Print Friendly and PDF

EL-HASÂİSU'L-KÜBRÂ PEYGAMBER EFENDİMİZ VE MU'CİZELERİ 7

Bunlarada Bakarsınız

 

 

25 PEYGAMBERİMİZİN, DUALARININ KABUL EDİLMESİYLE İLGİLİ DAHA ÖNCE ZİKREDİLMEMİŞ BAZI MUCİZELER

Peygamberimizin, Dualarının Kabul Edilmesiyle İlgili Daha Önce Zikredilmemiş Bazı Mucizeler

Peygamber Efendimiz'in, bundan önce zikredilenlerden başka, müteaddid defalar yağmur duaları kabul buyurulmuştur. Şimdi bun­lardan bazılarim daha zikredelim:

İlk önce Buhârî ve Müslim'in Enes'ten rivayet ettiklerini zikrede­lim. Enes diyor ki: "Resülüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) zamanında halka kıtlık ve ku­raklık isabet etti. Bir gün Efendimiz, Cuma gününde minberde hutbesini okumakta iken bir arabi geldi. Dedi ki: "Ey Allah'ın Resulü, mâl helak oldu, çoluk çocuk aç kaldı. Bizını için dua buyurunuz!" Pey­gamber Efendimiz de bunun üzerine hemen ellerini kaldırıp dua buyur­du. Daha ellerini indirmemişti ki, dağ gibi bulutlar meydana geldi. Sonra kendileri minberden inmeden de yağmur yağmaya başladı. Hatta yağmur damlacıkları O minberde iken O'nun sakalim ıslatmaya başladı. O gün hep yağmur yağdı. Ertesi ve daha ertesi günleri de yağmaya de­vam etti. Hatta ertesi cumaya kadar. Aynı Arabi ertesi Cuma gelip: "Ey Allah'ın Resulü, akan seller binaları götürecek" dedi. Peygamberimiz de yine ellerini kaldırarak: "Allah'ım, yağmurunu üzerimize değil, etrafi-mıza yağdır!" diyerek duada bulundu. Bulutlar çekilmeye başladı. Çok geçmeden Medine semaları pırıl pırıl idi. Buluttan eser kalmamıştı. Fa­kat vadilerden bir ay sel suyu eksik olmadı. Etraftan gelenler de: "Böy­lesine bol yağmur görülmemiştir" diyorlardı."

(Bu hadis'in, Enes'ten çeşitli yollarla rivayetleri bulunmaktadır.)

Ebû Nuaym'ın rivayetine göre, Muavviz bin Afra'nın kızı Rubeyyi' şöyle demiştir: "Biz, Peygamber'in (sallallahü aleyhi ve sellem) yanında idik ve sefer halinde bulunuyorduk. İnsanlar, namaz vaktinin gelmesi sebebiyle abdest al­maya muhtaç oldular. Fakat su bulamadılar. Bunun üzerine Peygamber Efendimiz dua buyurdular da yağmur yağdı, insanlar da bundan hem kendi ihtiyaçlarim hem de hayvanlarimn ihtiyaçlarim karşıladılar."

Yine Ebû Nuaym'ın rivayetine göre, Âişe validemiz de şöyle demiş­tir: "insanlar, su sıkıntısı içinde olduklarim Hazret-i Peygamber'e haber verdiler. Peygamberimiz de namazgaha çıkarak dua buyurdular. Dua ederken ellerini o kadar kaldırmıştı ki, koltuk altimn beyazlığı görünü­yordu. Allah, bir bulut meydana getirdi, gök gürledi, şimşek çaktı, sonra yağmur yağdı. Akan seller Mescidin içinden bile geçiyordu. Bu sırada da sevgili Peygamberimiz'in şöyle buyurdukları işitildi:

"Ben, bütün varlığımla şehadet ederim ki, yüce Allah hiç şüphesiz her şeye kadirdir! Ben de, gerçekten O yüce Allah'ın elçisi bulunmakta­yım."

İbn-i MâceBeyhekî, Ka'b bin Mürre el-Behzi'den rivayet ederler, O şöyle anlatıyor: "Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) Mudar kabilesine bedduada bu­lunmuş, onlar da bir büyük kıtlıkla karşı karşıya kalmışlardı. Bu sırada Ebû Süfyan gelip: "Şu kuraklık ve kıtlıktan helak olan kavim, senin kavmindir. Onlar için dua buyurmaz mısınız?" diyerek ricada bulundu. Peygamber Efendimiz de: "Ey Allah'ım, bol ve bereketli, çok ve yeterli, faydalı ve âfetsiz yağmur ihsan eyle! Bu yağmurunu acilen ver yâ Rabb!" diyerek dua buyurdular. Aradan bir cuma geçmişti, yağmurlar yağmaya başladı. Ebû Süfyan Mudar kabilesine döndüğü zaman, onlar yağmur­ların çokluğundan şikayete başlamıştı bile. Tekrar gelip Hazret-i Peygam-ber'den yağmurların kesilmesi için, dua talebinde bulundular. Peygamber Efendimiz de: "Allah'ım, üzerimize değil, etrafımıza yağdır!" diyerek dua ettiler. Bulutlar sağa-sola dağılmaya başladı ve yağmur kesildi."[1]

Peygamberimizin, Kendi Ev Halkı İçin Duası

Buhârî ve Müslim, Ebû Hüreyre'den rivayet ederler. Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: "Allah'ım, Al-i Muhammed'in rızkım, yetecek kadar eyle!"

(Beyhekî bu konuda der ki: Gerçekten de Muhammed'in ev halkı-mn rızkı, yaşamaya yetecek kadar olmuştur ve onlar da buna sabır ve kanâat etmişlerdir." [2]

Yine Rızıkla İlgili Bir Bölüm

Beyhekî'nin İbn-i Mes'ûd'dan rivayetine göre, o şöyle demiştir: Bir gün Peygamber'in (sallallahü aleyhi ve sellem) misafirleri vardı. Peygamberimiz hanımlarına haber yolladı ve yenilecek bir şey olup olmadığim sordurdu. Hanımları­nın her birinden gelen cevapta ise, yenilecek bir şey olmadığı bildirili­yordu. Bunun üzerine Efendimiz, misafirlerini düşünerek, "Allah'ım, Senin lütuf ve ihsanından istiyorum! Lütfedecek olan ancak sensin!" di-yerek dua etti. Az sonra kendisine birisi gelip, kızartılmış bir koyunu hediye olarak getirdiğini bildirdi. Efendimiz de bunu kabul etti ve: "İşte bu, Allah'ın lutfundandır. Biz de zaten O'nun rahmetini bekliyorduk" buyurdu.

Yine Beyhekî, Vasile bin el-Eska'dan da bu mealde bir hadîs rivayet etmiştir. Bu rivayette ise: "Kızartılmış koyun ile birlikte bir mik­tar da ekmek getirildi. Bundan ehl-i suffa yiyip karınlarim doyurdular. Efendimiz de bunun üzerine: "Biz Allah'a lutfundan istemiştik. O da bize merhamet buyurup ta bu nasibi gönderdi" denilmiştir." [3]

Peygamberimizin, Ömer (RADIYALLAHÜ ANH) İçin Duası

Taberânî'nin el-Evsafında ve Hâkim'in güzel bir senetle İbn-i Ömer'den rivayetleri var. O şöyle demiştir: Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem), Ömer müslüman olmak istediği zaman, onun kalbi üzerine mübarek eliyle üç defa vurdu. Bu sırada Hazret-i Peygamber şöyle dua ediyordu: "Allah'ım, Ömer'in kalbinde düşmanlık olarak ne varsa hepsini çıkar! Onun bu duygusunu, îmâna tebdil eyle!" [4]

Peygamberimizin, Ali (radıyallahü anh) İçin Duası

BeyhakîEbû Nuaym sahihtir kaydıyle Hâkim'in rivayetine göre, Ali (radıyallahü anh) şöyle demiştir: "Ben hasta olmuştum. Hazret-i Peygamber ziyaretime geldi. Bu sırada ben: "Ey Allah'ım, eğer ecelim gelmişse, bana merhamet eyle! Eğer gelmemişse, bana şifâ ve sabır ihsan eyle!" diyerek dua ediyordum. Peygamberimiz ise: "Allah'ım ona şifa ver, Allah'ım ona afiyet ihsan eyle!" diyerek dua buyurdu. Sonra bana hitaben: "Haydi kalk bakayım!" dedi. Ben de kalktım ve o acıyı şimdiye kadar bir daha duymadım."

Sahihtir kaydiyle Hâkim, Câbir'den rivayet edip o şöyle anlatıyor: "Ben, Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) ile birlikte bir kadımın ziyaretine gitmiştim. Kadın bir kuzu kızarttırıp takdim etti. Bu sırada Peygamberimiz: "Şimdi cennetliklerden biri gelecek" dedi. Ebûbekir geldi. Sonra: "Cen­netlik biri gelecek" dedi, Ömer geldi. Sonra yine: "Şimdi cennetlik biri gelecek" dedi ve: "Allah'ım eğer sen dilersen, bu geleni Ali eylersin!" buyurdu. Az sonra da Ali içeri girdi..."[5]

Peygamberimizin Sa'd bin Ebû Vakkas Hakkındaki Duası

Beyhekî'nin Kays bin Ebâ Hâzını'den naklettiğine göre, Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) Sa'd bin Ebû Vakkâs hakkındaki bir duasında: "Allah'ım, Sa'd Sana dua ettiği zaman, onun duasını kabul buyur!" demiştir."

 (Bu rivayet, mürsel ve hasendir... Suyûtî)

Tirmizl ve sahihtir kaydiyle Hâkim, Kays bin Sa'd tarikiyle babası Sa'd'dan şöyle nakleder: Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) benim hakkımdaki bir dua­sında buyurdu ki: "Ey Allah'ım, Sa'd kulun sana dua ettiği zaman onun duasını kabul buyur!" (Bu sebeble Sa'd, ne zaman bir dua etse, duası kabul edilirdi.)

İbn-i Asâkir, Kays bin Ebû Hâzim tarikiyle Ebâ Bekir el-Sıddîk'ın şöyle dediğini nakleder: "Bir gün ben, Peygamber'in (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyur­duğunu işittim:

"Ey Allah'ım, kulun Sa'd'ın, attığı zaman okunu hedefine denk ge­tir, dua ettiği zaman duasını kabul buyur, kendisini sev ve sevdir!" [6]

BuhârîMüslim ve Beyhekî Abdiil-Melik bin Umeyr tarikiyle Câbir bin Semüra'dan rivayet ederler. O şöyle anlatmıştır: "Sa'd Kûfe'de vazifeli iken bazı kimseler kendisini halîfe Ömer'e şikayet ettiler. Bunun üzerine Ömer durumu teftiş edecek me'ınûr gönderdi... Görevli me'ınûr Kûfe'ye gelip teftişe başladı. Yanına Sa'd'ı alarak Kûfe'deki mescidlerin cemâatini teker teker dolaştı... Her bir cemâate Sa'd hakkında ne diye­ceklerini sordu. Hiçbir kimse hayır ve iyilikten başka bir şey söylemi­yordu. Bu şekilde teftiş bitmek üzereydi ki, bir mahalle mescidine daha uğradılar. Müfettiş burada da aynen sordu. Herkes Sa'd için yine hayır­dan başka bir şey söylemedi. Ancak içlerinden Ebû Sûde adındaki adam: "Madem Allah adına yemin vererek ifâdemi istediniz. Ben de derim ki: "Sa'd; malı müsavat üzere dağıtmaz, doğruluğu gözetmez; bilfiil savaşa katılmaz, hüküm verirken de adaletten ayrılır" diye konuştu... Sa'd bin Ebû Vakkâs da kendisini tutamayarak bu adamın aleyhine beddua etti ve: "Allah'ım, bu adam eğer yalan söylüyorsa, ona uzun Ömür vererek Ömrünün sonunda kendisini süründür! Fakirlik ve sıkıntı içinde yaşat, fitneye mâruz eyle!" dedi."

İbn-i Umeyr der ki: Ben, Ebû Sûde'nin ihtiyarlık zamanım gördüm, ihtiyarlıktan kaşları gözlerinin üzerine dökülmüştü... Son derece fakr ü zaruret içinde olduğu belli idi. Yoldan geçerken kız çocuklarına takılır, onlara göz atar dururdu. Kendisine, "hâlin nasıl?" diyenlere de: "İşte görüyorsunuz, son derece ihtiyarlamış bir adamım ve fitneye tutulmuş bir vaziyetteyim. Aslim sorarsanız ben, Sa'd bin Ebû Vakkâs'ın beddua­sına uğramış bir kişiyim" diye cavap veriyordu."

İbn-i Asâkir Mus'ab bin Sa'd tarikiyle şöyle rivayette bulunur: "Bir gün Sa'd, Kûfe'lilere hitâb ederken: "Söyleyiniz, emîriniz olarak beni nasıl buluyorsunuz?" diye sordu. Cemâatin içinden biri kalktı ve: "Sen, benim bildiğime göre ve ben yanlış söylemiyorsam; idarende adaleti gö­zetmezsin, malı taksını edeken müsavatta bulunmazsın, bilfiil savaşa da katılmazsın! İşte böyle bir adamsın!" dedi. Sa'd da şu mukabelede bu­lundu: "Allah'ım, bu adam eğer yalan söylüyorsa, gözleri âmâ olsun, te­zinden kendisine fakirlik ver de sürünsün, ömrünü uzun et ki çeksin, fitneye mâruz kalsın!"

İşte bu aüamcağız, bu şekilde Sa'd'ın bedduasını aldı, Ömrü uzun oldu, gözleri kapandı. Fakirlikten dilenmeye başladı... Muhtârü's-Sakafî denilen adamın çıkardığı fitne zamanına kadar yaşadı. O yalan­cimn fitnesi sırasında öldürüldü."

TaberânîEbû Nuaym ve İbn-i Asâkir Kubeysa bin Câber'den rivayet ederler: "Bir gün müslümanlardan biri, Sa'd bin Ebû Vakkâs'ı hicvetti. (İyice yerdi ve bazı ayıplar sayıp döktü.) Bunun üzerine Sa'd da şöyle dedi: "Allah'ım, bu adamın dilini ve elini benden yana tut! Bunu sana havale ediyorum." Sonra bu adam, girdiği savaşta, elini de, dilini de kaybetti. Ölünceye kadar da hiç konuşmadı."

İbn-i Ebîd-Dünyâ ve İbn-i Asâkir Abdurrahmân bin Avfın âzadlısı Meynâ'dan şöyle rivayet ederler: Kadımın biri, ikide bir ve ansızın çıka-gelip Sa'd'ı rahatsız ederdi. Sa'd da kendisini kovardı. Fakat o buna al­dırmaz yine gelirdi. Bir gün yine ansızın Sa'd'ın üzerine çıkagelmiş ve onu rahatsız etmek istemişti. Artık iyice canı sıkılan Sa'd bu kadına beddua etmiş ve: "Yüzün eğrilip tersine dönsün, emi!" diye bağırmıştı. Kadımın az sonra yüzü tersine donuverdi." [7]

Hâkim'in Sa'd'ın oğlu Kays'tan rivayeti de şöyledir: Bir gün adamın biri, Ali'ye (radıyallahü anh) kalabalığın içinde sövüp küfretti. Orada babam Sa'd da vardı. Bu küfürbaz adama beddua edip: "Ey Allah'ım, şu adam, Senin evliya kullarından birine alenen sövmektedir! Şu topluluk dağılmadan kudretinin ve adaletinin tecellîsini onlara göstermelisin! Ben, sana yal­varıp böyle olmasını istiyorum" dedi. Allah'a yemîn ederim ki, daha biz oradan ayrılmadan o adam, bindiği hayvanın ayakları yere batması neticesinde başı aşağı hayvanın üzerinden oradaki taşların üzerine düştü. Beyni parça parça olarak oracıkta Öldü. [8]

Yine Hâkim, Sa'd'ın diğer oğlu Mus'ab'tan şöyle rivayette bulunur; Bir gün adamın biri, babama karşı haksızlık ederek, onun kendisi hak­kında bedduada bulunmasına sebep olmuştu. Babamın bedduası üzeri­ne, adamın devesi gelerek kendisinin üzerine çöküp boğuverdi. Adam, bu suretle ölmüştü. Babam bu durumdan çok müteessir olup bir daha hiçbir kimse için beddua etmiyeceğine dâir yemin etti."

(Yine Hâkim'in Saîd bin Müseyyeb'ten rivayetine göre, bir gün Mervân bin Hakem devlete âit mallar üzerine konuşuyormuş. Bu sırada demiş ki: "Bu mal bize aittir, kime vermek istersek veririz!" Sa'd bunun üzerine kızmış ve: "Dua etmemi ister misiniz?" demiş. Mervân derhal yerinden ayrılarak Sa'd'ın yanına gelmiş ve onun boynuna sarılarak: "Vallahi kardeşim bu mâl, Allah'a aittir! Sakın aleyhimize dua etme!" diyerek yalvarmıştır."

Beyhekî ve İbn-i Asâkir Abdurrahmân bin Lübeybe'nin oğlu Yahya'dan, o da babasından şöyle nakleder; "Bir gün Sa'd bin Ebû Vak-kas şöyle dua etti: "Ey Allah'ım, Sana malûmdur ki benim küçük yaşta çocuklarım vardır. Bunlar baliğ olup yetişinceye kadar bana ömür ver!" O, böyle dua ettikten sonra, tam yirmi sene daha yaşadı."

Taberânî Amir bin Sa'd'dan rivayet eder. O şöyle anlatır: "Sa'd, bir gün yola giderken birinin Ali'ye sövmekte olduğunu gördü. Adam, aynı zamanda Talha ve Zübeyr'e de sövmekte idi. Sa'd, o adama yaklaştı ve dedi ki: "Öyle kişilere sövüyorsun ki, onlar Allah rızâsı için pek büyük işler yapmışlar ve O'nun indinde yüksek dereceler kazanmışlardır. Şimdi sen, yâ böyle zâtlara sövmekten vazgeçersin, yâ da ben senin içir-. beddua ederim!" Adam bunun üzerine Sa'd'a şu karşılığı verdi: "Sanki sen bir Peygambermişsin gibi insana korku vermek istiyorsun! Ben senden korkmam!" Bunun üzerine Sa'd, hemen ellerini kaldırıp Allah'a sığındı ve şu şekilde duada bulundu: "Ey Allah'ım, eğer bu kişi hakîkaten Senin indinde benim dediğim gibi olan kimselere sövmekti ise, bu kulunu başkalarına ibret olacak şekilde cezalandır!"

Sa'd'ın bu şekilde dua etmesinden hemen sonra, ileriden bir azgın devenin gelmekte olduğu görüldü. Bu deve halkın arasından geçerek o adamın yanına kadar geldi ve o adamı boğarak öldürdü. İşte bu sırada, deve geçerken açılıp da ona yol veren ve neticeyi gözleriyle gören halk, bedduasını yaptıktan sonra yoluna devam etmekte olan Sa'd'ın arka­sından koşmaya ve ona: "Ey Sa'd, görmek istemez misiniz, Allah duanı kabul etti!" diye seslenmeye başladılar. Sa'd da bunu, onlaıdan duymuş oldu."

(İşte bu olaydan sonra olacak ki, Sa'd, bir daha kimse hakkında kötü dua etmeyeceğine dair yemîn etmişti.) [9]

Peygamberimizin, Malik bin Rabia İçin Duası

İbn-i Mende ve İbn-i Asâkir Yezîd bin Ebû Meryem tarlkıyla onun babası Mâlik bin Rabia'dan rivayet eder. O şöyle der: "Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem), benim hakkımda hayır duada bulunup: "Ey Allah'ım, bunun so­yunu mübarek kıl!" buyurmuştu... Bunun bereketiyle benim de tam seksen erkek evlâdım oldu." [10]

Peygamberimizin, Abdullah bin Utbe İçin Duası

Beyhekî, Abdullah bin Utbe'nin (ümmü veledi olan) âzadlısından nakleder. O şöyle der: "Ben, efendim Abdullah'a, Peygamber Efendi-miz'den neyi hatırlıyorsun?" diye sordum. O da şunu anlattı: "Ben, beş veya altı yaşlarında çocuktum. Peygamber Efendimiz beni kucağına o-turttu, benim ve çocuğum hakkında bereket duasında bulundu..." Onun azatlısı der ki: Ben bu bereketin farkında idim, zira yaşımız ilerlediği halde, ihtiyarlamıyorduk..."[11]

Peygamberimizin, Nabiğa İçin Duası

Beyhekî ve Ebû Nuaym, Nâbiğa bin Câde'den rivayet ederler: "Ben Rasûlüllah Efendimiz'in huzurunda şiir okumuştum, o da onun hoşuna gitmişti ve benim için hayır dua buyurup: "Allah sana, dişlerini gümüş­letmeyi göstermesin! Tam bir ağız ve diş sağlığı versin!" dedi. O'nun bu duası bereketiyledir ki, bugün yaşım yüz küsura ulaştığı halde, bir tek dişim eksik değildir."

(İbn-i Üsâme'nin diğer tarîktan olan rivayetinde ise: "Her ne zaman bir dişi düşse, mutlaka yerine biri daha çıkardı" denilmiştir.)

İbn-i Seken'in rivayeti ise şöyledir: "...Nâbiğa bin Câde'nin dişlerini gördüm, kardan daha beyazdı! Şüphesiz bu da, Peygamberin (sallallahü aleyhi ve sellem) duası bereketiyle idi."[12]

Peygamberimizin, Sabit bin Yezid İçin Duası

İbn-i Mende, Taberanî ve el-Bârûdî İbn-i Aiz'den şöyle rivayet eder­ler: "Sabit bin Yezîd, Resûlüliah'a hitaben dedi kî: "Ey Allah'ın resulü, benim ayağım sakattır, yere basamıyorum. Bana dua buyurmaz mısı­nız?" Resûlüllah da onun için dua buyurdular. Ayağı iyileşti, tıpkı öbür ayağı gibi yere basıyordu." [13]

 

25-1 Peygamberimizin Amr bin Hamık İçin Duası

İbn-i Ebü Şeybe, Ebû Nuaym ve İbn-i Asâkir, Amr bin Hamık'tan şöyle rivayet ederler: "Ben, bir gün Peygamber'e (sallallahü aleyhi ve sellem) süt içirdim. O da bana: "Allah'ım bu kulunu gençliği ile faydalandır" diyerek dua etti. İşte şimdi seksen yaşındayım, gördüğünüz gibi saçımın bir tanesi bile ağar­mış değildir." [14]

Peygamberimizin Sebra'nın Babası İçin Duası

Taberânî'nin Sebra'dan rivayetine göre, onun babası Peygamberi-miz'e gittiğinde, Peygamber Efendimiz onun evladımın bereketi ve şerefi için dua buyurmuş, onlar da berekete ve şerefe nail olmuşlardır." [15]

Peygamberimizin Damura bin Salebe İçin Duası

Taberânî Damura bin Sâlebe'den rivayet eder. O Peygamber'e (sallallahü aleyhi ve sellem) gelip, "Ey Allah'ın elçisi, dua buyurunuz da bana şehidlik nasib olsun!" diyerek ricada bulundu. Peygamber Efendimiz ise, onun bu ricası üzerine şu şekilde dua ettiler: "Ey Allah'ım, Damura bin Sâlebe'nin ka­nim müşriklere haram kıl!" Damura, uzun zaman ömür sürdü, bunca savaşlara katılıp kahramanca savaştı, safları yarıp ilerledi, sonra geri geldi. Fakat şehidlik nasib olmadı. (Yâni Efendimiz'in duası veçhile, kanı müşriklere haram oldu.) [16]

Peygamberimizden İzin İsteyen Bir Genç

Ahmed ve Beyhekî Ebû Ümâme'den naklederler. Şöyle ki: Birgün gencin biri, Hazret-i Peygamber1 e gelip: "Yâ Resûlallah, zina etmem için bana izin ver!" dedi. Oradakiler onun üzerine yürüyerek şiddetle azarladılar. "Sus, sus!" diye bağırdılar. Peygamberimiz: "Onu benim yanıma yaklaş­tırimz!" buyurdu ve yaklaştırdılar. Peygamberimiz: "Otur" dedi, o da o-turdu. Ona dedi ki: "Böyle bir şeyin anana yapılmasını ister misin?" Genç: "Hayır" dedi. Peygamberimiz de: "Diğer insanlar da anaları için böyle bir şeyi istemezler" dedi ve tekrar sordu: "Peki, böyle bir şeyin kı­zma yapılmasını ister misin?" buyurdu. Genç: "Hayır ey Allah'ın Resulü, istemem!" dedi. Peygamberimiz: "Diğer insanlar da kızları için böyle bir şeyi istemezler" buyurdu ve tekrar sordu: "Peki böyle bir şeyin kızkar-deşine yapılmasını ister misin?" Genç: "Hayır yâ Resûlallah" dedi. Pey­gamberimiz: "Başkaları da kızkardeşleri için böyle bir şeyin yapılmasını istemezler" buyurdu ve tekrar sordu: "Peki, böyle bir şeyin halana ya­pılmasını ister misin?" Genç: "Hayır ey Allah'ın Resulü, anam babam sana feda olsun!" dedi. Peygamberimiz: "Başkaları da halalarına böyle bir şeyin yapılmasını istemezler" buyurdu ve yine sordu: "Peki, böyle bir şeyin teyzene yapılmasını ister misin?" Genç de: "Hayır ya Resûlallah, istemem! Vallahi istemem! Allah beni senin yolunda feda kılsın, iste­mem!" cevabim verdi. Peygamberimiz de: "Diğer insanlar da teyzeleri için böyle bir şeyin yapılmasını istemezler!" buyurdu. Sonra mübarek e-lini gencin üzerine koydu ve: "Allah'ım, bu kulunun günahlarim affet! Bu kulunun namusunu koru!" diyerek onun hakkında dua etti. Bundan sonra da o genç, herhangi bir kötülüğün semtine uğramadı." [17]

Peygamberimizin Übeyy bin Ka’b İçin Duası

Beyhekî Süleyman bin Sard'dan nakleder. O şöyle demiştir: "Bir gün Übeyy bin Ka'b, Kur'an okuyuşları birbirine uymayan iki adamı yanına alarak Hazret-i Peygamber'in huzuruna getirdi. Aralarında ihtilafa düşen bu iki adamdan her biri, kendi Kur'an okuyuşlarim aynen Hazret-i Peygamber'den işittiklerini iddia ediyorlardı. Peygamberimiz bunların her ikisine de Kur'an okuttu. Sonra her ikisi için de: "Güzel okudun!" buyurdu.                                                                      

Übeyye der ki: "Bunun üzerine kalbime öylesine şüphe girdi ki, ben cahiliye zamanında bile bu derece şüpheye tutulmamıştım. Peygamber Efendimiz, derhal mübarek elini göğsüme koyarak hakkımda şu şekilde dua buyurdular: "Allah'ım, Übeyy'in kalbine musallat olan şeytanı, onun kalbinden gider! Onu, şek ve şüpheden kurtar!" Ben, Resülüllah'ın bu duasından sonra öyle bir hale geldim ki, sanki gözlerimle Allah'a bakı­yormuş gibiydim. Korku ve hayamdan terler içinde kaldım. Kalbimde de şek ve şüpheden eser kalmadı." [18]

Peygamberimizin İbn-i Abbâs İçin Duası

Buhârî ve Müslim'in rivayetlerine göre İbn-i Abbâs şöyle demiştir: "Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) benim için dua buyurup: "Allah'ım, onu dinde fakih eyle!" dedi."

Bunu aynen HâkimBeyhekî ve Ebû Nuaym da diğer bir tarikten rivayet etmişlerdir. Ancak bunların rivayetinde bir fazlalıkla şöyle de­nilmiştir: "Resülüllah benim için dua buyurup: "Allah'ım, onu dinde fa­kih eyle ve kendisine te'vili tâlim buyur!" demiştir.

Ahmed ve Ebû Nuaym İbn-i Abbâs'dan şöyle naklederler: "Bir gün Peygamber Efendimiz benim başımı mübarek eliyle okşadı ve hakkımda şu duayı yaptı: "Allah'ım, ona hikmetini tâlim buyur!" İşte Sevgili Pey-gamberimiz'in bu duası sayesindedir ki, bu sahada (Kur'an tefsiri saha­sında) söz sahibi bulunmaktayım."

(Ebû Nuaym'ın tek başına İbn-i Abbâs'dan olan rivayeti ise aynen şöyledir: Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) benim için dua buyurup: "Allah'ım, bu ku­luna hikmet ver, kendisine Kur'an tevilini (tefsirini) tâlim buyur" dedi.)

Hâkim'in tek başına İbn-i Abbâs'tan olan rivayetinde de şöyle de­nilmiştir: Peygamber Efendimiz benim hakkımda dua buyurup: "Ey Al­lah'ım, bu kuluna Kur'an'ın tevilini öğret!" dedi."

(İbn-i Adiyy de İbn-i Ömer'den bir rivayette bulunur. Buna göre İbn-i Ömer şöyle demiştir: Bir gün Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) Abdullah İbn-i Abbâs için dua etti ve: "Allah'ım, ilmi ona mübarek kıl ve kendisinden neşr eyle" buyurdu." [19]

Peygamberimizin, Enes bin Malik İçin Duası

Buhârî ve Müslim, Enes'ten rivayet ederler. O şöyle demiştir: Pey­gamber (sallallahü aleyhi ve sellem) benim için dua buyurup: "Ey Allah'ım, bu kulunun malim ve evladim çoğalt! Kendisine verdiğin rızkı, bol ve bereketli eyle!" dedi.

"İşte, Resülüllah'ın bu duası b er eke tiyledir ki, şimdi benim evlad ve torunlarımın sayısı yüzü aşş durumdadır."

Beyhekî'nin rivayetine göre, Peygamberimiz Enes hakkındaki du­asında şöyle demiştir: "Allah'ım, Enes'in Ömrünü uzun, malim bereketli eyle! Günahlarım da affeyle!"

Tirmizi, Beyhekî Ebû'I-Aliye'den şöyle nakleder: "Enes'in bir bah­çesi vardı. O kadar bereketli idi ki, her sene bu bahçeden iki defa mahsûl alırdı. Burada bazı çiçekler de yetiştirmişti ki, bunlardan reyhan kokusu gelirdi."

(Beyhekî'ye göre Enes, tam doksan dokuz sene yaşamıştır. vefatı ise, hicri doksan bir yılındadır.)

İbn-i Sa'd'ın da Enes'den bir rivayeti var. Buna göre Enes, şöyle demiştir: "Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) benim hakkımda dua buyurup: "Allah'ım, bu kulunun malim ve evladim çok, Ömrünü uzun eyle! Günahim da ba­ğışla!" İşte O'nun bu duasının bereketiyledir ki, yüzden fazla çocuklarım oldu. Bostanım ise, senede iki defa mahsûl vermektedir. Ömrümün u-zunluğu ise sizce de malum. O kadar yaşadım ki, neredeyse yaşamaktan usanç geldi. Tabii O'nun dua ettiği benim hakkımdaki dördüncü husu­sun da aynen kabul edilmiş olduğunu ümit etmekteyim.

(Enes, bu dördüncü ile, günahimn Allah tarafından bağışlanmış olmasını kastedmektedir.)[20]

Peygamberimizin Ebû Hüreyre ve Anası İçin Duası

Müslim Ebû Hüreyre'den şu haberi nakletmiştir: "Yeryüzünde mevcud bütün mümimler, kadın olsun erkek olsun hepsi beni severler." Kendisine dediler ki: "Ey Ebû Hüreyre, bunun böyle olduğunu nereden biliyorsun?" O şu cevabı verdi: "Ben, anamı İslama davet ediyorum. O da kabul etmiyordu. Bir gün dedim ki: "Ey Allah'ın Resulü, dua et de Allah anama hidayet versin!" Peygamberimiz de dua etti. Sonra ben eve git­tim, gördüm ki anam gayet açık bir şekilde kelime-i şehâdeti okumakta. Hemen sevinçle Resulüllah'a döndüm. Bu sırada sevincimden kendimi tutamayarak ağlıyordum. Nitekim daha önceleri de üzüntümden ağlı­yordum. Resûlüllah'a vardığımda dedim ki: "Ey Allah'ın Resulü, Allah senin anam hakkındaki duam kabul buyurmuştur! Artık o, müslüman olmuştur. Şimdi sizden bir ricam daha var. Yine dua ediniz de, Allah hem anamı, hem de beni bütün mü'ınin kullarına sevdirsin. Ben ve anam da, keza Allah'ın bütün mü'ınin kullarim sevmiş olalım." Benim bu ri­cam üzerine Resülüllah Efendimiz: "Ey Allah'ım, şu kulunu ve bunun anasını bütün mü'ıninlere sevdir, kendileri de bütün mü'ıninleri sevsin­ler!" diyerek duada bulundu. "İşte kardeşim ben, Resülüllah'ın bu dua­sına da mazhar olmuş bir kul olarak; hem yeryüzündeki bütün mü'ıninleri severim, hem de bütün mü'ıninler tarafından sevilirim."

Hâkim Muhammed bin Kay s bin Mahreme'den şöyle nakleder: A-damm biri, Zeyd bin Sâbit'e gelerek bir mes'ele sordu. Zeyd ise bu ada­ma: "Haydi Ebû Hüreyre'ye gidip müşkilini ona hallettir. Çünkü o buna daha layıktır. Bak sana bunun sebebini de anlatayım: Bir gün ben, o ve diğer bir arkadaşımız Mescid-i Nebevi'de oturmuş dua ediyorduk. Tam bu sırada Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) çıkageldiler. Ben ve arkadaşım, duamıza devam ettik. Peygamber Efendimiz de bizim duamıza âmin dediler. Az sonra da aramızda bulunan Ebû Hüreyre dua etti. Duasında dedi ki: "Ey Allah'ım, şu iki arkadaşımın senden istediklerini ben de senden istiyo­rum. Ayrıca yâ Rabbi, ben bir aciz kulun olarak senden, hiç unutmaya­cağım bir ilim istiyorum." Ebû Hüreyre bu şekilde dua ederken, Resülüllah Efendimiz de yine "amin" diyordu. Hiç şüphen olmasın ki Ebû Hüreyre, ilmi benden daha iyi hıfzetmiştir. İşte bunun için sana: "Ebû Hüreyre'ye gidip müşkilini ona hallettir" dedim. Biz de o sırada: "Ey Allah'ın Resulü, biz de Allah'tan hiç unutmayacağımız bir ilim isti­yoruz" dedik. Fakat Resülüllah Efendimiz bizim bu isteğimiz karşısında: "Güzel amma, Ebû Hüreyre bu hususta sizi geçmiş bulunuyor" buyurdu. [21]

Peygamberimizin, Saib İçin Olan Duası

Buhârî, Ca'd bin Abdurahman'dan rivayet eder. O şöyle der: Saib bin Yezid, vefat ettiği zaman, doksan dört yaşında idi ve son derece sıh­hatli ve kuvvetliydi. O sağlığında şöyle demişti: "Ben Resülüllah Efen­dimizin benim hakkımda dua edip: "Allah'ım, bu kulunu, gören gözü, işiten kulağı ile faydalandır!" buyurduğunu unutmuş değilim."[22]

Peygamberimizin, Abdurahman bin Avf İçin Duası

Buhârî ve Müslim Enes'ten şöyle rivayet ederler: Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) Abdurahman bin Avf için dua edip: "Ey Abdurahman, Allah senin için bereketler ihsan eylesin!" buyurdu.

(Bunu bu şekilde İbn-i Sa'd ve Beyhekî diğer bir tarikten rivayet eder. Ancak bunların rivayetinde şu fazlalık da vardır: "Abdurahman da, Resülüllah'ın kendisi hakkındaki duası ile ilgili olarak derdi ki: "O'nun benim hakkımdaki duası sebebiyledir ki, bir taşı kaldırsam, sanki al­tında bir hazine var da ona rastlamış oluyorum." [23]

Peygamberimizin, Urve Elbariki İçin Duası

Beyhekî ve Ebû Nuaym Urve el-Bariki'den rivayet ederler. "Pey­gamber (sallallahü aleyhi ve sellem) onun alım-satımimn bereketli olması için dua etmiştir. O da ne zaman bir alış-verişte bulunsa, muhakkak bir berekete nail o-lurdu. Sanki toprak alıp-satsa, yine kazanç elde ederdi."

Ebû Nuaym, Urve el-Bariki'nin şöyle dediğini rivayet eder: "Pey­gamber (sallallahü aleyhi ve sellem) benim hayırlaştığım her şeyin hayırlı ve bereketli olması için dua buyurdular. Ben de hayırlaşıp neyi satın alsam, muhakkak on­dan kârlı çıkıyorum."

Yine Ebû Nuaym, başka bir tarikle Urve'den şöyle rivayet eder: "Bir gün Peygamber Efendimiz, benim için dua buyurup: "Ey Urve, Allah sana, ahş-verişinde: "Hayınnı gör!" dediğin şeyde, bol kazanç ve bereket versin!" dedi. tşte O'nun bu duası sebebiyledir ki, pazar yerinin kenarına varıyorum, evime kırk biu kazanmış olarak dönüyorum."[24]

Peygamberimizin, Abdullah bin Cafer İçin Duası

İbn-i Ebî ŞeybeEbû Ya'lâ ve güzel bir senedle Beyhekî, Amr bin Hureys'ten rivayet ederler. O şöyle demiştir: Abdullah bin Cafer, bir gün çocukların oynadığı bir şey satıyordu. Oradan geçmekte olan Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem), onun hakkında dua buyurup: "Allah, ticaretinde sana bereket ihsan eylesin" dedi.[25]

 

25-2 Peygamberimizin, Ümmü Selim'in Hamile Kalması İçin Duası

Buhârî ve Müslimİshak bin Abdullah tarikiyle Enes'ten şöyle ri­vayet ederler: Ebû Talha'nın oğlan çocuğu hasta idi. Bir gün Ebû Talha evde yokken çocuk vefat etti. Çocuğun öldüğünü gören anası, onu evin bir kenarına koyup üzerini örttü ve Ebû Talha'yı beklemeye başladı. Ebû Talha eve geldiği zaman ilk işi, çocuğun nasıl olduğunu sormak oldu. Hanımı: "İstirahat etmekte olduğunu ümit ediyorum" diyerek karşılık verdi. Ebû Talha ise hanımimn bu sözünden, çocuğun hastalığından i-yileştiğini zannetti. Geceleyin yattılar. Sabahleyin, gusül abdestini al­mış olarak evinden ayrılmak üzere bulunan Ebû Talha'ya hanımı, açık bir şekilde durumu haber verdi. Ebû Talha da doğruca Mescid'e giderek Peygamberimizle beraber namazını kıldı. Namazdan sonra akşam e-vinde olup bitenleri Hazret-i Peygamber'e anlattı. Peygamberimiz de kendi­sine: "Ne biliyorsun, belki bu gecenizi Allah sizin için mübarek kılmıştır" buyurdu.

Süfyan bin Uyeyne der ki: Ben, Ensardan birinden işittim, bundan sonra Ebû Talha'nın dokuz evladı daha olmuş ve hepsi de Kur'an kıraa­tinde mahir imiş. (Yâni oğlu Abdullah'tan bu kadar torunları olmuş­tur.)

Beyhekî'nin Sabit tarikiyle Enes'ten olan rivayeti ise şöyledir: "Ümmü Selim'in Ebû Talha1 dan bir oğlu olmuştur. Çocuk hastalanıp babası evde yokken vefat etmişti. Ebû Talha evine geldiğinde çocuğun durumunu sormuş. Hanımı: "Rahattır" demiş. Kocasına akşam yemeğini yedirdikten sonra şöyle demiş: "Adamın biri sana bir emanet verse, sonra bu emanetini geri istese, sen bunu nasıl karşılarsın?" Ebû Talha: İyi karşılar ve adamın emanetini veririm!" demiş. Ümmü Selim, bunun üzerine: "İşte Allah sana oğlunu emanet verdi, şimdi de vakti geldiği için senden geri aldı" demiş. Duruma sinirlenen Ebû Talha, doğruca Hazret-i Peygamber'e gidip, Ümmü Selim'in dediğini haber vermiş. Peygamberi­miz de: "Allah, gecenizi hakkınızda mübarek kılsın!" diyerek dua bu­yurmuştur. Ebû Talha, o gece hanımı ile yatmıştı. Ümmü Selim de o gece hamile kalmıştır. Sonra Abdullah adim verdikleri bir çocukları dünyaya geldi. Abdullah büyüdü, zamanın en hayırlı insanlarından biri olarak yetişti ve kabul edildi.

(İbn-i Sa'd'ın dediğine göre, Ensar içinde ondan daha iyi yetişen bi­rinin olmadığim söylerlermiş.)

Beyhekî'nin nakline göre, Abdullah dünyaya geldiği zaman, onu Hazret-i Peygamber'e getirmişler, Peygamberimiz de ağzında çiğnediği hur­mayı çocuğun ağzına koymuş ve ona Abdullah adim vermiştir. Alnim da okşayarak ebeveynine teslim etmiş. Bu yüzden Abdullah'ın alnı nûr gibi parlarimş.[26]

Peygamberimizin, Abdullah bin Hişam İçin Duası

Buhârî, Ebû Akil'den rivayet ediyor. O şöyle anlatmıştır: "Ben, dedem Abdullah bin Hişânı ile birlikte çarşıya çıkardım. Abdullah bin Zübeyr ile Abdullah bin Ömer'e rastladığımızda, onlar dedeme derlerdi ki: "Haydi yapacağın ahş-verişe bizi de ortak yap! Biz biliyoruz ki, Pey­gamber Efendimiz senin hakkında bereket duasında bulunmuştu." de­dem de onların bu ricasını kabul eder, alım-satımim yapardı. Neticede bir deve yükü hissesine yiyecek düşerdi ve bu bereketli kazancim evine gönderirdi.[27]

Peygamberimizin, Hakim bin Hizam İçin Duası

İbn-i Sa'd Ebû Husayn tarikiyle Medine halkından yaşlı bir zâttan şu haberi nakletmiştir: "Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem), Hakim bin Hızâm'ı, kendisi için kurbanlık almak üzere çarşıya yolladı. Yollarken de ona bir dînâr verdi. Hakim, çarşıya gitti bir dinara bir kurbanlık aldı. Az ilerde bunu iki dinara sattı. Derken bir kurbanlık daha beğendi, bunu da bir dinara satın aldı. Dönüşünde Hazret-i Peygamber'e, hem kurbanlığim, hem de ka­zandığı bir dinarı teslim etti. Hazret-i Peygamber de kendisine, ticâretinin bereketli olması hakkında duada bulundu."

Hakim dermiş ki: "Ben, gerçekten ticârette çok kazançlı biri idim. Alıp sattığım hiç bir şeyde, kazançlı çıkmadığımı hiç hatırlamıyorum." [28]

Peygamberimizin Kureyş İçin Duası

Târih'indeBuhârî, îbniEbû Üsâme, Ebû Ya'lâ veEbû Nuaymİbn-i Abbâs'tan rivayet ederler: Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu: "Allah'ım, Kureyş'in evveline azâb tattırdığın gibi, âhirine de nimetini tattır!"

Tayâlisi ile Ebû Nuaym'in bir rivayetine göre (ki onlar bunu İbn-i Mes'ûd'dan naklederler.) Hazret-i Peygamberin bu husustaki duaları şöyle olmuştur: "Allah'ım, Kureyş'in evvelinde azâb ve vebal tattırdın. Ahirine de nimetini tattır!" [29]

Peygamberimizin Bazı Umumi Duaları

İmâm-ı AhmedEbû Dâvud, Nesât ve Tirmizî, aynı zamanda İbn-i Huzeyme ile Beyhekî, Sakr el-GâmidVden şöyle rivayet ederler: Peygam­ber (sallallahü aleyhi ve sellem) buyurdu: "Ey Allah'ım, ümmetimin içinde işine erken giden­leri, nîmet ve bereketine nail eyle!"

Bu hadîsi rivayet eden Sahr, bizzat kendisi erkenci idi. Ticâretle iştigâl ederdi. Günün erken saatlerinde hizmetçilerini de işe çıkarıp çarşıya yollardı. O kadar çok kazanırdı ki, sonunda kazancimn miktarım bilemez oldu. (Süyutî)

Beyhekîİbn-i Ömer'den şöyle bir haber nakleder: Kadımın biri, ko­casını Hazret-i Peygamber'e şikâyet etti. Kadımın şikâyetini dikkatle dinle­yen Peygamberimiz, bu kadına hitaben: "Şimdi sen, kocana buğz mu ediyorsun?" diye sordu. Kadın: "Evet" dedi. Peygamberimiz, kadına ve yanında durmakta bulunan kocasına hitaben: "Haydi ikiniz de başlarimzı bana doğru eğiniz!" buyurdu. Onlar da başlarim eğdiler. Peygam­berimiz, kadımın alnım kocasının alnına koydu, onların başlarim bu şe­kilde tuttu ve şöylece dua buyurdu: "Ey Allah'ım, bunların arasını ısındır, bunları birbirine sevdir!" Aradan bir müddet geçmişti. Bu kadın, Hazret-i Peygamberle karşılaştı. Peygamberimiz kendisine: "Kocanla nasıl­sın?" diye sordu. Peygamberimizin ayağına kapanan kadıncağız: "Ey Allah'ın Resulü, şimdi kocamdan daha sevgili olan kimse yoktur, bana" diyerek cevab verdi."                                                                        

Ebû Ya'lâ ve Beyhekî Ebû Ümâme'den naklederi O şöyle der: "Bir gün, Peygamber'in (sallallahü aleyhi ve sellem) emri üzerine bir gazaya çıkmak üzereydik. Ben Hazret-i Peygamber'e yaklaşıp: "Ey Allah'ın Resulü, bana şehitlik nasib olması için dua ediver!" dedim. O ise: "Allah'ım, bu kuluna selâmetlik ver, ganimet nail eyle!" şeklinde dua buyurdu."Gazaya gidip savaştık. Bol ganimet ve selâmetle döndük. Sonra, bir savaş daha oldu. Ben bu sırada da, Ona aynı ricada bulundum. O da aynı duasını tekrarladı. Bu savaştan da selâmet ve bol ganimetle döndük."

Beyhekî Zeyd bin Sâbit'ten şu haberi nakletmiştir: Bir gün Pey­gamber (sallallahü aleyhi ve sellem), Yemen tarafına baktı ve şöyle dua etti: "Ey Allah'ım, onların kalbini bu tarafa (İslâm'a) çevir!" Sonra Hazret-i Peygamber Şam ta­rafına baktı, yine böyle dua etti. Sonra Irak tarafına baktı, yine bu şe­kilde duada bulundu."

Müslim, Seleme bin el-Ekua'dan rivayet eder. O şöyle der: Adamın biri, Peygamberin (sallallahü aleyhi ve sellem) yanında yemeği yemeğe başladı... Yerken sol elini kullanıyordu. Hazret-i Peygamber kendisini îkâz buyurup: "Sağ elinle ye!" diye emretti. Adam: "Gücüm yetmiyor!" diyerek karşılık verdi. Kibir ve inadından böyle söyleyen bu adama karşı Peygamber Efendimiz de: "Gücün yetmesin!" dedi ve bu adamın, ancak kibrinden böyle söylediğini de bildirdi. Bu adam da cezasını çekti, elini ağzına götüremez oldu."

Müslim ve Beyhekî İbn-i Abbâs'tan rivayet ederler: O şöyle demiştir: "Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) bana emredip: "Muâviyeyi bana çağır!" buyurdu. Ben de: "O şimdi, yemeğe oturdu" dedim. Bunu üçüncü defa tekrarlayı-şında: "Allah onun karnına, doymak nedir göstermesin!" dedi. Muâviye de, bundan sonra gerçekten doymak nedir bilmedi."

(Muâviye ve Süleyman bin Abdülmelik, çok yemek ve doymamakla meşhur olanlardandır.)

Beyhekî, Ebû Yahya'dan şu haberi nakleder: Bir gün Hazret-i Ömer'e birisi: "Senin âzâd ettiğin kişilerden falan kişi insanların yiyecek mad­desini saklayıp ihtikârda bulundu" diye şikâyet etti. Bunun, çok mes'ûliyetli bir şey olduğunu bildiren Ömer: "Ben Peygamber'den (sallallahü aleyhi ve sellem) işittim. O bu hususta aynen şöyle buyurmuştur: "Her kim, müsümanla-rın yiyeceği şeylerden ihtikâr yaparsa, Allah o kulunu cüzzâm hastalığı ve iflâs ile cezalandırır." ve derhal azatlısını çağırıp sorguya çekti. Azadlısı ise, "sâdece alış-verişte bulunduğunu" söyledi. Haberi bu şekilde nakleden Ebû Yahya ise, o âzadlı kişinin, Hazret-i Peygamberin duası veçhile, bir müddet sonra uyuz illetine yakalandığim söyler."

Buharî ve Müslim (ittifak hâlinde) İbn-i Abbâs'tan şöyle rivayet e-derler: "Siyah bir kadın vardı. Bir gün Hazret-i Peygamber'e gelip: "Ey Al­lah'ın Resulü, benim sar'a hastalığım var. Ne olur, Allah'a dua ediniz de bu-hastalıktan kurtulayım!" diye ricada bulundu. Hazret-i Peygamber bu kadına: "Eğer istersen, bu hastalığına sabredersin, karşılığında da cen­neti kazanırsın! Eğer dua etmemi istersen, dua ederiz. Allah da dilerse sana şifâ ve afiyet verir" diye konuştu. Kadıncağız, sabrimn karşılığı o-larak cenneti kazanacağım duyunca: "Evet ey Allah'ın Resulü, ben sab­redeceğim!" dedi. Fakat hastalığı ile ilgili bir noktada ricada bulundu ve şöyle dedi: "Yâ Resûlallah, sar'am geldiği zaman, üstüm başım açılıyor, (Ben de bundan sıkılıp utanıyorum) dua buyurunuz da, sar'am geldiği zaman deprennıeyeyim ki, üstüm başım açılmasın!" Peygamberimiz de bu hususta dua buyurdular."

Buharî el-Edeb'te ve Nesâî Ümmü Kays'tan, onun şöyle dediğini rivayet ederler: "Oğlum vefat edince ben üzüntüye kapıldım ve onu yı­kayana dedim ki: "Oğlumu soğuk su ile yıkama, sonra onu Öldürürsün!" Benim bu sözümü Ukkâşe bin Mıhsan Resûlüllah Efendimizde yetiştir-miş. O da tebessüm buyurup: "Bu kadıncağızın ömrü uzun olsun!" diye dua etmiştir.

(Bu sebeple bu kadın kadar uzun ömür yaşamış bir başka kadın olmamıştır.)

El-Bârûdî, İbn-i Şahin, İbn-i Seken ve Beyhekî Ebû Ümâme'den rivayet ederler. O şöyle anlatmıştır: "Salebe bin Hâtıb, Peygamber'e (sallallahü aleyhi ve sellem) gelip: "Ey Allah'ın elçisi, benim için Allah'a dua ediver de, Allah bana bol mal ve çok evlâd versin!" dedi. Peygamberimiz ise ona: "Yazık sana ey Salebe! Bilesin ki, şükrünü eda edebildiğin az mâl, şükrünü edâ edemediğin çok maldan daha hayırlıdır!" diye nasihat buyurdu. Fakat Salebe buna aldırmayıp yine aynı istekte bulundu. Peygamberimiz de aynı nasihatini tekrarlayıp: "Ben sana, bir güzel örnek değil miyim? Eğer ben Rabbim'den şu dağların altın olup da benimle her gittiğim yere gitmesini istesem, hiç şüphem yoktur ki, Rabbim bana bunu lütfeder. Fakat Ben, Rabbim'den böyle bir şey istiyor muyum?" buyurdu. Salebe, bütün bu söylenilenlere aldırmayıp: "Ey Allah'ın elçisi! Allah'a dua edi­ver de beni mâl ve evlâd ile rızıklandırsm! Seni hak Peygamber olarak gönderen Allah'a yemin ederim ki, eğer bana mâlca zenginlik lütfedecek olursa, her hak sahibinin hakkim vereceğim!" diyerek and içti. Bunun üzerine Hazret-i Peygamber, onun isteği istikâmetinde dua ediverdi."

Derken Salebe, bir koyun satın aldı. Koyunu o kadar bereketlendi ve üredi ki, Medine onun koyunlarına dar gelir oldu. O da bu sebeple Medine'den uzaklara açıldı... Fakat gündüzleri Medîne Mescidi'ne gele­rek namazını Hazret-i Peygamberle birlikte kılıyordu. Geceleri ise gelemi-yordu. Derken koyunları o kadar çoğaldı ki, gündüzleri de gelemez oldu. Ancak Cumâ'dan Cumâ'ya geliyordu. Derken cuma ve cenazelerde de bulunmaz oldu. Bunun üzerine Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem), onun hakkında: "Salebe bin Hâtıb'a yazık!" buyurdu.

Sonra, Allah'ın zekâtla ilgili emrini ihtiva eden âyetler indi... Al­lah'ın emri gereğince Peygamberimiz, iki zekât âmilini (tahsildarim) ona gönderdi. Sâlebe'nin, koyun ve develerinden ne kadar zekât vermesi lâzını geldiğini de yazılı olarak bu âmillerle birlikte ona gönderdi, iki tahsildar, Hazret-i Peygamber'den aldıkları emir gereğince, doğruca Sâlebe'ye gittiler ve ona, vermesi lâzını gelen zekâtı açıkça bildirdiler. Salebe, kendilerine hitaben: "Peygamberin yazılı emrini bana gösteri­niz!" dedi, onlar da yazılı emri kendisine verdiler. Salebe, yazılı emri dikkatle okuduktan sonra: "Bu benden istenenler, haraçtan başka bir şey değil! Siz şimdi beni yalnız bırakınz, ben bu mes'eleyi kendi başıma bir düşüneyim. Sonra bana bir daha uğrayımz" cevâbim verdi. Onlar da geri çekilip ayrıldılar. Sonra ona tekrar uğradılar. O da önceki sözünü tekrarladı: "Bu haraçtan başka bir şey değil!" Onlar da geri çekilip ay­rıldılar. Sonra ona tekrar uğradılar. O da önceki sözünü tekrarladı: "Bu haraçtan başka bir şey değil." Siz şimdi Medine'ye dönünüz, ben iyice düşünmek istiyorum!" dedi. Onlar da dönüp Medine'ye geldiler. Pey­gamberimiz kendilerini görünce, daha onlar bir şey söylemeden:'Yazık, Salebe bin Hâtıb'a!" buyurdu. Bunun üzerine de Allah Tevbe sûresinin ilgili âyetlerini inzal buyurdu ki, bu âyetler şöyledir:

"Onlardan kimi de: "Eğer Allah, lütuf ve kereminden bize verirse, elbette sadaka vereceğiz ve faydalı insanlardan olacağız!" diye Allah'a and içtiler."

"Ne zaman ki Allah kereminden onlara verdi, onun verdiğinde cimrilik ettiler ve sözlerinden döndüler. Zâten onlar, dönektirler."

"Allah'a verdilsieri sözden döndüklerinden ve yalan söylediklerin­den dolayı, kendisiyle karşılaşacakları güne kadar Allah, onların kalb-lerine nifak sokmuştur." [30]

Salebe, kendisi hakkında inen bu âyetlerden haberdâr oldu. Ken­disinden istenen miktar zekâtim alarak doğruca Hazret-i Peygambere gitti ve zekatim O'na teslim etmek istedi... Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) ise almak is­temedi ve: "Allah beni, senin zekatim almaktan menetti" karşılığim verdi. Salebe ağlamaya ve basma topraklar saçmaya başladı. Peygam­berimiz ise kendisine: "Bu senin amelinin karşılığıdır... Ben sana zekâtim Ödemeni emrettim, sen ise bana itaat etmedin!" dedi.

ylece Resûlüllah, Salebe bin Hâtıb'ın zekâtım kabul etmemiş oldu. Sonra Ebû Bekir halîfe oldu. Salebe, gelip zekatim ona Ödemek is­tedi ise de; o da bunu kabul etmedi. Sonra Ömer başa geçti, o da onun zekâtım kabul etmedi. İşte bu Salebe, Osman'ın halifeliği zamanında helak olup gitti." [31]

Beyhekî ve Taberânî Abdullah bin Ebû Evfadan rivayet ederler. O şöyle der: "Adamın biri Peygamber e gelip: Ey Allah'ın Resulü, şurada bir genç var, ölmek üzeredir. Fakat kendisine: "Lâ ilahe illallah de!" diye söylendiği halde, tevhîd kelimesini söyleyemiyor" dedi. Peygamberimiz: "Daha önce bunu söylemiyor muymuş?" diye sordu. Onlar: "Söylüyor­muş" dediler. Peygamberimiz: "Peki şimdi ölümü yaklaştığı zaman bunu söylemekten kendini meneden ne imiş?" dedi ve derhal yerinden kalka­rak o gencin yanına gitti. O'nunla birlikte biz de gittik. Peygamberimiz ona: "Ey genç, lâ ilahe illallah de!" diye emretti. Genç: "Ben bunu söyle­meye güç yetiremiyorum" cevâbim verdi. Peygamberimiz: "Niçin?" diye sordu. Genç: "Anama itaatsizlik ettiğim için" karşılığim verdi. Peygam­berimiz: "Anan şimdi sağ mıdır?" dedi. Genç de: "Evet" dedi. Peygambe­rimiz oradakilere: "Bu gencin anasını buraya getiriniz!" dedi. Getirdiler. Peygamberimiz ona dedi ki: "Ey bu gencin anası, söyle bakalım; büyük bir ateş yakılsa, sana da denilse ki: "Eğer oğluna hakkim helâl etmezsen, onu bu ateşin içine atıp yakacağız!" Bu durumda hakkıiıi oğluna bağış­lamaz mısın?" Kadın: "Bağışlarım" dedi. Peygamberimiz: "O halde oğlu­na hakkim bağışladığına dâir bize söz ver!" buyurdu. Kadın da: "Oğlumdan razıyım, hakkımı ona bağışladım" dedi. Bundan sonra Pey­gamberimiz gence dönüp: "Haydi şimdi lâ ilahe illallah de!" dedi. Genç de: "Lâ ilahe illallah!" dedi. Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) de bunun üzerine: "Benim sayemde şu kulunu cehennemden kurtaran Allah'a hamdolsun!" diyerek

Allah'a hamd etti." [32]

Kütüb-i Sitte'nin son dördü (Ebû DâvûdTirmizî, Nesaî ve İbn-i Mâee), Zeyd bin Sâbit'ten şu hçtdîsi rivayet ederler: "Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) buyurdu:

"Allah dünyâda ve âhirette yüzünü nûrlandınp bahtiyar etsin o kişiyi ki, Benim sözümü işitir, aynen alıp muhafaza eder ve başkalarına da aynen ulaştırır!"

Alimlerimiz buyurmuşlardır ki: "Ehl-i Hadîs'ten hiç bir kimse yoktur ki, Peygamber'in (sallallahü aleyhi ve sellem) duası bereketiyle onun yüzünde bir gü­zellik ve nûr bulunmasın!" (Suyûtî).[33]

(Yukarıda geçen bu hadîsi Tirmizî, İbn-i Mes'ûd'dan şu şekilde rivayet etmiştir: "Allah, dünyâ.ve âhirette yüzünü nûrlandırıp bahtiyar etsin o kişiyi ki, bizden bir şey işitmiş ve işittiği gibi de başkalarına u-laştırmıştır! Kendisine hadîsını ulaştırılan nice kimse vardır ki, o hadîsi, benden duyandan daha iyi anlayıp kavrar.")[34]

Peygamberimizin Duasıyla İlgili Bir Bölüm

İmâm-ı Ahmed, Huzeyfe'nin şöyle dediğini rivayet etmiştir: "Pey­gamber (sallallahü aleyhi ve sellem), bir kişinin lehine ve hayrına dua ettiği zaman, hem o kişiye, hem onun evlâdına, hem de evlâdimn evlâdına faydalı olurdu."

Ebû Ya'lâ, bu hususta Zübeyr bin Avvâm'dan şöyle bir rivayette bulunur: "Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem), bana, benim evlâdıma, evlâdımın evlâdına hayır duada bulundu. Ben, bir gün babamın, kardeşime hitaben: "Sen, Peygamber'in (sallallahü aleyhi ve sellem) hayır duasından nasibini almış birisisin" dediğini işittim."[35]

------------------------

 [29] Bunu, Tirmizi de nakletmiştir.

 [30] Tevbe suresi, 75-77

26  PEYGAMBERİMİZİN ASHABINA ÖĞRETTİĞİ, KIŞİMN KENDİSİ İÇİN VEYA BAŞKALARI İÇİN EDECEĞİ DUALAR VEYA HASTALAR İÇİN OKUYACAĞI DUALAR 

Borcun Ödenmesi İçin Dua

Sahih hadîste vârid olan şudur: "Peygamber (s.a.vj, ashabından bazılarına, borçtan kolaylıkla kurtulabilmek için şu duayı öğretmiştir:

"Ey yedi kat göklerin ve ulu arş'ın sahibi, bizlerin ve her şeyin sahibi bulunan Rabbim! Dâneyi yaran, çekirdeği çatlatan (ve bu küçü­cük tohum ve çekirdeklerden sonsuz nimet ve bereketler meydana geti­ren), Tevrat'ı, İncil'i ve Kur'ân'ı indiren Allah'ım!... Ben, şer ve zararı bulunan her şeyden sana sığimrım! Her şeyin durumu ve geleceği Senin elindedir... Sen, kendinden evveli olmayan, kendinden sonrası bulun­mayansın! Kendinden üstünü bulunmayan Zahir, kendinden daha ya­kim bulunmayan Bâtın'sın! (Şüphesiz, bana benden daha yakınsın, beni benden daha iyi bilensin!)... Borcumu ödemekte bana yardımcı ol, ko­laylık ihsan eyle Rabbim! Beni fakirlikten kurtarıp, zengin eyle Rab­bim."

Peygamber Efendimiz'in bu duayı kendisine talîm buyurduğu sahâbi, böylece ve samîmine duasını yaptı. Böylece her şeye kadir olan Allah'a sığimp, yalvarıp yakardı. Allah da o kuluna, borcunu ödemesi hususunda yardımcı oldu da, borçtan kurtuldu.

Tirmizl'nin rivayet ettiği bir hadîse göre de (ki bunu da Ali (radıyallahü anh) rivayet etmiştir) Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem), ashâbdan birine şöyle dua etmesini tâlim buyurmuştur:

"Allah'ım, helâl mâl ile bana yeterlik ver de, asla harama düşme­yeyim! Allah'ım bana lutfunla (helâlinden) zenginlik ver de, başkalarına muhtaç olmayayım!" O sahabî de böyle dua etmiş, borcundan kurtulup helâle kanâat etme zenginliğine ermiştir. (Mert veya nâmert hiç bir ferde muhtaç olmamıştır.) [1]

Cinlere Karşı Dua

İbn-i Sa'd ve Beyhekî Ebû'I-Aliye'den naklen Hâlid bin Velîd'in şöyle dediğini rivayet eder: Ben Peygamber'e (sallallahü aleyhi ve sellem) mürâcât ederek de­dim ki: "Ey Allah'ın Resulü, geceleyin cinlerden biri ansızın gelip beni korkutuyor... Bana neyi tavsiye edersiniz?" Peygamber Efendimiz de bana şu şekilde dua edip Allah'a iltica etmemi tavsiye buyurdular:

"Allah'ım ben Sana, Senin o iyi veya kötü hiçbir varlığın dışına çıkamıyacağı kelimât-i tâmmeni vesile ederek, yeryüzünde gizlenen veya aşikâre olan, yeryüzünden yukarı çıkan veya yukardan yeryüzüne inen serlerden sığimrım ve ansızın gelip de beni korkutan şeyden de sığim­rım... Ancak hayır ve iyilikle gelen hâriç... Ey Rahman olan Rabbim, bütün bunlardan beni Sen koru..." [2]

İbn-i Sa'd, Imrân bin Husayn'dan, babasının şöyle dediğini nakle­diyor: "Ben Peygamberin (sallallahü aleyhi ve sellem) yanından ayrılırken, ne dememi tavsi­ye edeceğini sormuştum. O da bana: "Allah'ım beni nefsınıin şerrinden koru ve bana doğru olana azmetmemi nasîb eyle!" dememi tavsiye etti. Ben de bu şekilde söyledim. Ben, bu şekilde söylerken henüz müslüman olmuş değildim. Fakat anîden müslüman olmak kararma vardım ve müslüman oldum. Sevinerek Hazret-i Peygamber'e koştum ve durumu ken­disine müjdeledim..." [3]

İbn-i Sa'd Ebâ Bekir bin Muhanımed'den nakleder. O şöyle demiş­tir: "Yılanlı Kayacıklar" denilen yerde, Abdullah bin Sehl'i yılan sokmuş. Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) ise: "Onu hemen Umara bin Hazm'a götürünüz" bu­yurmuş. Oradakiler demişler ki: "Ey Allah'ın Resulü, o ölüyor!" Pey­gamberimiz de tekrar: "Eğer siz onu Umara bin Hazm'a götürürseniz, o da ona okursa, Allahü teâlâ kendisine şifâ verir" buyurmuştur. Onu he­men ona götürmüşler. O da onu okumuş. Allah da şifâsını lütfetmiştir."

Yine İbn-i Sa'd, Sehl bin Ebû Has'ama'dan rivayet ediyor. O şöyle diyor: "İçimizden birini'Yılanlı Taşlık" denilen yerde yılan sokmuştu... Amr bin Hazmın ona okumasını istediler. O ise okumak istemedi. Pey­gamber Efendimiz oraya gelince ondan izin istenildi. O da: "Bakayım ne okuyacaksınız! Okuyacağimz şeyi bana arz ediniz" buyurdu. Arz etti­ler... O da izin verdi." [4]

Uyku Uyumama Hastalığimn Duası

İbn-i Sa'd'ın bir rivayeti de Abdurrahmân bin Sâbit'ten. O şöyle demiştir: "Halid bin Velîd uyuyamamak hastalığına tutuldu. Halini Hazret-i Peygamber'e arzettiğinde o kendisine şu tavsiyede bulundu. "Ey Hâlid, şu şekilde dua edip Allah'a sığın:"Ey yedi kat göklerin ve onun altındakilerin, arzların ve onun ü-zerinde taşıdıklarimn Rabbi olan Allah'ım! Keza bütün şeytanların ve onların yoldan çıkardıklarimn Rabbi olan Allah'ım!... Sen benim kom­şum ve yoldaşım ol da beni bütün yarattıklarimn şerrinden koru! Senin komşuluğun altında onlar bana karşı bir kötülük yapamaz, bana saldıramazlar... Senin komşuluğun ne güzel ve ne büyüktür, Allah'ım! ve Sen'den başka hiç bir ilâh yoktur!"[5]

Fatiha Suresinin Hastaya Okunması

Buharî ve Müslim Ebû Saîd el-Hudrî'den rivayet ederler. O şöyle demiştir: "Ben, Peygamber Efendimiz'in ashabından bâzıları ile seferde bulunuyordum... Arap kabilelerinden birine uğramıştık. İçlerinden bi­rini kuyruklu sokmuş, adam da bu yüzden komaya girmişti... Bizını içi­mizden biri, bu adama Fatiha Sûresi'ni okudu. Adam da Allah'ın izniyle şifâya kavuşup iyileşti." [6]

Beyhekî Harice bin el-Salt'tan şöyle nakleder: "Amcam bir gün yo­luna giderken bir kavme rastlamış, içlerinden biri deli olduğu için, bo­yuna adamcağızı dövüyorlarimş. Amcamı görünce demişler ki: "Şu zavallı adamı tedâvî edip iyileştirecek bir şeyin var mı? Senin arkadaşın, (Peygamberiniz) bütün insanlara iyilikle gönderilmiş bir hayırlı kimse­dir..." Amcam da, onların bu ricasını kırmayıp üç gün müddetle ve her gün ikişer defa olmak üzere Fatiha Sûresini okuyuvermiş... Hastaları da iyi olmuş. Bu sebeple amcama yüz koyun vermişler. O da bunu Pey-gamberimiz'e sorduğunda: "Bâzısı batıl bir iş yaparak haram yer, fakat sen hak olan bir iş yaptın, helâl olarak bunları ye!" cevâbim almıştır..." [7]

Yatmadan Önce Hırsızlıktan Korunmak İçin Okunacak Dua

Beyhekî İbn-i Abbâs'tan rivayet eder. O şöyle der: "Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem), Isrâ Sûresi'nin: "de ki: îster yâ Allah diyerek ister yâ Rahman diyerek çağırın. Hangisiyle çağırıp dua etseniz, nihayet Esmâ-i Husnâ (en güzel isınıler) ancak onundur!...11 âyetiyle ilgili olarak şöyle buyur­muştur: "Bu âyetin yatmazdan önce okunması, hırsızlık tehlikesine karşı, bir emniyet vesilesidir."

Peygamberimiz'in zamanında, O'nun ashabından biri, yatmazdan önce bu âyeti okuyup yatmıştı... Derken henüz o uyumadan evine bir hırsız girdi. Hırsız evde ne varsa toplayıp çuvalına doldurdu. Çuvalı sırtlayıp kapıya vardı. Fakat kapı kapalıydı. Çuvalı yere koyup kapıyı açmak istedi. Fakat, kapimn açık olduğunu gördü. Kapı zâten acıkmış diyerek çuvalim sırtına aldı, kapıdan çıkmak istedi. Fakat gördü ki kapı kapalıdır. Bunu üç defa tekrarlamak zorunda kaldı. Çıkmaktan âciz ol­duğunu anlıyarak hayretler içinde kaldı. Bu sırada ev sahibinin güldü­ğünü işitti... Ev sahibi kendisine dedi ki: "Boşuna uğraşıyorsun, sen bu çuvalla bu evden çıkamazsın... Çünkü ben bu evin etrafim kale ile çe­virmiş durumdayım!" Bunun üzerine hırsız, çuvalım boşaltarak evi ter-ketinek zorunda kalmıştır..." [8]

Zalimlerin Zulmünden Kurtulmak ve Bazı İhtiyaçların Teminini Kolaylaştırmak İçin Okunacak Dua

İbn-i Sa'd, Ebân bin Ayyâş'tan şöyle nakleder: Bir gün Enes bin Mâlik meşhur Haccâc-ı Zâlim ile konuşurken, ona karşı biraz söylendi. Haccâc da kendisine kızarak: "Eğer senin Resûlüllah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) hizmetin ve emira'l-müminmin senin hakkındaki bana gönderdiği yazı olmasaydı, bana karşı böyle konuşmayı sana gösterirdim ben!" dedi. Enes ona şu karşılığı verdi: "Ne istersen şöyle, amma sen boşuna konuşuyorsun! Zira ben, bülûga erdiğim günlerimde idim. Bu sırada Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) bana bâzı dualar öğretti ve sıdk u ihlâs ile bu şekilde Allah'a dua ve niyazda bulunduğum takdirde, zâlimlerin zulmünden kurtulacağımı ve bâzı ih­tiyaçlarımın te'ınîninde de kolaylıklar elde edeceğimi buyurmuştur.

'ıninlerle karşılaştığımda da, onların sevgisine mazhar olacağımı müjdelemiştir."

Enes'ten bu sözleri duyan Haccâc: "Bana da bu duayı öğretsen ol­maz mı?" dedi. Enes: "Olmaz, zira sen buna lâyık değilsin!" cevâbim verdi. Bunun üzerine Haccâc, iki oğluna iki bin dirhem vererek: "Bakı­nız, bir fırsatim bulup bu duayı bu ihtiyardan öğrenmeye gayret ediniz!" diyerek Enes'in peşine taktı ise de, onlar da bunu ondan Öğrenmeye muvaffak olamadılar... Vaktaki Enes'in vefatına üç gün kaldı, bana dedi ki: "Ey Ebân, sana bu duayı Öğreteceğim, fakat sen sakın bunu lâyık ol­mayan birisine öğretmeye kalkışma!" İşte, şimdi aklımda kaldığı kada­rıyla Enes'in öğrettiği bu dua, aşağı-yukarı şu merkezde idi:

"Allahü ekber, Allahü ekber, Allahü ekber. Nefsını ve dînim üzeri­ne bismillah, Allah'ın bana verdiği her şey üzerine bismillah, isınılerin en hayırlısı bismillah! Kendisiyle beraber hiçbir derdin zarar veremeye­ceği bir isını olan bismillah. Ben, açışı bismillah ile yaparım, ancak Al­lah'a tevekkül ederim! Ancak Allah'tır benim Rabbim, hiç bir kimseyi ona ortak koşmam! Ey Allah'ım, senden başkasının asla veremeyeceği hayrı istiyorum, senden. Senin övgün çok yücedir, komşuluğun da çok büyüktür! ve Senden başka ilah da yoktur! Beni Senin, koruman ve komşuluğunda kıl, her kötülük ve serden, kovulmuş şeytandan hıfzeyle! Allah'ım, yarattıklarından sana sığimyorum. Ancak Senin korumana güveniyorum..." (Bu duaya başlamadan önce, yedi defa Ihlâs Sûresi o-kunacaktır...) [9]

Fakirliğin Defi İçin Dua

Hatîb-i Bağdadî, Ruvâtü Mâlik adlı kitabında, İbn-i Ömer'den şöyle nakleder: Adamın biri, Resûlüllah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) gelip: "Ey Allah'ın Resulü, dünyâ hiç benim yüzüme gülmemektedir. Bana bu hususta bir dua öğ-retseniz!" diyerek mürâcatta bulundu. Peygamberimiz de kendisine: "Meleklerin duasını, mahlûkâtın da edip de bol nimet ve rızka kavuş­tukları tesbîhi, sen bilmiyor musun?" buyurdu ve ona şu mealde bir tavsiye de bulundu:

"Tam tan yerinin ağarmaya başladığı sırada, yüz defa şöyle söy­le:

"Allah'a hamdeder ve O'nun her nevî kusur ve ayıplarından münezzeh olduğuna inanırım! Çok büyük ve yüce olan Allah'ım; gerçekten münezzeh ve mukaddestir! O'nu tesbîh ve tenzih ederim!"

Bu şekilde yüz defa Allah'a tesbîh ve tahmîdde bulun. Dünyanın senin de yüzüne güldüğünü, koşarak sana geldiğini göreceksin!"

Adam, Peygamber Efendimiz'in kendisine olan bu tavsiyesini ay­nen yerine getirdi. Bir müddet sonra, yine Resûlüllah'ın huzuruna gelip: "Ey Allah'ın elçisi, dünyâ o kadar koşarak bana geldi, o kadar zengin oldum ki, şimdi dünyâ malim nereye koyacağımı bilemiyorum!" dedi." [10]

Peygamberimizin Sağlığında Görülen ve Bundan Önce Zikredilmemiş Bulunan Fevkalâde Rü'yajlar:

Buhâri İbn-i Ömer'den rivayet eder. O şöyle der: "Peygamber'in (sallallahü aleyhi ve sellem) ashabından bâzıları, bâzı rüyalar görür ve bunu Peygamber Efendimiz'e arz ederlerdi. Resulüllah Efendimiz de onların bu rüyası hakkında, Allah'ın dilediği bazı şeyler söylerdi. Ben ise, henüz yeni ye­tişmekte olan bir genç idim ve Mescid'de yatar kalkardım. Henüz ev­lenmediğim için, buradaki Ashâb-ı Suffe ile birlikte kalırdım. Ashâbtan bâzılarimn gördükleri o güzel rü'yalara imrendiğim için, bir gün kendi kendime şöyle dedim: "Ey Abdullah, eğer sen de bir hayır olsa idi, bu zâtların gördüğü gibi, sen de hayırlı bir rüya görürdün..." Böyle düşün­düğüm günün gecesinde, Allah'a dua edip yalvardım ve dedim ki: "Ey Allah'ım, eğer bende bir hayır varsa, ben kuluna da hayırlı bir rüya göster!"

İşte böyle dua edip yattım ve uyudum... Rüyamda, ellerinde de­mirden kamçılar bulunan iki melek geldi ve beni cehenneme doğru gö­türdüler... Ben, bu iki meleğin arasında giderken, yine: "Ey Allah'ım, beni cehennemden koru!" diyerek dua ediyordum... Derken karşıdan bir melek daha göründü, bana hitaben dedi ki: "Hiç korkma, sen, namazı fazla kılansın, ne iyi insansın!" O da bizimle gelerek nihayet cehennemin kenarına vardık... Cehennemin, bir kuyu gibi kademe kademe aşağıya doğru derinleştiğini ve her kademede bâzı melekler bulunduğunu gör­düm... Onların da ellerinde demir kamçılar vardı. Bu kademelerde de birtakım insanlar başı aşağı asılmış azâb olunmakta idiler... Hatta iç­lerinde Kureyş'ten bâzı tanıdığım kimseleri de gördüm... Beni sağ tarafa doğru götürdüler... Artık, cehennem gözümden kaybolmuştu..." Bu rü­yamı sabahleyin kardeşim Hafsa'ya anlattım... O da Resûlüllah'a an­latmış. Resûlüllah da bana bu hususla ilgili olarak buyurdu ki: "Abdullah, gerçekten iyi bir kişidir!" [11]

Buhârlyine İbn-i Ömer'den şöyle nakleder: Gördüğüm bir rüyada: Elimde bir ipek parçası bulunuyordu ve ben cennette idim. Cennette nereye gitsem, bu ipek parçası da uçup benimle beraber geliyordu. Ben bunu Hafsa'ya anlattım. O da Resûlüllah'a anlatmış. Resûlüllah da ona: "Senin kardeşin iyi bir kimsedir" buyurmuştur...

Buhârl, Abdullah bin Selâm'dan nakleder. O şöyle demiştir: "Rü­yamda ben, bir güzel bahçede geziniyordum. Bahçenin tam ortasında bir yüksek direk vardı. Direğin üzerinde de tutunulacak bir kulp vardı. Bana denildi ki: "Haydi ne duruyorsun, bu direğe çık!" Ben de: "Buna gücüm yetmez!" dedim... O sırada taze bir genç gelip elbisemden tutarak beni yukarı yükseltti... Baktım, tâ direğin üzerindeyim... Oradaki kulpa sınısıkı tütündüm. Derken uyanıvermişim... Fakat hâlâ elimle o kulpa tutunuyordum... Bu rüyamı, Resûlüllah Efendimiz'e anlattım, o da bana hitaben: "Gördüğün bahçe, İslâm bahçesidir! Direk de İslâmın direğidir. Direğin ucundaki kulp da, urve-i vüskâ'dır, İslâmın kopmaz kulpudur! Sen, hiç ayrılmadan ölünceye kadar İslama sarılıp tutunacaksın" bu­yurdu.

İbn-i Sa'd, yine Abdullah bin Selâm'dan rivayet eder. O şöyle anla­tır: "Ben, Peygamberin (sallallahü aleyhi ve sellem) zamanında bir rüya görmüştüm. Şöyle ki: Adamın biri bana gelip: "Haydi bakalım, benimle gel!" dedi. Beni alarak çok geniş bir caddeden götürmeye başladı. Yürürken, sola bir yol açıldı. Ben bu yola sapmak istedim, yanımdaki adam ise: "Sen bu yolun adamı değilsin!" dedi. Gitmeye devam ederken, bu sefer de sağa bir yol ayrıldı­ğim gördüm ve bu yola saptım, yanımdaki adam hiç itiraz etmedi. O-nunla birlikte giderken yalçın kayalarla dolu bir dağa rastladık... Yanımdaki adam beni tutup o dağa öylesine fırlattı ki, ben kendimi da­ğın zirvesinde buldum... Uçuruma yuvarlanmamak için oradaki kulpa sınısıkı sarılmamı söyledi. Ben de sımsıkı ona tütündüm... Derken uya­nıvermişim... Ben, bu rüyamı Peygamber Efendimiz'e anlattım. O da bana dedi ki: "Hayırlı bir rüya görmüşsün. Şöyle ki: Gördüğün o geniş cadde mahşer yeridir. Giderken solunda arız olan yol ise, cehennemliklerin yoludur. Sağma açılan yol ise; cennetliklerin yoludur. Yalçın ka­yalıklarla dolu olan dağ, şehîdlerin mertebesidir. Tutunduğun kulp ise, İslâmın kulpudur, İşte buna, ölünceye kadar sımsıkı tutunmalasm." [12]

Beyhekî, Talha bin Ubeydullah'ın şöyle dediğine dair bir haber nakletmiştir: Peygamber'e (sallallahü aleyhi ve sellem) Bülâ'dan iki adam geldi. İkisi birlikte müslüman oldular... Bunlardan biri, diğerinden daha çok ibâdet ederdi. Bu daha çalışkan olan kişi, katıldığı bir savaşta şehîd oldu. Diğeri de bir sene sonra vefat etti. Bu ikincinin vefatından sonra idi. Rüyamda Cen­netin kapısında imişim... Baktım bu iki kişi de oradalar. Cennetten biri geldi; önce, bir sene geç vefat edeni çağırıp cennete aldı. Sonra tekrar gelip ikincisini cennete aldı. Sonra gelip bana dedi ki: "Sen geri dön, şimdilik senin cennete girmene izin verilmedi. Ben bunu, ertesi gün in­sanlara anlattım. Onlar da bunu hayretle karşılayıp: "Niçin, önce şehîd olanı cennete çağırmamıştır?" demek istediler... Bu konuşulanların ü-zerine Peygamber Efendimiz şöyle buyurdular: "Bu, diğer arkadaşından bir sene daha fazla yaşayıp bu müddet zarfında fazlaca namazlar kılmış, Ramazan'a yetişip oruç tutmuştur."

Yine Beyhekî, Ebû Sâid el-Hudrî'den rivayet eder. O da şöyle an­latmıştır: "Rüyamda ben, Sâd Sûresini okuyordum... Bu suredeki secde âyetine gelince, her şey secde etti. Bu sırada Levh ve Kâlemi de gör­düm... Sabahleyin Resûlüllah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) giderek rüyamı anlattım. O da buyurdu ki: "Bu âyet okunduğu zaman secde edilsin!"

Buharî ve Müslimİbn-i Ömer'den rivayet ederler: Peygamber'in (sallallahü aleyhi ve sellem) ashabından pek çoklan rüyalarında, Kadir Gecesi'nin Rama-zan'ın son yedi günü içinde bulunduğunu gördüler... Bunun üzerine Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem): "Görüyorum ki, rüyalarimz, Kadir Gecesinin Rama-zan'ın son yedi günü içinde olduğu üzerine ittifak etmektedir. O halde Kadir Gecesini taharri edecek (araştıracak) olanlar, onu Ramazan'ın son yedi günü içinde arasınlar" buyurdu. [13]

Darimî Ebû Ümâme'nin şöyle dediğini rivayet etmiştir: "Bir gün benim kardeşim rüyasında, insanların uzun ve uçurum bir dağa doğru tırmandıklarim görmüş... Bu dağın zirvesinde ise, iki ağaç varmış. A-ğaçlar, dağın zirvesine tırmanan insanlara: "içinizde Bakara Sûresini okumasını bilen var mıdır? içinizde Al-i İmrân Sûresini okumasını bilen var mıdır?" diye nida ediyorlarimş, içlerinden biri: "Evet, bilenimiz var­dır" diye ses verdiği zaman, bu iki ağaç o adama yaklaşıp eğilmiş. Adam da o ağaçlara tutunmuş. Böylece dağın zirvesine doğru yükselmiş..."[14]

Peygamberlerin fazilet Derecelerini Peygamberimizin Faziletleri ile Karşılaştırma

Alimlerimiz demişler ki: "Herhangi bir Peygambere verilmiş bulu­nan bir mucize veya faziletin bir benzeri veya onun daha büyüğü, mut­laka Peygamberimize de (sallallahü aleyhi ve sellem) verilmiştir." [15]

Âdem (aleyhisselâm)’a verilmiş Bulunan Özellikler ve Mucizeler ve Bunların Benzerlerinin Peygamberimize de Verilmesi

Burada buna bir misâl olarak: Yüce Allah'ın Âdem'i kendi eliyle yaratmış olmasını ve melekleri secde ettirmiş ve esmayı öğretmiş olma­sını zikredebiliriz... Alimlerin bâzıları demişlerdir ki: "Bâzılarına göre, Âdem (aleyhisselâm), İşte bu sırada Peygamber olmuş ve meleklere Peygamber o-larak gönderilmiştir. Onun mucizesi de, eşyanın isınılerini meleklere haber vermesi olmuştur. Aynı zamanda Allah'ın kendisiyle konuşması olmuştur.

Âdem (aleyhisselâm)'a verilen bu mucize ve özelliklerin benzerlerinin Pey­gamber Efendimiz'e de verilmiş olmasına gelince: Evet, bütün bunların benzerleri Peygamberimiz'e de verilmiş bulunmaktadır. Allah'ın kendi­siyle konuşmuş olması mucizesi, bundan evvelki "Isrâ ve Mi'râc" bah­sinde geçmiştir. [16]

Meleklerin kendisine secde etmesine gelince: Alimlerden bâzıları demişler ki: "Yüce Allah'ın: "Allah ve melekleri Peygamber'e salât et­mekte (O'nun şerefini yükseltmekte) dir" [17]mealindeki âyetiyle beyân buyurduğu özellik; meleklerin Âdem'e secde etmiş olmaları özel­liğinden, iki yönden daha ileri ve daha geniş bir özelliktir. Şöyle ki: "Bir defa, Âdem (aleyhisselâm)'a âit bulunan bu özellik, olmuş ve geçip gitmiştir. Allah ve meleklerin Peygamberimize olan salâtlan ise; geçici değil, devamlıdır, ikincisi: Âdem'e secde edenler sâdece meleklerdi. Başkaları değil... Re-sulüllah Efendimiz'e ise, Allah, melekleri ve mü'ıninler salât etmekte-dirler..." [18]

İdris (aleyhisselâm)’a verilen Mucize ve Özellik

Bilindiği üzere, yüce Allah âyet-i kerîmesinde: "Biz onu yüce bir mekâna yükselttik" buyurmuştur.[19] Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) de, şüphe­siz (Isrâ ve Mi'râc Gecesi), Kâbekavseyn makamına yükseltilmiştir." [20]

Nuh (aleyhisselâm)a verilen Mucize ve Özellikler

Bu hususta Ebû Nuaym der ki: Nuh (aleyhisselâm)'a verilen mucizeler şun­lardır: Duasının kabul buyurulması, kavminin tûfân ile batmış olması... Bizim Peygamberimiz'e de duasının müstecâb olması mucizesi veril­miştir ve bunun pek çok örnekleri vardır; Şöyle ki: Namaz kılarken sır­tına işkembe koyanlara beddua etmesi, kıtlık ve kuraklık zamanlarında yağmur ve bereket için dua etmesi, kabul olunan dualarındandır."

Yine Ebû Nuaym der ki:"Peygamberimizin Nuh (aleyhisselâm)'a üstünlüğü aşikârdır. Yirmi küsur sene gibi pek kısa zamanda Peygamber Efendi­mize îmân etmiş olanların sayıları binlere varırken, insanlar ferd ferd değil, fevc fevc onun dînine gelip müslüman olurken; Nuh (aleyhisselâm) kavmi içinde dokuz yüz elli sene kalmış olmasına rağmen, kendisine imân et­miş olanların sayısı yüzü bulmamakta idi. [21]

Ben derim ki: Nûh (aleyhisselâm)'a verilen mucizeler arasında, gemideyken bütün hayvanların kendisine itaat etmiş olduğunu da söyleyebiliriz... Keza ilgili bölümde geçtiği gibi, Peygamberimiz'e de çok sayıda hayvanat itaat etmiştir." [22]

Hud (aleyhisselâm)’a verilen Mucize

Ebû Nuaym, bu hususta şöyle demiştir: "Hûd (aleyhisselâm)'a rüzgar mucizesi verilmiştir. Peygamber'e (sallallahü aleyhi ve sellem) de, Hendek Gazvesine âit ba­histe geçtiği gibi, rüzgarla yardım ve imdâd mucizesi verilmiştir."[23]

Salih (aleyhisselâm)’a verilen Mucize

Ebû Nuaym der ki: "Salih (aleyhisselâm)'a (dokunulması yasak) deve mucizesi verilmiştir. Peygamber'e de (sallallahü aleyhi ve sellem); devenin kendisiyle konuş­ması ve kendisine itaat etmesi mucizesi verilmiştir." [24]

 

26-1 İbrahim Halil (aleyhisselâm)’a verilen Mucize

İbrâhim (aleyhisselâm)'a ateşten necat (ateşten yanmama) mucizesi veril­miştir. Peygamberimiz'e âit benzeri bir mucize de, bundan önceki ilgili bölümde geçti...' Ayrıca îbrâhim (aleyhisselâm)'a, "Hıllet" (Allah'ın Halîli, yâni dostu olma) mucizesi de verilmiştir. Peygamberimiz'e de aynı mucize verilmiştir.

Nitekim İbn-i Mâce ve Ebû Nuaym şöyle rivayet ederler. Amr bin el-Âs'ın oğlu Abdullah anlatıyor: Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) buyurdu: "Allah, gerçekten İbrahim (aleyhisselâm)'ı halîl edindiği gibi, beni de halîl edindi! Cen­nette İbrahim ile benim makamım, yüzyüze olacaktır. Aramızda ise amcam Abbâs bulunacaktır. Abbâs iki halîl arasında tam bir güven i-çinde bulunacaktır..." [25]

Ebû Nuaym, Ka'b bin Mâlik'in şöyle dediğini rivayet eder: "Ben Peygamberden (sallallahü aleyhi ve sellem) işittim. O, vefatından beş gün önce şöyle buyur­du: "Allah, arkadaşimzı (Peygamberinizi), gerçekten halîl ittihâz etti!"

Yine Ebû Nuaymİbn-i Mes'ûd'dan da şu haberi nakletmiştir: Pey­gamber (sallallahü aleyhi ve sellem) buyurdu: "Eğer ben rabbim'den başka halîl edinseydim, şüphesiz Ebû Bekr'i halîl edinirdim! Fakat sizin Peygamberiniz, Allah'ın halîlidir!"

Ebû Nuaym der ki: İbrahîm (aleyhisselâm), Nemrûd'a karşı üç türlü koruma ile korunmuştur. Keza ilgili âyetlerin haber verdiği gibi, Peygamber E-fendimiz de müşriklere karşı pek çok kere korunmuştur. Yine îbrâhîm (aleyhisselâm) Nemrûd'a karşı kesin delilini ortaya koyarak onu susturmuş; ilâhî burhan ve hüccetleri zikrederek mağlûb etmiştir. Keza Peygamber E-fendimiz de, Übeyy bin Halef gibi bu ümmetin nice nemrûdlarım ilâhî beyan ve hüccetler serdederek susturmuştur. Nitekim Übeyy bin Halef bir defasında Hazret-i Peygamber'e gelmiş ve elinde tuttuğu çürümüş kemiği ufalıyarak, öldükten sonra dirilmeyi inkâr ettiğini ortaya koymuş: "Bu çürümüş kemiği kim diriltecek?" diyerek Allah'ın kudretine karşı mey­dan okumuştu... Yüce Allah da bunun üzerine: "Kendi yaratılışim unu­tarak Bize bir mesel verdi. "Şu çürümüş kemikleri kim diriltecek?" dedi. de ki: "Onları ilk defa yaratan diriltecek! O, her yaratmayı bilendir!" [26] mealindeki âyetlerini indirerek ona ilahî hüccet ve burhanim bil­dirdi, tşte bu, dosdoğru ve apaçık bir burhandır..."

Ebû Nuaym, daha sonra der ki: îbrâhim (aleyhisselâm), kavminin putlarim kırmıştı... Bizını Peygamberimiz de kavmi Kureyş'in Kabe etrafına dol­durdukları üç yüz altmış putu kınp yerle bir etti. Ki buna dâir hadisin, Mekke'nin Fethi bölümünde geçtiğini hatırlatmış olalım..."[27]

İsmail (aleyhisselâm)’a verilen Mucizeler

İsmâîl (aleyhisselâm)'a sabır ve metanet mucizesi verilmiştir. Bu husus, bundan önce Peygamberimiz'in göğsünün yarılması mûcizesiyle ilgili bölümde geçmişti... Peygamberimiz'e verilen bu mucizenin, îsmâîl (aleyhisselâm)'a verilen sabır mucizesinden daha büyük olduğu da orada belirtil­mişti... Gerçekten de bu böyledir... Zira îsmâîl (aleyhisselâm) Allah'ın emri is­tikâmetinde kurban olmaya rızâ göstermişti, fakat kurban edilmemişti... Efendimiz'in bundan daha büyük bir sabır isteyen Göğ­sünün Yarılması Mucizesi ise, aynen meydana gelmiş ve yaşanmış bir mucizedir.

Keza tsmâîl (aleyhisselâm)'a, kesilmekten kurtuluşu için koç feda edilmişti. Efendimizin babası Abdullah'a da kesilmekten kurtuluşu için yüz deve feda edilmiştir. îsmâîl (aleyhisselâm)'a Zemzem verilmişti... Keza Efendimiz'in dedesi Abdül-Muttalib'e de, Zemzem'i yeniden kazıp çıkarma verilmiş­tir, îsmâîl (aleyhisselâm)'a Arap dili verilmişti... Keza Peygamberimiz'e de Arap-çayı en güzel ve üstün bir şekilde konuşmak verilmiştir.

Bu hususta Hâkim'in Cabir'den rivayeti şöyledir: "Resûlüllah E-fendimiz buyurdu: "Şu Arab lisânı, bir ilham olarak îsmâîl (aleyhisselâm)'a veril­miştir!" [28]

Ebû Nuaym'in ve başkasının Ömer'den rivayetleri ise şöyledir: "Ben bir gün Peygamber'e (sallallahü aleyhi ve sellem): "Ey Allah'ın Resulü, aramızda Arap-çayı en güzel ve üstün bir şekilde konuşanımız sensin. Halbuki sen, A-rapçayı aramızda öğrenmiş de değilsin" diye sordum. O'nun verdiği cevap ise şöyle olmuştur: "îsmâîl (aleyhisselâm)'ın Arapçası zamanla bozulup u-nutulmaya yüz tutmuştu... Cebrâîl (aleyhisselâm) gelip bana Arapçayı tâlim et­miştir."[29]

Yakub (aleyhisselâm)’a verilen Mucize

Cilrcâni, Emâlî adıyla meşhur bulunan eserinde Ebû'l-Hasan Ah-med bin Muhammed tarikiyle ve el-Tenûhî'ye kadar varan uzun bir se-nedle, şöyle bir haber zikreder: "Yakûb (aleyhisselâm)'a, Yusuf un kardeşleri gelip "Onu kurt yedi" dedikleri zaman; Yakûb (aleyhisselâm) bu kurdu çağırdı ve ona: "Sen, benim iki gözümün nuru olan Yusuf umu yedin mi?" diye sordu. Kurt: "Asla, böyle bir şey yapmadım!" dedi. Yakûb: "Peki sen nereden gelip nereye gidiyorsun?" diye sordu. Kurt da: "Ben, Mısır'dan gelip Cürcân'a gidiyorum" cevâbim verdi. Yâkûb tekrar sordu: "Cürcân'da se­nin ne işin var?" Kurt da dedi ki: "Ben, senden önceki Peygamberlerin: "Her kim, bir dostunu veya yakimnı ziyaret ederse, onun her adımı ba­şına bin hasene (sevaplı iş) verilir, bin günâhı bağışlanır, derecesi de bin derece daha yükseltilir" demiş olduklarim işitmiştim... Benim yakimm olan kurtlardan birinin Cürcân'da bulunması ve bu sevabı kazanmak arzusuyla oraya gidiyorum..."

Yâkûb (aleyhisselâm), evladlarim çağırıp: "Haydi bu hadîsi yazınız!" diye emretti. Kurda da, anlattığı hadîsi tekrarlamasını istedi. Fakat kurt, bu teklifi kabul etmedi. Yâkûb'un, niçin kabul etmediğini sorması üzerine de: "Ben bunlara karşı bu hadîsi söyleyemem, zira bunlar günahkârdır!" cevâbim verdi."

Bundan önce geçtiği gibi, Peygamber Efendimiz'e de, kurt ile ko­nuşma mucizesi verilmiştir. Ebû Nuaym der ki: "Yâkûb'a, sabr mucizesi de verilmişti. Yusuf un firakı üzerine neredeyse üzüntüsünün şiddetin­den tükenip öleyazmıştı... Fakat sabretti. Keza Peygamberimiz de, oğlu tbrâhîm'in ansızın ölümü ile karşılaştı, başka oğlu olmadığı halde buna sabredip razı oldu. Böylece O'nun sabrı, Yâkûb'un sabrından daha üstün oldu..." [30]

Yusuf (aleyhisselâm)a verilen Mucizeler

Ebû Nuaym der ki: Yusuf (aleyhisselâm)'a verilen mucize, onun bütün nebî ve resullerden ve hattâ bütün insanlardan daha güzel olması idi. Bizını Peygamberimiz'e verilmiş bulunan güzellik ve cemâl ise, hiç bir kula verilmemiş derecede idi. Yusuf (aleyhisselâm)'a verilmiş bulunan güzellik ile, Peygamber efendimiz'e verilmiş bulunan güzellik, eğer karşılaştırılacak olursa; güzelliğin tamâmimn sevgili ve güzel Peygamberimiz'e, bunun yansı kadarimn da Yusuf (aleyhisselâm)'a verilmiş olduğunu söylememiz gerekir [31]

Yusuf (aleyhisselâm), ana-b ab asından ve vatanından ayrılmak zorunda bı­rakılmıştı... Peygamber Efendimiz de, ev halkim, yakınlarim ve dostla­rım bırakarak vatanından hicret etmek zorunda kalmıştır. Fakat O'nun bu hicreti hiç şüphesiz Allah'a olmuştur." [32]

Mûsa (aleyhisselâm)a verilen Mucizeler

Mûsâ (aleyhisselâm)'a taştan su fıştırtmak mucizesi verilmiştir. Bu önceki bölümlerde (Peygamberimiz'in Peygamberliğinin ilk günleriyle ilgili ba­histe) geçtiği gibi, Peygamber Efendimiz için de vâki olmuştur. Ayrıca sevgili Peygamberimiz'in mübarek parmaklarından da su fışkırdığı malumdur.

Ebû Nuaym der ki: Peygamberimiz'in bu mucizesi, Mûsa (aleyhisselâm)'ın taştan su fışkırtması mucizesinden daha büyüktür... Zira taştan su fış­kırması, örf ve adettendir. İnsan elinin (ki o et, kan ve kemiktendir) su fışkırtması daha önceleri görülmüş bir şey değildir." [33]

Mûsâ (aleyhisselâm)'a verilen mucizeler arasında, bulutun gölgelendirmesi de vardır. Bunun benzerinin Peygamberimize de verildiğine dâir, bâzı hadîsler, daha önce geçmişti... Yine Mûsa (aleyhisselâm)'a asâ mucizesi verilmiştir. Keza Peygamberimiz'e de, kuru kütüğün kendisinden ayrılması sebebiyle inlemesi mucizesi verilmiştir. Mûsa'nın asasının ejderhâya çevrilmesine karşılık da Peygamber Efendimiz'e, Ebû Cehli korkudan titreten azgın deve mucizesi verilmiştir. Ayrıca Mûsa'ya yed-i beyzâ mucizesi verilmiştir ki, elini yakasından çıkardığı zaman bembeyaz parlardı. Keza Peyganıbe-rimiz'in ashabından Tufeyl'e de bunun bir benzeri, Peygamberimiz'in hürmetine, yüzünde kandil gibi parlayan bir nûr verilmişti. O, bunu yanlış anhyacaklarından çekinerek dua etmişti de, bu nûr eline geçmişti. Nite­kim bu, onun müslüman oluşuyla ilgili kısımda anlatılmıştır.

Mûsa (aleyhisselâm)'a verilen mucizelerden biri, denizin kendisi için yarıl­ması, bir diğeri de Mennu-Selvâ idi. (Yani gökten yağan kudret helvası ve bıldırcın eti). Birincinin benzeri olarak Peygamberimiz'e Mirâc gecesi, yerlerin ve göklerin yarılması mucizesi verilmiştir. Diğerinin benzeri o-larak da, Allah yolunda cihadın semeresi olarak bol bol ganimetler ve­rilmiştir.

Mûsa (aleyhisselâm)'ın kavmi itaat etmeyince, o da onlar için beddua edip tufan, çekirge, kurbağa, kan ve çeşitli haşerat ile terbiye edilmelerim istedi. Bunun Peygamberimiz'de olan benzeri de, kavminin Yusuf (aleyhisselâm)'ın seneleri kadar kıtlık ve kuraklık içinde kalmaları için olan dua-sıdır.

Mûsa (aleyhisselâm) Rabbi'ne olan münâcatmda: "Yâ Rabbi, sen razı olasın diye sana çabuk geldim!" dedi. [34]

Muhammed (aleyhisselâm) içinse yüce Allah şöyle buyurdu: "-Habibim ü-zülme!- Rabbin sana verecek ve sen razı olacaksın!" [35]

Diğer bir ayet-i celilesinde de yine Peygamberimiz için yüce Allah şöyle buyurmuştur: "-Habibim, merak etme!- Elbette biz seni, hoşlana­cağın bir kıbleye döndüreceğiz." [36]

Yüce Allah Mûsa (aleyhisselâm)'a hitaben: "Ey Mûsa, sen gözümün önünde büyüyesin diye senin üzerine tarafımdan bir sevgi koydum." [37]

Bizim Peygamberimiz için ise yüce Allah şöyle buyurmuştur: "Sen onlara de ki: Eğer Allah'ı seviyorsanız, bana uyunuz ki Allah da sizi sevsin!" [38]

Davud (aleyhisselâm)’a verilen Mucizeler

Ebû Nuaym der ki: Dâvud (aleyhisselâm)'a, dağların kendisiyle beraber o-kuyup Allah'ı teşbih etmesi mucizesi verilmiştir. Bunun benzeri olarak da Peygamberimiz'e kum danelerinin, sofradaki yiyeceğin teşbih etme­leri verilmiştir. Nitekim bu, daha önceki ilgili bölümde anlatılmıştır. Keza Davud (aleyhisselâm)'a kuşların teshiri (itaat ettirilmiş olması) mucizesi verilmiştir. Peygamberimiz'e de bu kabil mucizelerin verilmiş olduğu hususu, önceki ilgili bölümlerde geçmiştir. Ayrıca Davud (aleyhisselâm)'a "Demi­rin yumuşatılması" mucizesi verilmiştir. Keza Peygamberimize de taşın ve kayanın yumuşatılması mucizesi verilmiştir.

(Burada söylediklerimizin tamamı da, Ebû. Nuaym'ın kelamıdır)[39]

Süleyman (aleyhisselâm)’a verilen Mucizeler

Yine Ebû Nuaym der ki: "Süleyman (aleyhisselâm)'a büyük bir mülk (hü­kümdarlık) verilmiştir. Peygamberimize (sallallahü aleyhi ve sellem) de gerçekten çok büyük bir mülk verilmiştir. Ki bu, Süleyman (aleyhisselâm)'a verilmiş olan mülkten de daha büyük idi. Yeryüzünün bütün hazineleri dahi ona verilmiş bulu­nuyordu.

Süleyman (aleyhisselâm)'a "rüzgarın teshiri" mucizesi de verilmişti. Keza Peygamber Efendimiz'e de, bundan daha büyüğü verilmiştir. Süleyman (aleyhisselâm), kendisinin emrine verilen rüzgar sebebiyle, sabah gidişi bir aylık yol, akşam dönüşü de bir aylık yol olan mesafeye bir günde gider ve dö­nerdi. Peygamber Efendimiz ise, gecenin üçte birinden biraz daha az olan bir zaman içinde, Burak'ın üzerinde, elli bin senelik mesafeye gidip gelmiştir, (Isrâ ve Mi'râc gecesinde.) Teker teker semâlara yükselip gir­miş, pek acaib tecellilere mahzar olmuş, cennet ve cehennemi de gör­müştür (ki bunlar, Süleymam (aleyhisselâm)'a verilen rüzgarın teshiri mucizesiyle kıyas kabul etmiyecek kadar büyük ve şümullü olan mucize ve tecellilerdir.)

Süleyman (aleyhisselâm)'a bir de "cinlerin teshiri" mucizesi verilmiştir. Cinler, ona itaat etmek istemez, o da onları bağlar ve zorlardı. Sonunda cinler de kendisine itaat ederlerdi. Peygamber Efendimiz'e ise cinler, diğer cinlerin temsilcileri ve elçileri olarak gelmişler, bir zorlama ile de­ğil kendi istekleri ile gelip imân etmişlerdir. Dönüşlerinde de tslâm'ın temsilciliğini yapmışlardır. Cinlerin kafirleri yani şeytanlar da Pey-gamberimiz'e itaat etmek zorunda kalmışlar, ona yapmak istedikleri kötülüğü de asla yapamamışlardır. Hatta bir defasında büyük şeytan gelip Efendimiz namazını kılmakta iken, Efendimiz'e zarar vermek is­temişse de zarar verememiştir. Efendimiz de onu Mescidin direğine bağlayıp, bu kötü kasdı sebebiyle insanların huzurunda onu rezil etmek istemişse de, bundan vazgeçip onu serbest bırakmıştır.

Süleyman (aleyhisselâm)'a verilerT'ınucizelerden biri de, kuşların mantığim yani konuşmasını anlaması idi. Peygamber Efendimize de, bazı kuşların değil, bütün hayvanların halinden ve dilinden anlama mucizesi veril­miştir. Fazladan olarak da, ağaçlar, taşlar ve asâ ile konuşma mucizeleri verilmiştir ve bunlar, bundan Önceki kendi bölümlerinde belirtilmiş bu­lunuyor.[40]

Yahya (aleyhisselâm)'a verilen Mucizeler

Ebû Nuaym der ki: "Yahya (aleyhisselâm), daha sabi iken, kendisine hüküm verilmiştir. Herhangi bir günahı olmamasına rağmen, sürekli ağlayıp gözyaşı dökerdi ve birbirine ulayarak oruç tutardı. Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) Efendimiz'e ise, şüphesiz bundan daha faziletli olanı verilmiştir. Zira Yahya (aleyhisselâm), putlara ve suretlere tapılan bir cahiliye içinde değildi. Peygamberimiz ise, câhiliyenin en koyusu içinde bulunduğu halde ken­disine büyük bir hikmet ve hüküm verilmiştir. Kendisi sabi olmasına rağmen, puta tapanların içinde büyümesine rağmen; onların putların­dan hiç birine rağbet göstermemiştir! Onların bayram ve merasınılerin­den hiç birine katılmamıştır. Kendisinden hiç bir zaman bir yalan işitilmediği gibi, çocukça bir hareket, yalana ve batıla ufacık bir meyli dahi görülmemiştir. Tuttuğu oruçları ise, ertesi günün orucuna ulardı. (Fakat ümmetine bunu yasaklamış, onların böyle yapmalarına izin ver­memiştir.)

Sevgili Peygamberimiz buyururlardı ki:

"Ben, öyle bir halde gecelerim ki, Rabbim bana bu esnada yedirir ve içirir! Sizler, bazı Özel hallerimde kendinizi bana kıyâs etmeyiniz! [41]

Keza Peygamber Efendimiz de çok ağlardı. Bazen öyle ağlardı ki, mübarek göğsünün sanki kazan kaynıyormuş gibi ses çıkardığı olurdu.

Yine Ebû Nuaym der ki: "Eğer denilirse ki:'Yahya (aleyhisselâm), malum hasur idi. Hasur, kadınlarla bir ilgisi bulunmayan (hiç evlenmemiş olan)dır. Acaba bu hususta ne diyeceksiniz?" Biz buna karşı deriz ki: "Bizim Peygamberimiz, bütün insanlığa son Peygamber olarak gönde­rilmiştir. Halkın kendisine uymaları için evlenmekle emrolunmuştu. Zaten insanların fıtratına uygun olan da budur."[42]

Îsâ (aleyhisselâm)a verilen Mucizeler

Yüce Allah bu hususta şöyle buyurdu: "Allah onu îsrâil oğullarına elçi olarak gönderecek. O da onlara: "Ben size Rabbi'nizden bir mucize getirdim: Ben, çamurdan kuş şeklinde bir şey yapar, ona üflerim, Al­lah'ın izniyle hemen kuş oluverir; körü ve alacalıyı iyileştiririm; evleri­nizde ne yiyip ne biriktirdiğinizi size haber veririm" der." [43]

İşte bu âyet-i celilede Îsâ (aleyhisselâm)'a verilen mucizeler, bildirilmekte­dir. Daha önce zikredildiği veçhile, Peygamber Efendimiz'e de bu kabil mucizeler verilmiş; o da hastaları iyileştirmiş, azası sakatlananların azalarim düzeltmiştir. Bedir ve Uhud Gavzelerinde gözü sakatlanan Katade'nin gözünü iyileştirmiş, Hayber Gazvesinde gözleri hasta olan Ali'nin gözlerini iyi etmiştir. Bunlar, daha önce ilgili bölümlerinde ve Peygamberimiz'in "gaybi haberleri" bölümünde geçmiştir.

Ebû Nuaym, Îsâ (aleyhisselâm)'ın çamurdan kuş yaratması mucizesine benzer bir muci?e olarak, Peygamberimiz'in, ashabından birinin elinde­ki hurma dalım demirden bir kılıca çevirmesi mucizesini zikreder. Ni­tekim buna dair bilgi, Bedir Gavzesi'ne ait bölümde geçmişti. [44]

Yüce Allah şöyle buyurur: "O (Îsâ), beşikte ve yetişkinlikte insan­larla konuşacak, iyilerden olacaktır." [45] Keza bizını Peygamberimiz'e de böyle bir mucize verilmiş olduğuna dair bir rivayet; Peygamberimiz'in doğumuyla ilgili bölümde geçti idi. [46]

Hâkim'in İbn-i Mes'ud'dan rivayetine göre, Îsâ (aleyhisselâm) doğduğu za­man, yeryüzünde ne kadar put varsa, hepsi yüzüstü yere düşmüştür. Keza benzeri bir mucizenin Peygamberimiz'e de verildiğine dair ilgili rivayet, ait olduğu bölümde geçmişti. [47]

Îsâ (aleyhisselâm)'a verilen mucizeler arasında zikredebileceğimiz, bir de onun semaya kaldırılmış olmasıdır. Ebû Nuaym bu hususta der ki: "Bu, bizını Peygamberimiz'in ümmetinden bazılarına da kısmet olmuştur. Bu meyanda Amir bin Füheyre'yi, Hubeyb'i ve Alâ bin el-Hadrami'yi söyle­yebiliriz. Nitekim, bu da önceki bahislerde geçmiştir." [48]

 ------------------------

 [17] Ahzab suresi, 56

 [19] Meryem suresi, 57

 [26] Yasin suresi, 78-79

 [34] Tahâ suresi, 84

[35] Duha suresi, 5

[36] Bakara suresi, 144

[37] Tahâ suresi, 39

[38] Al-i İmran suresi, 31

[43] Al-i İmran suresi, 49

 [45] Al-i imran suresi, 46

 

27 PEYGAMBERİMİZİN, DİĞER PEYGAMBERLERE ÜSTÜNLÜĞÜNÜ İFADE EDEN ÖZELLİKLERİ

Peygamberimizin, Diğer Peygamberlere Üstünlüğünü İfade Eden Özellikleri

Bu bölümde, Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) Efendimiz'e verilip de diğer pey­gamberlere verilmemiş olan, Peygamberimizin afdaliyetini bildiren bazı büyük özellikleri anlatılacaktır. Bunların sayısı hakkında bir fikir veren Ebû Sâid el-Nisâburi, Şerefü'l-Mustafa adlı kitabında şöyle demektedir: "Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) Efendimiz'in diğer Peygamberlere karşı üstünlüğü­nü ifade eden özellikleri, sayı itibariyle altmış kadardır." İşte o, böyle demektedir. Ben de diyorum ki: "Sevgili Peygamberimiz'in bu sayıdaki özelliklerini, birden altmışa kadar saymış ve bunu yazıya almış bir alim bilmiyorum. Benim naçizane araştırmalarıma göre ise, aslında bu sayı daha da büyüktür. Yâni Peygamber Efendimiz'in özellikleri; bu husus­taki hadislerin ve eserlerin tamamim gözden geçirdiğimiz zaman, bun­ların; yukarıda bildirilen sayimn üç katma çıktığı görülür. Ben bunları inceledim ve aynı zamanda dört kısma ayrılmış olduğunu gördüm. (Yâni tamamim, dört bölümde mütalaa ettim).

Şöyle ki: Sevgili ve büyük Pey-gamberimizm bu büyük özelliklerinin

Birinci kısmı: O'nun zatına ait olup dünyada kendisine verilmiş bulunanlar,

İkincisi: Yine O'nun zatına ait olup ahirette kendisine verilmiş (verilecek) olanlar.

Üçüncüsü: O'nun ümmetine ait olup dünyada verilmiş bulunanlar. Dördüncüsü: Yine O'nun ümmetine ait olup ahirette verilecek olanlar. Şimdi böylece dört kısma ayırdığımız bu özellikleri, geniş bir şekilde ve ayrı ayrı bölümler halinde anlatalım.[1]

Peygamberimizin Diğer Peygamberlerden Önce Yaratılmış Olması ve Onlardan Önce Peygamber Olması

Evet, Peygamber (e.a.v.) Efendimiz, daha Âdem (aleyhisselâm) yaratılışına maya teşkil eden çamurun içinde iken, yaratılmış ve Peygamber kılınmış idi. [2]

Bundan önce de geçtiği gibi, Peygamberimiz hakkında diğer pey­gamberlerden söz alınmıştır. Aynı zamanda Peygamberimiz, "elestü bi-rabbiküm?" hitabına da, herkesten ve bütün Peygamberlerden önce cevap verip: "Evet, Rabbimiz'sin!" demiştir. [3]

Burada şunu da zikredenin ki: Gerek Âdem (aleyhisselâm), gerek diğer Peygamberler ve bütün yaratıklar sadece O'nun hürmetine yaratılmış­lardır. [4]

O'nun mübarek adı, günün beş vaktinde okunan ezanlarda söyle­nip durduğu gibi; bunun Âdem (aleyhisselâm) zamanında ve melekût-ı alâ'da da söylendiğim hatırlamış olalım. Ayrıca meleklerin de O'nu her zaman ve saatte zikrettiklerini söyliyelim. [5]

Gerek Âdem (aleyhisselâm)'dan, gerek diğer bütün Peygamberlerden, pey­gamber efendimiz'in sağlığına yetiştikleri taktirde O'na iman edecekleri, O'na yardımcı olup destekleyecekleri hakkında kendilerinden MÎsâk, yani ilahi bir ahid ve söz alınmış olması da; sevgili Peygamberimiz'in büyük bir özelliğidir! [6]

Önceki nazil olan semavi kitaplarda, gerek Peygamberimiz'in ge­leceği, gerekse O'nun ümmetinin, ashabimn ve halifelerinin bazı özel­likleri de bildirilmiş ve müjdelenmiş tir.

Peygamberimiz'in doğumu sebebiyle de şeytanlar göklerden ko­vulmuş, tard edilip uzaklaştırılmıştır. [7]

Peygamberimiz'in kalbinin, bütün ilâhi vahiy ve ilhamlara isti-dadlı olması için kalbi Cebrâîl tarafından yarılıp ameliyat edilmiş; nûr ve hikmetle doldurulmuştur.

Sırtında, tam kalbinin hizasına düşecek yerde de Hâtemü'n-Nübüvvet yaratılmış; O'nun mübarek kalbi bu tarafından da şeytanın vesveselerine kapalı kılınmıştır.

O, sefer halinde iken, melekler kendine gölge edip onu sıcaktan korumuşlardır. [8]

ve O, bütün insanların en akıllısı olarak yaratılmıştır! [9]

Kendisine verilmiş bulunan güzellik de, O'nun özelliklerinden bi­ridir. Öyle ki, O'na verilmiş bulunan güzelliğin ancak yansı kadarı Yu­suf (aleyhisselâm)'a verilmiş idi.

Peygamberimiz'in vahiy geldiği zaman şiddetle sarsılıp kendinden geçer gibi olması ve bu sırada harıldaması da, kendisine vahiy halin­deyken verilmiş bulunan bir özellik idi. Aynı zamanda o, kendisine vahiy getiren Cebrâîl (aleyhisselâm)'ı da yaratıldığı şekilde iki defa görmüştür. Bu da O'na verilen bir özelliktir. [10]

Kendisine Peygamberlik verilmesinden itibaren, kahinlerin keha­neti, şeytanların kulak hırsızlığı yaparak ilâhi vahiyden çalıntılar yap­ması da sona erdirilmiş, semalar onlardan korunmuştur. Buna yeltenenler de akıcı ve yakıcı alevlerle tard edilmiştir.

O'nun şefaati ile kafirlerin azabimn hafiflemesi de, O'nun özellik­lerinden biridir. Nitekim Ebû Talib'in kıssasından da bu husus anlaşıl­maktadır.

Allah, düşmanlarından koruyacağına dâir, kendisine ilâhî bir va'd de bulunmuştur.

Hele Isrâ ve Mirâc mucizesi, bu mucizenin şümulüne giren husus­tur ki, yedi kat gökler ve daha yüceleri kendisi için açılmış ve bir yol ol­muştur. O bu gecede, "Kabe kavseyn" makamına yükselmiştir. Hiç bir meleğin ve Peygamberin ayak basmadığı âlemlere ayak basmıştır.

O gece Peygamberler kendisi için diriltilmiş, kendisinin arkasında durmuşlar, O da onlara namaz kıldırmıştır. O gece O'na, hattâ mekekler bile cemâat olmuşlardır. [11]

Beyhakfnin anlattığına göre, o gece cennet ve cehennemi de gör­müştür ve daha nice büyük İlâhî âyetlerin tecellîsine mazhar olmuştur. Gördüklerini hıfzetmiş, gözü başka noktaya kaymamıştır. Rabbini de iki defa görmüştür... Melekler onunla birlikte savaşmıştır, İşte bunlar; daha önce geçen hadîslerle anlatılan O'nun kırk kadar özelliğidir. [12]

Peygamberimize İndirilen Kitabın Muciz Oluşu, Kıyamete Kadar Tebdil ve Tahriften Mah­fuz Oluşu, Her Şeyin Esasını Cami' Oluşu ve Başka Bir Kitaba İhtiyaç Bırakmaması, Önceki Kitapların İçine Aldıkları Bütün Mevzuları Fazlası ile İçine Alışı, Ezberlenmesinin Kolay Oluşu, Parça Parça İnişi, Yedi Bölüm ve Yedi Harf Üzerine İnişi ve Her Lügati İhtiva Edişi de O'nun Büyük Özelliğidir.

Nitekim bu hususların te'yîdi mâhiyetine, O'nun en büyük mucizesi ve özelliği bulunan Kur'an-ı Kerim'de bir çok âyetler vardır. Şimdi bunlardan bâzılarimn meallerini görelim. Yüce Allah şöyle bu­yurmaktadır:

"de ki: "Andolsun, eğer insanlar ve cinler şu Kur'ân'ın bir benze­rini getirmek üzere toplansalar, yine onun benzerini getiremezler. Bir­birlerine arka olup yardım etseler de bunu yapamazlar!" [13]

"O zikri (Kur'ân'ı) biz indirdik biz; O'nun koruyucusu da elbet bi­ziz!" [14]

"O yanlış yola sapanlar, kendilerine gelen Kur'ân'ı inkâr ettiler. Halbuki o, Öyle eşsiz bir kitaptır!" [15]

"Öyle bir kitap ki, ne önünden, ne ardından ona bâtıl gelmez! O, hikmetli, çok övülen Allah tarafından indirilmiştir!" [16]

"...Sana bu kitab'ı, her şeyi açıklayan ve müslümanlara yol göste­ren, rahmet ve müjde dolu bir kitap olarak gönderdik!" [17]

"Bu Kur'ân, Isrâîl Oğullarına, kendilerinin ayrılığa düştükleri şeylerin birçoğunu anlatıyor." [18]

"Andolsun biz, Kur'ân'ı öğüt almak için kolaylaştırdık! Öğüt alan yok mudur?" [19]

"Onu, bir Kur'ân olarak (âyet âyet) ayırdık. Ki Onu insanlara dura dura okuyasın! ve biz onu parça parça indirdik." [20]

"İnkar edenler: "Kur'ân, O'na bir defada indirilmeli değil miydi?" dediler. Biz onunla senin kalbini sağlamlaştırmak için onu böyle parça parça indirdik ve onu ağır ağır okuduk." [21]

"Onların sana getirdikleri her misâle (bâtıl soruya) karşı mutlaka biz sana, o bâtılı yok edecek bir gerçeği ve en güzel açıklamayı getiririz!" [22]

Buharî Ebû Hüreyre'den rivayetle Peygamber'in (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle bu­yurduğunu nakleder: "Benden önce gönderilmiş hiçbir Peygamber yoktur ki, kendisine beşerin inanacağı mü'ınenün bih olan (îmân prensiplerini ihtiva eden) bir şey verilmemiş olsun! Bana gelince; Allah bana herşeyin esâsını ihtiva eden îlâhî vahyini gönderdi. Umîdim odur ki, ümmeti en çok olan, ben olacağını!"

Beyhekî, "O öyle bir kitaptır ki, ne önünden, ne de ardından ona bâtıl gelmez!" mealindeki âyeti kerîme üzerinde, Hasanü'l-Basrfnin şöyle dediğini nakleder: "Yâni, Allah Kur'ân'ı şeytanın ona bir zarar vermesinden korumuştur! Şeytan ona hiçbir yönden yanaşamaz! Ona herhangi bir bâtılı sokamaz, ondaki îlâhî hakikat ve hikmetlerden de hiç bir şeyi eksütemez.,."

Yine Beyhekî, Yahya bin Eksem'den şöyle bir haber nakleder: Bir gün Halîfe Me'ınûn'un yanına bir yahûdî girdi. Onunla konuştu. Fakat çok güzel konuştu. Ne derece bilgili ve kültürlü olduğu, konuşmasından anlaşılıyordu. Buna bakarak halîfe kendisini îslâm'a davet etti. Yahûdî onun bu teklifini kabul etmedi, izin alıp giden bu yahûdî, bir sene sonra yine halîfe ile görüşmek istedi. İzin verilince içeri girdi. Bu sefer, müs-lümanlığı kabul ederek gelmişti... Yine çok güzel konuşuyordu. Halîfe kendisine: "Müslümanlığı kabul edişinizin sebebi nedir?" diye sordu. O şu karşlığı verdi:

"Ben sizin huzurunuzdan ayrılıp gittikten sonra, bütün dinleri (şu üç büyük dîni), bir defa daha gözden geçirmek istedim... Bu maksatla Tevrat'ı ele aldığımda, onun gerçekten tahrif edilmiş olduğu kanâatine vardım ve Tevrat ehlini bu hususta imtihan etmek istedim. Üç nüsha (aded) Tevrat yazdım. Her bir nüshasında bâzı ilâve ve çıkarmalar yap­tım. Sonra bunları yahüdüerin havrasına götürüp satmak istediğimi söyledim ve derhal alıcı buldum ve sattım. Sonra İncil'i ele alıp ondan da üç nüsha yazdım. Her bir nüshasına ilâveler yaptım, bâzı çıkarmalarda bulundum. Götürüp hristiyanların kilisesinde müşteri aradım. Çok geç­meden her üç nüshaya da alıcı buldum ve sattım. Sonra Kur'ân'ı ele al­dım. Ondan da üç nüsha yazdım ve her bir nüshasında ilâveler ve çıkartmalar yaptım. Götürüp mushaf-ı şeriflerin satıldığı yerde müşteri aradım. Fakat müslümanların kitapçıları, ellerine aldıkları bu mushaf nüshalarim tetkik etmeye başladılar. Tashîhsiz ve tasdiksiz olduğunu derhal farkettiler. Bana, "sen bunları nereden aldın?" diye çıkıştılar. Ben de ellerindeki nüshaları alıp durumu kendilerine sezdirmeden oradan kayboldum... ve böyle bir mushafm müslümanlara kabul ettirilemiye-ceğini anladım... Dolâyısıyle, Kur'ân'ın Allah'ın Kitabı bulunduğuna ve Onun İlâhî koruması altında bulunduğuna kanâat getirdim ve müslü-manlığı kabule karar verdim, İşte müslüman oluşumun sebebi ve hikâyesi bundan ibarettir."

Yahya bin Eksem [23] der ki: Aynı sene ben hacca gitmiştim. Bu olayı orada karşılaştığım Süfyân bin Uyeyne'ye naklettim. O da bunun üzerine dedi ki: "Bunu doğrulayıcı olarak Allah'ın Kitabında âyet vardır. Hangi âyet olduğunu biliyor musun?" Ben de hangi âyeti kasdettiğinin kendisi tarafından söylenmesini rica ettim. Benim ricam üzerine o da dedi ki: "Malûm olduğu veçhile yüce Allah, Tevrat ve İncil hakkındaki bir âyet-i celîlesinde şöyle buyurmuştur: "Kendilerini Allah'a vermiş bulunan yahûdî zâhidleri ve âlimleri, Tevrat'ı korumakla görevli ve yü­kümlü idiler..." [24] İşte bu âyetten de anlaşıldığı gibi, Tevrat'ın ko­runması onlara (kullara) kalmıştı... Halbuki yüce Allah, Kur'ân ile ilgili bir âyetinde meâlen şöyle buyurmaktadır: "O zikri (Kur'ân'ı), biz indir­dik biz; ve onun koruyucusu da elbette biziz!" [25] İşte bu âyetten an­laşılan da, yüce Allah Kur'ân'ı (şu veya bu sebeple) koruyacağim bildirmiş bulunmaktadır. Demek ki Kur'ân, bizzat Allah'ın koruması altındadır, asla onu zâyî etmeyecektir!" [26]

Beyhekî, îmânın Şubeleri adlı kitabında, Hasan-ı Bâsri hazretle­rinden nakleder. Buna göre o demiştir ki: "Yüce Allah, yüz dört kitâb inzal buyurmuştur! Bu yüz dört kitabın ilim ve hikmetlerini, dört büyük kitapta toplamıştır. Bu dört büyük kitab da malûm: Tevrat, incil, Zebur ve Fürkân (Kur'ân) dır. Sonra yüce Allah; Tevrat, Incîl ve Zebur'daki bütün ilâhi hikmet ve ilimleri de Fürkân'da (Kur'an'da) toplamıştır [27])._____________________

Sâid bin Mansûr, İbn-i Mes'ûd'un şöyle dediğini rivayet etmiştir: "Her kim ilimde kemâle ermek isterse, Kur'ân üzerinde çalışmalıdır. Zira evvelkilerin de, sonrakilerin de haberi ve bilgisi Kur'an'dadır!" [28]

İbn-i Cerîr ile İbn-i Ebî Hatim de yine İbn-i Mes'ud'dan şöyle rivayet ederler: "Yüce Allah, şu Kur'an'da ilmin tamamim indirmiş ve bizlere a-çıklamıştır! Bunda asla şüphe yoktur. Şu kadar var ki, biz kulların a-kılları ilmin tamamim Kur'an'dan almaya, Onu hakkıyla anlamaya yetmemektedir."

Ebû Şeyh, Kitabu'l-Azamet adlı eserinde Ebû Hüreyre'nin şöyle dediğini nakleder: "Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem), bir defasında kitabımız Kur'an hakkında şöyle buyurmuştur: "Eğer yüce Allah, bazı şeyleri kitabında zikretmeyi bırakmış olsaydı, zerreyi, hardal tohumunu, sivrisineği zik­retmeyi bırakmış olurdu!"

Hâkim ve Beyhekî İbn-i Mes'ud'dan naklederler, O şöyle demiştir: Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) buyurdu: "Önceki kitablar, bir bölümden ve bir harf üzerine nazil olurdu. Kur'an ise, yedi bölüm ve yedi harf üzerine nazil olmuştur. Kur'an; emreder, nehyeder, haramı ve helali bildirir. Muhke­mi, müteşabihi ve emsali (darb-ı meselleri) vardır."[29]

Buhârî ve Müslim'de de İbn-i Abbâs'tan rivayet edilen şu hadis-i şerif bulunmaktadır:

"Cebrâîl bana, Kur'an ayetlerini bir harf (bir okuyuş) üzere oku­yordu. Ben kendisine müracat edip daha fazla okuyuş ile okunmasını (ve böylece O'nun okunmasında çeşitli kabilelere mensub insanlar için bir kolaylık sağlanmasını) istedim. O da bunu biraz artırdı. Ben daha faz­lasını istedim, o da bunu artırdı ve sonunda yedi harf (okuyuş) üzere bana okudu."

Müslim tek başına Übeyy bin Kab'tan şöyle rivayet eder: Peygam­ber (sallallahü aleyhi ve sellem) buyurdu: "Rabbim Kur'an ı bana, bir harf üzere okunacak şekilde gönderdi. Ben ona müracaat ederek ümmetim için bunun kolay­laştırılmasını istedim. Rabbim de bunu kabul buyurup iki harf üzere o-kunmasına izin verdi. Ben yine müracatta bulunarak bunun artırılmasını istedim. Rabbim de benim bu müracatımı kabul buyurarak Kur'an'ın yedi harf (okunuş) ile okunmasına müsaade etti." [30]

İbn-i Ebî Şeybe, el-Mûsannef adlı eserinde ve İbn-i Cerir, Ebû Mey-sere'den şu haberi çıkarmıştır. Ebû Meysere demiştir ki: "Kur'an her li­san ile inmiştir (yani onda her lisandan bazı kelimeler vardır.)"

(İbn-i Ebî Şeybe, bunun benzeri bir haberi de el-Dahhak'tan riva­yet etmiştir.)

İmâm Fahrüddin-i Râzi der ki: "Kur'an'ın, diğer semavi kitablara tam otuz hasletle üstünlüğü vardır. Ki bu hususiyetler (özellikler) diğer semavi kitabların hiç birinde bulunmamaktadır."

İbn-i Münzir Tefsirinde Vehb bin Münebbih'in şöyle dediğini haber vermiştir: "Çeşitli milletlerin konuştuğu dillerden hiç biri yoktur ki, Kur'ân'da onların dilinden bir şey bulunmamış olsun." Vehb bin Mü-nebbih böyle konuştuğu zaman kendisine: "Peki Kur'ân'da Rumca'dan hangi kelime vardır?" diye sormuşlar... O da şu cevabı vermiştir: "Ba­kara süresindeki: "Fesurhünne" kelimesi Rumîcedir ki, "Onları kendine çek ve kes" anlamındadır."[31]

Peygamberimizin Bir Büyük Özelliği de, O'nun Mucizesinin Kıyamete Kadar Baki Oluşudur

Peygamberimiz (sallallahü aleyhi ve sellem); mucizesinin kıyamete kadar baki oluşu gibi, bir büyük özelliğe de sahip bulunmaktadır. Kıyamete kadar bakî olan bu mucize ise, hiç şüphesiz Kur'ân-ı Kerîm'dir! Diğer Peygamber­lerin mucizeleri ise, kendi zamanları ile kayıtlı ve geçici idi. Peygambe-rimiz'in bir özeliği de, Peygamberler içinde en çok mucizeye sahip olmasıdır. Onun bu mucizelerinin sayısı üzerinde beyânda bulunan bazı âlimler: "Bunlar sayıca bine varmaktadır" demiştir. Bâzıları ise, bunla­rın üç bin kadar olduğunu söylemiştir. Nitekim, Beyhekî de böyle de­miştir. Bu hususta Allâme el-Huleymî de şöyle der: "Peygamber Efendimiz, mucizelerin sayısı bakımından bütün Peygamberlerden önde olduğu gibi, mucizelerinin keyfiyeti bakımından da bir üstünlüğe sa­hiptir. Zîra diğer Peygamberlerin mucizeleri arasında, cisınılerin yarıl­ması şeklinde (meselâ Ay'ın yarılıp ikiye bölünmesi gibi) bir mucize bulunmamaktadır. Bu mânâ ve mâhiyet de, Peygamberimize verilmiş bulunan bir özelliktir."

Bu hususta ben de derim ki: Peygamberimizin büyük özellikleri arasında; daha önceki Peygamberlere verilmiş bulunan bütün mucizele­rin kendisine verilmiş olması da vardır. Zîrâ daha önceki Peygamber­lerden herhangi birine, sadece bir nevî mucize verilmiştir. Onlardan hiç birine her nevî mucize verilmiş değildir. Bizını Peygamberimiz'e ise, hem her nevî mucize, hem de her nevî fazîlet ve üstünlük dahî verilmiş du­rumdadır. [32]

îzzüddîn İbn-i Abdüsselâm da der ki: Peygamber'e (sallallahü aleyhi ve sellem) taşın selâm vermesi, O'ndan ayrılması sebebiyle kuru kütüğün inlemesi, par­maklan arasından su fışkırması gibi mucizeler de, O'nun özellikleri a-rasındadır. Zira bu gibi mucizeler başka Peygamberlerden hiç birisine olmamıştır. Keza inşikâk-ı kamer (ay'ın yarılması) mucizesi de O'nun bir özelliğidir."[33]

Peygamberimizin; Peygamber Olarak En Son Gönderilişi, Son Peygamber Oluşu,Getirdiği Şeriatın Kıyamete Kadar Baki Oluşu, Diğer Şeriatleri Nesh Edişi, Peygamberlerden Otvun Zamanına Ulaştıkları Takdirde O'na Tabi Olacaklarına Dair Söz Alimşı Gibi Özellikleri de Vardır.

Nitekim Yüce Allah ilgili bazı âyetlerinde şöyle buyurmaktadır:

"Muhammed, sizin erkeklerinizden birinin babası değil, fakat Al­lah'ın resulü ve Peygamberlerin sonuncusudur. Allah, her şeyi bilendir." [34]

"Sana da, kendinden Önceki kitapları doğrulayıcı ve onları kollayıp koruyucu olarak bu kitabı gerçekle indirdik..." [35]

"O, Resulünü hidâyetle ve hak dinle gönderdi ki, Allah'a ortak ko­şanlar hoşlanmasa da o hak dîni, bütün dinlerin üstüne çıkarsın..." [36]

Bu konuda fikir beyân eden âlimlerden İbn-i Seb, şu son iki âyeti Peygamberimiz'in getirdiği şeriatın, kendinden önceki şerîatleri nes-hettiğine dâir, birer delil olarak zikretmiştir.

Ebû NuaymÖmer bin Hattâb'ın aşağıdaki hadisi naklettiğini kaydetmiştir. Bu kayda göre Ömer şöyle demiştir: "Ben, Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'e gitmiştim. Yanımda da, ehl-i kitâbtan bâzı dostlarımdan not ettiğim yazılar vardı. Bunları Hazret-i Peygambere okumak istemiştim. O, buna kızarak buyurdu ki: "Varlığım elinde olan Allah'a yemin ederim ki, eğer Mûsâ (aleyhisselâm) bugün sağ olup aramızda bulunasaydı, ona, bana tâbi olmaktan başka bir şey düşmezdi!" [37]

Peygamberimizin Özelliklerinden Biri de, Otna İndirilen Kitapta Nasih ve Mensüh Bulunmasıdır.

Yüce Allah bir âyet-i celîlesinde şöyle buyurur: "Biz, daha iyisini veya benzerini getirmedikçe bir âyetin hükmünü yürürlükten kaldırmaz veya onu unutturmayız..." [38]

Bu âyet-i kerime, Kur"ân'da nâsih ve mensûh bulunduğunu açıkça haber vermektedir. Fakat bu, daha önceki kitaplarda bulunmamakta idi. İşte bu sebepledir ki yahûdîler neshi inkâr etmişler, bunu havsala­larına sığdıramamışlardır. Bunun sırrı ise şu idi: Daha önceki kitaplar toplu olarak bir defa inerdi. Bunun için o kitaplarda hem nesneden, hem de neshe uğrayan âyetlerin bulunması imkansızdı. Zira nesheden (yü­rürlükten kaldırılan) bir âyetin bulunmasının şartı, neshettiği âyetten sonra inmiş olmasıdır. Şüphesiz bu ise, bütün âyetleri aynı anda ve bir defada inmiş bulunan bir kitapta mümkün olamazdı. Bu itibarla yahûdüerin kitaplarında da böyle bir durum yoktu. İşte bu sebepten neshi inkâra düştüler. [39]

Peygamberimizin Bir Özelliği de, Kendisine Arş Hazinesinden Ayetler verilmesidir

Evet, Peygamber Efendimiz'in özelliklerinden biri de budur. Nite­kim sahih bir hadîste şöyle buyurmuştur: "Bakara Sûresi'nin sonundaki âyetler bana, Arş'ın altındaki hazîneden verilmiştir!"[40]

O Tüm İnsanlara Gönderildiği Gibi Tümin-Sanları Davet Etmiş, Davetine İcabet Eden Üm­metinin Sayısı da Diğer Ümmetlerden Çok Olmuş Aynı Zamanda O, İns ve Cinne Gönderil­miştir! Hatta Bir Kavle Göre Meleklere de Pey­gamber Olarak Gönderilmiştir! Kendisine, Hiç Okuyup Yazmadığı Halde Kur'an Gibi Bir Kitap verilmiştir

Yüce Allah, Kerîm Kitâbı'nda buyurur ki: "Biz seni ancak bütün insanlara müjdeleyici ve uyarıcı olarak gönderdik; fakat insanların çoğu bilmezler!" [41]

Yüce Allah bir âyetinde de şöyle buyurur; "Âlemlere uyarıcı olsun diye kulu Muhammed'e Furkân'ı (hakkı bâtıldan ayırma ölçüsü olan Kur'ân'ı) indiren hayır ve bereketi pek çoktur!" [42]

Bu konuda Buhârî ve Müslim Câbir'den şu hadîsi rivayet ederler: "Benden önceki Peygamberlerden hiç birine verilmemiş bulunan beş şey, sâdece bana verilmiş bulunmaktadır: Ben, bir ayhk mesafeye korku sa­lan bir Peygamberim, yeryüzü bana mescid ve toprağından teyemmüm etmek üzere temiz kılınmıştır. Ümmetimden herhangi biri, namaz vak­tine nerede ulaşş olursa namazını orada kılsın! Sonra bana harplerde alman ganimetler helâl kılınmıştır, halbuki bu, daha önce hiçbir pey­gambere helâl kılmmış değildi. Bana şefaat verildi, bir de daha önceki Peygamberler sâdece kendi kavimlerine gönderilirken, ben bütün in­sanlara Peygamber olarak gönderilmiş bulunuyorum."

BezzârBeyhekîEbû Nuaym'in ve Târih'inde Buharî'nin İbn-i Ab-bas'tan olan rivayetleri ise şöyledir: "Bana beş şey verildi ki, benden ön­ceki Peygamberlere bunlar verilmemişti: Arz benim için mescid ve tahûr kılındı; Önceki Peygamberler ibâdet yerlerine varmadan namazlarim kılamazlardı. (Ben ve ümmetim ise nerede vakit olursa orada namazımızı kılarız), benden bir aylık mesafede bulunan müşriklerin kalbine Allah benim korkumu salmıştır; önceki Peygamberler sâdece kendi ka­vimlerine gönderilirdi, ben ise ins ve cinne gönderilmiş bulunuyorum; önceki Peygamberler elde ettikleri harb ganimetlerinin beşte birini ayı­rır, ateş gelip onu yakardı... Ben ise ümmetimin fakirlerine dağıtırım! Önceki Peygamberlerden her biri duasını yaptı ve duası kabul edildi. Ben ise duamı, âhiret günü ümmetime şefaat olmak üzere saklamış bu­lunuyorum!"

İbn-i Ebî Hatim ve Kitâbü'r-Red ale'l-Cehmiye adlı eserinde Dârimî, Ubâde bin Samiften şöyle naklederler. O demiştir ki: "Bir defasında Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) buyurdu: "Cebrâîl bana gelip: "Yâ Mu-hammed, çık ve Rabbi'nin sana olan nimetlerini Onun kullarına anlat!" dedi ve bana, insanlara anlatmak üzere on iki şeyi müjde etti ve bunların daha önce hiç bir Peygambere verilmediğini bildirdi! Bu oniki şey ise şunlardı:

1- Allah'ın beni bütün insanlara göndermiş olması, cinleri dahi u-yarmakla me'ınûr oluşum,

2- Hiç okur-yazar olmadığım halde bana kitabim indirmiş olması ve Cebrâîl vasıtasıyla bildirmiş olması,

3- Gelmiş geçmiş bütün günahımın bağışlanmış olması,

4- Bana Kevser verilmesi,

5- Melekleriyle beni te'yid buyurmuş olması,

6- Savaşlarda bana zafer vermesi,

7-  Önümüzdeki bir aylık mesafede bulunan düşmanlara benim korkumun salınmış olması,

8- En büyük havzm bana verilmiş olması,

9- Okunan ezanlar vasıtasıyla adının yükseltilmiş bulunması,

10- Kıyamet günü Makâm-ı Mahmûd'un bana verilmesi,

11- Kabrinden ilk kalkacak olanın ben olmam,

12- Cennete benim şefaatimle yetmiş bin kişinin sevkedilecek ol­ması ki bunlar, hiç hesaba çekilmeden doğruca cennete girecek olanla­rıdır. ve ben cennete girdiğim zaman Rabbim beni cennetin en yüksek makamına çıkaracaktır! Benim makamımdan daha yüksekte, sâdece Arş'ı yüklenen melekler bulunacaktır... Bu meyanda (bana verilen bu on şey arasında) bana sultanlığın verilmiş olması ve ganimetlerin helâl kı­lınması da vardır. Halbuki bu, bizden evvel hiç bir kimseye verilmiş de­ğildir." [43]

Ebâ Ya'lâTaberânî ve Beyhekî İbn-i Abbâs'tan rivayet ederler. O demiştir ki: "Allah, Muhammed (aleyhisselâm)'ı bütün gök ehli ve Peygamberler üzerine üstün kılmıştır." Bunun üzerine bâzıları da: "Ey İbn-i AbbâsPeygamberimiz'in gök ehli üzerine olan üstünlüğü nedir?" diye sormuş. Cevabında da İbn-i Abbâs şöyle demiştir:'Yüce Allah, gök ehli hakkında: "Onlardan (yâni meleklerden) her kim: "Ben, O'ndan başka bir tanrı­yım!" derse onu cehennemle cezalandırırız!" buyurmuştur. [44] Pey­gamberimiz Muhammed (aleyhisselâm) için ise: "Habîbim, biz sana apaçık bir fetih verdik. Ta ki Allah senin günahından geçmiş ve gelecek olanı ba­ğışlasın! Bütün tasalarim gidersin ve sana olan nimetini tamamlasın ve seni doğru bir yola iletsin" buyurmuştur. [45]

İbn-i Abbâs'ın bu konuşmasından sonra, oradakilerden biri: "Peki, Peygamberimiz'in diğer Peygamberler üzerine olan üstünlüğünü nasıl i-fade edersin?" dedi. O da şu cevâbı verdi: "Yüce Allah, Peygamberler hakkında şöyle buyurmaktadır: "Biz her bir Peygamberi ancak kendi kavminin lisanı ile gönderdik." [46]Bizını Peygamberimiz Muhammed (aleyhisselâm) için ise şöyle buyurmaktadır: "Yâ Muhammed, biz seni ancak bü­tün insanlara müjdeci ve uyarıcı olarak gönderdik, fakat insanların çoğu bilmezler." [47]Evet, yüce Allah, son elçisi Muhammed (aleyhisselâm)'ı bütün insanlara ve cinlere Peygamber olarak göndermiştir."

İbn-i Sa'd ise, bu konuda Hasan-i BasrVden rivayette bulunur. Buna göre Hasan demiştir ki: "Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem), hadîslerinin birinde şöyle buyurmuştur:

"Ben, benim zamanımda yaşamakta olan kimselere ve benden sonra doğacak bulunan insanlara Peygamber olarak gönderildim!"

Müslim'in Enes'ten bir rivayetine göre de Peygamberimiz şöyle bu­yurmuştur: "Peygamberler içinde ümmeti en çok olan, şüphesiz benim."

Yine bu hususta Ebû Hüreyre'den bir rivayette bulunan Bezzar, onun şöyle dediğini bildirmiştir: Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) buyurdu: "Kıyamet günü, benimle beraber ümmetim de gelir. O kadar çok olurlar ki, sanki selin ve gece karanlığimn her tarafı kapladığı gibi, her tarafı kaplarlar. Bunun üzerine melekler der ki: "Muhakkak şu günde Muhammed'le be­raber gelen ümmeti, diğer bütün Peygamberlerden ve onların ümmetle­rinden daha çoktur!" [48]

Yine Müslim, Enes'ten rivayet eder. O şöyle der: Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) buyurdu: "Hiç bir Peygamberi, beni tasdik ettikleri gibi (çok sayıda in­san) tasdik etmemiştir! Hattâ ümmetinin tamâmı, bir kişiden ibaret bulunan Peygamber dahî vardır." [49]

Peygamberimizin İns ve Cinne Peygamber Olarak Gönderilmiş Olması

Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) Efendimiz'in bütün ins ve cinne Peygamber o-larak gönderilmiş bulunduğunda, icmâ ve ittifak vardır. Meleklere dahî Peygamber olarak gönderilmiş olduğu üzerinde ise ihtilâf edilmiştir. İmâm-ı Sübkî'nin tercîh ettiği; meleklere dahî gönderilmiş olmasıdır. Abdürezzak'ın Ikrime'den rivayeti göz önüne alınarak buna delil geti­rilmek istenilmiştir. O rivayet ise şöyledir. "Yeryüzündekilerin safları, gökyüzündekilerin safları üzerindedir. Yeryüzünde söylenen bir "Âmîn!" gökyüzündekilerin söyledikleri "Âmîn!" sözüne rastladığı zaman, biliniz ki Allah kulunu atfetmiştir." [50]

Peygamberimizin Âlemlere Rahmet Olarak Gönderilmesi

Peygamberimiz (sallallahü aleyhi ve sellem), bütün âlemlere hattâ kâfirlere bile rahmet olarak gönderilmiş ve gerçekten rahmet olmuştur. Nitekim Peygambe­rimiz gönderildikten sonra, kâfirlerin bu dünyâdaki azabları da te'hîre uğratılmıştır. Daha önceleri Peygamberlerini yalanlıyan kavîmlerin a-zablannm acele verildiği gibi, azabları verilmez olmuştur.

Bu hususta yüce Rabbimiz, Kerîm Kitâbı'nda şöyle buyurmaktadır: "Ey Muhammed, biz seni ancak âlemlere rahmet olarak gönderdik!" [51]Bu âyet-i kerîme ile ilgili olarak İbn-i Abbâs hazretleri şöyle de­miştir: "Her kim Muhammed (aleyhisselâm)'a îmân ederse, Muhammed (aleyhisselâm)'ın onun hakkındaki rahmet oluşu, dünyâda ve âhirette tamamlanmış olur. Eğer îmân etmeyecek olursa, daha önceki ümmetlerin derhal uğradık­ları azaptan afiyet bulmuş, dünyâdaki azabı âhirete te'hîr edilmiş olur."

Yüce Allah, bir âyet-i celîlesinde de şöyle buyurmaktadır: "Sen on­ların içinde bulunduğun müddetçe, Allah onlara azâb edecek değildir." [52]

Ebû Nuaym'in Ebû Umâre'den rivayetine göre, Peygamber (s.a.u.), bir hadîslerinde şöyle buyurmuştur:

"Allahü teâlâ beni, gerçekten bütün âlemlere rahmet ve müttekî kulları için de bir vesîle-i hidâyet olarak göndermiştir!"

(Bu husustaki hadislerin biri de şöyledir: "Ben ancak, bir rahmet ve hidayetim!" Diğer bir rivayet ise şu şekilde gelmiştir: "Allah beni, gerçekten bir rahmet ve hidayet olarak göndermiştir! Bazı insanlar be­nim sayemde en yüksek derecelere yükselir, bazıları da yine benim se­bebimle en aşağı derekelere yuvarlanır.")

Müslim'in Ebû Hüreyre'den rivayeti ise şöyledir: "Ben ancak bir rahmet olarak gönderildim, yoksa azab olarak gönderilmedim!"[53]

Peygamberimizin, Allah'ın Onun Hayatı ile Kasem Etmiş Olması Özelliği:

Yüce Allah, Kerim kitabında buyurur ki: "Ey Resulüm, senin öm­rüne andolsun ki, onlar, o sarhoşlukları içinde bocalıyorlardı!" [54]

Ebû Ya'lâİbn-i Merdûye, BeyhekîEbû Nuaym ve İbn-i Asâkirİbn-i Abbâs'tan şöyle rivayet ederler: "Yüce Allah, yarattığı kulları ve varlık­ları içinde kendisine Muhammed (aleyhisselâm)'dan daha sevgili birini yaratma­mıştır ve Muhammed (aleyhisselâm)'ın hayatından başka birinin hayatı üzerine and da vermemiştir. Nitekim ilgili ayetinde Allah şöyle buyurmuştur: "Ey Resulüm, senin hayatına andolsun ki, onlar, o sarhoşlukları içinde bocalıyorlardı!" İşte bu âyet-i celile, sizlere söylediğim hususun delilini teşkil etmektedir."

Ayrıca İbn-i Merdûye Ebû Hüreyre'den şöyle nakletmiştir: Ebû Hü-reyre bu tesbite göre demiştir ki: "Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem), bu ayet-i celile ü-zerinde konuştu ve buyurdu ki: "Allah, Muhammed'in hayatından başka bir kimsenin hayatı ile and içmemiştir." Peygamberimiz böyle buyurdu, sonra ilgili ayet okudu."[55]

Peygamberimizin; Kendisine Mûsallat Kılınan Şeytanimn Müslüman Oluşu ve Hanımlarimn da Kendisine Yardımcı Olmaları

Peygamber Efendimiz'in bir özelliği de, şeytanimn müslüman olu­şu ve hanımlarimn da daima kendisine yardımcı olmaları idi. Nitekim bu hususta da Efendimiz'in bazı hadisleri bulunmaktadır.

Bezzâr'ın Ebû Hüreyre'den rivayet ettiği hadis şöyledir: "Ben diğer Peygamberlere karşı şu iki hasletle de üstün kılınmışımdır: Benim şey­tanım kâfir idi. Allah'ın bana olan yardımı ile, benim şeytanım müslü­man olmuştur."

Bezzâr'ın rivayetine göre, Ebû Hüreyre bu birinci özelliği söyledik­ten sonra, ikinci özelliği unuttuğunu beyan etmiştir.

Beyhekî ve Ebû Nuaym'ın İbn-i Ömer'den olan rivayetinde ise her iki haslet beyan edilmiş ve şöyle denilmiştir: "Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) buyur­du: "Ben Âdem'e karşı şu iki hasletle üstün kılındım: Benim şeytanım kafir idi, Allah bana yardım etti de müslüman oldu ve benim hanımla­rım, hep bana destek ve yardımcı oldular. Âdem'e gelince: Onun şeytanı kafir idi. Hanımı da, cennette irtikab edilen hatada kendisine yardımcı olmuştur."

Müslim'in îbniMes'ud'dan rivayeti ise şöyledir:Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): "Sizlerden hiçbiriniz müstesna olmamak üzere, her birinizin hem bir şeytanı, hem de kendisinden ayrılmayan bir şeytanı vardır" buyurdu. Bunun üzerine ashab: "Ey Allah'ın elçisi, buna sen de dahil misin?" de­diler. Peygamberimiz de verdiği cevabda: "Evet, fakat yüce Allah bana yardım etti de benim şeytanım müslüman oldu, artık bana sadece hayır ve iyilikle emreder" buyurdu. [56]

Allah'ın Peygamberimize Hitap Şeklini Daha Önceki Peygamberlere Hitap Şeklinden Ayırması

Bu konuda Ebû Nuaym der ki: Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) Efendimiz'in bir özelliği de; Allah'ın diğer Peygamberlere hitap şekli ile Peygamberimiz'e olan hitap şeklini ayırmış olmasıdır. Bu suretle yüce Allah, Resûlü'ne verdiği şeref ve kıymeti artırmıştır. Şöyle ki: Önceki ümmetlerde pey­gamberlerine karşı: "Râinâ, sem'ake! = Bize kulak ver, bizi gözet!" gibi bir hitap şekli vardı. Daha sonraları da yahudiler bunu bir hakaret şekline sokmuşlardı. Allahü teâlâ bunu, bu ümmete yasaklamıştır. Müslümanların bu şekilde Peygamberlerine hitab etmeleri yasaklan­mıştır. Nitekim bir ayet-i celile, bunu yasaklar ve şu mealdedir: "Ey mü'ıninler, Peygamberinize karşı; "Râinâ, bizi gözet!" demeyiniz! "Un-zurnâ, bize bak" deyiniz ve o'na itaat ediniz! Biliniz ki kafirler için acı bir azâb vardır!" [57]

Yüce Allah'ın Kur'an'da Peygamberimize, Hiç Adıyla Çağırmaması da O'nun Bir Özelliğidir.

Alimlerimiz bu konuda demişlerdir ki: Yüce Allah'ın Peygamberi-miz'e Kur'an'da hiç adıyla çağırmamış olması da, Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) E-fendimiz'e ait Özelliklerden birini teşkil eder. Ki, Rabbimiz, O'na Kur'an'da hep lakabı ve sıfatları ile hitap etmiştir. Buna dair ayetler çoktur. Şimdi onlardan bazılarım hatırlatalım: Bir ayet-i celilesînde yüce Allah:

"Yâ eyyühen-nebiyyüj (ey Peygamber)" buyurmuş.

Bir ayetinde: "Ey Resul!" diye hitap etmiş, diğer bir ayette: "Ey Müddessir!" demiş, bir diğer ayette de: "Ey Müzzemmil!" diye O'na hi­tapta bulunmuştur.

Daha Önceki Peygamberlere ise isınıleri ile hitabda bulunmuştur.

Nitekim Kur'an-ı Kerim'deki; "Yâ Âdemü, Yâ Nuhu, Yâ îbrahimü, Yâ Mûsâ, Yâ Îsâ, Ya Davûdu" gibi hitablar; açıkça bunu göstermektedir. [58]

 

27-1 Peygamberimizin Bir Özelliği de, Ümmetinden Herhangi Birinin Kendisine Adı ile Çağırmasının Haram Kılınmasıdır

Ebû Nuaym, bu konuda der ki: Peygamberin (sallallahü aleyhi ve sellem) özelliklerin­den biri de, ümmetinden herhangi birisinin, O'na adı ile çağırmasının haram kılınmış olmasıdır. Fakat bu, daha önceki ümmetlerde böyle de­ğildi. Onlar, Peygamberlerini adıyla çağırabiliyorlardı. Allah Teâla ön­cekilerin durumunu bizlere hikaye eder ve buyurur ki:

"Dediler ki: Ey Mûsâ, bak bunların nasıl tanrıları var, bize de öyle bir tanrı yap! Mûsâ da dedi ki: Siz hakîkaten câhil bir topluluksunuz!" [59]

Diğer bir âyet-i celılesinde de şöyle buyurur; "Havariler demişlerdir ki: Ey Meryem oğlu Îsâ..." [60]İşte öncekiler için âyetlerin haber ver­diği durum böyle...

Yüce Allah'ın bu ümmet için olan emri ise şöyledir: "Peygambere çağırmayı (veya Peygamberin çağırmasını) herhangi birinizin çağırıl­ması gibi tutmayimz!..." [61]

Yukarıda geçen âyet-i kerîme ile ilgili olarak Ebû Nuaym Dahhâk tarikıyla İbn-i Abbâs'tan şu rivayette bulunur: İbn-i Abbâs demiş ki: "Müslümanlar Önceleri Peygamberiruiz'e ismiyle hitâb ediyorlar ve: "Ey Muhammed, Ey Ebû'l-Kâsını!" diyorlardı. Allahü teâlâ, bu şekilde pey­gamberine hitâb edilmesini müslümanlara yasakladı ve bu yasak ile Peygamberinin büyüklük ve şerefini artırmış oldu. Bu yasaktan sonra müslümanlar da: "Yâ Nebîyyallah! Yâ Resûlallah!" diye hitâb eder ol­dular."

Yine yukarıda geçen âyetle ilgili rivayetlerden biri de şudur: Bey-hakî, Alkarna ile El-Esved'ten rivayet ediyor. Onlar şöyle demişler; "Allah bu âyetle müslümanlara: "Ey müslümanlar, sizler Peygamberinize "Ey Muhammed" diyerek hitap etmeyiniz, "Yâ Nebiyyallah, Yâ Resûlallah!" diyerek hitap ediniz, diye emretmektedir."

(Ebû Nuaym'ın Hasan-ı Basri ile Saidbin Cübeyr'den olan rivayeti de bu mealdedir. Keza Katade'den sevkettiği rivayet de bu merkezdedir. Bunların hepsinin özeti; Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) ile konuşurken İslâmi edebi takınmaktır. Bu da, yukarıdaki ayetin emrini yerine getirmek, aynı za­manda Peygamber'in bedduasından da sakınmaktan ibarettir. Bu da, bu hususta verilen ikinci mananın hükmüne riayetten ibarettir.)"[62]

Peygamberimizin Özelliklerinden Biri de, Kişi Ölüp de Kabrine Konulduğu Zaman, Peygamberden Yana Hesaba Çekilmesidir

İmâm-ı Ahmed ve Beyhekî Âişe'den rivayet ederler. O şöyle demiş­tir: "Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) bu hususta buyurdu: "Kabir fitnesine gelince: Sizler kabirlerinize konulduğunuzda benden yana imtihana çekilir, bir soru ile karşılaşırsınız. Allah'ın iyi kullarından biri, kabrinde oturtulup da benden yana sorguya çekildiği zaman, şu karşılığı verir: "Evet Mu-hammed (aleyhisselâm), Allah'ın bizlere gönderdiği Resûlü'dür!" Melekler de ona, cennetteki yerini gösterirler. (Eğer o kul, mü'ınin değil de kafir veya münafık ise, benden yana sorguya çekildiği zaman; "Ben aslında bilmi­yorum. İnsanlar onun hakkında ne söylemişlerse, ben de onu söylemiş­tim. Hakikatte Allah'ın elçisi olup olmadığım bilmem" der. Sorucu melekler tarafından bu kula denilir ki: "Evet, hakikati bilmedin ve bile­ne de uymadın! Şimdi layık olduğun cezanı çek!" Sonra ensesine demir­den bir çekiçle ve şiddetle vururlar. O da öylesine bir sayha atar ki, bütün yakınmdakiler duyar. Sa'dece insanlar ve cinler bunun farkına varamazlar."[63]

Peygamberimizin Bir Özelliği de, Avret Yerinin Başkaları Tarafından Hiç Görülmemiş Olmasıdır,

Evet, Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) Efendimiz'in özelliklerinden birisi de, O'nun avret yerinin başkaları tarafından hiç görülmemiş olmasıdır. Eğer, herhangi bir kimse O'nun avret yerini görmüş olsa idi, muhakkak o kişinin gözleri kör olurdu. Buna dair bir de hadis bulunmaktadır. Biz bu ilgili hadisi, Peygamberimiz1 in vefatına dair olan ve ileride gelecek bulunan bölümde vereceğiz. [64]

Peygamberimizin Bir Özelliği de, Ölüm Meleği Azrail'in O'nun Yanına O'ndan İzin Alarak Girmesidir.

Peygamber'in (sallallahü aleyhi ve sellem) bir özelliği de, Ölüm meleğAzrail'in O'nun yanına O'ndan izin alarak girmesidir. Buna dair bazı rivayetleri, iler­deki "Peygamberimizin vefatı" bölümünde kaydedeceğiz. Şahsen ben, el-Berzah adlı kitabımda Azrail (aleyhisselâm)'ın; izin almaksızın İbrâhim (aleyhisselâm)'ın, Mûsa ve Davud (aleyhisselâm)'ın üzerlerine girdiğim kaydetmiştim." [65]

Peygamberimizin Bir Özelliği de, Kendisinden Sonra Hanımlarından Herhangi Birinin Herhangi Bir Kimse Tarafından Nikah Edilmesinin Haram Oluşudur

Bu hususta Yüce Allah, Kerim Kitabında buyuruyor ki: "Sizin Allah Resûlü'ne eziyet etmeniz ve kendisinden sonra O'nun hanımlarim ni­kahlamanız, asla olmaz! Çünkü bu, Allah katında büyük bir günahtır!"

Halbuki bu, daha önceki Peygamberlerde böyle değildi. Sâre vali­demizin o zalim hükümdarın yanında geçen kıssası ve İbrâhim (aleyhisselâm)'ın Sâriye hakkındaki; "bu benim kardeşimdir" sözü, aynı zamanda İbra­him'in Sâriye'yi o sırada o Cebbar'ın nikahlaması için boşamak istemesi göz önüne alındığında; diğer Peygamberlerden herhangi birinin hanı­mimn başkası tarafından nikahlanmasının haram olmadığına delil sa­yılabilir." [66]

Hakim ve Beyhekî Huzeyfe'nin, kendi hanımına şöyle dediğini ri­vayet etmiştir: "Ey hanımım, eğer sen cennettâ de benim hanımım ol­mayı arzu edersen, benden sonra başkası ile evlenmemelisin! Zira cennetlik bir kadımın cennetteki kocası, dünyada iken en son kocası kim ise odur." [67]

İşte Huzeyfe'nin dile getirdiği bu sebebtendir ki, Peygamberimizin hanımlarimn, O'ndan sonra bir başkası ile evlenmesi haram kılınmıştır. Zira Peygamberimizin hanımları, cennette de Peygamberimizin hanım­ları olacaktır. Sonra Peygamberimizin hanımları, bütün mü'ıninlerin a-nalarıdırlar. Bu bakımdan da onlardan herhangi birinin, bir başkası tarafından nikah edilmesi mümkün değildir. Aksi halde böyle bir şey, Peygamber Efendimiz'in çok yüksek makamına da ters düşerdi. Sonra, Peygamber Efendimiz vefatından sonra da kabrinde diri bulunmaktadır. Bu bakımdan da, böyle bir şey doğru olamazdı. [68] Bu yüzdendir ki el-Mâverdi, Peygamberimiz1 in vefatından sonra hanımlarimn dört ay on Ahzab suresi, 53 günlük Ölüm iddetini çekmelerine gerek olmadığına dair bir söz naklet-miştir. Peygamberimizin bayatta iken ayrıldığı hanımı ile bir başkasının nikahlanmasmın haram olup olmadığında ise bir kaç söz vardır. Bun­lardan biri: Onun da başkası ile evlenmesinin haram oluşudur. İmâm-ı Şâfn bunu savunmaktadır. Ayetin umumuna bakarak el-Ravzâ'da sahih görülen mezheb de budur.

"Peygamberimiz'den sonra" denilince; Peygamberimiz'in vefatın­dan sonra demek değil "Peygamberimiz'in nikahlamasından sonra" de­mektir. [69] Tabii bunun zıddim söyleyenler de olmuştur. Üçüncü söz: Peygamberimizin hanımlarından Peygamberimizle birleşmesi gerçek­leşmiş olanların bir başkası tarafından nikah edilemeyeceği; nikahtan sonra birleşme gerçekleşmeden ayrılanın, bir başkası tarafından nikah edilebileceği merkezindedir. Nitekim el-Şerhu's-Sağir'da bildirildiğine göre, İmâm-ı Haremeyn ile İmâm-ı Rafii, bu sözü seçmişler ve sahih görmüşlerdir. Buna delilleri de, Eş'aş bin Kays'ın, Peygamberimiz'den birleşme gerçekleşmeden ayrılmış bulunan el-Müsteize ile evlenmiş ol­masıdır. [70] Eş'aş, bu kadın ile evlendiği zaman; bunu haber alan halife Ömer, Eş'aş'ı recm ettirerek öldürtmek istemişti. Fakat kendisine, bu kadın ile Hazret-i Peygamber arasında nikahtan sonra birleşme gerçek­leşmemiş olduğu haber verilmiş, o da bundan vazgeçmiştir, ihtilâf, Peygamber Efendimiz'in: "Allah ve Resulü ile dünyayı seçmek" arasında kendilerini serbest bıraktığı zaman dünyayı seçerek Peygamberimiz'den ayrılmış olanın üzerinde de vardır. İmâm-ı Haremeyn ile İmâm-ı Gazali arasında en sahih görülen; böylesinin nikah edilmesinin helâl olduğu şeklindedir. Hatta bazıları buna kesin olarak hükmetmiştir. Zira Pey­gamber Efendimiz'in onları muhayyer bırakmasının hikmeti ancak bu şekilde anlaşılır, demişlerdir. Onlar da, dünyayı değil de, Allah ve Resûlü'nü seçince, dünyada da, çenette de Resûlüllah Efendimiz'in ha­nımları olma mükafatim kazanmışlardır."[71]

Peygamberimizin Bir Özelliği de, Savunucusunun Allah Olmasıdır.

Ebû Nuaym demiştir ki: Peygamberimiz'in özelliklerinden biri de, O'nun savunucusunun Allah olmasıdır. Bu, daha önceki Peygamberlerde böyle değildi. Peygamber, kavmine karşı kendisını, kendisi savunur, onların inkar ve itirazları karşısında, onlara cevaplar vererek kendini müdafa ederdi. Mesela Nuh (aleyhisselâm), kavminin itirazları karşısında kendini savunmuş ve onlara: "Ey kavmim, bende bir sapıklık yok, ben, âlemlerin rabbi tarafından gönderilmiş bir elçiyim!" demiştir. [72]

Keza, Hud (aleyhisselâm) da, kavminin kendisini beyinsizlikle itham etme­leri karşısında demiştir ki: "Ey kavmim, bende bir beyinsizlik yok. Ben âlemlerin rabbi tarafından gönderilmiş bir elçiyim." [73]

Diğer Peygamberlerin de, bu şekilde kavimlerine karşı kendilerini savunduklarim görüyoruz. Bizını Peygamberimizi ise, kendisinin yerine Allah müdafa etmiştir. Kavminin ve düşmanlarimn kendisine yönelt­tikleri şeylere karşı, bizzat Allah cevab vermiştir. Nitekim bir ayet-i ce-lilesinde şöyle buyurmuştur: Kâleme ve yazdıklarına andolsun! Sen, Rabbinin sana olan nimeti sayesinde, mecnun değilsin!" [74]

Diğer bir ayet-i celilesinde de şöyle buyurmuştur: "Akan yıldıza andolsun ki, arkadaşimz sapmadı, azmadı! O, havadan konuşmaz. O, kendisine vahyedilen bir vahiyden başkası değildir." [75]

Bir ayeti de şu mealdedir: "Biz ona (Muhammed'e) şiir öğretmedik, bu ona yakışmaz da. O'nun size getirdiği, sâdece bir öğüt ve apaçık bir Kur'an'dır!" [76]Bizını bu söylediğimizi teyid eden başka ayetler de vardır. [77]

Yine Ebû Nuaym der ki: Peygamerimiz'in bir özelliği de, yüce Al­lah'ın O'nun risâleti (elçiliği) üzerine and içmiş olmasıdır. Nitekim Yâsîn Sûresinin baş tarafında şöyle buyurmaktadır: ırYâsîn. Şu hikmetli Kur'an'a andolsun, sen elbette gönderilmiş elçilerdensin!"[78]

Peygamberimizin Özellikleri Arasında, Onun İki Kıbleyi ve İki Hicreti Cemetmesi, Şeriat ile Hakikat Arasını da Cemetmesini Söyleyebiliriz.

Evet, Peygamber Efendimiz'in özellikleri arasında, böyle iki kıble­yi ve iki hicreti cemetmiş olmak gibi hasîsalar (Özellikler) bulunmakta­dır. [79]

Şeyh îzzüddin bin Abdüsselâm der ki: "Peygamber'in (sallallahü aleyhi ve sellem) özel­liklerinden biri de, Allahü teâlâ'nın; vahiy çeşitlerinden her biri ile O'nunla konuşup kelâm etmiş olmasıdır. Bu vahiy çeşitleri ise üçtür: Birincisi: Sâdık rü'yâ, ikincisi: Vasıtasız kelâm (konuşma), Üçüncüsü de Cebrâîl vasıtasıyla konuşmadır." [80]

Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) Efendimiz'in Özelliklerinden bâzıları da şunlar­dır: Bir aylık mesafeye korku salması ki, bir aylık ön tarafındaki mesafeye, bir aylık da arka tarafındaki mesafeye şâmildir.

Ahmedİbn-i Ebâ Şeybe ve Beyhekî Ali'den rivayet ederler. O şöyle demiştir: "Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) buyurdu: "Peygamberlerin hiç birine ve­rilmeyen bana verildi: Bir aylık mesafedeki düşmanıma korku salmı-şımdır. Yeryüzünün hazîneleri verilmiş, Ahmet adı verilmiş, toprak temiz kılınmış, ümmetim de en hayırlı ümmet kılınmıştır."

Müslim'in Ebû Hüreyre'den rivayeti ise şöyledir: "Ben, altı şeyle diğer Peygamberlere üstün kılınmışımdır: Bana cevâmiu'l-kelim [81] verilmiş, düşmanıma korku salınmış, ganimet helâl kılınmış, yeryüzü mescid ve temiz kılınmış ve ben bütün halka Peygamber olarak gönde­rilmişim ve Peygamberlik benimle son bulmuştur,"

Taberanî de bu hususta Sâib bin Yezîd'den bu mealde bir hadîs rivayet etmiştir. Bunda ise önemli bir fark: "Ve ümmetim için şefaatimi saklamış bulunuyorum" buyurulmuştur. [82]

İmâm-ı Gazali, Peygamber Efendimiz'de gerek Peygamberliğin, ge­rek sultanlığın toplanmış olması hususunda îhya'sında şu beyanda bu­lunmuştur: "Nübüvvet, mülk ve saltanatın kendisinde birleşmiş olduğu içindir ki, diğer Peygamberlerden daha üstün olmuştur. Zira yüce Allah, O'nun bunları kendisinde taşıması sebebiyledir ki, dîni de, dünyâyı da salâha (iyilik ve düzene) kavuşturmuştur."

Beyhakfnin Katâde'den, Peygamber Efendimiz'in Cenâb-ı Hakk'tan "sultan-ı nasır" yâni yardımı dokunan bir güç ve kuvvet, des-tekliyen bir delîl istemesiyle ilgili bulunan âyet hakkında, bir nakilde bulunur. Bu Isrâ Sûresi'nin 80. âyeti olup şu mealdedir:

"De ki: "Rabbim, beni doğruluk girdırişiyle girdir, beni doğruluk çıkarışıyla çıkar. Bana katından bir sultân-ı nasır, yardımı dokunan bir kuvvet ver!" [83]

İşte Katâde, bu hususta şöyle demektedir: "O, böyle dua etti. Allah da kendisini, doğruluk çıkarışıyla Mekke'den çıkardı ve doğruluk girdi-rişiyle Medine'ye girdirdi. Eğer kendisine lütfettiği bir güç ve kuvvet ol­masaydı, O bu şekilde Mekke'den çıkıp selâmetle Medine'ye varamazdı. Aynen bunun gibi O; Allah'ın kitabim tebliğ ve tatbik edebilmek, Kitâbullah'ın emir ve hudutlarim koyabilmek için de Allah'tan sultan-ı nasîr taleb etmiş; Allah da kendisine bu gücü ve desteği vermiştir. Yoksa bunda muvaffak olamazdı. Allah'ın lütfettiği, bu yardımı dokunan bir güç ve kuvvettir ki, aynı zamanda Allah'ın bir rahmeti olarak tecellî et­miştir de, kullar birbirine karşı anlayışlı ve yardımcı olmuşlardır. Yok­sa, Allah'ın bu yardımı ve rahmeti bulunmasa; insanların kuvvetlileri zayıflarim yer, insanlık mahvolurdu."

Buharî ve Müslim Ebû Hüreyre'den şöyle rivayet ederler: Peygam­ber (sallallahü aleyhi ve sellem ) bir hadîslerinde: "Ben etrafıma korku salmakla Allah'ın yardımına mazhar oldum ve bana devamlı kelim verildi. Ben uyurken bana geldiler ve yeryüzünün hazînelerinin anahtarlarim teslim ettiler" diye buyurmuştur! Evet Peygamberimiz böyle buyurmuştu amma, şimdi sizler dünyâ malına ve nimetlerine dalmış bulunuyorsunuz..."

İbn-i Şihâb der ki: Bana ulaşan bilgiye göre, Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) E-fendimiz'e verilmiş bulunan "Cevâmiu'l-Kelim" Yüce Allah'ın pek çok şeyi O'nun için cemetmiş olmasıdır ki, bunlar, daha önceleri bir veya birkaç hususta ilâhî vahiyle yazılıp tesbît edilmiş bulunan şeylerdir, İşte bunların hepsi, bizim Peygamberimi z'e toplu olarak verilmiş bulun­maktadır.

Güzel bir senedle Taberânl, Beyhekî İbn-i Abbâs'tan şöyle nakleder: "Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem), bir gün Cebrâîl ile birlikte Safa tepesinde bulunu­yordu. Buyurdu ki: "Ey Cebrâîl, Muhammed'in ev halkı için evlerinde, ne bir avuç un, ne de bir avuç sevîk bulunmaktadır. Onların akşamleyin hiçbir yiyeceği bulunmamaktadır!" Peygamberimiz bunu söyler söyle­mez, bir duvar yıkılıyormuş gibi semâdan bir ses duyuldu ve derhal Isrâfîl (aleyhisselâm) gelip şöyle bir teklifte bulundu: "Allah, senin dediğini duy­muş ve beni sana göndermiş bulunuyor! Yeryüzünün bütün hazîneleri­nin anahtarlarim sana getirmiş bulunuyorum! Eğer sen istersen, bütün Tihama Dağlarım seninle beraber zümrüt, yakut altın ve gümüş olarak taşıyacağım! Dilediğin yerde dilediğin kadar harcarsın... Eğer istersen, hükümdar bir Peygamber olursun, istersen kul Peygamber olursun! Ben, bunu sana arz etmekle mükellef ve me'ınûrum! Dilediğini seç ya Resu-lallah!" Bu sırada Cebrâîl (aleyhisselâm), Peygamber Efendimiz'e, "Tevâzû' gös­terip kul Peygamber olarak kalmayı tercih etmesi" hakkında işarette bulunur... Peygamber Efendimiz de:

"Bil'akis ben, kul Peygamber olmayı seçiyorum!" diye üç defa tek­rarlamış, "Kul Peygamber" olmayı tercih buyurmuşlardır."

İbn-i Sa'd ve Ebâ Nuaynı Ebû Ümâme'den rivayet eder. O şöyle der: "Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) buyurdu: "Rabbim bana, Mekke Vadisini altın yap­mayı teklif etti de ben: "Hayır Rabbim, ben bunu istemem, bil'akis ben, bir gün doymayı, bir gün de aç kalmayı tercih ederim! Aç kaldığım gün, Sana yalvarıp yakarırım; tok olduğum günde Sana şükür ve hamdede-rim!" dedim."

İbn-i Sa'd ve Beyhekî Hazret-i Âişe'den şöyle rivayet eder: Bir gün an-sardan bir kadın, benim odama geldi. Bu sırada Peygamber efendimiz'in yatağına gözü ilişti. Onu, ikiye katlanmış bir aba şeklinde görünce ya­dırgadı. Kalkıp evine gitti. Bana, içine yün doldurulmuş bir yatak gön­derdi. Biraz sonra da Resûlüllah eve geldi ve o kadımın gönderdiği yatağı görünce: "Yâ Âişe, bu nedir?" dedi. Ben de durumu kendisine anlattım. Derhal: "Bunu, o kadına iade et" buyurdu. Ben ise, doğrusu bu yatağı göndermek istemediğimden "peki" diyemedim. Çünkü yatak çok hoşuma gitmişti. Fakat, Peygamber Efendimiz: "Âişe, bu yatağı o kadına gön­der!" diye tekrarlayınca, göndermeye mecbur kaldım. Üçüncüsünde E-fendimiz: "Âişe, bunu iade et! Vallahi eğer ben istemiş olsaydım, Allah benim yanımda altından ve gümüşten dağlar yürütürdü" buyurmuştu.

İbn-i Ebî Şeybe Müsned'inde ve Ebû Ya'lâ Ebû Mûsa'dan nakle­derler. O demiştir ki: "Resûlüllah Efendimiz bir hadisinde: "Bana kelime ve sözlerin en güzeliyle başlayıp en güzeliyle bitirmek ve en veciz bir şekilde konuşmak hassası verilmiştir" buyurdu.

Ahmed ve sahih bir senedle Taberani İbn-i Ömer'in şöyle dediğini naklederler: Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) bir hadislerinde: "Bana, her şeyin anah­tarı ve ilmi verildi. Sâdece beş gayb'ın ilmi verilmedi. Bu beş şeyin ilmine, ne bir melek-i rnukarreb, ne de bir nebiyy-i mürsel vakıf olamaz! Şüphesiz kıyametin ne zaman kopacağına dair bilgi, sadece Allah'a mahsustur!" [84]

(Yine Ahmed ve Ebû Ya'lâ'nın İbn-i Mes'ud'dan olan rivayetleri de, bu meal ve merkezdedir.)

Ahmed, Ebû Said el-Hudri'den şöyle rivayet eder: Peygamber (s,.a.u.) buyurdu: "Önceki Peygamberlerden her biri, ümmetini deccâl fitnesinden mutlaka sakındırmış tır! Bana ise bu hususta daha fazla bilgi verilmiştir: Biliniz ki, deccâlin bir gözü kördür. Allah ise körlükten mü­nezzehtir." [85]

Peygamberimizin Diğer Bazı Özellikleri

İbn-i Seb' demiştir ki: Peygamber'in (s.a.u.) bazı özellikleri de şun­lardır: O abdest almak ister fakat su bulamazsa, ellerini uzatır, par­maklarından akan su ile abdestini alırdı. [86] Akşam aç yatar, tok olarak sabahlardı. Hiç kimse O'nu, kuvvetiyle yenemezdi [87]

O, Al­lah'ın habibi, haîili ve kelimi olmuştur. Allah O'nunla, hiç bir meleğin ve Peygamberin ayak basmadığı yüce bir makamda, Kâbekavseyn maka­mında kelâm söylemiştir ve yeryüzü kendisi için durulmuştur."

Peygamber'in (sallallahü aleyhi ve sellem) göğsünün açılması, vizrinin (sırtındaki yü­künün) indirilmesi, zikrinin yükseltilmesi (adının Allah'ın adıyla birlik­te anılması), gelmiş-geçmiş günahlarimn bağışlandığına dair söz verilmesi, Allah'ın dostu olması, Âdem Oğullarimn efendisi ve bütün yaratılmışların en faziletlisi kılınması, bütün Peygamberlerden ve me­leklerden üstün kılınması, ümmetinin kendisine arzedüerek onların tamâmim görmüş olması, tâ kıyamete kadar ümmetinin içinde meydana gelecek olayların kendisine gösterilmesi, Besmele'nin, Fâtiha'nın, Ayetel Kürsfnin, Bakara Sûresi'nin sonundaki âyetlerin kendisine verilmesi, aynı zamanda âyet sayıları yüzü, iki yüzü geçen uzun ve mufassal Kur'ân sûrelerinin kendisine verilmiş olması gibi hususlarda, O'nun Ö-zellikleri arasında yer alırlar... Nitekim ilgili âyetlerde de buna dâir açık beyânlar bulunmaktadır. İşte inşirah sûresinin ilk âyetleri ki şu mealdedir: "Habîbim, biz senin göğsünü açmadık mı? ve indirmedik mi senin üzerinden yükünü? Ki o, ağırlığından sırtim çatırdatmıştı. ve se­nin şanim yükseltmedik mi?" [88]

Fetih sûresinde de şöyle buyurmaktadır: "Biz sana apaçık bir fetih verdik! Tâ ki Allah senin günâhından, geçmiş ve gelecek olanı bağışla­sın, bütün tasalarim giderip sana olan nimetini tamamlasın ve seni doğru bir yola iletsin!" [89]

Bezzâr, güzel bir senedle Ebû Hüreyre'den rivayet eder. O şöyle de­miştir: Peygamber Efendimiz buyurdular ki: "Ben, diğer Peygamberlere karşı altı şeyle üstün kılındım ki bunlar, başka hiçbir Peygambere ve­rilmemiştir. Şöyle ki:

1- Benim geçmiş bütün günahlarım bağışlanmış,

2- Ganimetler helâl kılınmış,

3- Ümmetim en hayırlı ümmet kılınmış, ,   

4- Yeryüzü mescid ve tahûr kılınmış

5- Bana Kevser verilmiş,

6- Bir aylık mesafedeki düşmanlarıma korku salınmıştır. Varlığım elinde olana yemin ederim ki, sizin arkadaşimz, kıyamet gününde "Livâü'l-Hamd" adh sancağın sahibidir! Âdem'den bu tarafa herkes onun gölgesinde bulunacaktır... [90]

Şeyh îzzüddln bin Asdüs-Selâm der ki: Allahü teâlâ'nın, O'nun gelmiş geçmiş günahlarimn bağışlanmış olduğunu haber vermesi; O'nun bir Özelliğidir! Başka bir Peygamber için böyle bir şey buyurulmamıştır. Nitekim mahşer yerinde diğer bütün Peygamberlerin "nefsî, nefsî..." diye çağıracak olmaları da bunu göstermektedir."

Müfessir İbn-i Kesir ise, Tefsîr'inde fetih âyetini açıklarken şöyle demektedir: "İşte bu, Peygamber'in (sallallahü aleyhi ve sellem) özelliklerinden birisi­dir! O'nun bu özelliğine, diğer Peygamberlerden hiç biri ortak değildir."

Taberânl, Beyhekî ve Ebû Nuaym İbn-i Abbâs'tan şöyle rivayet e-derler: Peygamberimiz bir defasında buyurdular ki: "Ben, Rabbime mürâcât edip bir şey istedim. Fakat keşke böyle bir istekte bulunmamış olsaydım, diyordum... Dedim ki: "Ey Rabbim, benden önce gönderdiğin Peygamberlerden öyleleri var ki, ölüyü diriltmiş... Bâzısına rüzgarı müsahhar kılmışsın (emrine vermişsin...)" Rabbim bana buyurdu ki: "Habîbim, seni yetim olarak bulup da barındırmadık mı? Seni yolunu şaşırmış bulub da yola kılavuzlamadık mı? Fakirdin de zengin kılmadık mı? Sırtim çökerten yükünü sırtından indirmedik mi? Zikir ve sânim çok yüce kılmadık mı?" Ben de Rabbim'e cevaben: "Evet, yâ Rabbi!" dedim." [91]

İbn-i Sa'd, Mücemmi' bin Cariyeden nakleder. O şöyle der: Bizler, Hudeybiye'den dönüp Medineye doğru giderken Dacnân denilen bir yere geldiğimizde, bir çok kimselerin atlarım hızla sürerek Resûlüllah Efen-dimiz'e doğru ilerlediklerini ve ilerlerken de "Resûlüllah'a bâzı âyetler inmiş, onları dinleyip belleyelim!" dediklerini duydum... Tabu ben de a-tımı hızla sürerek Resûlüllah'ın yakimna vardım... Bir de ne görelim, Resûlüllah Efendimiz: "Biz sana, gerçekten açık ve büyük bir fetih ver­dik..." mealindeki âyeti okumaktadır. Cebrâîl (aleyhisselâm), bu âyeti indirdiği zaman Peygamberimizin fethini tebrik etmiş... Bizler de Peygamberi-miz'e tebriklerimizi sunduk..." [92]

İbn-i Cerîr, İbn-i Ebî HatimEbû Ya'lâİbn-i Hıbbân ve Ebû Nuaym Ebû Saîd el-Hudrî'den rivayet ederler. O da Resûlüllah'tan rivayet eder: "Cebrâîl bana, Kur'ân'daki: "Biz, senin sânım yükseltmedik mi?" âyetiyle ilgili olarak geldi ve yüce Allah'ın: "Habîbim, ben zikredildiğim zaman sen dahi zikredilirsin" buyurduğunu tebliğ etti..."

İbn-i Ebî Hatim, Katâde'den yine bu âyetle ilgili olarak şöyle nak­leder: Yüce Allah, O'nun adim ve şanim dünyâda ve âhirette yükselt­miştir. Hiç bir hutbe okuyan, şehâdet getiren, ezan okuyan veya namaz kılan yoktur ki, "eşhedü enlâ ilahe illallah" dedikten sonra, "eşhedü enne Muhammeden resûlüllah!" diyerek O'nun adim anmamış ve yükseltme­miş olsun!"

Ebû Nuaym de, Enes'ten şöyle nakletmiştir: ResûlütlahHsallallahü aleyhi ve sellem) bu­yurdu: "Ben, Yüce Allah'ın samâvât (tsrâ ve Mi'râc) ile olan emrini yerine getirdikten sonra şöyle bir münâcatta bulundum: "Ey Rabbim, benden Önceki Peygamberlerine birtakım ikramlarda bulundun: İbrahîm'i Halil, Mûsa'yı Kelîm kıldın. Davud'a dağları müsahhar eyledin... Rüzgarı ve cinleri Süleyman'ın emrine verdin... Îsâ için Ölüleri diriltiverdin... Bana olan ikramın nedir?" Rabbim bana hitaben buyurdu ki: "Habîbim, ben sana bütün bunlardan daha faziletli olanı vermedim mi? Ben anıldım mı, mutlaka sen de anılırsın! Sonra senin ümmetinin kalblerini Kur'ân'ın hazînesi kılmadım mı? Baksana onlar, Kur'ân'ı ezberlerinden okumaktalar... Böyle bir ikram, daha Önceki ümmetlere nasîb olmuş değildir. Ayrıca sana, Arş'ımm hazînelerinden bir cümle lütfettim ki, siz o cümle ile Bana en güzel şekilde sığimr, Ben'den güç ve kuvvet istersi­niz: "Lâ havle velâ kuvvete illâ billah!" dersiniz. (Allah'ım, senin bize vereceğin güç ve kuvvetten başka, güç ve kuvvet yoktur! Bize güç ve kuvvet ver, bizleri destekle) diyerek Bana sığimr, bu şekilde îmân ve güveninizi tazelersiniz..."

Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) Efendimiz, yine bir hadîslerinde kendisine ve­rilmiş bulunan altı Özellikten bahisle, bunun sonunda da: "...ve aynı zamanda ümmetimin tamâmı bana arzedilmiştir. Ümmetimin âlimi ve câhili, hep bana gösterildi de ben onların hepsini tanıdım" buyurmuş­tur.

Taberânî Huzeyfe bin Esîd'den nakleder. O şöyle der: Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) buyurdu: "Dün akşam ümmetim bana arz olundu. Başından so­nuna kadar bana gösterildi." Ben dedim ki: "Ey Allah'ın elçisi, şimdi yaratılmamış olanlar nasıl gösterildi?" Cevaben şöyle buyurdu: "Halen yaratılmamış olanlar dahi Öyle gösterildi ki, sizden birinizin arkadaşim tanıdığı gibi, onların her birini tanımış bulunuyorum." [93]

Dârekutnî ve Taberânî Büreyde'den rivayet ederler: Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) buyurdu: "Bana Öyle bir âyet indirildi ki, Süleyman (aleyhisselâm)'dan başka bir Peygambere indirilmiş değildir. Bu âyet: "Bis-millâhirrahmânirrahîm!" âyetidir."

(İbn-i Merdûye de İbn-i Abbâs'ın şöyle dediğini rivayet etmiştir: "Kur'ân'da bir âyet var, pek çok kimseler o âyetin Peygamberimiz'den bir de Süleyman Peygamberden başkasına indirilmemiş olduğunu bilmez­ler, İşte bu âyet: "Bismillâhirrahmânirrahîm!" âyetidir." [94]

Ebû Ubeyd ve İbn-i Durays, Kur'ân'ın faziletlerine dâir yazdıkları kitablannda Ali bin Ebû Tâlib'in şöyle dediğini kaydetmişlerdir: "Aye-tel-Kürsî, Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) Efendimiz'e Arş'ın altındaki hazîneden ve­rilmiş bir âyettir! Bu âyet, sizin Peygamberinizden önce herhangi bir Peygambere verilmiş değildir." [95]

AhmedTaberânî ve Beyhekî'nin rivayetlerine göre ki bunu Huzeyfe rivayet etmektedir; Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: "Bakara Sûresi'nin sonundaki şu âyetler bana, Arş'ın altındaki hazîneden veril­miştir ve bunlar, benden önce hiç bir Peygambere verilmemiştir."

(İmâm-ı Ahmed, benzeri bir rivayeti, Ebû Zerr'den nakletmiştir). [96]

Taberânî Ukbe bin Âmir'den rivayet eder. O şöyle der: "Bakara Sûresi'nin sonundaki "Amenerasûlü..." diye başlıyan iki âyeti çok oku­maya (ve mânâsı üzerinde düşünüp onlardaki hakikatleri anlamaya) bakınız! Zira yüce Allah; Peygamber Efendimizi, kendisine bu âyetleri vermekle seçkin kılmıştır!"

Hâkim, Mâkil bin Yesâr'dan rivayetle Peygamber'in (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurduğunu nakleder: "Bana Fatiha Sûresi ve Bakara Sûresi'nin so­nundaki âyetler, arş'ın altında verilmiştir. Fazladan olarak da Mufassal verilmiştir."

Müslim İbn-i Abbâs'tan rivayet eder. O demiştir ki: Peygamber'e (sallallahü aleyhi ve sellem) bir melek gelip: "Yâ Muhammed, sana iki büyük nuru müjdele­mek için geldim, bunlar senden önce hiç bir Peygambere verilmiş değil­dir! İşte bu iki nûr: Fatiha Süresiyle, Bakara Sûresi'nin sonundaki âyetlerdir!" demiştir.

Beyhekî de Vasile bin el-Eska'dan şöyle rivayet eder, O demiştir ki: "Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) buyurdu: "Bana, Tevrat yerine yedi uzun sûre, Zebur yerine âyet sayıları yüz civarında olan sûreler, incil yerine de el-Mesânî verilmiştir. Fazladan olarak da el-Mufassal verilmiş bulunmaktadır!"

(İbn-i Cerîr ile İbn-i Merdûye'nin İbn-i Abbâs'tan olan rivayetleri ise şöyledir: "Kur'ân-ı Kerîm'deki: "Andolsun ki Sana, ikişerlerden yedi, bir de bu büyük Kur'ân'ı verdik!" [97] mealindeki âyetle ilgili olarak İbn-i Abbâs; "Bu ikişerli yedi'den murâd, "Sebû'd-Tıvâl" denilen yedi uzun sûredir! Bunlar daha önce hiç bir Peygambere verilmiş değildir. Sâdece Mûsâ (aleyhisselâm)'a, altısı verilmişti..."

(İbn-i Merdûye'nin naklettiği bir haberde ise, İbn-i Abbâs'ın şöyle dediği kaydedilmiş bulunmaktadır: "Peygamberimiz'e yedi uzun sûre verilmiş bulunmaktadır. Bunlardan sâdece altısı, yalnız Mûsâ (aleyhisselâm)'a verilmiş idi. O ise, kendisine verilen levhaları yere koyduğu zaman, bunlardan ikisi gitmiş, dördü kalmıştır. [98]

Ebû Nuaym, el-Mârife adlı kitabında Abdurrahmân bin Ğa-nem'den şöyle nakleder: "Bizler, Peygamberin (sallallahü aleyhi ve sellem) yanında oturu­yorduk. O sırada biz, Mescid'de idik. Ansızın bir bulut meydana geldi ve Resûlüllah Efendimiz buyurdular ki: "Az önce bana bir melek inip dedi ki: "Ey Allah'ın elçisi, ne zamandan beri sana gelmek için Rabbim'den izin istiyordum. Nasîb şimdi imiş ve sana gelmiş bulunuyorum. Geliş sebebim ise, "Yüce Allah indinde, senden daha keremli ve daha şerefli bir kul olmadığim sana müjde etmektir!"[99]

Beyhekî'nin rivayetine göre İbn-i Mes'ûd şöyle demiştir: "Gerçekten Muhammed (aleyhisselâm), kıyamet gününde Allah'a karşı bütün yaratılmışların en keremlisidir!"

Yine Beyhekî'nin naklettiği bir habere göre, Abdullah bin Selâm da şöyle demiştir: "Allah indinde yaratılmışların en keremlisi, hiç şüphesiz Muhammed (aleyhisselâm)' dır!"[100]

Peygamberimizin Bir Diğer Özelliği 

Peygamber'in (sallallahü aleyhi ve sellem) bir diğer özelliği ise, kendisine ve diğer pey­gamberlere olan ilâhî hitaptaki farktır. Bunu, bâzı âyetlerle misallendi-rebiliriz. Meselâ Dâvud (aleyhisselâm) ile ilgili bir âyet-i celile şu mealdedir: "Sakın hevâye uyma, aksi halde seni Allah'ın yolundan sapıtır." [101] Halbuki Peygamberimiz hakkında: "O, hevâdan konuşmaz!" buyurul-muştur. [102] Böylece hevâsına uymaktan ve hevâdan konuşmaktan tenzih edilmiştir. Keza Mûsa (aleyhisselâm) ile ilgili bir âyette: "Bana bir kötülük yaparsınız diye korkup sizden kaçtım..." buyurulmuştur. [103]Pey­gamber Efendimiz hakkında ise: "Kâfirler senin için tuzak kurdukları zaman..." denilmiş ve O'nun Mekke'den çıkışı ve hicreti en güzel bir ta­birle belirtilmiştir. [104] Keza Peygamberimizin Mekke'den çıkarılışı da, O'nun düşmanlarına nisbet edilmiş ve Peygamberimiz için "firar" kelimesi asla kullanılmamıştır. Ki elbette "firar" kelimesinin kullanıl­masında, bir nevî eksiklik söz konusudur." [105]

Peygamberimizin Bir Diğer Özelliği

Peygamberimiz'in Özelliklerinden biri de, Onunla gizli konuşup fısıldaşmak isteyen birisinin, bu şekilde konuşmasını yapabilmesinin bir şarta bağlanmış olmasıydı. Bu ise, önce sadaka vermekten ibaretti. Fa­kat böyle bir şey önceki Peygamberlerde görülmüş değildi. Nitekim ilgili âyette meâlen şöyle buyurulmuştur: "Ey mü'ıninler, siz, Peygamberle gizli konuşup fısıldaşacağimz zaman, önce bir sadaka veriniz! Bu, sizin için daha hayırlı ve daha temizdir. Şayet buna imkân bulamazsanız, Allah, bağışlayan ve esirgeyendir." [106]

İbn-i Ebî Hâtim'in rivayetine göre, îbniAbbas, bu âyetle ilgili ola­rak şöyle demiştir: Müslümanlar, Peygamberimiz'e fısıldayarak pek çok şey soruyorlardı. Bu da Peygamberimiz'e ağır geliyordu. Yüce Allah, bunu şarta bağlamakla, Peygamberimizin sıkıntısını hafifletmek isti­yordu. Bu âyet-i kerîme nazil oldu ve müslümanların pek çokları soru­larim azalttılar... Hâttâ çekinip sormaz oldular. Cenâb-ı Hakk da bunun üzerine aşağıdaki âyetini inzal buyurdu: "Sa'daka vermekten korktunuz mu? Çünkü yapmadimz. Allah da sizi bundan affetti. (Sa'daka vermeden konuşabilirsiniz). Artık namaz kılın, zekât verin, Allah'a ve Resûlü'ne itaat edin! Allah, yaptıklarimzı bilendir!" [107] İşte bu âyetin inmesin­den sonra, müslümanlara olan darlığı kaldırmış, genişlik lütfetmiştir.

Saîd bin Mensur da, Mücâhid'in şöyle dediğini nakletmiştir: "Her kim Peygamber Efendimizle gizli konuşup fısıldaşacak olursa, bir dinar sadaka verirdi. Bunu ilk tatbik eden de Ali bin Ebû Tâlib olmuştur. Sonra bu husustaki ruhsat, yâni kolaylıkla ilgili âyet nazil olmuştur." [108]

Peygamberimizin Bir Diğer Özelliği

Peygamber'in (sallallahü aleyhi ve sellem) özelliklerinden biri de, O'na itaat edilmesini kesin ve mutlak bir farz olarak Yüce Allah'ın herkese farz kılmış olma­sıdır. Allah bunu, hiçbir şarta bağlamamış ve hiç bir istisna da koyma­mıştır. Nitekim ilgili bir âyetinde şöyle buyurmuştur: "...Peygamber size ne verdiyse (neyi getirip emretti ise), onu olduğu gibi alimz! Size neyi de yasakladı ise, ondan kaçimnız! Allah'tan korkunuz! Çünkü Allah'ın azabı şiddetlidir." [109]

Diğer ilgili bir âyetinde de şöyle buyurmaktadır: "Her kim Resûl'e itaat ederse, şüphesiz Allah'a itaat etmiş olur..." [110] İşte, ilgili âyetlerden de anlaşıldığı gibi, Yüce Allah, herkese O'nu örnek edinme­sini kesinlikle farz kılmış; gerek işde, gerek sözde O'na uymalarim em­retmiştir. Bunu, mutlak bir şekilde emredip hiç bir istisna ve şart koymamıştır. O'nun, mutlak bir şekilde örnek alınması hususunda bir âyetinde şöyle buyurmaktadır: "Andolsun, Allah'ın elçisinde sizin için uyulacak en güzel bir örnek vardır." [111] Halbuki Halîli İbrahim (aleyhisselâm)'ın örnek alınmasında şöyle buyurmuştur: "İbrâhim'de ve onunla beraber bulunanlarda sizin için güzel bir misâl vardır." Sonra bu âyetin sonuna doğru: "Yalnız İbrâhim'in babasına: "Senin için mağrifet dileye­ceğim, fakat senin için Allah'tan bir şeye gücüm de yetmez" demesi hâriç. (Bu size misâl değildir.) [112] İşte âyetin bu kısmında bir istisna yapılmıştır. Fakat Peygamberimizle ilgili, bir istisna dahî söz konusu değil..." [113]

Peygamberimizin Bir Diğer Özelliği 

Peygamber'in (sallallahü aleyhi ve sellem) bir diğer özelliği de, Yüce Allah'ın Kendi Zâtı'na itaat edilmesini, yasakladığı şeylerden sakımlmasını, hükümleri ve farzları, va'dini ve veîdini zikrettiği yerlerde; Peygamber Efendimizi de zikretmiş olmasıdır. Bu gerçekten böyledir. Bu suretle Yüce Allah, Habîbi'nin şerefini ve büyüklüğünü artırmıştır. Buna dâir Kur'ân'dan pek çok misâller vermek mümkündür... Biz burada bâzılarım zikrede­lim: Önce itaat konusundaki misallerden bâzılarim-görelim:

"Ve Allah'a ve Resule itaat ediniz!" [114]

"Eğer müminler iseniz, Allah'a ve O'nun Resûlü'ne itaat ediniz!" [115]

"Onlar Allah'a ve Resûlü'ne itaat ederler." [116]

Şimdi de îmân veya tekzîb bakımından olan misalleri görelim:

"Mü'ıninler ancak o kimselerdir ki, onlar Allah'a ve Resûlü'ne i-nandılar, sonra da şüphe etmediler..." [117]

"Allah'tan ve O'nun Resûlü'nden andlaşma yaptığimz müşriklere bir ihtardır!... "[118]

".. .ve oturup kaldı o Allah ve Resûlü'ne karşı yalan söyleyenler,.."[119]

Şimdi de itaat etmeyip karşı çıkanlarla ilgili âyetlerde Yüce Al­lah'ın Kendi adim zikrederken, Resûlü'nün adim da nasıl zikretmiş ol­duğunun bir kaç misâlini görelim:

"...Kim Allah'a ve Resûlü'ne karşı gelirse, apaçık bir sapıklığa düşmüş olur!" [120]

"...Kim Allah ve Resûlü'ne karşı gelirse, şüphesiz Allah'ın cezası çetin olur." [121]

"Onlar bilmediler mi ki, kim Allah ve Resûlü'ne karşı koymaya kalkarsa, onun için ebedî kalmak üzere cehennem ateşi vardır. İşte bü­yük rezillik budur!"[122]

Bu husustaki âyetler pek çoktur. Burada misâl olarak verdiğimiz mealler, bu konuda yeteri kadar bilgi vermiş olacaktır ve bu misâllerden açıkça görüldüğü gibi, Yüce Allah, Zâtı'nın adim zikrettiği yerlerde Resûlü'nü de zikretmiş ve bu suretle O'nun büyüklüğünü ve şerefini ar­tırmış bulunmaktadır. Bu da O'nun Resûlü'nün üstünlüğünü ifâde eden bir özellik mâhiyetini taşımaktadır. [123]

 

27-2 Onun Özelliklerinden Biri de, Dört vezir ile Teyid Edilmiş Olmasıdır

Bu hususta Bezzâr ve Taberânl'nin İbn-i Abbâs'tan olan rivayetlerini burada kaydedelim. İbn-i Abbâs demiştir ki: "Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu: "Allahü teâlâ beni, dört vezîr ile te'yîd etmiş bulu­nuyor! Bunlardan ikisi ehl-i semâdan olan Cibril ile Mîkâîl'dir. Diğer i-kisi de ehl-i arzdan olan Ebû Bekir ile Ömer'dir!" [124]

İbn-i Mâce ile Ebû Nuaym'in Câbir bin Abdullah'tan olan rivayetleri ise şöyledir: "Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) yürüdüğü zaman, ashabı O'nun Önünde yürürler ve arka tarafim meleklere bırakırlardı..."

Hâkimİbn-i Asâkir de Ali'den şu haberi naklederler: "Bir defasında Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu: "Her Peygambere yedi adet yakın ar­kadaş verilmiştir. Bana ise on dört yakın arkadaş verilmiş bulunmak­tadır." Ali, bu haberi duyurduğu zaman, kendisine: "Bu on dört yakın arkadaşın kimler olduğunu bize söyler misin?" dediler. O da onlara ce­vap olmak üzere: "Ben, Hamza, iki oğlum Hasan ve Hüseyin, Cafer, Akıl, Ebû Bekir, Ömer, Osman, Mikdâd, Selmân, Ammâr, Talha ve Zü-beyr'dir'" dedi." [125]

Dârekutnî el-Mü'telef adındaki kitabında Cafer bin Muham-med'den şu haberi nakletmiştir: "Hiç bir Peygamber yoktur ki, arkasında duası müstecâb olan bir ehl-i beytini bırakmamış olsun... Bizını Pey­gamberimiz de bizim ehl-i beytimiz'de İki kabule şâyân dua örneği bı­rakmıştır! Bu makbul iki duanın biri, şiddet ve musibetlerle ilgili, diğeri ise ihtiyaçlarımızın te'ıniniyle ilgili bulunmaktadır. Bize isabet edecek olan şiddet ve musibetlerle ilgili bırakılan dua şudur:

"Ey varlığı dâima ezelî ve edebî olan! Ey benim ve babalarımın ilâhı olan rabbim! Ey hayyü kayyûm olan Allah..." ihtiyâçlarımı zın te'ıniniyle ilgili bırakılan dua da şudur:

"Ey herşeye kâfi olan ve hiç bir şeyin kendisinin vereceğini vere­meyen rabbim! Ey Allah!... Ey, Muhammed'in Rabbi! Borcumu ödemem (ve ihtiyaçlarıma kavuşmam) için bana yardım et..." [126]

Peygamberimizin Bir Özelliği de, O'nun Künyesi ile Künyelenmenin Haram Oluşudur!

Peygamber'in (sallallahü aleyhi ve sellem) özelliklerinden biri de, O'nun künyesi ile künyelenmenin haram oluşudur. Bâzıları, O'nun ismiyle ad koymanın da haram olduğunu söylemişlerdir. Böyle bir haramlık, önceki peygam­berlerin hiç biri için yoktu... Bu konuda Hâkim'in Ebû Hüreyre'den bir rivayeti var. Buna göre Ebû Hüreyre demiştir ki:

"Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) buyurdu: "Sakın, benim adımla künyemi ikisi bir arada bir şahsa koymayimz! Ben, Ebûl-Kâsını'ım! Allah verir, ben de taksını ederim!"

(İmâm-ı Ahmed'in, Ensârlı Abdurrahmân bin Ebû Amra'dan nak­lettiği rivayet de bu mealdedir.) [127]

Enes'ten gelen bir rivayete göre, o şöyle demiştir: "Bir gün Pey­gamber (sallallahü aleyhi ve sellem) Medine kabristanında idi. Bu sırada adamın biri: "Ey Ebûl-Kâsını!" diye nida etti. Peygamberimiz de kendisine çağrıldığim zannederek o tarafa doğru baktı... Nida eden adam, Peygamberimiz'in kendisine doğru baktığim görünce: "Ben sana çağırmadım, ey Allah'ın Resulü!" dedi. Bunun üzerine Peygamber Efendimiz: "Sizler, benim adı­mı veriniz, fakat künyemi vermeyiniz" buyurdu.

Hâkim'in Câbir'den naklettiği rivayet ise şöyledir: Ensârdan biri­nin oğlu dünyâya geldi ve o, ona "Muhammed" adim verdi. Ensâr buna kızdı ve dediler ki: "Peygamberimiz'e sorulmadan, nasıl bu adı verebi­lirsin?" Sonra soruldu. Peygamberimiz de: "Ensâr iyi etmiştir. Sizler benim adımı veriniz, fakat künyemi vermeyiniz! Ben Ebûl-Kâsım'ım! Aranızda Allah'ın izni ve emri veçhile taksınıde bulunurum!" buyurdu,

İmâm-ı Şafiî der ki: "Herhangi bir kimseye, ister Muhammed adı verilmiş olsun, ister başka bir ad verilmiş olsun, Ebû'l-Kâsını künyesinin verilmesi asla caiz olmaz!"

İmâm-ı Rafit de bu konuda şöyle der: "Alimlerden bazıları, sâdece isını ve künyenin birlikte verilmesine karşı çıkmıştır, ikisinden birini vermeyi ise caiz görmüştür... İmâm-ı Mâlik ise, Peygamberimiz'in vefatından sonra, O'nun künyesi ile künyelenmeyi caiz görmüş ve: "O'nun vefatından sonra, birisi: "Ey Ebûl-Kâsını!" diye çağırdığı zaman, kimi çağırdığı belli olmama gibi bir durum söz konusu değildir ve pey­gamberimize ezâ vermiş olmak da mümkin değildir. Bu bakımdan, O'ndan sonra caiz olur" demiştir. [128]

Taberânl'nin İbn-i Abbâs'tan rivayeti ise şöyledir: "Bir kimsenin üç oğlan çocuğu olur da bunlann birine olsun benim adımı vermezse, İşte o kimse cahillik etmiş olur..." [129]

İbn-i Ebî Asım, İbn-i Ebî Füdeyk kanalıyla Cehm bin Osman'dan, o da İbn-i Cüşeyb'teri, o da babasından naklen Hazret-i Peygamber'in şöyle dediğini rivayet eder: "Benim ismimi alan bir müslüman, bana verilmiş bulunan bereketten nasîbdâr olmayı umar ve gerçekten bu berekete erer ve kıyamete kadar da bu bereket içinde bulunur..."[130]

Peygamberimizin Bir Özelliği de, Kendisiyle İksam Alellah’ın Caiz Oluşudur

Evet, Peygamber Efendimiz'in özellikledinden biri de, O'nunla İksâm Alellah'ın caiz oluşudur. Yâni Yüce Allah'a dua ederken; "Ey Allah'ım, Muhammed hakkîçün..." diyerek niyazda bulunmak... Bu, O'ndan başkasına verilmemiştir. Yalnız O'na mahsûs olduğu içindir ki, O'nun özellikleri arasında bundan da söz edilmiştir.

(Nitekim, Şeyh îzzüddîn bin Abdüsselâm bu görüştedir.) [131]

Buhârî Tarih'inde, Beyhekî sahihtir kaydiyle, Ebû Osman el-Mârife adlı eserinde Osman bin Hanîften şöyle rivayet ederler: Gözleri âmâ olan birisi Peygamber e (sallallahü aleyhi ve sellem) gerelek: "Ey Allah'ın elçisi, dua edi-veriniz de Yüce Allah bana şifâ ve afiyet versin!" diyerek ricada bulundu. Peygamber Efendimiz'de: "istersen, senin için bu dua işini tehîr edelim, bu senin için daha hayırlıdır" buyurdu, Amâ: "Hayır yâ Resûlallah, dua ediveriniz!" dedi. Peygamberimiz de bunun üzerine o âmâya; önce güzel bir abdest almasını, sonra iki rek'at namaz kılmasını ve şu şekilde dua etmesini'emretti:

"Allah'ım, ben senden istiyorum ve Peygamberin Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem) ile sana yöneliyorum! O, âlemlere rahmet Peygamberi olarak gönderilmiştir. Ey Muhammad, ben seninle Rabbim'e yöneliyorum, şu hacetimin Rabbim tarafından görülmesini istiyorum! Allah'ım, ben bu şekilde Peygamberini şefaatçi kıldım, O'nun benim hakkımdaki şefaatini kabul eyle!"

O âmâ adam da, Peygamberimiz'in kendisine Öğrettiği şekilde du­asını yaptı. Duadan sonra, oturduğu yerden kalktığı zaman, gözlerinin âmâlığı gitmiş, derdine derman bulmuştu..." [132]

Beyhekî ve Ebû Nuaym, Ebû Ümâme'den rivayet eder. O şöyle de­miştir: Adamın biri, bir ihtiyâcimn görülmesi için Osman bin Affan'a gider gelirdi. Osman, o adamın ihtiyâcim görmez, kendisine de iltifat etmezdi. Bu adanı, bir gün Osman bin Hanîf le karşılaştı ve derdini ona açtı... O da kendisine: "Haydi bir güzel abdest al, sonra mescide gidip iki rek'ât namaz kıl. Sonra şu şekilde dua eyle:

"Allah'ım, ben senden istiyor ve Peygamberin Muhammed ile sana yöneliyorum! O, şüphesiz bir rahmet Peygamberidir! Ey Muhammed, ben seninle Rabbim'e yöneliyor ve Rabbim'in hacetimi bitirmesini O'ndan istiyorum!" İşte böyle dersin ve hacetinin ne olduğunu da bu sı­rada zikredersin... Sonra kalkar Osman'a gidersin!"

Adam, Osman bin Hanîf in dediğini yaptı, sonra kalkıp Osman'ın kapısına gitti. Kapıcı dışarı çıkıp o adamın elinden tutarak içeri aldı ve Osman'ın huzuruna çıkardı. O da o adamı yanına aldı ve üzerine otur­makta olduğu yaygimn üzerine oturttu. Adama hitaben: "Bir ihtiyâcın varsa, bize söyle" dedi. Adam, Osman'ın yanından çıktıktan sonra, yine Osman bin Hanîf ile karşılaştı ve ona: "Allah seni yaptığından dolayı mükâfatlandırsın, eğer sen benim hakkımda Osman ile konuşmasaydm, onun beni göreceği ve bana yüz vereceği yoktu." dedi. Osman bin Hanîf de o adama: "Ben onunla konuşmuş falan değilim. Ben sâdece sana, Peygamber Efendimiz'in âmâya öğrettiği duayı öğrettim. O kadar" dedi ve ama ile ilgili hadîsi de başından sonuna kadar bu vesile ile tekrarlayıp anlattı."[133]

Peygamberimizin Bir Özelliği de Kadınlarimn ve Kızlarimn Bütün Kadınlardan Daha Üstün Oluşudur.

Peygamber'in (sallallahü aleyhi ve sellem) bir özelliği de, kadınlarimn ve kızlarimn, bütün kadınlardan daha faziletli oluşudur. Aynı zamanda Peygamberi­mizin zevcelerinin sevabı da, ıkâbı da başkalarına kıyasla iki kattır... Bu hususla ilgili bâzı âyetler ve rivayet edilmiş haberler bulunmakta­dır... Önce ilgili âyetleri görelim. Bu âyetler, şu mealdedir:

"Ey Peygamber kadınları, sizler kadınlardan herhangi biri gibi değilsiniz..." [134]

"Ey Peygamberlerin kadınları! Sizden kim açık bir çirkinlikte bu­lunursa, onun için azabın iki katı vardır! ve bu, Allah'a göre kolaydır." [135]

"Fakat sizden kim Allah'a ve Resûlü'ne itaate devam eder, yararlı iş ve amellerde bulunursa onun da mükâfatim iki kat veririz! ve cen­nette onun için bol bir nzık hazırlanmıştır." [136]

Bu konudaki ilgili rivayetlere gelince: Önce Tirmizî'nin Ali'den rivayetini görelim: Buna göre o şöyle demiştir: "Bir defasında Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) buyurdu ki; "Kendi zamanimn en hayırlı kadım, Meryem idi. Şimdi de kendi zamanimn en hayırlı kadim Fâtımadır!"

Haris bin Ebû Üsâme'nin Urve'den naklettiği haber de şöyledir: Resûlüllah buyurdu: "Âleminin en hayırlı kadim Meryem'dir. Kendi âleminin en hayırlı kadim da Fâtuna'dır!"

Ebû Nuaym, Ebû Sâid el-Hudrî'den rivayet eder. O şöyle demiştir: Bir defasında Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) buyurdu: "Fâtıma; cennet ehlinin en üstün kadimdır. Ancak Meryem binti Imrân için olan başka..." [137]

Yine Ebû Nuaym, Ali'den şöyle rivayet eder: Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) bu­yurdu: "Ey Fâtıma, Allah senin için buğzeder, senin için razı olur! Senin Allah yanındaki derecen bu kadar üstündür..." [138]

İbn-i Cerîr, bu konuda şöyle der: "Peygamberin (sallallahü aleyhi ve sellem) kızlarimn kadınlarından daha üstün olduğu konusunda, Ebû Yalâ'nın İbn-i Ömer'den olan rivayeti delil kabul edilir. Bu rivayet ise şöyledir: Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) buyurdu: "Hafsa, Osman'dan daha hayırlısı ile ev­lendi. Osman da, Hafsa'dan daha hayırlısı (Peygamber'in kızı) ile ev­lendi."

Taberânî Ebû Ümâme'den şöyle nakleder: Bir defasında Peygam­ber (sallallahü aleyhi ve sellem) buyurdu: "Dört sınıf insan vardır. Bunların sevâblan iki defa (iki kat olarak) verilecektir. Bunlardan biri de, Peygamberin zevceleri­dir..."

Alimlerimiz demişlerdir ki: İlgili hadîsde belirtilen "iki defa" ücret; âhirette o kişiye verilecek olan iki kat sevaptır., bâzıları da bu konuda farklı mütâlâada bulunmuş ve: "Bu iki kere verilecek olan sevaptan biri, bu dünyâda verilecek olanı; diğeri de öbür dünyâda verilecek olanıdır" demiştir.

"Azabın iki kat" olmasında da bu şekilde farklı mütâlâalar bulun­maktadır. Bâzıları: "Biri dünyada, diğeri de âhirette olmak üzere iki azâbtır. Çünkü diğerleri, dünyâda azâb olunduğu zaman, ahiret azabı ondan kaldırılır" demişlerdir. Bâzıları da: "Hayır, bunun mânâsı, baş­kalarına verilen cezanın, iki katimn dünyâda verilmesidir" demiştir. Bu şekilde anlamış olan; Mükâtil'dir. Alimlerimizden Saîd bin Cübeyr de bunu kabul etmiş ve: "Keza onlardan birine iftira edene de iki kat iftira cezası verilir" demiştir.

Kâdî lyâd'ın Şifâ adlı kitabında da şöyle bir mütâlâa bulunmak­tadır: "Bazı âlimlerin bu söylediği, Aîşe validemizden başkasıyla ilgilidir. Zira Âişe validemize iftirada bulunana verilecek olan ceza; Ölüm cezasıdır. Zira Âişe validemizin öyle bir çirkinlikten uzak oluşu; Allah'ın âyetleriyle sabittir. Buna rağmen Âişe validemize iftirada bulunan kişi, Allah'ı ve O'nun bu âyetlerini inkâr etmiş olur ve kendisine ölüm cezası verilir..."

Bâzı âlimler ise, "Âişe validemize iftira edene verilecek ceza ile, Peygamberimiz'in zevcelerinden diğer birine iftira edene verilecek ceza aynıdır. Ona dahî, ölüm cezası verilir" demişlerdir.

Cezanın farklılığına bir işaret olmak üzere, Telhis adındaki kitabın sahibi, aşağıdaki âyetleri zikretmiştir:

"Sana ve senden öncekilere şöyle vahyedüdi: "Andolsun, eğer Al­lah'a şirk koşarsan amelin boşa çıkar ve ziyana uğrayanlardan olursun!" [139]

"Eğer Biz seni sağlamlaştırıp sabit kılmış olmasaydık, onlara bir parça meyledecektin!" [140]

"Ve o takdirde sana hayâtın da, ölümün de kat kat azabim taddı-rırdık! Sonra Bize karşı bir yardımcı da bulamazdın." [141]

Telhis'in yazarı, bu âyetleri zikrettikten sonra, "halbuki başkaları, şirk üzerine öldüğü takdirde bütün amelleri boşa çıkmaktadır" der."[142]

Peygamberimizin Bir Özelliği de, Onun Ashabimn, Peygamberler Dışında Bütün İnsanlardan Üstün Kılınmasıdır

İbn-i Cerîr, Kitâbü's-Sünne adlı eserinde Câbir bin Abdullah'tan ş?,yle rivayet eder: Resulullah (sallallahü aleyhi ve sellem) buyurdu: "Gerçekten yüce Allah benim ashabımı, nebiler ve resuller hâriç, diğer bütün insanlardan üs­tün kılmıştır! Ashabımdan da dördünü seçip diğerlerinden üstün kıl­mıştır. Bunlar, sırasıyla Ebû Bekir, Ömer, Osman ve Ali'dir ve diğer sahabelerimden daha faziletlidirler... Aslında ashabımın hepsi, hayırlı ve faziletlidir Topyekün ümmetimi de diğer ümmetlerden üstün kılmış­tır. Ümmetimin ilk dört asrı diğer asırlardan daha üstündür... Birinci, ikinci ve üçüncü asırlar birbirinin peşinden gelir. Dördüncü asır ise ay­rıdır." [143]

Bu konuda âlimlerin çoğunluğu demişlerdir ki: "Ashâb-ı kirâm'ın hepsi, daha sonrakilerin hepsinden afdaldır. Daha sonrakilerin içinde i-limde ve amelde pek yüksek derecelere ermiş kişiler bulunsa dahî, bu böyledir..."[144]

Peygamberimizin Bir Özelliği de, Her İki Şehrinin Diğer Beldelere Üstün Kılınmasıdır

Peygamberimizin özelliklerinden biri de, her iki şehrinin (Mekke ile Medine'nin) diğer bütün beldelerden üstün kılınmış olmasıdır. Bu fazilet ve özelliklerinden dolayıdır ki, Mekke ile Medine'ye Deccâl de gi-remiyecektir. Tâûn hastalığı da... Keza Peygamber Efendimiz'in mesci­dinin diğer mescidlerden üstün oluşu da, O'nun bir özelliğidir. vefatından sonra defnedildikleri toprak parçası ise, Kabe'den ve hattâ Arş'dan bile afdaldır. Bu husus dahî Peygamberimizin bir Özelliğidir.

Ahmed, Abdullah bin Zübeyr'den şöyle rivayet etmiştir: "Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) buyurdu:

"Benim şu mescidimde namaz kılmak; Mescid-i Haram müstesna, diğer mescidlerde kılınacak olan bin namazdan daha faziletlidir. Mes­cid-i Haram'da kılınan bir namaz ise, benim şu mescidimde kılınan yüz namazdan daha faziletlidir!" [145]

Tirmizî Abdullah bin Adiyy'den rivayet eder. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: "Ey Mekke, vallahi sen yeryüzünde en hayırlı, Al­lah'a en sevgili yersin!"

Hâkim'in Ebû Hüreyre'den rivayetine göre ise, Peygamberimiz şöyle buyurmuştur: "Allah'ım, beni yeryüzünün bana en sevgili olan yerinden çıkardmî'O halde beni, Sana en sevgili olan yerde sakîn kıl!"

Ahmed de Ebû Hüreyre'den şöyle nakletmiştir: Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) buyurdu: "Medine ve Mekke'nin giriş-çıkış yerleri, meleklerle korun­muştur! Bu iki mübarek beldeye, tâûn ve deccâl girmez..."[146]

Peygamberimizin Bir Özelliği de, O'nun Şeriatinde Ganimetlerin Helal, Yeryüzünün Mescid, Teyemmüm'ün Meşru Kılınmasıdır

Bu hususta, bundan önceki bölümlerde ve O'nun ümmetinin Tevrat ve incil'de nasıl anlatıldığına daîr olan kısınıda, bâzı hadîsler ve eserler geçmiştir. Burada abdest ve teyemmümle ilgili bâzı haberlere gelince: Taberânî'nin Ebûd-Derdâ'dan rivayeti şöyledir: Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) buyurdu:

1- Ben, bana verilen dört özellik ile üstün kılınmış bulunuyorum.

2- Ben ve ümmetim, namaz kılarken meleklerin saf bağladıkları gibi saf bağlarız...

3- Ben, toprakla teyemmüm ederim, yeryüzünün her tarafı bana mescid kılınmıştır.

4- ve ganimetler bana helâl kılınmıştır..."

Huleymî şöyle demiştir: "Abdest'in, bu ümmetin özelliklerinden biri olduğu hususunda, Buhâri ve Müslim'in rivayet ettikleri hadîs ile delil getirilir. Zira bu hadîsde şöyle buyurulmuştur: "Ümmetim kıyamet gününde, aldığı abdestin eseri olarak abdest azaları nûr gibi parlar bir şekilde davet olunacaktır!"

Huleymfnin bu sözüne ise, şu şekilde karşı çıkılmıştır: "Bu üm­mete mahsûs olan, abdestin kendisi ve aslı değil, abdestin eseri olan parlaklık ve nurdur. Zira bir hadîsde de şöyle buyurulmuştur: "İşte bu, benim ve benden önceki Peygamberlerin abdestidir!" Bu durumda ab­destin aslimn bu ümmete hâs olduğu, nasıl iddia edilebilir?"

İbn-i Hacer de bu mevzuda şöyle demektedir: "Buna verilecek cevâb şudur: Bu hadîs, zayıftır. Yukarıdaki sahih hadisle çatışamaz... Eğer bu hadisin sabit olduğu kabul edilecek olursa, bu takdirde de şöyle deriz: Demek ki abdest, önceki Peygamberlerin bir özelliği idi. Fakat onların ümmetlerinde yoktu. Ümmet olarak abdest almak, sâdece bu ümmete mahsûstur..."

Ben de derim ki: İbn-i Hacer'in ileri sürdüğü bu hususu te'yîd eden bir rivayet de vardır. Nitekim bu rivayet, önceki bahislerden "Peygam-berimiz'in ümmetinin Tevrat ve İncil'deki sıfatı" bölümünde zikredil­miştir. Orada: "Bazı uzuvlarim yıkayarak abdest alırlar..." diye bir ifâde bulunmakta idi. İşte bu ifâde de, İbn-i Hacer'i destekler mâhiyettedir. Bu rivayetteki Ebû Nuaymİbn-i Mes'ûd'dan, Dârimî de Ka'bül-Ahbâr'dan nakletmişlerdi."[147]

Peygamberimizin Bir Özelliği de, Beş Vakit Namazın Topluca Kendisine verilmesidir

Peygamber'in (sallallahü aleyhi ve sellem) özelliklerinden biri de, beş vakit namazın topluca kendisine verilmiş olmasıdır. Daha önce hiçbir Peygambere bu verilmiş değildi. Keza yatsı namazını ilk kılanın Peygamberimiz olması da O'nun bir özelliğidir. Zira daha önceleri bunu başka bir Peygamber kılmamıştır. Buhârî, Ebû Mûsa'dan rivayet eder. O demiştir ki: "Bir gün pey­gamber (sallallahü aleyhi ve sellem) yatsı namazı için hazırlığim yaptı ve gece yarısına kadar bekledi. Sonra kalkıp namazı kıldırdı. Namazdan sonra buyurdu ki: "Ashabım, sizlere müjdeler olsun! Muhakkak şu namazı sizden başka kılanın olmayışı, yüce Allah'ın ancak sizlere nâbîb buyurduğu büyük bir nimetidir..."

Ahmed ve Nesaî, İbn-i Mes'ûd'un şöyle dediğini rivayet etmişlerdir: "Bir gün Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem), yatsı namazına bir müddet çıkmadı. Sonra çıkıp Mescid'e girdi. Gördü ki ashâb toplanmış namazı beklemekteler... Onlara hitaben buyurdu ki: "Ashabım, şu dinlerin mensûblarından, şu saatte Allah'ı zikreden (şu yatsı namazını kılan) hiçbir topluluk yoktur! Allah'ın size olan bu nimeti ile sevininiz!"

Ebû Dâvûd ve İbn-i Ebî Şeybe ve Beyhekî Muaz bin Cebelden şöyle rivayet ederler: "Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem), yatsı namazını hayli geciktirmişti. Toplanan cemâat, Peygamber Efendimiz'in namazını kıldığim zannetti. Sonra Peygamberimiz Mescid'e çıkıp: "Ey ashabım, şu yatsı namazını, gecenin üçte biri geçinceye kadar te'hîr ediniz! ve biliniz ki, sizler bu yatsı namazı ile diğer ümmetlerden faziletli kılındimz! Sizden önceki ümmetlerden bunu kılan olmamıştır..."[148]

Peygamberırımızın Bir Özelliği de, Cum'a Namazı, "Âmîn" Denilmesi, Kıbleye Dönülmesi, Meleklerin Saf Bağladıkları Gibi Saf Bağlanılması ve Tahıyyetü's-Selâm

Bu konuda Müslim, Huzeyfe ve Ebû Hüreyre'den şu hadîsi rivayet eder: "Allah, bizden öncekilere Cum'â'yı nasîb kılmadı! Onlar çok istedi­ler ve aradılar amma, bir türlü bulamadılar... Yahudiler için Cumartesi, Nasrânîler için de Pazar günü oldu. Sonra biz devreye girdik ve yüce Allah, bizlere Cum'â gününü lütfetti. Böylece bizleri öne geçirdi. Önce bizını günümüz olan Cum'a günleri, sonra Cumartesi, daha sonra da Pazar günü gelmektedir. Onlar, kıyamet gününde de böylece bize tabî olacaklar, bizden sonra geleceklerdir. Dünyâda sonra gelenleriz, fakat öne geçip âhirette ilk gelenler de biziz! Bütün ümmetlerden Önce hesabımız görülecek, herkesten evvel cennete gireceğiz..."

İbn-i Asâkir'in RubeyyV bin Enes tarikiyle rivayeti de şöyledir: "Bize, Peygamberimiz'in ashabimn bâzılarından intikâl eden habere ve onların bâzı Isrâîl oğulları âlimlerinden işittiklerine göre; Zekeriya (aleyhisselâm)'ın oğlu Yahya (aleyhisselâm), Allah tarafından beş kelimeyi (beş esâsı) teb­liğe me'ınûr kılınmıştır. Aynı zamanda bu beş şey ile güzelce amel ede­rek vefat eden kişilerin, hesaba çekilmeksizin cennete girecekleri de müjde edilmiştir. Bu beş şey (esas) da şunlar imiş:

"Asla Allah'a şirk koşmayacaklar, sâdece Allah'a ibâdet edecekler,

Namaz kılacaklar,

Oruç tutacaklar,

Sa'daka (yani zekât) verecekler,

Allah'ı zikredip asla unutmayacaklar..."[149]

İşte Yüce Allah, Muhammed'e ve O'nun ümmetine bu beş şeyi vermiş, bunlara ilâveten beş şey daha vermiştir. Bunlar da: "Cum'â, söz dinlemek itaat etmek, Allah ve dini uğruna hicret etmek ve cihâd et­mektir." [150]

Ahmed ve Beyhekî Âişe'den şöyle rivayet ederler: Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) buyurdu: "Onlar bize karşı, Allah'ın bize lütfettiği Cum'a gününe hased ettikleri kadar hiçbir şeye hased' etmemektedirler! Onlar bunu kaybet­mişlerdir. Bir de son derece hased ettikleri bir şey, bizını kıblemizdir! Onlar bunu da kaybetmişlerdir. Sonra bizını namaz kılarken imamın arkasında (ve fatiha'nın sonunda) Amin! dememiz var ya, İşte buna da son derece hased ederler."

İbn-i Mace İbn-i Abbâs'ın şu rivayetini verir: "Resülüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) buyurdu: "Yahudiler, size karşı "selâm vermeniz" ve bir de imamın ar­kasında, "amin!" demenize hased ettikleri kadar hiçbir şeye hased etmiş değillerdir!"

Taberani de Mûaz bin Cebelden şöyle rivayet etmiştir: "Peygam-ber'e (s.a.u.), bir defasında da: "Biliniz ki, yahudiler müslümanlan şu üç şeyden daha faziletli bir şey sebebiyle kıskanmış değillerdir: Selamlaş­mak, namazdaki safları ikâme etmek ve farz namazlarda imamın arka­sında "amin!" demek" buyurdu.

Haris bin Ebû Üsame'nin Enes'ten rivayeti ise şöyledir: "Bir defa­sında Resülüllah Efendimiz: "Bana şu üç şey verilmiştir: Namaz kılar­ken safları ikâme etmek, selâmlaşmak (ki cennet ehlinin selâmı da budur), bir de imamın arkasında "amin!" demek. Bunlar sizden önceki ümmetlere verilmiş değildir. Ancak Harun (aleyhisselâm)'ın Mûsâ (aleyhisselâm)'ın duası­na "amin!" demesi hariç." [151]

İbn-i Ebâ Şeybe, Beyhekî ve Ebû Nuaym, Huzeyfe'den rivayet eder­ler. O, şöyle der: Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) buyurdu: "Ben, şu üç şeyle insanlara üstün kılınmışımdır! Yeryüzünün her tarafı bize mescid kılınmıştır, toprağı da abdestlenmemiz için teiniz kılınmıştır (ki biz onunla teyem­müm ederek abdestleniriz), namazdaki saflarımız da meleklerin safları gibidir ve bana Bakara sûresinin sonundaki ayetler Arş'in altındaki ha­zineden verilmiştir. Bunlar ancak bana verilmiş olup, benden Önce kim­seye verilmiş değildir."[152]

Peygamberimizin Bir Özelliği de, Kendisine Ezan ve İkametin verilmesidir.

Sâid bin MansurEbû Umeyr bin Enes'ten rivayet eder. O şöyle der: Ensardan olan amcam bana şu şekilde haber verdi: Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem), insanları namaza nasıl davet edeceği hususunda merak etmişti. O bu hususta ashabı ile istişarelerde bulundu. Kendisine denildi ki: "Namaz vakti gelince, etraftan görülecek bir şekilde yüksek bir yere bir sancak çektiriniz!" O, bu fikri beğenmedi. Denildi ki: "Boru çaldırimz!" O bu fikri de beğenmedi ve: "Bu, yahudilerin işidir" diyerek reddetti. O'na denildi ki: "Peki, çan çalınsın!" O, bunu da beğenmedi ve: "Bu da nasranilerin işidir" diyerek reddetti. Bu istişare toplantısında bulunan Abdullah bin Zeyd de, meraklı ve tasalı olarak evine dönmüştü. O gece rü'yasında Ezan'ı gördü." [153]

Peygamberimizin Bir Özelliği de, Namazlarimn Rüku ile ve Cemaatle Kılınmasıdır

Müfessirlerden bir topluluk, yüce Allah'ın kerîm kitabındaki: "...Allah'ın huzuruna durup rükû edenlerle beraber siz de rükû ediniz!" (Bakara, 43.) mealindeki âyeti tefsir ederken şöyle demişlerdir: "Na­mazda rükû etmenin meşruiyeti, bu ümmete mahsûs birşeydir. Isrâîl Oğullarimn kıldığı namazlarda rükû bulunmamakta idi. Bu sebepledir ki, Ümmet-i Muhammedle beraber rükû etmeleri, yüce Allah tarafından kendilerine emredilmiştir."[154]

Ben derim ki: Müfessirlerin bu söylediklerine, Bezzâr ve Taberânfnin Ali'den naklettiği rivayet ile de delîl getirilmiştir. Zira bu rivayete göre Ali demiştir ki: "Bizını edâ ederken kendisine rükû yaptı­ğımız ilk namaz, ikindi namazıdır. Ben, böyle rükû ederek kıldığımız bu ikindi namazından sonra efendimize: "Ey Allah'ın Resulü, bu nedir?" diyerek sormuştum. O da cevaben: "Ben böyle rükû etmekle emrolun-dum" buyurmuştu... [155]

Bununla delîl getirmenin sebebi ve vechi şudur: Peygamberimiz, bu ikindi namazından önce öğle namazını kılmıştı... ve beş vakit namaz farz kılınmazdan önceleri de, gece namazını ve diğer namazları kılmış­tır. Hazret-i Ali'nin bahsettiği ikindi namazından önce kılman namazların rükû etmeksizin kılınmış olması, daha önceki ümmetlerin namazlarında da rükû olmadığim göstermektedir. İbn-i Ferişteh de Şerhu'l-Mec'ına' a-dındaki eserinde, Peygamber Efendimiz'in: "Her kim bizını kıldığımız namazı kılar, bizını kıblemize dönerse, o kişi bizdendir!" mealine gelen hadîslerinden bahsettiği yerde, şu açıklamayı yapmıştır: "Sevgili pey­gamberimiz, burada; "Bizim kıldığımız namazı kılarsa" derken, cemâatle kılman namazı kasdetmiştir. Zira münferiden namaz kılmak, bizden önceki ümmetlerde de vardır."

Onun bu sözünden de anlaşılıyor ki, cemâatle namaz kılmak da Peygamberimiz'in (ve dolayısıyla bu ümmetin) bir özelliğidir." [156]

 

27-3  Peygamberimizin Bir Özelliği de, Namazdaki "Rabbena Lekel-hamd" Duasıdır

Beyhakî'nin Sünen'inde Âişe'den rivayeti şöyledir: Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) bir hadîslerinde buyurdu ki: "Yahudiler bizim hakkımızda şu üç şeyi kıskandıkları gibi, başka bir şeyi kıskanmış değillerdir: Selamlaş­mak, amîn demek, bir de namazımızdaki "Allahümme Rabbena lekel-hamd!" duamızdır!"[157]

Peygamberimizin Bir Özelliği de, Ayaklarında Naleyni ile Namaz Kılmasıdır

Bu hususta da Said bin Mansûr'un Şeddâd bin Evs'ten rivayeti var. O demiştir ki: "Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) bir hadîslerinde aynen şöyle buyur­muşlardır: "Yâni ayaklarimzda nâleyniniz (ayakkabılarimz) bulunduğu halde namaz kılimz ve bu suretle yahûdîlere muhalefet ediniz!"

Ebû Dâvud ile Beyhekî, bu hadîsi şu lafızla rivayet etmişlerdir: "Yahûdîlere muhalefet ediniz! Zira onlar, mestleri veya ayakkabıları ayaklarında iken namaz kılmazlar." [158]

Peygamberimizin Özelliklerinden Biri de, O'nun Mihrabda Namaz Kılmayı Kerih Görmesidir.

Peygamber'in (sallallahü aleyhi ve sellem) bir özelliği de, O'nun mihrabda namaz kıl­mayı kerîh görmüş olmasıdır. Halbuki daha önceleri mihrabda namaz kılmakta idi. Nitekim ilgili bir âyet-i celîlede şöyle buyurulmaktadır: "Zekeriyâ mihrabda durmuş namaz kılarken, melekler kendisine nida ettiler..." [159]

Peygamberimizin Bir Özelliği de, La Havleyı Okumak, Musibet Anında İstirca'da Bulunmak, Namaza Tekbir ile Başlamaktır

Evet, Peygamberimiz'in özelliklerinden bâzıları da bunlardır: İnşân kendisini daha da güçsüz hissedince veya sırf Allah'ı zikir için "lâ havîe"yi okumak, bir musibet zamanında istirca'da bulunmak ve nama­za iftitâh tekbîri ile başlamaktadır. "Lâ Havle..."yi okumak ki, buna kı­saca Havkala da denilir, gerçekten bu ümmetin bir özelliği olmuş ve Resûlüllah tarafından: "Bana bu, cennet hazînelerinden bir hâzine ola­rak verildi" buyurulmuştur. Çok büyük bir zikirdir ve ilâhî bir hazînedir ve tamâmı şöyledir:

"Lâ havle velâ kuvvete illâ billahi'l-aliyyi'l azîm"

"Ben kendisinin vereceği güç ve kuvvet dışında hiçbir güç ve kuv­vet bulunmayan, sonsuz güç ve büyüklük sahibi ve çok yüce bulunan Allah'a sığimrım!" demektir. (ve bu "Lâ Havle..."yi okumaktan maksat da budur. Yoksa, güç ve kuvvetin insana verilmiş bulunanimn tamâmım inkâr etmek değildir.) [160]

"Bir cennet hazînesi" bulunan "Lâ Havle..." yi okumakla ilgili bâzı hadîsler, "Peygamberimiz'in Göğsünün Açılması" bölümünde ve duyu­lacak bir sesle Allah'ı zikretmek kısmında geçmişti... Şimdi isti â ile ilgili hadîsi verelim!

Taberânı'nin İbn-i Abbâs'tan rivayet ettiği bu hadîs ise aynen şöy­ledir: "Ümmetime, daha önceki ümmetlerden hiç birine verilmemiş olan bir şey verilmiştir! Bu da, bir musibet zamanında: "Bizler; mülk, mahlûk ve kullar olarak Allah'a âit bulunuyoruz! O, üzerimizde dilediği gibi ta­sarruf eder! Dilerse tatlı, dilerse acı verir... isterse verir, isterse alır... Biz sonunda O'na dönüp yaptıklarımızdan ve yapmadıklarımızdan mutlaka hesab vereceğiz! O ise, acılara karşı sabredip dayanmayı ve sabırlı olmayı çok sever! Ayrıca bunun da büyük mükâfatim elbette ve­rir!..." diyerek O'na sığınmaktır." [161]

Abdurrezzâk ve İbn-i Cerîr Tefsîr'lerinde Saîd bin Cübeyr'in şöyle dediğini rivayet ederler: "Bu ümmetten başkasına, musibet zamanında: "Innâ lillah..." demek verilmemiştir. Baksanıza Yâkûb (aleyhisselâm), oğlu Yu-sufu kaybetme musibeti üzerine: "...Yâ esefâ alâ Yûsufa..." diyerek kendini teselliye çalışmıştır." [162]

Yine Abdurrezzâk, Muammer tarikiyle, Ebân'ın şöyle dediği habe­rini nakletmiştir: "Namaza tekbîrle başlama, sâdece bu ümmete verilmiş bir özelliktir."

İbn-i Ebî Şeybe de şu haberi nakleder: Ebû'l-Aliye'ye sormuşlar: "Daha önceleri Peygamberler, namaza ne ile başlıyorlardı?" O da şu karşılığı vermiştir: "Onlar namaza, tevhîd, tesbîh ve tehlîl ile başlıyorlardı."[163]

Peygamberimizin Ümmetiyle İlgili Bazı Özellikleri

Peygamber Efendimiz'ın hususiyetlerinden bâzıları da şunlardır:

Ümmetinin istiğfar ile günahlarimn bağışlanması, pişman olmalarimn tevbe sayılması, kendilerine ve çoluk-çocuklarına harcadıklarimn da sadaka sayılması, sevaplarimn âhirete saklanmakla beraber dünyada verilmesi, dualarimn müstecâb (makbul) olması...

Bu konuyla ilgili pek çok hadîs daha önce ilgili bölümlerde geçmiş olmakla beraber, burada da bâzılarım zikredelim. Bu cümleden olmak üzere, Feryâbî Kaş'tan şu haberi nakleder: O demiştir ki: "Bu ümmete, şu üç haslet verilmiştir ki, bunlar daha önce herhangi bir ümmete ve­rilmiş olmayıp, sâdece Peygamberlere verilmiş idi. Bir Peygambere: "Sen, açıkça tebliğ et! Üzerine herhangi bir güçlük yoktur. Sen, dua et, duan kabul edilsin. Sen kendi kavminin üzerine şahid de olacaksın!" denilirdi. Bu ümmete ise: "Ve Allah, dinde üzerinize herhangi bir güçlük kılmamıştır!" buyurulmuştur. [164]

Yine buyurulmuştur ki: "Siz, insanlar üzerine şâhidler olasınız diye..." [165]

Bir âyet-i celîlede de şöyle buyurulmuştur: "Siz bana dua ediniz, Ben de sizin duanızı kabul edeyim!" [166]

Nesâî, HâkimBeyhekî ve Ebû Nuaym, Ebû Hüreyre'nin, Kur'ân-ı Kerlm'deki: "Mûsa'ya nida ettiğimiz zaman, Sen Tûr'un yanında değil­din..." anlamına gelen âyetiyle [167] ilgili olarak şöyle dediğini nakle­derler: "Kendilerine nida olunarak denilmiştir ki: "Ey Ümmet-i Muhammed siz Bana dua etmezden Önce duanızı kabul etmişimdir! Siz Benden istemezden önce Ben sizlere vermişimdir!..." [168]

Ebû Nuaym da Amr bin Abese'den nakleder. O der ki: "Ben, yuka­rıda geçen âyetle ilgili olarak Hazret-i Peygamber'e sordum ve: "Bu âyette geçen nida ve rahmet nedir?" dedim. O da bana cevaben buyurdu ki:'Yüce Allah, mahlûkatim yaratmazdan iki bin sene önce bir kitaba yazmış, sonra şöyle nida etmiştir: "Ey Ümmet-i Muhammed, rahmetim ga-dabımı geçmiştir! ve Ben sizlere istemenizden önce vermişimdir. Bana istiğfar etmenizden Önce, günahlarimzı bağışlamış imdir, içinizden her kim bana, "Allah'tan başka ilâh yoktur, Muhammed (aleyhisselâm) da Allah'ın kulu ve resulüdür" demiş ve buna kalbten inanarak şehâdet getirmiş o-larak gelecek olursa, ben onu mutlaka cennete korum!" [169]

Ahmed ve Hâkimİbn-i Mes'ûd'tan rivayet ederler. O şöyle demiştir: Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) buyurdu: "Nedamet etmek, tevbedir!"

Bâzı âlimlerimiz, bu hadîsle ilgili açıklama yaparken; "nadim ol­manın, tevbe etmek demek oluşu" bu ümmete mahsûs bir şeydir. Daha önceki ümmetlerde böyle değildi" demişlerdir.[170]

Peygameberimizin Özelliklerinden Bazıları da Şunlardır

icabet saati, Kadir gecesi, Ramazan ayı, Ramazan ayındaki beş haslet (ki bunlar, günahların affına vesiledir), kurban bayramı, kurban kesmek, kabirde cenaze için sapma açılması, oruca imsak vakti sahur yemeği yiyerek başlamak, orucu akşam olur-olmaz açmak, şafak vaktine kadar oruç bozan şeylerin serbest olması, arefe günü, arefe gününün o-rucunun iki senelik günâha keffâret oluşu...

Allâme Konavî Şerhu'l-Mühezzeb adlı eserinde şöyle der: "Kadir gecesi, bu ümmete mahsûs bulunan bir fazilettir! Allahü teâlâ, onun şe­refini artırsın, çok da şerefli bir gecedir. Bu, bizden önceki ümmetlerde yoktu..."

İmâm Mâlik Muvatta' adlı kitabında şöyle der: Bana ulaşan habere göre, Peygamber'e (sallallahü aleyhi ve sellem) kendinden Önceki ümmetlerin ömürleri göste­rilmiş, onların ömürlerinin çok uzun olduğunu görünce kendi ümmetinin kısa olduğuna, ümmetinin önceki ümmetlerin ameline ulaşamıyacakla-rına üzülmüş... Yüce Allah da, O'na ve ümmetine Kadir Gecesini ver­miştir ve lütfettiği bu Kadir Gecesinin, "bin aydan hayırlı olduğunu" bildirmiştir."[171]

Bu haberi destekleyen diğer bazı haberlerde bulunmaktadır. Ben bunları, el-Tefsirü'l-Müsned adlı kitabımda açıklamış bulunuyorum.

Deylemî Enes'ten şöyle rivayet eder: Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) buyurdu: "Allah, ümmetime Leyle-i Kadr'i lütfetti. Bunu daha önceki ümmetlere vermiş değildir." [172]

İbn-i Cerîr de Atâ'nın, "Oruç üzerinize yazıldı, sizden Öncekilerin üzerine yazıldığı gibi..." [173] mealindeki âyetle ilgili olarak şöyle dedi­ğini kaydeder: "Yâni üzerinize her ayın üç gününde olmak üzere oruç farz kılınmıştır." Ramazan ayı'nın orucu farz kılınmazdan önce insan­ların tuttuğu oruç bu idi. Sonra Allah, Ramazan orucunu farz kıldı." [174]

Yine İbn-i Cerîr el-Süddî'nin, yukarıdaki âyetle ilgili olarak şöyle dediğini nakletmiştir: "Bizden öncekiler, nasrânüerdir. Onların üzerine de Ramazan Orucu farz kılınmıştı. Fakat onların, uyuduktan sonra ye­meleri ve içmeleri yasaktı. Sonra Ramazan boyunca hammlarıyla yat­maları da yasaklanmıştı. Bu kendilerine zor geldiği için, toplanıp bir karara vardılar. Bu karara göre, her sene Ramazan Oruçlarim, yılın ilk baharında tutacaklardı ve bu yaptıklarına karşı bir keffâret olmak üzere de, oruca yirmi gün daha ilâve ettiler... Müslümanlar da ilk yıllarında Ramazan oruçlarim, bu şekilde tutuyorlardı. Nihayet Ebû Kays bin Sarma ile Ömer bin el-Hattâb'ın olayları meydana geldi. Bundan sonra Yüce Allah, işi kolaylaştırıp hafifletti. Yâni oruç gecelerinde müslü-manların, imsak vaktine kadar yeme-içmelerini ve hanımlarına yaklaş­malarim helâl kıldı."

Bizim Ramazan orucumuzun keyfiyeti ve bâzı özellikleri bulun­maktadır. Bunlar da bir rivayete göre beş tanedir. El-Esbahânfnin el-Terğîb adınd ki kitabında bu hususla ilgili Ebû Hüreyre'den rivayeti şöyledir: "Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) buyurdu: "Ümmetime Ramazan'da beş haslet verilmiştir. Bunlar, daha önceki ümmetlere verilmemiştir. Şöyle ki:

1- Oruç tutanın ağız kokusu, Allah indinde misk kokusundan daha hoştur!

2- Orucun iftar vaktine kadar  melekler kendileri için istiğfar e-derler.

3-  Şeytanların azgınları hapsedilir de diğer günlerde verdikleri zararı veremez olurlar.

4- Her gün cennetin süslenmesine ve kendisine layık olanlar için hazırlanmasını yüce Allah emreder...

5-  Ramazanın son gününde Ümmet-i Muhammed'in günahları bağışlanır."

Peygamberimiz bu müjdeyi verdikleri zaman, ashâb: "Ya Resulal-lah, bu son gün, Kadir Gecesi midir?" diye sordular. Peygamberimiz de: "Hayır. Fakat bilirsiniz ki, bir işi yapan, işi bitirdiği gün onun ecrine nail olur" buyurdular.

Hâkim sahihtir kaydiyle İbn-i Ömer'den şöyle rivayet eder: "Pey­gamber (sallallahü aleyhi ve sellem) buyurdu: "Ben, Kurban Bayramı ile emrolundum ve Al­lah bunu, bu ümmete lütfetmiştir." [175]

Müslim'in Amr bin el-Âs'tan rivayeti de şöyledir: Peygamberimiz (sallallahü aleyhi ve sellem) buyurdu: "Bizim orucumuz ile ehl-i kitabın orucu arasındaki fark, sahur yemeğidir!" [176]

Ebû Dâvûd ve İbn-i Mâce, Ebû Hüreyre'den rivayet eder. O şöyle der: Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) buyurdu:

"Müslümanlar, iftarlarim te'hîr etmedikleri müddetçe, bu dîn zahir (açık ve sâf) olarak devam eder! Biliniz ki yahûdîler ve nasranîler oruçlarım te'hîr ederler..." [177]

Kütübü Sitte'nin (Buharî ile Müslim dışında kalan) dördü, İbn-i Abbâs tarikiyle Peygamber'in (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurduğunu rivayet ederler: "Kabirlerdeki lahd bize, şakk da bizden başkalarına emredilmiştir!" [178]

Ahmed, Cerîr bin Abdullah el-Becelî'den şöyle rivayet etmiştir: Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) buyurdu: "Lahd bizını içindir, şakk da ehl-i kitâb i-çindir."

Müslim de Ebû Katâde'den şöyle rivayet eder: "Bir gün Peygam-ber'e (sallallahü aleyhi ve sellem) Aşûrâ Orucunu sordular. Peygamberimiz de cevâbında: "Geçmiş senenin günahlarına keffârettir" buyurdu. Arefe Gününün o-rucunu da sordular... O da: "Arefe Günü Orucu, hem geçmiş senenin, hem de gelecek senenin günahlarına keffârettir" buyurdu. Alimler derler ki:   "Bunun böyle olması, Arefe Gününün (ki Kur­ban Bayramından bir gün öncesidir), Peygamberimize ait bir gün olma­sındandır. Aşûra Günü   ise, Mûsâ (aleyhisselâm)'ın günüdür... Böyle olunca, Peygamberimizin sünneti, Mûsâ (aleyhisselâm)'ın sünnetinden afdal olmuştur. (Hattâ bu Arefe Günü, senenin bütün günlerinden daha faziletli bir gün olmuştur.) [179]

Hâkim'in Selmân'dan olan rivayeti de buna yakın durumdadır. Buna göre Selmân şöyle demiştir: Ben Peygamber'e (sallallahü aleyhi ve sellem) dedim ki: "Ey Allah'ın Resulü, ben Tevrat'ta, yemeğin bereketinin yemekten evvel el­leri yıkamak olduğuna dâir bir şey okumuştum?" O da buyurdu ki: "Ye­meğin bereketi, yemekten evvel ve sonra elleri güzelce yıkamaktır."

Yine HâkimÂişe'den merfûan şöyle rivayet eder: “Yemekten evvel elleri yıkamak, bir hasenedir! Yemekten sonra yıkamak ise,  [180]

Peygamberimizin Özelliklerinden Biri de, Namazda Konuşmasının Yasak, Oruçta Serbest Olmasıdır

Peygamberuniz'in bir özelliği olarak bu ümmette, namazda ko­nuşmak haram, oruç iken konuşmak ise serbest kılınmıştır. Önceki ümmetlerde ise bunun tersine idi.

Saîd bin Mansûr Sünen adlı kitabında Muhammed bin Ka'b el-Kurazî'den şöyle rivayet eder: "Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) Medine'ye hicret ettiği zaman, insanlar namaz kılarken bâzı ihtiyaçları hakkında konuşabili­yorlardı. Nitekim dana Önceki ümmetlerden yahûdîlerde de durum böyle idi. Nihayet, "...Tam bir bağlılık ve saygı ile Allah'ın huzuruna durunuz!" [181] mealindeki âyet indi de namazda konuşmak haram oldu."

İbn-i Cerîr de İbn-i Abbâs'ın yine bu âyetle ilgili olarak şöyle dediğini rivayet eder: "Yani ehl-i dînden olan herkes Allah'ın huzuruna durur... Fakat sizler, tam bir huzur ve saygı ile Allah'ın huzuruna durunuz! Onlar gibi namazdayken konuşmayimz!..."

İbn-i Arabî, Tirmizî'nin Sünen'i üzerine yazdığı şerhde der ki: "Bizden önceki ümmetler; oruç tutarken yemekten ve içmekten sakın­dıkları gibi, konuşmaktan da sakimrlardı. Bu suretle büyük bir zorluk içinde kalırlardı. Yüce Allah, bu ümmete lütfedip kolaylık ihsanında bulundu. Oruç ibâdetini günün gündüz vaktine tahsis buyurdu, oruçlu iken konuşmayı da serbest kıldı." [182]

Peygamberimizin Bir Özelliği de; Ümmetinin En Son ve En Hayırlı Ümmet Oluşu, Kitablarim Kolaylıkla Ezberlemeye Muvaffak Kılimşı; İsınılerinin Allah'ın İki İsminden verilerek Müslim ve Mü'ınin Oluşu, Dinlerinin Adının da İslâm Oluşudur

Evet, Peygamberimiz (sallallahü aleyhi ve sellem), ümmetinin bu muvaffakiyet ve mahzariyetleriyle de büyük bir özellik kazanmıştır. O'nun ümmetinden başka ümmetlerde bu mahzariyetler bulunmamaktadır. Bu mahzari-yetler, daha önceki ümmetlerin sâdece Peygamberine verilmiştir. Bu hususla ilgili bir âyet-i celîlede şöyle buyurulmaktadır: "Siz, insanlar i-çinden çıkarılmış en hayırlı bir ümmet oldunuz..." [183]

Yine bu hususla ilgili bir âyet-i celîlesinde Yüce Allah şöyle buyur­maktadır: "Andolsun biz Kur'ân'ı hatırlamak ve öğüt almak için kolay­laştırdık!... [184]

Yüce Allah'ın bir âyet-i celîlesi de şu mealdedir: "Allah; bu Kur'ân'dan önceki kitaplarda da, bu Kur'ân'da da size "müslümanlar" adim vermiştir." [185]

Bu konuda Ahmed'in, hasendir kaydiyle TirmizVnin, İbn-i Mâce'nin ve Hâkim'in, Muâviye bin Hayda'dan naklettikleri rivayet de şöyledir: Ben, Peygamber'in (sallallahü aleyhi ve sellem), Kur'ân-ı Kerîm'deki: "Siz, insanların hayrı için çıkarılmış en hayırlı ümmet oldunuz" mealindeki âyet-i celîle ile ilgili olarak şöyle dediğini duydum: "Ey benim ümmetim! Sizler, geçmiş üm­metlerin sayısını yetmişe tamamlayan bir ümmetsiniz! ve bütün bu üm­metlerin Allah yanında en hayırlı ve en sevgili olanı da sizsiniz!" [186]

İbn-i Ebî Hâtim'in rivayetine göre, Ubeyy bin Ka'b şöyle demiştir: "Allah'ın gönderdiği Peygamberi ve o Peygamberi ile ulaştırdığı dîni kabul etmekte, en iyi ve en musbet davranan; bizını ümmetimiz olmuş­tur ve bu ümmet, bu sebeble bütün ümmetlerin en hayırlısı olma şerefi­ne ermiştir."

İbn-i Râhûye'nin Müsned'inde, İbn-i Ebî Şeybe'nin de el-Mûsannefinde Mekhûl'dan naklettikleri bir haber var. Buna göre Mekhûl şöyle demiştir:

"Ömer (radıyallahü anh)'in bir yahûdîde alacağı vardı. Birgün bu alacağim is­temeye gitti... Adam Ömer'i oyalamak istedi ve ağır davrandı. Ömer: "Muhammed'i bütün kullarından şerefli kılan Allah'a yemîn ederim ki, alacağımı almadan buradan ayrılmam!" diye yemin etti. Yahûdî de şu karşılığı verdi: "Ben de Allah'a yemin ederim ki, Allah Muhammed'i bü­tün kullarından daha şerefli kılmamıştır!" Buna sinirlenin Ömer yahûdîye bir tokat attı... Yahûdî de, Hazret-i Peygamberce giderek durumu anlattı ve Ömer'i şikayet etti. Peygamberimiz de Ömer'e hitaben: "Sen bu adamın gönlünü alıp kendini ona bağışlatın alısın, yâ Ömer" buyurdu. Yahûdîye hitaben de:

"Bilesin ki, Âdem Safiyyullah'tır, îbrâhîm Halîlüllah'tır, Mûsâ Neciyyullah'tır, Îsâ da Rûhullah'tır!... Ben ise, Habıbullah'ım! Ey Yahûdî, unutma ki, Allah; kendi isınılerinden iki isınıle de benim üm­metimi isınılendirmiş ve onlara "müslümanlar" ve "mü'ıninler" demiştir. Ey Yahûdî, hatırla ki, siz çok faziletli bir günü çok aradimz, fakat bula­madimz! O, bizını Cûmâmızdır! Sonra sizin gününüz, sonra nasaranın günü gelmektedir. Evet siz, ümmet olarak bizden Önce gelmişsiniz. Fa­kat biz sonra gelip öne geçen bir ümmetiz! Bil ki, ben cennete girmeden diğer Peygamberler; benim ümmetim cennete girmeden de diğer üm­metler cennete giremeyeceklerdir!" [187]

Peygamberimizin Bir Özelliği de, Sarığına Püskül Yapması ve Belden Aşağı İzar Giyinmesidir... ve Bunların Her İkisi de Meleklerin Sınıasıdır

Peygamber Efendimiz'in Özelliklerinden biri de, sarığına püskül yaparak sarkıtması ve belden aşağı izâr giyinmesidir. Bu husustaki ha­ber ve rivayetler, Peygamberimiz'in Tevrat ve İncil'de zikredildiğine dâir haberler meyâmnda geçmiştir ve orada, O'nun ümmetiyle ilgili haberde: "...ve onlar, bellerinden aşağı izâr giyinirler..." diye zikredilmişti.

Bu şekilde giyinmenin, meleklerin sîmâsı ve kıyafeti olduğuna dâir de bir haber bulunmaktadır. Bu haberi Deylemî Amr bin Şuayb tarikiyle onun babasından, o da onun dedesinden nakleder. O şöyle demiştir: "Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) bir hadîslerinde şöyle buyurdular: "Sizler, belden a-şağıya izâr giyininiz! Ben meleklerin, Rab'lerinin huzurunda bu şekilde giyinmiş olarak saf tuttuklarim gördüm... ve bu izârı, bacaklarimzın diz kapağı ile topuk kısmimn ortasına kadar da uzatınız. Bundan fazla uzun da yapmayimz..."[188]

İbn-i Asâkir'in rivayeti de Âişe'den. O şöyle diyor; "Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem), Abdurrahman bin Avf m başına sarığim sarıverdi ve sarığından bir miktarim püskül gibi sarkıttı. Sonra: "Ben melekleri böyle sarıklı gördüm" buyurdu.

Meşhûr İbn-i Teymiye'nin bu hususta bir tevcihi var... O şöyle der; "Sarığın ucunu püskül yapıp omzundan arkaya doğru sarkıtmanın hik­meti; Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) (rü'yâsında), yüce Allah'ın tecellîsine mazhar olduğu zaman; "Bu sırada Rabbim, elini iki omzumun arasına koydu" diye ifâde buyurduğu hususu kendince bu şekilde şereflendirmek, ke-remlendirmek istemesidir."

Hafız Irâkî ise, onun bu tevcîhini, "ben, bu hususta bir nass ve nakil görmedim" diyerek red etmek istemiştir." [189]

Peygamberimizin Özelliklerinden Bazıları da Şunlardır

Peygamberimiz'in Özelliklerinden bâzıları da şunlardır: O'nun ümmetinden, daha önceki ümmetlerin üzerindeki ağır yük kaldırılmış, önceki ümmetlerin pek çok meşakkatli işleri hafifletilmiş, kendilerine dînde herhangi bir güçlük kılınmamıştır. Hatâ, unutkanlık veya zorla­ma ile yapılan şeylerin mes'ûliyeti üzerinden kaldırılmış, sırf içinden düşünmek sebebiyle günaha girmiş olmak da üzerinden kaldırılmıştır. O'nun ümmetinden her kim, içinden bir günâhı işlemeyi geçirmiş olsa da işlemese, bu kendisine günah olarak yazılmaz, üstelik Allah için vazgeçmiş olursa bir sevap yazılır. Fakat bir iyiliği yapmayı niyet ettiği halde yapmamış olursa, yine kendisine bir sevab yazılır, eğer yapacak olursa en azından on sevap yazılır.

Yine O'nun ümmetinden tevbe etmiş olmak için kendisini Öldür­mesi veya pislik bulaşan bir yerini yıkamayıp kesmesi gibi şeyler de kaldırılmıştır. Zekât mükellefiyeti dörtte birden, kırkta bire indirilmiş, duaları müstecâb kılınmıştır. Haksız yere öldürülen kişinin velîlerine, kısas ile diyet arasında seçim yapma hakkı tanınmıştır. Evlenmede dörde kadar izin verilmiş, câriye nikahlamaya da müsâde edilmiştir.

Önceki ümmetlerde, kişi hanımı ay hâlinde olduğu günlerde hanı­mim tamamen kendisinden tecrid eder, onunla bir sofrada yemek bile yemezdi. Bu ümmette ise, cinsî yakınlık dışındaki yakınlık ve arkadaş­lıklara izin verilmiştir... Birlikte aynı odada kalırlar, aynı sofrada ye­mek yerler... Yine önceki ümmetlerde kişi yatakta, hanımı ile yüzyüze gelmek şartıyla cinsî muamele yapabiliyordu ve buna çok önem verili­yordu. Bu ümmette ise, kişi isterse, hanımı yüzüstü yatar vaziyette iken de cinsî muamele yeri aynı olmak şartıyla, hanımına yaklaşabilmekte­dir.

Yine O'nun ve ümmetinin bir özelliği olarak, avret yerlerinin açıl­ması, suret ve heykeller yapılması ve sarhoşluk veren şeylerin içilmesi ise haram kılınmıştır. İşte bütün bunlar da, O'nun özellikleri arasında yer almış bulunmaktadır.

Bu hususla ilgili Kur'ân-ı Kerîm'de âyetler de bulunmaktadır. Bunlardan bazılarim burada (meâlen) zikredelim: Yüce Allah, bir âyetinde şöyle buyurmuştur: "Allah, sizin üzerinize dînde bir zorluk kıl­mamışlar!"[190]

Bir âyetinde de şöyle buyurulmuştur: "Allah sizin için kolaylık murâd eder, güçlük murâd etmez!..." [191]

Yine Yüce Allah bir âyetinde şöyle buyurmaktadır: "Rabbimiz, eğer unutur ya da yanılırsak bizi sorumlu tutma! Rabbimiz, bize bizden ön­cekilere yüklediğin gibi ağır yük yükleme!..."[192]

Yine Yüce Rabbimiz bir âyetinde de şöyle buyurmaktadır: "...0 Peygamber ki, onların üzerindeki ağırlıkları, sırtındaki zincirleri kaldı­rıp atar..." [193]

Yüce Allah, bu ümmetin dualarimn müstecâb oluşuyla ilgili bir âyetinde ise şöyle buyurmaktadır: "...Kullarım, sana Benden sorarlarsa, şöyle söyle: Ben onlara yakimm! Bana dua ettikleri zaman, dua edenin duasını kabul eder, karşılıksız bırakmam..." [194]

Konumuzla ilgili olarak Feryâbt'nin Tefsîr'inde Muhammed bin Ka'b'tan naklettiği bir haber var... O demiştir ki: "Yüce Allah, beşeriyete gönderdiği nebi ve rasûllerden her birine: "İçlerinde olanı ister gizlesin­ler, ister açığa çıkarsınlar, mutlaka onları bundan dolayı hesaba çeke­ceğim!" mealinde bir emrî, muhakkak göndermiştir. Önceki ümmetler nebî veya resullerine gelirler; "Bizler, yapmadığımız bir şeyi sırf içimiz­den geçirmekle mes'ûl mü olacağız?" diyerek mürâcâtta bulunurlar ve bu yüzden küfür ve dalâletlere düşerlerdi. Bu mealdeki âyet Peygam-ber'e (sallallahü aleyhi ve sellem) indiği zaman, bu müslümanlara da güç gelmişti... Onlar da Peygamber Efendimiz'e mürâcât ederek: "Ey Allah'ın Resulü, bizler yapmadığımız bir şeyi, sırf içimizden geçirmek sebebiyle sorumlu mu o-luyoruz?" demişlerdi. Peygamber Efendimiz de kendilerine: "Sizler, söz dinleyiniz, itaat ediniz ve Rabbiniz'e yönelip Û'ndan isteyiniz" buyurdu. Bundan sonra da "Amener Resulü..." [195]âyetleri indi. Böylece Yüce Allah, sırf içinden konuşmak veya geçirmek suretiyle sorumlu olmayı bu ümmetten kaldırdı. Ancak düşündükleri şeyi bilfiil yaparlarsa baş­ka... Bunda sorumluluk olduğu ise kafidir.

Nitekim ilgili âyette gaye açık olarak: "Herkesin kazandığı iyilik kendi yararına, işlediği kötülük de kendi zararmdadır" buyurulmuştur. [196]

(Bu konuda Müslim ve Tirmizî'nin İbn-i Abbâs'tan rivayetleri de, aşağı yukarı bu merkezdedir.)

Buharî ile Müslim'in Ebû Hüreyre kanalıyla Peygamber'den (sallallahü aleyhi ve sellem) rivayet ettikleri hadîs-i şerîfise şöyledir:

"Gerçekten Allah, benim için ümmetimin içlerinden geçirdiklerini, ağızlarıyla söylemedikçe veya bilfiil onu yapmadıkça onlardan bağışla­mıştır!" [197]

Yine bu konuda, Ahmed, İbn-i Hibbân, Hâkim ve İbn-i Mâce'nin de İbn-i Abbâs'dan bir rivayetleri bulunmakta ve şu mealdedir: "Gerçekten Allah; yanılma, unutkanlık veya zorlama neticesi yapılan işlerden so­rumlu olmayı benim ümmetimden kaldırmıştır!"

(Keza İbn-i Mâce'nin Ebû Zerr kanalıyla yaptığı bir rivayet de, a-şağı yukarı bu merkezdedir.)

Ahmed, Ebû Bekir el-Şâfiî, Ebû Nuaym ve İbn-i Asâkir Huzeyfe'den şöyle rivayet ederler: "Bir gün Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) secdeye vardı. Secdede o kadar çok kaldı ki, bizler gerçekten O'nun secdedeyken ruhunu teslim ettiğini zannettik... Sonra başım secdeden kaldırdı ve şunları söyleyip müjde etti:

"Rabbim bana tecellî buyurup sordu ve: "Habîbim, senin ümmeti­ne nasıl bir muamele etmemi istersin?" dedi. Ben de: "Nasıl dilersen Rabbim! Çünkü onlar senin kullanndandır" dedim. Rabbim bunu bana, tam üç defa sordu. Ben de her defasında aynı cevâbı verdim... En so­nunda Rabbim bana buyurdu ki: "Bil ki, Ben seni, ümmetinin hakkında asla utandırmayacağım!" İşte Rabbim bana böyle buyurdu ve ayrıca da, ben cennete girerken benimle beraber ümmetimden yetmiş bin kişinin cennete gireceğini ve bunlardan her bin kişilik grubun arkasında bir yetmiş bin kişilik cemâatin bulunacağim ve böylece hiç hesaba çekilme­den cennete gireceğimizi de müjdeledi!... Sonra bana şefaat verildi: "Habîbîm, sen dua edip iste, duan kabul edilecektir! Şefaatte bulunup iste, şefaatin kabul olunacaktır" Duyurulduğunu haber verdi. Sonra bana, gelmişimin ve geçmişimin bağışlanmış bulunduğunu müjdeledi."

"Ashabım, bilirsiniz ki, benim sadrım da şerh edilmiştir! Bana Kevser verilmiştir. Bu Kevser, cennette bir nehir olup oradaki Havzınıa akar... Bana Rabbim, aynı zamanda bir aylık mesafedeki düşmanları­mın kalblerine korku salmak, kuvvetli ve başarılı (muzaffer) olmak gibi özellikler de vermiştir. Cennete ilk girme hususiyeti de bana verilmiştir. Ganimetler ümmetime helal kılınmıştır. Önceki ümmetlere zor gelen pek çok şey, bize helâl kılimp kolaylaştırılmıştır. Üzerimize dînde bir güçlük kılınmamıştır, İşte ben, bütün bunları hatırladım da, böyle uzun bir secdeden başka şükrümü ifâde edecek bir şey bulamadım..." [198]

İbn-i Münzir Tefsîr'inde ve Beyhekî Şuabiı'l-imân adlı kitabında İbn-i Mes'ûd'dan rivayet ederler, O şöyle demiştir: "îsrâîl Oğullarından biri bir günâh işlediği zaman, işlediği bu günâhı için ne gibi keffârette bulunacağı, ertesi günün sabahında kapısının eşiğine yazılmış olurdu. O da ona göre hareket ederdi. Sizin günâhlarimzın keffâreti ise, istiğfar ederek afimizi yüce Allah'tan istemenizdir. Böylece günahlarimz bağış­lanmış olur. Ben Allah'a yemîn ederek söylüyorum ki, Allah bize Kur'ân'ında bir âyet indirmiştir, İşte bu âyet bana, yeryüzünden ve bü­tün y'eryüzündekilerden daha sevimlidir! Bu âyet, Al-i Imrân Süresindeki şu âyet-i cehledir:

"Ve onlar bir kötülük yaptıkları, ya da nefislerine zulmettikleri zaman, Allah'ı hatırlayarak hemen günahlarına tevbe ederek bağışlan­malarim isterler. Zaten Allah'tan başka günahları da kim bağışlayabi­lir? ve onlar, bile bile, yaptıklarında ısrar da etmezler!" [199]

İbn-i Cerir'in Ebû'l-Aliye den rivayetine göre, adamın biri Peygam-ber'e (sallallahü aleyhi ve sellem) gelip: "Ey Allah'ın Resulü, bizını keffaretlerimiz de israil o-ğullarimn keffaretleri gibi olsa nasıl olur?" dedi. Efendimiz de cevaben: "Allah'ın size verdiği, şüphesiz daha hayırlıdır. İsrâ'il oğulları bir hata işledikleri zaman bunu, ertesi günün sabahında kapısının üzerinde ya­zılı olarak bulurdu. Keffaretini de... Eğer, günahimn bildirilen bu keffa-retini yeri e getirirse, dünyada başkalarına rezil olurdu. Eğer yerine getirmezse, âhirette kendisi için bir rezillik olmak üzere te'hir edilmiş olurdu. Elbette Yüce Allah'ın size verdiği, bundan daha hayırlı bir şey­dir!" Sevgili Peygamberimiz bunu söyledikten sonra şu âyet-i celileyi o-kudular:

"Kim bir kötülük yapar, yahut nefsine zulmeder de sonra Allah'tan mağfiret dilerse, şüphesiz Allah'ı bağışlayıcı ve esirgeyici bulur." [200]

Sevgili Peygamberimiz bu âyeti okuduktan sonra da şöyle buyur­dular: "Beş vakit namazlardan her biri diğer namazla kendi arasında işlenilen günahlara keffâret olduğu gibi, bir Cum'a namazı da diğer Cum'â namazı ile kendisi arasında işlenilen günahlara keffârettir."

İbn-i Ebî Hâtim'in Ali tbn' bû Tâlib'den rivayeti de şöyledir: Ali (r,a.)} İsrâ'il Oğullarından buzağıya tapanlar hakkında demiştir ki: "Onlar Mûsa'ya gelip: "Bizını tevbemiz nedir?" dediler. Mûsâ da: "Birbi­rinizi öldürmenizdir" buyurdu. Bunun üzerine birbirlerini öldürmeye başladılar. Öyle ki, kişi kime raslarsa öldürüyordu. Kardeşini, babasını, anasını öldürenler oluyordu. ylece birbirlerini kırmışlardı."

İbn-i Mâce Abdurahman bin Hasene'den rivayet eder. Onun nakline göre Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: "İsrâ'il oğulları idrar bulaşan yeri, makasla kesmeğe mecbur idiler. İçlerinden biri bunu onlara ya­saklamıştı. O da bu yasaklamanın cezası olarak kabirde azaba mâruz kalmıştır."

Yine bu hususta Hâkim, sahihtir kaydiyle Ebû Mûsa'dan rivayet eder: "Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem), bir hadislerinde buyurdular ki: "Gerçekten İsrâ'il oğulları, üzerlerine bir bevil (insan idrarı) bulaştığı zaman, o bu­laşan yeri makasla kesmekle mükellef idiler."

İbn-i Ebî Şeybe el-Mûsannefinde Âişe'den şöyle nakleder: Birgün ben, yahudi kadı. arından birinin yanına gitmiştim. O kadın bana, ka­bir azabimn sebebinin, bevil bulaşması (pislik) olduğunu söyledi. Ben de kendisine: "Öyle şey mi olur?" diyerek itiraz etmiştim. Kadın tekrar bana: "Evet, benim dediğim gibidir! İstersen Peygamber'e sor!" dedi. Ben de bunu Hazret-i Peygamber'e sordum. O da bana: "Evet, yâ Âişe, öyledir" buyurdu.

AhmedMüslim, Tirmizi, Nesai ve İbn-i Mâce'nin Enes'ten rivayet­leri de şöyledir: Yahudiler, kadınları ay halini gördükleri zaman, onları esaslı bir şekilde tecrit ederlerdi. Hanımları ile aynı odada kalmazlar, onlarla aynı sofrada yemek bile yemezlerdi. Ashab-ı kiram bunu Pey-gamber'den (sallallahü aleyhi ve sellem) sordular. Bunun üzerine aşağıdaki âyet nazil oldu:

"Habibim sana, kadınların âdet görme meselesini soruyorlar. de  ki: "O, eziyettir." Adet halindeki kadınlardan çekilin! Temizleninceye kadar onlara yaklaşmayın. Temizlendikleri zaman, Allah'ın emrettiği yerden onlara varın. Allah, tevbe edenleri sever, temizlenenleri sever." [201]

İşte bu âyet nazil olduktan sonra, Peygamberimiz: "Allah, bu ayet-leriyle, âdet gören kadınla cinsi münasebette bulunmayı yasaklıyor! Bundan maada şeyleri yapabilirsiniz! (Onlarla aynı odada kalıp, onlarla birlikte aynı sofrada yemek yiyebilirsiniz!)" buyurdu.

Yahudiler de bunu duydukları zaman rahatsız olmuşlar ve: "Bu adam, acaba ne istiyor. Neredeyse bize ait olan işlerin tamamında bize aykırı gidecek!" diye söylenmeye koyuldular. Çünkü yahudiler, âdet ha­lini gören kadınları büsbütün kendilerinden uzaklaştırırlardı. Yüce Al­lah ise, inzal buyurduğu âyetiyle iki haîin ortasını emretti.

İbn-i Ebî Şeybe el-Mûsannefinde Kurratul-Hemedâni'den nakle­der: O şöyleidemiştir:'Yahudiler, cinsi münasebet esnasında ailelerini ibrâk etmekten (yani yüzaşağı yatırmaktan) sakimrlar ve bunu çok çir­kin bir şey sayarlardı, İşte onların bu zihniyetini kaldırmak üzere, Kur'an'ın: "Aileleriniz, sizin harsınızdır tarlanızdır" [202] mealindeki âyeti inmiştir. Bu âyetiyle yüce Allah, müslümanlara, cinsi münasebet esnasında ailelerine diledikleri taraftan yaklaşmalarına izin vermiştir. Tabii Allah'ın emrettiği hars yerine, (aynı cinsi organa) varmak şartıy­la..."

Ebû Nuaym de el-Mârife adlı eserinde Enes'ten şöyle rivayet eder: Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem), Osman bin Maz'ûn'a hitaben buyurdu ki: "Bizını di­nimizde üzerimize ruhbaniyet yazılmamıştır! Benim ümmetim (yani bütün müslümanlann) ruhbaniyeti, beş vakit namazların vakitlerini beklemek üzere mescidlere erken gidip beklemek, hacc ve umre ibadet­lerini yapmaktır!"

Ahmed ve Ebû Ya'lânın yine Enes'ten olan rivayetleri ise aynen şöyledir:

"Her Peygamber için bir ruhbaniyet vardır. Benim ümmetimin ruhbaniyeti ise, Allah yolunda cihâd etmektir!"[203]

Ebâ Davud Ebû Ümâme'den nakleder. O şöyle der: Adamın biri Peygamber'e (sallallahü aleyhi ve sellem) gelip: "Ey Allah'ın Resulü, Allah rızası için en se-vablı bir ibadet olmak üzere seyahate çıkmak istiyorum. Bana izin veri­niz!" dedi. Peygamber Efendimiz de bu adama verdiği cevabta: "Benim ümmetimin seyahati, Allah yolunda cihâddır" buyurdu.

İbn-i Mübarek de Umâre bin Gazye'den şöyle nakleder: Peygamber Efendimizin yanında seyahatten bahsedilmişti. Bu sebebîe Peygamber Efendimiz: "Allah bunu, bu ümmette, "Allah yolunda cihad" olarak em­retmiştir! ve cihada gidenlerin, her tepeden aşarken getirecekleri tekbir olarak münasib görmüştür!" buyurdu.

(İbn-i Cerir'in Âişe'den naklettiği bir rivayette ise: "Bu ümmetin seyahati, Allah rızâsı için nafile oruç tutmaktır" Duyurulmuştur.) [204]

Buhârî'nin rivayetine göre İbn-i Abbâs demiştir ki: "İsrâ'il oğulla­rında, haksız yere öldürülen bir kişinin davacıları için ancak kısas taleb etmek vardı. Diyet (kan bedeli) taleb etmek hakkı tanınmamıştı. Yüce Allah bu ümmet için ise şöyle buyurmaktadır:

"Ey mü'ıninler! Öldürmede kısas size farz kılındı. Hür olana kar­şılık hür, köleye köle, kadına kadın. Fakat kim (herhangi bir katil), kardeşi tarafından affedilirse, o zaman affedene diyeti ödemesi gerekir. Bu, Rabbiniz tarafından bir hafifletme ve bir rahmettir. Kim, bundan sonra da saldırıya kalkarsa, onun için acı bir azab vardır."[205]

İşte, bu ayette görüldüğü gibi, bu ümmette (İslâm şeriatinde), hem kısas, hem de diyet vardır. Ayette geçen aftan maksat, kısas taleb et­mekten vazgeçip, diyet talebinde bulunmaktır. Elbette bu, ilgili ayette açıklandığı veçhile, Allah'tan bir hafifletme ve bir rahmettir. îslâm şeriâtindeki kolaylık ve genişliğe bir örnektir. [206]

(İbn-i Cerir'in de bu hususta İbn-i Abbâs'tan bir rivayeti bulun­maktadır. Fakat o da aşağı yukarı bu merkezdedir.)

Yine İbn-i Cer ir, Katade'den şöyle rivayet etmektedir: Tevrat  ehline yazılıp farz kılınan, sâdece kısas idi. Onların şeriatinde diyet yoktu. încil ehlinde ise, sâdece affetmek olup, kısas yoktu. İşte onlar bu şekilde em-rolunmuşlardı. Yüce Allah, bu ümmet için ise; hem kısası, hem diyeti, hem de tamamen affetmeyi meşru kılmıştır ki bizını şeriatimizin daha büyük ve daha geniş olduğu, burada da açığa çıkmaktadır. Evet, öldü­rülenin velileri, isterlerse, aralarında halâ din kardeşliği sona ermemiş bulunan katili, tamamen affedip diyet almaktan da vazgeçebilirler. Böyle bir prensib, daha önceki ümmetlerin ve şeriatlerin hangisinde gö­rülmüştür? Hiç birinde görülmemiştir.

İbn-i Ebî Şeybe el-Mûsannefinde şöyle der: "Bize veki' rivayet etti. Ona Süfyân söylemiş, ona Leys nakletmiş... Ona da Mücâhid haber vermiş ve şöyle demiştir: "Yüce Allah'ın bu ümmete (müslümanlara) olan kolaylıklarından biri de, ehl-i kitaptan olan bir nasrâniyenin veya bir cariyenin nikâhim helâl kılmış olmasıdır."

(Burada Beyhekî, Vehb bin Münebbih'ten bir rivayette bulunu­yorsa da, Ümmet-i Muhammed'in bâzı vasıflarıyla ilgili bölümde bunlar geçmiş olduğundan, burada tekrarına lüzum görülmedi. Nitekim bir kısmı da, içinden geçenlerin günah olup olmadığıyla ilgili hadîsler mey ânına geçmiştir.)[207]

Peygamberimizin Özelliklerinden Bazıları da Şunlardır

O'nun ümmeti açıktan helak olmaz, gark olmaz; önceki ümmetle­rin uğradığı azâblara uğratılmaz. Kendilerinden başka köklerini kazı­yacak bir düşmanın tasallutu altında bırakılmaz. Sapıklık üzerine toplanıp ittifak etmez... İşte bundan dolayıdır ki, Ümmet-i Muham­med'in ittifakı kesin bir hüccet ve delîl olmuştur! ittifak edemeyip ih­tilâflara düşmeleri de yine onlar için bir kolaylık ve ruhsat olmuştur. Halbuki önceki ümmetlerin ihtilâfı, onların azâb ve helak sebebi idi.

Müslim Sevbân'dan şöyle rivayet etmektedir: Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) buyurdu: "Yeryüzü benim için dürüldü de ben onun doğusunu ve batısını gördüm. Ümmetimin mülkü de, bana dürülen yerlere kadar uzanacak­tır!... Yeryüzünün hazînelerine (altimna ve gümüşüne) vâris olacaktır. Aynı zamanda ben Rabbime dua edip ümmetimi umûmî bir kıtlıkla helak etmemesini istedim! Rabbim de benim bu istek ve duamı kabul buyurdu. Kendilerinden başka kendilerim ezecek düşmanları olmama­sını da istedim, bu duam da Rabbim tarafından kabul edildi."

İbn-i Ebî Şeybe'nin Sa'd'dan olan rivayeti de şöyledir: "Ben Rab-bim'e dua edip ümmetimi umûmî bir kıtlıkla helak etmemesini ve onları gark etmemesini istedim. Rabbim de benim bu isteğimi kabul etti... Yine Rabbim'e dua edip ümmetimin birbirlerine zulmetmemesini, birbirle­rinden azâb görmemelerini istedimse de, Rabbim bu duamı kabul etme-di.[208].

Dârimî, İbn-i Asâkir, Amr bin Kays'tan şöyle rivayet eder: Peygam­ber (sallallahü aleyhi ve sellem) buyurdu: "...Yüce Allah bana, ümmetimi şu üç şeyden koru­yacağim va'd buyurdu: Onlara umûmî bir kıtlık vermeyeğine, düşmanlarimn kendilerini yok etmesine fırsat vermeyeceğine, delâlet üzerine birleşmelerine imkân vermeyeceğine..." [209]

Hâkim'in İbn-i Ömer'den rivayet ettiği hadîs de aynen şöyledir: "Allah, bu ümmeti ebediyen sapıklık üzerinde toplamayacaktır!"

Yine Hâkim'in İbn-i Abbâs'tan bu mealde de bir rivayeti bulun­maktadır. Bir de Şeyh Nasr el-Makdist'nin Kitâbü'l-Hucce adlı eserinde birisinden naklettiği bir rivayet bulunmaktadır. O da şu mealdedir: Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) buyurdu: "Ümmetimin ihtilâfı rahmettir." [210]

Hafib de Ruvâtü Mâlık'te İsmail bin Ebû'l-Mücâlid'den şöyle nak­letmektedir: "Birgün Hârûn el-Râşid, İmâm-ı Mâlik'e hitaben dedi ki: "Yâ imam, senin bu kitaplarim yazdırıp bütün İslâm beldelerine dağıttırmak istiyorum! Herkesin senin yazdığın kitaplarla amel etmesini istiyece-ğim!" İmâm'ın ona cevâbı ise şöyle olmuştur: "Yâ emîra'l-mü'ıninîn, sakın böyle yapmayimz! Zira şu ümmetin âlimlerinin (teferruata âit mesele­lerde) ihtilâf etmeleri, haddi zâtmda bu ümmet için Allah'ın bir rahme­tidir. Herkes kendince sahih ve sabît olana uymaktadır. Hepsi hidâyet üzeredirler. Hepsi de Allah'ın rızâsını aramaktadırlar."[211]

BuhârîTirmizî ve Nesâi Ömer bin el-Hattâb'dan şöyle rivayet e-derler: Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) buyurdu: "Müslümanlardan herhangi bir kimse için dört müslümün hayırla şahitlikte bulunursa, o müslümanı Allah cennete kor!" Bunun üzerine denilmiştir ki: "Ey Allah'ın Resulü, eğer bir kimsenin hayır ve iyiliği için üç kişi şahitlikte bulunursa, o kimse de cennetlik midir?" Peygamberimiz: "Evet" buyurdu. Yine sor­dular: "Peki iki kişi şahitlikte bulunursa, yine böyle midir?" Peygambe­rimiz yine "evet" buyurdular. Bunun üzerine biz, "bir kişi şahitlikte bulunsa dahi böyle midir?" diye sormadık." [212].

 

27-4 Taun Hastalığimn Öncekilere Bir Azab Oluşuna Karşılık Bu Ümmet İçin Bir Rahmet ve Şehitlik vesilesi Oluşu da Peygamberimizin Bir Özelliğidir

Buhârî ve Müslim Üsâme bin Zeyd kanalıyla rivayet edilen şu hadîsi nakletmiştir: "Tâûn hastalığı, îsrâîl Oğullarına gönderilmiş bir azaptır! Bu sizden öncekilerin hepsine de bir azâb olarak gönderilmiş­tir."

Buhârî'nin Âişe'den rivayet ettiği hadîs ise şu mealdedir: "Ben, Peygambere (sallallahü aleyhi ve sellem) tâûn hastalığı hakkında sordum. O da bana dedi ki: "Allah'ın dilediği kullarına gönderdiği bir azaptır! Fakat Yüce Allah bunu, bu ümmet için bir râhmat kılmıştır. Kendi beldesinde taun has­talığı çıkan bir kimse, eğer sabreder ve sevabim da Allah'tan umduğu halde beldesinde kalır, sonra bu hastalığa yakalanarak ölürse; muhak­kak kendisine, bir şehide verilen sevâb kadar sevab verilir!" [213]

Bu Ümmetten Bir Taifenin Daima Hak Üzere Bulunması, Ümmet İçinde Birtakım Kutublar, Evtad, Nüceba ve Abdal Denilen Zatların Bulunması, Îsâ (aleyhisselâm)  ve Namaz Kıldıracak Zatın Bu Ümmetten Çıkacak Olması

Bu Ümmette Melekler Gibi Tesbih ile Yemek ve İçmeğe İhtiyaç Duymayan Zatların Bulunması, Deccalle Savaşacakların da Bu Ümmetten Bazı Kimseler Olması

Buhârî ve Müslim (ittifak hâlinde) Muğîre bin Şûbe'den şu hadisi rivayet ederler: "Ümmetimden bir taife, tâ kıyamete kadar hep hak üzere bulunacaktır!"

Ebû Nuaym'in İbn-i Ömer tarikiyle naklettiği hadîs ise, şu mealdedir: "Her asırda, ümmetimin içinde öne geçen ve mertebeleri çok yüksek olan bâzı zâtlar bulunur."

Ebû Ya'lâ'nın Câbir'den rivayetine göre, Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: "Benim ümmetim, tâ Îsâ ininceye kadar hak üzere bulu­nur. Îsâ indiği zaman, ümmetimin tamâmı ona der ki: "Buyurun, öne geçip namazı kıldırın!" Îsâ ise öne geçmek istemez ve: "Sen buna daha layıksın. Sizin bazılarimz bazılarimza âmir bulunmaktadır" der. İşte bu, Allah'imm ümmete büyük keramet olarak verdiği bir özelliktir!"

Bu hadîsi, Müstim de rivayet etmiştir. Yalnız onun ifâdesi biraz farklı olup şöyledir: "Mü'ıninlerin emîri o zaman Îsâ'ya: "Haydi buyur, öne geçip namazı kıldır!" der. Îsâ da: "Hayır, sizin bâzimz bâzınıza emîr ve imamdır. Bu da size Allah'ın büyük bir ikramıdır!" diyerek karşılık verir."

Buhârî Ebû Hüreyre'den rivayetle Peygamber'in (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle dedi­ğini bildirir: "Ey ümmetim siz nasıl olacaksınız o zaman ki, Îsâ inmiş olacak ve imamimz da sizden bulunacaktır!'

Ahmed de sahih bir senedle Âişe'den şu rivayeti nakletmektedir: "Bir gün Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem), deccâl ile mücâdele zamanında müslüman-ların uğrayacakları büyük bir sıkıntıdan bahsetti. Ashâb: "O zaman, en hayırlı mal hangisi olacak?" diye sordu. Peygamberimiz de: "Ailesine su getirebilecek bir cğlan çocuğu, her şeyden kıymetli olacaktır! Yiyecek bir şey ise, zâten bulunamayacaktır" buyurdu. Ashab tekrar sordu: "Peki o zamanki müslümanlar ne yiyecekler?" Peygamberimiz de şu karşılığı verdi: "Onların yiyeceği, tesbîh, tekbir ve tehlîl olacaktır!" [215]

Ahmed, bu hadîsin benzerini de, Esma binti Yezid'den rivayet et­miştir. (Yine bu mealdeki bâzı hadîsleri, Taberânî ile Hâkim dahî rivayet etmişlerdir.)[216]

Peygamberimizin Bir Hususiyeti de, Ümmetinin Kur’an’da "Ey İman Edenler" diye Çağrılmasıdır. Halbuki Diğer  Ümmetler "Ey Miskinler" Diye Çağrılırdı

Yine O'nun bir hususiyeti olarak ümmetinin okuduğu ezanları ve getirdiği telbiyeleri gökte melekler dinler. O'nun ümmeti her hâl ü kârda Allah'a hamdeder. Her tepeyi aşışta "Allahü Ekber" her inişte de "Süb-hanellah" diyerek Allah'ı tekbir ve teşbihte bulunurlar. Bir iş yapacak­ları zaman "inşâallah" diyerek Allah'ın izin ve iradesine olan bağlılıklarim ifade ederler. Gadablandıkları zaman "lâ ilahe illallah" derler, birbiriyle çekiştiklerinde de "fesübhanâllah!" derler. Mushafları göğüsle- rinede (ezberlerinde) dir. Öne geçenleri, gerçekten de öne geç­miştir! Orta halli olanları kurtulmuş, kendisine yazık edenleri de ba­ğışlanmış bir ümmettir. Bir istisnası olmaksızın, hepsine merhamet edilmiştir. Onlar, aynı zamanda cennet ehlinin elbisesi olan beyaz renkli elbiseleri tercih ederler. Namaz vakti gelmiş midir, diye güneş'e dikkat ederler.

Peygamberleri sayesinde bu ümmet, gerçekten bir "ümmet-i vasat" ve bir "ümmet-i adTdir! Yâni tam merkezde bulunan bir orta ümmettir! Adaleti temsil eden bir ümmettir! Allah'ın tezkiyesi ile, bunun böyle ol­duğu sabittir. Bu ümmet, düşmanları ile bir savaşa girdikleri zaman, onların bu savaşına melekler de gelip hazır olurlar. (Onlara yardım e-derler.) Kendilerine, Peygamberlere farz kılman şeyler farz kılınmıştır. Yâni: Abdest, gusül, hacc ve cihad. Aynı zamanda kendilerine, peygam­berlerin nafile ibadetleri de verilmiştir. Bu nafilelere de ehil ve layık kılınmışlardır. (Bunların pek çoğu, Peygamberimiz'in adının Tevrat ve İncil'de geçtiğine dair olan Önceki bölümlerde, bâzı eserlerin zikredil-mesiyle geçmiş bulunmaktadır. O bölümlerde; Peygamberimiz'in ve ümmetinin bu özelliklerinden pek çoğu anlatılmış idi.)

Bu bölümde zikri geçen özelliklerden bazılarıyla ilgili rivayetlerden birinde ki, bunu İbn-i Ebî Hatim, Hayseme'den nakletmiştir, şöyle de­nilmiştir: "Siz Kur'an'da, kendinize: "Ey mü'ıninler!" diye hitab edil­mekte olduğunu görüyorsunuz! Halbuki Önceki ümmetlere olan hitâblarda: "Ey miskinler!" deniliyordu."

Yine İbn-i Ebî Hatimİbn-i Abbâs'tan şöyle nakleder: "Yüce Allah, Kitabında: "Sonra Kitabı kullarımız arasından seçtiklerimize miras verdik" buyuruyor. [217] Bu âyetle bu ümmetin Özelliğini bildiriyor. Allah bu ümmeti, indirdiği her kitaba vâris kılmış, kendilerine yazık e-denleri bağışlamış, orta halli gidenlerin hesablarim kolay kılmış, öne geçenlere hesaba çekilmeksizin cennetini lütfetmiştir." [218]

Saîd bin Mansûr Ömer İbn-i'l-Hattab'tan naklederek şöyle der: "Ömer, herhangi bir hususta nizâa düşüp de delil getirmek durumunda kaldığı zaman, yukarıda geçen Fatır Sûresinin 32. ayetini okur ve delil getirirdi. Sonra derdi ki: "İşte bu âyet gereği, bu ümmetin öne geçenleri doğrudan cennete girecekler, orta halli olanları da yakayı kurtaracaklar, iyi amelle kötü ameli birbirine karıştırıp nefislerine yazık edenler de bağışlanacaklardır! Bizim ümmetimizin  duydum

(Bunu bu şekilde Ömer'den, "ben bunu Peygamber Efendimizden um" diyerek merfuân, İbn-i Lâl da rivayet etmiştir.)[219]

Peygamberimizin: "Önceki Ümmetlere Nazaran Sizin Nöbet Devreniz, İkindi Vaktiyle Akşam Arası Gibidir" Hadisiyle İlgili Bir Bölüm

Şeyh Izzüddin bin Abdüsselâm der ki: Peygamber'in (sallallahü aleyhi ve sellem) özel­liklerinden biri de, O'nun ümmetinin amelinin (ve ömrünün) az olması­na karşılık, sevâb ve mükâfatın çok olmasıdır."

Buharî ve Müslim İbn-i Ömer'den şöyle rivayet ederler: Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) buyurdu: "Önceki ümmetlere nazaran sizin nöbet devreniz (ve zamanimz), tıpkı ikindi vaktiyle akşam arası gibidir. Tevrat ehli, günün ilk saatlerinde (sabahleyin) devreye girdi, öğle vaktine kadar amel etti... Öğle olunca, yorulup işi bıraktılar. Birer kıratlık ücretini alıp devre dışı kaldılar. Sonra încil ehli nöbete girdi. Onlar da ikindi vaktine kadar ça­lışıp yoruldular ve işi bıraktılar. Birer kıratlık ücretlerini alıp devreden çıktılar. İkindi vakti olunca biz nöbete girdik... Güneş batıncaya kadar amel edip çalıştık... Çalışma süremiz böylesine kısa olduğu halde, bize ikişer kîrât ücret verilmiştir. Hiç bir işinde haksızlık bulunmayan, her hükmü hikmetli ve güzel olan Rabbimiz, böyle hükmedince; diğer kitâb ehli olanlar buna diyeceklerdir ki: "Ey Rabbimiz, Ümmet-i Muham-med'e hep ikişer kıratlık ücret ve sevâb verdin, bizlere ise, çalışma za­manımızın çok olmasına rağmen, birer kîrât verdin. Bunun sebebi ve hikmeti nedir?" Rabbimiz de onlara diyecektir ki: "Ben, sizlerin de Rabbi olarak, sizlere verdiğim ücrette bir haksızlık ve eksiklik yapmış mıyım?" Onlar: "Hayır, bize herhangi bir haksızlık yapmadın" diyecekler. Rabbi­miz de: "Bu benim bir lütuf ve fadlımdırl Dilediğim kullarımı, lütuf ve fadlımla mazhar kılarım!" buyurur.[220]

Bu Ümmetin Sevabimn Diğer Ümmetlerin Sevabından Çok Oluşu

İmâm Fahrüddîn el-Râzî demiştir ki: "Peygamberlerden hangisi­nin mucizesi daha zahir ise, onun ümmetinin sevabı daha azdır." [221]

Allâme İbn-i Seken de bu konuda şöyle demiştir:'Yâni, O peygam­berin ümmetinin; Peygamberini tasdik bakımından alacağı sevâb daha az olur. Zira inşam tasdîke götüren delil ve mucizenin daha aşikâr ol­duğu bir sırada tahakkuk eden tasdîk-i kalbî, daha kolay olmuştur. Bu tasdikte, daha az zahmet çekilmiş, daha az fikir sarfedilmiş demektir. Fakat bu söylenen, Önceki ümmetlerin birbirine olan münâsebeti ve kıyâsı itibariyledir. Yoksa bu ümmete, hem mucizeler daha zahir bu­lunmuş, hem de sevâb ve mükâfatlar daha çok kazanılmıştır. Bu ümmet, Önceki ümmetlere kıyâs edilemez..."[222]

Peygamberimizin Bir Özelliği de, Ümmetine Evvelkilerin ve Sonrakilerin İlimlerinin verilmiş, İlim Hazinelerinin Kendilerine Açılmasıdır.

Evet, Peygamberimiz'in bir özelliği de, O'nun ümmetine evvelkile­rin ve sonrakilerin ilimlerinin verilmiş ve ilim hazînelerinin kendilerine açılmış olmasıdır. Keza bu ümmete İsnâd ilmi, Ensâb İlmi, îrâb ilmi gibi ilimler de verilmiş ve hiç bir ümmette görülmemiş bir şekilde çeşitli ko­nularda ve çok sayıda kitaplar vücûde getirilmiştir. Bu ümmetin âlimleri, "îsrâîl Oğullarimn Peygamberleri Gibi" olmuştur. [223]

Peygamber Efendimiz'in Tevrat ve İncil'de adının geçtiğine dâir olan bölümde: "...Öyle bir Peygamber ki, O'nun ümmetine, evvelkilerin ve sonrakilerin ilimleri verilmiştir" anlamındaki hadîs zikredilmiştir.

Burada da Ebâ Zür'a'nın Târih'inde Şefi bin Mâti' el-Esbahî'den naklettiği haberi kaydedelim. Şefi demiştir ki: "Bu ümmette her şey keşfedilecektir. Hatta yerin dibindeki hazîneler bile bu ümmete açıla­caktır."

İbn-i Hazm da, bu ümmetin özellikleri beyanında şöyle demektedir: "Aklı, adaleti ve mürüveti yerinde olan sika râvîlerin, yine bu vasıfta olan diğer râvîlerden naklederek Peygamber'in hadislerini koruyup sonraki nesillere aktarması ve bu suretle sünnete hizmet etmeleri; Yüce Allah'ın sırf bu ümmete nasîb buyurduğu büyük bir özelliktir. Geçmiş ümmetlerden hiç birinin, böyle hafızları yoktu..." [224]

İmâm-ı Nevevî de el-Takrîb adlı kitabında şöyle demektedir: "îsnâd, yâni Peygamberimiz'in hadîslerini naklederken senede itibâr ve îtinâ göstermek, bu ümmete mahsûs bir keyfiyettir! Önceki ümmetlerde böyle bir şey yoktu."

Ebâ Ali el-Cübbâi de bu konuda şöyle der: Yüce Allah, bu ümmete üç büyük hususiyet (özellik) vermiştir. Bunlardan biri, Isnâd, biri Ensâb, bir diğeri de Irâb ilmidir."

Mâliki İbn-i Arabi de Tirmizl'nin Sünen'i üzerine yazdığı şerhde şöyle demektedir: "Bizden önceki ümmetlerin hiç birinde, bu ümmetin âlimlerinde görülen kitâb tasnif etme, yazılan kitapların ve çeşitli ilmî konuların esaslı bir şekilde araştırılıp tahkik ve tedkik edilmesinde a-labildiğine derinleşme ve bu hususlar, asla ve asla mevcûd değildi. Bu, sâdece bu ümmetin âlimlerine verilmiş çok büyük bir özelliktir."[225]

Peygamberimizin Bu Ümmetin İmanı Hakkındaki Hadisleriyle İlgili Bir Bölüm

Abdullah bin Ahmed, Zevâidü'z-Zühd adlı kitabında Mâlik bin Dinar'ın şöyle dediğini nakleder: "Bize ulaşan bir habere göre, bu üm­mete verilmiş bulunan îmân, üç defadan fazla yük taşımaz... Yâni onun üzerine üç defadan fazla yük yükletilmez... Sonunda mutlaka bir çıkış yolu ve kurtuluş verilir." [226]

Peygamberimizin Bir Özelliği de, İlk Kendine Gelip Dirilen ve Kabrinden İlk Kalkacak Kişi Olmasıdır

Evet, Peygamber'in (sallallahü aleyhi ve sellem) özelliklerinden biri de, ilk kendine ge­lip dirilecek ve ilk olarak kabrinden kalkacak kişi olmasıdır. Mahşere giderken yetmiş melek refakatinde gitmesi, O'nun adına Mevkıf ta ezan okunması, Mevkıf ta cennet hüllelerinden iki büyük hülle giydirilmesi ve makamimn Arş'in sağ tarafında olması da O'nun bâzı özellikleridir. Bu hususlarla ilgili hadisler vardır. Bunlardan bâzılarim da burada zikredelim:

Müslim, Ebâ Hüreyre'den şöyle rivayet eder:Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) bir hadîslerinde buyurdu: "Kıyamet günü Âdem oğullarimn efendisi, kabri ilk yarılacak olan, ilk şefaat edici, şüphesiz benim!"

Buhârî ve Müslim (ittifakla) Ebû Hüreyre'den, Peygamber'in (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurduğunu nakleder: "Bütün insanlar, sûr üfürüldükten sonra ölmüş ve kendinden geçmiş olurlar, tik kendine gelip dirilecek olan, şüphesiz ben olacağını!" [227]

Tirmizî hasendir kaydiyle Ebû Hüreyre'den şöyle rivayet eder: Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) buyurdu: "Kıyamet günü bana cennet hüllelerinden bir hülle verilir, bunu giyerim ve sonra Arş'ın sağındaki yerimi alırım! Bu makama benden başka hiçbir kimseye durmak yoktur! Bu, ancak bana hâs olan bir makamdır!"

Ebû Nuaym'in İbn-i Mes'ûd'dan rivayeti de şöyledir: Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) buyurdu: "ilk elbisesi giydirilecek olan, îbrâhîm (aleyhisselâm)'dır. Sonra o, Arş'a doğru dönerek yerini alır. Sonra benim elbisem getirilir, Ben de onu giyer ve onun sağındaki yerimi alırım. Buraya benden başkası du­ramaz! Çünkü burası, bana mahsûs, bir makamdır. Beni bu makamda gören bütün insanlar, bana gıpta ederler." [228]

Yine Ebû Nuaym'in Ümmü Kürz'den bir rivayeti var. O da şöyle demiştir: Ben, Peygamberin (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle dediğini işittim: "Ehl-i îmânın kabirlerinden dirildikleri günde, onların efendisi benim! Sırattan ilk geçecek olanları da benim. Onlar ümîdsizliğe düştükleri zaman, müjde-leyicileri benim. Secdeye vardıklarında önlerinde yine ben olacağım... Rab Teâlâ hazretlerine en yakın olanları da şüphesiz benim! Bu itibârla  o gün konuşan, şefaat eden, şefaati kabul edilen, Rabbim'den dilekte bulunan ve dileği yerine getirilen de ben olacağını!"

Dârimî, TirmizîEbû Ya'lâBeyhekî ve Ebû Nuaym, Enes'ten riva­yetle Peygamber'in (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurduğunu naklederler: "Öldükten sonra dirilme gününde kabrinden ilk kalkan, mahşer yerinde toplanır­ken önde giden, herkesin sustuğu sırada konuşan, Mevkıf ta bekletil­dikleri zaman cümle mahşer halkına şefaatçi, ümidsizliğe düştükleri sırada kendilerine müjdeci olan, kerem ve şeref sancağım elinde tutan, cennetin anahtarları kendisinde bulunan hep ben olacağınıÂdem oğul­larimn Allah indinde en keremli ve şerefli olanı benim! Ben bunu asla övünmek için söylemiyorum! (Sâdece Rabbim'in bana olan lütuf ve nimetlerini duyurmak için söylüyorum!) Ben, cennete girdikten sonra da etrafımda bin hizmetçi dolaşır."[229]

 

27-5 Peygamberimizin Bir Özelliği de, Makam-ı Mahmud'un Kendisine verilmiş Olması, Livaü'l-Hamd'in O'nun Elinde Olması ve Âdem'den İtibaren Herkesin O Sancağınaltında Bulunacak Olmasıdır

Sevgili Peygamberimiz'in bu özellikleri yanı sıra, şu özellikleri de vardır: O gün, Peygamberlerin imâmı dahi O'dur, hatipleri, önderleri, şefaatçileri, ilk şefaat edenleri, Allah'a ilk nazar edenleri, secde etmeye ilk izin verilenleri, secdeden ilk başim kaldıranları da hep O'dur. Keza O'nun bir büyük özelliği de, diğer Peygamberlere, Peygamberlik vazifelerini nasıl tebliğ ettikleri sorulacağı ve buna dâir şâhid isteneceği halde, O'nun Peygamberliğini tebliğ ettiğine daîr şahit istenmeyecektir.

Şüphesiz O'nun bir büyük özelliği de, Şefâat-i Uzmâ'nın kendisine ^verilmiş olmasıdır ki, kıyamet günü, mahşer yerinde bekletilen halk, bütün Peygamberlerden, haklarında hüküm verilmesinin başlaması için şefaat taleb edecekler, onlar ise hep bundan kaçınacaklardır. Sıra Pey-gamberimiz'e gelecek ve bu hususta ancak O şefaat edecektir, İşte O'nun bu şefaati, şefaat-i uzma'sı olacaktır ve O'nun bu şefaati bütün mahşer halkına (kâfirine, mü'ıninine...) şâmil bulunacaktır." [230]

O'nun orada diğer şefaatleri de olacaktır. Burada sırasiyle bunları da zikredelim. Şöyle ki:

Peygamberimiz (sallallahü aleyhi ve sellem), Şefaat-i Uzmâ'sından sonra, ikinci olarak, bâzı mü'ıninlerin hiç hesaba çekilmeden doğruca cennete gitmeleri hak­kında şefaat edecektir. Onlar da doğruca cennete gideceklerdir. Sonra; kendileri ehl-i tevhîd ve ehl-i îmândan oldukları halde bâzı günahlarla geldikleri için cehennem azabim hakedenlerin, cehenneme girmeden cennete gönderilmeleri hakkında şefaat edecek, O'nun bu şefaati de kabul edilecektir. Sonra, cennet ehlinin derecelerinin yükseltilmesi hakkında şefaat edecektir ve onların dereceleri, bu şefaat sayesinde yükseltilecektir." [231]

Yine Efendimiz'in bir özelliği olarak, ebediyen cehennemde kala­cak olan kâfirlerin azabimn hafiflemesi şeklinde de O'nun şefaati ola­caktır. Keza müşriklerin sabî iken ölmüş bulunan çocukları hakkında da şefaat edeceğine daîr rivayet bulunmaktadır.

Yüce Allah, Kerîm Kitabında buyurur ki: "...Habibîm, böylece Rabbin seni, övülmüş bir makama ulaştırır." [232]

İmâm-ı Ahmed, Ebû Hüreyre'den şöyle rivayet eder: Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem), bir hadislerinde de şöyle buyurmuştur: "Ben, şüphesiz kıyamet günü insanların efendisiyim! Fakat bunun hikmetini sizler biliyor mu­sunuz?" Bunun tecellîsi şöyle olacaktır:

"Yüce Allah, bütün insanları (evvelkileri ve sonrakileri), kıyamet günü bir sahrada (mahşer yerinde) toplayacaktır. O gün Güneş, son de­rece yaklaşıp insanları hararet ve ter içinde bırakacaktır. Bu sebeple insanlar, tahammüllerinin üstünde bir sıkıntı ve şiddete mâruz kala­caktır, insanlardan bâzıları diyeceklerdir ki: "Şu içinde bulunduğunuz hâli görüp dururken, buna bir çâre aramıyacak mısınız? Bizlere kim şe­faat edecek acaba? Bunu arayıp sormayacak mısınız?" İşte bâzılarimn bu sözü üzerine, bâzıları da: "O halde atamız Âdem'e gidip, ondan şefa­atçi olmasını rica edelim!" diyecekler. Bu suretle Âdem'e gidecekler ve diyecekler ki:

"Ey Âdem, sen bütün beşerin babasının! Allah, seni eliyle yaratmış ve ruhundan sana üflemiş, meleklerini de sana secde ettirmiştir. Sen Allah'ın bunca lütfuna mazhar olmuş bir büyüğümüz olarak, bizını hakkımızda Allah'a şefaatçi oluver! îçinde bulunduğumuz hâli ve ne duruma geldiğimizi görüyorsun..."

Âdem'in onlara vereceği cevap ise şöyle olacaktır: "Bugün Rabbi-miz, şimdiye kadar gadaplanmadığı derecede gadaplı bulunuyor! Halbuki benim O'na karşı bâzı kusurlarım olmuştur. O beni, cennetteki o ağaçtan yememem hakkında uyarmışken, ben yiyip hata işledim. Bu sebeple bugün, kendimden başkasını düşünecek halde değilim... En iyisi sizler, bir başkasına, meselâ beşerin ikinci atası durumunda bulunan Nuh'a gidiniz!"

Bunun üzerine onlar da Nuh'a gidecekler ve ona:

"Ey Nûh, sen, resullerin ilkisin! Allah sana: "Çokça şükreden ku­lum!" demiştir. Sen, bizim hakkımızda Rabbimiz'e şefaatçi oluver! içinde bulunduğumuz sıkıntıyı görüyor, biliyorsun!" diyecekler. Nuh'un onlara vereceği cevâb ise şöyle olacakür: "Rabbim bugün son derece gadaphdır. Ben vaktiyle kavmim için beddua etmiştim... Bu küsurumu hatırlayıp, burada sâdece kendimi düşünebilmekteyim... Sizler en iyisi bir başka­sına, İbrâhim'e gidiniz... Belki o size şefaatçi oluverir."

Nuh'tan bu cevâbı alınca, doğruca İbrâhim'e gidecekler ve diye­cekler ki: "Ey îbrâhîm, sen, hem Allah'ın nebisi, hem de halîli bulunu­yorsun. .. içinde bulunduğumuz durumu ve ne hâle geldiğimizi görmüyor musun? Bizını hakkımızda Rabbimiz'e şefaatçi oluver." îbrâhîm de onlara şu cevabı verecektir: "Rabbim bu gün son derece gadablıdırî Benim de Rabbim indinde bâzı kusurlarım olmuştur. [233] Bugün ben dahî, kendimden başkasını düşünebilecek, mahşer halkına şefaat edebilecek durumda değilim... Siz, en iyisi bir başkasına, Mûsa'ya gidiniz! Belki o sizin için şefaatçi oluverir."

Onlar bunun üzerine Mûsa'ya gidecek ve ona diyecekler ki: "Ey Mûsâ şüphesiz sen Allah'ın resulüsün! Allah seni risâleti ve kelâmı ile seçip şereflendirmiş tir. Sen olsun bizını hakkımızda Rabbimiz'e şefaatçi ol; içinde bulunduğumuz hâli görmüyor musun?" O da kendilerine şu karşılığı verecektir: "Bugün Rabbim, misli görülmemiş ve görülmeyecek derecede gadablı bulunuyor. Ben vaktiyle, emrolunmadığım halde bir nefsi öldürmek durumunda kalmıştım. Bu yüzden bugün kendimden başkasını düşünecek ve başkalarına şefaat edecek durumda değilim... En iyisi siz bir başkasına, Îsâ'ya gidiniz. Belki o size şefaatçi olabilir. [234]

Mahşer halkim temsîlen bir şefaatçi bulmak için çabalayan bu in­sanlar, Mûsa'dan da bu cevâbı alınca doğruca Îsâ'ya giderler ve ona derler ki: "Ey Îsâ, bildiğimiz kadarıyla sen Allah'ın Resulü ve Meryem'e ilkâ buyurduğu kelimesi ve ruhusun! Daha beşikte iken insanlarla ko­nuştun... Bizını hakkımızda Rabbimiz'e şefaatçi ol! îçinde bulunduğu­muz hâli ve bize ulaşan sıkıntı ve şiddeti görmüyor musun?"

Îsâ'nın onlara vereceği cevâb da şu olacaktır: "Bugün Rabbim, öy­lesine gadab etmiş bulunuyor ki, bu derece şimdiye kadar hiç gadab et­memişti, şimdiden sonra da etmez! Ben, Rabbim'in bu derece gadablı olduğu bir günde, kalkıp O'na kulları hakkında şefaatçi olamam! Siz, en iyisi bir başkasına, Muhammed'e gidiniz! Umarım ki sizin hakkınızda O şefaatçi olur."

İşte onlar, bunun üzerine bana gelirler ve derler ki: "Ey Muham-med, şüphesiz sen Allah'ın resulü, Peygamberlerin en sonuncususun! Allah senin gelmişini ve geçmişini affetmiştir. Bugün bizler için Rabbi-miz indinde şefaatçi olmanı istiyoruz! Bize ulaşan şiddeti ve içinde bu­lunduğumuz hâli görmüyor musun?" Ben de onların bu mürâcatları üzerine yerimden kalkar, Arş'ın altına varır, derhal secdeye kapanırım! Secdedeyken, Rabbim'in bana olan ilhamına ve feyzine göre O'na hamd ü senalarda bulunurum.... Öylesine güzel ve müstesna bir şekilde hamd ü sena ederim ki, böylesi bundan önce hiçbir kimseye nasîb olmamıştır. Ben, bu şekilde hamd ü senaya devam ederken Rabbim bana seslenir ve derki:

"Ey Muhammed! Başim secdeden kaldır ve iste! Bugün senin iste-' diklerin verilecek; şefaatte bulun, şefaatin kabul edilecek." Ben de başı­mı secdeden kaldırıp Rabbim'den ümmetimi ister, "Rabbim, ümmetim, ümmetim! Ey Rabbim, ümmetim, ümmetim! Ey Rabbim, ümmetim, ümmetim" diyerek inlerim. Bunun üzerine bana: "Ey Muhammed, üm­metinden hesaba çekilmeyecek olanları al cennete götür!" diye nida olu­nur. Ben de onları alıp cennete götürürüm. Onların, istedikleri cennet kapısından cennete girme hakları bulunduğu halde, sağdaki cennet ka­pısından girmeleri emredilir. Onlar da oradan cennete girerler."

"Ben, varlığım kendi elinde bulunan Rabbim'e yemin ederim ki, cennet kapılarından birinde bulunan iki kanadın büyüklüğü, Mekke'den Hecer arası kadar vardır."

(Buhâri ile Müslim'in rivayet ettikleri uzun şefaat hadîsi de, bu­raya kadar olan kısmın sonrasına âit şu bilgiyi içermektedir.)

"...Şefaatimin kabul edildiği bildirildikten sonra, başımı secdeden kaldırırım. Bana, ümmetimden muayyen bir kısmim cennete götürmem emredilir. Ben de onları cennete sevkederim... Sonra ikinci defa, secde ettiğim makama gelip Rabbim'e dua ve niyazda bulunurum. Rabbim, benim secdede kalmama izin verdiği kadar secdede kalırım. Sonra bana buyurur ki: "Muhammed, başim secdeden kaldır! Söyle, dediğin yerine getirilecek, iste, istediğin verilecek; şefaat et, şefaatin kabul olunacak­tır." Ben derhal başımı secdeden kaldırıp O'nun bana öğrettiği şekilde O'na hamd ü senada bulunur, sonra şefaat ederim. Bana yine, ümme­timden muayyen sayıda bir topluluğu cennete sevketmem için izin veri­lir. Ben de onları cennete sevkederim. Sonra o makamıma üçüncü defa gelir secdeye kapanırım. Rabbimin izin verdiği kadar secdede kalır, O'na hamd ü senada bulunurum. Sonra bana denilir ki: "Muhammed, başim kaldır ve söyle! Söylediğin yerine getirilecek, iste, estediğin verilecek, şefaat et, şefaatin kabul olunacaktır. Ben de derhal başımı kaldırıp şefaat ederim. Bana yine ümmetimden belli sayıda bir topluluk gösteri­lip onları cennete sevkeder, tekrar makamıma gelir, dördüncü defa şefaatte bulunurum. Sonra da derim ki: "Ey Rabbim, geride artık sâdece Kur'ân'ın hapsedip alakoydukları kalmıştır."

Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem), bu hususta ayrıca buyurmuşlardır ki: "Lâ ilahe illallah!" deyip de kalbinde arpa dânesi kadar bir iyilik bulunan kimse, mutlaka cehennemden çıkarılır! Bundan sonra da, "lâ ilahe illallah!" deyip de kalbinde buğday danesi kadar hayır bulunan kimse, cehen­nemden çıkarılır. Bundan sonra da, "la ilahe illallah" demiş ve kalbinde zerre kadar bir iyilik bulundurmuş bulunan kimseler cehennemden çı­karılır." [235]

İmâm-ı Ahmed, Enes'ten sahih senedle rivayet eder. İşte onun rivayet ettiği bu şefaat hadisinin sonunda da şöyle denilmektedir:

"...Bu sırada Yüce Allah Cebrâîl'e vahyeder ve der ki: "Muham-med'e git ve O'na de ki: "Başim secdeden kaldır, iste, istediğin verilecek! Şefaat et, şefaatin kabul edilecek." Ben de bunun üzerine şefaatte bulu­nacağım, her doksan dokuz kişiden biri hakkında şefaat edeceğim... Tekrar tekrar şefaatte bulunacağım... O kadar ümmetim hakkında şefaatte bulunacağım ki, nihayet sonunda bana, Rabbim tarafından şöyle denilecektir:

"Ey Muhammed, ümmetinden her kim, günün birinde "lâ ilahe il­lallah!" demiş ve bu itikad üzere ölmüşse, onları cennete götür."

Yine Ahmed veEbû Ya'lâîbniAbbas'tan rivayet ederler. Onların bu rivayetinde de, yukarıda gördüğümüz uzun şefaat hadîsi anlatılmakla beraber, farklı olarak bunun baş tarafında şöyle denilmektedir: "Her bir Peygamberin, mutlaka kabul edilecek bir duası vardır. Benden önceki Peygamberler, bu dualarim dünyâda iken yapıp geçmişlerdir. Ben ise duamı âhirette ümmetime şefaat etmek üzere saklamış bulunuyorum." [236]

Buhârî'nin de tek başına İbn-i Abbâs'tan şöyle bir rivayeti var: "Kı­yamet günü insanlar diz çöküp otururlar. Her ümmet, kendi peygambe­rine tabî olur. Buna rağmen her bir nebiden şefaat umarak: "Bize şefaat et, bize şefaat et!" diyerek yalvarırlar. Nihayet onların mürâcatları Peygamber'de (sallallahü aleyhi ve sellem) son bulur. Peygamber Efendimiz de hepsine şâmil olmak üzere şefaat eder. İşte bu, İlgili âyette belirtilen Makâm-ı Mahmûd'a Peygamber Efendimiz'in gönderilmesidir."

Bezzâr ve Beyhekî Huzeyfe'den rivayet ederler. O şöyle demiştir:'Yüce Allah, insanları mahşer yerinde toplar. Orada hiçbir kimse konu­şamaz, îlk çağrılan da Peygamberimiz olur. Peygamberimiz de derhal: "Buyur Rabbim! Emrin başım-gözüm üzerine! Bütün iyilik senin elin­dedir, şer ise sana değildir. Hidâyete eren senin hidayette kıldığındır, tşte kulun, senin huzûrundadır! Ancak sana sığınmış, sana dayanmıştır. Kulun biliyor ve inanıyor ki, senin azabından kurtulmak için, sana sı­ğınmaktan başka hiçbir çâre de yoktur! Ey Rabbim, ne büyük, ne yüce­sin! Ben seni her nevî kusur ve eksikliklerden tehzîh ederim! Beyt'in sahibi de ancak Sensin!"

Peygamberimizİşte bu şekilde (ve yüce Allah'ın kendisine ilham ettiği veçhile) Allah'a hamd ü senalarda bulunur. Bu sırada da şefaat etmesi için kendisine izin verilir. Bu da, ilgili âyetin haber verdiği veç­hile, Rabbinin O'na va'dettiği Makâm-ı Mahmûd'dur.

İbn-i Ebî Asını'ın Enes'ten rivayet ettiği bir hadiste de şöyle buyu-rulmuştur: "Ben, ümmetim hakkında tekrar tekrar şefaat ederim. Rab­bim de her defasında şefaatimi kabul buyurur. En sonunda ben derim ki: "Ey Rabbim, beni "lâ îlâhe illallah!" diyenler hakkında da şefaatçi kıl!" Rabbim bana der ki:

"Bu ne sana, ne de başkalarına ait değil! İzzetim, celâlim ve rah­metim hakkı için, inanarak: "Lâ ilahe illallah!" demiş hiç bir kulumu, cehennemde bırakmayacağım!" [237]

AhmedTaberaniBezzar, Mûaz bin Cebel ile Ebû Mûsa'dan şöyle rivayet ederler: "Rabbim beni, ümmetimin yarısını cennete koymak ile, onlar hakkında şefaatte bulunmam arasında muhayyer bıraktı. Ben de ümmetim için şefaatçi olmayı seçtim. Bildim ki, benim onlar için şefaatçi olmam, onlar için daha geniş ve daha hayırlı olacaktır. Benim bu şefaatim, ümmetimden hiç bir şeyi Allah'a şirk koşmaksızın ölmüş bu­lunanların hepsini içine alacaktır."

(Taberânî'nin Ebû Hüreyre'den, Ebû Ya'lâ'nın Avf bin Mâük'ten, Ahmed ile İbn-i Ebî Şeybe ve Taberânî'nin Ebû Mûsa el-Eşari'den nak­lettikleri rivayetler de, aşağı yukarı bu mealdedir.)

Müslim İbn-i Ömer'den şöyle rivayet eder:Peygamber (s.a.u.), İbra­him (aleyhisselâm)'ın sözünü okudu: O diyordu ki: "Kim bana uyarsa bendendir. Kim bana karşı gelirse, o da senin rahmetine kalmıştır. Şüphesiz sen, bağışlayan ve esirgeyensin!" [238] Sonra Peygamberimiz Îsâ (aleyhisselâm)'ın ümmeti hakkındaki kavlini okudu: O da diyordu ki: "Eğer onlara azab edersen, onlar senin kullarındır. Eğer onları bağışlarsan, şüphesiz sen daima üstünsün! Hikmet sahibisin!" [239] Sonra mübarek ellerini semâya kaldırıp: "Ümmetim, ümmetim!" diyerek inledi ve ağlamaya başladı. Bu sırada Cenâb-ı Hakk, Cebrâîl'i gönderip: "Muhammed'e git, ümmeti hakkında kendisini razı edeceğimi kendisine bildir" buyurdu. Cebrâîl de gelip bunu Peygamberimiz'e tebliğ etti."[240]

Bezzar ve Taberânî de Ali'den şöyle rivayet etmişlerdir: Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) buyurdu: "Ben, ümmetim hakkında şefaat edeceğim, o kadar şefaat edeceğim ki, Rabbim bana: "Yâ Muhammed, artık razı oldun mu?" diye seslenecektir. Ben de diyeceğim ki: "Evet Rabbim, artık razı oldum!" [241]

İbn-i Ebî Şeybe, ve Ebâ Ya'lâ sahih bir senedle Enes'ten rivayet e-derler: Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu: "Ben, Rabbim'e niyaz edip in­sanların oyun yaşında iken vefat etmiş bulunan sabilerini bana bağışlamasını diledim. Rabbim de bunları bana bağışladı."

Allâme İbn-i Abdül-Berr der ki: Bu hadiste işaret edilenler, akıl ve buluğ çağına ermeden vefat eden çocuklardır. Bunların gerçekten işleri, oyun ve eğlence gibi olur. Çünkü henüz onların akılları ermemektedir.

Ahmedİbn-i Ebî ŞeybeHâkim ve Beyhekî Übeyy bin Ka'b'dan şöyle rivayet ederler: "Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) buyurdu: "Kıyamet günü, pey­gamberlerin imamı ve hatibi ben olacağını! Şefaat sahibi de ben olaca­ğım! Ben bunu, asla Övünmek için söylemiyorum!" [242]

Darimi, Tirmizi veEbû Nuaym îbniAbbas'tan şöyle rivayet ederler: "Peygamber Efendimiz'in ashabı oturdular, O'nu bekliyorlardı. Bu bek­leme sırasında kendi aralarında konuşmaya başladılar. Bazıları: "Hay­ret edilecek bir iş! Allah, yarattığı kullan arasında Halil (hâs dost) seçmiştir. İbrahim, Allah'ın Halilidir!" dedi. Bazıları da: "Bu senin de­diğin, Allah'ın Mûsâ ile konmasından daha mı hayret edilecek bir şeydir?" dedi. Bir diğeri de: "Allah, isa'yı da Rûhullah olarak seçmiştir" dedi. Bir başkası da: "Âdem de Safiyyullah'tır" diyerek konuştu, İşte bu sırada Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) geldi ve ashabına hitaben buyurdu ki: "Ben, sizlerin konuştuklarimzı duydum. Evet, adim andığimz Peygamberler dediğiniz gibidirler. Haberiniz olsun ki, ben de Allah'ın Habibi bulunu­yorum -ve bunu övünmek için söylemiyorum. Kıyamet günü, Livâül-Hamd'i ben taşıyacağım. Âdem ve diğerleri onun altında olacaklar, ilk şefaat edip şefaati kabul edilen de ben olacağım. Cennet kapısının kili­dini ilk açacak olan da benim. Allah onu bana açacak, ben de fakir mü'ıninler yanımda oldukları halde cennete gireceğim. Allah indinde, evvelkilerin ve sonrakilerin en şereflisi benim! Övünmek yok!"

Ebû Nuaym İbn-i Abbâs'tan rivayetle Peygamber'in (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurduğunu bildirir: "Ben, bütün ins ve cinne, beyaza siyaha peygam­ber olarak gönderildim! Diğer Peygamberlere yasak olan ganimetler, bana helal kılındı. Bütün yeryüzü bana mescid ve tâhur kılındı. Bir aylık mesafedeki düşmanlarımın kalblerine korku salındı. Bakara Sûresinin sonundaki âyetler bana, Arş'ın hazinelerinden verildi ve yalnız bana verildi. Aynı zamanda bana, Tevrat yerine yedi uzun sûre, incil yerine âyet sayıları yüz civarında bulunan sûreler, Zebur yerine de Hâmîm Sûreleri verildi. Ayrıca Mufassal Sûrelerle de seçkin kılındım."

"Dünyada ve âhirette Âdem oğullarimn efendisi benim, övünmek yok! Kabrinden ilk kalkan Peygamber ben olacağını, ilk kalkan ümmet de benim ümmetim olacaktır. Övünmek yok! Livâü'l-Hamd benim elim­de bulunacak ve bütün Peygamberler de onun altında olacaktır, övün­mek yok! Cennetin anahtarları da benim elimde olacaktır! Şefaat de benimle başlıyacaktır, övünmek yok! Cennete ilk giren ben olacağını, ö-vünmek yok! Ben, en önde olacağını, ümmetim de arkamda bulunacak­tır."[243]

Peygamberimizin Bazı Özellikleri de Şunlardır

Peygamber'in (sallallahü aleyhi ve sellem) bazı özellikleri de şunlardır: O, sırattan ilk geçendir, cennetin kapısını ilk çalacak olan ve ona ilk girecek olandır. Kendisinden sonra cennete girecek olan ise, kızı Fatıma'dır. Fâtıma validemiz, her tarafim kuşatan nurlar içinde cennete giderken, mahşer halkına gözlerini yummaları söylenecek, o da böylece sırattan geçip cennete girecektir.

Buhârî ve Müslim Ebû Hüreyre'den naklederek, Peygamber'in (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurduğunu bildirirler: "Cehennem üzerine köprü kuru­lur, bu köprüden (sırattan) ilk geçen ben olurum!"

Müslim Enes'ten rivayet eder. O şöyle der: Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem), bir hadislerinde: "Cennetin kapısını ilk olarak ben çalacağım" buyurdu.

Yine Müslim Enes'ten rivayetle Peygamber'in (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle dediğini bildirmiştir: "Kıyamet günü ben, cennetin kapısına varıp açılmasını is­teyeceğim. Kapıdaki vazifeli melek: "Sen kimsin?" diyecek. Ben de:

"Muhammed'im" diyeceğim. Melek de: "Ben de zaten Senden başkasına kapıyı açmamakla emrolunmuştum" diyecektir." [244]

Beyhekî ve Ebû Nuaym'ın Enes'ten olan rivayetleri de şöyledir: Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) buyurdu: "Kıyamet günü, kabrinden ilk kalkan ben olacağını! Bana Livâü'l-Hamd adlı sancak verilecek, övünmek yok! O günün efendisi ben olacağını! Övünmek yok! Cennete ilk giren de ben o-lacağım, övünmek yok! Şükretmek var."

Taberânî'nin güzel bir senedle Ömer bin el-Hattab'dan rivayetine göre de Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: "Ben cennete girinceye kadar diğer Peygamberlere, benim ümmetim girinceye kadar da diğer ümmetlere cennete girmek yasaktır!"

(Yine Taberânîİbn-i Abbâs'tan da bunun bir benzerini rivayet et­miştir.)

Ebû Nuaym'ın Ebû Hüreyre'den rivayetine göre, Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) bir hadislerinde de şöyle buyurmuştur: "ilk cennete girecek olan benim, Övünmek yok! Cennette benim yanıma ilk gelecek olan da kızını Fatıma olacaktır. Onun bu ümmetteki yeri, Meryem'in İsrâ'il oğulları ümmetin-deki yeri gibidir."[245]

Peygamberimizin Bir Özelliği de, Kevser'ınve vesile'nin Kendisine verilmesidir. Keza Minberi Cennet Bahçelerinden Yüksek Bir Bahçede Olup, Ayakları da Ona Basamak Olacaktır. Kabriyle Minberi Arasında Bulunan Yer de Cennet Bahçelerinden Bir Bahçedir.

Yüce Allah, Kerim kitabında şöyle buyurur: "Biz sana Kevser'i verdik." [247]

Ebû Nuaym İbn-i Abbâs'tan rivayetle Peygamber'in (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurduğunu rivayet eder: "Bana bazı Özellikler verilmiştir. Ben bunları övünerek söylemiyorum! Benim gelmişim ve geçmişim bağışlanmıştır. Ümmetim, en hayırlı ümmet kılınmıştır. Bana Cevâmiü'l-Kelim veril­miştir. Düşmanlarıma korku salınarak bana yardım edilmiştir. Yeryüzünün tamamı benim için mescid ve tahûr kılınmıştır ve bana Kevser verilmiştir. Onun kâseleri, yıldızlar kadardır," [248]

Müslim İbn-i Ömer'den rivayet eder. O şöyle der: Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) buyurdu: "Müezzin ezan okurken, siz de onun dediklerini aynen deyiniz! Ezan bittikten sonra bana salât ü selâm getiriniz. Sonra benim için Al­lah'tan vesileyi isteyiniz. vesile, cennette bir mertebedir ve Allah'ın kullarından sadece birine layıktır. O kulun ben olacağımı umuyorum. Benim için vesileyi dua edip isteyene cennet helâl olur."

Darimi, "Sapık Cehmiye Mezhebini Red" diye isınılendirdiği kita­bında, Ubâde bin Sâmit'ten rivayetle Peygamber'in (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyur­duğunu rivayet eder: "Yüce Allah, kiyamet günü beni, Naim cennetinin en yüksek makamına yükseltecektir. Benim yukarımda, Arşı taşıyan meleklerden başka kimse olmayacaktır."

Beyhekî de Ümmü Belemeden rivayetle şu hadisi bildirir: "Minbe­rimin ayakları, yarın cennette makamımın merdiveni olacaktır."

(Hâkim de bunun bir benzerini Ebû Vâkıd el-Leysi'den rivayet et­miştir.)

İbn-i Sa'd da şu hadisi Ebû Hüreyre'den rivayet eder. Onun bu nakline göre Peygamber (s.a. v.) şöyle buyurmuştur: "Benim şu minberim, yarın cennette yüksek bahçelerden bir bahçe olacaktır."

Buhârî ile Müslim de ittifak halinde Ebû Hüreyre'den rivayetle Peygamber'in (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurduğunu bildirirler: "Evimle minberim arası, cennet bahçelerinden bir bahçedir!"

Peygamberimizin Özelliklerinden Bazılarıda Şunlardır:

Evet, Peygamber'in (sallallahü aleyhi ve sellem) özelliklerinden bazıları da şunlardır: O'nun ümmeti dünyada sonra gelip ahirette öne geçmiştir. Önce O'nun ümmetinin hükmü verilecektir. Ümmet-i Muhammed, Mevkıfta iken, yüksek bir yerde bekleyecektir. Oraya abdest azaları nur gibi parlar bir vaziyette gelecektir. Ummet-i Muhammed'in azabı dünyada iken verilip âhirete tertemiz geleceklerdir. Kalan azabları olmuşsa, onu da kabirde çekip âhirete öylece geleceklerdir. Onlar, kabirlerine günahla girerler, kabirlerinden günahsız olarak çıkarlar. Günahlarimn böylece bağışlan­masına, mümin kardeşlerinin istiğfarı da çok hayırlı bir vesile olmakta­dır. Onların kitapları sağından verilir, onlar mahşer yerine gelirken ve sırattan   geçerken,   sabi   çocukları   ve   nurları   önlerinde   giderler.

Sınıalarında yaptıkları secdelerin eseri görülür. Nurları, Peygamberle­rin nurları gibi çift olur. Sevabları mizanda çok ağır gelir. Onlar öyle bir ümmettir ki, hem kendi yaptıklarimn, hem de kendileri adına yapılan­ların sevabına nail olurlar. Diğer ümmetler ise böyle değildir."

Bu ümmetin nurlarimn önlerinde gideceği ve çift olacağı ve abdest azalarimn nur gibi parlayacağı hakkındaki hadis, Peygamber Efendi-miz'in adının Tevrat ve İncil'de geçtiğine dair olan bölümde anlatılmış­tır. Şimdi burada diğer hadisleri görelim:

İbn-i Mâce (daha doğrusu Buhârî ve Müslim), Ebû Hüreyre ve Hu-zeyfe'den şöyle rivayet eder: Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) buyurdu:

"Biz, dünya ehli olarak sonra gelmişiz, fakat ahiret ehli olarak öne geçmişizdir! Bütün mahşer halkından önce, benim ümmetimin işi görü­lüp hükmü verilecektir."

Hâkim sahihtir kaydiyle Abdullah bin Selâm'dan nakleder. O şöyle der: "Kıyamet günü olduğu zaman, Yüce Allah kullarim ümmet ümmet ve Peygamber Peygamber sevkeder. Peygamberimiz ve onun ümmeti de tam merkezde yerlerini alırlar. Derken cehennem üzerine sırat kurulur. Biri nida eder ve: "Ahmed-i Muhammed \e O'nun ümmeti nerededir?" der. Peygamberimiz ve O'nun peşi sıra ümmeti kalkar, iyisi ve kötüsü hep O'nu takib ederler. Derken sırat üzerine gelirler, tşte bu sırada O'nun düşmanlarimn gözleri Allah tarafından görmez olur. Sıratın sa­ğından ve solundan aşağıya, yani cehenneme düşerler. Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) ve O'nun ümmetinden iyiler kurtulurlar. Melekler de O'nunla beraber giderler ve adım adım O'nu ve ümmetini cennetteki yerlerine götürürler. Sonra nida eden: "Îsâ ve O'nun ümmeti nerededir?" diye on­ları çağırır." [249]

İbn-i Cerir ve İbn-i Merdûye Câbir bin Abdullah'tan rivayet ederler. O şöyle demiştir: Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) buyurdu: "Ben ve ümmetim kıyamet günü, yüksek bir tepenin üzerinde bulunacağız. Diğer mahşer halkı bizden aşağıda bulunacaklar ve bizden olmayı çok arzu edecekler. Kavmi tarafından yalanlanmış bulunan her bir Peygambere de biz mahşerde şahidlik yapacağız. "Evet, Rabbimiz, o senin risaletini kavmine tebliğ etti" diyeceğiz."

Ahmed Ka'b bin Malik'ten nakleder. O şöyle demiştir: Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) buyurdu: "însanlar mahşer yerine toplandıkları zaman, ben ve ümmetim yüksek bir yerde bulunuruz. Sonra Rabbimin emriyle ben, yeşil bir hülle giyerim. Sonra bana izin verilir. Ben de Allanın bana ilham ettiği ve hakkımda dilediği şekilde O'na hamd ü senada bulunu­rum ve şefaat ederim, İşte bu, bana verilen Makâm-ı Mahmûd'tur."

Buhârî ve Müslim Ebû Hüreyre'den rivayet ederler. O şöyle demiş­tin: Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) bir hadisinde şöyle buyurdular: "Kıyamet günü benim ümmetim, bütün abdest azaları nur gibi parlar bir vaziyette davet olunacaktır."

Ayrıca Müslim Kuzeyfe'den rivayetle şu hadisi bildirir: "Benim havzını, Aden ile Eyle arasından daha uzundur. Ümmetimden olma­yanları orada rahatlıkla ayırırım." Ashab sordu: "Ey Allah'ın Resulü, sen bizi orada nasıl tanıyacaksın?" Resûlüllah cavap verdi: "Havzmın ba­şında durup develerini sulayan bir adam, yabancı develeri nasıl tanıyıp ayırırsa, öylece tanır ve ayırırım. Hem orada sizlerin abdest azaları nur gibi parlayacağı için, bu gayet kolay olacaktır."

Ahmed ve Bezzâr Ebûd-Derdâ'dan rivayet ederler. O şöyle der: Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) buyurdu: "Kıyamet günü, şefaatte bulunması için secde etmesine ilk izin verilecek olan, şefaati kabul edilip başim secde­den ilk kaldıracak olan şüphesiz benim! Baktığımda, ümmetimi de diğer ümmetler arasında tanırım. Kimi ön tarafımda, kimi arkamda, kimi \sağımda, kimileri de solumda yer almış olarak onları görürüm." Bu sı­rada biri: "Ümmetini nasıl tanırsın, ey Allah'ın Resulü?" diye sordu. Resûlüllah da şu cevabı verdi: "Onların abdest azaları nur gibi parlak olacaktır! Bu alamet diğer ümmetlerde bulunmayacaktır. Aynı zamanda kitapları (amel defterleri) de sağ ellerinde olacak, sabi iken ölmüş ço­cukları ve nurları da önlerinde bulunacaktır."

(Yine Ahmed, sahih bir senedle Ebû Zerr'den de bu mealde bir ha­dis rivayet eder. Onun bu rivayetinin sonunda ise, sâdece, "nurları da önlerinde bulunacaktır" buyurulmuştur.)

Taberânî'nin el-Evsat'ında Enes'ten rivayeti ise şöyledir: Peygam­ber (sallallahü aleyhi ve sellem) buyurdu: "Benim ümmetim, ümmet-i merhumedir! Hepsine merhamet olunmuştur. Bunun için, ümmetim kabrine günahıyla girer, fakat günahlarından temizlenmiş olarak kabrinden çıkar! Mü'ınin kar­deşlerinin kendileri hakkındaki istiğfarları sebebiyle, bu günahlarından temizlenmiş olurlar." [250]

Ahmed'in Âişe tarikiyle rivayet ettiği hadisde ise şöyle buyurul-maktadır: "Kıyamet günü hesaba çekilen müslüman, bağışlanmış olur. Zira müslümanlardan her biri, amelinin karşılığim (cezasını) kabrinde görmüş olur."

Hâkimi Tirmizi de bu konuda şu açıklamayı yapar: "Mü'ınin'in kabrinde hesaba çekilmesi, yarın ahiretteki mevkıfta fazla sıkıntı çek­memesi içindir. Kabrinde azâb görmesi de, günahlarından temizlenmiş olarak kabrinden çıkması içindir."

Taberânî, sahihtir kaydıyla Hakim, Abdullah bin Yezid'den şu ri­vayeti naklederler: O şöyle demiştir: Ben Resûlüllah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem): "Bu üm­metin azabı, dünyadadır" buyurduğunu işittim."

İbn-i Mâce ve Beyhekî Enes'ten rivayet ederler. O şöyle demiştir: Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) buyurdu: "Şu ümmet, merhamet olunmuş bir üm­mettir. Onun azabı, kendi dindendir. Kıyamet günü olunca, müslü-manlardan her bir adamın yerine müşriklerden biri cehenneme gönderilir ve o müslümana: "İşte senin yerine cehenneme giren adam budur!" denilir."

El-Esbehani'nin Leys'ten rivayeti de şöyledir: "Îsâ bin Meryem, bir konuşması sırasında demiştir ki: "Ümmet-i Muhammed, Mizanda sevabı en ağır gelecek olan ümmettir! Zira onların dilleri, müslümanlığın en büyük alâmeti ve esası bulunan lâ ilahe illallah kelime-i tevhidini çokça söylemeye, çok müsait bulunmuştur. Bu sayede, kendinden önceki üm­metlerden daha fazla sevap kazanmışlardır."

İbn-i Ebî Hatimİkrime'den nakleder. O şöyle der: "Yüce Allah'ın kitabındaki: "insan için ancak çalışıp kazandığı vardır!" [251] anlamına gelen âyeti; İbrâhim'in suhufunda ve Mûsa'nın suhufunda böyle oldu­ğunu bildirir. Bu ümmette ise, kişi hem çalışıp kendisinin kazandığimn mükafatim, hem de kendisi için başkaları tarafıdan yapılanların müka­fatim görecektir." [252]

Peygamberimizin Bir Özelliği de, Ümmetinin; Herkesten Önce Cennete Girecek, Günahlarimn Bağışlanacak ve Kabirlerinden İlk Kalkacak Ümmet Olmasıdır

Birinci ve üçüncü hususlarla ilgili hadisler, az önce geçmiş bulun­maktadır, ikinci hususla ilgili hadis ise, İsrâ ve Mirâc bölümünde İbn-i Mes'ud hadisi olarak geçmiştir.[253]

Peygamberimizin Bir Özelliği de, Ümmetinden Yetmiş bin Kişinin Hesaba Çekilmeksizin Cennete Gidecek Olmasıdır

Şeyh îzzüddîn bin Abdüsselâm der ki: "Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) Efendi-mîz'in kendisine verilmiş bulunan büyük özelliklerden biri de, O'nun ümmetinden yetmiş bin kişilik bir cemâatin, hiç hesaba çekilmeksizin doğruca cennete girecek olmasıdır. Bu, başka Peygamberlerden herhan­gi birisi için sabit değildir."

Buharî ve Müslimİbn-i Abbâs'tan rivayet eder. O şöyle der: Pey­gamber (sallallahü aleyhi ve sellem) birgün bizını yanımıza geldi ve bize şunu haber verdi: "Bana, ümmetler arz olundu. Bir Peygamber arz edildi (gösterildi) ya-' nmda ümmeti olarak bir kişi vardı. Diğer bir Peygamberin de ümmeti iki kişiydi. Öyle Peygamber gördüm ki, hiç ümmeti yoktu... (Zira peygam­berliğini tebliğ ettiği kavimden hiç kimse ona inanmamıştı...) Yine bir Peygamber gösterildi, yanında on kadar ümmeti vardı.... Derken, üm­meti çok kalabalık olan bir Peygamber, yanımdan geçirildi. Baktım, çok sayıda bir ümmet ve ben onlann, benim ümmetim olmasını arzu ettim... Bana denildi ki: "Bu, Mûsa ve onun ümmetidir." Sonra bana, "bak" diye emredildi. Baktım, o kadar kalabalık bir ümmet gördüm ki, bütün ufku kaplamıştı... Bana yine: "Şu tarafa, bu tarafa da bak" diye emredildi. Baktığımda, gerçekten her tarafı kaplamış bir kalabalık gördüm. Sonra bana yine denildi ki: "Bu gördüğün büyük topluluk, senin ümmetindir! Onlara ilâveten yetmiş bin kişilik bir topluluk daha vardır. Hiç hesaba çekilmeden cennete gireceklerdir." [254]

Tirmizî'nin hasendir kaydiyle Ebû Ümâme'den rivayet ettiği hadîs ise, şu anlamdadır: "Rabbim bana, ümmetimden yetmiş bin kişilik bir cemâati hiç hesaba çekmeksizin cennete göndereceğini va'd buyurdu. Onlara, bir azâb dahî yoktur. Onlardan her birinin arkasında da, yetmiş bin kişilik bir topluluk daha bulunacak ve bunlar da, hesâbsız ve azâbsız cennete gideceklerdir. Ayrıca Rabbim, üç büyük cemâati daha, kendisi cennete gönderecektir."

Taberânî ve Beyhekî Ömer bin Hazm'dan rivayet eder. O şöyle der: Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) buyurdu: "Rabbim bana, ümmetimden yetmiş bin kişilik bir cemâati, hesâbsız ve azâbsız cennete koyacağım va'd buyurdu. Ben bunun artırılmasını istedim. Rabbim de bu isteğimi kabul etti ve yetmiş binden her birinin arkasında bir yetmiş bin daha olmak üzere cennete gördermeyi kabul etti. Ben bunun üzerine: "Rabbim, benim ümmetimin sayısı bu kadar olacak mı?" dedim. Rabbim de: "Ben, senin için onları bu sayaya ikmal edeceğim" buyurdu.[255]

Peygamberimizin Bir Özelliği de, O’nun Ümmetini Yüce Allah'ın Adaletli Hakimler Makamında Kılmasıdır

Şeyh îzzüddtn bin Abdüsselâm der ki: "Peygamber'in (sallallahü aleyhi ve sellem) özel­liklerinden biri de, yüce Allah'ın O'nun ümmetini adaletli hâkimler ma­kamında kılması ve ümmetinin hesâb gününde, insanlar üzerinde şahitlik yaparak onlara gönderilen Peygamberlerin, teblîğ vazifelerini tastamam yaptıklarına dâir hüküm vermeleridir. Halbuki böyle bir ö-zellik, diğer Peygamberler de bile bulunmamaktadır."

Bilindiği gibi, Yüce Allah bir âyetinde şöyle buyurmaktadır: "Böy­lece sizi orta (adaletli) bir ümmet yaptık ki, insanlara şahit olasınız, Peygamber de size şahit olsun..." [256]

Buhârî, Tirmizİ ve Nesâî Ebû Saîd el-Hudrî'den rivayet eder. O şöyle demiştir: "Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) buyurdu: "Nûh (aleyhisselâm) kıyamet günü çağrılır ve: "Tebliğ ettin mi?" denilir, O da: "Evet" der. Ümmeti çağırılıp: "Nûh size tebliğ etti mi?" diye sorulur. Onlar da: "Bize kimse gelmedi, kimse birşey tebliğ etmedi!" derler. Bunun üzerine Nuh'a denilir ki: "Sana şahitlik yapacak var mı?" O da: "Bana, Muhammed ve O'nun ümmeti şahitlik yapacaktır!" der. İşte bu, yukarıda mealini gördüğümüz âyetin, haber verdiği şeydir. Siz de bunun üzerine çağırılır ve Nûh (aleyhisselâm)'ın, Allah'ın risâletini kavmine tebliğ ettiğine dâir şahitlik edersi­niz..."

Ahmed, Nesâî ve Beyhekî'nin Ebû Saîd el-Hudrî'den rivayetleri ise şöyledir: Peygamberimiz (sallallahü aleyhi ve sellem) buyurdu: "Kıyamet günü bir pey­gamber getirilir, yanında bir kişi bulunur. Peygamber gelir; yanında iki kişi bulunur. Bâzılarimn ise daha çok... O Peygamberlere: "Tebliğ ettin mi?" diye sorulur. Onlar da cevaplarında: "Evet" derler. Kavimleri çağ­rılıp sorulur: "Bu size tebliğ etti mi?" diye. Onlar: "Hayır tebliğ etmedi" derler. Peygamberlere: "Peki size şahitlik yapacak kimdir?" denilir. Onlar da: "Ümmet-i Muhammed" derler.   Bunun   üzerine Ümmet-i Muhammed çağırılır, onların tebliğ ettiklerine şahitlik ederler. Sonra onlara hitaben: "Siz, bu Peygamberin tebliğ ettiğini nereden bili­yorsunuz?" diye sorulur. Onlar da derler ki: "Bizim Peygamberimiz bize bir kitab getirdi. Bu kitab da sizlere, çeşitli âyetleriyle bu peygam­berlerin tebliğ ettiklerini haber verdi. Biz de hiç tereddüt etmeden bu kitâb'ın (Kur'ân'ın) bu haberini dahî aynen inanıp tasdik ettik." On­ların bu cevâbı üzerine de kendilerine denilir ki: "Evet, sizler ger­çekten doğru söylüyorsunuz!" İşte bu: "Böylece biz sizi bir orta ümmet kıldık" mealindeki âyet-i celîlenin haber verdiği hakikattir. Bu âyetin söylediği Ümmet-i Vasat'ın mânâsı da, adaletli, faziletli ümmet de­mektir."[257]

Peygamberimizin Bir Özelliği de, Ümmeti İçin Cehennem Ateşinin Ancak Hamam Harareti Kadar Olacağıdır

Evet, Peygamberimiz'in bir özelliği de, ümmeti için cehennem ate­şinin, ancak hamam harareti kadar olacağını bildirmiş olmasıdır. Ta-berânî, el-Evsat'ında Ebû Bekir'den rivayette Peygamber'in (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurduğunu bildirmektedir: "Cehennemin ümmetim üzerine olan harareti, ancak hamam harareti kadar olacaktır."

 ------------------------

[13] İsrâ' suresi, 88

[14] Hıcr suresi, 9

[15] Fussılet suresi, 41

[16] Fussılet suresi, 42

[17] Nahl suresi, 89

[18] Neml suresi, 76

[19] Kamer suresi, 17

[20] İsrâ' suresi, 106

[21] Furkan suresi, 32

[22] Furkan suresi, 33

[24] Maide suresi, 44

[25] Hicr suresi, 9

[34] Ahzab suresi, 40

[35] Maide suresi, 48

[36] Tevbe suresi, 33

[38] Bakara suresi, 106

[41] Sebe’ suresi, 28

[42] Furkan suresi, 1

[44] Enbiya suresi, 29

[45] Fetih suresi, 1-2

[46] İbrahim suresi, 4

[47] Sebe' suresi, 28

[51] Enbiya suresi, 107

[52] Enfa! suresi, 33

[54] Hicr suresi, 72

[57] Bakara suresi, 104

[59] A'raf suresi, 138

[60] Maide suresi, 112

[61] Nur suresi, 63

[72] A'raf suresi, 61

[73] A'raf suresi, 67

[74] Kâlem suresi, 1-2

[75] Necm suresi, 1-4

[76] Yasin suresi, 69

[83] İsrâ' suresi, 80

[84] Lokman suresi, 34

[88] İnşirah suresi, 1-4

[89] Fetih suresi, 1-2

[91] Bunu, İbn-i Ebî Hatim de rivayet etmiştir.

[97] Hicr suresi, 87

[101] Sâd suresi, 26

[102] Necm suresi, 3

[103] Şuara suresi, 21

[104] Enfal suresi, 3

[106] Mücadele suresi, 12

[107] Mücadele suresi, 13

[108] ve önceki âyetin sadaka hükmü bu âyetle neshedilmiştir

[109] Haşr suresi, 7

[110] Nisa suresi, 80

[111] Ahzab suresi, 21

[112] Mümtehine suresi, 4

[114] Maide suresi, 92

[115] Enfal suresi, 1

[116] Tevbe suresi, 71

[117] Hucurat suresi, 15

[118] Tevbe suresi, 1

[119] Tevbe suresi, 90

[120] Ahzab süresi,36

[121] Enfal suresi, 13

[122] Tevbe suresi, 63

[134] Ahzab suresi, 32

[135] Ahzab suresi, 30

[136] Ahzab suresi, 31

[139] Zümer suresi, 65

[140] İsrâ' suresi, 74

[141] İsrâ' suresi, 75

[159] Al-i İmran suresi, 39

[164] Hacc suresi, 78

[165] Bakara suresi, 143

[167] Kasas suresi, 46

[173] Bakara suresi, 183

[181] Bakara suresi, 238

[183] Al-i İmran suresi, 110

[184] Kamer suresi, 22

[185] Hacc suresi, 78

[190] Hacc suresi, 78

[191] Bakara suresi, 185

[192] Bakara suresi, 286

[193] A'raf suresi, 157

[194] Bakara suresi, 186

[195] Bakara suresi, 285

[196] Bakara suresi, 286. ayetinden

[199] Al-i İmran suresi, 135

[200] Nisa suresi, 110

[201] Bakara suresi, 222

[202] Bakara suresi, 223

[205] Bakara suresi,

[217] Fatır suresi, 32

[232] İsrâ' suresi, 79

[238] İbrahim suresi, 36

[239] Maide suresi, 118

[240] Bunu, İbn-i Ebî Hatim de rivayet etmiştir

[247] Kevser suresi, 1

[251] Necm suresi, 39

[256] Bakara suresi, 143


Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.

Benzer Yazılar

Yorumlar