ve kadın erkek arasında
eşitliliğin gereğini bir mesaj olarak aktarmaya çalışmaktadırlar. Feminist
Sanat kadınlara ve az sayıdaki kadın sanatçıya bundan önce olmayan alanlar ve
fırsatlar yaratmıştır. Ayrıca 1980’lerde ortaya çıkan Aktivist sanatın da
yolunu açmıştır.[63]
Feminist
sanatçılar, kadınların perspektifini çalışmalarında kullanarak, izleyici ve
sanat parçası arasında bir diyalog kurmaktadırlar. Sanat sadece estetik
hayranlığı uyandıran bir obje değildir, sanat izleyicide sorular uyandırabilir
ve bu sorular aracılığıyla belki eşitlikçiliğe yönelik değişiklikler
yaratabilir.[64]
Feminizmden
önce çoğu kadın sanatçının çalışmaları galerilerde sergilenmemekteydi. Bu
hareket sayesinde hem alternatif mekânlar sergiler için ayarlanmaya başlandı
hem de sanatın ilkeleri, kadın erkek eşitliği üzerinden sorgulanarak değişimler
yaratılmaya çalışılmıştır. Bu sayede kadın sanatçıların sanat dünyasında daha
görünür hale gelmeleri sağlanmaya çalışılmıştır.
Feminist
sanatçılar erkeklerin dominant materyallerinden yani resim ve heykelden daha az
faydalanıp onların yerine elyaf, kumaş, video ve performansla çalışmaktadırlar.
Bu geleneksel olmayan malzemeleri kullanarak sanatın tanımını genişletip farklı
medyalar ve sanatsal perspektifler kazandırmışlardır. Feminist sanat
çalışmaları 1960’lardan sonra yani Feminizmin ikinci dalgası esnasında ABD ve
İngiltere’de birinci dalganın yarattığı aktivizmden yararlanarak gerçekleşti.
Birinci dalga 19.yüzyılın ortalarında başladı ve birinci Dünya Savaşından hemen
sonra, kadınların oy verme haklarına kavuşmasıyla sonuçlandı. Bu dönemde sadece
feminist sanat çalışması ortaya çıkmadı, sonraki dönemin aktivizminin zeminini
de inşa etti. 1920 ve 1960 arasında bu hareket susturuldu ama kadınların
toplumdaki rollerinin merakı hala duruyordu.[65]
Feminist
sanatı, 20. yüzyıl akımlarından en çok modern soyutçu felsefesini (sanat, sanat
için) arka plana itmiştir. Bu felsefe yerine sanatın dış dünyaya ait önemli
konular üzerine iş üretmesini gündeme getirmiştir. Feminizmden sonra sanat
çalışmalarının ilettiği mesaj da en az estetiği kadar önem kazanmıştır. [66] Feminist sanatçılar sanattan
ziyade, konuşulabilen ve konuşulamayan konular üzerinde düşünürken ve sanatı da
bu amaç için kullanmaktadırlar. Cinsiyet, insanın her şeyini etkilediği için,
Feministler her konu üzerinde konuşabilirler; vücut, tabaka, ırk, tüketimciliği
özendirme, sanat piyasası, sömürgecilik ve siyasi- kültürel güçler gibi...
Feminist sanatçıların yapmak istedikleri şey yüzyıllar boyunca sadece erkeğin
dominant olduğu dünyayı sorgulamaktır.[67]
Judy
Chicago’nun “yemek ziyafeti” adlı ünlü projesi, üçgen şeklinde yerleştirilen
her biri 1.463 m uzunluğundaki masalar, tarih ve mitolojideki saygın kadınların
bir araya gelişini canlandırmaktadır.Masadaki otuz dokuz ayrı bölmenin her
birinde rahim benzeri veya “merkezi delik” şeklindeki özel tasarlanmış
desenlerle süslenmiş bir tabak, bir kâse ve nakışla işlenmiş bir örtü
bulunmaktadır. Zemindeki mermer fayansların üzerinde tarihte önemli bir yeri
olan 900’ün üzerinde kadının ismi yer almıştır. Böylece ev ortamı komünal bir
atmosferle birleştirilmiştir. Chicago, amacını kadınların haberdar olmadıkları
kadınlık miraslarının ve başarılarının farkına varmalarına yardımcı olmak
şeklinde açıklamıştır: “Kadınların hiçbir zaman önemli her hangi bir şey
başarmamış olduklarını düşünmek üzere eğitildiğimiz için önemli hiçbir şey
yapamayacağımıza inanmamızı da kolaylaştırmaktadır. "Eser tekstil tasarımı
ve dekoratif el sanatlarının geleneksel sanat dünyasındaki düşük statüsünü
yenilemeyi amaçlayan yeni anıtsal sanat yaklaşımlarını harekete geçirmiştir.[68]
Yıkıcı taktikleri
ve anonimliklerini korumak için taktıkları goril maskelerinden dolayı “Gerilla
Kızlar” adını almış bir grup kadın sanatçı, mesajlarını siyasal sanata uygun
başka bir mekân olan sokaklara taşımışlardı. Bu grup 1984’te müzelerde ve büyük
galerilerde, özellikle Modern Sanat Müzesi’ndeki, 169 sanatçıdan sadece 19’unun
kadın olduğu “International Survey of Recent Painting and Sculpture” sergisinde
kadın sanatçı eksikliğine tepki olarak kurulmuştu. Kendi amblemleri goril
maskeleri ve kısa etekleriyle Gerilla Kızlar; mizah ve sivri eleştiriyi bir
araya getirip sanat dünyasının kadın-karşıtı önyargılarına saldırmışlardır. O
zamanlar New York sanat sahnesinin merkezi olan SOHO duvarlarına, kadınların ve
“ötekilerin” büyük müzeler, galeriler ve sanat dergilerinde sönük biçimde
temsil edilme istatistiklerini gösteren çizgi resimli afişler asıyorlardı.
Eleştiriden hiç kimse, kendi arkadaşları bile muaf değildi. Bir afişte şu soru
vardı: “ Bu sanatçıların nesi ortak?” sonra sanatçıların adlarını sıralayıp şu
cevap verilmekteydi: “Onlar eserlerini, kadın sanatçıların yüzde ondan fazlayı
geçmediği ya da hiç olmadığı galerilerde sergiliyorlar.” Başka bir afiş (Resim
14) bunu sorguluyordu: “Kadınlar Met. Museum’a girmek için çıplak olmak mı
zorunda?” [69]
Feminist
Sanatın, Performans Sanatı, Vücut Sanatı, Video Sanatı Ve Tekstil Sanatı İle
Bağlantısı - İlişkisi
Beden ve
performans sanatının tarihi, özellikle 1970’lerin Feminist hareketiyle yakından
bağıntılıdır. Kadın cinselliğine dair kısıtlayıcı tanımlara meydan okuma çabalarının
bir parçası olarak feminist sanatçılar, kadın çıplaklığının edilgin, poster
kızı çağrışmalarını yıkmak üzere tasarlanmış performanslarda kendi çıplak bedenlerini sergilemişlerdi.[70] Performans sanatı, sanatçıya
izleyiciyle yüz yüze olma şansını verip, önemsememeyi zorlaştırır.[71]
Feminist
performans sanatından ilk akla gelen örnek Yoko Ono’nun 1964 yılında Tokyo’ da
gerçekleştirdiği “Cut Pieces” (Resim 15) çalışmasıdır. Bu çalışma izleyiciyi
çok rahatsız eden bir çalışmaydı. Ono bu çalışmasında bir sahneye oturdu ve
izleyicilerden bir makasla üzerindeki elbiseyi kesmelerini istedi. Ono’nun
sahnedeki rolü elbisesini kesenlerde endişe, şefkat ve hatta kadına karşı
düşmanlık hislerini uyandırmak ve buna rağmen kadının saf ve klasik
savunmasızlığını göz önüne çıkarmaktı.[72]
Kadın beden
sanatçılarının herhalde en etkili iki isim Carolee Schneemann ile Marina
Abramoviç’tir. Bu sanatçıların ikisi de 1970’lerde sahneye çıkmışlar ve bedene
dayalı performans sanatını takip etmeyi sürdürmüşlerdir, ancak bedenleri kullanma
biçimleri bazı bakımlardan birbirine taban tabana zıttır. Schneemann’ın
çalışmalarının çoğu hazzı öne çıkarırken, Abramovic yıldırıcı ve genellikle
sanatçı fiziksel görevlerin karşısında kendine hâkim olmaya odaklanmaktadır.
Schneemann’ın klasik eserlerinden birisi özünde, pek giyinmiş denemeyecek
erkeklerle kadınların yolunmuş tavuklar, balıklar ve boya kovaları arasında
yuvarlanıp durdukları Dionysosçu bir cümbüş olan performansı Meat Joy’dur
(1964) (Resim 16). Interior Scroll (1975) (Resim 17)için Schneemann çıplak
halde vajinasından uzun bir kâğıt şeridi çıkarıp, onun üstünden, çalışmalarına
yönelik eleştirilere karşı esprili cevabını okumuştu.
Schneemann’ın
kendi bedeninden aldığı haz ve duyduğu sevinç, başka feminist modellerin put
kırıcılığı ve çileciğine bir alternatif sunar. Oysa Abramoviç, kendi bedenini
otokontrolü, fiziksel dayanıklılığı ve riski belirginleştiren biçimlerde
kullanmaktadır. 1970’lerde sanatçı, aynı zamanda aşığı olan bir erkek partnerle
(Ulay) çalışmıştı. Bu ikili çok geçmeden huzursuz edici şiddet ya da kendini
kesmeye yönelik hareketleriyle tanındılar. Artık puslu belgesel videolarından
seyredebilecek olan performanslarda birbirlerini her seferinde daha hiddetli
biçimde tokatlamışlar ya da çok yakın mesafeden birbirlerinin suratına
bağırmışlardır. [73] Sanatçının hayatında büyük
etkisi olan partneri Ulay’la birlikte gerçekleştirdiği ve iki sevgilinin başta
eşit görünen ama yavaş yavaş dengenin bozulduğu ilişkilerini konu alan AAA-AAA
performansı (Resim 18), dokuz dakikalık bir videodan oluşmaktadır.[74] Çift, 1989’daki son
performansları için, ikisi farklı uçlardan başlayarak Çin’in Büyük Duvar’ı
uzunluğunda bir yol yürümüşler, yolun ortasında buluştuklarında ilişkilerini de
performans ortaklıklarını da sona erdirmişlerdir.[75]
zamandan beri Abramoviç, dayanıklılık ve öz disiplin temalarında tek
başına keşifler yapmaya çalışmaktadır. Zaten eserleri genellikle fiziksel
denemeler biçimindedir. The House With The Ocean View (2002) (Resim 19) için on
iki gün boyunca yemeden, konuşmadan, okumadan ve yazmadan, New York’taki bir
Chelsea galerisine kurulan ve özel olarak inşa edilmiş bir çatı kat evde
tamamen herkesin gözü önünde yaşamıştır. Bu eleştirmenlerin dinsel bir
görevlinin kendine zorla dayattığı bir çileci deneyime benzetmiş olup, meydan
okuması fiziksel olduğu kadar zihinsel boyutta yürüyen bir çalışmadır.[76]
Abramoviç bu
çalışmasına göre şöyle bir ifadede bulunuyor; “Bu çalışmayı sadece New York’a
göre yaptım, 11 Eylül’den sonra Şehir çok değişti, insanlar daha çok spritüel
ve duygusal davranmaya başladılar. Çalışma bana büyük tecrübe kazandırdı.
Kendimi hiçbir şey yemeden sadece saf su içerek ve yaşarken arındırıp, bu yolla
etrafımı ve izlemeğe gelen insanların düşüncelerini değiştirmeye çalıştım.
İzleyicilerden duyuyordum; sadece on dakikalığına izlemeye gelip saatlerce orda
beklemişler. Hatta günler boyunca olup bitenden habersiz gelip sadece beni
izliyorlardı. Kendimizi arındırarak etrafımızdaki atmosfer ve atomları
değiştirebiliriz ve etrafımızdaki herkesin bunu fark edeceğine inanıyorum.
Sadece şimdide yaşamak”.[77]
Vücut sanatı,
Feministlerin sanatsal kaygılarını aktarmak için etkin aktarım yollarından
biridir. Bu alan izleyiciye mesaj iletmek için bir araç sağlamış ve tümden
sanatçının kişisel alanı ile bağlantılı olmuştur. Performans ve Vücut sanatı,
Feminist sanatında çoğu zaman birbirini kaplamaktadır. Lucy Lippard: “Kadınlar
vücutlarını sanatlarında kullandıkları zaman, kendi özlerini sunarken, yüzleri
ve vücutları nesne halinden çıkıp önemli psikolojik bir faktör olarak konu haline
dönüşüyor” ifadesini kullanmıştır. Sanatçılar vücutlarının görüntüsünü bozarak,
vücutlarını başka materyallerle değiştirerek veya kendilerini yaralamakla
sadece izleyiciyi şok etmemektedirler aynı zaman da hissettikleri ya da
yaşadıkları deneyimleri aktararak derin duyguları ortaya çıkarmaktadırlar.
Sanatçı Ana Mendieta, performanslarında kanı ve kendi vücudunu kullanarak
(Resim 20), kan, kendi vücudu ve izleyici arasında, gerekli ancak şiddetli
olmayan bir ilişki kuruyordu. Mendieta ve birçok feminist sanatçı kanı, hayat
ve doğurganlık için önemli bir sembol ve kadınla direkt bağlantılı
görmekteydiler.[78]
Mendieta,
üniversite kampüsünde bir hemşirelik öğrencisine yapılan tecavüz ve cinayet
olayına tepki göstermek amacıyla kendi dairesinde özel bir performans
sergilemiştir. Bu performansta sanatçı, erkek arkadaşlarını dairesine davet
edip, kapıyı bilerek aralık bırakmıştır. Davetliler ev’e girdiklerinde
sanatçının, yaşanan tecavüz ve cinayet olayının yayınlanan fotoğrafını yeniden
canlandırdığına şahit olmuşlardır (Resim 21).[79]
Mendieta masa
üzerine kanlar içinde yatarak kurban rolünü oynamaktadır. Bu performansa ait
fotoğrafların dehşet verici özelliğinden öte performansın kendi evinde ve kendi
vücudu ile gerçekleştirilmiş olması çalışmayı daha önemli ve daha etkili
kılmıştır.
Video sanatı,
Feminist sanattan bir kaç yıl önce sanat dünyasında resim ve heykel gibi erkek
sanatçılar tarafından yaratılmış tarihi bir örneği olmayan bir alan olarak
ortaya çıkmıştır. Video, medya devrimini başlatan bir katalizör gibi
gösterilen, televizyonun yayın aletlerini halkın eline veren ve feminist
sanatçılara büyük kitle izleyici potansiyeli sunan bir alandır. Dara Birnbaum
gibi sanatçılar videoyu kitle iletişim araçların temsil ettiği kadın imgesini
yıkıp ve yeniden bina etmek için kullanmaktadırlar. Bu amaca varmak için
televizyon yayınlarından uygun olan parçaları kesip kendi video kolâjlarını
yapmaktaydı (Resim 22).80
Martha
Rosler’in otuz yılı aşkın bir zaman aralığıyla ayrılmış kolaj serisinin ikisi,
okyanus ötesi yayınlarda çıkan şiddet ve yıkım haberlerinin ülke içindeki
izleyiciler nezdinde nasıl nötralize edildiğini vurgulamaktadır. “Bringing the
War Home: House Beautiful” (19671972), Vietnam Savaşı döneminde tasarlanıp
2004’te, Irak Savaşı üzerine yorumlarla güncellenmiştir. Bu çalışmanın ilk
versiyonu, yanmış, yaralı ve “Napalm”[80] [81]
kurbanı çocukların ya da boğazlanmış askerlerin, resim kusursuzluğundaki
banliyö evlerinin penceresine ve içlerine taşınmış kolâjlı görüntülerinden
oluşmaktadır. 2004’teki versiyon (Resim 23) ise Irak savaşındaki bir organı
kesilmiş gazi, çöl kıyafetli asker ve “şok ve dehşet” diye ışığa boğulmuş
gökyüzü görüntülerini, güzel döşenmiş iç mekanlara taşımaktadır. Siper
dergilerinin ev fantezilerini uzaktaki bir savaşın dehşetengiz görüntüleriyle
yan yana koyan Rosler dünyanın başka bir yerindeki tahayyül edilemez vahşetle
ilgili haberlere rağmen, izleyicilerin nahoş gerçeklikleri görmezlikten
gelmelerini imkânsız hale getirerek, hayatın ara verilmeksizin sürmesini
sağlayan kompartımanlaştırılmış bilinçliliği teşhir etmektedir. [82]
Martha Rosler
“Savaşı eve taşımak” serisinde savaş ve ev yaşamının arasındaki uzaklığı
kısaltarak yani savaşı insanların oturma odalarına ya da dışarı bakan
pencerelerine taşıyarak, insanlara aslında savaşa ne kadar yakın bulunduğumuzu,
savaşın anlamsızlığını ve verdiği zararın büyüklüğünü gösteriyor. Biz oturma
odalarımızda, savaştan binlerce kilometre uzak oturmanın verdiği rahatlıkla
keyfimize bakıyor ve uzakta olanları yine bize savaşın çok uzak olduğunu
hatırlatan gazetelerden okuyor, üzerine hiçbir işe yaramayacak, ölen insanların
kaderini değiştirmeyecek yorumlar yapıyoruz. Sanatçı, savaş ortamını ev
ortamına getirerek ‘reddedilen alanı’ yani savaş alanını insanların en özeline
sokuyor, böylelikle belki de savaşı ve anlamsızlığını bir daha düşünmemizi
sağlıyor.
Rosler’in
videoları, foto-denemeleri, enstalâsyonları, performansları ve metinleri,
yalnızca kitle iletişim araçlarının uyuşturucu aldatıcılığını değil, aynı
zamanda onların çağdaş hayatın her köşesine nasıl sızdığını; keza, planlama,
kültürel fonlar ve siyasal kampanyalar gibi eskiden kamusal nitelikli olan
faaliyet alanlarının nasıl özelleştirildiğini irdelemektedir. Evsizlik,
yoksulluk ve kadınların eşitliği de Rosler’in çığır açıcı siyasal
çalışmalarında işlenen kilit önemde konulardır.[83]
“Biyoloji
kader midir? Neden hiç büyük kadın sanatçı yok?” (Linda Nochlin,1971) gibi
sorular kuşkusuz Feminizm ve feminist sanat eleştirisinin inşa edilmesine
katkıda bulunmuştur. Belirli terimlerin toplumsal cinsiyete dayalı şekilde
kodlanması bu terimlerin anlamını oluşturmuş ve onları doğallaştırmıştır. Bu
kodlar bağlamında kadının evcimenliği en baskın özelliklerinden biri olarak
karşımıza çıkmaktadır.[84]
Feminist
sanatçılar kumaş ve tekstili sanat çalışmalarında kullanarak sanat ve zanaat
ayrımını kaldırmaya çalışmışlardır. Miriam Schapiro, ipliği, önlüğü, işlemeli
mendili ve başka ‘kadınsı’ malzemeleri kullanan ve kendisinin Femmage dediği
bir formatla kolaj resimleri geliştiren bir sanatçı olarak karşımıza
çıkmaktadır. Faith Ringgold ise yorgan dikmek gibi zanaat geleneklerini, kendi
tarihiyle Afrikalı-Amerikalı atalarınınki gibi işlerle bütünleştirdi.[85] 1970’lerde
kadınların ihtiyaçlarına odaklanılarak, gittikçe artan ilgiye karşılık yorgan
locaları ve Ulusal Yorgancılık Derneği 1969’da kadınların bir araya gelerek
ortak ilgilerini paylaşmalarını sağlamıştır. Bu döneme kadar, kadın kültürü
güdümlü olarak yüksek sanata dahil edilmediği gibi, kadının ev ortamında
ürettiği el işi kategorisine giren işler de sanat kategorisine dahil
edilmemiştir. Hatta bu işler, erkek merkezci bakış açısıyla küçümsenerek,
kadının domestikliğini ve edilgenliğini simgeleyen unsurlar olarak
yansıtılmıştır. Sanatçı Schapiro; ‘Evde kadınların yaptıkları sanattır, neden
bunlar sanat eseri olarak atölyemizde sergilenmiyor’ anlayışıyla Patternand
Decoration Movement / Desen ve Dekorasyon Hareketi’nin kuruculuğunu yaparak,
sanat dünyasının dikkatini bu çalışmalara çekmiştir. Bu dönem feminist
sanatçıları tarafından elişleri yüksek sanat statüsüne yükseltilmeye
çalışılmıştır. Yüksek sanat kavramının erkek merkezci bir bakış açısıyla,
sadece erkeklerin sanat yapıtlarını içermesi eleştirilmiştir. Bu noktada,
yüksek sanat sadece sosyal ve ekonomik kimlik bağlamında değil, cinsel kimlik,
toplumsal cinsiyet bağlamında da sorgulanmış olmaktadır. Schapiro, sanatı daha
demokratikleştirmeye çalışmış, kumaş, işleme ve incelik içeren famaj işlerle
maskülen temsili eleştirmeyi amaçlamıştır. 1990’larda popülerleşen ve Genç
Britanyalı Sanatçılar kuşağında yer alan kadın sanatçı Tracey Emin’e aittir.
Sanatçı, doğrudan feminist olarak nitelendirilecek çalışmalar gerçekleştirmese
de, ‘kadınlık halleri’ üzerine işler üreterek, kadın kimliği ’ne kendi kişisel
tarihi aracılığıyla bakmaktadır.[86]
Graffiti
1960’lı
yılların sonunda Amerika’da ortaya çıkan modern graffiti, politik aktivizmin
bir ifadesi olmasının yanı sıra, sokak çetelerinin kendi bölgelerini
işaretlemede kullandıkları bir araç olarak da kendini göstermekteydi.
Bahsettiğimiz sokak çeteleri, kendini Hip-Hop kültürüyle ifade eden ve bu
kültürün rap, dj’lik ve break dansla birlikte dördüncü ana elemanı olan
graffitiyi kendi alanlarını belirlemenin yanı sıra çete savaşlarında da bir
araç olarak kullanan Amerikan gençlerinden oluşmaktaydı. Esas itibariyle
Philadelphia, Pennsylvania’da 1960’ların sonunda ortaya çıkan graffiti
eyleminin medya ve sanat çevrelerinin dikkatini çekmesi, 1970’lere gelindiğine
hareketin New York’a sıçramasıyla gerçekleşir.[87]
Banksy, gerçek
kimliği henüz tam olarak bilinemeyen, ancak Birleşik Krallık doğumlu olduğu,
otuzlu yaşlarını sürdüğü ve Doğu Londra’da yaşadığı ya da bir dönem yaşamış
olduğu fikrine sahip olduğumuz bir graffiti sanatçısıdır. İşlerinin ayırt edici
özelliği, temiz ve kolay okunabilir şablonlardan oluşmaları ve resmettiği
konuların genellikle politik ve ahlakî içerikli olmalarıdır. Bir mesaj kaygısı
güttüğünü varsayarsak, bunlar çoğunlukla savaş karşıtı, hükümet karşıtı,
kapitalizm ve düzen karşıtı mesajlardır. Kullandığı figürler de ele aldığı
konularla uyumlu olarak politikacılar, polisler, askerler, çocuklar, yaşlı
insanlar, maymunlar ve Londra şehrinde sayıları insanlardan fazla olduğu
rivayet edilen farelerdir. İnsan suretinde bir fare şehrin herhangi bir yerinde
ortaya çıkar, iki erkek polis memuru öpüşür, Kraliçe Elizabeth’e benzeyen bir
maymun taç giyer, iki küçük çocuk plastik market torbasından yapılmış bayrağa
saygı duruşunda bulunur Banksy’nin işlerinde. İlk gördüğünüzde sizi sarsar bu
görüntüler, çünkü okunması kolay, içeriği farklıdır.[88]
Bu ayrıcalığa
sahip olan Banksy işlerinden birisi de, Londra’nın en büyük marketi olan ve
çalışma koşulları bakımından yoğun olarak eleştirilen Tesco’nun plastik
alışveriş torbasından yapılan bayrağa saygı duruşunda bulunan üç çocuğun
resmedildiği graffitidir. Graffitinin orada, o duvarda kalmasına izin veren ve
hatta vandalların saldırısından korumak için üzerini plastik bir koruyucuyla
kapatan da aynı yerel otoritedir. Bir diğer örnek de Banksy’nin geldiği yer
olan Bristol’dan: Bir cinsel sağlık merkezinin duvarında sevgilisinin kocasına yakalanmamak
için pencerenin dışından sarkan çıplak bir adamın resmedildiği graffitinin
kaderini, yapılan halk oylaması belirlemiştir. Oylama sonucu halkın %97’si
graffitinin kalması yönünde oy kullanınca şehir belediyesi bu karara uymak
zorunda kalmış, ancak bu graffitinin korunması kararının genel anlamda
graffitiyi destekledikleri anlamına gelmemesi gerektiğini, anti-graffiti
takımının halen işbaşında olduğunu bildiren bir açıklama yapmıştır.[89]
1980
Sonrasında Meydana Gelen Aktivist Sanat Etkinlikleri
1980’ler ve
1990’lar boyunca ABD ve Batı Avrupa’daki politik sanat yaklaşımlarındaki
çeşitlilik artmıştır. New York ve Los Angeles’ın genişleyen sanat merkezlerinde
AIDS hastalığının ve Reagan-Bush yönetimlerinin tutucu yaklaşımlarının
etkileri, Vietnam sonrası sanatçı, eleştirmen ve küratörüler kuşağının politik
tavrının güçlenmesini sağlamıştır. Aynı zamanlarda Sol’un geleneksel meseleleri
bölünmeye başlamış ve politik bir mesaj iletme düşüncesi gittikçe daha sorunlu
bir hale gelmiştir. Postmodernizm kuramıyla bağlantılı bir grup teori,
çokuluslu kapitalizmin güçlenmesini küresel televizyon ve bilgisayar ağlarından
oluşan enformasyon sistemlerinin yayılmasına bağlamıştır. Bu teorilerin
bazıları gerçek dünyanın kaybolup yerine bir simülasyonlar krallığının geçtiğini
ileri sürmüştür. Politik sanatçı bu karmaşık mesaj trafiği içinde kendi anlatım
biçimini bulma göreviyle karşı karşıya kalmıştı.[90]
1980’lerin
başlarından itibaren birçokları için AIDS hastalığının sessizlik ve
görünmezliği ile mücadele etmek bir ölüm kalım meselesine dönmüştür. Gay
topluluklar için bu mücadele hastalığa yakalananları medya ile hükümetin
özellikle ilk yıllardaki şiddetli ahlakçı ve kin güden saldırılarına karşı
savunmak ve bağırlarına basmak şeklinde olmuştur. Aktivist Gay toplulukları
havadan afiş dağıtmak, muhalif mesajlar için reklam ve ilan siparişleri vermek
gibi gerilla yöntemlerini kullanmıştır.[91]
1990’lı
yılların başlarında ABD’de açıkça politik nitelik taşıyan pek çok önemli sergi
düzenlenmeye başlamıştır. Eleştirmenler bu sergilere sert tepkiler vermekte ve
bu sanatın sanat kategorisinden dışlanmasını istemekteydiler. Egemen sanat
çizgisine karşı olan aktivistlerin uzun süredir ürettiği fakat çok az kişinin
fark ettiği politik sanat öne çıktı.[92]
Günümüzde
tartışmaya değer bir uluslar arası sergi açmak için her kıta ve onlarca ülkeden
sanatçıları davet etmek gerekir. Peki, dönüm noktası nedir? Her seferinde
farklı bir uluslar arası küratörün direktörlüğünde Almanya, Kessel’de beş yılda
bir yapılan devasa bir uluslar arası sergi olan Documenta’nın 2002 tarihli
katalog edisyonu. O yıl Documenta, yarım yüzyıllık tarihinde ilk defa olarak,
beyaz olmayan bir küratör, Nijerya doğumlu Okwui Enwezor tarafından
düzenlenmiştir. Bu sergi, Documenta’nın tarihsel bakımdan görmezlikten geldiği
ülkelerin (Kore, Şili, Hırvatistan, Lübnan, Hindistan, Güney Afrika, Senegal,
Küba, İran ve Çin) sanatçılarını özel olarak öne çıkarmıştı. Yeni sanat uluslar
arası bienaller ve kültür festivalleri sayesinde bütün dünyaya yayılmaya
başladı. Söz konusu olan yayılma, soğuk savaş’ın sona ermesinin ürünü olan,
sınırları açan ve genelde küreselcilik diye anılan fenomenin bir yüzüdür. Yine
bu olgu, faks makinesi, internet ve uydu gibi, yeryüzü çapındaki anında
iletişimi hem mümkün hem de yaygın hale getiren teknolojik gelişmelerin bir
neticesidir. Küreselcilik yandaşları bu olguyu geçen yüzyılın yıkıcı
milliyetçiliklerini dengeleyen bir etken sayarlar ve azgelişmiş ülkelerde eşi
benzeri görülmedik ekonomik fırsatlar sunup, bütün coğrafik ve siyasal
sınırları kesecek şekilde siyasal ve kültürel mübadelenin yeni modellerini
yaratan yeni pazarların açılmasına alkış tutarlar. Ancak küreselciliğin
gerçekte zengin ve yoksul ülkeler arasındaki, ayrıca her ülkede zenginler ile
yoksullar arasındaki eşitsizliği arttırdığını vurgulayan başka eleştirmenler
vardır.[93]
yılında düzenlenen Berlin Bianeli’nin başlığı ‘Korkuyu
unut: Sanat için eyle’ olarak belirlenir ve katılan sanatçılardan siyasi
görüşlerini bildirmeleri talep edilir. Küratörlerden Zmijewski’ye göre konsept
açıktır: ‘Gerçekten işe yarayan, gerçekliğe damgasını vuran ve siyasetin
performe edilebileceği alanlar açan işler sergilemek.’ Küratörlerin
yanılsamasını yarattıkları nokta ise ‘sanat için eyle’nen değil, siyaset için
eylenen işleri sergilemektir. Aynı tarihlerde aktivist ve akademisyenlerden
oluşan bir grubun kurduğu ve Açık Toplum Enstitüsü tarafından finanse edilen
Center for Creative Activism (Yaratıcı Aktivizm Merkezi) 2012 Yaratıcı Aktivizm
Okulu’na başvuruların başladığını açıkladı. Özellikle eylemlerinin rutin,
renksiz ve etkisiz hale geldiğini düşünen taban örgütlerine yaratıcılığı
öğretmeyi vaat eden okul, toplumsal hareketlerle sanatsal pratikler arasındaki
bağı güçlendirmeyi hedefliyordu. Çağrıda aktivistlere şöyle sesleniliyordu:
“Bugünün siyaset alanı işaret, sembol, hikâye ve gösterinin gelip geçici zemini
üzerinde yükselmektedir. Bu kültürel yaratıcılığın alanıdır. Yaratıcılık iyi
bir örgütlenme için vazgeçilmezdir çünkü yeni taktikler ve daha etkili
stratejiler geliştirmemize yardım eder. Ancak, pek çok kişi yaratıcılığı,
siyasete uyarlamayı beceremez. Okulun ilk eğitimi Haziran ayında Texas
Austin’de gerçekleşti, eğitimi başarıyla tamamlayan aktivistler sertifikalarını
aldılar.
yılında Boğaziçi Üniversitesi tarafından davetli olarak
Türkiye’ye gelen sanatçı George Emilio Sanchez “21. Yüzyılda Sanat ve Aktivizm”
seminerinde yaptığı konuşmada, özellikle Amerika’nın Irak işgalinden itibaren
aktivist hareketlerin yükselişe geçtiğini, hatta aktivizm kelimesinden
‘art-ivizm’ kelimesinin türetildiğini belirtti. Sanatın siyasallaşması ve
siyasetin sanatsallaşması bu anlamda tartışmaya açık bir noktaya taşındı.[94] ‘Artivism’, Art ve Aktivism
kelimelerinden türetilmiş yeni bir terimdir.
Küreselleşme,
popülizm, hiper kapitalizm, göçmenlik, teröre karşı savaş ve küresel ısınma
çağında sanatsal sorumluluk önemlidir. Kapalı bir sistem içinde kapılar
açmaktır. Aktivizm sanat çalışması toplumda sağlıklı bir tartışma ortaya
koymaktadır.
Küreselcilik
yıllardır aktivist sanatçıların odaklandığı konulardan biridir. Alfredo Jaar
kapsamlı meselelere ışık tutan gerçek dünya ortamlarının peşindedir.
Geography=War’la (Resim 28) sanatçı, Nijerya kıyısında İtalyan tankerleinin
boşalttığı toksik atık yığınlarının nihai çöplüğüişlevi gören uzak bir köye
gitmiş, orada çöp dağları içinde oynayan yoksul çocukları, bir dizi
enstalasyonun temeli halini alan çöplerin nasıl seçildiğini fotoğraflamıştı.
Jaar fotoğraf ve aynaların ya da ayna benzeri yüzeylerin sanatvari
düzenlemeleriyle, sadece yansımalar olarak görülen resimler oluştumuştu. Bir
enstalasyonda fotoğraflar yukardaki bir ışık kutusundan su dolu madeni
varillere tutulmaktaydı. Başka bir enstalasyonda duvara dizilen aynalar,
önlerine dizilmiş ışık kutularında kısmen görülmez halde duran resimleri
yakalıyordu. Bunların sonucunda, Nijeriya’dan elde edilen parçalı görüntüler,
izleyicinin prizmasından geçen resimle birleşiyor ve Birinci Dünya’nın
atıklarının Üçüncü Dünya’nın hazinesine dönüşme sürecindeki suç ortaklığımızı
gösteren çifte yansımalara dönüşüyordu. Çalışmalarında çerçeveleme ve sunuma
temel bir önem atfeden Jaar, işlediği konu olarak da
gayri-şahsi
küresel güçlerin çehresiz kurbanlarından ziyade, tamamen bilinçli kişileri
seçmektedir.[95]
Alfredo
Jaar’ın bir provokasyon olarak yapmadığı başka bir çalışmasıyla “Light in the
City” (Resim 29), toplumu rahatsız ederek tartışmalara neden olmuştur. Sanatçı,
Montreal’in ortasında yer alan “Copula of the Marche Bonsecours” adlı bir anıta
kırmızı ışıklar yerleştirir. Bu ışıklar hemen 500 yard uzaklıkta bulunan
evsizler barınağına bağlıdır. Evsizin biri bu barınaklara girdiğinde bir
düğmeye basmakta ve anıtta bulunan kırmızı ışığı yakmaktadır. Sonunda
Montreal’in bütün barınakları bu anıta bağlandığında, tıpkı bir deniz feneri
gibi gece boyunca çalışarak topluma hüzünlü kırmızı bir sinyal göndermektedir.[96]
Renzo
Martens’in “Enjoy Poverty” adlı filmi toplumun siyasi bilincini
yükseltmektedir. Günümüzden yıllar önce Renzo, Kongo Demokratik Cumhuriyeti’ne
seyahat eder ve iki yıllık sürecek olan projesini başlatır. Projenin amacı bu
bölgenin en önemli ihracatı olan yoksulluk ve acı çekme fotoğraflarını
incelemekti. Martens, büyük mavi neonla yapılan bir reklam panosuyla Kongo’ya
giderken o panonun üzerinde Enjoy Poverty (yoksulluğun tadını çıkarın)
yazılmıştır. Orada Kongo’lu fotoğrafçılara, acı çeken insanların fotoğraflarını
batı medya ve yardım kuruluşlarına nasıl satabileceklerinin taktiklerini
öğretmiştir.[97]
Martens bu
çalışması için: “Kötü bir şaka gibidir, ama değil. Projeye” A Central African
Generification Program” adını vermek komik geliyor ama niyetim beyaz küpü
ormanın ortasına koymaktır. Bakalım ne yapabilir”[98]
ifadesini kullanmaktadır. Martens, “Institute for Human Activities” adlı bir
giysi firmasının sanat direktörüdür. Bu firma Kinshasa’nın (Kongo’nun başkenti)
sanatçılarına bir sanat öğretim programı kurmaları için yardımcı olmaktadır. Bu
programda plantasyon işçilerden oto portre çizimleri istenmiştir. Şimdi bu
portreler bir sanat liginde sergilenmektedir.
Buradaki soru
şudur; Sanatçı bunu neden yapıyor? Sanatçının bu soruya cevabı; “Konu çok açık.
Bu insanlar plantasyon işten çıkardıkları parayla yaşamlarını geçiremiyorlar.
Ama yaptıkları sanat onların hayat geçimine yardımcı olabilir.” Sanatçı, Stuart
Jeffries adındaki gazeteci ile yaptığı bir röportaj esnasında Jeffries’ e insan
kafası şeklinde olan bir çikolata ısmarlıyor. Bu çikolataların orijinal halini
Kongoluların kil ile yaptıklarını söylüyor. Sanatçı bu heykelleri 3D tarayıp ve
kalıplarını çıkararak çikolata kalıbı olarak kullanmış. Sanatçı, Jeffries’ e :
“ Bu çikolataları yerken kendini kötü hissedebilirsin. Sanki o insanın ruhunu
yiyorsun. Ama uzun zamandır aynı şeyi yapıyorsun, dert etme.” der.[99]
Bu konu uzun
süredir sanatçının merak ettiği bir konudur. Batı, Afrika ve Afrikalıları
yüzyıllar boyunca tüketmektedir. Sadece bazen şefkat, suçluluk duygusu
batılıları tırmalamaktadır. Batının kakao, kauçuk ve elmas ihtiyacını, günde
bir dolar için çalışan bu insanlar karşılamaktadır. Ama bunlara rağmen
Afrika’nın en önemli ihracatı bu bölgeye ait yoksulluk fotoğrafları olmuştur.
Martens işini
şöyle ifade etmektedir: “ Eğer sanatın rolünü toplumda arıyorsunuz tam da yeri
burası, New York ve Berlin arasında zıplayarak bunu bulamazsınız. Benim niyetim
devrim yaratmak değil bu plantasyon işçilerine pekte yakın sayılmam. Benim
istediğim, tanrının bana verdiği rolü düzgün bir şekilde sunmaktır.”[100]
Christoph
Schlingensief in “Please Love Austria“ çalışması, sanatın siyasetle ilgilendiği
çalışmalardan birisidir. 2000 yılında Schlingensief, Vienna Opera House’ın
dışında bir konteynırın içinde sığınmacı kampı kurarak12 sığınmacının 6 gün
boyunca bu konteynırda ki yaşamlarını “Big Brother Show” gibi bir formatta
yayınlamıştır. Show esnasında izleyicilerden oy vererek, kamptan atılması ve
sınır dışı edilmesi için en az sevilen sığınmacının belirlenmesini istemiştir.
Bu kamp üzerinde “Yabancılar Dışarı” yazılan büyük bir pankartla dekore
edilmişti. Bu konteynır Avusturya’da ırkçılık ve milliyetçilik tartışmalarının
odak noktası oldu. Bu projenin sonunda anti-faşist eylemci bir grup kampa
Oleg Kulik köpek
taklitçisi olarak bilinen performans sanatçısıdır. Bir başka sanatçıya ait
esere göndermeler yapmak suretiyle muhalif eserler üreten sanatçı 1961 Kiev
doğumludur. [101]
Kulik’in “Ben
Amerika’yı ısırıyorum, Amerika da beni” (I bite America, America Bites Me) adlı
performansı, Joseph Beuys’un Rene Block Galery’ye ambulansla getirilip
götürüldüğü ve birkaç gün orada yaşadığı “Ben Amerika’yı Seviyorum, Amerika da
Beni” (I love America, America loves me) adlı performansına bir cevap
niteliğindedir. Beuys, 1974’de gerçekleştirdiği performansında üç hafta boyunca
küçük bir odada bir çakalla yaşamıştır. Beuys’un bu çalışmasında çakal
Amerika’yı sembolize etmektedir. Kulik ise eşi tarafından minibüs ile
getirildiği ve performansını sergileyeceği galeride basit bir kafese
yerleştirilir ve iki hafta sonra tekrar aynı minibüs ile Rusya’ya dönmek üzere
ayrılır. İnsanın insana, insanın hayvana zalimce muamelesi ve dünyevi
ihtiyaçların yokluğuna katlanmak sanatçının dikkatleri çekmek istediği
noktalardır.
Beuys’ın
performansında (Resim 34) Çakal, Amerika’yı sembolleştirir, vahşi bir eleman ki
Avrupalı Beuys onunla bir Şaman rolünde irtibat kurup, medenileştirilmesine
çalışmaktadır. Performansın heyecan verici kısmı sanatçı ve hayvan arasındaki
etkileşimdir. Kulik’ın çalışmasında sanatçı ve hayvan aynı kişilerdir. İzleyici
performanstaki gerilimin bir parçası olmaktadır. Belki de burada izleyicinin
sahip olduğu duygusal çatışmalardan daha fazlası görülmektedir. Kulik in
yaptığı gibi bir insanın köpeği taklit etmesi oldukça rahatsız edicidir.[102] Sistem dışı ve kaotik olan
her şeye ilgi duyan Kulik, köpek gibi davranarak kendini devlet başkanı olarak
ilan ettiğini anlaşılmaz sözcüklerle haykırır. Bu onun, 1994’de Moskova’da bir
meydanda yaptığı ‘Avrupa’yı seviyorum, Avrupa Beni Sevmiyor’ isimli
performansıdır. Kısa sürede köpekli polisleri, Moskova yerel basınını başına
toplayan sanatçı ardından Almanya, İngiltere ve ABD’de de ilgi görür.[103]
David Cerny
Çek Cumhuriyetin kışkırtıcı sanatçılarından biridir. İzleyiciyi şaşırtmayı
seven sanatçı “Shark” (köpekbalığı) (Resim 37,38) isimli heykeli ile eski Irak
lideri Saddam Hüseyin’in birebir bir modelini yapmıştır. David Cerny, Damien
Hirst’ün eserlerindeki tekniği kullanırken özellikle “İmpossiblity of Death in
the Mind of Someone Living” (Yaşayan Birinin Aklında Ölümün İmkânsızlığı)
(Resim 36) adlı yapıtına gönderme yapar ve yakalanıp eli ayağı bağlanmış olan
Saddam’ın imajını bizlere ölümü hatırlatmak için kullanır.[104]
Bu eser 2005’de yapılmıştır ve Prag’da sergilenmeye açılacaktı ancak belediye
başkanı şehrin bir meydanında sergilenmeye hazırlanan bu projeyi fazlasıyla
kışkırtıcı olmasına inandığını söyleyip, bahsedilen kişinin 2005’de hayatta
olduğunu ve hala suçluluğu tespit olmadığını öne sürerek sergilenmesine izin
vermedi. Bu eser daha sonra müzede sergilendi.[105]
1980’li
yıllardan sonra Pop Art’ın devamı niteliğinde; sanatın ekonomik olarak
kurumsallaşmasını olumlayan ancak siyasetin kirli yüzünü de eleştiren
sanatçılar belirmiştir. Andy Warhol’un mirasçısı olarak kabul edilen Maurizio Cattelan
bu isimlerden birisidir.[106]
Yaptığı her
işiyle sanat dünyasın sarsan, kitleler üzerinde adeta bir şok etkisi yaratan
dünyaca ünlü, İtalyan, kavramsal sanatçı Maurizio Cattelan ağır başlı sanat
dünyasının adeta orta yaşlı yaramaz bir çocuğu. Sanatçı hem kendisini hem de
sanat dünyasını ciddiye almayan tavrı ile dikkatleri her zaman üzerine çekmeyi
başarıyor. [107] Cattelan “La Nona Ora”,
(Dokuzuncu Saat), (Dokuzuncu Saat, încil’de Hazret İsa’nın ölüm saati olarak
belirlenmiştir)[108] isimli işinde Papa II. Jean
Poul’ün birebir giysileri içinde balmumu bir heykelini çatıdaki camları kırıp
üstüne düşen bir gök taşı ile sergiler. Yerlerin kırmızı halı ve cam
kırıklarıyla kaplı olduğu eserde Papa, üstüne düşen göktaşına rağmen elindeki
haçı dimdik tutmaktadır.[109] Din kurumlarının
üstünlüklerini, kutsallıklarını oldukça mizahi bir yaklaşımla topa tutan
Cattelan’ın işi gökyüzünden ya da metaforik bir anlatımla tanrıdan gelen
göktaşının koskoca boşlukta Papayı hedef almış olması ile, tüm Hıristiyan
aleminin üzerinde baskı oluşturan kuruma karşı son derece muhaliftir.[110] Eleştirel, sulu, hatta
rahatsız edici eserleri ile sanata, sanat tarihine, anıtsallığa ve
milliyetçiliğe vurguda bulunan sanatçı bu günki kaotik sanat ortamını, aksine
sanatçıların lehine kullanabilecekleri elverişli bir ortam olarak
nitelendiriyor.[111]
İtalyan
sanatçı adlı, Adolf Hitler’i dizlerinin üzerine çökmüş dua ederken (Resim 40)
betimleyen heykeli, Varşova gettosunda sergilendi. Halka açılan sergi
Polonya’nın başkentinde Çağdaş Sanat Merkezine yerleştirildi. Fakat diğer
eserlerden farklı olarak heykel müzenin içine değil, dışarı sokağa, 70 yıl
evvel Nazi kontrolündeki Avrupa’nın en büyük gettosunun merkezine denk gelen
bir konuma yerleştirildi (Resim 41). 1942’de Varşova Gettosu’ndan 300.000
Yahudi Tremblinka Kampı’na gönderilmişti.[112]
Bu eser birçok tepki uyandırdı.
Çağdaş Sanat
Merkezi yöneticisi Fabio Cavallucci, ne sanatçının ne de merkezin Yahudileri
aşağılamak gibi bir eğiliminin olduğunu belirterek, “Bu, saklı kalmış günahları
anlatmaya çalışan bir sanat eseri” dedi. Organizatörlerin heykeli dikmeden önce
kendisiyle görüştüklerini dile getiren Michael Schudrich, “Heykel Hitler’i iyi
göstermiyor aksine dua eden sevimli bir çocuk görüntüsü altında saklanmış
günahlarını ifade etmeye çalışıyor” dedi. Schudrich, heykelin ahlaki bir soruyu
kitlelere iletebileceğini, bu yüzden heykele karşı çıkmadığını belirtti.[113]
Sanatçı eseri
için, “ Düşmanını sev ne demek, bize karşı suç işleyen insanları affet ne
demek? Eserlerimle tarihin travmalarını anımsatıyorum. Hatırlamak mı unutmak
mı, iyilik mi kötülük mü, bunları düşündürüyorum.” dedi.[114]
Hitler’in
heykeli ahşap kapıda bir delikten gözükmekteydi. Heykel, arka tarafından
görülmekteydi. İzleyici ve heykelin arasında olan uzun mesafeden dolayı sanki
masum öğrenci çocuğu yardada dua etmekteydi.[115]
YAZIDA GEÇEN BAHSE KONU RESİMLER
AKTİVİST SANAT BAĞLAMINDA İRANLI
SANATÇI SHİRİN NESHAT
İran
Tarihi (Kronolojik Kısa Tarih)
İran, sahip
olduğu coğrafi, beşeri ve stratejik konum ile üzerinde bulunduğu ticari
güzergâh sayesinde ilkçağlardan itibaren önemli medeniyetlere ev sahipliği
yapmış, Hehamenşi, Selevki ve Eşkanilerden sonra Sasaniler döneminde
medeniyetinin doruğuna ulaşmış, batıdan ve doğudan birçok hükümdarın fethetmek
istediği bir coğrafya olmuştur. Ahura Mazda'nın kutsal ülkesi, Büyük İskender'in
hayalerini süslediği gibi, Göktürk ve Bizans'ın da hedefi olmuştur. Dünya
hâkimiyetinin geçtiği bir coğrafya olan İran, Müslüman Arap fatihlerin
Sasanileri yenmelerinden sonra Arap hâkimiyetine girmiş; Abbasilerden sonra
mahalli hanedanlıklara bölünerek Selçuklu dönemine kadar gelmiştir. Moğol
istilası sırasında tahrip ve talandan nasibini almıştır. İlhanlılar zamanında
toparlanmaya çalışmışsa da tavaif-i mülûk denilen hanedanlıklarca idare
edilmeye başlanmıştır.
1501’de Şah
İsmail’in Tebriz’i fethiyle birlikte İran’da Safavi hâkimiyeti başlamıştır. Bu
dönemde, İran’da Şiiliğin 12 İmam (Caferi) kolu hâkim olmuştur. Şah İsmail'in
kurduğu Safevi Devleti'nin sonlarına doğru Afgan istilasına uğramıştır. Afgan
istilasına son veren Nadir Şah, Afganistan ve Hindistan'a kadar hâkimiyeti
genişletmiştir. Zendlilerin zayıf idaresine son veren Kaçarlar, İran'daki Türk
hâkimiyetinin sonuncu hanedanları olmuştur.[116]
1901’de Ülkede
petrol bulunmasıyla birlikte, İran üzerindeki İngiliz-Rus rekabeti
yoğunlaşmıştır.[117] Bu dönemde bölgede yoğunlaşan
İngiliz sömürgecilik siyaseti, Kaçar idaresini yıprattıktan sonra bütün
kaynaklarını sömürmeye başlamıştır. Napolyon'u ve Rusya'yı sürekli İran'dan
uzak tutmaya çalışan İngiltere, içte Kaçar idaresini borç altına sokarak
hareket alanı bırakmamıştır. I. Dünya savaşı ile birlikte İran'ın
bağımsızlığını kabzederek kendisine bağlı Pehlevileri iş başına getirmiştir.[118]
İran’ın ilk
büyük devrimi 1906’da gerçekleşmiştir. Bu devrim, yönetimdeki Kaçar’ları
anayasal yapıyı kabul etmeye zorlamıştır. İlk devrim bir parlamento ve kral
üzerinde bazı kısıtlamalar ortaya çıkarmış, Şii İslam ülkenin resmi dini
olmuştur. Aynı zamanda İran’daki azınlıkların hakları da güvenceye alınmıştır.
Bu devrim büyük başarısızlıkla sonuçlanmasının nedeni din adamları desteklerini
çekmesidir. Bunun temel sebeplerinden birisi de Şah aktif şekilde mevcut duruma
karşı olması ve diğeri belki de daha önemlisi ise, Ruslar ve İngilizler İran’ın
güçsüz kalmasını istemekteydiler. Böylece bölgede hüküm sürmeye devam
edebileceklerdi. İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra rekabet canlanmasının sebebi
Orta Doğu’da petrolün bulunmasıydı. Başlangıçta İngilizler Anglo adlı İran
Petrol Şirketi’ni kurdular ancak sonradan bu şirketin ismi BP olarak
değiştirildi. İngilizler, Komutan Rıza Kağan’ın 1921 Şubat ayında
gerçekleştirdiği darbeyi destekleyerek Kaçar Hanedanı’ndaki değişikliğin mimari
olmuşlardır. Rıza Kağan, Şah Rıza oldu ve Pers Devleti’nin ismini 1935’te İran
olarak değiştirdi. Şah Rıza din adamlarını karşısına almasına sebep olan baskıcı
tavrı, onu diktatör olarak tanımlandırdı. 1941’de İkinci Dünya Savaşı esnasında
İngiliz ve Sovyet kuvvetleri, Alman tehdidine karşı korumak gerekçesiyle,
İran'ı işgal etmişlerdir. Rıza Şah tahtından feragate zorlanmış ve yerine oğlu
Muhammed Rıza Pehlevi geçmiştir. İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra, İngilizler
İran yönetimine başka partilerin katılmasına izin verdiler. Bu açıklıktan en
çok yararlanan Tudeh “İran Komünist Partisi” olmuştur. Muhammed Mosaddegh
1951’de başbakan seçildi ve Sovyetler Birliği'ne İran'ın kuzeyinde petrol
çıkarma ve arama hakkı tanınmasına karşı başarılı bir muhalefet hareketi
yürüttü. Ardından İngilizlere ait Anglo-Iranian Oil Company Ltd.'nin İran'daki
tesislerinin millileştirilmesi çağrısında bulunarak, milliyetçi çevrelerde büyük
saygınlık kazandı. Millileştirme kararı İran'da giderek derinleşen bir siyasi
ve ekonomik bunalıma yol açtı. Mosaddegh ve önderlik ettiği Ulusal Cephe
Partisi, halk arasında güçlenmeye devam ettiyse de, yönetimde güçlü bir konumu
olan elitlerin ve Batılı güçlerin Mosaddegh yönetimine tepkileri
yoğunlaşmıştır. İngilizler çok geçmeden İran petrol pazarından çekildiler.
Mosaddegh'ın İran petrolü için yeni pazarlar bulmada karşılaştığı güçlükler
ekonomik sorunları derinleştirdi. Bu gelişmelerden sonra sokaklarda gösteriler
başlamış ve Şii liderler bu gösterileri cesaretlendirmiştir. Bu durum âlimler
için pek olası bir tercih olmamakla beraber Şii İslam baskıya karşı radikal bir
tutum takınmaktadır. Fakat şunun önemini de anlaşılması gerekmektedir ki;
Mosaddegh Tudeh Partisi tarafından destekleniyordu. Petrol endüstrisinin
millileştirilmesi önemliydi, fakat Komünizme doğru kayma dinden çıkmaya da
neden olabilirdi. Musaddık'la ciddi bir iktidar mücadelesi içine giren şah,
Ağustos 1953'te başbakanı görevden alma girişiminde bulundu. Fakat Mosaddegh
yanlılarının başlattığı kitlesel sokak gösterileri karşısında İran'dan kaçmak
zorunda kaldı, bu da demokratik yönetim denemesinin sonu oldu. Birçok tarih
kitabında 1953’te Mosaddegh’ın İngilizler ve CIA tarafından düzenlenmiş bir
darbe ile yönetimden indirildiğinden bahsedilmektedir.
Muhammed Rıza
bir Otokrattı* ve muhalefeti baskılamak için SAVAK
adında acımasız bir gizli polis teşkilatı kurmuştu. 1975’te Şah ilk politik
partiyi de kapatıp onları tek parti “Yeniden Doğuş Partisi” ile değiştirdi. Bu
dönemde büyük çaplı bir sansürleme, tutuklama ve politik tutuklulara işkence
yapma yaşanmıştır. Bu da Otokrasinin İran’da bir müddet daha kalacağına işaret
etmekteydi. Fakat 1975’teki olaylar esnasında, 1962 ve 1975 arasında, İran’da
ekonomik ve sosyal anlamda büyük ilerlemeler yaşandı. 1963’te, Şah en tepeden
başlayıp halka uzanan beyaz bir devrim gerçekleştirdi ve İran’ı modernleşmeye
yönlendirdi. 1964’te 555 milyon $ olan petrol gelirleri 1976’da 20 milyar
dolara yükseldi ve Şah yönetimi bu paranın büyük çoğunluğunu altyapı ve eğitime
harcadı.[119]
1963’de
Reformlara karşı dini muhalefet başlamıştır. Şii önderlerden biri olan
Ayetullah Ruhollah Humeyni, bu devrime karşıydı. Humeyni, kralın gücünün İslam
karşıtı olduğunu ve Şii geleneğinin bu güçle savaşmayı gerektirdiğini
savunmuştur. 1979 devrimi bir İslam devleti kurmak için başlamadı. Başlangıçta
mutsuz İranlılar tarafından, yolsuzluğa bulaşmış ve ihtiyaçlarını önemsemeyen
yönetime karşı sıradan bir başkaldırı gibi görünmektedir. Üniversiteler mevcut
iş sayısından daha fazla mezun veriyordu ve tarımdaki makineleşme çiftçileri
işsiz bırakıp, şehirlere taşınmalarına yol açıyordu. Özellikle başkent
Tahran’daki mevcut iş sayısı halkın sayısına yetmekten uzaktı. İlk gösteriler 7
Ocak 1978 tarihinde çıkan Humeyni eleştirisinden sonra başladı. Polislerin
göstericilere ateş etmesi ve insanların ölmesinden dolayı gösteriler büyüdü.
Göstericilere yönelen şiddet uygulamalarına
yine
göstericiler daha fazla protesto ile karşılık vermiştir. Yönetim bunu
kırabileceğini sanmaktayken bu şiddetli tepki daha fazla göstericinin
toplanmasına yol açmıştır.
1978’de
Ülkedeki muhalefet, Ayetullah Ruhullah Humeyni'nin liderliğinde, Şah rejimine
karşı genel ayaklanmaya dönüşmüştür.1979’de Şah'ın ülkeyi terk etmesiyle
Pehlevi Hanedanı sona ermiş ve Devrim sonucunda İran İslam Cumhuriyeti
kurulmuştur.[120]
İran’da
1979 Sonrası Kültürel Ve Sanatsal Yapılanma:
İran’da 1979
yılı önemli süreçlerin başladığı, dönüşümlerin yaşandığı bir sürecin
başlangıcıdır. İran’da yaşanan devrim öncesinde Şah tarafından yapılan tarım
reformları, kadınlara seçme seçilme hakkı tanınması, okuryazar oranının
arttırılma çalışmaları hız kazanmıştır. Bu reformlar halkın bir kesimi
tarafından hoş karşılanmamış ve ülkede kitlesel gösteriler yapılmıştır. Bu
reformlara ve Şah’a her fırsatta tepki gösteren Humeyni artan iç
karışıklıklarda başrolde yer alıyordu. Humeyni’nin İslam Cumhuriyeti halk
tarafından destek görmüş ve 1979’da Şah İran’ı terk etmek zorunda kalmıştır. İç
karışıklıkların hız kazandığı İran’da 1979 yılında İslam Cumhuriyeti
Humeyni’nin iktidarıyla kurulmuştur. İran halkı; yıllardır zulüm gördüğü Şah
monarşisine karşı alternatifsiz İslam Cumhuriyeti’ni tercih etmiştir. [121]
Devrim sonrası
ilk dönemin söylemi kendini İslami olmayan tüm unsurların imha ve tashihini
hedeflemiştir. Sadece yeni bir İslami, siyasi ve iktisadi düzen ve yeni bir
anayasa destekli toplumsal bir meşruiyet tesis etmek için değil, kültürü,
toplumu, entelektüel hayatı, eğitim ve öğretimi külliyen yeniden inşa etmek, “İslamileştirmek”
ve Batı’ya ve Pehlevilere ait ne varsa ortadan kaldırmaktır.[122]
Bu dönemde
kadınlara uygulanan baskı tüm dünyanın dikkatini çeken bir oluşumdur. Humeyni;
İslam kıyafetini emperyalizme karşı bir silah olarak görüp onları çarşaf
giymeye zorlamıştır. Çarşaf giymeyenler işten atılıp sokaklarda dövülüp
cezalandırılmışlardır.
1980’de
başlayan ve sekiz yıl süren İran-Irak savaşı, ülkenin ekonomik zenginliğini
azaltmıştır. Üniversiteler kapatılmış; görüşleri dini yönetime ters düşen
öğrenciler ve profesörler tasfiye edilmişlerdir. İran’da bu dönemden sonra
yaşam standartları iyice düşmüş sınıfsal mücadeleler artmıştır. Ülke şeriat
ideolojileriyle yönetilmiştir. Şeriat kanunlarına uymayan kadınlar toplum
önünde toplu olarak idam edilmiş ve halka bir nevi gözdağı verilmiştir.
Dünyadaki tüm devrim sonrası dönemde olduğu gibi İran Devrimi’nden sonra da
hükümet; iktidarını pekiştirmek amacıyla istenilen biçim değerlerinin ve
kültürel üretimin üzerinde hâkimiyet kurmuştur. Kültür ve sanatta ise; devrim
ve savaşın getirdiği şartlar İran’lı sanatçıyı kendi kültürüne yaklaştırmıştır.
1979’dan günümüze birçok önemli İran’lı entelektüel; (sinema, resim, yazar vb.)
iç karışıklıklar ve baskıdan dolayı ülkelerini terk ederek yurtdışında
çalışmalarını sürdürmüşlerdir.[123]
Bu süreçte
yaşanan köklü dönüşüm ülke sanatçılarının ülke dışına belki de kaçış olarak
nitelendireceğimiz göç sürecini hızlandırmıştır. Ülkedeki ani farklılaşmanın
getirdiği başka yaşamlar, birey ve sanatçı açısından yabancılaşma duygusunu
güçlendirmiştir. Sonuç olarak da kendi büyüdüğün, birey olduğun kültürel
katmanlara yabancılaşma süreci dışarı kaçışlarla hızlanmıştır. Shirin Neshat;
bu sanatçılar içerisinde kendi ülkesinde yoğun olarak hissedilen beden
politikasını, beden üzerinde yapılmak istenen politik göstergelerin yoğunluğunu
kendi bedenini araçsallaştırarak tüm dünyada global ağ içerisinde en iyi
adlandıran, gösteren kadın sanatçılardan birisidir.[124]
Shirin
Neshat
Dünyanın
birçok önemli sanat etkinliğinde ve uluslararası galerilerde yapıtları sergilenen
Shirin Neshat; çağdaş sanatla ilgilenenler ve feminist çevreler tarafından
yapıtları yakından bilinen bir sanatçıdır.
Film ve
fotoğrafları, 10. Sydney Bienali, 5. İstanbul Bienali, 2. Johannesburg Bienali
gibi pek çok sergide ve Minnesota, Chicago, Rotterdam müzelerinde izleyiciye
sunulmuştur. Sanatçı Katı İslami kurallar altındaki kadınların durumunu,
duygusunu konu edinmekte ve batı ile doğu gelenekleri arasında göze batan
modernite ve özgürlük gibi zıtlıkları sunmaktadır. Neshat, İslam’ı ne yüceltir,
ne de yerer. Fakat yaklaşımı ile izleyiciyi geleneğin ağırlığı, güç ve cinsiyet
ayrımını sembolik olarak düşündürür. İran'da ki kendi deneyimlerini, kişisel
öyküler olarak sunar. Neshat’ın videolarının çoğu, Fas ve Türkiye'de
çekilmiştir. Müziği ve sesleri kullanır ama sözler yoktur. Bu Neshat'a göre;
basit, etkileyici, şiirsel, güçlü ve minimalisttir. Sosyal durumu, ondan
bahsetmeden eleştirir.[125]
Neshat ne bir
radikal feminist ne de içinden geldiği toplumu kökten reddeden bir devrimcidir.
O bir sanatçıdır. Çağına tanıklık eder. “Arada” olma hali Shirin Neshat’a
sadece İran’da kadın olmanın anlamını değil, Amerika’da, diaspora’da yabancı
olmanın getirdiği problemleri de sorunsallaştırma imkânını tanımaktadır.
Neshat’ı önemli kılan unsurlardan biri de; tarihsel bir dönemin kadın tanığı
olmasıdır. Bilindiği gibi İslam’da iki kadının tanıklığı bir erkeğinkine
denktir. Genel olarak da insanlık tarihinde olduğu gibi kadınların tanıklığı
dikkate alınmamıştır. İnsanlık tarihi erkeklerin tarihidir, nitelendirilebilir.
Bu açıdan bakıldığında Shirin Neshat’ın bir kadın sanatçı olarak tanıklığının
neden önemli olduğu görülecektir.[126]
Neshat, 1975
yılında eğitim almak için ABD'ye gitmiş ve oraya yerleşmiştir. Shirin Neshat
hali hazırda New York’ta yaşamakta ve Barbara Gladstone Galeri’si ile birlikte
çalışmaktadır.[127] Sanatçı uzun zamandan beri
Amerika’da yaşamasına rağmen, bütün sanat eserlerinde ülkesi İran'ı mercek
altına almaya devam etmektedir. 1990'lı yıllarda onu büyük bir üne kavuşturan
fotoğraf dizisi "Women of Allah - Allah'ın Kadınları" adlı çalışması
ile sanat dünyasında önem ve şöhret kazanmıştır.
Shirin
Neshat’ın hayatındaki en önemli kırılma noktası 1979’da gerçekleşen İran İslam
Devrimi’dir. Neshat 1979-1990 arasındaki dönemi Amerika’da sürgünde geçirdikten
sonra ülkesine döndüğünde, yaşanan değişimin boyutlarını görünce oldukça
şaşıracaktır. Artık İran, Şah döneminden bütünüyle farklı, teokratik[128] bir yönetimle
yönetilmektedir. Toplumun tamamı politize olmuştur ve dini politizasyonun kadın
bedeni üzerinde devam eden stratejilerinin göstergesi siyah çarşaftır. Kadın,
İslami rejim altında kamusal yaşama ancak çarşaf altında vücudunu gizleyerek,
örtünerek katılabilmektedir. Neshat, 11 yıllık bir kesintinin yarattığı şoktan
beslenen sarsıcı deneyimin etkisiyle 1993-1997 yıllarında Allah’ın Kadınları
başlıklı fotoğraflar serisini üretir.[129]
Neshat
çalışmalarının İran kavramı üzerinde olma nedenini şöyle açıklamaktadır:
"İranlıları belki ülkelerinden atabilirsiniz, ama onların yüreklerindeki
İran'ı oradan söküp atamazsınız. Onca yıl İran dışında yaşamama rağmen ben
duygularımla hâlâ bir İranlıyım. Ama diğer yandan da düşüncelerimle,
kıyafetlerimle ve yaşam tarzımla da bir Batılıyım.''[130]
Shirin
Neshat’ın sanatındaki başlıca sorun, Ortadoğu’da, özellikle İran’da kadınların,
içinde bulundukları sistemlerin ya da muhalif grupların üyeleri olarak
yaşadıkları deneyimler ve İslami rejimlerin veya siyasal hareketlerin yarattığı
atmosferde kadın bedeninin maruz kaldığı hegemonya mücadelesidir. Neshat,
fotoğrafları ve video enstalâsyonlarıyla fazlasıyla politize olmuş bir
coğrafyada;“kadın kimliğinin nasıl belirdiğini?” onaylamak ya da reddetmekten
öte, tanık olarak tanımlayabileceğimiz bir yaklaşımla ifade etmektedir.[131]
Shirin
Neshat’ın çalışmalarında hayata dair olan yaşam ve ölüm, kadın ve erkek, siyah
ve beyaz, ışık ve karanlık gibi zıtlıkları yansıtmaktadır. Neshat’ın görüşüne
göre bir toplumun kadınlarını incelemek, toplumun tanınmasına yol açar. Kadının
kısıtlamaları ve özgürlülüğünü tanımak o ülkenin sosyal kültürünü anlamaya yardımcı
olur.
Shirin
Neshat’ın kendi ifadesine göre; çalışmalarının tümünde, özel hayatı ve onun
İran’a karşı sosyal siyasal ilgisi arasındaki kesişmeyle bağlantılıdır. Bu
nedenle o, çalışmalarının temelinde iki büyük sorun arasında gidip gelmektedir.
Bu iki büyük meselelerden biri İranlı bir kadın sanatçı olarak yüz yüze geldiği
sorunlar ve diğeri ülkesine ait sorunlardır ve sanatçı bu iki konu arasında
gezinmektir. Aynı anda monolog ve diyalogdur. Bu ikilem ve paradoksal çelişki
çalışmalarının kapsam ve biçiminin temel yönüdür.[132]
“Benim
çalışmalarım 79 daki İslam devriminden 2009 daki yeşil harekete dek İranlı
kadınların değişim sürecine tanıklık ediyor. Ben kendi adıma kadınların
İslam’ın içindeki yaşamlarının karmaşıklığıyla başa çıkmaya çalışıyorum.” Neshat
objektifini İslam ve kadının kültürel kimliği arasındaki ilişkiye çeviriyor.
Yıllar sonra ülkesine geri döndüğünde bambaşka bir kadın imajı ile karşı
karşıya kaldığını dile getiren sanatçı; eserlerinde kadının kamusal alandaki
yerini sorgulamaktadır.[133]
26 Mart
1957’deShirin Neshat Tahran’a çok yakın, Gazvin adlı bir şehirde doğmuştur.
Shirin orta üst sınıf ve eğitimli bir aileden gelmektedir. Gazvin de ünlü bir
doktor olan babasının tarım ve çiftçiliğe karşı büyük bir tutkusu vardı. Neshat
babasından çok etkilenmiştir. Babası ondan her zaman özel birisi olmasını, risk
almasını ve dünyayı gezmesini istemiştir. Küçük kızken babası Neshat’ı eğitim
alması için Tahran’da Katolik yatılı bir okula göndermiş fakat bir buçuk yıl
suren bu tecrübe başarısızlıkla sonuçlanmıştır. İştahsızlık yüzünden çok kilo
kaybetmesi onun okulu bırakıp eve dönmesine neden olmuştur. 1960’lı ve 1970’lı
yıllarda Iranda eğitimli aileler çocuklarını batıya eğitim almaya gönderiyordu.
Neshat’ın babası da aynı şekilde kız ve erkek çocuklarını Amerika ve
İngiltere’ye gönderdi. Shirin 1975’te 17 yaşındayken Amerika’ya gitti.[134] 1979’da İran Devriminin
gerçekleşmesi sanatçı için büyük bir şok yaratmıştır. İran’da gerçekleşen
devrim ve ülkenin güvenilir olmamasından dolayı Shirin ailesini uzun bir süre
göremedi. Neshat lisans ve Güzel Sanatlar Yüksek Lisans öğrenimini 1979-82
yıllarında Kaliforniya Üniversitesi, Berkeley'de tamamlamıştır.[135] Ancak hiçbir zaman parlak bir
öğrenci olmadı. Eğitimini tamamladıktan sonra New York’a gitmiş bir süre sanat yapmayı
denedikten sonra New York’ta sanat yapmanın ona uygun olmadığı sonucuna
varmıştır. Çalışmalarının yeterince sağlam olmadığını fark edip para kazanmak
için başka alanlarda çalışmaya başlamıştır.[136]
Hikâyesini anlatırken; okuldan ve eğitimden keyif almadığını, okulda çok kötü
bir öğrenci olduğunu ve mezuniyetinden sonra on sene hiç bir şey yapmamayı
seçtiğini söyleyen Neshat; okuldan mezun olduktan, yetenekli olduğunu
düşünmediğini ve “romantik bir yaklaşımla” batı resim sanatı ile doğu
kaligrafisini harmanlayan soyut resimler yaptığını ama bunların ona göre bir
felaket olduğundan bahsetmektedir. O dönemde New York’ta resimlerini götürdüğü
bütün galeri sahiplerinin onun kabul etmediğini ve bunun üzerine, “akıllıca”
olarak tanımladığı bir hareketle, bütün resimlerini imha etmiş ve 10 yıllık bir
sessizlik (biriktirme, kendini besleme, yetiştirme) dönemine girmiştir.[137]
Bir süre sonra
gelecekteki eşi, Manhattan’daki “Storefront for Art and Architecture”
galerisinin kurucusu olan Kyong Park ile tanıştı. [138]
Tanıştıktan sonra on yıl boyunca Storefront’da çalışmıştır. Sanatçı aslında
gerçek eğitimimi orda aldığını her zaman açıklar. “Storefront sanatçılar,
mimarlar, eleştirmenler, yazarlar ve felsefecilerden oluşan entelektüel
laboratuar gibi bir görevi vardı. O ortamda çalışmak, onu kendi sanat hayatına
yönlendirmiş ve yeniden çalışmasına neden olmuştur. Orada çalıştığı on yıl
boyunca hiç sanat yapmamış ve yaptıklarından da memnun olmadığı için onları yok
etmiştir.[139] 1 990 yılında İran’da şartlar
daha güvenilir bir hale geldiğinde, sanatçı ailesini ziyaret etmeye gitmiştir.
İran’ın devrim sonrası hali ve gerçekleşmiş olan değişimleri, Neshat için ilham
kaynağı olmuş ve sanatçıyı tekrar sanat yapmaya yönlendirmiştir. Neshat bu
durumdan faydalanıp uzun bir süre uzak olan ve kaybolan kültürünü incelemeye
başladı. O zamandan beri Neshat’ın çalışmaları doğal evrimler geçirip, her konu
sanatçıyı yeni bir konuya yönlendirmiştir.[140]
Women
of Allah (Allah’ın Kadınları)
1990’ların
ortasında, (1993-97) Neshat Allah’ın Kadınları adlı fotoğraf serisi ile
tanınmıştır. Bu seri çalışmada, sanatçı kendisi poz verdiği için performans
sanatını da içermektedir. Neshat bu çalışmasında minimal bir yaklaşımla, her
fotoğrafta aynı unsurları kullanmaktadır. Bu seride kullandığı odak noktası olan
unsurlardan biri kadın vücududur. Kadının vücudu İslam’da problematik bir
konudur. Utanç, günah ve cinselliği temsil etmektedir. Kullandığı ikinci unsur
kaligrafi şeklinde, çekilen fotoğraflar üzerinde İran şairlerin yazdığı
şiirlerdir. Üçüncü unsur olan silahlar ise; alenen şiddeti temsil etmektedir.
Ve son olarak siyah çarşaf kullanmıştır. Bu imge son derece tartışılmıştı.
Çarşaf baskının sembolü iken aynı zamanda özgürlük ve batı kültürünün etkisine
direnç sembolüdür. “Women of Allah” 1997 de İtalya’da Marco Noire Editore
tarafından yayınlanan bu seri fotoğrafların hepsini içeren bir kitaptır.[141] Bu serideki büyük fotoğraflar
Neshat tarafından tasarlanmış ancak kendisi profesyonel fotoğrafçı olmadığı
için, Larry Barns ve Kyong Park’ın yardımıyla çekilmiştir. Sonrasında
fotoğraflar Farsça şiirlerle dekore edilmiştir. Shirin Neshat geleneksel İslam
kültüründe kadının yer ve rolünü incelemektedir.[142]
İnsan
bedenleri tüm diğer insanla ilgili toplumsal mekânlar gibi iktidarların
tahakküm ilişkilerinin, makro ve mikro-siyasetlerin kendilerini tanımladığı,
hegemonya mücadelesi yürüttüğü, biçimlendirdiği ve dönüştürdüğü alanlardır.
Bize en çok ait olduğunu sandığımız mekânlar olarak bedenlerimiz aslında
dışımızdaki sosyal/siyasal ilişkilerden, kurgulardan azade değillerdir.
Savaşlar, insan bedeni üzerindeki göstergesel ve fiziki ifadeleriyle sürerler.
İktidarlar öz olarak insan bedenine sahip olmak, onu kullanmak, dönüştürmek ve
her şeyden ötesi onda var olmak üzere belirirler. Bu tüm toplumsal sistemler
için geçerli bir olgudur. Toplumsal hareketler, siyasal fikirler ve dinler
kendilerine özgü beden politikaları ve stratejileriyle hüküm sürerler.
Hiçbirinde beden üzerinde ikamet eden sosyal bireyin kendisine ait değildir.
Bizden bir şeyler için ölmemiz, yaşamamız, acı çekmemiz, vücudumuzda belirli
işaretler taşımamız, bazı organlarımızdan ya da onların belli kısımlarından
vazgeçmemiz, istenildiğinde doğurmamız, istenildiğinde öldürmemiz, gerektiği
gibi hareket etmemiz, uygun görüldüğü şekilde yine uygun görülen insanla sevişmemiz,
bizim karar vermediğimiz bir estetik ve güzellik anlayışına göre kendimizi
dönüştürmemiz beklenir. Bir siyasal sistemi diğerinden, bir dini diğerinden
ayıran beden politikaları olabilir. Fakat temel olarak insan bedeni daima
bireyin iradesi dışında, yapısal olarak işleyen otoritelerin nesnesidir.[143]
Shirin Neshat
İran Devrimi sonucunda kadın bedeninde yaratılan değişimleri incelemektedir. Bu
değişimlere yol açan İslam dini ve ondan beslenen siyasi fikirler, kadınlara
bambaşka bir görünüm ve rol belirtmektedir. Toplumda yaşayan bireyler bu
değişimlere zaman içinde alışırlar ancak sanatçı İran devriminden dolayı
ülkesinden uzun bir süre ayrı kaldığı için, 11 yıllık bir değişimle bir anda
baş başa kalıp, ondan etkilenip ve incelemesi sonucundaki çıkarımları
yansıtmaktadır.
Resim 45: Shirin Neshat, Untitled, (Woman of Allah Series), 1996.
Allah’ın
Kadınları‘nda Shirin Neshat, genellikle kendisini model olarak alıp, siyah
beyaz fotoğraflarla çarşaflı kadın imajlarını yinelemektedir. Neshat’ın
yarattığı kurgusallıkta kadınların yüzlerinde, ellerinde, ayaklarında (dinen görünmesinde
sakınca bulunmayan yerlerde) Arap harfleriyle Farsça yazılar yer alır. Sanatçı
bu yazıları fotoğrafların üzerine yerleştirmiştir (Resim 45). Yine aynı seri
içinde yinelenen bir öğe kadınların ellerinde tuttuğu, vücutlarına ve yüzlerine
değen silahlardır (Resim 46).[144]
Resim 46: Shirin Neshat, Allah’ın Kadınları Fotoğraf serisi, Speechless,1996.
Yazılar ve
silahlar toplum içinde kadınların politikleşmesinin ve militarize edilmesinin
sembolleri gibidir. (Resim 47). Batı’daki izleyici kitlesini kıyasladığımızda
Neshat’ın sanatının Doğu’da ve ülkesinde ciddi bir izleyici potansiyeli yoktur;
o daha çok Avrupalı ve Amerikalı entelektüellere seslenmektedir. Arap harfleri
hangi dilde yazılırsa yazılsın ve hangi metni içerirse içersin İslam’ı
sembolize eder. Allah’ın Kadınları‘nda beliren anlam, Ortadoğu’daki İslami
iktidarların beden politikalarının etkisi altında ortaya çıkan Müslüman kadın
kimliğinin oluşumuna işaret eder. Kadının vücudunda gösterebildiği sınırlı
yerler (eller, yüz ve ayaklar) sosyal yaşam içinde kadının var olabildiği
sınırlandırılmış alanlara benzer. Gösterilmesi serbest olan vücut kısımları
veya kadının var olmasının mümkün olduğu sosyal/kamusal alanlar tanrısal
kelamın otoritesi altında şekillenir. Kelam ise yazılıdır. Kadın burada kendi
iradesiyle değil Tanrı’nın buyurduğu yönde hareket edecektir. Arapça harflerin
ellerde, yüzlerde, ayaklarda yer alması sosyal yaşamda yine aynı harflerle
yazılmış olan dini hukukun kadın öznelerin nasıl davranacağını belirlemesinin
simgesel anlatımı olarak kabul edilebilir. Fotoğraflarda Shirin Neshat’ın
kendisinin ve diğer modellerin bakışlarında teslimiyet okunur.
Resim 47: Shirin Neshat, Rebellious Silence, 1994.
Kendilerini
kuşatan otoriteye karşı direnir gibi değildirler. Zaten “Müslüman” kelimesi de
“teslim olan” anlamına gelir. Fakat ilginç olan şudur ki, Neshat fotoğraflarda
doğrudan izleyicinin gözlerinin içine bakar. Buradaki örtük anlam Batılı
izleyiciler için yeterince açık değildir. Tensel hazların doludizgin aktığı
Batılı ülkelerde Müslüman kadının yabancı bir erkekle göz göze gelmemesi
gerektiğini, eğer bu kazayla bir kez gerçekleşse dahi ikinci kez yinelenmemesi
gerektiğini, bunun günah olduğunu anlamak kolay değildir. Neshat’ın bu dini
kuralla ilişkilendirilerek okunabilecek olan göstergesel nüansı yüzeysel
oryantalist yaklaşımlar aşıldığında kavranabilir. Neshat izleyicinin gözleri
içine bakarken, bu izleyicilerin bir kısmının erkek olduğu düşünüldüğünde,
“günah”a doğru adım atmaktadır. Ama bu “teslim olma” halini aşan bir
adım değildir. Çünkü Neshat’ın imgeleri fotoğraf karelerindedir, hiçbir zaman
İslam açısından kabul edilemez olan o ikinci bakışı yapamayacaklardır.[145]
Sanatçı Arthur
Danto ile bir röportajında; neden fotoğrafı seçtin sorusuna; konuma göre
fotoğraf en iyi araçtı gerçekçiliğe amacıma doğru bir şekilde hizmet ediyordu,
diye yanıt vermektedir. Neshat çağdaş İslam’ın ideolojik ve felsefi düşüncesini
ve bu düşüncenin nasıl ülkesini değiştirdiği üzerine odaklanıp onu anlamaya
çalışmaktadır.“Konunun ne kadar komplike ve geniş olduğunun farkındaydım bu
nedenden dolayı daha spesifik bir konuya odaklanıp şehitlik kavramını ele
aldım. Bu kavram İran-Irak savaş esnasında İslami hükümetlerin önemli amacıydı.
Bu kavram kader, fedakârlık, maddi dünyayı reddetmek ve sonucunda ölümden sonra
hayatı desteklemektedir”. Sanatçı bu ideolojide tinsellik, politik ve şiddetin
birbiriyle bağlantısı ve ayrılmayan ilişkilerini incelemektedir.[146]
Shadow
Under The Web (Ağın Gölgesinde)
Neshat 1996’da
İran’a giderken havaalanında gözaltına alınıp sorgulandı. Bu olayı atlattıktan
sonra sanatçı İran’a tekrar dönmenin güvenli olmadığının sonucuna vardı. Bu
olaydan sonra çalışmalarında tarafsızlık ve sadece izleyici olarak kalma
çabasında olan sanatçı, farklı bir bakışla İslam mirasını incelemeye başladı.
Aynı zamanlarda eşinden ayrılma sürecini yaşarken mevcut durum onu geçmişiyle
olan bağlantısını yeniden gözden geçirmeye itti. Video çalışmalarına
başladığında otorite, sosyal yapı ve mimari alanlarda kadın-erkek ayrımcılığına
odaklandı. Bu konulara ait ilk çalışması 1997de “Shadow Under The Web” adlı
videosunu İstanbul’da çekmiştir. Neshat özel, kamusal, kutsal ve doğal
bölgelerde dört farklı alanda siyah çarşaf üstündeyken kendini ekranda koşarak
göstermektedir.[147] Sanatçı bu çalışmasında İslam
ülkelerinde alanların kodlanmasını ve her bölgenin kadın ve ya erkeğin dominant
bölgeleri olarak toplumda nitelenmesini sergilemektedir. Örneğin geleneksel
yapılı çevreler ve ya özel alanlar feminen olarak ve kamusal alanlar maskulen
olarak tanımlanmıştır. Shadow Under The Web dört duvar üzerinde eşzamanlı
yansıtmalarla sunulmaktadır.[148]
Bu
çalışmasında Shirin Neshat kendi nefesiyle ve şarkı arasında çıkardığı sesi
farklı zaman dilimlerinde tekrarlayarak izleyiciye bu alanlarda koşarak kadının
stres ve heyecanını aktarmaktadır.[149]
Turbulent
Resim 50: Shirin Neshat, Untitled (From The Series: Turbulent), 1998
Turbulent,
Rapture ve Fervor Neshat’ın dikkat çekici üçlü trajedisini oluşturmaktalar. Bu
çalışmalar 1998 ta 2000 yılların arasında gerçekleştiler ve sanatçının ilk
olgun video çalışmasıydılar. [150] Neshat, genelde Müslüman
toplumlardaki, özellikle İran’daki sosyal, kültürel ve dini kodlara dayanan
kadın-erkek ayrımcılığını, kadınların ve erkeklerin karşılıklı iki ayrı perdeden
eşzamanlı (senkronize) olarak yansıyan görüntüleriyle bu filmlerinde izleyiciye
sunmaktadır.1998’de Neshat ilk olarak 16 mm ve peşinden 35 mm lik kısa filmler
çekti. Bu filmler enstalasyon şeklinde sergilenmektedir.[151]
Sanatçı artık siyasi ve tartışmalı fotoğraflar yapmak yerine felsefi, lirik ve
şiirsel çalışmalar üretmek isteğindedir. Neshat İran’ın Ünlü film
yönetmenlerinden biri olan Abbas Kiarostami’den etkilenmiştir.[152]
Turbulent,
İran’ın sosyal yapısında yer alan cinsiyet konusuna dikkat çekerek İran’ın
İslamcı fundamentalist toplumunun susturduğu kadınların sesini duyurmakta ve
Tubulent (1998) ile Rapture (1999) gibi video enstalâsyonlarında izleyiciyi
odanın karşıt tarafındaki iki ekran arasında çapraz ateşte tutmaktadır.[153] Siyah beyaz kısa film şeklinde
çekilmiş olan Turbulentiki karşı karşıya enstale edilmiş perdede izleyiciye
sunulmaktadır. Bu durum izleyici ve eser arasında yeni bir ilişki kurmaktadır.
İzleyici aynı zamanda iki perdede görüntüleri izleyemez bu nedenden dolayı bir
seçim yapmak zorunda kalır. Ne zaman hangi perdeyi izlemesi izleyici ve onun
kararına bırakılarak izleyiciye bir çeşit editörlük yaptırılmaktadır.[154]
Neshat,
Turbulent çalışmasında; İstanbul ziyaretinde sokakta gördüğü kör şarkıcı bir
kızdan etkilenmiştir. Genç kız sokağın kenarında etrafını görmeden bilmediği
bir dinleyici için şarkı söylemesi sanatçıyı İranlı kadınların izolasyonu ve
şarkı söyleme haklarının olmamasını hatırlatmıştır. Şii İslam dininde kadın
halk içinde şarkı söyleyemez.[155]
Neshat bu
çalışmasını İranlı bir ekiple gerçekleştirmiştir. Ekipte besteci ve şarkıcı
Sussan Deyhim, fotoğraf direktörü Ghasem Ebrahimian ve yazar yardımcı anı
zamanda oyuncu Shoja Azari çalışmaktadırlar. Bu kısa film kadın ve erkek
arasında geçen müzikal bir düellodur. Turbulent’de popüler bir erkek rolünü ifa
eden oyuncu (Shoja Azari), Shahram Nazeri adlı bir şarkıcının Mevlana’nın bir
şiirini canlandırmaktadır. Batılı elbiseler içinde gürültücü bir erkek
kalabalığına bağırarak arkası dönük olarak bir aşk şarkısı söylerken, karşı
duvarda kara çarşaflı bir kadın (Sussan Deyhim) boş bir oditoryumda tek başına
sessizce onu dinler. Adam şarkıyı bitirince döner ve boş bir odaya gırtlaktan
sözsüz bir yas şarkısı söylemeye başlayan kadını izler.[156]
Kadın (Sussan Deyhim) İranlı ünlü ses sanatçı ve besteci, gırtlak ve dille
çıkarttığı ürpertici sesi uzun süre izleyicinin kulaklarından gitmiyor.[157]
Film
kontrastlıklarla doludur. Birinci perdede boş sandalyeleri gösterirken ikinci
perdede onlarca izleyici görülmektedir. Erkek şarkıcı izleyicilere arkasını dönüp
de şarkıya başlarken, kadın sanatçı tam ters duruşla kameraya arkası dönmüş bir
halde şarkısını canlandırmaktadır. Kadının üstündeki elbiseler siyahken erkek
beyaz gömlek giymektedir. Kadının şarkı sözleri yokken erkek Mevlana’nın bir
şarkısını okur. Son sahnede erkek büyülenmiş bir şekilde şarkıyı dinlemektedir.
Ancak kadın şarkıcı erkeğin şarkıyı okuduğu sırada gayet sakin ve etkisiz
görünmektedir. Aslında kadının spritüel duruşu ilk baştan sanki söze ihtiyacı
olmadan kendini göstermekte ve aynı zamanda bu manevi duruş erkekte Rumi’nin
şiiriyle gösterilmektedir.
Kadın herkese
açık bir ortamda şarkı okurken aslında değişme isteğini ifa eder. Turbulent
sadece İran’daki kadın şarkıcı yasağı ve ya kadın’ın siyahlara kapanışına
dikkat çekmek için değil, bir metafor üzerinden dünyanın her yerinde kadın ve
erkeğin hayat içerisinde birbirinden nasıl uzaklaşmasını da göstermektedir.
Uzaklaştırma ve ötekileştirme ile birlikte metalaştırma da işin içine
girmektedir.
Rapture
Resim 51: Shirin Neshat, Rapture, production still, 1999. Fotoğraf: Larry Barns
Shirin
Neshat’ın “Rapture” adlı eseri karşı karşıya olan iki duvara yerleştirilmiş
perde üzerinde izleyiciye sunulmuştur. İki ayrı 13 dakikalık video bir döngüde
sürekli çalışmaktadır. [158]İran’da çekim yapmak güvenli
olup olmadığını bilmediğinden dolayı sanatçı İran’a benzerlik taşıyan ülkeleri çekim
yapmak için tercih etmektedir. Rapture, Fas’ın Essaouira adlı bir şehrin
kalesinde çekilmiştir. Kale mimarisi, özellikle İslam kültüründe, erkeksi bir
alanın temsilidir. Kale ordu, savaş ve savunma gibi erkeksi rolleri
anımsatmaktadır. Orson Welles, 1951’de Othello filminin birkaç sahnesini bu
kalede çekmiştir. Neshat herhangi bir kültürü temsil etmeyen mekânları ve genel
manzaraları tercih etmektedir. Bu nedenle Rapture’de kadınlar hangi ülkeye ait
olduğu belli olmayan bir çölde gösterilmişlerdir. Rapture’de hikâye kariyografi
tarzında formlar ve geometrik şekillerle sunulmuştur. Başka bir deyişle Neshat
bu kısa filmi, kadınların ve erkeklerin iç ve dış mekânlardaki hareketleriyle
anlatmaktadır. Kalede yerleşen erkek grup ve doğada olan kadınlar grubunun
soyut diyalogunu yakalamak için izleyicinin dikkati bir perdeden diğerine
çekilmektedir.[159]
Videolardan
biri peçeli kadınların mahrem, oldukça tecrit durumdaki dünyasını yansıtırken,
diğeri erkeklerin şaşalı kamusal dünyasına bir bakış atmaktadır. Erkeklerle
kadınları bu şekilde ayırarak Neshat, izleyicinin hiçbir İranlının göremeyeceği
şeyi ( titizlikle ayrılmış iki farklı dünyanın eşzamanlı resimlerini) görmesine
imkân tanımıştır. İki ekrandaki figürler zaman zaman da birbirlerine cevap
veriyor gibidirler.[160]
Resim 52: Shirin Neshat, Rapture, production still, 1999. Fotoğraf: Larry Barns.
Erkeklerle
kadınlar odanın karşı taraflarında çok farklı hareketlerde bulunurlar. Erkekler
denizdeki bir kalenin etrafında çılgınca dönüp, çeşitli ritüelleri yerine
getirirlerken, kumsalda ağır bir sırada yürüyen kadınlar içlerinden bazılarını
belirsiz bir geleceğe götürecek olan bir gemiye binmektedirler.[161]
Aslında film
belli bir hikâyeyi takip etmiyor, izleyici sadece bir kitle erkeği savaşırken,
yıkanırken (Namaz’a hazırlanma sırasında abdest almak) ya bunlara benzer
aktiviteleri yaparken seyir ediyor. Kadınlarsa feryat etmek, sahilde yürümek,
ellerini kaldırıp avuçlarındaki yazıları göstermek ve bir tekneyi denize
iterken görülmektedirler. Bu siyah beyaz videoda gizemli bir güzelliğe şahit
oluyoruz.[162]
Neshat,
Rapture’da erkekleri kale duvarlarının koruyuculuğunda saklarken kadınları
çölde çalışırken, namaz kılarken yansıtıyor.[163]
Doğa ve kültür
etrafında toplanmış ve yine İslam dünyasında cinsiyet konusuna dikkat çeken
çalışmada alegorik bir düello yer alıyor. Kaleyi dolduran beyaz gömlekli
adamlar ile kalenin dışında yer alan siyah çarşaflı kadınlar, doğada toplu
halde ritüelde bulunuyorlar. Kale maskülen bir yeri ifade ederken, bu sonsuz
duvarlar içinde kişiler hapsedilmiş oluyor. Çölde dua eden kadınlar, daha sonra
deniz kıyısına gidip burada taşıdıkları tekne ile bilinmeyene doğru hareket
ediyorlar. Bu hareket intihar veya özgürlüğe doğru bir hareket olarak
algılanabilir. Şu bir gerçek ki yapılan bu eylem cesaret ve kararlılığın bir
göstergesidir. Göçmen ve yabancı olarak birçok kimliği olan İranlı sanatçı her
zaman çalışmalarında insanların kimlik arayışlarını vurguluyor. “Senin kim
olduğun ve hangi ülkeden gelmiş olduğundan daha çok senden evvel o ülkeye kimin
gelmiş olmasıyla alakalıdır bütün mesele”. [164]Rapture’de
kamera hiç bir anda bireysellere odaklanmayıp, hikâye bir kitle kadın ve bir
kitle erkek arasında geçmektedir. Hikâye tek bir kahraman üzerinden
yazılmamaktadır. Filmde yakın çekim hiç kullanmamıştır.[165]
Shirin Neshat
bu film için şöyle bir ifadede bulunmaktadır; “Bu filmde kadın ve erkeği iki karşı
karakter olarak kullanmadım daha ziyade onların doğa ve kültür ile
ilişkilerinin farklarını ortaya koymaya çalıştım.”
Resim 53: Shirin Neshat, Rapture, production still, 1999, Fotoğraf: Larry Barns
Zamanlama bu
videolarda çok önemli bir faktördür. Filmin farklı bölümlerinde erkekler ve
kadınların videoları birbirinden ayrı olmalarına rağmen, sanki birbiriyle
irtibata geçmektedirler. Bazen erkekler durup kadınları izlemekteyken, aynı
şekilde bazen de kadınlar hiçbir şey yapmadan erkekleri seyretmektedirler.
Filmin son parçasında erkekler tekneye binen kadınlara el sallıyorlar. Bu etkileşim
videoların müziğinde de görülmektedir. Videoların sesi bir birine ayak
uydururken bazen azalırken, izleyiciyi karşı perdeye kavuşturmaktadır. Neshat
esrarengiz İnuit vokal müziği ve Brundi müziğinden faydalanmıştır.[166]
Fervor
Resim 54: Shirin Neshat, Fervor, 1999.
Üçlü trajediye
ait olan üçüncü çalışma “Fervor” 2000 yılında tamamlanmıştır. Bu video on
dakikalık bir sürede izleyiciye sunulmaktadır. Eser ortadan ayrılmış iki perde
üzerinde gösterilmektedir. Sunum şekli ile kadın ve erkeğin alanlarını aynı
zamanda izlememizi sağlamaktadır.[167]
Sanatçı İran'ın sosyal yapısındaki eril ve dişilliği karşılaştırır. Fervor
içeriğindeki öyküsellik, görüntü katmanları ve göz teması vasıtası ile baştan
çıkarma ve cinsellik temalarına odaklanmaktadır. Bu kurgu esasta İslam
kurallarında erkek ve kadın arasında kesinlikle yasaktır. Bu yasak sadece
İran'ın sosyal ve seksüel normları bağlamında tam anlamı ile anlaşılabilen,
duygu ve seksüel hava yüklü kaçamak bakış alışverişini ve arzuyu yükseltir.[168]
Fervor kırsal
bölgede karşılıklı iki yolda tek başlarına yürüyen kadın ve erkeğin yolları bir
noktada kesişse de bir türlü bir araya gelemeyişlerini anlatır. Kadın ve erkek,
kara bir perdeyle ayrılmış haremlik-selamlık bölmelerde ayrı ayrı oturup,
perdenin ardından birbirlerini duyumsayarak ve isteyerek, vaizin bedensel
hazlar nedeniyle işlenen günahları lanetleyen vaazını dinlemektedirler. Vaiz bu
konuyu Kuran’dan Yusuf ve Züleyha hikâyesi üzerinden anlatmaktadır. Âdem ve
Havva hikâyesinde olduğu gibi, Züleyha, Yusuf’u baştan çıkarmakla suçlanır.
Vaiz bu hikâyeleri perdenin üzerinde bulunan resimler üzerinden anlatmaktadır.
Bu tarz İran tiyatro geleneğine ait olan bir tiyatro yöntemidir. Vaiz, kadınlar
ve erkekleri zinadan men ederek, şeytanı lanetleyen sloganları kullanmaktadır.[169]
Batılı
izleyici için çevrilmemiş bir film olsa bile, vaizin kızgın hareketleri ve
jestleri; kadınların rahatsızlıklarını belirten davranışları, kadınları
günahkâr göstermeye yönelik yaklaşım konuşmanın hedefi olduğunu gözler önüne
sermektedir. Vaiz gibi izleyicide kadınlar ve erkekler bölümünü aynı zamanda
görebilmektedir. Kadın ve erkeğin sesiz bakışları sanki aralarındaki kalın
perdenin arasından geçip birbirine ulaşmaktadır. Görüntüde kadın bir anda
kalkıp mekânı terk ederken erkek onu takip etmektedir. Sokakta tekrar
birbiriyle karşılaşıp geçmektedirler ancak kurallar ve sosyal geleneklerden
dolayı birbiriyle ilişki kuramamaktadırlar.[170]
Resim 55: Shirin Neshat, Fervor, 1999
Dünya
nüfusunun altıda birini oluşturan günümüz Müslüman toplumlarında yaşayan
kadınların deneyimlerini, bir başka deyişle İslam’ın toplumsal cinsiyet politikasını
toplumsal, siyasal ve psikolojik boyutlarıyla sergiliyor Shirin Neshat. Kadının
örtünmesini benimsemese de Neshat’ın bu üç video çalışmasında siyasal İslam’ı
ne ölçüde sorguladığını kesin olarak kestirmek kolay değil. [171]
Neshat Fervor
çalışmasında Turbulent ve Rapture’den daha belirgin bir şekilde kadın ve erkek
ilişkilerinde İslam’ın rolünün altını çizmektedir. Kendisinin söylediği gibi; “
İran’da dini hiçbir şeyden ayıramazsınız. Din her şeyi tanımlamaktadır. Her
şeyi din kontrol ederken; mekânı tanımlar, kadın ve erkeğin ilişkisini ve
cinselliğin doğasını belirtir, insanın davranışlarındaki değişimleri ve başka
ırklara göre nasıl düşünmeleri bile belirten yine dindir.”[172]
Resim 56: Shirin Neshat, Fervor, 1999.
Bu üç çalışma
Turbulent, Rapture ve Fervor Neshat için uluslararası büyük bir şöhret
kazandırdı. Sanatçı Turbulent’le 1999 Venedik Bienalinden altın aslan ödülünü
aldı. Neshat’ın amacı İran’dan belgesel tipi eserler yaratmak değildir. Neshat
tecrübelerini sürgün hayat yaşayan bir İranlı kadını içerden ve orijinal
şekilde kullanmıştır. Amacı büyük, özel ve sosyal meseleleri keşfetmektir.
Sürgün olarak yaşayan, öğrenci olarak ülkesini terk eden sanatçının bu eserleri
yaratma nedeni belgesel bir film değildir. Bundan ziyade Neshat’ın resmettiği
İran, somut ya da kanıtlanabilir hakikatten ziyade onun hayal gücü ve
anılarıyla yaratılmış bir İran dır. Kendisinin söylediği gibi; “ Ben gelenek ve
moderniteyi yan yana koymak istiyorum ve bu arada beni ilgilendiren felsefi
konularda ortaya çıkıyor. İnsanoğlunun özgürlük isteği, şartlandırmalardan
uzak, sosyal, kültürel ve siyasi konularla beraber kendimizi sosyal
kodlamaların içinde nasıl kapatıldığımız fark etmemizdir.”[173]
Neshat,
Fervor’da imgelerin kullanımında, resimleri yan yana gördüğünde tesadüfî olarak
filmin düzenleme esnasında oluştuğunu, bu şekildeki sunulmasının bu tesadüfî
durum ile aklına geldiğini ifade edip, filmin bu şekilde sunulmasının
başlangıcında karar verilmediğini belirtiyor. Film yansıtma ve çift taraflı
ayna kullanma şekilde kadın ve erkek alanlarını yan yana sunmaktadır.[174]
Soliloquy
( Monolog)
Resim 57: Shirin Neshat, Soliloquy, 1999.
Sürgün, 20.
yüzyılın en büyük gerçeklerinden biridir. Bireyin iç dünyasını parçalayan bu
olayı anlatmak için Neshat, yeni bir anlatım dili yaratmıştır. Edward Said bu
konuya bakış açısını şöyle açıklamaktadır; “İnsanların çoğu tek kültür, tek
düzen ve tek vatan üzerinden aşinalığı bunların üzerine kurulmuştur. Ancak
sürgünler en az saydıklarımda ikisi ile iletişim kurmak zorundadırlar. Bu
görüşün çokluğu kişinin eşzamanlı olarak sürgünün boyutların farkında olmasını
sağlamaktadır. Bu durum müzikte de tam olarak Kontrpuan* anlamına gelmektedir. Sürgün yeni çevrede yaşam alışkanlıkları,
ifade biçimleri ve etkinliklerin eski çevreden kalmış anılarına karşı çıkmak
demektir. Bu nedenden dolayı eski ve yeni çevre canlıdır, gerçek olarak ikisi
aynı zamanda oluşur.”[175]
Bu filmde
Shirin kendi otobiyografisine ait olan malzemeleri birleştirmektedir. Filmi
yapmadan yakın zaman öncesinde babası vefat etmiş ve bu mesele sanatçının
batıya gelme nedenini bir kere daha zihninde canlandırmıştır. Aynı zamanda 17
yaşında olan İman adlı yeğenini kanser yüzünden kaybetmesi ve onu ölümünden
önce görmemesi Neshat’ı çok üzmüştür. Soliloquy bunların hepsini içermektedir;
yas, kayıp, öfke, vatan hasreti, köklerinden koparılmışlığı, Hıristiyanlık ve
İslam, bireyin izolasyonu ve toplumun kısıtlamaları.[176]
Neshat'ın
kendi yönetip oynadığı videosu "Soliloquy" (Monolog) 1999’da
tamamlanmıştır. Soliloquy yarık ekran, iki video kanallı şeklinde
sunulmaktadır. Sanatçı gitgide bölünen benlik bilincini izleyiciye aktarma
niyetindedir. Neshat bu kısa filmde çöller, kalabalık alışveriş merkezleri,
eski mimarlığa ait binalar, modern otobanlar ve post modern binalarda yalnız
bir gezgindir. Görünüşte kendini evindeymiş gibi hiç hissetmemektedir. Bu
nedenden dolayı film hem kedisinin çelişkili iç dünyası, hem de İslami ve
batılı dünyalar arasındaki bölünmeye bir metafor olarak göndermedir.[177] Bu çalışmada, sanatçı batı ve
doğu, güncel hayat baskıları ve gelenekler arasında kalmış olan Müslüman kadının
çelişkilerinin hikâyesini anlatmaktadır. Sanatçı, "soliloquy" ile
Venedik Bienalinde Altın Aslan ödülüne layık görülmüştür.[178]
Neshat çalışmalarında ki amacı; kavim ve ırk bilgisi vermenin çok ötesinde;
maskülen ve feminen arasındaki görsel etkileşim, şiirin kullanılması, müzik,
şarkı ve bunların hepsinin karışımı ile görsel ve işitsel metaforlar yaratmak
olduğunu açıklamaktadır. Neshat hedefinden şöyle bahsetmektedir; “Güzellik,
çalışmalarımın çok önemli bir parçasıdır ve bunun nedeni İslami geleneklerin
doğasında olan güzellik kavramıdır. Mitsizim ve İslam’ın ilişkisinde örneğin
Sufi geleneklerinde tanrı ve insan arasındaki meditasyonunun temel aracı
güzelliktir. Bize tanrı güzelliği sever demelerinden dolayı, güzellik yaratmak
çok önemlidir. Ben kültürümün bu görüşüne çok önem veriyorum belki de bunun
nedeni İslam kültürün şiddet gibi negatif içerikli görüşlerini nötrlemek
isteğindeyim.”[179]
Soliloquy
bariz bir şekilde sanatçının kişisel videosudur. Bu video çalışmasında izleyici
sanatçıyı iki farklı şehir manzarasında izlemektedir. Çalışmanın sol parçasında
sanatçı siyah giyinmiştir, orta doğuda bir şehirde yürümekte ve camiyi ziyaret
ettiği görülmektedir. Caminin havuzunda çocuklar oyun oynamaktadırlar. Sanatçı
sonrasında sanki başka siyah giymiş kadınlarla bir ritüele katılmaktadır. Sağ
perdede, Neshat, aynı şekilde siyah giyinmiş fakat modern şehir görüntüsü
içerisinde bir iş ortamını çağrıştıran mekanda Hıristiyan dini töreni ile
karşılaştığı görülmektedir. İki farklı dünya arasında git gel yapan sanatçı,
geçmiş ve yaşadığı hayat arasında, İslam’ın geleneksel kadın tanımı ve
Hıristiyan temelli modern toplumda tek kalmak ve izole olmaktan korkan bir
kadındır.[180]
Resim 58: Shirin Neshat, Soliloquy, 1999.
Filmin batı
dünyayı temsil eden kısmı Albany, New York eyaletinin başkentinde (Resim 15) ve
doğu kısmı Mardin (Resim 16), Türkiye’de çekilmiştir. Anlaşıldığı gibi mimari
Soliloquy çalışmasında Neshat için çok önemli bir rol oynamaktadır. Filmdeki
gösterilen binalar farklı kültürleri, gelenekleri ve değerleri sembolize
etmektedir. Bu nedenle her kültürün güzellikleri ve muazzamlığını göstermek
önem kazanmaktadır. [181]
Resim 59: Shirin Neshat, Soliloquy, 1999
Hikâyenin
Türkiye’de gerçekleşen kısmındaki özünde, belirsiz ölüm ritüellinden
oluşmaktadır. Bir grup kadın ve erkek caminin farklı yönlerinden siyah
giysilerle binaya girip kötü ölüm haberi duyurmaktadırlar. Hemen sonra dans ve
cenaze töreni arasında bir ayin gerçekleşir. Burada ölmüş olan kişi filmin
kahramanının genç oğludur. Kız kardeşinin bir yıl öncesinde genç erkek çocuğunu
kaybetmesi sanatçının ölüm temasını ele alma nedenidir. Filmin batı parçasında
sanatçı farklı farklı modern binalara girmekte ve kendini bir kilisede
bulmaktadır. Filmin doğu ile ilgili olan bölümünde İslam mimarisinden binalar
kullanmıştır ancak batıya gönderme yapan dini binalar sanki iş merkezinde bir
mekân olarak anımsatılmıştır. Dini bir mekânda olduğumuzu gerçekleşen
ayinlerden anlamaktayız. Batıda sanatçı sadece modernite üzerinde
odaklanmıştır. Bu nedenle Neshat kilise olarak gayet modern bir yapısı olan
Manhattan’da St. Anna’s Church’ı tercih etmiştir.[182]
Pulse
(Nabız)
Resim 60: Shirin Neshat, Pulse, 2001
Neshat’ın 2000
yılında yarattığı ikinci üçlü trajedisinde güzellik, erotizm ve mistisizme
ilgisi daha açık bir şekilde ortaya çıktı. Bu çalışmalarında Neshat, film
kahramanlarının iç dünyalarını inceleyip, biçimsel ve kavramsal alan
bölünmelerini erkek ve kadın dünyaları arasında dağıtmaktadır. Bu çalışmalardan
dolayı Shirin Neshat’ın eserleri artık sadece İran’da olan kadına baskı
hikâyesi olarak görülemez.[183]
Pulse yedi
buçuk dakikalık siyah beyaz bir çalışmadır ve tek bir çekimle yapılmıştır.[184] Kamera başlangıçta
karanlık bir odada ileriye doğru hareket etmektedir. Oda, yatak odasıdır fakat
aynı zaman da izleyicide hapishaneymiş gibi bir his uyandırmaktadır. Odada bir
kadın (Shohre Aghdashloo) yerde oturup bir radyoyu kucaklamaktadır.[185]
Radyo kadının
bulunduğu mekândan kaçmak ve dış dünya ile iletişim kurma aracıdır. Kadına
yaklaştığımızda, kadının radyodan dinlediği şarkıyla eşlik ettiği
görülmektedir. Kadının dinlediği şarkı Turbulent teki gibi Mevlana’nın
şiirlerinden biridir. Oyuncu sanki kendinden geçmiş ve fantezi dünyasında
kaybolmuş gibidir. Film kesintisiz bir şekilde tek çekimle yapılmıştır, bir
nabız sesiyle başlayıp kamera odanın içine girip ve şarkının bitişiyle odadan
dışarı çıkmaktadır. Kameranın hareketi, kadına yaklaşması ve kadının duruşu
izleyicide erotik ve duygusal bir his uyandırmaktadır. Filmin hikâyesi yoktur
sadece bu kadının özel hayatına bir göz atmadır.[186]
Possessed
(Deli)
Resim 61: Shirin Neshat, possessed, 2001.
Neshat
“Possessed” adlı dokuz dakikalık siyah beyaz filminde sürgünün neden olduğu
yaşam ve kamusal alanın bozulmasından bahsetmektedir. Bu çalışmada Neshat hayat
dolu iç dünyası olan bireyselleştirilmiş bir karakteri ortaya koymaktadır.
Kameranın kahramanın yüzüne odaklanmasıyla film başlamaktadır. Başarılı bir
İranlı oyuncu olan Shohre Aghdashloo deli bir kadının rolünü ifa etmektedir.[187] Deli kadın Neshat’ın eski
çalışmalarına benzemeyen bir şekilde siyah giysiler yerine kaftana benzer beyaz
bir elbise üstünde ve düzensiz saçları açık bırakılmıştır. Kadın, insanların
bir araya toplandığı alana gelip alanı dolaştıktan sonra filmin sonunda alanı
terk etmektedir. Pulse ve Possessed çalışmalarında sanatçı kadınların
geleneksel İslam kültüründe özel ve kamusal gerçekliklerini yansıtmaktadır.[188]
Neshat
Deyhim’in yarattığı seslerle oluşturan müziği filmin temel müziği olarak
kullanmaktadır. Deli kadın filmin başında bir şeyler fısıldarken; Susan
Deyhim’ın sesi kahramanın sesini bastırmaktadır. Filmde müziğin sesi
yükselirken kadının sokakta sendeleyerek meydana doğru gittiği görülmektedir.
Şehir meydanında çocuklar oyun oynamakta, erkekler çay içmekte ve siyah
çarşaflı kadınlar kendiişleri peşinde koşmaktadırlar. Kadın anormal
hareketlerinden dolayı insanların ilgisini çeker. Meydandaki insanlar etrafında
toplanır, bazıları deli kadını rahatsız eder bazıları da onu korumaya kalkar.
Kadın çığlıklar atar. Ortada bir karmaşa doğar ve müziğin sesi yükselir.
Kalabalığın kavgası esnasında deli kadın ortamı terk eder ve filmin sonunda
kadın kendi gerçek yalnızlığında kaybolur. Müziğin alçalmasıyla kadının sokağın
sonunda gözden kaybolur.[189]
Neshat bu
filmde şunu ifade etmektedir; “Possessed’in yapılış esnasında yeni tecrübeler
kazandım. İlk kez profesyonel bir aktörle çalışıyordum. Kahramanın karakterini
ve ruhsal dengesizliğini yaratmam gerekiyordu. Bu yeni ortam hem heyecan vericiydi
hem de zorluklar yarattı. Film daha çok geleneksel tiyatroya benzemektedir.
Kahramanın zihinsel durumu ve deliliğini hem özel hem kamusal alanlarda
gösterilmektedir. Kahramanın davranışları yaşadığı mekânlarda değişip
gelişmektedir. Bu konu çok dramatik ve tecrübe kazandırıcı oldu.” Filmde
delilik sanki kadının rahatça davranmasının tek yoluymuş gibi görülmektedir.
Kahraman akıl sağlığının yitik olması ona özgürlük kazandırmaktadır. Bu durum
sanatçıya göre tam olarak İran kültürünü yansıtmaktadır; İran da kişi devamlı
olarak sosyal kontrol altında yaşamaktadır. Bu nedenden dolayı marjinalliğin
toplumun düzenini bozan ve tehdit olduğunu belirtmektedir. Bu kavram diğer
insanları provoke edip aynı hakları arama fikrini oluşturabilir.[190]
Resim 62: Shirin Neshat. Possessed, 2001
Bu filmde
kadın şehrin meydanına varıp her kesin odak noktası olur. Deli kadın toplumu
rahatsız edip onu ikiye bölmektedir; bir grup kadını ve özgürlüğünü korurken,
deli olduğu için canı çektiği şekilde davranış hakkı verenler, diğer grup ise
deli kadına öfkelenip onun mekânı terk etmesini isteyenlerden oluşmaktadır.
Kadının gitmesinden sonra insanların arasında tartışma başlamıştır. Tartışmanın
nedeni kadının özgürlüğüdür.[191]
Deli kadın
fitne yaratmıştır, insanların arasında bir sosyal kargaşa başlamıştır.
Possessed hikâye ve gönderdiği mesajdan dolayı eski çalışmalara göre daha açık
bir çalışma olmuştur. Pulse ve Possessed’de oyuncunun aynı kişi olduğundan
dolayı aynı zamanda filmlerin içeriklerinden dolayı kadının özel ve toplumsal
yönleri üzerinde yapılmış olan iki çalışmadır.[192]
Passage
( Geçit)
Resim 63: Shirin Neshat, Passage, 2001.
2001’de
yapılan “Passage”, tek kanallı 11 dakikalık renkli filminde, Neshat besteci
Philip Glass ile işbirliğiyle ve onun siparişi üzeri yapmıştır.[193] Sanatçı filmde boş bir sahil
kenarında, bir kadının cesedini taşıyan siyah giysili erkekleri (Resim 63) ve
mezar yapmak için yeri elle kazmak halinde olan siyah çarşaflı bir grup
kadınları (Resim 64) göstermektedir. Kadınların yeri kazdığı alana yakın bir
yerde bir kız çocuğu taşlarla küçük bir çember yapmaktadır. Erkek grubu
kadınlara yaklaştığında, çocuğun arkasından belli olmayan bir şekilde ateş
yanmaya başlayıp yay şeklinde yayılır.[194]
Neshat’ın bu
çalışması Filistinliler ve İsrailliler arasındaki çatışma haberlerin artmasına
ve aynı zamanda babasının vefatından dolayı ölüm ve yas üzerine meditasyon
olarak bir yaklaşmaktadır. Küçük kız çocuğun eylem dışı olarak gösterilmesi
belki de sanatçının yeniden doğuş ve yenilemeye gönderme yapmasına işaret
etmektedir. Bu çalışmada eski çalışmalarda olmayan bir şekilde hikâye sadece
iki erkek ve kadın grubunun birbirine göre sergiledikleri duruşlara odaklanmak
yerine her iki cinsiyetin yan yana hayatta bir trajediyle yüzleşmelerini
göstermektedir.[195]
Passage ve
Rapture kavramsal ve görsel yönlerden benzerlik taşımaktadırlar. Örneğin her
iki çalışmada hikâye, manzara, kadın ve erkek grubu arasında gerçekleşmekte ve
bu nedenden dolayı her şeyden çok koreografik görünüm sergilemektedirler. Aynı
şekilde her ikisinde biçim hikâyenin sunulmasında önemli bir rol oynamaktadır.
Passage’de erkeklerin çizgisel hareket biçimi kadınların oluşturduğu çembere
önemli ve hatta erotik anlam yüklemektedir. Neshat, Philip Glass ile
işbirliğini şöyle açıklar; “ Beraber çalışma kararını verdiğimizde çok
endişeliydim. Bundan önce yaptığım çalışmalarda Susan Deyhim, İranlı kadın bestecisi,
kendi sesini kullanarak ve ya İslami ve yerli temeli olan müziği ilave ederek
melodiler yaratan birisiyle çalışmıştım. Bu çalışmada bir batılı erkekle
çalışmalıydım. Minimalist bir stile sahip ve esasen batılı sesleri kullanan
biri olan Philip ile çalışmak farklı bir tecrübeydi. Ben çalışmaya başlamadan
önce Glass’in yazdığı birçok müziği dinledim ve sonra konsepti oluşturdum.
Başka endişeli olduğum konu da Philip’in müziği imgelerin sunmasını istediğim
duyguyu iletebilecek miydi? Passage’in konusu bir cenaze töreni, belirsiz bir
ölüm ritüeli üzerinde düzenlenmiştir. Bu işbirliği sonunda çok başaralı bir
çalışma ortaya çıktı.”[196]
Resim 64: Shirin Neshat, Passage, 2001.
Resim 65:Shirin Neshat, Passage, 2001.
Turbulent ve
Rapture’de kadınlar ve erkekler farklı yönlerde hareket edip ve belirli bir
şekilde farklı alanlarda yerleşmekteydiler. Fervor’da ise aynı şekilde farklı
alanlarda görülürler ancak bazen aynı alanlarda birleşirler. Passage’de kadın
ve erkek grubu işbirliği yaparak bir cenaze töreni içinde bulunmaktalar. Belki
de bu tören aralarında olan bu ayrışmanın cenaze törenidir.[197]
Tooba ( Tuba)
Resim 66: Shirin Neshat, Tooba, 2002.
2002’de
Meksika’da yapılan 12 dakikalık kısa film “Tooba” dağlık bir bölgede, erkek ve
kadın gruplarının izole olmuş güzel ağacın etrafındaki bir ritüelin esnasında
toplanmalarını göstermektedir. Filmin başında ağaç ve manzaranın ruhunu temsil
eden kadını yakın çekimden görmekteyiz. Fakat bu sahnede, kadın ve erkek
grubunun ortaya çıkmasıyla ruh kaybolmaktadır.[198]
Shirin
Neshat’ın çalışmaları arasında sadece Tooba İran’da sergilendi ve Çağdaş Sanat
Müzesinde sunulduğunda büyük bir ilgi gördü. [199]Tooba,
Kuran’dan alınan efsanevi bir karakterdir. Tooba kadındır ve aynı zamanda
kutsal ve vaat edilmiş bir ağacın adını taşımaktadır.“11 Eylül olayından sonra
cennet bahçesi üzerinde bir çalışma yapmak istedim. İslam ve İran
geleneklerinde, bahçe efsanevi ve siyasi anlamlar taşıyan bir semboldür. Birçok
kültürde olduğu gibi bu konu üzerinde benzerlik gösteren İran kültürü;
bahçe-cennet manevi yükselişlerin gerçekleştiği bir alan olarak tanımlanmıştır.
Aynı zamanda siyasi yaklaşıma göre bahçe “cennet”, özgürlük ve bağımsızlığın
bulunduğu bir mekândır. Meksika’yı seçme nedenim ise batılı ve ya İslami
olmayan bir alanın peşinde olmam dolayısıyla tam olarak nötr bir alan
peşindeydim. Meksika bu amaca çok uygun görünüyordu. Oaxaca’da istediğim ağacı
(incir ağacı, kutsal olduğundan dolayı) buldum ve etrafında bir bahçe
düzenlemesi yaptık.” Bu çalışmada sanatçı çarşaf gibi İslami sembolleri
kullanmadığı için film evrensel olup büyük bir kitleyi hedeflemektedir. Ancak
pek çok yönden hala İran’a ait kültür üzerinden yola çıkmaktadır.199
Neshat cenneti
Tooba filminde temel kavram olarak ele alarak Yahudi, Hıristiyan ve Müslüman
ütopyalarına gönderme yapmaktadır. Ortadoğulu biri olarak Neshat,
Ortadoğuluların kendi ülkelerini terk edip Amerika’ya gelme nedenlerinin
farkındadır. Bu insanların 11 Eylül’den sonra karşılaştıkları eziyet ve
şüpheden dolayı hayatlarının ne kadar değişmesinin de bilmektedir.
Cennet
bahçesindeki Tooba ağacın içine yerleşmiş olan kadının yüzündeki kırışıklar,
ağacın kabuğunu temsil etmektedir. Kadın cennettedir ve Tooba ağacın içine
yerleşmesi cennetin bütün hazzından faydalanması demektir. Cennetin içinde
sessizdir, fakat hiçbir şeye katılmamaktadır. Bu konu 11 Eylül’den sonra
Amerika’da bulunan Ortadoğulu insanların hislerine bir metafordur. Kadının gözleri
kapalıdır. Kendi düşünceleri ve anılarıyla baş başadır. Sanki cennet onu
anılarından korumaktadır.
Filmin ilk
seansında ağaçta olan kadını izlerken yanındaki perdede çok sayıda erkek ve
kadını ağacın etrafındaki tepelerden koşarak ağaca yaklaştıklarını görürüz. İlk
başta onları cennete doğru koştuklarını fark edemeyiz. Ancak bir kaç saniye
sonra ağacın cennette olduğunu fark edip her iki ekranın aynı hikâyeyi
anlattığını görürüz. İnsanlar cennet bahçesine doğru yolculuk yapmaktadırlar.
Sonra Neshat izleyicinin dikkatini yolculardan alıp enstalâsyonun üçüncü
elemanı olan gökyüzüne çeker. Ekranda hala ütopyanın tasvirini izlerken sanatçı
izleyiciyi başka bir dünyaya götürür. Bir grup erkek karanlıkta bir çember
şeklinde oturup zikir yapmaktadırlar. Kamera yüzlere odaklanmadan hızlı bir
şekilde bu çemberin içinde döner. Neshat, çemberi önceki çalışmalarında kapalı
kültürün bir sembolü olarak kullanmıştır ancak bu çalışmasında, bu çemberi
birçok İslam ülkelerinde şahit olduğumuz diktatör ve köktendinci grupları
anımsatmak isteğindedir. Neshat belirsiz imalar yapan bir sanatçı olarak;
çalışmasında anlatmak istediği konuyu bariz bir şekilde açmadan izleyicileri
ipuçlarıyla yönlendirmektedir. Neshat, çember oluşturan kahverengi kaftanlı
erkeklerle ekranda distopya[200] [201]
kavramını gösterip karşı ekranda sufilerin cennet bahçesini anımsatan
ağaç imgesini göstermektedir. Karşı ekranlarda ütopya ve distopya iki zıt
kavram olarak gösterilmektedir.
Resim 67: Shirin Neshat, Tooba, 2002.
12 dakikalık
bu enstalasyonda Neshat batı ve İslam arasındaki çatışmayı, göçmenlik
deneyiminin psikolojisini ve söz verilen cennete ulaştıktan sonraki hayal
kırıklığını göstermektedir. Hiçbir çağdaş sanatçı 9/11 ve sonuçlarını bu kadar
kapsamlı ele almamıştır.[202] Tooba, dini
liderlerin aşırı tutuculuklarını insanların yolculuğa mecbur ettiklerini ve
yolcuların Batı’ya vardıklarında karşılaştıkları duyguları sergilemektedir.
Tooba’da Ortadoğuluların sosyal çevrelerindeki zülüm ve şiddetten uzaklaşma
çabalarını gösterip, cenneti bulmuşlarını zen edip yolculuk yapmalarını
sunmaktadır.[203]
Yolculuğun
sonunda, insanlar cennete ulaşırlar. Neshat yolcuların cennete varma anını
tasvir eder. İnsanlar cennetin tuğladan yapılmış duvarına ellerini dayayıp
cenneti izlemektedirler. Neshat’ın aldığı her bir çekim gayet güzel bir manzara
izleyiciye sunmaktadır. Sanatçının bu yetişme anını güzel tasvir etme nedeni,
yolcuların cennetten (Ortadoğuluların Amerika’dan tasvir ettikleri gibi) hayal
ettikleri güzelliği göstermektir. Yolcular duvardan atlayıp ağacın etrafında
toplanırlar. Ancak cennetin içindeyken sanki peşinde oldukları huzuru hala
bulmamışlar, kayıp olmuş ve şaşkın halde etrafta dolaşmaktadırlar. Sanatçı bu
filminde Müslümanların tarihini ele almaktadır. Yüzyıllardır Müslümanlar İslami
Ütopyanın peşinde, ruhsal ve maddi sıkıntılar yaşamadan bir toplumda yaşamak
isteğindedirler. Amerika gibi bir ülke onlara bunların hepsini vaat etmiş ancak
yolcuların şaşkın halleri sanki hayal kırıklığına uğramış ve beklediğini
bulamamış bir imge izleyicide uyandırmaktadır. Tooba’da mutluluk yok, sadece
karışıklık ve kopukluk gözükmektedir. Yolcular bahçeyi terk etmeyip kalırlar,
belki orda daha güvendedirler ancak mutlu değiller, orayı evleri gibi
görmüyorlar.[204]
Neshat bu
çalışmasında da aynı şekilde filmi birkaç perdede sunmasıyla izleyiciyi
çalışmanın içine dâhil etmektedir. İzleyicinin karar vermesi ve hangi perdeyi
ve hangi neden den dolayı ve ne zaman izlemeyi tercih etmektedir. Bu
etkileşimle Neshat izleyicilerin fiziksel ve psikolojik yönlerden
ilgilenmelerini istemektedir. Sanatçı iki kültür ve iki dünya arasında git gel
yapan karakterlerin hikâyelerini anlatır bu etkiyi izleyicilerin perdeler
arasında git gel yapmalarıyla sağlamaktadır.[205]
Women
Without Men (Erkeksiz Kadınlar)
Resim 68: Shirin Neshat, Women without Men, 2008.
Neshat’ın ilk
uzun metrajlı filmi “ Women without Men” (Erkeksiz Kadınlar) 2009 yılındaki 66.
Venedik Uluslar arası Film Festivali’nde "En İyi Yönetmen" dalında
Gümüş
Aslan Ödülü’ne
layık görüldü.[206] Neshat bu filmde İranlı
romancı Shahrnush Parsipur’un Erkeksiz Kadınlar romanını temel alıp bu filmi
tasarladı. Kitabın kendisi gibi bu film; 1953’te İran’ın demokratik yoldan
seçilmiş ilk hükümetinin lideri Dr Mosaddegh yerine Şah’ı geçiren ABD destekli
askeri darbe sırasında gerçekleşmektedir. Film farklı sınıflardan dört İranlı
kadını yansıtmaktadır. Bu siyasal kargaşada her kadının hikâyesi dokunaklı bir
kapsamda devam ederken, ayrıca doğurma ve delilik gibi, bir ölçüde hepimizin
bağ kurabileceğimiz insani ikilemlerle uğraşmaktadır.[207]
1950’lerin
ortasında İran halkı sokaktadır, eylemlerde onca insan ölmektedir. Filmin
başlarında kulağımıza “ Zende Bad Mosaddegh” (çok yaşa Mosaddegh) sesleri sıkça
gelmektedir. Başbakan Mosaddegh’ı destekleyen ve İslamcılarla Şah Muhammed Rıza
Pehlevi’ye karşı birleşmeleriyle de zikredilen Tudeh partisinin toplantıları
görülmektedir. Film bir bakıma dönemin İran’ına dair siyasi ve toplumsal bir
izlenim sunmaktadır, özellikle kadının yeri hakkında gözlem yapmamızı
sağlamaktadır.[208]
Biri
aldatılmış bir kadın, biri bahtsız bir âşık, biri hayat kadını ve bir diğeri de
intiharın eşiğine gelmiş dört farklı kadın... Film bu dört kadının isyan ve
baskı dolu hikâyelerini anlatmaktadır.
Shirin Neshat,
filminde bu dört kadını sihirli bir bahçede buluştururken, kadınlar bu meyve
bahçesinde bağımsız bir toplum kurma telaşındadırlar. Meyve bahçesi ütopya ve
ya cennet gibi dışarı dünyadan ayrı olan bir yeri temsil etmektedir. Kadınlarla
beraber olan tek erkek bahçıvan, bu bahçede yaşamaktadır. Akıllı, merhametli ve
kadınların koruyucusu olan bahçıvan tanrı gibi bir rolü ifa etmektedir. Bu
hikâye kadınlar ve erkekleri karşı karşıya koyma amacında değildir.[209] Bu bahçe, kimi zaman balta
girmemiş bir orman, kimi zaman bir çöl ya da cenneti çağrıştıran büyülü bir
doğa harikasıdır. Ancak her şekilde bu dört kadının kendilerini güvende
hissettikleri, sığınabilecekleri bir ortamdır. Belgeseli andıran içeriğine
rağmen güçlü fantastik kareler ve kuvvetli metaforlar sayesinde olağanüstü bir
atmosfer yaratan Neshat, filminde umut, çaresizlik, acı ve direnç gibi konulara
ağırlık vermektedir. Neshat, Sharnush Parsipur'un aynı adlı romanından
uyarladığı filmin yola çıkış noktasını şöyle anlatıyor:
“Bu filmle
1950'lerin İran'ındaki yaşamın, mevcut durumdan çok daha renkli olduğunu
göstermek istedim. Filmde, tıpkı o zamanlar İran'da olduğu gibi, Batılı
düşünceye sahip birçok İranlıyı, aynı zamanda dindar insanları, hayat
kadınlarını ve bunun gibi birçok farklı örneği görmek mümkün. Yani bugünkü
gibi, herkesin dindar olmaya zorlandığı bir hayattan çok daha farklı bir yaşam
söz konusu.”[210]
“Erkeksiz
kadınlar romanın yazarı büyüleyecek kadar gerçekçi bir roman yaratmıştır. Kitap
İran’da yasaklanmış ve yazarı beş yıl hapis yatmıştır. Bu kitaba olan tutkum ve
bu filmi yapma nedenim, kitabın bir yandan İran’da tarihsel ve siyasal anlamda
kadın olma sorunsalını ortaya koyması; özgürlük ve demokrasi için değişim fikri
peşinde koşan dört kadının hikâyesini anlatmasından dolayıdır. Bir yandan da
İran’ı bir karakter olarak özgürlük, demokrasi ve dışarıdan gelen müdahaleye
karşı olan mücadele üzerinde yoğunlaşmaktadır. Tarihimizi batılılara anlatmanın
önemli olduğu düşüncesiyle bu filmi yaptım. Hepimiz İslam devriminden sonraki
İran’ı hatırlıyoruz. Oysaki İran bir zamanlar laikti demokrasi vardı ki, o
demokrasi bizlerden Amerikan ve İngiliz hükümeti tarafından çalındı. Film,
İranlılara da hitap ederek tarihe dönmeleri ve bu kadar İslamlaştırılmadan önce
nasıl göründüklerine, ne gibi müzikler dinlediklerine, nasıl bir entelektüel
hayata sahip olduklarına bakmalarını söylüyor. Ama hepsinden önemlisi demokrasi
için nasıl çarpıştığımızı göstermek isteğindedir.”[211]
Bu filmin her bir sahnesi, ışığı, renkleri, kompozisyonuyla bir tablo
gibidir. Her sahnesi tüyleri ürpertecek kadar güzel ve şiir kadar lirik bir
görselliğe sahiptir. Filmin sadece görsel seviyesi yüksek değil, kurgusu,
senaryosu ve sarf edilen sözlerin içeriği de çok üst düzeydedir. Biçim, içeriği
ezmiş değil, birbirine hizmet ederek filmin değerini yükseltmektedir.
Film
Kazablanka’da çekilmiştir. Film siyasi bir hikâye anlatmasıyla feminen bir
hikâye anlatma arasında dengeyi bulmaya çalışmaktadır. Neshat görsel bir
sanatçı olarak filmden ziyade sanat yapma telaşındadır. Neshat siyaseti, din
meselelerini ve Feminizmi içeren bir sanat yapmaya ve daha önemlisi zamanlar
üstü evrensel bir eser yaratmaya çalışmıştır. Sanatçı siyası bir hikâyeyi
mecazi dille anlatmıştır.[212]
Bir bakış
açısıyla bakarsak meyve bahçesi İran’ın kendisini temsil edebilir. Erkeksiz
dört kadın ise İran’ın dört yüzü: asil İran (Fakhri), dini İran (Faezeh),
halkçı-milliyetçi İran (Zerrin) ve komünist İran (Munis).
Resim 69: Shirin Neshat, Women without Men, 2008, Fakhri.
Fakhri,
Kraliyete yakın, yüzü ve kıyafetleri batıya dönük tarafı İran’ın, şah Pehlevi
ve kraliyete meyilli İran’a gönderme yapmaktadır. Meyve bahçesi (yani “toprak”)
da zaten ona aittir, diğerleri sonradan oraya gelmişlerdir. Bu durum çok
anlamlı bir kavramın metaforudur. İran’ın binyılları aşan geçmişinde olan bir
kavram imparatorluk/kraliyet ve ülkenin şah'a ait olmasına değinmektedir.
Resim 70: Shirin Neshat, Women without Men, 2008, Faezeh.
Faezeh, gözü
gibi koruduğu bakireliğini sokak ortasında iki adamın tecavüzü ile kaybeden,
gönlü arkadaşı Munis'in inançlı abisinde olan, kendisi de inançlı olan
karakteridir.
Resim 71: Shirin Neshat, Women without Men, 2008, Zerrin.
Zerrin genelev
kadını; mütemadiyen üzerinden geçilen, girip çıkılan (belki de Amerika ve
İngiltere'nin İran üzerinde oynadıkları oyunlara gönderme yapmaktadır.
Mosaddegh'in, yani demokrasinin, halkın, milletin rolünü Zerrin üstelenmiştir.
Mosaddegh 1950'lerde İngiliz ve Amerikan işbirliği ile zayıflatıldıkça Zerrin
de güçsüzleşir, ne zaman Mosaddegh düşürülüp darbe haberi gelir, Zerrin de o an
ölür.
Resim 72: Shirin Neshat, Women without Men, 2008, Zerrin’in Ölümü
Munis ise
filmin hemen başında abisine isyan ederek intihar eden, ruha dönüşüp film boyunca
sadece komünist gençlere gözüküp yardım eden filmin bir kahramanıdır, ama
İran'ın geleceğine etkisi olamayan, baştan kaybetmiş olanın temsilidir.[213]
Resim 73: Shirin Neshat, Women without Men, 2008, Munis.
2009 yazında,
filmin vizyona girdiği sırada Tahran sokaklarında eylemler başladı. Neshat
filmde tasvir etmeye çalıştığı demokrasi isteği, sos al adalet arzusunun filmle
aynı anda Tahran’da kendini tekrar etmesi müthiş bir rastlantıydı. Yeşil
Hareket tüm dünyayı etkiledi. Dikkatleri, temel insan hakları ve demokrasi için
mücadele eden İranlılara çekti. Neshat bu olaylara göre şöyle ifade etmektedir;
“Benim açımdan en etkileyici olan, yine bu defa da kadınların mevcudiyetidir.
Benim için mutlak ilham kaynağı, onlardılar. İslam devriminin resmettiği kadın
portresi ne kadar sessiz ve itaatkârsa bu gün Tahran sokaklarında gördüğümüz
kadınlar bir o kadar eğitimli, ileri görüşlü, gelenekten uzak, cinselliğe açık,
korkusuz ve ciddi feministlerdir. Onlar her koşulda sınırları zorladılar.
Otoriteye kafa tuttular. Küçük ya da büyük her kurala karşı geldiler ve bir kez
daha kendilerini kanıtladılar. İranlı kadının güçlü bir ilham kaynağı olmasının
nedeni de budur. Burada ifade etmek isterim ki İranlı kadın kendine yeni bir
ses bulmuştur ve o ses bana kendi sesimi vermiştir. Şimdilik sadece yurtdışında
çalışabiliyor olsam da İranlı bir kadın olmaktan, İranlı bir sanatçı olmaktan
gurur duyuyorum. [214]
TEZ UYGULAMA ÇALIŞMALARININ
ÇÖZÜMLEMELERİ
Uygulama Çalışmalarına Konu Olan Evrensel
Boyutta Mevlana İmgesinin Sunumu
11 Eylül 2001
tarihinde Amerika’nın muhtelif havaalanlarından kalkan dört uçak toplam 19
terörist tarafından kaçırıldı. Bir tanesi yolcuların gayretiyle kırsal bir
yörede düşürüldü, biri A.B.D. Millî Savunma Bakanlığı’nın merkezi olan
Pentagon’a, diğer ikisi ise New York’taki World Trade Center, yani Dünya
Ticaret Merkezi olarak bilinen ikiz kulelere kasıtlı olarak çarptırıldı.
Saldırıda 90’dan fazla ülkenin vatandaşı olan büyük çoğunluğu sivil 3000’e
yakın insan öldü, 6000’den fazla insan yaralandı. Yıkılan binalardan yayılan
kimyevi maddelerin etkisiyle bugün hâlâ insanlar hastalanmaya devam ederken,
olayın siyasi ve iktisadi etkileri de sürmektedir.
Saldırının
sorumluluğunu El-Kaide örgütü üstlendikten sonra, kendini İslâmî bir örgüt
olarak tanımlaması nedeniyle gerek Amerika’da, gerek başka Batı ülkelerinde
İslâm’a karşı müthiş bir nefret uyandı. İslamofobi 2001’de başlamadı, olsa olsa
11 Eylül saldırısından sonra alevlendi. 1989’de Sovyetler Birliği’nin
çökmesiyle Soğuk Savaş’ın sona ermesi oldu. Soğuk Savaş, 45 yıl boyunca dünya
siyasetini şekillendirmiş, komünizm öcüsü, Amerika başta olmak üzere Batı
devletlerinin birçok politikasını gerekçelendirmekte ve meşrulaştırmakta
kullanılmıştı. Peki, şimdi ne olacaktı? Artık kapitalizm/ komünizm gibi bir
temel felsefeler, zihniyetler, dünya görüşleri karşıtlığının yerini alabilecek
kadar esaslı ve kapsamlı bir farklılık ekseni yoktu ortada. Nitekim Francis
Fukuyama’nın 1989’de yayınladığı “The End of History?” (Tarihin Sonu mu?)
başlıklı makalesindeki, komünizmin çöküşüyle liberal demokrasinin zaferinin, insanlığın
toplumsal ve iktisadî evriminin sonunu müjdelediği iddiasına cevaben, Samuel
Huntington 1993’te “The Clash of Civilizations?” (Medeniyetler Çatışması mı?)
başlıklı makalesini yayınlamış, burada Soğuk Savaş’ın akabinde çatışmaların,
toplumların dinî ve kültürel kimlikleri ekseninde şekilleneceğini belirtmişti.
İşte günümüz İslam fobisinin temel dayanaklarından biri de bu fikirdir.
“Medeniyetler çatışması” fikri yalnız Soğuk Savaş’ın bitiminden üç- dört yıl
sonra ortaya çıkmakla kalmamış, bizatihi Soğuk Savaş’ın bitiminin bıraktığı
boşluğu doldurmak iddiasıyla ortaya çıkmıştır.[215]
Bu
meselelerden sonra batı ülkelerinde uyanan İslam nefreti ve İslam fobiye karşı
koymak için yapılması gereken en önemli şey genel olarak nefret söylemlerine
karşı örgütlenmektir. Bunu dünyanın birçok yerinde birçok grup yapmıştır. Bugün
Batı’da Yahudi düşmanlığı yapmak, ırkçılık yapmak, eşcinsel düşmanlığı yapmak
anında tepki getirir.
Peki, bununla
nasıl mücadele edilmelidir? Böyle bir toplumsal ortam sevgi, şefkat, paylaşma,
dayanışma ve diyalog gibi insani niteliklere sahip olan bireyler meydana
getirecek ve birey ve toplumlar arasında barış, kardeşlik ve dayanışma
oluşabilecektir.
İslamofobi ne
kadar yanlışsa Batı düşmanlığı da o kadar yanlıştır. Müslümanlara karşı nefret söylemleri
ne kadar yanlışsa Bahailere ve Alevilere karşı da yanlıştır.
Medeniyetler
İttifakı fikri ilk olarak İspanya Başbakanı Luis Rodriguez Zapatero'nun 21 Ekim
2004'te Birleşmiş Milletler Genel Kurulu'nda yaptığı konuşmada ortaya atıldı.
Müslüman ülkeler ile Batılı toplumlar arasında görülen karşılıklı şüphe, korku
ve kutuplaşma ortamı, çeşitli aşırı unsurlarca istismar edilmektedir. İttifak,
uluslararası istikrarı tehdit edebilecek dereceye yaklaşan bu durumun daha da
kötüleşmesini ancak kapsamlı bir koalisyonun önleyebileceği anlayışından
hareketle, kültürler arasında karşılıklı saygı yoluyla bu eğilime karşı koymayı
amaçlamaktadır.[216]
Ekonomik ve
iletişim birliktelikleri sebebiyle küreselleşen dünya yaşamı içerisinde
birbirleriyle bir arada yaşamak zorunda olan dünya insanları, daha kendisiyle,
çevresindekilerle; aynı milletten, hatta aynı dinden olmalarına rağmen yan yana
bulundukları insanlarla barış içerisinde bir arada yaşamayı beceremezken
çeşitli sıfatları nedeniyle kendinden farklı gördüğü dünya insanlarıyla nasıl
yaşam sürebilecek? 21. yy insanının en çok birlik ve beraberliğe ihtiyacı var.
Aslında bütün asırlarda bu böyle olmuş ama birlik ve beraberlik deyince, aynı
düşüncede olan beş kişinin bir araya gelmesine birlik ve beraberlik denilmez. Birlik
ve beraberlik farklı düşüncelere hürmet etmek demektir. Şu anda en fazla
ihtiyacımız olan değerler: Aşk, sevgi, yumuşaklık, birliktelik, farklılıkları
hoş görmektir.[217]
Bizim Mevlana
olarak, Batı dünyasının Rumi diye bildiği aynı zamanda büyük bir hukukçu olan
büyük mutasavvıf düşünür ve bilge Mevlana Celaleddin-i Rumi’nin engin düşünce
dünyası ve hayatı incelendiğinde, insanlığın günümüzde karşı karşıya kaldığı
küresel sorunların çözümü için ilham kaynağı olabilecek birçok düşünce
incisiyle karşılaşılmaktadır. Hiç kuşkusuz Mevlana’nın evrensel bilgeliğinden
anlaşılmayı, keşfedilmeyi ve yararlanılmayı bekleyen konular arasında günümüzün
en önemli, en güncel meseleleri arasında yer alan insan haklarının korunması ve
geliştirilmesi başta gelmektedir.[218]
O, ırk ve din
çatışmalarının en yoğun olduğu Moğol ve haçlı saldırıları döneminde bile, ırk,
dil, din ve cinsiyet ayrımı gözetmeksizin insanların eşitliğini en güçlü
şekilde dile getirmiş ve bunu hayatına ve uygulamalarına yansıtmıştır.
Mevlâna ile
özdeşleşen Sema vasıtasıyla onunla 500 yıl öncesinden tanışan Avrupa ise son
yüzyılda bu konu ile ilgili çalışmalara daha da ağırlık vermiş ve belki de
İngiliz Doğu bilimci Prof. Dr. Arthur J. Arberry’nin “Mevlâna, yedi yüz yıl
evvel dünyayı büyük bir kargaşalıktan kurtarmıştır. Günümüzde Avrupa’yı
kurtaracak tek şey de onun eserleridir.” tespiti ona olan ilgiyi artırmıştır.[219]
Medeniyetler
İttifakı projesinin ilk fikir babalarından olan İtalyan Brescia Üniversitesi
Öğretim Üyesi Prof. Angelo Santagostino şöyle bir ifadede
bulunmuştur;"Mevlana, bugün medeniyetler arasında barışın tesis
edilmesinde çok önemli bir rol oynayabilir.[220]
Mevlana tüm
dini inançları tanrının karşısında eşit görmektedir. İnsanları ve tanrı
arasında kişisel bağlar olduğuna inanan ve insanların bu bağlantıyı farklı
yollardan bulmalarına yönlendiren Mevlana, Müslüman olan ve olmayan insanlar
arasında fark koymamaktadır. Mevlana gençken ilahiyatçı ve din adamı olarak
eğitildi ancak 1244’de akıl hocası Şems’i gördükten sonra mistik bir şair oldu.
Mevlana görüşlerini en çok şiir yoluyla iletti ve bu şiirlerin sözü Müslüman
olmayanlara sonsuz hoşgörü ve merhamet idi. Kendisinin Müslüman olmasına rağmen
Yahudi, Hıristiyan, Hindu ve hatta ateistler diğer başka dinlere inanan
insanları ayır etmezdi.
Onu Hıristiyan haçında aradım,
Fakat orada değildi.
Hindu mabetlerine ve mezarlarına
gittim-yoktu.
Mekke'deki Kâbe’ye gittim,
Orada bulamadım.
Bilgili bilim adamlarına sordum,
Ama onların anlayışını aşıyordu.
Sonunda, kendi kalbime göz
atınca-
Başka bir yer değil,
Onun evi sadece orasıydı.
Mevlana
Hıristiyanların ve Yahudilerin öğretilerine saygı gösterip onların hepsini eşit
ve hoş görmekteydi. O’na göre hepsi ilahi bir gerçeğin peşindedirler.
714 yıl önce
Mevlana'da sembolleşerek bütün dünyaya yayılan ve her devirde sıkıntılarla dolu
insanlığı huzura kavuşturabilecek bu düşünce tarzı, çağımızda daha da çok önem
kazanmaktadır. Farklı ırk ve dinden milletlerin birbirlerini kardeş sayacak yan
yana huzur içinde yaşamaları ve bütün insanların, birbirlerine sevgi ve saygı ile
yaklaşımları halinde gerçek barış ve huzurun bulunabileceği şüphesizdir.
Mevlana hayranlarının sayısının gün geçtikçe bütün dünyada süratle artmasının
sebebi, şüphesiz insanın sevgiye, barış ve huzura olan ihtiyacıdır.[221]
Mevlâna’nın
tasavvuf anlayışı, bilme-anlama yoluyla ortaya çıkan hakikatin aşk ve cezbe
âleminde olgunlaşmasından ibarettir. Bu anlayış, bireysel ve toplumsal yaşama,
birlik- beraberlik duygusunun gelişmesini sağlayacak bir hoşgörü ve kötülükleri
kötülüklerin içinde eriten bir ahlâk sistemi şeklinde yansımıştır. O’na göre
insan dilediğini yapabilme özgürlüğüne sahiptir; “yeter ki, işaretleri iyi
görüp, sebepleri fark etsin”. Bu nedenle Mevlâna, düşünce sisteminin merkezine
önce aşkı, hemen ardından insanı alır ve onu bilinçlendirmeye gayret gösterir.
Yaşadığı devrin sosyal ve siyasal hareketliliği dikkate alındığında Mevlâna’nın
bu tutumunun sebebi açıkça ortaya çıkar. Ona göre, buhran, bunalım, karmaşa
dönemlerinin asıl sorumlusu insandır ve ancak “insan olma bilincine ulaşıldığı
zaman tüm sorunlar kendiliğinden çözümlenecektir. Mevlâna, görüşleri
doğrultusunda insanları, “varlığın özünü aramaya”, “sûret ile asıl arasındaki
bağı kurmaya”, “mâsivâ ve mânâ âlemi karşıtlığını anlamaya”, “çoklukta tekliği
bulmaya”, “mânâ âleminde varlığı tamamlayıp sonsuzluğa ulaşmaya”, “aynı
kaynaktan gelmiş olmaları nedeniyle birbirlerine daima saygı, hoşgörü ve
sevgiyle bağlanmaya”, kısaca, “manen olgunlaşmaya” davet eder.[222]
Mevlana,
insanı bütün eserlerinde doğuştan belli haklara sahip olmanın ötesinde yüce bir
varlık olarak görür. Ona, görünüş, ırk, uyrukluk, statü, cinsiyet, din, kanaat
vs. hiç bir ayrım yapmaksızın yaklaşır. Kişilere, düşünceleri, statüleri
sebebiyle farklı muamele edilmesini, ayrımcılık yapılmasını onaylamaz.
Rumi’nin
yazılarını dikkatle inceleyerek birlik kavramını her söyleşinde buluruz. Rumi
insanlığın birleşmek ve savaş ve çatışmaya son verme isteğini vurgulayarak,
farklarımızı unutup ve birbirimizi sakin ve dürüst bir şekilde dinlememizi
istiyor.
“Çünkü övülen, bir kişiden daha
fazla değildir ki.
Bundan dolayı dinler, mezhepler,
ancak tek bir mezhepten ibarettir.”
Çağımızdaki
dünya acılar, güvensizlik ve savaşlarla doludur. Ancak Mevlana’nın şiirleri ve
yazılarına dönersek bize batı ve doğu, Müslüman ve Müslüman olmayan insanlar
arsında güçlü bir köprü oluşturmağa yardım eder.
Bu çerçevede,
doğu ve batı sözcüklerinin tek anlamı vardır: O da yönle ilgili olanıdır. Onun
dışında bu sözcüklere hiçbir anlam yüklenemez. Doğu, batı, kuzey, güney, sadece
pusulayı ilgilendirir. Bu anlamda, coğrafya ve alan olarak nerenin doğu nerenin
batı, nerenin kuzey nerenin güney olduğu da, durduğunuz yere göre değişir.
Dünya yuvarlak olduğuna göre, her yer hem batıdır, hem doğudur, hem kuzeydir,
hem de güneydir.
Eser Analizleri
“Silent Recitation” (Sessiz Anlatım)
Eser Adı:
“Silent Recitation” (Sessiz Anlatım)
Ebat: 100 x
100 cm
Teknik: Tuval
üzerine yağlı boya
“Silent
Recitation” Sessiz Anlatım (Resim 74), adlı çalışma, bütün inançların aynı iple
bağlı olduklarını göstermektedir. “Çünkü övülen, bir kişiden daha fazla
değildir ki. Bundan dolayı dinler, mezhepler, ancak tek bir mezhepten
ibarettir.” Bu çalışmada tespih imgesi Mevlana’nın bu şiirine gönderme
yapmaktadır.
Tespih, ilk
olarak Hindu inanışında görülse de hemen hemen tüm dinlerde ibadetin bir parçası
olmuştur ve İslamiyet, Hıristiyanlık, Musevilik, Hinduizm ve Budizm
inançlarında sembolik bir yere sahiptir. Tespih tüm dinlerde temel olarak
yaratıcı ile bağ kurma ve ona ulaşmanın bir aracıdır. Tespih, zikir aracıdır,
zikir içerisinde bir erime ve yok olma ifade edilmiştir. Tespih taneleri farklı
kültürlere gönderme yapmaktadır.
17 taneden
oluşan tespih, kompozisyonun tamamını kaplayacak şeklinde öne çıkartılmıştır.
Tespih imgesi perspektifini göstermek için öne çıkan taneler form ve renk
anlamlarında daha abartılmış bir şekilde resmedilmiştir. Geriye doğru giden
tespih taneleri küçülerek devam ederken, renk parlaklık etkileri azaltılarak
boyut değiştirip, sonsuzu anımsatan bir yok oluşa doğru giden hareketi ifade
etmektedirler. Bu etki sonsuzdan şu ana dair bir mekân etkisi vermektedir.
Tespih tanelerinde semazen figürü, Mevlana’nın barış ve hoşgörü mesajını öne
çıkarma niyetiyle betimlenmiştir. Tespih ve semazen imgelerinin birlikte
kullanılması, dinler arası diyaloğu temsil etmektedir. Tespihin tanelerinde her
semazen zikir yapmaktadır. Semazenler tane çevreleri ve sınırlara bağlı
olmalarına rağmen hepsi tek bir hakikatin arayışındadırlar ve tespih
tanelerinin rengi ufukta flulaşırken ve aynı şekilde sınırlarda netlikten
çıkmaktalar. Bu eserde Rumi’nin düşüncelerine değinerek dinler arası
çatışmalara, karşı bir duruş sergilenmiş ve toplumsal hoşgörünün önemine dikkat
çekilmiştir.
Resimde leke
ve renk yoğunluklu olarak göze çarpmaktadır. Sıcak soğuk ilişkisi komposizyonun
ahengini bozmayacak şekilde kullanılmıştır. Sıcak ve soğuk renklerin iç içe
kullanılmasıyla, farklı dünyaların bir yerde toplanması konusunu ifade edilmeye
çalışılmıştır. Renk ve leke yöntemi duygunun ortaya çıkmasında daha uygun bir
araç olma nedeniyle seçilmiştir.
“Bridge
of Love” (Aşk Köprüsü)
Eser Adı: “Bridge of Love” (Aşk Köprüsü)
Ebat: 22 x 30 cm
Teknik: Fotoğraf üzerine yağlı boya ve keçeli kalem.
Mevlâna,
düşüncelerini semboller halinde ifade etmiştir. Mevlâna’nın dilinde koruk, üzüm
ve şarap, sırasıyla bilmek, bulmak ve olmak hâllerini karşılamaktadır. Koruk
hamlık, üzüm pişmişlik, şarap yanmışlık sembolüdür. Şarap, ilâhî aşk olarak
bilinmektedir. Manevî olgunlaşma sürecinin aşamaları kabul edilen üç yakini
Mevlana, “biliş, buluş, oluş” ifadeleriyle tanımlamıştır.[223]
Bu konudan yola çıkarak “Bridge of Love” (Resim 75) Aşk Köprüsü çalışması
yapılmıştır. Bu kompozisyonda kırmızı elbiseli semazen figürü ön plandadır.
Semazenin elbisesi, renk ve form bakımından şarabı anımsatmaktadır. Semazen
sema ederken sağ eli yukarıya sol eli aşağıya bakacak şekildedir.
"Allah'tan aldıklarını kendisine mal etmeden halka ulaştırmaktır; biz
yokuz; görünüşte var olan; vasıtalık eden bir suretten başka şey değiliz".[224] Semazen bu çalışmada iki
çemberle etkileşim içindedir; biri güneş olan ilahi nuru diğeriyse dünyanı
temsil etmektedir. Burada semazen bu duruşla paradoksal bir ilişkiyi ifade
etmektedir; hem çemberin içinde ve hem çemberin dışındadır. Semazen ilahi nuru
temsil eden çemberin içinde ve materyalist dünyaya göndermede bulunan çemberin
dışındadır. Aynı zamanda iç içe olan çember Şems Tebrizi’ye gönderme
yapmaktadır, şaraptan oluşan insan imgesi, tanrı aşkını dünyaya yaymaktadır.
Şems güneş anlamına gelen tasavvufta arınmayı hızlandırmak demektir.
“Tanrı merkezi
her yerde, dış yüzeyi hiçbir yerde olan bir dairedir”. Hermes Trismegistus
Daire, bütün
şekillerin kendisinden çıktığı en mükemmel geometrik form, çoğu gelenekte yeri
olan evrensel bir semboldür. Yuvarlak form en doğal şekil olduğu için
kutsaldır, kendi kendini kontrol edenin, yüksek benliğin, tezahür etmemiş
olanın, sonsuz olanın, ebediyetin, zamanı kuşatan mekânın ve aynı zamanda da
başlangıcı ve sonu olmadığı için zamansızlığın, aşağısı ve yukarısı
olmadığından dolayı aynı zamanda mekânsızlığın da sembolüdür. Daire göksel
birliği temsil eder, güneş sikluslarını, bütün sikluslara ait hareketi,
dinamizmi, sonsuz hareketi, tamamlanmayı, içindeki potansiyelini açığa
çıkarmayı, Tanrı’yı temsil eder. Sözlük anlamı işitmek manasındadır. Terim
olarak, musiki nağmelerin dinlerken vecde gelip hareket etmek, kendinden geçip
dönmektir.
Neo
Spiritüalist açıdan ele alındığında, Daire insanın ebediyet gibi başı ve sonu
olmadığını yani insanın sonsuzluğunu ve ölümsüzlüğü ifade ederken bir yandan
da, “Kozmik insanı ve tasavvuftaki İnsan-i Kamil' i” de simgeler.[225]
Dairesel yani
küresel düşünebilen her şeye esneyebilen, olanı olduğu gibi gören esneklik
şuuru içinde var olan esnek ve akışkan zihinler evrenselleşmiş ruhların
zihinleridir.[226]
Eserdeki
yazılar Kuran, İncil ve Tevrat’tan alınan ayetlerden oluşmaktadır. Bu üç semavi
dine ait kitaplardan alıntıların bir yerde ve iç içe kullanılması ve birbiriyle
ayırt edilememesi dinler arası beraberliğe dikkat çekmektedir. Bu yazılarda
Arapça harflerle yazılan bölümler, Bakara süresi 136. Ayetinden alınmıştır. Bu
ayette açık bir şekilde insanlar dini hoşgörüye davet edilmişlerdir.
“Fire
Within” (İçteki Ateş)
Eser Adı: “Fire Within” (İçteki Ateş)
Ebat: 22 x 30 cm
Teknik: Fotoğraf üzerine yağlı boya ve keçeli kalem.
Tasavvuf,
ateş-i aşk ile sûzân olmaya derler. Tasavvuf, gönülde mutlak nurlardan bir ışık
yakarak, aşk ateşiyle yanıp tutuşmaktır.[227]
Aşk, insan gönlünde yanan bir ateştir; gönül ise o ateşin ocağıdır. Aşk ateşi,
maddî unsurları yakmak suretiyle ocağı temizler, yani tasavvuf yolcusunu
hakikatten alıkoyan aşağı, bayağı arzuları yakar, mahveder; saliki manen
temizler. O zaman insanda yeni bir doğumla, yeni bir hayat başlar. Zaten
gönlünde aşk ateşi olmayan kişi bir ölüye benzer. Bir ocağın içinde ateş
yanarsa işe yaradığı gibi bir gönülde de aşk varsa işe yarar.[228]
Resim de
yazılar (Resim76), kompozisyonun temellendirtmesinde kilit noktada yer
almaktadır. Bu yazılarda, Arapça (Kurandan alınan ayetler), yunanca (İncil’den
alınan ayetler) ve İbranice (Tevrat’tan alınan ayetler) , üç dil
kullanılmıştır. Müslüman, Hıristiyan ve Musevilere gönderme yapan bu üç dil, üç
semavi kitapların orijinal dilleridir. Ateşten oluşan semazen figürü açıkça bu
üç dine inanan insanları hoşgörüye davet etmektedir. Yazılarda hoşgörü kavramı
içeren ayetlerden faydalanmaya çalışılmıştır. Ancak yazılar net bir şekilde
görünmemekte ve daha çok bir biriyle bir bütünlük yaratmaktadırlar. Bu da
resmin hedefleyen amacına hizmet etmektedir. Yazıları içeren keskin hatlarla
sınırlanan bölümler, semazen figürüyle flulaşmakta ve bir bütünlük oluşturmaktadırlar.
Arka planda kullanılan koyu renk karanlığı temsil ederek semazenin yarattığı
aşk ateşiyle bir kontrast yaratmaktadır. Resim kâğıt üzerine yağlı boya ve
keçeli kalemle yapılmıştır. Bu eserde dünyayı aşk ateşiyle barışa yönlendirmek
ve keskin hatlardan kurtarmak görevi, semazen figürüne yüklenmiştir.
Resim 74: Rahileh Rokhsari,“SilentRecitation” (Sessiz Anlatım), 2014, 100 x 100 cm Tuval üzerine Yağlı Boya.
Resim 75: Rahileh Rokhsari, “Bridge of Love” ( Aşk Köprüsü), 2015, 22 x 30 cm,
Fotoğraf Üzerine Yağlı Boya ve Keçeli Kalem.
Resim 76: Rahileh Rokhsari, “Fire Within”(İçteki Ateş), 2015, 22 x 30 cm,
Fotoğraf Üzerine Yağlı Boya ve Keçeli Kalem.
Resim 77: Rahileh Rokhsari, “Ecstasy” ( Coşku), 2015, 22 x 30 cm,
Dijital Baskı.
Resim 78: Rahileh Rokhsari, “Eternal Water of Life” ( Sonsuz Hayat Suyu), 2013, 60 x 80 cm,
Tuval Üzerine Yağlı Boya.
Resim 79: Rahileh Rokhsari, “Water of Love” ( Aşk Suyu), 2013, 60 x 80 cm,
Tuval Üzerine Yağlı boya
Resim 80: Rahileh Rokhsari, “Fading” ( Rengin Solması), 2013, 120 x 100 cm,
Tuval Üzerine Akrilik.
Resim 81: Rahileh Rokhsari, “Soar” ( Uçuş), 2014, 100 x 120 cm,
Tuval Üzerine Akrilik ve Yağlı boya.
Resim 82: Rahileh Rokhsari, “Reflection” ( Yansıma), 2010, 35 x 45 cm,
Tuval Üzerine Yağlı Boya.
Resim 83:RahilehRokhsari, 2014, “The Sound of Truth” ( Gerçeğin Sesi), 60 x 80 cm,
Tuval Üzerine akrilik ve Yağlı boya.
Resim 84: Rahileh Rokhsari, 2010, “Lost and Found” ( Kaybolarak Bulundu), 35 x 34 cm,
Tuval Üzerine Yağlı Boya.
Resim 85: Rahileh Rokhsari, “Ascend 2” ( Yükselmek 2), 2014, 40 x 40 cm,
Tuval Üzerine Akrilik ve Yağlı boya.
Resim 86: Rahileh Rokhsari, 2010, “Ascend” ( Yükselmek), 35 x 80 cm,
Tuval Üzerine Yağlı Boya.
Resim 87: Rahileh Rokhsari, 2010, Consciousness (İdrak), 30 x 60 cm,
Tuval Üzerine Yağlıboya.
Resim 88: Rahileh Rokhsari, No where to Land ( Konmak İçin Yer Yok), 2013, 30 x 40 cm,
Tuval Üzerine Akrilik ve Yağlı boya.
SONUÇ
SONUÇ
Sanat
tarihinde apolitik yapıtlar ve siyasal bakımdan bağlanmış sanat, zengin bir
şekilde hep bulunmaktadır. 19. yüzyılın “sanat sanat içindir” deyişinin ortaya
çıkmasıyla sanatsal üretimde çatışmalar başladı. 20. yüzyılın başlarında
avangard adının altında toplanan bir gurup sanatçı, sanatın yozlaşma halini
eleştirerek sanatın seyrini daha aktif ve siyasal bir yöne çekmeyi
hedeflemişlerdir. Toplumdaki yozlaşma ve adaletsizlikleri teşhir etmeyi hedefleyen
kendi kökenlerini aşan, zaman ve mekândan bağımsız olan Guernica gibi
şaheserler, savaşın çaresiz kurbanlarına çektirilen acılara karşı duruşlar
sergilemişlerdir.
İkinci Dünya
savaşı ertesinde Ekspresyonist sanatçılar siyaset ortamından uzak görünmelerine
rağmen perde arkasında siyasi sonuçlar sergileyip soğuk savaşın gizli askerleri
rolünü ifa etmekteydiler. New York, Paris’in icadı modernizmi kendine mal edip
Avrupa üzerinde bir kültürel hegemonya oluşturmuştur.
Pop sanatı
yeni teknolojilerden alınmış görsel dillerden faydalanarak çağın kargaşasını
ele alıp tüketimciliği eleştirmekteydi. Sanatçılar siyasal dünyanın
meselelerini ele alarak çeşitli görüşler sergilemeye başlamışlardır. Kadın
sanatçılar gibi azınlıklar tepkilerini ifade ederek sanat dünyasında
kendilerine yer açmışlardır.
ABD ve
Avrupa‘da 1960’lı yıllardan itibaren yaşanan Feminist, LGBT ve AIDS hastalığı
gibi dalgalar sanatta ötekileşen bir kitleyi ele alarak yönetim sisteminin
siyası davranışlarını eleştirmeye başlamışlardır.
20. yüzyılın
sonunda, Soğuk savaşın bitmesi, Küreselleşme ve kapitalizm gibi yeni gelişmeler
sanatçının başkaldırısı için hem yeni kavramlar hem de sanat dünyasında
kültürel anlamda çeşitli yenilikler kazandırmıştır. Sanatın bu serüveni; onun
siyasetten hiçbir zaman ayrılamadığı sonucunu ortaya koymaktadır. Siyasi çevre
sanatçı üzerinde etki bırakır ve bu etkilerin cevabında sanatçı yaratmaya
başlar. Sanatçılar sanatlarını kullanarak dikkatleri insani ve evrensel
meselelere çekip siyasetçileri eleştirirler.
Artivizm aynı
şekilde bu günün sanatçısına, siyasetçi görevi yüklemektedir. Aktivist duruşlar
sergileyen sanatçılar bu görevi üstlenerek dünyanın neresinde bir haksızlık,
dolandırıcılık, sahtekârlık ve insan haklarına aykırılık varsa orada
kümelenmiş, toplumun dikkatini oraya çekmektedirler. Çağdaş sanat, dünyanın
kargaşası, travmaları ve vaatlerinden anlam çıkarmamıza katkıda bulunmaktadır.
Küresellik
kültürlerarası geçişler, dünyanın küçülmesi ve dünya bilincinin bir bütün
haline gelmesine yol açmaktadır. Bu bağlamda Shirin Neshat’da, küreselleşen
dünyada doğu kültürüyle özdeşleşen ancak batı sahnesinde yer alan ve kadını
sorgulayan bir sanatçıdır.
İran’ın siyasi
gelişmeleri ve gerçekleşen devrimden etkilenen sanatçı, kadın hayatında oluşan
değişimleri sergileyerek İslam devriminin ülkesinde yarattığı kültürel
değişiklikleri incelemektedir.
Sembolleri
kendi kültürüyle birleştiren İranlı sanatçı, Neshat “Ötekileşme” kavramı
üzerine kafa yormaktadır. Siyaseti içerdiğinden dolayı çalışmaları kendi
ülkesinde sergilenememesi ve bu nedenden doları sanatçının yapıtları daha çok
batı dünyasında sergilenmiş olması, izleyiciye egzotik bir ülkenin kültürünü
açıklamaktadır. Eleştirmenler onu İranlı kadınların direnç sembolü olarak
nitelendirmektedirler. Yıllar gittikçe Neshat bulunduğu pozisyondan bir sürü
özel ve sosyal meseleler üzerinde konuşmak ve kendi düşüncesini beyan etmek
için kullandığını ortaya çıkarmıştır.
Gördüğümüz
gibi sanat dünyasında hakim olan yeni gelişmeler, düşkün sanatçıların
görüşlerine büyük bir önem tanımaktadır. Sanatçılar da bu durumu doğru bir
şekilde değerlendirip onlara sunulmuş olan bu siyasi pozisyondan faydalanıp
toplumda var olan gerçek sorunları keskin gözlerle analiz edip, insanlara
sunmaktadırlar. Bu şekilde hala toplumda entelektüel rolünü ifa eden sanatçı
avangartlığını korumaktadır.
Hareket
halindeki bir ordunun üç bölümünü, tarihsel zamanın geçmiş, şimdiki zaman ve
gelecek arasında bölünmesi ve mükemmel topluma doğru bir yürüyüş olarak
ilerleme fikri göz önünde alındığında, bir askeri oluşumun adı olarak avangard,
bugünde geleceğin ufkunu barındıran ve geleceği temsil eder. Doğrudan, aktivist
sanatçıların toplumu mükemmel bir insanlığa ilerlemesine yardım eden bir
misyonu kendiliğinden yüklemektedir.
Sanatçının bu
duruşu siyasi ortamları etkileme gücüne sahip olup olmaması belki çok net bir
şekilde malumumuz değildir, ancak onlar toplumun bilinçlendirme yönünde büyük
bir katkıda bulunmaktadırlar. Çağımızda sanatçılar, insanları belki ütopyayı
vaat edemezler ancak dünyada var olan ırkçılıklara, haksızlıklara,
eşitsizliklere, hoşgörüsüzlüğe ve buna benzer birçok insani olmayan meselelere
tepki göstererek, toplumda insani duyguların hayatta kalmasına yardım
etmektedirler.
KAYNAKÇA:
Altunel L., “1960’tan Günümüze Muhalif Sanat”, Yüksek
Lisans Tezi, Marmara Üniversitesi Güzel Sanatlar Enstitüsü Heykel Ana sanat
Dalı, İstanbul, 2008file:///C:/Users/User/Downloads/261405.pdf,
( Erişim Tarihi: 06.04.2015).
Artun A., Kuramda Avangardlar
ve Bürger’in Avangard Kuramı, Peter Bürger,
Avangard Kuramı içinde, İstanbul, İletişim Yayınevi, 2003, http://www.aliartun.com/content/detail/24,
( Erişim Tarihi: 13.02.2015).
Clark T., Sanat
Ve Propaganda Kitle Kültürü Çağında Politik İmge, İngilizceden Çeviren:
Esin Hoşcusu, 2. Baskı, İstanbul, Ayrıntı Yayınları, 2011.
Erden O.,
(Hazırlayan), Çağdaş Sanat Hakkında Bilmeniz Gereken Her Şey, Tempo/Doğan
Burada Dergi, İstanbul, 1. Baskı, ( Şubat-2012).
Germaner S., 1960
Sonrası Sanat - Akımlar, Eğilimler, Gruplar, Sanatçılar: Kabalcı
Yayınevi,
İstanbul, (1997).
Hollingsworth
M., Dünya Sanat Tarihi, Çevirmen: Rengin Küçükerdoğan, İnkılâp Kitapevi,
2009.
Heartney, E., Sanat
& Bugün, Türkçeye Çeviren: Osman Akınhay, İstanbul, Akbank’ın
Sponsorluğunda Agora Kitaplığı Tarafından Hazırlanmıştır, 2008.
Stallabrass,
J., Sanat A.Ş. Çağdaş Sanat ve Bienaller, Çeviren: Esin Soğancılar, 3.
Baskı, İletişim Yayınları, İstanbul, 2013.
Walter B., Son
Bakışta Aşk, Walter Benjamin'den Seçme Yazılar, Yayına Hazırlayan: Nurdan
Gürbilek, Metis Yayınları, Üçüncü Basım, Ekim 2001, İstanbul.
Akarpınar B., “Mevlâna Celâleddin
Rûmî’nin Mesnevi ve Rubâiyyat’ında “Meyve” ve “Üzüm” Sembolleri”, Bilig,
Kış, 2005, sayı 32: 145-164,
Ahmet Yesevi Üniversitesi
Mütevelli Heyet Başkanlığı, http://www.yesevi.edu.tr/bilig/biligTur/pdf/32/145-164.pdf,
(Erişim Tarihi: 30.04.2015)
Elmas H., “Ondokuzuncu Yüzyıldan Günümüze Özgürlük
Bağlamında Sanat Neydi, Ne Oldu?”, Selçuk Üniversitesi Sosyal Bilimler
Enstitüsü Dergisi 01/2006, http://www.researchgate.net/publication/26453534
ondokuzuncu yzyıldan gnmze zgrlk bal amında
sanat neyd ne oldu, ( Erişim Tarihi: 29.01.2015).
Ersen N., “Feminist Sanatın Kadın Sanatçılara Etkisi:
Miriam Schapiro, Tracey Emin Ve Andrea Dezsö Örnekleri Üzerinden Kadın
Zanaatı/Sanatı”, Yedi, DEÜ GSF Dergisi, Sayı 4, 2010, Sayfa 73 - 78 file:///C:/Users/User/Downloads/5000087272-5000123178-1-SM.pdf,
(Erişim Tarihi: 16.03.2015).
Kılıç. S., “Estetik Politika/ Politize Sanat’ın Toplumun
Sosyo Kültürel Yapılanma Sürecine Etki ve Katkıları”, International Journal
of Social Science, Volume 4 Issue 2, p. 37-49, Winter 2011 http://www.jasstudies.com/Makaleler/886629459
Sibel%20K%C4%B1l%C4%B1%C3%A7 37-49.pdf,
(Erişim Tarihi: 15.01.2015).
Kozlu D., “Teknolojik Gelişmelerin Toplum ve Sanata
Yansımaları”, Süleyman Demirel Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi
Hakemli Dergisi ART-E 2009-03, http://edergi.sdu.edu.tr/index.php/gsfsd/article/viewFile/1220/2796,
(Erişim Tarihi: 08.02.2015).
Mac Donald S.,“Between Two Worlds: An Interview with Shirin
Neshat”, http://www.feministstudies.org/img/art
gallery/0499697.0030.306.pdf, ( Erişim Tarihi: 06.04.2015).
Özdemir F.,“Makine Olarak Andy Warhol”, 02.06.12, http://www.idildergisi.com/makale/pdf/1357559472pdf,
(Erişim Tarihi: 13.03.2015).
Sürün E., “Kültürel
Ve Görsel Estetik Açısından Shirin Neshat Ve İpek Duben Üzerine Bir Çözümleme”,
https://www.academia.edu/3104142/K%C3%9CLT%C3%9CREL
VE G%C3%96RSEL ES TET%C4%B0K
A%C3%87ISINDAN SH%C4%B0R%C4%B0N NESHAT VE%C4%B0 PEK
DUBEN %C3%9CZER%C4%B0NE B%C4%B0R %C3%87%C3%96Z%C3%9CML EME
AN ANALYSIS ON CULTURAL AND VISUAL AESTHETICS THROUGH S H%C4%B0R%C4%B0N
NESHAT AND%C4%B0PEK DUBEN , (Erişim Tarihi: 17.04.2015).
Üner Ö.,“Sanat ve Siyaset İlişkisi / Sanat Ve Siyaset
Sempozyumu”, Sakarya Üniversitesi http://www.academia.edu/8052336/SANAT
VE S%C4%B0YASET %C4%B0L%C4%B0% C5%9EK%C4%B0S%C4%B0
SANAT VE S%C4%B0YASET SEMPOZYUMU SAKAR YA%C3%9CN%C4%B0VERS%C4%B0TES%C4%B0
(Erişim Tarihi: 12.03.2015).
Akarpınar B., “Mevlâna Celâleddin Rûmî’nin Mesnevi ve
Rubâiyyat’ında “Meyve” ve “Üzüm” Sembolleri”, Bilig, Kış, 2005, sayı 32:
145-164, Ahmet Yesevi Üniversitesi Mütevelli Heyet Başkanlığı,
http://www.yesevi.edu.tr/bilig/biligTur/pdf/32/145-164.pdf,
(Erişim Tarihi: 28.04.2015).
Akman K.,“Shirin Neshat ve Allah’ın Kadınları”, Sayı
71, 05 Ocak 2006 http://www.izinsizgosteri.net/asalsayi71/kubilay.akman.2
71.html , ( Erişim Tarihi: 06.04.2015).
Aktivist Dergi, “Cemal Nur Sargut Anlatıyor:” Aralık
12, 2014 http://www.aktivistdergi.com/cemal-nur-sargut-anlatiyor.html,
(Erişim Tarihi: 24.04.2015).
Arıkan H., “ Aktivist Nedir?”
http://www.merakname.com/aktivist-nedir/
(Erişim Tarihi: 12.03.2015).
Asiedu D.,“ Belgian Coastal Town Bans Czech Sculpture of
Saddam Hussein”, 07.02.2006 http://www.radio.cz/en/section/curraffrs/belgian-coastal-town-bans-czech-sculpture-of-
saddam-hussein,
( Erişim Tarihi: 03.04.2015).
Astroset Semboller Araştırma Grubu, “Daire Sembolü”, 01.Haziran.2010,
http://www.astroset.com/bireysel
gelisim/sembol/s19.htm,
(Erişim Tarihi: 30.04.2015).
A Promo Of Paul Hawken's Book ,“Blessed Unrest: Paul
Hawken”, 24 May 2012,
https://www.youtube.com/watch?v=iW8BytViI54,
(Erişim Tarihi: 12.03.2015).
Beaven K., “Performance Art 101: The Angry Space, Politics
and Activism“,5 July 2012
http://www.tate.org.uk/context-comment/blogs/performance-art-101
-angry-space-politics- and-activism,
(Erişim Tarihi: 05.02.2015).
Belonsky A., “Should Maurızıo Cattelan's Hıtler Pray In
Warsaw Ghetto?”, 12.28.2012
http://www.towleroad.com/2012/12/should-maurizio-cattelans-hitler-pray-in-warsaw-
ghetto.html,
( Erişim Tarihi: 03.04.2015).
Carter J., “Exhibiting Fluxus: Mapping Hi Red Center in
Tokyo 1955-1970: A New
AvantGarde”, January 30, 2013,
http://www.moma.org/explore/inside
out/2013/01/30/exhibiting-fluxus-mapping-hi-red-
center-in-tokyo-1955-1970-a-new-avant-garde-2,
( Erişim Tarihi: 14.03.2015).
Çarmıklı B.,“Sanat Dünyasının Şef Jokeri Maurızıo
Cattelan”, 31 Aralık 2014,
http://www.banucarmikli.com/sanat-dunyasinin-sef-jokeri-maurizio-cattelan/,
( Erişim Tarihi: 03.04.2015).
Çarmıklı B.,“Shirin Neshat Dirimart”, 24 Mayıs 2013,
http://www.banucarmikli.com/shirin-neshat-dirimart/,
( Erişim Tarihi: 17.04.2015).
Damaschke S.(Derleyen), Çeviri: Başak Demir, Editör: Murat
Çelikkafa, , “Erkeksiz
Kadınlar sinemalarda”, 30.06.2010,
http://www.dw.de/erkeksiz-kad%C4%B1nlar-sinemalarda/a-5742211,
(Erişim Tarihi: 06.04.2015).
Danto A., "Shirin Neshat", Bomb Fall, 2000,
http://bombmagazine.org/article/2332/shirin-neshat,
(Erişim Tarihi: 06.04.2015).
Danzon, “Film Festivali 29 - İzlenim 10: "Erkeksiz
Kadınlar"”, 17 Nisan, 2010, http://danzon2008.blogspot.com.tr/2010/04/film-festivali-29-izlenim-10-erkeksiz.html,
(Erişim Tarihi: 17.04.2015).
Danzon, “Şirin Neşat İstanbul'da!”, 17 Mayıs 2013
http://danzon2008.blogspot.com.tr/2013/05/sirin-nesat-istanbulda.html,
(Erişim Tarihi: 06.04.2015).
Dean M.," Margaret Thatcher's Policies Hit The Poor
Hardest-And it's Happening
Again",The Guardian, 9. April. 2013, http://www.theguardian.com/society/2013/apr/09/margaret-thatcher-policies-poor-society
(Erişim Tarihi: 01. 02. 2015).
De La Rocha H., " Political Art: Acheiving Social
Change Through Art", Art Magazine, July. 2012 http://artmagazinesa.com/political-and-satirical-art-achieving-social-change-through-art/#,
(Erişim Tarihi: 08. 0 2. 2015).
Deniz M.,“ Sanat ve Siyaset İlişkisi Üzerine bir Deneme”,
+rh art magazine 96. Sayı https://mervedeniz.wordpress.com/2013/02/06/sanat-ve-siyaset-i%CC%87liskisi-uzerine-
kisa-bir-deneme/
(Erişim Tarihi: 03.04.2015).
Ditolla T., “Feminist Art Movement”, Editted and
published by The Art Story Foundation, http://www.theartstory.org/movement-feminist-art.htm#,
(Erişim Tarihi: 14.01.2015).
Euronews Culture, “Tate Pays Homage To Pop-Art Icon Richard
Hamilton”, 14.02.14, http://www.euronews.com/2014/02/14/tate-pays-homage-to-pop-art-icon-richard-hamilton/,
(Erişim Tarihi: 01.02.2015).
Euronews (Türkçe), “Şirin Neşat'ın "Bedene
Yazılı" fotoğrafları”, https://www.youtube.com/watch?v=vP2-0RDkeA4,
(Erişim Tarihi: 06.04.2015).
Fırat B., Bakçay E., “Çağdaş Sanattan Radikal Siyasete, Estetik-Politik Eylem”,
09.07.2013, http://www.e-skop.com/skopbulten/cagdas-sanattan-radikal-siyasete-estetik-
politik-eylem/1384
(Erişim Tarihi: 12.02.2015).
Gopnik B., ”Feminism &Art”, The Washington Post, 22
April 2007 http://www.washingtonpost.com/wp-dyn/content/article/2007/04/20/AR2007042000400.html,
(Erişim Tarihi: 05.01.2015).
Green J., Iran's Revolutions: Crash Course World History
226, https://www.youtube.com/watch?v=8w4Ku6l7OEI,
( Erişim Tarihi: 06.04.2015).
Green T.,“ Shirin Neshat’s Tooba”, Modern Art Notes,
April 30, 2005, http://blogs.artinfo.com/modernartnotes/2005/04/shirin-neshats-tooba/,
( Erişim Tarihi: 15.04.2015).
Groys B., “On Art Activism”, e-fluxjournal# 56, 06.
2014. http://www.e-flux .com/journal/on-art-activism/, (Erişim Tarihi:
11.02.2015).
Günay
Y., “Sanat-Siyaset İlişkisini Nasıl Tartışmalı?”
http://lebriz.com/pages/lsd.aspx?lang=TR§ionID=6&articleID=1187,
( Erişim Tarihi: 14.03.2015).
Günbal S., “ Neshat’ın Fikri Özgün Ama Üslubu Avrupalı”, 3
Ağustos, 2014, http://www.dunyabizim.com/sinema/17753/neshatin-fikri-ozgun-ama-uslubu-avrupali.html
, ( Erişim Tarihi: 17.04.2015).
Hammond J., “Hi-Red Center’s Quiet Actions Still
Reverberate Today”, Feb 26, 2014, http://www.japantimes.co.jp/culture/2014/02/26/arts/hi-red-centers-quiet-actions-still-
reverb
erate-today/#.VM5 OmdI0W dk, ( Erişim Tarihi: 05.01.2015).
Interview by Studi Banana TV , “ShirinNeshat”, YouTube,
https://www.youtube.com/watch?v=soKDfE74eLY,
(Erişim Tarihi: 06.04.2015).
Jeffries S., “Renzo Martens-The Artist
Who Wants To Gentrify The Jungle”, 16
December 2014, http://www.theguardian.com/artanddesign/2014/dec/16/renzo-martens-gentrify-the-jungle-
congo-chocolate-art,
(ErişimTarihi: 15.01.2015).
Kara K., “Gönül İçinde Ateş Yanan Bir Ocağa Benzer”, 04
Ocak 2009, http://www.kerimkara.com/gonul-icinde-ates-yanan-bir-ocaga-benzer.html,
(Erişim Tarihi: 20.04.2015).
Karadeniz Y., “İran Tarihi (1700 - 1925)”,
http://www.dr.com.tr/kitap/%C4%B
1 ran-tarihi-1700- 1925-/yilmaz-karadeniz- karadeniz/arastirma-tarih/tarih/dunya-tarihi/urunno=0000000385162,
(Erişim Tarihi: 17.04.2015).
Köşebaşı S., “Sanatın Aktivist yüzü”, Şalom siyasi ve
Kültürel Gazete, 4 Eylül 2013, http://www.salom.com.tr/haber-88230-sanatin
aktivist yuzu.html, ( Erişim Tarihi: 09.03.2015).
Louie E., "A Minimalist Loft, Accessorized Like Its
Owner". The New York Times, 28.01. 2009, http://www.nytimes.com/2009/01/29/garden/29iranian.html?
r=0, (Erişim Tarihi: 24.04.2015).
Manchester E., “Ana Mendieta, Untitled Rape Scene 1973,
Summary”, October 2009, http://www.tate.org.uk/art/artworks/mendieta-untitled-rape-scene-t13355/text-summary,
( Erişim Tarihi: 03.04.2015).
MEBKAM, “Mevlana’dan
Günümüze Kalan”,
http://www.mebkam.com/makale.asp?dil=28&MakaleID=47,
(Erişim Tarihi: 20.04.2015).
Moma Multimedia, “AUDIO, Marina Abramovic. The House with
the Ocean View. 2002”, http://www.moma.org/explore/multimedia/audios/190/1996,
(Erişim Tarihi: 15.03.2015).
Regine, “Book Review - Art &Activism in the Age of
Globalization”, December 27, 2011, http://we-make-money-not-art.com/archives/2011/12/art-activism-in-the-age-of-
glo.php#.VOGwAuasUZP,
(Erişim Tarihi: 09.01.2015).
Saka Y., “Banksy: Politik Sanatın Uzlaşmacı Yüzü”,
08.12.2012,
http://www.e-skop.com/skopbulten/banksy-politik-sanatin-uzlasmaci-yuzu/994,
(Erişim Tarihi: 12.02.2015).
Saunders F., “Modern Art Was CIA
Weapon”,The Independent, 22.October. 1995, http://www.independent.co.uk/news/world/modern-art-was-cia-weapon-1578808.html, ,
(Erişim Tarihi: 8.2.2015).
Selçuk Üniversitesi, “1. Milletlerarası MEVLANA Kongresi”,
https://www.selcuk.edu.tr/dosyalar/files/323/kongreler/I.%20M.A.M.K..pdf
, ( Erişim Tarihi: 20.04.2015).
Schıck İ., “Charlie Hebdo, İslamofobi, Nefret Söylemleri”, 31
Mart 2015 http://t24.com.tr/k24/yazi/charlie-hebdo-islamofobi-nefret-soylemleri,129,
(Erişim Tarihi: 24.04.2015).
Sheybani S.,“Women of Allah: A Conversation with Shirin
Neshat”, Spring 1999 http://quod.lib.umich.edu/cgi/t/text/text-
idx?cc=mqr;c=mqr;c=mqrarchive;idno=act2080.0038.207;rgn=main;view=text;xc=1;g=mqrg,
( Erişim Tarihi: 17.04.2015).
Smith J., “Rapture By Shirin Neshat Puts Viewers Between
Women And Men”,
December 16, 2010, http://www.isthmus.com/isthmus/article.php?article=31625,
( Erişim Tarihi: 17.04.2015).
Şalom, “Varşova Getosu’nda Hitler heykeli”, 28 Aralık
2012. http://www.salom .com.tr/newsdetails.asp?id=85285, ( Erişim
Tarihi: 03.04.2015).
Smith R., “On Becoming a Dog By Acting Like One”, April 18,
1997, http://www.nytimes.com/1997/04/18/arts/on-becoming-a-dog-by-acting-like-one.html,
(Erişim Tarihi: 03.04.2015).
Taraf, “Varşova’nın orta yerinde Hitler”, 30 Aralık
2012 http://arsiv.taraf.com.tr/haber-varsova-nin-orta-yerinde-hitler-111300/,
(Erişim Tarihi: 03.04.2015).
Tate, “ Richard Hamilton: Room 12, Treatment room”, http://www.tate.org.uk/whats-on/tate-modern/exhibition/richard-hamilton/richard-hamilton-
room-guide/richard-hamilton-room-2,
(Erişim Tarihi: 01.02.2015).
Tate, “Tony Cragg, Britain Seen from the North 1981”,
http://www.tate.org.uk/art/artworks/cragg-britain-seen-from-the-north-t03347,
(Erişim Tarihi: 02.02.2015).
TED Women 2010, “Şirin Neşat: Sürgünde Sanat”, Filmed
Dec 2010, http://www.ted.com/talks/shirin
neshat art in exile?language=tr#t-527242, ( Erişim Tarihi:
17.04.2015).
The Guardian, “Marina Abramovic's Weird Estmoments - in
Pictures” , 9 June 2014, http://www.theguardian.com/artanddesign/gallery/2014/jun/09/marina-abramovic-weirdest-
moments-performance-art-in-pictures,
(Erişim Tarihi: 14.03.2015).
Troçki L., “Çağımızda Sanat ve Siyaset”, Çeviri: Elçin
Gen, 25.9.2012, http://www.e-skop.com/skopbulten/pasajlar-cagimizda-sanat-ve-siyaset/875,
(Erişim Tarihi: 12.3.2015).
Türkiye Cumhuriyeti Tahran Büyükelçiliği, “Bilgi Notları”, 15
Haziran 2014, http://tahran.be.mfa.gov.tr/ShowInfoNotes.aspx?ID=200926,
(Erişim Tarihi: 06.04.2015).
Üstündağ G., “Mevlana'sız Medeniyetler İttifakı olmaz”,
01 Ocak 2007, http://www.aksiyon.com.tr/soylesi/mevlanasiz-medeniyetler-ittifaki-olmaz
519300, (Erişim Tarihi: 20.04.2015).
Walsh D.,“A Gaze Through The Veil: An Analysis of Iran and
Art Censorship Through The work of Shirin Neshat”,
http://www.studentszine.com/ow
userfiles/plugins/ifiles/A%20Gaze%20through%20the%20 Veil;%20Iran%20and%20Aıt%20Censorship%20through%20the%20Work%20of%20Shirin
%20Neshat%202.pdf,
( Erişim Tarihi: 17.04.2015).
Ward O., "Art and Politics of the Cold War", TimeoutLondon,
30 Sep 2008, http://www.timeout.com/london/art/art-and-politics-of-the-cold-war,
(Erişim Tarihi: 15.1.2015).
Worth A., “A Fine Italian Hand”, OCTOBER 11, 2010, http://tmagazine.blogs.nytimes.com/2010/10/11/a-fine-italian-hand/?
r=0, ( Erişim Tarihi: 03.04.2015).
Yılmaz H.,“Shirin Neshat”, 27 Kasım 2010,
https://haceryilmaz.wordpress.com/2010/11/27/shirin-neshat/,
(Erişim Tarihi: 20.04.2015).
http://kuddusidivani.com/nedir.htm,
(Erişim Tarihi: 29.04.2015).
Resim1:http://en.wikipedia.org/wiki/Philip_IV_of_Spain
Resim2:http://en.wikipedia.org/wiki/Francisco_Goya#mediaviewer/File:El_Tres_de_Mayo,_
by_Francisco_de_Goya,_from_Prado_thin_black_margin.jpg
Resim3:http://www.pablopicasso.org/guernica.jsp
Resim4:http://www.arttimesjournal.com/art/reviews/May_June_10_Ina_Cole/Pablo_Picasso_
Ina_Cole.html
Resim5:http://www.moma.org/learn/moma_learning/andy-warhol-campbells-soup-cans-1962
Resim6:https://liabxl.wordpress.com/2014/05/25/just-what-is-that-makes-richard-hamilton-
so-pop/
Resim7:http://www.tate.org.uk/art/artworks/cragg-britain-seen-from-the-north-t03347
Resim8:http://www.milanknizak.com/219-demonstrace/234-demonstrace-jednoho-1964/
Resim9:http://www.japantimes.co.jp/culture/2014/02/26/arts/hi-red-centers-quiet-actions-still-
reverberate-today/#.VM5
OmdI0Wdk
Resim10:http://alphaomegaarts.blogspot.com.tr/2011/03/david-wojnarowiczs-excavating-
temple-of.html
Resim11:http://whitney.org/Collection/DavidWojnarowicz/
Resim12:http://www.frieze.com/issue/article/rights-wrongs/
Resim13:http://www.brooklynmuseum.org/exhibitions/dinner_party/
Resim14:http://www.tate.org.uk/context-comment/blogs/performance-art-101-angry-space-
politics-and-activism
Resim15:http://courses.washington.edu/femart/final_project/wordpress/miranda-july/
Resim16:http://slog.thestranger.com/slog/archives/2011/10/04/red-vag-of-courage
Resim17:http://www.huffingtonpost.com/g-roger-denson/breaking-the-frame-a-
cine_b_4034426.html
Resim18:http://www.theguardian.com/artanddesign/gallery/2014/jun/09/marina-abramovic-
weirdest-moments-performance-art-in-pictures
Resim19:http://www.nationalacademy.org/academicians/marina-abramovic/abramovic2/
Resim20:http://www.tate.org.uk/art/artworks/mendieta-untitled-self-portrait-with-blood-
t13354
Resim21:http://artandwomenfa2013.blogspot.com.tr/2013/12/post-4_3.html
Resim22:http://photography-now.com/artist/dara-birnbaum
Resim23:https://pov321.wordpress.com/2011/10/09/bringing-the-war-home-house-beautiful/
Resim24:http://ex-chamber-memo2.seesaa.net/article/239597743.html
Resim25:https://www.pinterest.com/pin/421719952577932787/
Resim26:http://www.e-skop.com/skopbulten/banksy-politik-sanatin-uzlasmaci-yuzu/994
Resim27:http://www.e-skop.com/skopbulten/banksy-politik-sanatin-uzlasmaci-yuzu/994
Resim28:http://www.portlandart.net/archives/2011/11/alfredo_jaar_ta.html
Resim29:http://we-make-money-not-art.com/archives/2011/12/art-activism-in-the-age-of-
Resim30:http://we-make-money-not-art.com/archives/2011/12/art-activism-in-the-age-of-
Resim31:http://www.theguardian.com/artanddesign/2014/dec/16/renzo-martens-gentrify-the-
Resim32:http://we-make-money-not-art.com/archives/2011/12/art-activism-in-the-age-of-
Resim33:http://we-make-money-not-art.com/archives/2011/12/art-activism-in-the-age-of-
Resim34:http://www.saatchigallery.com/artists/artpages/americabites_1997_1.htm
Resim35:http://greenmuseum.org/c/aen/Images/Ecology/america.php
Resim36:http://www.bloomberg.com/bw/articles/2012-11-21/damien-hirst-jumping-the-shark
Resim37:http://www.artsblog.it/post/479/il-saddam-del-ceco-david-cerny
Resim38:http://www.panoramio.com/photo/29941789
Resim39:https://artworkdebatedotcom.wordpress.com/2013/01/08/la-nona-ora-the-ninth-
Resim40:http://www.towleroad.com/2012/12/should-maurizio-cattelans-hitler-pray-in-
Resim41:http://www.towleroad.com/2012/12/should-maurizio-cattelans-hitler-pray-in-
Resim42:http://news.nationalpost.com/2012/12/28/statue-of-adolph-hitler-praying-in-former-
warsaw-ghetto-a-senseless-provocation-jewish-group-says/
Resim44:http://performamagazine.tumblr.com/post/13637289953/shirin-neshats-overruled
Resim45:http://www.e-flux.com/announcements/shirin-neshat/
Resim46:http://imgkid.com/shirin-neshat-speechless.shtml
Resim47:http://www.mutualart.com/Artist/ShirinNeshat/F5798EF58156DF39/Artworks?Para
ms=3936382C43757272656E74506167652C342C31
Resim48:http://www.artvalue.com/auctionresult--neshat-shirin-1957-iran-the-shadow-under-
the-web-1785596.htm
Resim49:http://www.mutualart.com/Artist/ShirinNeshat/F5798EF58156DF39/Artworks?Para
ms=3936382C43757272656E74506167652C372C31
Resim50:https://www.google.com.tr/search?q=turbulent+shirin+neshat&rlz=1C1RQEB_enT
R627TR627&espv=2&biw=1024&bih=455&source=lnms&tbm=isch&sa=X&ei=oskTVY3X
D8i8ygPE7IL4DA&ved=0CAYQ_AUoAQ#imgdii=2aVF-
jLZYO_PaM%3A%3BBjvPAZeo1MWLVM%3B2aVF-jLZYO_PaM%3A&imgrc=2aVF-
jLZYO_PaM%253A%3BsP8aW52KenlMVM%3Bhttp%253A%252F%252Fwww.luisefaurs
chou.com%252Fimages%252Finstallation-view-of-shirin-neshat-turbulence-at-gallery-
faurschou-copenhagen-
02.jpg%3Bhttp%253A%252F%252Fwww.luisefaurschou.com%252F%3B2000%3B1125
Resim51:http://www.mmoca.org/exhibitions-collection/exhibits/shrin-neshat-rapture
Resim52:http://www.mmoca.org/exhibitions-collection/exhibits/shrin-neshat-rapture
Resim53:http://www.metalocus.es/content/en/blog/written-body-shirin-neshat
Resim54:http://dailyserving.com/2011/03/i-know-something-about-love/sn-fervor-2000-2/
Resim55:http://www.huffingtonpost.com/g-roger-denson/sherin-neshat-artist-of-
t_b_802050.html
Resim56:http://www.huffingtonpost.com/g-roger-denson/sherin-neshat-artist-of-
t_b_802050.html
Resim57:http://www.zamyn.org/current/shirin-neshat.html
Resim58:http://www.artsconnected.org/resource/87302/soliloquy
Resim59:https://www.google.com.tr/search?q=Soliloquy+shirin+neshat&rlz=1C1RQEB_enT
R627TR627&espv=2&biw=1024&bih=499&source=lnms&tbm=isch&sa=X&ei=SLsTVfaIB
IHPOJuTgIgP&ved=0CAYQ_AUoAQ#imgdii=_&imgrc=WrpZT1-
prR3wQM%253A%3B73OdqOYIKma_tM%3Bhttp%253A%252F%252Fi.ytimg.com%252F
vi%252FZzeNUrAsB-
k%252Fhqdefault.jpg%3Bhttp%253A%252F%252Fwww.youtube.com%252Fwatch%253Fv
%253DZzeNUrAsB-k%3B480%3B360
Resim60:http://www.ghasemebrahimian.com/pulse.htm
Resim61:http://www.museomagazine.com/SHIRIN-NESHAT
Resim62:http://imagejournal.org/page/journal/back-issues/issue-35
Resim63:http://www.thecityreview.com/movpic.html
Resim64:http://www.huffingtonpost.com/g-roger-denson/sherin-neshat-artist-of-
t_b_802050.html
Resim65:http://www.huffingtonpost.com/g-roger-denson/sherin-neshat-artist-of-
t_b_802050.html
Resim66:http://www.huffingtonpost.com/g-roger-denson/sherin-neshat-artist-of-
t_b_802050.html
Resim67:http://blogs.artinfo.com/modernartnotes/2005/04/shirin-neshats-tooba/
Resim68:http://www.huffingtonpost.com/g-roger-denson/sherin-neshat-artist-of-
t_b_802050.html
Resim69:http://eapgroup.com/index.php/new-auction-room-enters-mideast-art-market/
Resim70:http://institut-bernard-magrez.com/oeuvres/untitled-zarin-s%C3%A9rie-wmen-
without-men
Resim71:http://www.huffingtonpost.com/g-roger-denson/sherin-neshat-artist-of-
t_b_802050.html
Resim72:http://womenwithoutmen.blog.indiepixfilms.com/
Resim73:http://www.slightlylucid.com/shirin-neshat-women-without-men/
ÖZGEÇMİŞ
Kişisel Bilgiler Adı Soyadı Doğum Yeri ve Tarihi |
: Rahileh Rokhsari Azar : Gorgan-İran, 1975 |
Eğitim Durumu Lise |
: Fatemiyeh Lisesi / İran-Karaj (1993) |
Lisans Öğrenimi Yüksek Lisans Öğrenimi |
: Urmia Üniversitesi Uygulamalı Fizik / Urmia-İran,
1993-1998 : Akdeniz Üniversitesi Güzel Sanatlar Enstitüsü Resim ASD / Antalya |
Tez Konusu |
:Çağdaş Sanatta Aktivizm
Bağlamında Shirin Neshat’ın Yapıtları |
Yabancı Diller |
: İngilizce ve Farsça |
Sanatsal Faaliyetler
2014 |
Karma Heykel Sergisi / Aquarium Sergi Salonu-Antalya /
Türkiye |
2014 |
Kişisel Sergi /“The Longworth Gallery” Santa Fe /ABD |
2013 |
Kişisel Sergi /“The Longworth Gallery” Santa Fe /ABD |
2010 |
Uluslar Arası Karma Sergi /Malezya Sanat Enstitüsü/Malezya |
2010 |
Karma Sergi/ Malezya “Natıonal Day” Sergisi/ Malezya |
2008 |
Uluslararası Sanat EXPO/Malezya |
2008 |
Karma Sergi/“Sobhan Art Gallery”/İran |
2007 |
Karma Sergi /“ Mina Art Gallery”/ İran |
Seminer
2015 |
“Ai Wei Wei” / Akdeniz Üniversitesi Güzel Sanatlar Enstitüsü
/ Antalya |
Ödüller
2015 |
Monmouth Müzesi 36. Yıllık Sergisinde “On The Edge” adlı
eserin jüri tarafından seçilmesi ve sergilenmesi/New Jersey / ABD |
2014 |
Linus Gallery Top-30 Sanatçı Yarışmasında Seçilme
/Californıa / ABD |
2014 |
New Beginnings Gallery Yarışması 1. lik Ödülü/ABD |
2014 |
“Focus Point International Gallery” Yarışması Onur Ödülü/
ABD |
2010 “MIA
International Art Exhibition” Takdir Belgesi /Malezya
1998-2007 “Rokhsari Art Gallery”
İletişim Bilgileri
Web |
|
E-Posta |
|
Telefon |
: 0 530 303
27 21 |
Adresi |
: Altınkum
Mahallesi, 442 sokak, Sude Apt, No: 5/8, Konyaaltı, Antalya |
[1] Leon
Troçki, “Çağımızda Sanat ve Siyaset”,Çeviri: Elçin Gen, 25.9.2012, http://www.e-skop.com/skopbulten/pasajlar-cagimizda-sanat-ve-siyaset/875
(Erişim Tarihi: 12.3.2015).
[2] Düriye,
Kozlu, “Teknolojik Gelişmelerin Toplum Ve Sanata Yansımaları”, Süleyman
Demirel Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Hakemli Dergisi ART-E 2009-03,
s.3, http://edergi.sdu.edu.tr/index.php/gsfsd/article/viewFile/1220/2796,
(Erişim Tarihi: 8.2.2015).
[3] Özlem Üner, “Sanat ve Siyaset İlişkisi /
Sanat Ve Siyaset Sempozyumu”,Sakarya Üniversitesi, s.1, http://www.academia.edu/8052336/SANAT_VE_S%C4%B0YASET_%C4%B0L%C4%B0%C5%9EK%C4%B
0S%C4%B0_SANAT_VE_S%C4%B0YASET_SEMPOZYUMU_SAKARYA_%C3%9CN%C4%B0VERS%C
4%B0TES%C4%B0,
(Erişim Tarihi: 12.03.2015).
[4] A Promo Of Paul Hawken's Book ,“Blessed
Unrest: Paul Hawken”, 24 May 2012, https://www.youtube.com/watch?v=iW8BytViI54,
(Erişim Tarihi: 12.03.2015).
[5] Groys
Boris, “On Art Activism”, e-fluxjournal# 56, 06. 2014, http://www.e-flux.com/journal/on-art-activism/
(Erişim Tarihi: 11.02.2015).
[6] Selin Süar Köşebaşı, “Sanatın Aktivist
Yüzü”, Şalom Haftalık Siyasi Ve Kültürel Gazete, 4 Eylül 2013, http://www.salom.com.tr/haber-88230-sanatin_aktivist_yuzu.html,
(Erişim Tarihi:09.03.2015).
[7] Hasan Arıkan , “ Aktivist Nedir?”,
http://www.merakname.com/aktivist-nedir/,
(Erişim Tarihi: 12.03.2015).
[8] Özlem
Üner, A.g. e. , s. 2.
[9] Ossian Ward, "Art and Politics of the
Cold War", Timeout London, 30 Sep 2008, http://www.timeout.com/london/art/art-and-politics-of-the-cold-war,
(Erişim Tarihi: 15.1.2015).
[10] Sibel Kılıç,” Estetik Politika/ Politize
Sanat’ın Toplumun Sosyo Kültürel Yapılanma Sürecine Etki ve Katkıları”,
International Journal of Social Science, Volume 4 Issue 2, p. 37-49, Winter
2011, s. 38, http://www.jasstudies.com/Makaleler/886629459_Sibel%20K%C4%B1l%C4%B1%C3%A7_37-49.pdf, (Erişim Tarihi: 15.01.2015).
[11] Ossian Ward, A.g. e. , 30 Sep, 2008.
[12] Özlem Üner, A.g. e. , s. 2.
[13] Mary Hollingsworth, Dünya Sanat Tarihi, İnkılâp Kitapevi,
2009, s. 393.
[14] Özlem Üner, A.g.e. , s. 2.
[15] Ossian Ward, A.g. e. , 30 Sep, 2008.
[16] Selin Süar Köşebaşı, A. g. e. , 4 Eylül 2013.
[17] Düriye Kozlu, A. g. e. , s.3.
[18] Hüseyin Elmas, “Ondokuzuncu Yüzyıldan
Günümüze Özgürlük Bağlamında Sanat Neydi, Ne Oldu?”, Selçuk Üniversitesi
Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi 01/2006, s. 2, http://www.researchgate.net/publication/26453534_ondokuzuncu_yzyıldan_gnmze_zgrlk_balamında_sanat_ney
d_ne_oldu,
( Erişim Tarihi: 29.01.2015).
[19] Osman Erden (Hazırlayan), Çağdaş Sanat Hakkında Bilmeniz Gereken
Her Şey, Tempo/Burada Dergi, İstanbul, 1. Baskı,( Şubat-2012), ss. 16-18.
[20] Mary Hollingsworth, A. g. e. , s. 467.
[21] Yiğit Günay, “Sanat-Siyaset
İlişkisini Nasıl Tartışmalı?”, s.1.
http://lebriz.com/pages/lsd.aspx?lang=TR§ionID=6&articleID=1187,
( Erişim Tarihi: 14.03.2015).
[22] Walter Benjamin, Son Bakışta Aşk, Walter Benjamin'den Seçme
Yazılar, Yayına Hazırlayan: Nurdan Gürbilek, Metis Yayınları, Üçüncü Basım,
Ekim 2001, İstanbul, s. 167.
[23] Yiğit Günay, A.g. e. , s.2.
[24] Yiğit Günay, A.g. e. , s.1.
[25] Ossian Ward, A.g. e. , 30 Sep, 2008.
[26] Eleanor Heartney, Sanat & Bugün,
Türkçeye Çeviren: Osman Akınhay, İstanbul, Akbank’ın Sponsorluğunda Agora
Kitaplığı Tarafından Hazırlanmıştır, 2008. s. 366.
[27] Ossian Ward, A.g. e. , 30 Sep, 2008.
[28] Ossian Ward, A. g. e. , 30 Sep, 2008.
[29] Ossian Ward, A. g. e. , 30 Sep, 2008.
[30] Eleanor Heartney, A. g. e. , s. 366.
[31] Julian Stallabrass, Sanat A.Ş. Çağdaş Sanat
Ve Bienaller, Çeviren: Esin Soğancılar, İletişim Yayınlar, 2013, İstanbul,
s.19.
[32] Ossian Ward, A. g. e. , 30 Sep, 2008.
[33] Frances Stonor Saunders, "Modern Art
Was CIA Weapon",The İndependent, 22.October. 1995, http://www.independent.co.uk/news/world/modern-art-was-cia-weapon-1578808.html
,
(Erişim Tarihi: 08.02.2015).
[34] Haydee Munoz De La Rocha, " Political
Art: Acheiving Social Change Through Art", Art Magazine,
July. 2012,
http://artmagazinesa.com/political-and-satirical-art-achieving-social-change-through-art/#,
(Erişim Tarihi 08.02. 2015).
[35] Semra Germaner, 1960 Sonrası Sanat -
Akımlar, Eğilimler, Gruplar, Sanatçılar: Kabalcı Yayınevi, İstanbul,
(1997).
[36] Fatih Özdemir, “Makine Olarak Andy Warhol”,
02.06.12, s. 1,
http://www.idildergisi.com/makale/pdf/1357559472.pdf,
(Erişim Tarihi: 13.03.2015).
[37] Ali Artun, “Kuramda Avangardlar ve
Bürger’in Avangard Kuramı”, Peter Bürger, Avangard Kuramı içinde, İstanbul,
İletişim, 2003, s. 9-32,
http://www.aliartun.com/content/detail/24,
( Erişim Tarihi: 13.02.2015).
[38] Fatih Özdemir, A.g. e. , s. 1.
[39] Ossian Ward, A. g. e. , 30 Sep, 2008.
[40] Malcolm Dean, " Margaret Thatcher's
Policies Hit The Poor Hardest-And It's Happening Again", The Guardian,
9. April. 2013.
[41] Tate, “ Richard Hamilton: Room 12,
Treatment room”, http://www.tate.org.uk/whats-on/tate-modern/exhibition/richard-hamilton/richard-hamilton-room-guide/richard-
hamilton-room-2,
(Erişim Tarihi: 01.02.2015).
[42] Euronews Culture, “Tate Pays Homage To
Pop-Art Icon Richard Hamilton”, 14.02.14,
http://www.euronews.com/2014/02/14/tate-pays-homage-to-pop-art-icon-richard-hamilton/,
(Erişim Tarihi: 01.02.2015).
[43] Tate, “Tony Cragg, Britain Seen from the
North 1981”, http://www.tate.org.uk/art/artworks/cragg-britain-seen-from-the-north-t03347,
(Erişim Tarihi: 02.02.2015).
[44] Eleanor Heartney, A. g. e. , s.221.
[45] Kirstie Beaven, “Performance Art 101: The Angry Space, Politics
and Activism”,5 July 2012
http://www.tate.org.uk/context-comment/blogs/performance-art-101-angry-space-politics-and-activism,
(Erişim Tarihi: 5.2.2015).
[46] Kirstie Beaven, A.g. e. ,5 July 2012.
* İkinci dünya savaşının bitmesinden sonra, savaştan çıkan
dünyada 1946'dan itibaren bebek doğumlarında görülen yüksek artış ve patlamaya
verilen ad.
[47] Kirstie Beaven, A. g. e. , 5July 2012.
[48] Kirstie Beaven, A.g. e. ,5 July 2012.
[49] Kirstie Beaven, A.g. e. ,5 July 2012.
[50] Kirstie Beaven, A.g. e. , 5 July 2012.
[51] Jordan Carter, “Exhibiting Fluxus: Mapping Hi Red Center in
Tokyo 1955-1970: A New Avant-Garde”, January 30,
2013http://www.moma.org/explore/inside_out/2013/01/30/exhibiting-fluxus-mapping-hi-red-center-
in-tokyo-1955-1970-a-new-avant-garde-2,
( Erişim Tarihi: 14.03.2015).
[52] Jeff Mıchael Hammond, “Hi-Red Center’s
Quiet Actions Still Reverberate Today”,Feb 26, 2014, http://www.japantimes.co.jp/culture/2014/02/26/arts/hi-red-centers-quiet-actions-still-reverberate-
today/#.VM5OmdI0Wdk,
(Erişim Tarihi: 05.01.2015).
[54] Jeff Mıchael Hammond, A. g. e. , Feb 26, 2014.
*
“Harfçilik” manasına gelen
ve “Lettre” (harf) kelimesinden türetilen Letrizm (lettrisme), İkinci Dünya
Savaşlan’ndan sonra görülen ve öncülüğünü Romen asıllı İsidore Isou’nun yaptığı
bir şiir akımıdır. Dadaizm ile bazı hususlarda benzerlikleri bulunan ve önemli
ölçüde de bu hareketten doğan Letrizm, mevcut şiir/ edebiyat anlayışlarını
bütünüyle reddeden ve geleneği bütünüyle yıkmak isteyen bir anlayışın ürünüdür.
http://www.edebibilgiler.com/documents/letrizm.html,
( Erişim Tarihi: 13.03.2015).
[56] Toby clark, Sanat Ve Propaganda Kitle Kültürü Çağında
Politik İmge, İngilizceden Çeviren: Esin Hoşcusu, 2. Baskı, İstanbul, Ayrıntı
Yayınları, 2011, s. 169.
*
Dr. Martin Luther King, Jr.
(d. 15 Ocak 1929, Atlanta, Georgia; ö. 4 Nisan 1968, Memphis, Tennessee) bir
Afrikalı- Amerikalı Baptist papaz ve Amerikan Yurttaş Hakları hareketi önderi.
[59] Kirstie Beaven, A. g. e. , 5 July 2012.
* Goblen, bir kumaş üzerine renkli
iplerin iğne ile işlenmesi ile resim oluşturulması sanatıdır.
[60] Eleanor Heartney, A. g. e. , ss. 372-373.
[63] Tracy Ditolla, “Feminist Art Movement”,
Editted and published by The Art Story Foundation, http://www.theartstory.org/movement-feminist-art.htm#,
(Erişim Tarihi: 14.01.2015).
[64] Tracy Ditolla, A. g. e. , Art Story
Foundation.
[66] Blake Gopnik,”Feminism &Art”, The Washington Post, 22
April 2007, s.1,
http://www.washingtonpost.com/wp-dyn/content/article/2007/04/20/AR2007042000400.html,
( Erişim Tarihi: 05.01.2015).
[67] Blake Gopnik, A. g. e. , s.1.
[68] Toby Clark, A. g. e. , s. 179.
[69] Eleanor Heartney, A. g. e. , s. 381.
[70] Eleanor Heartney, A. g. e. , s.218.
[71] Tracy Ditolla, A. g. e. , Art Story
Foundation.
[72] Blake Gopnik, A. g. e. , s.2.
[73] Eleanor Heartney, A. g. e. , s. 218.
[74] The Guardian, “Marina Abramovic's Weirdest
Moments - in Pictures” , 9 June 2014,
http://www.theguardian.com/artanddesign/gallery/2014/jun/09/marina-abramovic-weirdest-moments-
performance-art-in-pictures,
(Erişim Tarihi: 14.03.2015).
[75] Eleanor Heartney, A. g. e. , s. 218.
[76] Eleanor Heartney, A. g. e. , ss. 218-220.
[77] Moma Multimedia, “AUDIO, Marina Abramovic.
The House with the Ocean View. 2002”, http://www.moma.org/explore/multimedia/audios/190/1996
, (Erişim Tarihi: 15.03.2015).
[78] Tracy Ditolla, A. g. e. , Art Story
Foundation.
[79] Elizabeth Manchester, “Ana
Mendieta, Untitled Rape Scene 1973, Summary”, October 2009, http://www.tate.org.uk/art/artworks/mendieta-untitled-rape-scene-t13355/text-summary
, ( Erişim Tarihi: 03.04.2015).
[81] Napalm bombası, belirli sayıda yanıcı sıvıların pelteleştirilmiş
benzin ile karışımı.
II. Dünya Savaşı'nda, Harvard Üniversitesi'nden Louis
Fieser'in başkanlık ettiği bir kimya grubu tarafından geliştirildi. İlk olarak
Pasifik'te Tinian Savaşı'nda kullanıldı. Vietnam Savaşı fotoğrafçısı olan Kim
Phuc, bir sözünde "Napalm hayal edebileceğiniz en korkunç silahtır. Su 100
derecede kaynar, napalm 800-1200 derece sıcaklık üretir." demiştir. Bazı
durumlarda, hızlı öldürdüğünden dolayı kurbanlar fazla acı çekmez. Fakat sağ
kurtulanlarda 3. ve 2. dereceden yanık oluşur.
[82] Eleanor Heartney, A. g. e. , s. 374.
[83] Eleanor Heartney, A. g. e. , s. 378.
[84] Nuran Leyla Ersen, “Feminist Sanatın Kadın
Sanatçılara Etkisi: Miriam Schapiro, Tracey Emin Ve Andrea Dezsö Örnekleri
Üzerinden Kadın Zanaatı/Sanatı”, Yedi, DEÜ GSF Dergisi, Sayı 4, 2010, Sayfa
73 - 78, s. 74, file:///C:/Users/User/Downloads/5000087272-5000123178-1-SM.pdf,
(Erişim Tarihi: 16.03.2015).
[85] Eleanor Heartney, A. g. e. , ss. 242, 244.
[86] Nuran Leyla Ersen, A. g. e. , s. 74.
[87] Yonca Saka, “Banksy:
Politik Sanatın Uzlaşmacı Yüzü”, 8.12.2012, http://www.e-skop.com/skopbulten/banksy-politIk-sanatin-uzlasmacI-yuzu/994,
(Erişim Tarihi: 12.02.2015).
[88] Yonca Saka, A. g. e. , 8.12.2012.
[89] Yonca Saka, A. g. e. , 8.12.2012.
[90] Toby Clark, A. g. e. , ss 185, 186.
[91] Toby Clark, A. g. e. , s 191.
[92] Julian Stallabrass, A. g. e. , s.25.
[93] Eleanor Heartney, A. g. e. , s. 292.
[94] Merve Deniz, “ Sanat ve
Siyaset İlişkisi Üzerine bir Deneme”, +rh art magazine 96. Sayı, https://mervedeniz.wordpress.com/2013/02/06/sanat-ve-siyaset-i%CC%87liskisi-uzerine-kisa-bir-deneme/,
(Erişim Tarihi: 03.04.2015).
[95] Eleanor Heartney, A.g. e. , s. 295.
[96] Regine, “Book Review - Art & Activism
in the Age of Globalization”, December 27, 2011,
http://we-make-money-not-art.Com/archives/2011/12/art-activism-in-the-age-of-glo.php#.VOGwAuasUZP,
(Erişim Tarihi: 09.01.2015).
[97] Regine, A. g. e. , December 27, 2011.
[98] Stuart Jeffries, “Renzo Martens - The
Artist Who Wants To Gentrify The Jungle”,16 December 2014, http://www.theguardIan.com/artanddesIgn/2014/dec/16/renzo-martens-gentrIfy-the-jungle-congo-chocolate-art,
(Erişim Tarihi: 15.1.2015).
[99] Stuart Jeffries, A. g. e. , 16 December 2014.
[100] Stuart Jeffries, A. g. e. , 16 December 2014.
[102] Roberta Smith, “On Becoming
a Dog By Acting Like One”, April 18, 1997, http://www.nytimes.com/1997/04/18/arts/on-becoming-a-dog-by-acting-like-one.html,
(Erişim Tarihi: 03.04.2015).
[103] Lale Altunel, “1960’tan Günümüze Muhalif
Sanat”, Yüksek Lisans Tezi, Marmara Üniversitesi Güzel Sanatlar Enstitüsü
Heykel Ana sanat Dalı, İstanbul, 2008, s. 168, file:///C:/Users/User/Downloads/261405.pdf,
( Erişim Tarihi: 06.04.2015).
[104] Lale Altunel, A. g. e. , s. 168.
[105] Dita Asiedu, “ Belgian Coastal Town Bans
Czech Sculpture of Saddam Hussein”, 07.02.2006,
http://www.radio.cz/en/section/curraffrs/belgian-coastal-town-bans-czech-sculpture-of-saddam-hussein,
( Erişim Tarihi: 03.04.2015).
[106] Eleanor Heartney, A. g. e. ,
s. 21.
[107] Banu Çarmıklı, “Sanat Dünyasının Şef Jokeri
Maurızıo Cattelan”, 31 Aralık 2014, http://www.banucarmikli.com/sanat-dunyasinin-sef-jokeri-maurizio-cattelan/,
( Erişim Tarihi: 03.04.2015).
[108] Alexı Worth, ” A Fine Italian Hand”,
OCTOBER 11, 2010, http://tmagazine.blogs.nytimes.com/2010/10/11/a-fine-italian-hand/?_r=0,
( Erişim Tarihi: 03.04.2015).
[109] Eleanor Heartney, A. g. e. , s. 21.
[110] Lale Altunel, A. g. e. , ss. 172, 173.
[111] Banu Çarmıklı, A. g. e. , 31 Aralık 2014.
[112] Şalom, “Varşova Getosu’nda Hitler heykeli”,
28 Aralık 2012, http://www.salom.com.tr/newsdetails.asp?id=85285,
( Erişim Tarihi: 03.04.2015).
[113] Taraf, “Varşova’nın orta yerinde Hitler”, 30
Aralık 2012, http://arsiv.taraf.com.tr/haber-varsova-nin-orta-yerinde-hitler-111300/,
( Erişim Tarihi: 03.04.2015).
[114] Şalom, A. g. e. , 28 Aralık 2012.
[115] Andrew Belonsky, “Should Maurızıo
Cattelan's Hıtler Pray In Warsaw Ghetto?”, 12.28.2012,
http://www.towleroad.com/2012/12/should-maurizio-cattelans-hitler-pray-in-warsaw-ghetto.html,
( Erişim Tarihi: 03.04.2015).
[116] Yılmaz Karadeniz, “ İran
Tarihi (1700 - 1925)”, http://www.dr.com.tr/kitap/%C4%B1ran-tarihi-1700-1925-/yilmaz-karadeniz-karadeniz/arastirma-
tarih/tarih/dunya-tarihi/urunno=0000000385162,
( Erişim Tarihi: 17.04.2015).
[117] Türkiye Cumhuriyeti Tahran Büyükelçiliği, “Bilgi
Notları”, 15 Haziran 2014, http://tahran.be.mfa.gov.tr/ShowInfoNotes.aspx?ID=200926
, (Erişim Tarihi: 06.04.2015).
[118] Türkiye Cumhuriyeti Tahran Büyükelçiliği, A.
g. e. , 15 Haziran 2014.
* Hükümdarın, bütün siyasal kudreti
elinde bulundurduğu yönetim biçimi.
[119] John Green, “Iran's Revolutions: Crash
Course World History 226”,
https://www.youtube.com/watch?v=8w4Ku6l7OEI,
( Erişim Tarihi: 06.04.2015).
[120] Türkiye Cumhuriyeti Tahran Büyükelçiliği, A.
g. e. , 15 Haziran 2014.
[121] Ebru Nalan Sürün, “Kültürel Ve Görsel
Estetik Açısından Shirin Neshat Ve İpek Duben Üzerine Bir Çözümleme”, s. 5,
https://www.academia.edu/3104142/K%C3%9CLT%C3%9CREL_VE_G%C3%96RSEL_ESTET%C4%B0K_
A%C3%87ISINDAN_SH%C4%B0R%C4%B0N_NESHAT_VE_%C4%B0PEK_DUBEN_%C3%9CZER%C4
%B0NE_B%C4%B0R_%C3%87%C3%96Z%C3%9CMLEME_AN_ANALYSIS_ON_CULTURAL_AND_VI
SUAL_AESTHETICS_THROUGH_SH%C4%B0R%C4%B0N_NESHAT_AND_%C4%B0PEK_DUBEN
, (Erişim Tarihi: 17.04.2015).
[122] Ebru Nalan Sürün, A. g. e. , s. 6.
[123] Ebru Nalan Sülün, A. g. e. , s. 6.
[124] Ebru Nalan Sülün, A. g. e. , s. 6.
[125] Lale Altunel, A. g. e. , s. 169.
[126] Kubilay Akman, “Shirin Neshat ve Allah’ın
Kadınları”, Sayı 71, 05 Ocak 2006, http://www.izinsizgosteri.net/asalsayi71/kubilay.akman.2_71.html
, ( Erişim Tarihi: 06.04.2015).
[127] Scott MacDonald, “Between Two Worlds: An
Interview with Shirin Neshat”, s. 621,
http://www.feministstudies.org/_img/art_gallery/0499697.0030.306.pdf,
( Erişim Tarihi: 06.04.2015).
[128] Devletin dine bağlı olması ve yönetimde din kurallarının egemen
olmasıdır. Bu yönetim anlayışında egemenliğin kaynağı tanrısal temele
dayanmaktadır.
[129] Kubilay Akman, A. g. e. , 05 Ocak 2006.
[130] Sabine Damaschke (Derleyen), Çeviri: Başak Demir,
Editör: Murat Çelikkafa, , “Erkeksiz Kadınlar
Sinemalarda” 30.06.2010,
http://www.dw.de/erkeksiz-kad%C4%B1nlar-sinemalarda/a-5742211,
( Erişim Tarihi: 06.04.2015).
[131] Kubilay Akman, A. g. e. , 05 Ocak 2006.
[132] Studio Banana TV, “Shirin Neshat -
Interview by Studio Banana TV” - YouTube, https://www.youtube.com/watch?v=soKDfE74eLY,
( Erişim Tarihi: 06.04.2015).
[133] Euronews (Türkçe), “Şirin Neşat'ın
"Bedene Yazılı" fotoğrafları”, https://www.youtube.com/watch?v=vP2-0RDkeA4,
( Erişim Tarihi: 06.04.2015).
[134] Scott MacDonald, A. g. e. , s. 625.
[135] Kubilay Akman, A. g. e. , 05 Ocak 2006.
[136] Arthur C. Danto, "Shirin Neshat",
‘’Bomb’’ Fall, 2000,
http://bombmagazine.org/article/2332/shirin-neshat,
( Erişim Tarihi: 06.04.2015).
[137] Danzon, “şirin neşat İstanbul'da!”, 17
Mayıs 2013,
http://danzon2008.blogspot.com.tr/2013/05/sirin-nesat-istanbulda.html,
( Erişim Tarihi: 06.04.2015).
[138] Elaine Louie (2009-01-28). "A
Minimalist Loft, Accessorized Like Its Owner". The New York Times,
http://www.nytimes.com/2009/01/29/garden/29iranian.htmP_F0,
(Erişim Tarihi: 24.04.2015).
[139] Arthur C. Danto, A. g. e. , Fall, 2000.
[140] Scott MacDonald, A. g. e. , s. 627,628.
[141] Scott MacDonald, A. g. e. , s. 628.
[142] Scott MacDonald, A. g. e. , s. 621.
[143] Kubilay Akman, A. g. e. ,05 Ocak 2006.
[144] Kubilay Akman, A. g. e. , 05 Ocak 2006.
[145] Kubilay Akman, A. g. e. , 05 Ocak 2006.
[146] Arthur c. Danto, A. g. e. , Fall 2000.
[147] Eleanor Heartney, A. g. e. , s 234.
[148] Scott MacDonald, A. g. e. , s.630-631.
[149] Arthur c. Danto, A. g. e. , Fall 200.
[150] Eleanor Heartney, A. g. e. , s. 235.
[151] Scott MacDonald, A. g. e. , s. 622.
[152] Dee Walsh, “A Gaze through the Veil: An
Analysis of Iran and Art Censorship through the work of Shirin Neshat”, s.
25,
http://www.studentszine.com/ow_userfiles/plugins/ifiles/A%20Gaze%20through%20the%20Veil;%20Iran%20a
nd%20Art%20Censorship%20through%20the%20Work%20of%20Shirin%20Neshat%202.pdf,
( Erişim Tarihi: 17.04.2015).
[153] Eleanor Heartney, A. g. e. , s. 246.
[154] Scott MacDonald, A. g. e. , s. 631.
[155] Shadi Sheybani, “Women of Allah: A
Conversation with Shirin Neshat”, Spring 1999,
http://quod.lib.umich.edu/cgi/t/text/text- idx?cc=mqr;c=mqr;c=mqrarchive;idno=act2080.0038.207;rgn=main;view=text;xc=1;g=mqrg,
( Erişim Tarihi: 17.04.2015).
[156] Eleanor Heartney, A. g. e. , s. 246.
[157] Hacer Yılmaz, “Shirin Neshat”, 27 Kasım
2010,
https://haceryilmaz.wordpress.com/2010/11/27/shirin-neshat/,
(Erişim Tarihi: 20.04.2015).
[158] Jennifer A. Smith, “"Rapture" by
Shirin Neshat Puts Viewers Between Women and Men”, December
16, 2010,
http://www.isthmus.com/isthmus/article.php?article=31625,
( Erişim Tarihi: 17.04.2015).
[159] Scott MacDonald, A. g. e. , s. 635.
[160] Eleanor Heartney, A. g. e. , s. 246.
[161] Eleanor Heartney, A. g. e. , s. 246.
[162] Jennifer A. Smith, A. g. e. , December 16, 2010.
[163] Hacer Yılmaz, A. g. e. , 27.11.2010.
[164] Banu Çarmıklı , “Shirin Neshat Dirimart”, 24
Mayıs 2013, http://www.banucarmikli.com/shirin-neshat-dirimart/,
( Erişim Tarihi: 17.04.2015).
[165] Scott MacDonald, A. g. e. , s. 633,636.
[166] Jennifer A. Smith, A. g. e. , December 16, 2010.
[167] Eleanor Heartney, A. g. e. , s. 237.
[168] Lale Altunel, A. g. e. , s.181.
[169] Scott MacDonald, A. g. e. , ss. 638,639.
[170] Eleanor Heartney, A. g. e. , s. 238.
[171] Hacer Yılmaz, A. g. e. , 27.11.2010.
[172] Eleanor Heartney, A. g. e. , s. 239.
[173] Eleanor Heartney, A. g. e. , s. 239.
[174] Scott MacDonald, A. g. e. ,s. 637.
* Birden çok sesi birbiriyle örüp bir
musiki eseri yaratmak demektir.
[176] Amei Wallech, A. g. e. , s. 140.
[177] Eleanor Heartney, A. g. e. , s. 240.
[178] Lale Altunel, A. g. e. , s.170.
[179] Eleanor Heartney, A. g. e. , ss. 241,242.
[180] Scott MacDonald, A. g. e. , s. 624.
[181] Scott MacDonald, A. g. e. , s. 639, 640.
[182] Scott MacDonald, A. g. e. , s. 641.
[183] Eleanor Heartney, A. g. e. ,s. 244.
[184] Amei Wallach, A. g. e. , s. 143.
[185] Scott MacDonald, A. g. e. ,s. 643, 644.
[186] Scott MacDonald, A. g. e. ,s. 643, 644.
[188] Amei Wallach, A. g. e. , s. 142.
[189] Amei Wallach, A. g. e. , s. 141,142.
[190] Scott MacDonald, A. g. e. , s.
642, 643.
[191] Scott MacDonald, A. g. e. , s. 642,643.
[192] Scott MacDonald, A. g. e. , s. 643, 644, 645.
[193] Amei Wallach, A. g. e. , s. 141.
[194] Eleanor Heartney, A. g. e. , s. 244.
[195] Eleanor Heartney, A. g. e. , s. 244.
[196] Scott MacDonald, A. g. e. , ss.647,648.
[197] Scott Mac Donald, A. g. e. , s.637.
[198] Scott MacDonald, A. g. e. , s. 645.
[199] Scott MacDonald, A. g. e. , s.639.
[201] Distopya, (anti-ütopya Yunanca dystopia) çoğunlukla ütopik bir
toplum anlayışının anti-tezini tanımlamak için kullanılır.
[202] Tyler Green, “ Shirin Neshat’s Tooba”, Modern
Art Notes, April 30, 2005, http://blogs.artinfo.com/modernartnotes/2005/04/shirin-neshats-tooba/,
( Erişim Tarihi: 15.04.2015).
[203] Tyler Green, A. g. e. , April 30, 2005.
[204] Tyler Green, A. g. e. , April 30, 2005.
[205] Tyler Green, A. g. e. , April 30, 2005.
[206] Seval Günbal, “ Neshat’ın Fikri Özgün Ama
Üslubu Avrupalı”, 3 Ağustos, 2014, http://www.dunyabizim.com/sinema/17753/neshatin-fikri-ozgun-ama-uslubu-avrupali.html
,
( Erişim Tarihi: 17.04.2015).
[207] Eleanor Heartney, A. g. e. , s. 246.
[208] Seval Günbal, A. g. e. , 3, Ağustos, 2014.
[209] Scott MacDonald, A. g. e. , s.634.
[210] Sabine Damaschke, A. g. e. , 30.06.2010.
[211] TED Women 2010, Filmed Dec 2010, “Şirin
Neşat: Sürgünde Sanat”, http://www.ted.com/talks/shirin_neshat_art_m_exile?language=tr#t-527242,
( Erişim Tarihi: 17.04.2015).
[212] TED Women 2010, A. g. e. , Dec 2010.
[213] Danzon, “Film Festivali 29 - İzlenim 10: "Erkeksiz
Kadınlar"”, 17 Nisan, 2010, http://danzon2008.blogspot.com.tr/2010/04/film-festivali-29-izlenim-10-erkeksiz.html,
(
Erişim Tarihi: 17.04.2015).
[214] TED Women 2010, A. g. e. , Dec 2010.
[215] İrvin Cemil Schıck, “Charlie
Hebdo, İslamofobi, Nefret Söylemleri”, 31 Mart 2015, http://t24.com.tr/k24/yazi/charlie-hebdo-islamofobi-nefret-soylemleri,129,
(Erişim Tarihi: 24.04.2015).
[216] Türkiye Cumhuriyeti Dışişleri Bakanlığı,“Medeniyetler
İttifakı Girişimi”, http://www.mfa.gov.tr/medeniyetler-ittifaki-girisimi.tr.mfa,
(Erişim Tarihi: 24.04.2015).
[217] Aktivist Dergi, “Cemal Nur Sargut
Anlatıyor:” Aralık 12, 2014, http://www.aktivistdergi.com/cemal-nur-sargut-anlatiyor.html,
(Erişim Tarihi: 24.04.2015).
[218] Selçuk Üniversitesi, “1. Milletlerarası MEVLANA
Kongresi”, s. 1, https://www.selcuk.edu.tr/dosyalar/files/323/kongreler/I.%20M.A.M.K..pdf
, ( Erişim Tarihi: 20.04.2015).
[219] MEBKAM, “Mevlana’dan Günümüze Kalan”, http://www.mebkam.com/makale.asp?dil=28&MakaleID=47,
(Erişim Tarihi: 20.04.2015).
[220] Gülten Üstündağ, “Mevlana'sız Medeniyetler İttifakı olmaz”,
01 Ocak 2007, http://www.aksiyon.com.tr/soylesi/mevlanasiz-medeniyetler-ittifaki-olmaz_519300,
(Erişim Tarihi: 20.04.2015).
[221] Selçuk Üniversitesi, A. g. e. , s.1.
[222] Bahar Akarpınar, “Mevlâna Celâleddin Rûmî’nin
Mesnevi ve Rubâiyyat’ında “Meyve” ve “Üzüm” Sembolleri”, Bilig, Kış, 2005,
sayı 32: 145-164, Ahmet Yesevi Üniversitesi Mütevelli Heyet Başkanlığı, s. 147,
http://www.yesevi.edu.tr/bilig/biligTur/pdf/32/145-164.pdf,
(Erişim Tarihi: 29.04.2015).
[223] Bahar Akarpınar, A. g. e. , s. 153
[224] http://www.semazen.net/sss.php,
(Erişim Tarihi: 29.04.2015).
[225] Astroset Semboller Araştırma Grubu, “Daire
Sembolü”, 01.Haziran.2010, http://www.astroset.com/bireysel_gelisim/sembol/s19.htm,
(Erişim Tarihi: 30.04.2015).
[226] Astroset Semboller Araştırma Grubu, A. g. e. , 01.Haziran.2010.
[227] http://kuddusidivani.com/nedir.htm,
(Erişim Tarihi: 29.04.2015).
[228] Kerim Kara, “Gönül İçinde Ateş Yanan Bir Ocağa Benzer”, 04
Ocak 2009,
http://www.kerimkara.com/gonul-icinde-ates-yanan-bir-ocaga-benzer.html,
(Erişim Tarihi: 20.04.2015).
Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.
Yorumlar