EL-HASÂİSU'L-KÜBRÂ PEYGAMBER EFENDİMİZ VE MU'CİZELERİ 7
25
PEYGAMBERİMİZİN, DUALARININ KABUL EDİLMESİYLE İLGİLİ DAHA ÖNCE ZİKREDİLMEMİŞ
BAZI MUCİZELER
Peygamberimizin, Dualarının Kabul Edilmesiyle İlgili Daha Önce
Zikredilmemiş Bazı Mucizeler
Peygamber Efendimiz'in, bundan önce zikredilenlerden
başka, müteaddid defalar yağmur duaları kabul buyurulmuştur. Şimdi bunlardan bazılarim daha zikredelim:
İlk önce Buhârî ve Müslim'in Enes'ten rivayet ettiklerini zikredelim. Enes
diyor ki: "Resülüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) zamanında halka kıtlık ve kuraklık isabet
etti. Bir gün Efendimiz,
Cuma gününde minberde hutbesini okumakta iken bir
arabi geldi. Dedi ki: "Ey Allah'ın Resulü, mâl helak oldu, çoluk çocuk aç
kaldı. Bizını için dua buyurunuz!" Peygamber
Efendimiz de bunun üzerine hemen ellerini
kaldırıp dua buyurdu. Daha ellerini indirmemişti ki, dağ gibi bulutlar meydana
geldi. Sonra kendileri minberden inmeden de yağmur yağmaya başladı. Hatta
yağmur damlacıkları O minberde iken O'nun sakalim ıslatmaya başladı. O gün hep yağmur yağdı. Ertesi ve daha
ertesi günleri de yağmaya devam etti. Hatta ertesi cumaya kadar. Aynı Arabi
ertesi Cuma gelip: "Ey Allah'ın Resulü, akan seller binaları götürecek" dedi. Peygamberimiz de yine ellerini
kaldırarak: "Allah'ım, yağmurunu üzerimize değil,
etrafi-mıza yağdır!" diyerek duada bulundu. Bulutlar çekilmeye başladı. Çok
geçmeden Medine semaları pırıl pırıl idi. Buluttan eser kalmamıştı.
Fakat vadilerden bir ay sel suyu eksik olmadı. Etraftan gelenler de: "Böylesine bol yağmur görülmemiştir"
diyorlardı."
(Bu hadis'in,
Enes'ten çeşitli yollarla rivayetleri bulunmaktadır.)
Ebû Nuaym'ın rivayetine göre, Muavviz bin
Afra'nın kızı Rubeyyi' şöyle demiştir: "Biz, Peygamber'in (sallallahü aleyhi ve sellem) yanında idik ve sefer halinde bulunuyorduk.
İnsanlar, namaz vaktinin gelmesi sebebiyle abdest almaya muhtaç oldular. Fakat
su bulamadılar. Bunun üzerine Peygamber Efendimiz dua buyurdular da yağmur yağdı, insanlar da bundan
hem kendi ihtiyaçlarim
hem de hayvanlarimn ihtiyaçlarim karşıladılar."
Yine Ebû Nuaym'ın rivayetine göre, Âişe validemiz de şöyle demiştir: "insanlar, su sıkıntısı içinde olduklarim Hazret-i Peygamber'e haber verdiler. Peygamberimiz de namazgaha
çıkarak dua buyurdular. Dua ederken ellerini o kadar kaldırmıştı
ki, koltuk altimn beyazlığı görünüyordu. Allah, bir bulut meydana getirdi,
gök gürledi, şimşek çaktı, sonra yağmur yağdı. Akan seller Mescidin içinden bile geçiyordu. Bu
sırada da sevgili Peygamberimiz'in şöyle buyurdukları işitildi:
"Ben, bütün varlığımla şehadet ederim ki, yüce Allah
hiç şüphesiz her şeye kadirdir! Ben de, gerçekten O yüce
Allah'ın elçisi bulunmaktayım."
İbn-i Mâce, Beyhekî, Ka'b bin Mürre el-Behzi'den
rivayet ederler, O şöyle anlatıyor: "Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) Mudar kabilesine bedduada bulunmuş, onlar da bir büyük kıtlıkla karşı karşıya kalmışlardı. Bu sırada Ebû
Süfyan gelip: "Şu kuraklık ve kıtlıktan helak olan kavim, senin
kavmindir. Onlar için dua buyurmaz mısınız?" diyerek ricada bulundu. Peygamber Efendimiz de:
"Ey Allah'ım, bol ve bereketli, çok ve yeterli, faydalı ve âfetsiz yağmur ihsan eyle! Bu yağmurunu acilen ver yâ Rabb!" diyerek dua
buyurdular. Aradan bir cuma geçmişti, yağmurlar yağmaya başladı.
Ebû Süfyan Mudar kabilesine döndüğü zaman, onlar yağmurların çokluğundan şikayete başlamıştı bile. Tekrar
gelip Hazret-i
Peygam-ber'den yağmurların kesilmesi için, dua talebinde
bulundular. Peygamber Efendimiz de:
"Allah'ım, üzerimize değil, etrafımıza yağdır!" diyerek dua ettiler.
Bulutlar sağa-sola dağılmaya başladı
ve yağmur kesildi."[1]
Peygamberimizin, Kendi Ev Halkı İçin Duası
Buhârî ve Müslim, Ebû Hüreyre'den rivayet
ederler. Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: "Allah'ım, Al-i Muhammed'in rızkım, yetecek
kadar eyle!"
(Beyhekî bu konuda der ki: Gerçekten de Muhammed'in ev
halkı-mn rızkı, yaşamaya
yetecek kadar olmuştur ve onlar da buna sabır ve kanâat etmişlerdir." [2]
Yine Rızıkla İlgili Bir Bölüm
Beyhekî'nin İbn-i Mes'ûd'dan rivayetine göre, o şöyle demiştir:
Bir gün Peygamber'in (sallallahü aleyhi ve sellem) misafirleri vardı. Peygamberimiz hanımlarına haber
yolladı ve yenilecek bir şey olup olmadığim sordurdu. Hanımlarının her birinden gelen cevapta ise, yenilecek
bir şey olmadığı bildiriliyordu. Bunun üzerine Efendimiz,
misafirlerini düşünerek, "Allah'ım, Senin lütuf ve
ihsanından istiyorum! Lütfedecek olan ancak sensin!" di-yerek dua etti. Az
sonra kendisine birisi gelip, kızartılmış bir koyunu hediye olarak getirdiğini bildirdi. Efendimiz de bunu kabul etti ve: "İşte bu, Allah'ın lutfundandır. Biz de zaten O'nun
rahmetini bekliyorduk" buyurdu.
Yine Beyhekî, Vasile bin el-Eska'dan da bu
mealde bir hadîs rivayet etmiştir. Bu rivayette ise:
"Kızartılmış koyun ile birlikte bir miktar da ekmek
getirildi. Bundan ehl-i suffa yiyip karınlarim doyurdular. Efendimiz de bunun
üzerine: "Biz Allah'a lutfundan istemiştik. O da bize merhamet buyurup ta bu
nasibi gönderdi" denilmiştir." [3]
Peygamberimizin, Ömer (RADIYALLAHÜ ANH) İçin Duası
Taberânî'nin el-Evsafında ve Hâkim'in güzel bir senetle İbn-i Ömer'den rivayetleri var. O şöyle demiştir: Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem), Ömer müslüman olmak istediği zaman, onun kalbi
üzerine mübarek eliyle üç defa vurdu. Bu sırada Hazret-i Peygamber şöyle dua ediyordu: "Allah'ım, Ömer'in kalbinde düşmanlık olarak ne varsa hepsini çıkar! Onun bu
duygusunu, îmâna tebdil eyle!" [4]
Peygamberimizin, Ali (radıyallahü anh) İçin Duası
Beyhakî, Ebû Nuaym sahihtir kaydıyle Hâkim'in rivayetine göre, Ali (radıyallahü anh) şöyle demiştir: "Ben hasta olmuştum. Hazret-i Peygamber ziyaretime geldi. Bu sırada ben: "Ey
Allah'ım, eğer ecelim gelmişse,
bana merhamet eyle! Eğer gelmemişse, bana şifâ ve sabır ihsan eyle!" diyerek dua
ediyordum. Peygamberimiz ise:
"Allah'ım ona şifa ver, Allah'ım ona
afiyet ihsan eyle!" diyerek dua buyurdu. Sonra bana hitaben: "Haydi
kalk bakayım!" dedi. Ben de kalktım ve o acıyı şimdiye
kadar bir daha duymadım."
Sahihtir
kaydiyle Hâkim, Câbir'den rivayet edip o şöyle anlatıyor: "Ben, Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) ile birlikte bir kadımın
ziyaretine gitmiştim. Kadın bir kuzu kızarttırıp takdim
etti. Bu sırada Peygamberimiz: "Şimdi cennetliklerden
biri gelecek" dedi. Ebûbekir geldi. Sonra: "Cennetlik biri
gelecek" dedi, Ömer geldi. Sonra yine: "Şimdi cennetlik biri gelecek" dedi ve:
"Allah'ım eğer sen dilersen, bu
geleni Ali eylersin!" buyurdu. Az sonra da Ali içeri girdi..."[5]
Peygamberimizin Sa'd bin Ebû Vakkas Hakkındaki Duası
Beyhekî'nin Kays bin Ebâ Hâzını'den
naklettiğine göre, Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) Sa'd bin Ebû Vakkâs hakkındaki bir duasında:
"Allah'ım, Sa'd Sana dua ettiği zaman, onun duasını kabul buyur!"
demiştir."
(Bu rivayet, mürsel ve
hasendir... Suyûtî)
Tirmizl ve sahihtir
kaydiyle Hâkim, Kays bin Sa'd tarikiyle babası Sa'd'dan şöyle nakleder: Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) benim hakkımdaki bir duasında buyurdu ki: "Ey
Allah'ım, Sa'd kulun sana dua ettiği zaman onun duasını kabul buyur!" (Bu sebeble Sa'd, ne zaman bir
dua etse, duası kabul edilirdi.)
İbn-i Asâkir, Kays bin Ebû Hâzim tarikiyle Ebâ Bekir el-Sıddîk'ın şöyle dediğini nakleder: "Bir gün ben, Peygamber'in (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurduğunu işittim:
"Ey Allah'ım, kulun Sa'd'ın, attığı zaman okunu hedefine denk
getir, dua ettiği zaman duasını kabul buyur, kendisini sev ve
sevdir!" [6]
Buhârî, Müslim ve Beyhekî Abdiil-Melik bin Umeyr
tarikiyle Câbir bin Semüra'dan rivayet ederler. O şöyle anlatmıştır: "Sa'd Kûfe'de
vazifeli iken bazı kimseler kendisini halîfe Ömer'e şikayet ettiler. Bunun
üzerine Ömer durumu teftiş edecek me'ınûr gönderdi... Görevli me'ınûr Kûfe'ye gelip teftişe başladı. Yanına Sa'd'ı alarak Kûfe'deki mescidlerin
cemâatini teker teker dolaştı... Her bir cemâate
Sa'd hakkında ne diyeceklerini sordu. Hiçbir kimse hayır ve iyilikten başka bir şey söylemiyordu. Bu
şekilde teftiş bitmek üzereydi ki, bir mahalle mescidine daha uğradılar. Müfettiş burada
da aynen sordu. Herkes Sa'd için yine hayırdan başka bir şey söylemedi. Ancak içlerinden Ebû Sûde adındaki adam:
"Madem Allah adına yemin vererek ifâdemi istediniz. Ben de derim ki:
"Sa'd; malı müsavat üzere dağıtmaz, doğruluğu gözetmez; bilfiil savaşa katılmaz, hüküm verirken de adaletten ayrılır" diye konuştu... Sa'd bin Ebû Vakkâs da kendisini tutamayarak bu
adamın aleyhine beddua etti ve: "Allah'ım, bu adam eğer yalan söylüyorsa, ona uzun
Ömür vererek Ömrünün sonunda kendisini süründür! Fakirlik
ve sıkıntı içinde yaşat,
fitneye mâruz eyle!" dedi."
İbn-i Umeyr der ki: Ben, Ebû Sûde'nin
ihtiyarlık zamanım gördüm, ihtiyarlıktan kaşları
gözlerinin üzerine
dökülmüştü... Son derece fakr ü zaruret içinde olduğu belli idi. Yoldan geçerken kız çocuklarına takılır,
onlara göz atar dururdu.
Kendisine, "hâlin nasıl?" diyenlere de: "İşte görüyorsunuz, son derece ihtiyarlamış bir
adamım ve fitneye tutulmuş bir vaziyetteyim. Aslim sorarsanız ben, Sa'd bin Ebû Vakkâs'ın bedduasına
uğramış bir kişiyim"
diye cavap veriyordu."
İbn-i Asâkir Mus'ab bin Sa'd tarikiyle
şöyle rivayette bulunur: "Bir gün Sa'd, Kûfe'lilere hitâb ederken:
"Söyleyiniz, emîriniz olarak beni nasıl
buluyorsunuz?" diye sordu. Cemâatin içinden biri kalktı ve: "Sen,
benim bildiğime göre ve ben yanlış söylemiyorsam; idarende adaleti gözetmezsin, malı taksını edeken müsavatta bulunmazsın,
bilfiil savaşa da katılmazsın! İşte böyle bir adamsın!" dedi. Sa'd da şu
mukabelede bulundu: "Allah'ım, bu adam eğer yalan söylüyorsa, gözleri âmâ
olsun, tezinden kendisine fakirlik ver de sürünsün, ömrünü uzun et ki çeksin, fitneye mâruz kalsın!"
İşte bu aüamcağız, bu şekilde Sa'd'ın bedduasını aldı, Ömrü uzun oldu, gözleri kapandı. Fakirlikten dilenmeye başladı...
Muhtârü's-Sakafî denilen adamın çıkardığı fitne zamanına kadar yaşadı.
O yalancimn fitnesi sırasında öldürüldü."
Taberânî, Ebû Nuaym ve İbn-i Asâkir Kubeysa
bin Câber'den rivayet ederler: "Bir gün müslümanlardan biri, Sa'd bin Ebû
Vakkâs'ı hicvetti. (İyice yerdi ve bazı ayıplar sayıp döktü.) Bunun üzerine Sa'd da şöyle dedi: "Allah'ım, bu adamın dilini ve elini benden yana
tut! Bunu sana havale
ediyorum." Sonra bu adam, girdiği savaşta, elini de, dilini de
kaybetti. Ölünceye kadar da hiç konuşmadı."
İbn-i Ebîd-Dünyâ ve İbn-i Asâkir Abdurrahmân
bin Avfın âzadlısı Meynâ'dan şöyle rivayet ederler: Kadımın biri, ikide bir ve ansızın çıka-gelip Sa'd'ı rahatsız
ederdi. Sa'd da kendisini kovardı. Fakat o buna aldırmaz yine gelirdi. Bir gün
yine ansızın Sa'd'ın üzerine çıkagelmiş ve onu rahatsız
etmek istemişti. Artık iyice canı sıkılan Sa'd bu kadına beddua etmiş ve: "Yüzün eğrilip tersine dönsün, emi!" diye bağırmıştı. Kadımın az sonra yüzü tersine
donuverdi." [7]
Hâkim'in Sa'd'ın oğlu Kays'tan rivayeti de şöyledir: Bir gün adamın biri, Ali'ye (radıyallahü
anh) kalabalığın içinde sövüp
küfretti. Orada babam Sa'd da vardı. Bu
küfürbaz adama beddua edip: "Ey Allah'ım, şu
adam, Senin evliya kullarından birine alenen sövmektedir! Şu topluluk dağılmadan kudretinin ve adaletinin tecellîsini onlara göstermelisin! Ben, sana yalvarıp böyle olmasını istiyorum"
dedi. Allah'a yemîn ederim ki, daha biz oradan
ayrılmadan o adam, bindiği hayvanın ayakları yere batması neticesinde başı aşağı hayvanın üzerinden oradaki taşların
üzerine düştü. Beyni parça parça olarak oracıkta Öldü. [8]
Yine Hâkim, Sa'd'ın diğer oğlu Mus'ab'tan şöyle
rivayette bulunur; Bir gün adamın biri, babama karşı
haksızlık ederek, onun kendisi hakkında bedduada bulunmasına sebep olmuştu.
Babamın bedduası üzerine, adamın devesi gelerek kendisinin üzerine çöküp boğuverdi. Adam, bu suretle ölmüştü. Babam bu durumdan
çok müteessir olup bir daha hiçbir kimse için beddua etmiyeceğine dâir yemin etti."
(Yine Hâkim'in Saîd bin Müseyyeb'ten
rivayetine göre, bir gün Mervân bin Hakem devlete âit mallar üzerine konuşuyormuş. Bu sırada demiş ki: "Bu mal bize aittir, kime vermek istersek veririz!" Sa'd bunun üzerine
kızmış ve: "Dua
etmemi ister misiniz?" demiş.
Mervân derhal yerinden ayrılarak Sa'd'ın yanına gelmiş ve
onun boynuna sarılarak: "Vallahi kardeşim
bu mâl, Allah'a aittir! Sakın aleyhimize dua etme!" diyerek yalvarmıştır."
Beyhekî ve İbn-i Asâkir Abdurrahmân bin Lübeybe'nin oğlu Yahya'dan, o da babasından şöyle nakleder; "Bir gün
Sa'd bin Ebû Vak-kas şöyle dua etti: "Ey Allah'ım, Sana
malûmdur ki benim küçük yaşta çocuklarım vardır.
Bunlar baliğ olup
yetişinceye kadar bana ömür ver!" O, böyle dua ettikten sonra, tam yirmi
sene daha yaşadı."
Taberânî Amir bin Sa'd'dan rivayet
eder. O şöyle anlatır: "Sa'd, bir gün yola
giderken birinin Ali'ye sövmekte olduğunu gördü. Adam, aynı zamanda Talha ve Zübeyr'e de sövmekte idi. Sa'd, o adama yaklaştı ve dedi ki: "Öyle kişilere sövüyorsun ki, onlar Allah rızâsı için pek büyük işler
yapmışlar ve O'nun indinde yüksek dereceler kazanmışlardır. Şimdi sen, yâ böyle zâtlara sövmekten
vazgeçersin, yâ da ben senin içir-. beddua ederim!" Adam bunun üzerine
Sa'd'a şu karşılığı verdi: "Sanki sen bir
Peygambermişsin gibi insana korku vermek istiyorsun!
Ben senden korkmam!" Bunun üzerine Sa'd, hemen ellerini kaldırıp Allah'a
sığındı ve şu şekilde duada bulundu: "Ey Allah'ım, eğer bu kişi hakîkaten Senin
indinde benim dediğim gibi olan kimselere sövmekti ise, bu kulunu başkalarına ibret olacak şekilde
cezalandır!"
Sa'd'ın bu şekilde
dua etmesinden hemen sonra, ileriden bir azgın devenin gelmekte olduğu görüldü. Bu deve halkın arasından geçerek o adamın
yanına kadar geldi ve o adamı boğarak öldürdü. İşte
bu sırada, deve geçerken açılıp da ona yol veren ve neticeyi gözleriyle gören halk, bedduasını yaptıktan sonra yoluna devam etmekte olan Sa'd'ın
arkasından koşmaya ve ona:
"Ey Sa'd, görmek istemez misiniz, Allah duanı
kabul etti!" diye seslenmeye başladılar. Sa'd da bunu,
onlaıdan duymuş oldu."
(İşte bu olaydan sonra olacak ki, Sa'd, bir daha kimse
hakkında kötü dua etmeyeceğine dair yemîn etmişti.) [9]
Peygamberimizin, Malik bin Rabia İçin Duası
İbn-i Mende ve İbn-i Asâkir Yezîd bin Ebû Meryem
tarlkıyla onun babası Mâlik bin Rabia'dan rivayet eder. O şöyle der: "Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem), benim hakkımda hayır duada bulunup: "Ey
Allah'ım, bunun soyunu mübarek kıl!" buyurmuştu... Bunun bereketiyle benim de tam seksen erkek evlâdım
oldu." [10]
Peygamberimizin, Abdullah bin Utbe İçin Duası
Beyhekî, Abdullah bin Utbe'nin (ümmü veledi olan)
âzadlısından nakleder. O şöyle der: "Ben, efendim Abdullah'a, Peygamber Efendi-miz'den neyi hatırlıyorsun?" diye sordum. O da şunu anlattı: "Ben, beş veya
altı yaşlarında çocuktum. Peygamber Efendimiz beni kucağına o-turttu, benim ve çocuğum hakkında bereket duasında bulundu..." Onun
azatlısı der ki: Ben bu bereketin farkında idim, zira yaşımız
ilerlediği halde, ihtiyarlamıyorduk..."[11]
Peygamberimizin, Nabiğa İçin Duası
Beyhekî ve Ebû Nuaym, Nâbiğa bin Câde'den rivayet ederler: "Ben Rasûlüllah
Efendimiz'in huzurunda şiir okumuştum, o da onun hoşuna gitmişti ve benim için hayır dua buyurup: "Allah sana, dişlerini gümüşletmeyi
göstermesin! Tam bir ağız ve diş sağlığı
versin!" dedi. O'nun bu duası bereketiyledir ki, bugün yaşım yüz küsura ulaştığı halde, bir tek dişim eksik değildir."
(İbn-i Üsâme'nin diğer tarîktan olan rivayetinde ise:
"Her ne zaman bir dişi düşse, mutlaka yerine biri
daha çıkardı" denilmiştir.)
İbn-i Seken'in rivayeti ise
şöyledir: "...Nâbiğa bin Câde'nin dişlerini gördüm, kardan daha beyazdı! Şüphesiz bu da,
Peygamberin (sallallahü
aleyhi ve sellem) duası bereketiyle idi."[12]
Peygamberimizin, Sabit bin Yezid İçin Duası
İbn-i Mende, Taberanî ve el-Bârûdî İbn-i Aiz'den şöyle
rivayet ederler: "Sabit bin Yezîd, Resûlüliah'a hitaben dedi kî: "Ey
Allah'ın resulü, benim ayağım sakattır, yere basamıyorum. Bana dua buyurmaz
mısınız?" Resûlüllah da onun için dua buyurdular. Ayağı iyileşti,
tıpkı öbür ayağı gibi yere basıyordu." [13]
25-1 Peygamberimizin Amr bin Hamık İçin Duası
İbn-i Ebü Şeybe, Ebû Nuaym ve İbn-i Asâkir,
Amr bin Hamık'tan şöyle
rivayet ederler: "Ben, bir gün Peygamber'e (sallallahü aleyhi ve sellem) süt içirdim. O da bana: "Allah'ım bu kulunu
gençliği ile faydalandır" diyerek dua etti. İşte şimdi seksen yaşındayım, gördüğünüz gibi saçımın bir
tanesi bile ağarmış
değildir." [14]
Peygamberimizin Sebra'nın Babası İçin Duası
Taberânî'nin Sebra'dan rivayetine göre, onun babası Peygamberi-miz'e gittiğinde, Peygamber Efendimiz onun evladımın bereketi ve
şerefi için dua buyurmuş, onlar da berekete ve şerefe nail olmuşlardır." [15]
Peygamberimizin Damura bin Salebe İçin Duası
Taberânî Damura bin Sâlebe'den
rivayet eder. O Peygamber'e (sallallahü aleyhi ve sellem) gelip, "Ey Allah'ın elçisi, dua buyurunuz da
bana şehidlik nasib
olsun!" diyerek ricada bulundu. Peygamber Efendimiz ise,
onun bu ricası üzerine şu şekilde dua ettiler: "Ey Allah'ım, Damura bin Sâlebe'nin kanim müşriklere haram kıl!" Damura, uzun zaman ömür sürdü, bunca savaşlara katılıp kahramanca savaştı,
safları yarıp ilerledi, sonra geri geldi. Fakat şehidlik
nasib olmadı. (Yâni Efendimiz'in duası veçhile, kanı müşriklere haram oldu.) [16]
Peygamberimizden İzin İsteyen Bir Genç
Ahmed ve Beyhekî Ebû Ümâme'den
naklederler. Şöyle ki: Birgün gencin biri, Hazret-i Peygamber1 e gelip:
"Yâ Resûlallah, zina etmem için bana izin ver!" dedi. Oradakiler onun
üzerine yürüyerek şiddetle azarladılar. "Sus,
sus!" diye bağırdılar. Peygamberimiz: "Onu benim yanıma yaklaştırimz!" buyurdu
ve yaklaştırdılar. Peygamberimiz: "Otur" dedi, o da o-turdu. Ona dedi ki:
"Böyle bir şeyin anana yapılmasını ister misin?"
Genç: "Hayır" dedi. Peygamberimiz de: "Diğer insanlar da anaları için böyle
bir şeyi istemezler" dedi ve tekrar sordu: "Peki, böyle bir şeyin kızma
yapılmasını ister misin?" buyurdu. Genç: "Hayır ey Allah'ın Resulü,
istemem!" dedi. Peygamberimiz: "Diğer insanlar da kızları için böyle bir şeyi
istemezler" buyurdu ve tekrar sordu: "Peki böyle bir şeyin
kızkar-deşine yapılmasını ister misin?" Genç: "Hayır yâ
Resûlallah" dedi. Peygamberimiz: "Başkaları da kızkardeşleri için böyle bir şeyin
yapılmasını istemezler" buyurdu ve tekrar sordu: "Peki, böyle bir
şeyin halana yapılmasını ister misin?" Genç: "Hayır ey Allah'ın
Resulü, anam babam sana feda olsun!" dedi. Peygamberimiz:
"Başkaları da halalarına böyle bir şeyin yapılmasını istemezler"
buyurdu ve yine sordu: "Peki, böyle bir şeyin teyzene yapılmasını ister
misin?" Genç de: "Hayır ya Resûlallah, istemem! Vallahi istemem!
Allah beni senin yolunda feda kılsın, istemem!" cevabim verdi. Peygamberimiz de: "Diğer insanlar da teyzeleri için böyle bir şeyin yapılmasını istemezler!"
buyurdu. Sonra mübarek e-lini gencin üzerine koydu
ve: "Allah'ım, bu kulunun günahlarim affet! Bu kulunun namusunu koru!" diyerek
onun hakkında dua etti. Bundan sonra da o genç, herhangi bir kötülüğün semtine
uğramadı." [17]
Peygamberimizin Übeyy bin Ka’b İçin Duası
Beyhekî Süleyman
bin Sard'dan nakleder. O şöyle demiştir: "Bir gün Übeyy bin Ka'b, Kur'an
okuyuşları birbirine uymayan iki adamı yanına alarak Hazret-i Peygamber'in
huzuruna getirdi. Aralarında ihtilafa düşen bu iki adamdan her biri, kendi
Kur'an okuyuşlarim aynen Hazret-i Peygamber'den işittiklerini iddia ediyorlardı. Peygamberimiz bunların her
ikisine de Kur'an okuttu. Sonra her ikisi için de: "Güzel okudun!"
buyurdu.
Übeyye der ki:
"Bunun üzerine kalbime öylesine şüphe
girdi ki, ben cahiliye zamanında bile bu derece şüpheye tutulmamıştım. Peygamber
Efendimiz, derhal mübarek elini göğsüme koyarak
hakkımda şu şekilde dua buyurdular: "Allah'ım, Übeyy'in kalbine musallat
olan şeytanı, onun kalbinden gider! Onu, şek ve şüpheden kurtar!" Ben,
Resülüllah'ın bu duasından sonra öyle bir hale geldim ki, sanki gözlerimle
Allah'a bakıyormuş gibiydim. Korku ve hayamdan terler içinde kaldım. Kalbimde
de şek ve şüpheden eser kalmadı." [18]
Peygamberimizin İbn-i Abbâs İçin Duası
Buhârî ve Müslim'in rivayetlerine göre İbn-i Abbâs şöyle
demiştir: "Peygamber (sallallahü aleyhi ve
sellem) benim için dua buyurup: "Allah'ım,
onu dinde fakih eyle!" dedi."
Bunu aynen Hâkim, Beyhekî ve Ebû Nuaym da
diğer bir tarikten rivayet etmişlerdir. Ancak bunların rivayetinde bir
fazlalıkla şöyle denilmiştir: "Resülüllah benim için dua buyurup:
"Allah'ım, onu dinde fakih eyle ve kendisine te'vili tâlim buyur!"
demiştir.
Ahmed ve Ebû Nuaym İbn-i Abbâs'dan
şöyle naklederler: "Bir gün Peygamber
Efendimiz benim başımı mübarek eliyle okşadı
ve hakkımda şu duayı yaptı: "Allah'ım, ona hikmetini tâlim buyur!"
İşte Sevgili Pey-gamberimiz'in bu duası sayesindedir ki, bu sahada (Kur'an
tefsiri sahasında) söz sahibi bulunmaktayım."
(Ebû
Nuaym'ın tek başına İbn-i Abbâs'dan
olan rivayeti ise aynen şöyledir: Peygamber (sallallahü aleyhi ve
sellem) benim için dua buyurup: "Allah'ım,
bu kuluna hikmet ver, kendisine Kur'an tevilini (tefsirini) tâlim
buyur" dedi.)
Hâkim'in
tek başına İbn-i Abbâs'tan olan rivayetinde de şöyle denilmiştir: Peygamber Efendimiz benim
hakkımda dua buyurup: "Ey Allah'ım, bu kuluna Kur'an'ın tevilini
öğret!" dedi."
(İbn-i Adiyy de İbn-i Ömer'den bir rivayette
bulunur. Buna göre İbn-i Ömer şöyle
demiştir: Bir gün Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) Abdullah İbn-i Abbâs için
dua etti ve: "Allah'ım, ilmi ona mübarek kıl ve kendisinden neşr eyle"
buyurdu." [19]
Peygamberimizin, Enes bin Malik İçin Duası
Buhârî ve Müslim, Enes'ten rivayet
ederler. O şöyle demiştir: Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) benim için dua buyurup: "Ey Allah'ım, bu
kulunun malim ve evladim çoğalt! Kendisine verdiğin
rızkı, bol ve bereketli eyle!" dedi.
"İşte, Resülüllah'ın
bu duası b er eke tiyledir ki, şimdi benim evlad ve
torunlarımın sayısı yüzü aşmış durumdadır."
Beyhekî'nin rivayetine
göre, Peygamberimiz Enes hakkındaki duasında şöyle demiştir: "Allah'ım, Enes'in Ömrünü uzun, malim bereketli eyle! Günahlarım da affeyle!"
Tirmizi, Beyhekî Ebû'I-Aliye'den
şöyle nakleder: "Enes'in bir bahçesi vardı. O kadar bereketli idi ki, her
sene bu bahçeden iki defa mahsûl alırdı. Burada bazı çiçekler de yetiştirmişti ki, bunlardan reyhan
kokusu gelirdi."
(Beyhekî'ye göre Enes, tam doksan dokuz sene
yaşamıştır. vefatı
ise, hicri doksan bir yılındadır.)
İbn-i Sa'd'ın da Enes'den bir rivayeti var. Buna göre Enes, şöyle demiştir: "Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) benim hakkımda dua buyurup: "Allah'ım, bu
kulunun malim ve evladim çok,
Ömrünü uzun eyle! Günahim da bağışla!" İşte O'nun bu duasının bereketiyledir ki, yüzden fazla çocuklarım oldu. Bostanım ise, senede
iki defa mahsûl vermektedir. Ömrümün u-zunluğu ise sizce de malum. O kadar yaşadım ki, neredeyse yaşamaktan usanç geldi. Tabii O'nun
dua ettiği benim hakkımdaki dördüncü hususun da aynen kabul
edilmiş olduğunu ümit etmekteyim.
(Enes, bu dördüncü
ile, günahimn Allah tarafından bağışlanmış olmasını kastedmektedir.)[20]
Peygamberimizin Ebû Hüreyre ve Anası İçin Duası
Müslim Ebû Hüreyre'den şu haberi
nakletmiştir: "Yeryüzünde mevcud bütün
mümimler, kadın olsun
erkek olsun hepsi beni severler." Kendisine dediler ki: "Ey Ebû
Hüreyre, bunun böyle olduğunu nereden biliyorsun?" O şu cevabı verdi: "Ben, anamı İslama davet
ediyorum. O da kabul etmiyordu. Bir gün dedim ki: "Ey Allah'ın Resulü, dua
et de Allah anama hidayet
versin!" Peygamberimiz de dua etti. Sonra ben eve
gittim, gördüm ki anam gayet açık bir şekilde kelime-i şehâdeti
okumakta. Hemen sevinçle Resulüllah'a döndüm.
Bu sırada sevincimden kendimi tutamayarak ağlıyordum. Nitekim daha önceleri de üzüntümden ağlıyordum. Resûlüllah'a vardığımda dedim ki: "Ey
Allah'ın Resulü, Allah senin anam hakkındaki duam kabul buyurmuştur!
Artık o, müslüman olmuştur.
Şimdi sizden bir ricam daha var. Yine dua
ediniz de, Allah hem anamı, hem de beni bütün mü'ınin kullarına sevdirsin. Ben
ve anam da, keza Allah'ın bütün mü'ınin kullarim sevmiş olalım."
Benim bu ricam üzerine Resülüllah Efendimiz: "Ey Allah'ım, şu kulunu ve bunun anasını bütün
mü'ıninlere sevdir, kendileri de bütün mü'ıninleri sevsinler!" diyerek duada bulundu. "İşte kardeşim
ben, Resülüllah'ın bu duasına da mazhar olmuş bir kul olarak; hem
yeryüzündeki bütün mü'ıninleri severim, hem de bütün mü'ıninler tarafından sevilirim."
Hâkim Muhammed bin Kay s bin
Mahreme'den şöyle nakleder: A-damm biri, Zeyd bin Sâbit'e gelerek bir mes'ele
sordu. Zeyd ise bu adama: "Haydi Ebû Hüreyre'ye gidip müşkilini ona
hallettir. Çünkü o buna daha layıktır. Bak sana bunun
sebebini de anlatayım: Bir gün ben, o ve diğer bir arkadaşımız Mescid-i Nebevi'de oturmuş dua ediyorduk. Tam bu sırada Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) çıkageldiler. Ben ve arkadaşım,
duamıza devam ettik. Peygamber Efendimiz de bizim duamıza âmin dediler. Az sonra da
aramızda bulunan Ebû Hüreyre dua etti. Duasında dedi ki: "Ey
Allah'ım, şu iki arkadaşımın senden istediklerini ben de senden istiyorum.
Ayrıca yâ Rabbi, ben bir aciz kulun olarak senden, hiç unutmayacağım bir ilim istiyorum." Ebû
Hüreyre bu şekilde dua ederken, Resülüllah Efendimiz de yine "amin"
diyordu. Hiç şüphen olmasın ki Ebû Hüreyre, ilmi benden
daha iyi hıfzetmiştir. İşte bunun için sana: "Ebû Hüreyre'ye gidip müşkilini ona hallettir" dedim. Biz de o sırada:
"Ey Allah'ın Resulü, biz de Allah'tan hiç unutmayacağımız bir ilim istiyoruz"
dedik. Fakat Resülüllah Efendimiz bizim bu isteğimiz karşısında: "Güzel amma, Ebû Hüreyre bu hususta sizi
geçmiş bulunuyor"
buyurdu. [21]
Peygamberimizin, Saib İçin Olan Duası
Buhârî, Ca'd bin Abdurahman'dan rivayet
eder. O şöyle der: Saib bin Yezid, vefat ettiği zaman, doksan dört yaşında idi ve son derece
sıhhatli ve kuvvetliydi. O sağlığında şöyle demişti:
"Ben Resülüllah Efendimizin benim hakkımda dua edip: "Allah'ım, bu
kulunu, gören gözü, işiten
kulağı ile faydalandır!" buyurduğunu unutmuş değilim."[22]
Peygamberimizin, Abdurahman bin Avf İçin Duası
Buhârî ve Müslim Enes'ten şöyle rivayet
ederler: Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) Abdurahman bin Avf için dua
edip: "Ey Abdurahman, Allah senin için bereketler ihsan eylesin!" buyurdu.
(Bunu bu
şekilde İbn-i Sa'd ve Beyhekî diğer bir tarikten rivayet
eder. Ancak bunların rivayetinde şu fazlalık da vardır:
"Abdurahman da, Resülüllah'ın kendisi hakkındaki duası ile ilgili olarak
derdi ki: "O'nun benim hakkımdaki duası sebebiyledir ki, bir taşı
kaldırsam, sanki altında bir hazine var da ona rastlamış oluyorum." [23]
Peygamberimizin, Urve Elbariki İçin Duası
Beyhekî ve Ebû Nuaym Urve el-Bariki'den rivayet
ederler. "Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) onun alım-satımimn
bereketli olması için dua etmiştir. O da ne zaman bir
alış-verişte bulunsa,
muhakkak bir berekete nail o-lurdu. Sanki
toprak alıp-satsa, yine kazanç elde ederdi."
Ebû Nuaym, Urve el-Bariki'nin şöyle dediğini rivayet eder: "Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) benim hayırlaştığım her şeyin hayırlı ve bereketli olması için dua buyurdular.
Ben de hayırlaşıp neyi satın alsam, muhakkak ondan kârlı
çıkıyorum."
Yine Ebû Nuaym, başka bir tarikle Urve'den
şöyle rivayet eder: "Bir gün Peygamber Efendimiz, benim için dua buyurup:
"Ey Urve, Allah sana, ahş-verişinde:
"Hayınnı gör!" dediğin şeyde, bol kazanç ve bereket versin!" dedi. tşte O'nun bu duası sebebiyledir ki, pazar yerinin
kenarına varıyorum, evime kırk biu kazanmış olarak dönüyorum."[24]
Peygamberimizin, Abdullah bin Cafer İçin Duası
İbn-i Ebî Şeybe, Ebû Ya'lâ ve güzel bir senedle Beyhekî, Amr bin Hureys'ten rivayet
ederler. O şöyle demiştir: Abdullah bin Cafer, bir gün
çocukların oynadığı bir
şey satıyordu. Oradan geçmekte olan Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem), onun hakkında dua buyurup: "Allah, ticaretinde
sana bereket ihsan eylesin"
dedi.[25]
25-2 Peygamberimizin, Ümmü Selim'in Hamile Kalması İçin Duası
Buhârî ve Müslim, İshak bin Abdullah tarikiyle Enes'ten şöyle rivayet
ederler: Ebû Talha'nın oğlan çocuğu hasta idi. Bir gün Ebû Talha evde yokken çocuk vefat
etti. Çocuğun öldüğünü gören anası, onu evin bir kenarına koyup üzerini örttü
ve Ebû Talha'yı beklemeye başladı. Ebû Talha eve
geldiği zaman ilk işi, çocuğun nasıl olduğunu sormak oldu. Hanımı: "İstirahat etmekte olduğunu ümit ediyorum" diyerek karşılık verdi. Ebû Talha ise hanımimn bu sözünden, çocuğun hastalığından i-yileştiğini
zannetti. Geceleyin yattılar. Sabahleyin, gusül abdestini almış olarak
evinden ayrılmak üzere bulunan Ebû Talha'ya hanımı,
açık bir şekilde durumu haber
verdi. Ebû Talha da doğruca Mescid'e giderek Peygamberimizle beraber namazını kıldı. Namazdan sonra akşam e-vinde olup bitenleri Hazret-i Peygamber'e anlattı. Peygamberimiz de kendisine:
"Ne biliyorsun, belki bu gecenizi Allah sizin için mübarek kılmıştır"
buyurdu.
Süfyan bin Uyeyne der
ki: Ben, Ensardan birinden işittim, bundan sonra Ebû Talha'nın dokuz evladı daha olmuş ve
hepsi de Kur'an kıraatinde mahir imiş. (Yâni oğlu
Abdullah'tan bu kadar torunları olmuştur.)
Beyhekî'nin Sabit tarikiyle Enes'ten
olan rivayeti ise şöyledir: "Ümmü Selim'in Ebû Talha1 dan bir oğlu olmuştur. Çocuk
hastalanıp babası evde yokken vefat etmişti. Ebû Talha evine geldiğinde çocuğun durumunu sormuş. Hanımı: "Rahattır" demiş.
Kocasına akşam yemeğini yedirdikten sonra şöyle demiş: "Adamın biri sana bir emanet verse, sonra bu
emanetini geri istese, sen bunu nasıl karşılarsın?" Ebû
Talha: İyi karşılar ve adamın emanetini veririm!" demiş. Ümmü Selim, bunun üzerine:
"İşte Allah sana oğlunu emanet verdi, şimdi de vakti
geldiği için senden geri aldı" demiş. Duruma sinirlenen Ebû Talha,
doğruca Hazret-i Peygamber'e gidip, Ümmü Selim'in dediğini haber vermiş. Peygamberimiz de: "Allah, gecenizi
hakkınızda mübarek kılsın!" diyerek dua buyurmuştur.
Ebû Talha, o gece hanımı ile yatmıştı. Ümmü
Selim de o gece hamile kalmıştır. Sonra Abdullah adim verdikleri bir çocukları dünyaya geldi. Abdullah
büyüdü, zamanın en hayırlı insanlarından biri olarak yetişti ve kabul edildi.
(İbn-i Sa'd'ın
dediğine göre, Ensar içinde
ondan daha iyi yetişen birinin olmadığim söylerlermiş.)
Beyhekî'nin nakline göre, Abdullah
dünyaya geldiği zaman, onu Hazret-i Peygamber'e getirmişler, Peygamberimiz de ağzında çiğnediği hurmayı çocuğun ağzına koymuş ve ona Abdullah adim vermiştir. Alnim da okşayarak
ebeveynine teslim etmiş. Bu yüzden Abdullah'ın alnı nûr gibi parlarimş.[26]
Peygamberimizin, Abdullah bin Hişam İçin Duası
Buhârî, Ebû Akil'den rivayet ediyor. O
şöyle anlatmıştır:
"Ben, dedem Abdullah bin Hişânı ile birlikte çarşıya
çıkardım. Abdullah bin Zübeyr ile Abdullah bin Ömer'e rastladığımızda, onlar dedeme derlerdi ki:
"Haydi yapacağın ahş-verişe
bizi de ortak yap! Biz biliyoruz ki, Peygamber
Efendimiz senin hakkında bereket duasında
bulunmuştu." dedem de onların bu ricasını kabul eder, alım-satımim yapardı.
Neticede bir deve yükü hissesine yiyecek düşerdi ve bu bereketli kazancim
evine gönderirdi.[27]
Peygamberimizin, Hakim bin Hizam İçin Duası
İbn-i Sa'd Ebû Husayn tarikiyle Medine halkından yaşlı
bir zâttan şu haberi nakletmiştir:
"Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem), Hakim bin Hızâm'ı, kendisi için kurbanlık almak üzere
çarşıya yolladı. Yollarken de ona bir dînâr verdi. Hakim, çarşıya gitti bir dinara bir kurbanlık aldı. Az ilerde
bunu iki dinara sattı. Derken bir kurbanlık daha beğendi, bunu da bir dinara
satın aldı. Dönüşünde Hazret-i Peygamber'e, hem kurbanlığim,
hem de kazandığı bir dinarı teslim etti. Hazret-i Peygamber de kendisine, ticâretinin bereketli olması
hakkında duada bulundu."
Hakim dermiş ki: "Ben, gerçekten ticârette çok kazançlı
biri idim. Alıp sattığım
hiç bir şeyde, kazançlı çıkmadığımı hiç hatırlamıyorum."
[28]
Peygamberimizin Kureyş İçin Duası
Târih'indeBuhârî, îbniEbû Üsâme, Ebû Ya'lâ veEbû Nuaym, İbn-i Abbâs'tan rivayet ederler: Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu: "Allah'ım, Kureyş'in evveline azâb tattırdığın gibi, âhirine de nimetini tattır!"
Tayâlisi ile Ebû Nuaym'in bir rivayetine göre (ki
onlar bunu İbn-i Mes'ûd'dan
naklederler.) Hazret-i
Peygamberin bu husustaki duaları şöyle olmuştur: "Allah'ım, Kureyş'in
evvelinde azâb ve vebal tattırdın. Ahirine de nimetini tattır!" [29]
Peygamberimizin Bazı Umumi Duaları
İmâm-ı Ahmed, Ebû Dâvud, Nesât ve Tirmizî, aynı zamanda İbn-i Huzeyme ile Beyhekî, Sakr el-GâmidVden şöyle rivayet
ederler: Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) buyurdu: "Ey Allah'ım, ümmetimin içinde işine erken gidenleri,
nîmet ve bereketine nail eyle!"
Bu hadîsi rivayet
eden Sahr, bizzat kendisi erkenci idi. Ticâretle iştigâl ederdi. Günün erken
saatlerinde hizmetçilerini de işe
çıkarıp çarşıya yollardı. O kadar çok kazanırdı ki, sonunda kazancimn miktarım bilemez oldu. (Süyutî)
Beyhekî, İbn-i Ömer'den şöyle bir haber nakleder: Kadımın biri, kocasını Hazret-i Peygamber'e şikâyet etti. Kadımın
şikâyetini dikkatle dinleyen Peygamberimiz, bu kadına hitaben: "Şimdi sen, kocana buğz mu ediyorsun?"
diye sordu. Kadın: "Evet" dedi. Peygamberimiz, kadına ve yanında
durmakta bulunan kocasına hitaben: "Haydi ikiniz de başlarimzı bana doğru eğiniz!" buyurdu. Onlar da
başlarim eğdiler. Peygamberimiz, kadımın alnım
kocasının alnına koydu, onların başlarim bu şekilde tuttu ve şöylece dua buyurdu: "Ey Allah'ım, bunların arasını
ısındır, bunları birbirine sevdir!" Aradan bir müddet geçmişti.
Bu kadın, Hazret-i Peygamberle karşılaştı. Peygamberimiz kendisine:
"Kocanla nasılsın?" diye sordu. Peygamberimizin ayağına kapanan kadıncağız: "Ey Allah'ın
Resulü, şimdi kocamdan daha
sevgili olan kimse yoktur, bana" diyerek cevab
verdi."
Ebû Ya'lâ ve Beyhekî Ebû Ümâme'den naklederi O
şöyle der: "Bir gün, Peygamber'in (sallallahü aleyhi ve sellem) emri üzerine bir gazaya çıkmak üzereydik. Ben Hazret-i Peygamber'e yaklaşıp: "Ey Allah'ın Resulü, bana şehitlik
nasib olması için dua ediver!" dedim. O ise: "Allah'ım, bu kuluna
selâmetlik ver, ganimet nail eyle!" şeklinde dua buyurdu."Gazaya gidip
savaştık. Bol ganimet ve selâmetle döndük. Sonra, bir savaş daha oldu. Ben bu sırada da, Ona aynı ricada
bulundum. O da aynı duasını tekrarladı. Bu savaştan da selâmet ve bol ganimetle
döndük."
Beyhekî Zeyd bin Sâbit'ten şu
haberi nakletmiştir: Bir gün Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem), Yemen tarafına baktı ve şöyle
dua etti: "Ey Allah'ım, onların kalbini bu tarafa (İslâm'a) çevir!" Sonra Hazret-i Peygamber Şam tarafına baktı, yine böyle dua etti. Sonra Irak tarafına baktı, yine bu şekilde duada bulundu."
Müslim, Seleme bin el-Ekua'dan rivayet
eder. O şöyle der: Adamın biri, Peygamberin (sallallahü aleyhi ve sellem) yanında yemeği yemeğe başladı... Yerken sol elini kullanıyordu. Hazret-i Peygamber kendisini îkâz buyurup:
"Sağ elinle ye!" diye emretti. Adam: "Gücüm
yetmiyor!" diyerek karşılık verdi. Kibir ve
inadından böyle söyleyen bu
adama karşı Peygamber Efendimiz de:
"Gücün yetmesin!" dedi ve bu adamın, ancak kibrinden böyle söylediğini de bildirdi. Bu adam da cezasını çekti, elini ağzına götüremez oldu."
Müslim ve Beyhekî İbn-i Abbâs'tan rivayet ederler: O şöyle demiştir: "Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) bana emredip: "Muâviyeyi
bana çağır!" buyurdu. Ben de: "O şimdi, yemeğe oturdu" dedim. Bunu üçüncü defa tekrarlayı-şında:
"Allah onun karnına, doymak nedir göstermesin!" dedi. Muâviye de, bundan sonra
gerçekten doymak nedir bilmedi."
(Muâviye ve Süleyman
bin Abdülmelik, çok yemek ve doymamakla meşhur
olanlardandır.)
Beyhekî, Ebû Yahya'dan şu haberi
nakleder: Bir gün Hazret-i Ömer'e birisi: "Senin âzâd ettiğin kişilerden falan kişi
insanların yiyecek maddesini saklayıp ihtikârda bulundu" diye şikâyet etti. Bunun, çok mes'ûliyetli
bir şey olduğunu bildiren Ömer: "Ben Peygamber'den (sallallahü aleyhi ve sellem) işittim. O bu hususta aynen
şöyle buyurmuştur: "Her kim, müsümanla-rın yiyeceği şeylerden
ihtikâr yaparsa, Allah o kulunu cüzzâm hastalığı ve iflâs ile cezalandırır." ve derhal azatlısını çağırıp sorguya çekti. Azadlısı ise, "sâdece alış-verişte bulunduğunu" söyledi. Haberi bu şekilde nakleden Ebû Yahya ise, o âzadlı kişinin, Hazret-i Peygamberin duası veçhile, bir müddet sonra uyuz illetine
yakalandığim söyler."
Buharî ve Müslim (ittifak hâlinde) İbn-i Abbâs'tan şöyle rivayet e-derler: "Siyah bir kadın vardı. Bir gün Hazret-i Peygamber'e gelip: "Ey Allah'ın Resulü, benim sar'a
hastalığım var. Ne olur, Allah'a dua ediniz de bu-hastalıktan kurtulayım!"
diye ricada bulundu. Hazret-i Peygamber bu
kadına: "Eğer istersen, bu hastalığına sabredersin, karşılığında
da cenneti kazanırsın! Eğer dua etmemi istersen, dua ederiz. Allah da dilerse
sana şifâ ve afiyet verir" diye konuştu.
Kadıncağız, sabrimn karşılığı o-larak cenneti kazanacağım duyunca: "Evet
ey Allah'ın Resulü, ben sabredeceğim!" dedi. Fakat hastalığı ile ilgili bir noktada ricada bulundu ve şöyle
dedi: "Yâ Resûlallah, sar'am geldiği zaman, üstüm başım açılıyor, (Ben de bundan sıkılıp utanıyorum)
dua buyurunuz da, sar'am geldiği zaman deprennıeyeyim ki, üstüm başım
açılmasın!" Peygamberimiz de bu hususta dua
buyurdular."
Buharî el-Edeb'te ve Nesâî Ümmü
Kays'tan, onun şöyle dediğini rivayet ederler: "Oğlum vefat edince ben üzüntüye kapıldım ve onu yıkayana
dedim ki: "Oğlumu
soğuk su ile yıkama, sonra onu Öldürürsün!" Benim bu sözümü
Ukkâşe bin Mıhsan Resûlüllah Efendimizde
yetiştir-miş. O da tebessüm buyurup: "Bu
kadıncağızın ömrü
uzun olsun!" diye dua etmiştir.
(Bu sebeple bu kadın kadar uzun ömür yaşamış bir başka
kadın olmamıştır.)
El-Bârûdî, İbn-i Şahin, İbn-i Seken ve Beyhekî Ebû Ümâme'den rivayet
ederler. O şöyle anlatmıştır:
"Salebe bin Hâtıb, Peygamber'e (sallallahü aleyhi ve sellem) gelip: "Ey Allah'ın elçisi, benim için Allah'a
dua ediver de, Allah bana bol mal ve çok evlâd versin!" dedi. Peygamberimiz ise ona:
"Yazık sana ey Salebe! Bilesin ki, şükrünü eda edebildiğin az mâl, şükrünü edâ edemediğin çok maldan daha hayırlıdır!" diye nasihat
buyurdu. Fakat Salebe buna aldırmayıp yine aynı istekte bulundu. Peygamberimiz de aynı nasihatini
tekrarlayıp: "Ben sana, bir güzel örnek değil miyim? Eğer ben Rabbim'den şu dağların altın olup da benimle her gittiğim yere gitmesini istesem, hiç
şüphem yoktur ki, Rabbim bana bunu lütfeder. Fakat Ben, Rabbim'den böyle bir şey
istiyor muyum?" buyurdu. Salebe, bütün bu söylenilenlere
aldırmayıp: "Ey Allah'ın elçisi! Allah'a
dua ediver de beni mâl ve evlâd ile rızıklandırsm! Seni hak Peygamber olarak gönderen Allah'a
yemin ederim ki, eğer bana mâlca zenginlik lütfedecek olursa, her hak
sahibinin hakkim vereceğim!" diyerek and içti. Bunun üzerine Hazret-i Peygamber, onun isteği istikâmetinde dua ediverdi."
Derken Salebe, bir koyun satın aldı.
Koyunu o kadar bereketlendi ve üredi ki, Medine onun koyunlarına dar gelir
oldu. O da bu sebeple Medine'den uzaklara açıldı... Fakat gündüzleri Medîne
Mescidi'ne gelerek namazını Hazret-i Peygamberle
birlikte kılıyordu. Geceleri ise gelemi-yordu. Derken koyunları o kadar çoğaldı
ki, gündüzleri de gelemez oldu. Ancak Cumâ'dan Cumâ'ya geliyordu. Derken cuma
ve cenazelerde de bulunmaz oldu. Bunun üzerine Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem), onun hakkında: "Salebe bin Hâtıb'a
yazık!" buyurdu.
Sonra, Allah'ın zekâtla ilgili emrini
ihtiva eden âyetler indi... Allah'ın emri gereğince Peygamberimiz, iki zekât
âmilini (tahsildarim) ona gönderdi. Sâlebe'nin, koyun ve develerinden ne kadar zekât vermesi lâzını geldiğini de
yazılı olarak bu âmillerle birlikte ona gönderdi, iki tahsildar, Hazret-i Peygamber'den aldıkları emir gereğince, doğruca Sâlebe'ye gittiler ve ona, vermesi lâzını gelen
zekâtı açıkça bildirdiler. Salebe, kendilerine hitaben: "Peygamberin yazılı emrini bana gösteriniz!"
dedi, onlar da yazılı emri kendisine verdiler. Salebe, yazılı emri dikkatle
okuduktan sonra: "Bu benden istenenler, haraçtan başka bir şey değil! Siz şimdi
beni yalnız bırakınz, ben bu mes'eleyi kendi başıma bir düşüneyim. Sonra bana bir daha uğrayımz" cevâbim verdi.
Onlar da geri çekilip ayrıldılar. Sonra ona tekrar uğradılar. O da önceki sözünü tekrarladı: "Bu haraçtan başka bir şey değil!" Onlar
da geri çekilip ayrıldılar. Sonra ona tekrar uğradılar. O da önceki sözünü tekrarladı: "Bu haraçtan başka bir şey değil." Siz şimdi Medine'ye dönünüz, ben iyice
düşünmek istiyorum!" dedi. Onlar da dönüp Medine'ye geldiler. Peygamberimiz kendilerini görünce, daha
onlar bir şey söylemeden:'Yazık, Salebe bin
Hâtıb'a!" buyurdu. Bunun üzerine de Allah Tevbe sûresinin ilgili
âyetlerini inzal buyurdu ki, bu âyetler şöyledir:
"Onlardan kimi
de: "Eğer Allah, lütuf ve kereminden bize verirse, elbette
sadaka vereceğiz ve faydalı insanlardan olacağız!" diye Allah'a and
içtiler."
"Ne zaman ki
Allah kereminden onlara verdi, onun verdiğinde cimrilik ettiler ve
sözlerinden döndüler. Zâten onlar, dönektirler."
"Allah'a
verdilsieri sözden döndüklerinden ve yalan söylediklerinden
dolayı, kendisiyle karşılaşacakları güne kadar
Allah, onların kalb-lerine nifak sokmuştur." [30]
Salebe, kendisi hakkında inen bu
âyetlerden haberdâr oldu. Kendisinden istenen miktar zekâtim alarak doğruca Hazret-i Peygambere gitti ve zekatim O'na teslim
etmek istedi... Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) ise almak istemedi ve:
"Allah beni, senin zekatim almaktan menetti" karşılığim verdi. Salebe ağlamaya ve basma topraklar saçmaya
başladı. Peygamberimiz ise kendisine: "Bu senin amelinin karşılığıdır...
Ben sana zekâtim Ödemeni emrettim,
sen ise bana itaat etmedin!" dedi.
Böylece Resûlüllah, Salebe bin Hâtıb'ın zekâtım kabul
etmemiş oldu. Sonra Ebû
Bekir halîfe oldu. Salebe, gelip zekatim ona Ödemek istedi ise de; o da bunu
kabul etmedi. Sonra Ömer başa
geçti, o da onun zekâtım kabul etmedi. İşte bu Salebe,
Osman'ın halifeliği zamanında helak olup gitti." [31]
Beyhekî ve Taberânî Abdullah bin Ebû Evfadan
rivayet ederler. O şöyle der: "Adamın biri Peygamber e gelip: Ey Allah'ın Resulü, şurada bir genç var, ölmek
üzeredir. Fakat kendisine: "Lâ ilahe illallah de!" diye söylendiği halde, tevhîd kelimesini söyleyemiyor"
dedi. Peygamberimiz: "Daha önce bunu söylemiyor
muymuş?" diye sordu. Onlar: "Söylüyormuş" dediler. Peygamberimiz: "Peki şimdi ölümü yaklaştığı zaman bunu söylemekten kendini meneden ne
imiş?" dedi ve derhal yerinden kalkarak o gencin yanına gitti. O'nunla
birlikte biz de gittik. Peygamberimiz ona: "Ey genç, lâ ilahe illallah de!"
diye emretti. Genç: "Ben bunu söylemeye güç yetiremiyorum" cevâbim
verdi. Peygamberimiz: "Niçin?" diye sordu.
Genç: "Anama itaatsizlik ettiğim için" karşılığim verdi. Peygamberimiz: "Anan şimdi sağ
mıdır?" dedi. Genç de: "Evet" dedi. Peygamberimiz oradakilere:
"Bu gencin anasını buraya
getiriniz!" dedi. Getirdiler. Peygamberimiz ona dedi ki: "Ey bu gencin anası, söyle bakalım; büyük bir
ateş yakılsa, sana da denilse ki: "Eğer oğluna hakkim helâl etmezsen, onu bu ateşin içine atıp yakacağız!" Bu durumda hakkıiıi oğluna bağışlamaz mısın?"
Kadın: "Bağışlarım" dedi. Peygamberimiz: "O halde oğluna hakkim bağışladığına dâir bize söz
ver!" buyurdu. Kadın da: "Oğlumdan razıyım, hakkımı ona bağışladım"
dedi. Bundan sonra Peygamberimiz gence dönüp: "Haydi şimdi lâ ilahe illallah de!"
dedi. Genç de: "Lâ ilahe illallah!" dedi. Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) de bunun üzerine: "Benim
sayemde şu kulunu cehennemden kurtaran Allah'a hamdolsun!" diyerek
Allah'a hamd
etti." [32]
Kütüb-i Sitte'nin son
dördü (Ebû Dâvûd, Tirmizî, Nesaî ve İbn-i Mâee), Zeyd bin Sâbit'ten şu hçtdîsi rivayet
ederler: "Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) buyurdu:
"Allah dünyâda ve âhirette yüzünü
nûrlandınp bahtiyar etsin o kişiyi ki, Benim sözümü işitir,
aynen alıp muhafaza eder ve başkalarına da aynen ulaştırır!"
Alimlerimiz buyurmuşlardır ki: "Ehl-i Hadîs'ten hiç bir kimse yoktur
ki, Peygamber'in (sallallahü aleyhi ve sellem) duası bereketiyle onun yüzünde bir güzellik ve nûr
bulunmasın!" (Suyûtî).[33]
(Yukarıda geçen bu hadîsi Tirmizî,
İbn-i Mes'ûd'dan şu
şekilde rivayet etmiştir: "Allah, dünyâ.ve âhirette yüzünü
nûrlandırıp bahtiyar etsin
o kişiyi ki, bizden bir şey işitmiş ve işittiği gibi de başkalarına u-laştırmıştır!
Kendisine hadîsını ulaştırılan nice kimse vardır ki, o hadîsi, benden
duyandan daha iyi anlayıp kavrar.")[34]
Peygamberimizin Duasıyla İlgili Bir Bölüm
İmâm-ı Ahmed, Huzeyfe'nin şöyle dediğini rivayet etmiştir: "Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem), bir kişinin lehine ve hayrına dua ettiği zaman, hem o kişiye, hem onun evlâdına, hem de evlâdimn
evlâdına faydalı olurdu."
Ebû Ya'lâ, bu hususta Zübeyr bin Avvâm'dan
şöyle bir rivayette bulunur: "Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem), bana, benim evlâdıma, evlâdımın evlâdına hayır
duada bulundu. Ben, bir gün babamın, kardeşime hitaben: "Sen,
Peygamber'in (sallallahü
aleyhi ve sellem) hayır duasından nasibini almış birisisin" dediğini işittim."[35]
------------------------
[29] Bunu,
Tirmizi de nakletmiştir.
[30] Tevbe
suresi, 75-77
26
PEYGAMBERİMİZİN ASHABINA ÖĞRETTİĞİ, KIŞİMN KENDİSİ İÇİN VEYA BAŞKALARI
İÇİN EDECEĞİ DUALAR VEYA HASTALAR İÇİN OKUYACAĞI DUALAR
Borcun Ödenmesi İçin Dua
Sahih hadîste vârid
olan şudur: "Peygamber (s.a.vj, ashabından bazılarına, borçtan kolaylıkla
kurtulabilmek için şu duayı öğretmiştir:
"Ey yedi kat
göklerin ve ulu arş'ın sahibi, bizlerin ve her
şeyin sahibi bulunan Rabbim! Dâneyi yaran, çekirdeği çatlatan (ve bu küçücük tohum ve
çekirdeklerden sonsuz nimet ve bereketler meydana getiren), Tevrat'ı, İncil'i
ve Kur'ân'ı indiren Allah'ım!... Ben, şer ve zararı bulunan her şeyden sana sığimrım! Her şeyin durumu ve geleceği Senin elindedir...
Sen, kendinden evveli olmayan, kendinden sonrası bulunmayansın! Kendinden
üstünü bulunmayan Zahir, kendinden daha yakim bulunmayan Bâtın'sın! (Şüphesiz, bana benden daha yakınsın, beni benden daha iyi
bilensin!)... Borcumu ödemekte bana yardımcı
ol, kolaylık ihsan eyle Rabbim! Beni fakirlikten kurtarıp, zengin eyle Rabbim."
Peygamber Efendimiz'in
bu duayı kendisine talîm buyurduğu sahâbi, böylece ve samîmine duasını yaptı. Böylece her şeye
kadir olan Allah'a sığimp, yalvarıp yakardı. Allah da o kuluna, borcunu ödemesi hususunda yardımcı oldu da, borçtan kurtuldu.
Tirmizl'nin rivayet
ettiği bir hadîse göre de (ki bunu da Ali (radıyallahü anh) rivayet etmiştir) Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem), ashâbdan birine şöyle dua
etmesini tâlim buyurmuştur:
"Allah'ım, helâl mâl ile bana
yeterlik ver de, asla harama düşmeyeyim! Allah'ım bana
lutfunla (helâlinden) zenginlik ver de, başkalarına
muhtaç olmayayım!" O sahabî de böyle dua etmiş, borcundan kurtulup helâle kanâat etme
zenginliğine ermiştir. (Mert veya nâmert hiç bir ferde muhtaç olmamıştır.)
[1]
Cinlere Karşı Dua
İbn-i Sa'd ve Beyhekî Ebû'I-Aliye'den naklen
Hâlid bin Velîd'in şöyle dediğini rivayet eder: Ben Peygamber'e (sallallahü aleyhi ve sellem) mürâcât ederek dedim ki: "Ey Allah'ın Resulü,
geceleyin cinlerden biri ansızın gelip beni korkutuyor... Bana neyi tavsiye
edersiniz?" Peygamber
Efendimiz de bana şu
şekilde dua edip Allah'a iltica etmemi tavsiye buyurdular:
"Allah'ım ben Sana, Senin o iyi veya
kötü hiçbir varlığın dışına
çıkamıyacağı kelimât-i
tâmmeni vesile ederek, yeryüzünde gizlenen veya aşikâre olan, yeryüzünden yukarı çıkan veya yukardan
yeryüzüne inen serlerden sığimrım ve ansızın gelip de
beni korkutan şeyden de sığimrım... Ancak hayır ve
iyilikle gelen hâriç... Ey Rahman olan Rabbim, bütün bunlardan beni Sen
koru..." [2]
İbn-i Sa'd, Imrân bin Husayn'dan, babasının
şöyle dediğini naklediyor: "Ben Peygamberin (sallallahü aleyhi ve sellem) yanından ayrılırken, ne dememi tavsiye edeceğini sormuştum. O da bana: "Allah'ım beni nefsınıin şerrinden koru ve bana doğru olana azmetmemi nasîb eyle!" dememi tavsiye
etti. Ben de bu şekilde söyledim. Ben, bu şekilde söylerken henüz müslüman
olmuş değildim. Fakat anîden müslüman olmak
kararma vardım ve müslüman oldum. Sevinerek Hazret-i Peygamber'e koştum ve durumu kendisine
müjdeledim..." [3]
İbn-i Sa'd Ebâ Bekir bin Muhanımed'den nakleder. O şöyle demiştir: "Yılanlı Kayacıklar" denilen yerde,
Abdullah bin Sehl'i yılan sokmuş. Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) ise: "Onu hemen Umara bin
Hazm'a götürünüz" buyurmuş. Oradakiler demişler ki: "Ey Allah'ın Resulü, o ölüyor!" Peygamberimiz de tekrar: "Eğer siz onu Umara bin Hazm'a götürürseniz, o da ona
okursa, Allahü teâlâ kendisine şifâ verir" buyurmuştur. Onu hemen ona
götürmüşler. O da onu okumuş. Allah da şifâsını lütfetmiştir."
Yine İbn-i Sa'd, Sehl bin Ebû Has'ama'dan rivayet ediyor. O şöyle
diyor: "İçimizden birini'Yılanlı
Taşlık" denilen yerde yılan sokmuştu...
Amr bin Hazmın ona okumasını istediler. O ise okumak istemedi. Peygamber Efendimiz oraya gelince
ondan izin istenildi. O da: "Bakayım ne okuyacaksınız! Okuyacağimz şeyi bana arz ediniz" buyurdu. Arz ettiler...
O da izin verdi." [4]
Uyku Uyumama Hastalığimn Duası
İbn-i Sa'd'ın bir rivayeti de Abdurrahmân bin Sâbit'ten. O şöyle demiştir: "Halid bin
Velîd uyuyamamak hastalığına tutuldu. Halini Hazret-i Peygamber'e arzettiğinde o kendisine şu tavsiyede bulundu. "Ey Hâlid,
şu şekilde dua edip Allah'a sığın:"Ey yedi kat göklerin ve onun altındakilerin, arzların ve onun
ü-zerinde taşıdıklarimn Rabbi olan Allah'ım!
Keza bütün şeytanların ve onların yoldan çıkardıklarimn
Rabbi olan Allah'ım!... Sen benim komşum ve yoldaşım
ol da beni bütün yarattıklarimn şerrinden koru! Senin komşuluğun altında onlar bana karşı bir kötülük yapamaz, bana saldıramazlar... Senin komşuluğun ne güzel ve ne büyüktür, Allah'ım! ve Sen'den başka hiç bir ilâh
yoktur!"[5]
Fatiha Suresinin Hastaya Okunması
Buharî ve Müslim Ebû Saîd el-Hudrî'den
rivayet ederler. O şöyle demiştir: "Ben, Peygamber Efendimiz'in
ashabından bâzıları ile seferde bulunuyordum... Arap kabilelerinden birine
uğramıştık. İçlerinden birini kuyruklu sokmuş, adam da bu yüzden
komaya girmişti... Bizını içimizden biri, bu adama
Fatiha Sûresi'ni okudu. Adam da Allah'ın izniyle şifâya kavuşup iyileşti."
[6]
Beyhekî Harice bin el-Salt'tan şöyle nakleder: "Amcam bir gün yoluna giderken bir
kavme rastlamış, içlerinden biri
deli olduğu için, boyuna adamcağızı
dövüyorlarimş. Amcamı görünce demişler ki: "Şu zavallı adamı tedâvî edip iyileştirecek bir şeyin var mı? Senin arkadaşın, (Peygamberiniz) bütün
insanlara iyilikle gönderilmiş bir hayırlı kimsedir..."
Amcam da, onların bu ricasını kırmayıp üç gün müddetle ve her gün ikişer defa olmak üzere Fatiha
Sûresini okuyuvermiş... Hastaları da iyi olmuş. Bu sebeple amcama yüz koyun
vermişler. O da bunu Pey-gamberimiz'e sorduğunda:
"Bâzısı batıl bir iş yaparak haram yer, fakat sen hak olan bir iş yaptın, helâl olarak bunları ye!" cevâbim almıştır..."
[7]
Yatmadan Önce Hırsızlıktan Korunmak İçin Okunacak Dua
Beyhekî İbn-i Abbâs'tan rivayet eder. O şöyle der: "Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem), Isrâ Sûresi'nin: "de ki:
îster yâ Allah diyerek ister yâ Rahman diyerek çağırın.
Hangisiyle çağırıp dua etseniz, nihayet Esmâ-i Husnâ (en güzel isınıler)
ancak onundur!...11 âyetiyle
ilgili olarak şöyle buyurmuştur: "Bu âyetin yatmazdan önce okunması, hırsızlık tehlikesine karşı, bir emniyet vesilesidir."
Peygamberimiz'in zamanında, O'nun
ashabından biri, yatmazdan önce bu âyeti okuyup
yatmıştı... Derken henüz o uyumadan evine bir hırsız girdi.
Hırsız evde ne varsa toplayıp çuvalına doldurdu. Çuvalı
sırtlayıp kapıya vardı. Fakat kapı kapalıydı. Çuvalı
yere koyup kapıyı açmak istedi. Fakat, kapimn
açık olduğunu gördü. Kapı zâten acıkmış diyerek çuvalim sırtına aldı, kapıdan çıkmak istedi. Fakat gördü ki kapı kapalıdır. Bunu üç defa tekrarlamak
zorunda kaldı. Çıkmaktan âciz olduğunu
anlıyarak hayretler içinde kaldı. Bu sırada ev sahibinin güldüğünü işitti... Ev sahibi kendisine
dedi ki: "Boşuna uğraşıyorsun, sen bu çuvalla bu evden çıkamazsın... Çünkü ben bu evin etrafim kale
ile çevirmiş durumdayım!" Bunun üzerine
hırsız, çuvalım boşaltarak evi ter-ketinek zorunda kalmıştır..."
[8]
Zalimlerin Zulmünden Kurtulmak ve Bazı İhtiyaçların
Teminini Kolaylaştırmak İçin Okunacak Dua
İbn-i Sa'd, Ebân bin Ayyâş'tan şöyle
nakleder: Bir gün Enes bin Mâlik meşhur
Haccâc-ı Zâlim ile konuşurken,
ona karşı biraz söylendi.
Haccâc da kendisine kızarak: "Eğer senin Resûlüllah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) hizmetin ve emira'l-müminmin senin hakkındaki bana gönderdiği yazı olmasaydı, bana karşı böyle konuşmayı sana gösterirdim ben!" dedi. Enes ona şu karşılığı verdi: "Ne istersen şöyle, amma sen boşuna
konuşuyorsun! Zira ben, bülûga erdiğim
günlerimde idim. Bu sırada Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) bana bâzı dualar öğretti ve sıdk u ihlâs ile
bu şekilde Allah'a dua
ve niyazda bulunduğum takdirde, zâlimlerin zulmünden kurtulacağımı ve bâzı ihtiyaçlarımın te'ınîninde de
kolaylıklar elde edeceğimi
buyurmuştur.
Mü'ıninlerle karşılaştığımda da, onların sevgisine mazhar olacağımı müjdelemiştir."
Enes'ten bu sözleri duyan Haccâc: "Bana da bu duayı öğretsen olmaz
mı?" dedi. Enes: "Olmaz, zira sen buna lâyık değilsin!" cevâbim verdi. Bunun
üzerine Haccâc, iki oğluna iki bin dirhem vererek: "Bakınız,
bir fırsatim bulup bu duayı bu ihtiyardan öğrenmeye gayret ediniz!"
diyerek Enes'in peşine taktı ise de, onlar da bunu ondan
Öğrenmeye muvaffak olamadılar... Vaktaki Enes'in vefatına üç gün kaldı, bana
dedi ki: "Ey Ebân, sana bu duayı Öğreteceğim, fakat sen sakın bunu lâyık olmayan birisine öğretmeye kalkışma!" İşte, şimdi aklımda kaldığı
kadarıyla Enes'in öğrettiği bu dua, aşağı-yukarı şu merkezde idi:
"Allahü ekber, Allahü ekber, Allahü
ekber. Nefsını ve dînim üzerine bismillah, Allah'ın bana verdiği her şey
üzerine bismillah, isınılerin en hayırlısı bismillah! Kendisiyle beraber hiçbir
derdin zarar veremeyeceği bir isını olan bismillah. Ben, açışı bismillah ile
yaparım, ancak Allah'a tevekkül ederim! Ancak Allah'tır benim Rabbim, hiç bir
kimseyi ona ortak koşmam! Ey Allah'ım, senden başkasının asla veremeyeceği
hayrı istiyorum, senden. Senin övgün çok yücedir, komşuluğun da çok büyüktür!
ve Senden başka ilah da yoktur! Beni Senin, koruman ve komşuluğunda kıl, her
kötülük ve serden, kovulmuş şeytandan hıfzeyle! Allah'ım, yarattıklarından sana
sığimyorum. Ancak Senin korumana güveniyorum..." (Bu duaya başlamadan
önce, yedi defa Ihlâs Sûresi o-kunacaktır...) [9]
Fakirliğin Defi İçin Dua
Hatîb-i Bağdadî, Ruvâtü Mâlik adlı kitabında, İbn-i Ömer'den şöyle nakleder:
Adamın biri, Resûlüllah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) gelip: "Ey Allah'ın Resulü, dünyâ hiç benim
yüzüme gülmemektedir. Bana bu hususta bir dua öğ-retseniz!" diyerek mürâcatta bulundu. Peygamberimiz de
kendisine: "Meleklerin duasını, mahlûkâtın da edip de bol nimet ve rızka kavuştukları tesbîhi, sen bilmiyor musun?" buyurdu ve
ona şu mealde bir
tavsiye de bulundu:
"Tam tan
yerinin ağarmaya başladığı
sırada, yüz defa şöyle söyle:
"Allah'a hamdeder ve O'nun her nevî
kusur ve ayıplarından münezzeh olduğuna inanırım! Çok büyük ve yüce olan Allah'ım; gerçekten münezzeh ve
mukaddestir! O'nu tesbîh ve tenzih ederim!"
Bu şekilde yüz defa Allah'a tesbîh ve tahmîdde
bulun. Dünyanın senin de yüzüne güldüğünü, koşarak sana geldiğini
göreceksin!"
Adam, Peygamber Efendimiz'in
kendisine olan bu tavsiyesini aynen yerine getirdi. Bir müddet sonra, yine
Resûlüllah'ın huzuruna gelip: "Ey Allah'ın elçisi, dünyâ o kadar koşarak
bana geldi, o kadar zengin oldum ki, şimdi dünyâ malim nereye koyacağımı
bilemiyorum!" dedi." [10]
Peygamberimizin Sağlığında Görülen ve Bundan Önce Zikredilmemiş
Bulunan Fevkalâde Rü'yajlar:
Buhâri İbn-i Ömer'den rivayet eder. O şöyle der: "Peygamber'in (sallallahü aleyhi
ve sellem) ashabından bâzıları, bâzı rüyalar görür ve bunu Peygamber
Efendimiz'e
arz ederlerdi. Resulüllah Efendimiz de onların bu rüyası hakkında, Allah'ın
dilediği bazı şeyler söylerdi. Ben ise, henüz yeni yetişmekte olan bir genç idim ve Mescid'de yatar kalkardım.
Henüz evlenmediğim için, buradaki Ashâb-ı Suffe ile birlikte kalırdım.
Ashâbtan bâzılarimn gördükleri o güzel rü'yalara imrendiğim için, bir gün kendi
kendime şöyle dedim: "Ey Abdullah, eğer sen de bir hayır olsa idi, bu
zâtların gördüğü gibi, sen de hayırlı bir rüya görürdün..." Böyle düşündüğüm
günün gecesinde, Allah'a dua edip yalvardım ve dedim ki: "Ey Allah'ım,
eğer bende bir hayır varsa, ben kuluna da hayırlı bir rüya göster!"
İşte böyle dua edip yattım ve uyudum...
Rüyamda, ellerinde demirden kamçılar bulunan iki melek geldi ve beni cehenneme
doğru götürdüler...
Ben, bu iki meleğin arasında giderken, yine: "Ey
Allah'ım, beni cehennemden koru!" diyerek dua ediyordum... Derken karşıdan
bir melek daha göründü, bana hitaben dedi ki: "Hiç korkma, sen, namazı
fazla kılansın, ne iyi insansın!" O da bizimle gelerek nihayet cehennemin
kenarına vardık... Cehennemin, bir kuyu gibi kademe kademe aşağıya doğru
derinleştiğini ve her kademede bâzı melekler bulunduğunu gördüm... Onların da
ellerinde demir kamçılar vardı. Bu kademelerde de birtakım insanlar başı aşağı
asılmış azâb olunmakta idiler... Hatta içlerinde Kureyş'ten bâzı tanıdığım
kimseleri de gördüm... Beni sağ tarafa doğru götürdüler... Artık, cehennem
gözümden kaybolmuştu..." Bu rüyamı sabahleyin kardeşim Hafsa'ya
anlattım... O da Resûlüllah'a anlatmış. Resûlüllah da bana bu hususla ilgili
olarak buyurdu ki: "Abdullah, gerçekten iyi bir kişidir!" [11]
Buhârlyine İbn-i Ömer'den
şöyle nakleder: Gördüğüm bir rüyada: Elimde bir ipek parçası bulunuyordu ve ben
cennette idim. Cennette nereye gitsem, bu ipek parçası da uçup benimle beraber
geliyordu. Ben bunu Hafsa'ya anlattım. O da Resûlüllah'a anlatmış. Resûlüllah
da ona: "Senin kardeşin iyi bir kimsedir" buyurmuştur...
Buhârl, Abdullah
bin Selâm'dan nakleder. O şöyle demiştir: "Rüyamda ben, bir güzel bahçede
geziniyordum. Bahçenin tam ortasında bir yüksek
direk vardı. Direğin üzerinde de tutunulacak bir kulp vardı. Bana denildi ki:
"Haydi ne duruyorsun, bu direğe çık!" Ben de: "Buna gücüm
yetmez!" dedim... O sırada taze bir genç gelip elbisemden tutarak beni
yukarı yükseltti... Baktım, tâ direğin üzerindeyim... Oradaki kulpa sınısıkı
tütündüm. Derken uyanıvermişim... Fakat hâlâ elimle o kulpa tutunuyordum... Bu
rüyamı, Resûlüllah Efendimiz'e anlattım, o da bana hitaben: "Gördüğün
bahçe, İslâm bahçesidir! Direk de İslâmın direğidir. Direğin ucundaki kulp da,
urve-i vüskâ'dır, İslâmın kopmaz kulpudur! Sen, hiç ayrılmadan ölünceye kadar
İslama sarılıp tutunacaksın" buyurdu.
İbn-i Sa'd,
yine Abdullah bin Selâm'dan rivayet eder. O şöyle anlatır: "Ben,
Peygamberin (sallallahü aleyhi ve sellem) zamanında bir rüya görmüştüm. Şöyle ki: Adamın biri bana gelip: "Haydi bakalım,
benimle gel!" dedi. Beni alarak çok geniş bir caddeden götürmeye başladı.
Yürürken, sola bir yol açıldı. Ben bu yola sapmak istedim, yanımdaki adam ise:
"Sen bu yolun adamı değilsin!" dedi. Gitmeye devam ederken, bu sefer de
sağa bir yol ayrıldığim gördüm ve bu yola saptım, yanımdaki adam hiç itiraz
etmedi. O-nunla birlikte giderken yalçın kayalarla dolu bir dağa rastladık...
Yanımdaki adam beni tutup o dağa öylesine fırlattı ki, ben kendimi dağın
zirvesinde buldum... Uçuruma yuvarlanmamak için oradaki kulpa sınısıkı
sarılmamı söyledi. Ben de sımsıkı ona tütündüm... Derken uyanıvermişim... Ben,
bu rüyamı Peygamber Efendimiz'e anlattım. O da bana dedi ki: "Hayırlı bir rüya
görmüşsün. Şöyle ki: Gördüğün o geniş cadde mahşer yeridir. Giderken solunda
arız olan yol ise, cehennemliklerin yoludur. Sağma açılan yol ise;
cennetliklerin yoludur. Yalçın kayalıklarla dolu olan dağ, şehîdlerin
mertebesidir. Tutunduğun kulp ise, İslâmın kulpudur, İşte buna, ölünceye kadar
sımsıkı tutunmalasm." [12]
Beyhekî,
Talha bin Ubeydullah'ın şöyle dediğine dair bir haber nakletmiştir:
Peygamber'e (sallallahü aleyhi ve sellem) Bülâ'dan iki adam geldi. İkisi birlikte müslüman
oldular... Bunlardan biri, diğerinden daha çok ibâdet
ederdi. Bu daha çalışkan olan kişi, katıldığı bir savaşta şehîd oldu. Diğeri de bir sene sonra vefat etti. Bu ikincinin
vefatından sonra idi. Rüyamda Cennetin kapısında imişim... Baktım bu iki kişi de oradalar. Cennetten biri
geldi; önce, bir sene geç vefat edeni çağırıp
cennete aldı. Sonra tekrar gelip ikincisini cennete aldı. Sonra gelip bana dedi
ki: "Sen geri dön, şimdilik senin cennete girmene izin
verilmedi. Ben bunu, ertesi gün insanlara anlattım. Onlar da bunu hayretle
karşılayıp: "Niçin, önce şehîd olanı cennete çağırmamıştır?" demek
istediler... Bu konuşulanların ü-zerine Peygamber
Efendimiz şöyle buyurdular: "Bu, diğer
arkadaşından bir sene daha fazla yaşayıp bu müddet zarfında fazlaca namazlar
kılmış, Ramazan'a yetişip oruç tutmuştur."
Yine Beyhekî, Ebû Sâid el-Hudrî'den rivayet
eder. O da şöyle anlatmıştır:
"Rüyamda ben, Sâd Sûresini okuyordum... Bu suredeki secde âyetine gelince,
her şey secde etti. Bu sırada Levh ve Kâlemi de gördüm... Sabahleyin
Resûlüllah'a (sallallahü
aleyhi ve sellem) giderek rüyamı anlattım. O da buyurdu
ki: "Bu âyet okunduğu zaman secde edilsin!"
Buharî ve Müslim, İbn-i Ömer'den rivayet ederler: Peygamber'in (sallallahü aleyhi ve sellem) ashabından pek çoklan rüyalarında, Kadir Gecesi'nin Rama-zan'ın son yedi günü içinde bulunduğunu gördüler... Bunun üzerine Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem): "Görüyorum ki, rüyalarimz, Kadir Gecesinin Rama-zan'ın son yedi günü içinde
olduğu üzerine ittifak
etmektedir. O halde Kadir Gecesini taharri edecek (araştıracak) olanlar, onu Ramazan'ın son yedi günü içinde
arasınlar" buyurdu. [13]
Darimî Ebû Ümâme'nin
şöyle dediğini rivayet etmiştir: "Bir gün benim kardeşim rüyasında, insanların uzun ve uçurum bir dağa doğru tırmandıklarim görmüş... Bu dağın zirvesinde ise, iki ağaç varmış. A-ğaçlar, dağın zirvesine tırmanan insanlara: "içinizde
Bakara Sûresini okumasını bilen var mıdır? içinizde Al-i İmrân Sûresini okumasını bilen var mıdır?" diye nida ediyorlarimş, içlerinden biri:
"Evet, bilenimiz vardır" diye ses verdiği zaman, bu iki ağaç o adama yaklaşıp eğilmiş. Adam da o ağaçlara tutunmuş. Böylece dağın zirvesine doğru yükselmiş..."[14]
Peygamberlerin fazilet Derecelerini Peygamberimizin Faziletleri ile Karşılaştırma
Alimlerimiz demişler
ki: "Herhangi bir Peygambere verilmiş bulunan bir mucize veya faziletin
bir benzeri veya onun daha büyüğü, mutlaka Peygamberimize de (sallallahü aleyhi ve sellem) verilmiştir." [15]
Âdem (aleyhisselâm)’a verilmiş Bulunan Özellikler ve Mucizeler ve
Bunların Benzerlerinin Peygamberimize de Verilmesi
Burada buna bir misâl olarak: Yüce
Allah'ın Âdem'i
kendi eliyle yaratmış
olmasını ve melekleri secde ettirmiş ve
esmayı öğretmiş olmasını zikredebiliriz... Alimlerin bâzıları demişlerdir
ki: "Bâzılarına göre, Âdem (aleyhisselâm), İşte
bu sırada Peygamber olmuş ve
meleklere Peygamber o-larak gönderilmiştir. Onun mucizesi de, eşyanın isınılerini meleklere haber vermesi olmuştur.
Aynı zamanda Allah'ın kendisiyle konuşması olmuştur.
Âdem (aleyhisselâm)'a verilen bu mucize ve özelliklerin
benzerlerinin Peygamber
Efendimiz'e de verilmiş olmasına gelince: Evet, bütün bunların
benzerleri Peygamberimiz'e de verilmiş bulunmaktadır. Allah'ın kendisiyle konuşmuş olması mucizesi, bundan evvelki "Isrâ ve
Mi'râc" bahsinde geçmiştir. [16]
Meleklerin kendisine secde etmesine
gelince: Alimlerden bâzıları demişler ki: "Yüce
Allah'ın: "Allah ve melekleri Peygamber'e salât etmekte (O'nun şerefini
yükseltmekte) dir" [17]mealindeki âyetiyle beyân buyurduğu özellik; meleklerin Âdem'e secde etmiş olmaları özelliğinden, iki yönden daha ileri ve daha geniş bir
özelliktir. Şöyle ki: "Bir defa, Âdem (aleyhisselâm)'a âit bulunan bu özellik, olmuş ve geçip gitmiştir.
Allah ve meleklerin Peygamberimize olan salâtlan ise; geçici değil, devamlıdır, ikincisi: Âdem'e secde edenler sâdece meleklerdi. Başkaları değil... Re-sulüllah Efendimiz'e ise, Allah, melekleri ve
mü'ıninler salât etmekte-dirler..." [18]
İdris (aleyhisselâm)’a verilen Mucize ve Özellik
Bilindiği üzere, yüce Allah âyet-i kerîmesinde: "Biz onu
yüce bir mekâna yükselttik" buyurmuştur.[19] Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) de, şüphesiz (Isrâ ve Mi'râc Gecesi), Kâbekavseyn makamına
yükseltilmiştir." [20]
Nuh (aleyhisselâm)a verilen Mucize ve Özellikler
Bu hususta Ebû Nuaym der ki: Nuh (aleyhisselâm)'a verilen mucizeler şunlardır:
Duasının kabul buyurulması, kavminin tûfân ile batmış olması...
Bizim Peygamberimiz'e de duasının müstecâb olması mucizesi verilmiştir ve bunun pek çok örnekleri vardır; Şöyle
ki: Namaz kılarken sırtına işkembe koyanlara beddua
etmesi, kıtlık ve kuraklık zamanlarında yağmur ve bereket için dua etmesi,
kabul olunan dualarındandır."
Yine Ebû Nuaym der ki:"Peygamberimizin Nuh (aleyhisselâm)'a üstünlüğü aşikârdır. Yirmi küsur sene gibi pek kısa zamanda Peygamber Efendimize îmân etmiş olanların sayıları binlere varırken, insanlar
ferd ferd değil, fevc fevc onun
dînine gelip müslüman olurken; Nuh (aleyhisselâm)
kavmi içinde dokuz yüz elli sene kalmış olmasına rağmen, kendisine imân etmiş olanların sayısı yüzü bulmamakta idi. [21]
Ben derim ki:
Nûh (aleyhisselâm)'a verilen mucizeler arasında, gemideyken bütün
hayvanların kendisine itaat etmiş olduğunu da söyleyebiliriz... Keza
ilgili bölümde geçtiği gibi, Peygamberimiz'e de çok sayıda hayvanat itaat etmiştir." [22]
Hud (aleyhisselâm)’a verilen Mucize
Ebû Nuaym, bu hususta şöyle demiştir:
"Hûd (aleyhisselâm)'a rüzgar mucizesi verilmiştir.
Peygamber'e (sallallahü
aleyhi ve sellem) de, Hendek
Gazvesine âit bahiste geçtiği gibi, rüzgarla yardım
ve imdâd mucizesi verilmiştir."[23]
Salih (aleyhisselâm)’a verilen Mucize
Ebû Nuaym der ki: "Salih (aleyhisselâm)'a (dokunulması
yasak) deve mucizesi verilmiştir. Peygamber'e de (sallallahü aleyhi ve sellem); devenin kendisiyle konuşması ve kendisine itaat etmesi mucizesi verilmiştir." [24]
26-1 İbrahim Halil (aleyhisselâm)’a verilen Mucize
İbrâhim (aleyhisselâm)'a ateşten necat (ateşten yanmama) mucizesi
verilmiştir. Peygamberimiz'e âit benzeri bir mucize de,
bundan önceki ilgili bölümde geçti...' Ayrıca îbrâhim (aleyhisselâm)'a,
"Hıllet" (Allah'ın Halîli, yâni dostu olma) mucizesi de verilmiştir. Peygamberimiz'e de aynı mucize
verilmiştir.
Nitekim İbn-i Mâce ve Ebû Nuaym şöyle rivayet ederler. Amr bin el-Âs'ın oğlu Abdullah anlatıyor: Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) buyurdu: "Allah,
gerçekten İbrahim (aleyhisselâm)'ı
halîl edindiği gibi, beni de halîl
edindi! Cennette İbrahim ile benim makamım, yüzyüze olacaktır.
Aramızda ise amcam Abbâs bulunacaktır. Abbâs iki halîl arasında tam bir güven i-çinde
bulunacaktır..." [25]
Ebû Nuaym, Ka'b bin Mâlik'in şöyle dediğini rivayet eder: "Ben Peygamberden (sallallahü aleyhi ve sellem) işittim. O, vefatından beş gün önce şöyle buyurdu:
"Allah, arkadaşimzı (Peygamberinizi), gerçekten halîl
ittihâz etti!"
Yine Ebû Nuaym, İbn-i Mes'ûd'dan da şu haberi nakletmiştir: Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) buyurdu: "Eğer ben rabbim'den başka halîl edinseydim, şüphesiz Ebû
Bekr'i halîl edinirdim! Fakat sizin Peygamberiniz,
Allah'ın halîlidir!"
Ebû Nuaym der ki: İbrahîm (aleyhisselâm), Nemrûd'a karşı üç türlü koruma ile
korunmuştur. Keza ilgili âyetlerin haber verdiği gibi, Peygamber E-fendimiz de
müşriklere karşı pek çok kere korunmuştur. Yine îbrâhîm (aleyhisselâm) Nemrûd'a karşı kesin delilini ortaya
koyarak onu susturmuş; ilâhî burhan ve hüccetleri zikrederek mağlûb etmiştir. Keza Peygamber E-fendimiz de, Übeyy bin Halef gibi bu ümmetin nice nemrûdlarım ilâhî
beyan ve hüccetler serdederek susturmuştur. Nitekim Übeyy
bin Halef bir defasında Hazret-i Peygamber'e gelmiş ve elinde tuttuğu çürümüş kemiği
ufalıyarak, öldükten sonra
dirilmeyi inkâr ettiğini ortaya koymuş: "Bu çürümüş kemiği kim diriltecek?" diyerek Allah'ın kudretine
karşı meydan okumuştu...
Yüce Allah da bunun üzerine: "Kendi yaratılışim unutarak Bize bir mesel
verdi. "Şu çürümüş kemikleri kim diriltecek?" dedi. de ki: "Onları ilk defa yaratan diriltecek! O,
her yaratmayı bilendir!" [26] mealindeki âyetlerini indirerek ona ilahî
hüccet ve burhanim bildirdi, tşte
bu, dosdoğru ve apaçık bir burhandır..."
Ebû Nuaym, daha sonra der ki:
îbrâhim (aleyhisselâm), kavminin putlarim kırmıştı... Bizını Peygamberimiz de kavmi Kureyş'in Kabe etrafına doldurdukları üç yüz altmış putu
kınp yerle bir etti. Ki buna dâir hadisin, Mekke'nin Fethi bölümünde geçtiğini hatırlatmış olalım..."[27]
İsmail (aleyhisselâm)’a verilen Mucizeler
İsmâîl (aleyhisselâm)'a
sabır ve metanet mucizesi verilmiştir. Bu husus, bundan önce Peygamberimiz'in göğsünün yarılması mûcizesiyle ilgili bölümde geçmişti... Peygamberimiz'e verilen bu mucizenin,
îsmâîl (aleyhisselâm)'a verilen sabır mucizesinden daha büyük olduğu da orada belirtilmişti...
Gerçekten de bu böyledir... Zira îsmâîl (aleyhisselâm)
Allah'ın emri istikâmetinde kurban olmaya rızâ göstermişti, fakat kurban
edilmemişti... Efendimiz'in bundan daha büyük bir
sabır isteyen Göğsünün Yarılması Mucizesi ise, aynen meydana gelmiş ve yaşanmış bir mucizedir.
Keza tsmâîl (aleyhisselâm)'a, kesilmekten kurtuluşu için koç feda edilmişti. Efendimizin babası Abdullah'a da kesilmekten
kurtuluşu için yüz deve feda
edilmiştir. îsmâîl (aleyhisselâm)'a Zemzem verilmişti...
Keza Efendimiz'in dedesi Abdül-Muttalib'e de, Zemzem'i yeniden kazıp çıkarma
verilmiştir, îsmâîl (aleyhisselâm)'a Arap dili verilmişti... Keza Peygamberimiz'e de Arap-çayı en güzel
ve üstün bir şekilde
konuşmak verilmiştir.
Bu hususta Hâkim'in Cabir'den rivayeti şöyledir:
"Resûlüllah E-fendimiz buyurdu: "Şu
Arab lisânı, bir ilham olarak îsmâîl (aleyhisselâm)'a verilmiştir!" [28]
Ebû Nuaym'in ve başkasının Ömer'den rivayetleri ise şöyledir:
"Ben bir gün Peygamber'e (sallallahü aleyhi ve sellem): "Ey Allah'ın Resulü, aramızda Arap-çayı en
güzel ve üstün bir şekilde konuşanımız
sensin. Halbuki sen, A-rapçayı aramızda öğrenmiş de değilsin" diye sordum. O'nun verdiği cevap ise şöyle olmuştur: "îsmâîl (aleyhisselâm)'ın
Arapçası zamanla bozulup u-nutulmaya yüz tutmuştu... Cebrâîl (aleyhisselâm)
gelip bana Arapçayı tâlim etmiştir."[29]
Yakub (aleyhisselâm)’a verilen Mucize
Cilrcâni, Emâlî adıyla meşhur bulunan eserinde Ebû'l-Hasan
Ah-med bin Muhammed tarikiyle ve el-Tenûhî'ye kadar varan uzun bir se-nedle,
şöyle bir haber zikreder: "Yakûb (aleyhisselâm)'a, Yusuf un kardeşleri gelip "Onu kurt
yedi" dedikleri zaman; Yakûb (aleyhisselâm) bu kurdu çağırdı
ve ona: "Sen, benim iki gözümün nuru olan Yusuf umu yedin mi?" diye sordu.
Kurt: "Asla, böyle bir şey yapmadım!" dedi.
Yakûb: "Peki sen nereden gelip nereye gidiyorsun?" diye sordu. Kurt
da: "Ben, Mısır'dan gelip Cürcân'a gidiyorum" cevâbim verdi. Yâkûb tekrar sordu:
"Cürcân'da senin ne işin var?" Kurt da dedi ki: "Ben, senden
önceki Peygamberlerin: "Her kim, bir dostunu veya yakimnı ziyaret ederse, onun her adımı başına
bin hasene (sevaplı iş) verilir, bin günâhı
bağışlanır, derecesi de bin derece daha yükseltilir"
demiş olduklarim
işitmiştim... Benim yakimm olan kurtlardan
birinin Cürcân'da bulunması ve bu sevabı kazanmak arzusuyla oraya
gidiyorum..."
Yâkûb (aleyhisselâm), evladlarim çağırıp:
"Haydi bu hadîsi yazınız!" diye emretti. Kurda da, anlattığı hadîsi tekrarlamasını
istedi. Fakat kurt, bu teklifi kabul etmedi. Yâkûb'un, niçin kabul etmediğini sorması üzerine de: "Ben bunlara karşı bu hadîsi söyleyemem, zira bunlar günahkârdır!" cevâbim verdi."
Bundan önce geçtiği gibi, Peygamber Efendimiz'e de, kurt ile konuşma mucizesi
verilmiştir. Ebû
Nuaym der ki:
"Yâkûb'a, sabr mucizesi de verilmişti.
Yusuf un firakı üzerine neredeyse üzüntüsünün şiddetinden tükenip öleyazmıştı... Fakat sabretti.
Keza Peygamberimiz de, oğlu tbrâhîm'in ansızın ölümü ile karşılaştı, başka oğlu olmadığı halde buna sabredip razı oldu. Böylece O'nun sabrı, Yâkûb'un sabrından daha üstün oldu..."
[30]
Yusuf (aleyhisselâm)a verilen Mucizeler
Ebû Nuaym der ki: Yusuf (aleyhisselâm)'a
verilen mucize, onun bütün nebî ve resullerden ve hattâ bütün insanlardan daha
güzel olması idi. Bizını Peygamberimiz'e verilmiş bulunan güzellik ve cemâl ise, hiç bir
kula verilmemiş derecede idi. Yusuf (aleyhisselâm)'a verilmiş bulunan güzellik ile, Peygamber efendimiz'e verilmiş bulunan güzellik, eğer karşılaştırılacak
olursa; güzelliğin tamâmimn sevgili
ve güzel Peygamberimiz'e, bunun yansı kadarimn da Yusuf (aleyhisselâm)'a verilmiş olduğunu söylememiz gerekir [31]
Yusuf (aleyhisselâm),
ana-b ab asından ve vatanından ayrılmak zorunda bırakılmıştı... Peygamber Efendimiz de, ev halkim, yakınlarim ve dostlarım
bırakarak vatanından hicret etmek zorunda kalmıştır.
Fakat O'nun bu hicreti hiç şüphesiz Allah'a olmuştur." [32]
Mûsa (aleyhisselâm)a verilen Mucizeler
Mûsâ (aleyhisselâm)'a taştan
su fıştırtmak mucizesi verilmiştir. Bu önceki bölümlerde (Peygamberimiz'in Peygamberliğinin ilk günleriyle ilgili bahiste) geçtiği gibi, Peygamber Efendimiz için de vâki olmuştur. Ayrıca sevgili Peygamberimiz'in mübarek parmaklarından
da su fışkırdığı malumdur.
Ebû Nuaym der ki: Peygamberimiz'in bu mucizesi, Mûsa (aleyhisselâm)'ın taştan su
fışkırtması mucizesinden daha büyüktür... Zira taştan
su fışkırması, örf ve adettendir. İnsan
elinin (ki o et, kan ve kemiktendir) su fışkırtması
daha önceleri görülmüş bir
şey değildir." [33]
Mûsâ (aleyhisselâm)'a
verilen mucizeler arasında, bulutun gölgelendirmesi de vardır.
Bunun benzerinin Peygamberimize de verildiğine dâir, bâzı hadîsler, daha önce geçmişti... Yine Mûsa (aleyhisselâm)'a asâ mucizesi verilmiştir. Keza Peygamberimiz'e de, kuru kütüğün kendisinden ayrılması sebebiyle inlemesi
mucizesi verilmiştir. Mûsa'nın asasının ejderhâya çevrilmesine karşılık da Peygamber Efendimiz'e, Ebû Cehli korkudan titreten azgın deve mucizesi verilmiştir.
Ayrıca Mûsa'ya yed-i beyzâ mucizesi verilmiştir
ki, elini yakasından çıkardığı zaman bembeyaz parlardı. Keza Peyganıbe-rimiz'in
ashabından Tufeyl'e de bunun bir benzeri, Peygamberimiz'in hürmetine, yüzünde kandil
gibi parlayan bir nûr verilmişti. O, bunu yanlış anhyacaklarından
çekinerek dua etmişti
de, bu nûr eline geçmişti. Nitekim bu, onun müslüman oluşuyla ilgili kısımda anlatılmıştır.
Mûsa (aleyhisselâm)'a
verilen mucizelerden biri, denizin kendisi için yarılması, bir diğeri de Mennu-Selvâ
idi. (Yani gökten yağan kudret helvası ve bıldırcın eti).
Birincinin benzeri olarak Peygamberimiz'e Mirâc gecesi, yerlerin ve göklerin yarılması mucizesi verilmiştir. Diğerinin benzeri o-larak da, Allah yolunda cihadın
semeresi olarak bol bol ganimetler verilmiştir.
Mûsa (aleyhisselâm)'ın kavmi itaat etmeyince, o da onlar için beddua
edip tufan, çekirge, kurbağa, kan ve çeşitli haşerat ile
terbiye edilmelerim istedi. Bunun Peygamberimiz'de olan benzeri de, kavminin Yusuf (aleyhisselâm)'ın seneleri kadar kıtlık ve kuraklık içinde
kalmaları için olan dua-sıdır.
Mûsa (aleyhisselâm) Rabbi'ne olan münâcatmda: "Yâ Rabbi, sen razı olasın diye sana çabuk geldim!" dedi. [34]
Muhammed (aleyhisselâm) içinse yüce Allah şöyle
buyurdu: "-Habibim ü-zülme!- Rabbin sana verecek ve sen razı
olacaksın!" [35]
Diğer bir ayet-i celilesinde de yine Peygamberimiz için yüce Allah şöyle
buyurmuştur: "-Habibim, merak etme!- Elbette biz seni, hoşlanacağın bir kıbleye döndüreceğiz." [36]
Yüce Allah
Mûsa (aleyhisselâm)'a hitaben: "Ey Mûsa, sen
gözümün önünde büyüyesin diye senin üzerine
tarafımdan bir sevgi koydum." [37]
Bizim Peygamberimiz için ise yüce Allah şöyle
buyurmuştur: "Sen onlara de ki: Eğer
Allah'ı seviyorsanız, bana uyunuz ki Allah da sizi sevsin!" [38]
Davud (aleyhisselâm)’a verilen Mucizeler
Ebû Nuaym der ki: Dâvud (aleyhisselâm)'a, dağların
kendisiyle beraber o-kuyup Allah'ı teşbih etmesi mucizesi verilmiştir. Bunun benzeri olarak
da Peygamberimiz'e kum danelerinin, sofradaki
yiyeceğin teşbih etmeleri verilmiştir. Nitekim bu, daha
önceki ilgili bölümde anlatılmıştır.
Keza Davud (aleyhisselâm)'a kuşların teshiri (itaat ettirilmiş olması) mucizesi verilmiştir. Peygamberimiz'e de bu kabil mucizelerin
verilmiş olduğu hususu, önceki ilgili bölümlerde geçmiştir. Ayrıca Davud (aleyhisselâm)'a "Demirin yumuşatılması"
mucizesi verilmiştir. Keza Peygamberimize de taşın ve kayanın yumuşatılması
mucizesi verilmiştir.
(Burada söylediklerimizin tamamı da, Ebû. Nuaym'ın
kelamıdır)[39]
Süleyman (aleyhisselâm)’a verilen Mucizeler
Yine Ebû Nuaym der ki:
"Süleyman (aleyhisselâm)'a büyük bir mülk (hükümdarlık) verilmiştir. Peygamberimize (sallallahü aleyhi ve sellem) de gerçekten çok büyük bir mülk
verilmiştir. Ki bu, Süleyman (aleyhisselâm)'a verilmiş olan mülkten de daha büyük idi. Yeryüzünün
bütün hazineleri dahi ona verilmiş bulunuyordu.
Süleyman (aleyhisselâm)'a
"rüzgarın teshiri" mucizesi de verilmişti. Keza Peygamber Efendimiz'e de, bundan daha büyüğü verilmiştir. Süleyman (aleyhisselâm), kendisinin emrine verilen rüzgar sebebiyle, sabah
gidişi bir aylık yol, akşam dönüşü de bir aylık yol olan mesafeye bir günde gider ve dönerdi. Peygamber Efendimiz ise, gecenin üçte birinden biraz daha az olan
bir zaman içinde, Burak'ın üzerinde, elli bin senelik mesafeye gidip gelmiştir, (Isrâ ve Mi'râc
gecesinde.) Teker teker semâlara yükselip girmiş, pek acaib tecellilere mahzar
olmuş, cennet ve cehennemi de görmüştür (ki bunlar, Süleymam (aleyhisselâm)'a
verilen rüzgarın teshiri mucizesiyle kıyas kabul etmiyecek kadar büyük ve şümullü olan mucize ve
tecellilerdir.)
Süleyman (aleyhisselâm)'a bir de "cinlerin teshiri" mucizesi
verilmiştir. Cinler, ona itaat etmek istemez,
o da onları bağlar ve zorlardı. Sonunda cinler de kendisine itaat
ederlerdi. Peygamber Efendimiz'e ise cinler, diğer cinlerin temsilcileri ve elçileri olarak gelmişler,
bir zorlama ile değil kendi istekleri ile gelip imân etmişlerdir.
Dönüşlerinde de tslâm'ın temsilciliğini yapmışlardır.
Cinlerin kafirleri yani şeytanlar da
Pey-gamberimiz'e itaat etmek zorunda kalmışlar, ona yapmak istedikleri
kötülüğü de asla yapamamışlardır.
Hatta bir defasında büyük şeytan gelip Efendimiz namazını kılmakta iken, Efendimiz'e zarar vermek istemişse
de zarar verememiştir. Efendimiz de onu Mescidin direğine bağlayıp, bu kötü
kasdı sebebiyle insanların huzurunda onu rezil etmek istemişse
de, bundan vazgeçip onu serbest bırakmıştır.
Süleyman (aleyhisselâm)'a verilerT'ınucizelerden biri de, kuşların mantığim yani konuşmasını anlaması
idi. Peygamber Efendimize
de, bazı kuşların değil, bütün hayvanların halinden ve dilinden
anlama mucizesi verilmiştir. Fazladan olarak da, ağaçlar, taşlar ve asâ ile konuşma mucizeleri
verilmiştir ve bunlar, bundan Önceki kendi bölümlerinde belirtilmiş bulunuyor.[40]
Yahya (aleyhisselâm)'a verilen Mucizeler
Ebû Nuaym der ki: "Yahya (aleyhisselâm), daha sabi iken, kendisine hüküm verilmiştir. Herhangi bir günahı olmamasına rağmen, sürekli ağlayıp gözyaşı dökerdi ve birbirine ulayarak oruç tutardı. Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) Efendimiz'e ise, şüphesiz bundan daha faziletli olanı verilmiştir. Zira Yahya (aleyhisselâm),
putlara ve suretlere tapılan bir cahiliye içinde değildi. Peygamberimiz ise, câhiliyenin en koyusu
içinde bulunduğu halde kendisine büyük bir hikmet ve hüküm verilmiştir. Kendisi sabi olmasına rağmen, puta tapanların
içinde büyümesine rağmen; onların putlarından hiç birine rağbet göstermemiştir! Onların bayram ve merasınılerinden hiç birine
katılmamıştır. Kendisinden hiç bir zaman bir yalan işitilmediği gibi, çocukça bir hareket, yalana ve batıla ufacık
bir meyli dahi görülmemiştir. Tuttuğu oruçları ise, ertesi günün orucuna
ulardı. (Fakat ümmetine bunu yasaklamış, onların böyle yapmalarına izin vermemiştir.)
Sevgili Peygamberimiz buyururlardı ki:
"Ben, öyle bir halde gecelerim ki, Rabbim bana bu esnada
yedirir ve içirir! Sizler, bazı Özel hallerimde kendinizi
bana kıyâs etmeyiniz! [41]
Keza Peygamber Efendimiz de çok ağlardı. Bazen öyle ağlardı ki, mübarek göğsünün sanki kazan kaynıyormuş gibi
ses çıkardığı olurdu.
Yine Ebû Nuaym der ki: "Eğer denilirse ki:'Yahya (aleyhisselâm),
malum hasur idi. Hasur, kadınlarla bir ilgisi bulunmayan (hiç evlenmemiş olan)dır.
Acaba bu hususta ne
diyeceksiniz?" Biz buna karşı deriz ki: "Bizim Peygamberimiz, bütün insanlığa son Peygamber olarak gönderilmiştir. Halkın kendisine uymaları için evlenmekle
emrolunmuştu. Zaten insanların fıtratına uygun olan da
budur."[42]
Îsâ (aleyhisselâm)a verilen Mucizeler
Yüce Allah bu hususta
şöyle buyurdu: "Allah onu îsrâil oğullarına
elçi olarak gönderecek. O da
onlara: "Ben size Rabbi'nizden bir mucize getirdim: Ben, çamurdan kuş
şeklinde bir şey yapar, ona üflerim, Allah'ın izniyle
hemen kuş oluverir; körü ve alacalıyı iyileştiririm; evlerinizde ne yiyip
ne biriktirdiğinizi size haber veririm" der." [43]
İşte bu âyet-i celilede Îsâ (aleyhisselâm)'a verilen mucizeler, bildirilmektedir. Daha önce
zikredildiği veçhile, Peygamber Efendimiz'e de bu kabil mucizeler verilmiş; o da hastaları iyileştirmiş, azası sakatlananların azalarim düzeltmiştir. Bedir ve Uhud
Gavzelerinde gözü sakatlanan Katade'nin gözünü iyileştirmiş, Hayber Gazvesinde
gözleri hasta olan Ali'nin gözlerini iyi etmiştir. Bunlar, daha önce ilgili
bölümlerinde ve Peygamberimiz'in "gaybi haberleri"
bölümünde geçmiştir.
Ebû Nuaym, Îsâ (aleyhisselâm)'ın çamurdan kuş yaratması
mucizesine benzer bir muci?e olarak, Peygamberimiz'in, ashabından birinin
elindeki hurma dalım demirden bir kılıca çevirmesi mucizesini zikreder. Nitekim
buna dair bilgi, Bedir Gavzesi'ne ait bölümde geçmişti. [44]
Yüce Allah şöyle
buyurur: "O (Îsâ), beşikte ve yetişkinlikte insanlarla konuşacak, iyilerden olacaktır." [45] Keza
bizını Peygamberimiz'e de böyle bir mucize verilmiş
olduğuna dair bir rivayet; Peygamberimiz'in doğumuyla ilgili bölümde geçti idi. [46]
Hâkim'in İbn-i Mes'ud'dan rivayetine göre, Îsâ (aleyhisselâm) doğduğu zaman, yeryüzünde ne kadar put
varsa, hepsi yüzüstü yere düşmüştür. Keza benzeri bir mucizenin Peygamberimiz'e de verildiğine dair ilgili rivayet, ait olduğu bölümde geçmişti. [47]
Îsâ (aleyhisselâm)'a
verilen mucizeler arasında zikredebileceğimiz, bir de onun semaya kaldırılmış olmasıdır. Ebû Nuaym bu hususta der ki:
"Bu, bizını Peygamberimiz'in
ümmetinden bazılarına da kısmet olmuştur. Bu meyanda Amir bin Füheyre'yi, Hubeyb'i ve Alâ
bin el-Hadrami'yi söyleyebiliriz. Nitekim, bu da önceki bahislerde
geçmiştir." [48]
------------------------
[17] Ahzab
suresi, 56
[19] Meryem
suresi, 57
[26] Yasin
suresi, 78-79
[34] Tahâ
suresi, 84
[35] Duha suresi, 5
[36] Bakara suresi,
144
[37] Tahâ suresi, 39
[38] Al-i İmran suresi, 31
[43] Al-i İmran suresi, 49
[45] Al-i imran
suresi, 46
27
PEYGAMBERİMİZİN, DİĞER PEYGAMBERLERE ÜSTÜNLÜĞÜNÜ İFADE EDEN ÖZELLİKLERİ
Peygamberimizin, Diğer Peygamberlere Üstünlüğünü İfade Eden
Özellikleri
Bu bölümde, Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) Efendimiz'e verilip de diğer peygamberlere verilmemiş olan, Peygamberimizin afdaliyetini bildiren
bazı büyük özellikleri anlatılacaktır. Bunların sayısı hakkında bir fikir
veren Ebû Sâid el-Nisâburi, Şerefü'l-Mustafa adlı
kitabında şöyle demektedir:
"Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) Efendimiz'in diğer Peygamberlere karşı üstünlüğünü ifade eden özellikleri,
sayı itibariyle altmış kadardır." İşte o, böyle demektedir. Ben de
diyorum ki: "Sevgili Peygamberimiz'in bu sayıdaki özelliklerini,
birden altmışa kadar saymış ve bunu yazıya
almış bir alim
bilmiyorum. Benim naçizane araştırmalarıma göre
ise, aslında bu sayı daha da büyüktür. Yâni Peygamber Efendimiz'in özellikleri; bu husustaki
hadislerin ve eserlerin tamamim gözden geçirdiğimiz
zaman, bunların; yukarıda bildirilen sayimn üç katma çıktığı görülür. Ben bunları inceledim ve aynı zamanda dört
kısma ayrılmış olduğunu gördüm. (Yâni tamamim, dört bölümde mütalaa
ettim).
Şöyle ki: Sevgili ve
büyük Pey-gamberimizm bu büyük özelliklerinin
Birinci kısmı: O'nun zatına ait olup dünyada kendisine
verilmiş bulunanlar,
İkincisi:
Yine O'nun zatına ait olup ahirette kendisine verilmiş (verilecek)
olanlar.
Üçüncüsü: O'nun ümmetine
ait olup dünyada verilmiş bulunanlar. Dördüncüsü: Yine O'nun ümmetine ait olup
ahirette verilecek olanlar. Şimdi böylece dört
kısma ayırdığımız bu özellikleri, geniş bir şekilde
ve ayrı ayrı bölümler halinde anlatalım.[1]
Peygamberimizin Diğer Peygamberlerden Önce Yaratılmış Olması ve
Onlardan Önce Peygamber Olması
Evet, Peygamber (e.a.v.)
Efendimiz, daha Âdem (aleyhisselâm)
yaratılışına maya teşkil
eden çamurun içinde iken, yaratılmış ve Peygamber kılınmış idi. [2]
Bundan önce de
geçtiği gibi, Peygamberimiz hakkında diğer peygamberlerden söz alınmıştır. Aynı zamanda Peygamberimiz,
"elestü bi-rabbiküm?" hitabına da, herkesten ve bütün Peygamberlerden
önce cevap verip: "Evet, Rabbimiz'sin!" demiştir. [3]
Burada şunu da zikredenin ki: Gerek Âdem (aleyhisselâm), gerek diğer Peygamberler ve bütün yaratıklar sadece
O'nun hürmetine yaratılmışlardır. [4]
O'nun mübarek adı, günün beş vaktinde
okunan ezanlarda söylenip durduğu gibi; bunun Âdem (aleyhisselâm) zamanında ve melekût-ı alâ'da da söylendiğim
hatırlamış olalım. Ayrıca meleklerin de O'nu her zaman ve saatte
zikrettiklerini söyliyelim. [5]
Gerek Âdem (aleyhisselâm)'dan, gerek diğer bütün Peygamberlerden, peygamber
efendimiz'in sağlığına yetiştikleri taktirde
O'na iman edecekleri, O'na yardımcı olup destekleyecekleri hakkında
kendilerinden MÎsâk,
yani ilahi bir ahid ve söz alınmış olması da; sevgili Peygamberimiz'in büyük bir
özelliğidir! [6]
Önceki nazil olan
semavi kitaplarda, gerek Peygamberimiz'in geleceği, gerekse O'nun
ümmetinin, ashabimn ve halifelerinin bazı özellikleri de
bildirilmiş ve müjdelenmiş tir.
Peygamberimiz'in doğumu sebebiyle de şeytanlar göklerden kovulmuş, tard
edilip uzaklaştırılmıştır. [7]
Peygamberimiz'in kalbinin, bütün ilâhi vahiy ve ilhamlara
isti-dadlı olması için kalbi Cebrâîl tarafından yarılıp ameliyat edilmiş; nûr ve
hikmetle doldurulmuştur.
Sırtında, tam kalbinin hizasına düşecek
yerde de Hâtemü'n-Nübüvvet yaratılmış; O'nun mübarek kalbi bu tarafından da
şeytanın vesveselerine kapalı kılınmıştır.
O, sefer halinde
iken, melekler kendine gölge edip onu sıcaktan korumuşlardır. [8]
ve O, bütün insanların en akıllısı olarak
yaratılmıştır! [9]
Kendisine verilmiş bulunan güzellik de,
O'nun özelliklerinden biridir. Öyle ki, O'na verilmiş bulunan güzelliğin ancak
yansı kadarı Yusuf (aleyhisselâm)'a verilmiş idi.
Peygamberimiz'in vahiy geldiği zaman şiddetle sarsılıp kendinden
geçer gibi olması ve bu sırada harıldaması da, kendisine vahiy halindeyken
verilmiş bulunan bir özellik idi. Aynı zamanda o, kendisine vahiy getiren Cebrâîl (aleyhisselâm)'ı da yaratıldığı şekilde iki defa
görmüştür. Bu da O'na verilen bir özelliktir. [10]
Kendisine Peygamberlik verilmesinden
itibaren, kahinlerin kehaneti, şeytanların kulak hırsızlığı yaparak ilâhi
vahiyden çalıntılar yapması da sona erdirilmiş, semalar onlardan korunmuştur.
Buna yeltenenler de akıcı ve yakıcı alevlerle tard edilmiştir.
O'nun şefaati ile kafirlerin azabimn
hafiflemesi de, O'nun özelliklerinden biridir. Nitekim Ebû Talib'in
kıssasından da bu husus anlaşılmaktadır.
Allah, düşmanlarından koruyacağına dâir,
kendisine ilâhî bir va'd de bulunmuştur.
Hele Isrâ ve Mirâc mucizesi, bu mucizenin
şümulüne giren husustur ki, yedi kat gökler ve daha yüceleri kendisi için
açılmış ve bir yol olmuştur. O bu gecede, "Kabe kavseyn" makamına
yükselmiştir. Hiç bir meleğin ve Peygamberin ayak basmadığı âlemlere ayak
basmıştır.
O gece Peygamberler kendisi için
diriltilmiş, kendisinin arkasında durmuşlar, O da onlara namaz kıldırmıştır. O
gece O'na, hattâ mekekler bile cemâat olmuşlardır. [11]
Beyhakfnin anlattığına göre, o gece cennet
ve cehennemi de görmüştür ve daha nice büyük İlâhî âyetlerin tecellîsine
mazhar olmuştur. Gördüklerini hıfzetmiş, gözü başka noktaya kaymamıştır.
Rabbini de iki defa görmüştür... Melekler onunla birlikte savaşmıştır, İşte
bunlar; daha önce geçen hadîslerle anlatılan O'nun kırk kadar özelliğidir. [12]
Peygamberimize İndirilen Kitabın Muciz Oluşu, Kıyamete Kadar
Tebdil ve Tahriften Mahfuz Oluşu, Her Şeyin Esasını Cami' Oluşu ve Başka Bir
Kitaba İhtiyaç Bırakmaması, Önceki Kitapların İçine Aldıkları Bütün Mevzuları
Fazlası ile İçine Alışı, Ezberlenmesinin Kolay Oluşu, Parça Parça İnişi, Yedi
Bölüm ve Yedi Harf Üzerine İnişi ve Her Lügati İhtiva Edişi de O'nun Büyük
Özelliğidir.
Nitekim bu hususların te'yîdi mâhiyetine,
O'nun en büyük mucizesi ve özelliği bulunan Kur'an-ı
Kerim'de bir çok âyetler vardır. Şimdi bunlardan bâzılarimn meallerini görelim. Yüce
Allah şöyle buyurmaktadır:
"de ki: "Andolsun, eğer insanlar
ve cinler şu Kur'ân'ın bir benzerini getirmek üzere toplansalar, yine onun
benzerini getiremezler. Birbirlerine arka olup yardım etseler de bunu
yapamazlar!" [13]
"O zikri (Kur'ân'ı) biz indirdik
biz; O'nun koruyucusu da elbet biziz!" [14]
"O yanlış yola sapanlar, kendilerine
gelen Kur'ân'ı inkâr ettiler. Halbuki o, Öyle eşsiz bir kitaptır!" [15]
"Öyle bir
kitap ki, ne önünden, ne ardından ona bâtıl gelmez! O,
hikmetli, çok övülen Allah tarafından indirilmiştir!" [16]
"...Sana bu kitab'ı, her şeyi açıklayan ve müslümanlara yol gösteren, rahmet ve müjde
dolu bir kitap olarak gönderdik!" [17]
"Bu Kur'ân,
Isrâîl Oğullarına, kendilerinin ayrılığa düştükleri
şeylerin birçoğunu anlatıyor." [18]
"Andolsun biz, Kur'ân'ı öğüt almak
için kolaylaştırdık! Öğüt alan yok mudur?" [19]
"Onu, bir Kur'ân olarak (âyet
âyet) ayırdık. Ki Onu insanlara dura dura okuyasın! ve biz onu parça parça
indirdik." [20]
"İnkar edenler: "Kur'ân, O'na bir defada
indirilmeli değil miydi?" dediler. Biz onunla senin kalbini sağlamlaştırmak için onu böyle
parça parça indirdik ve onu ağır ağır okuduk." [21]
"Onların sana getirdikleri her
misâle (bâtıl soruya) karşı mutlaka biz sana, o
bâtılı yok edecek bir gerçeği ve en güzel açıklamayı getiririz!" [22]
Buharî Ebû
Hüreyre'den rivayetle Peygamber'in (sallallahü
aleyhi ve sellem) şöyle buyurduğunu nakleder:
"Benden önce gönderilmiş hiçbir Peygamber yoktur ki, kendisine beşerin
inanacağı mü'ınenün bih olan (îmân prensiplerini ihtiva eden) bir şey
verilmemiş olsun! Bana gelince; Allah bana herşeyin esâsını ihtiva eden îlâhî
vahyini gönderdi. Umîdim odur ki, ümmeti en çok olan, ben olacağını!"
Beyhekî,
"O öyle bir kitaptır ki, ne önünden, ne de ardından ona bâtıl
gelmez!" mealindeki âyeti kerîme üzerinde, Hasanü'l-Basrfnin şöyle
dediğini nakleder: "Yâni, Allah Kur'ân'ı şeytanın ona bir zarar
vermesinden korumuştur! Şeytan ona hiçbir yönden yanaşamaz! Ona herhangi bir
bâtılı sokamaz, ondaki îlâhî hakikat ve hikmetlerden de hiç bir şeyi
eksütemez.,."
Yine Beyhekî, Yahya bin Eksem'den şöyle bir haber nakleder: Bir
gün Halîfe Me'ınûn'un yanına bir yahûdî girdi. Onunla konuştu. Fakat çok güzel
konuştu. Ne derece bilgili ve kültürlü olduğu, konuşmasından anlaşılıyordu.
Buna bakarak halîfe kendisini îslâm'a davet etti. Yahûdî onun bu teklifini
kabul etmedi, izin alıp giden bu yahûdî, bir sene sonra yine halîfe ile
görüşmek istedi. İzin verilince içeri girdi. Bu sefer, müs-lümanlığı kabul
ederek gelmişti... Yine çok güzel konuşuyordu. Halîfe kendisine:
"Müslümanlığı kabul edişinizin sebebi nedir?" diye sordu. O şu
karşlığı verdi:
"Ben sizin huzurunuzdan ayrılıp
gittikten sonra, bütün dinleri (şu üç büyük dîni), bir defa daha gözden
geçirmek istedim... Bu maksatla Tevrat'ı ele aldığımda, onun gerçekten tahrif
edilmiş olduğu kanâatine vardım ve Tevrat ehlini bu hususta imtihan etmek
istedim. Üç nüsha (aded) Tevrat yazdım. Her bir nüshasında bâzı ilâve ve
çıkarmalar yaptım. Sonra bunları yahüdüerin havrasına götürüp satmak
istediğimi söyledim ve derhal alıcı buldum ve sattım. Sonra İncil'i ele alıp
ondan da üç nüsha yazdım. Her bir nüshasına ilâveler yaptım, bâzı çıkarmalarda
bulundum. Götürüp hristiyanların kilisesinde müşteri aradım. Çok geçmeden her
üç nüshaya da alıcı buldum ve sattım. Sonra Kur'ân'ı ele aldım. Ondan da üç
nüsha yazdım ve her bir nüshasında ilâveler ve çıkartmalar yaptım. Götürüp
mushaf-ı şeriflerin satıldığı yerde müşteri aradım. Fakat müslümanların
kitapçıları, ellerine aldıkları bu mushaf nüshalarim tetkik etmeye başladılar.
Tashîhsiz ve tasdiksiz olduğunu derhal farkettiler. Bana, "sen bunları
nereden aldın?" diye çıkıştılar. Ben de
ellerindeki nüshaları alıp durumu kendilerine sezdirmeden oradan kayboldum...
ve böyle bir mushafm müslümanlara kabul ettirilemiye-ceğini anladım...
Dolâyısıyle, Kur'ân'ın Allah'ın Kitabı bulunduğuna ve Onun İlâhî koruması
altında bulunduğuna kanâat getirdim ve müslü-manlığı kabule karar verdim, İşte
müslüman oluşumun sebebi ve hikâyesi bundan ibarettir."
Yahya bin Eksem [23] der ki: Aynı sene ben
hacca gitmiştim. Bu olayı orada karşılaştığım Süfyân bin Uyeyne'ye
naklettim. O da bunun üzerine dedi ki: "Bunu doğrulayıcı olarak Allah'ın
Kitabında âyet vardır. Hangi âyet olduğunu biliyor musun?" Ben
de hangi âyeti kasdettiğinin kendisi tarafından söylenmesini rica
ettim. Benim ricam üzerine o da dedi ki: "Malûm olduğu veçhile yüce Allah, Tevrat ve İncil hakkındaki bir âyet-i celîlesinde şöyle buyurmuştur:
"Kendilerini Allah'a vermiş bulunan
yahûdî zâhidleri ve âlimleri, Tevrat'ı korumakla görevli ve yükümlü
idiler..." [24] İşte bu âyetten
de anlaşıldığı gibi, Tevrat'ın korunması
onlara (kullara) kalmıştı... Halbuki yüce
Allah, Kur'ân ile ilgili bir âyetinde meâlen şöyle buyurmaktadır: "O
zikri (Kur'ân'ı), biz indirdik biz; ve onun koruyucusu da elbette
biziz!" [25] İşte bu âyetten anlaşılan da, yüce Allah Kur'ân'ı (şu
veya bu sebeple) koruyacağim bildirmiş bulunmaktadır. Demek ki Kur'ân, bizzat
Allah'ın koruması altındadır, asla onu zâyî etmeyecektir!" [26]
Beyhekî,
îmânın Şubeleri adlı kitabında, Hasan-ı Bâsri hazretlerinden nakleder. Buna
göre o demiştir ki: "Yüce Allah, yüz dört kitâb inzal buyurmuştur! Bu yüz
dört kitabın ilim ve hikmetlerini, dört büyük kitapta toplamıştır. Bu dört
büyük kitab da malûm: Tevrat, incil, Zebur ve Fürkân (Kur'ân) dır. Sonra
yüce Allah; Tevrat, Incîl ve Zebur'daki bütün ilâhi hikmet ve ilimleri de
Fürkân'da (Kur'an'da) toplamıştır [27])._____________________
Sâid bin Mansûr, İbn-i Mes'ûd'un şöyle
dediğini rivayet etmiştir: "Her kim ilimde kemâle ermek isterse, Kur'ân
üzerinde çalışmalıdır. Zira evvelkilerin de, sonrakilerin de haberi ve bilgisi
Kur'an'dadır!" [28]
İbn-i Cerîr ile İbn-i Ebî Hatim de
yine İbn-i Mes'ud'dan şöyle rivayet ederler: "Yüce Allah, şu Kur'an'da
ilmin tamamim indirmiş ve bizlere a-çıklamıştır! Bunda asla şüphe yoktur. Şu
kadar var ki, biz kulların a-kılları ilmin tamamim Kur'an'dan almaya, Onu
hakkıyla anlamaya yetmemektedir."
Ebû Şeyh, Kitabu'l-Azamet adlı eserinde
Ebû Hüreyre'nin şöyle dediğini nakleder: "Peygamber (sallallahü aleyhi ve
sellem), bir defasında kitabımız Kur'an hakkında
şöyle buyurmuştur: "Eğer yüce Allah, bazı şeyleri kitabında zikretmeyi
bırakmış olsaydı, zerreyi, hardal tohumunu, sivrisineği zikretmeyi bırakmış
olurdu!"
Hâkim ve Beyhekî İbn-i
Mes'ud'dan naklederler, O şöyle demiştir: Peygamber (sallallahü aleyhi ve
sellem) buyurdu: "Önceki kitablar, bir
bölümden ve bir harf üzerine nazil olurdu. Kur'an ise, yedi bölüm ve yedi
harf üzerine nazil olmuştur. Kur'an; emreder, nehyeder, haramı ve
helali bildirir. Muhkemi, müteşabihi ve
emsali (darb-ı meselleri) vardır."[29]
Buhârî ve Müslim'de de İbn-i Abbâs'tan rivayet edilen şu hadis-i şerif bulunmaktadır:
"Cebrâîl bana, Kur'an
ayetlerini bir harf (bir okuyuş) üzere okuyordu. Ben kendisine müracat
edip daha fazla okuyuş ile okunmasını (ve böylece
O'nun okunmasında çeşitli kabilelere mensub insanlar için bir
kolaylık sağlanmasını) istedim. O da bunu biraz artırdı. Ben daha fazlasını
istedim, o da bunu artırdı ve sonunda yedi harf (okuyuş) üzere bana
okudu."
Müslim tek
başına Übeyy bin Kab'tan şöyle rivayet eder: Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) buyurdu: "Rabbim
Kur'an ı bana, bir harf üzere okunacak şekilde gönderdi. Ben ona müracaat
ederek ümmetim için bunun kolaylaştırılmasını istedim. Rabbim de bunu kabul
buyurup iki harf üzere o-kunmasına izin verdi. Ben yine müracatta bulunarak
bunun artırılmasını istedim. Rabbim de benim bu müracatımı kabul buyurarak
Kur'an'ın yedi harf (okunuş) ile okunmasına müsaade etti." [30]
İbn-i Ebî Şeybe, el-Mûsannef adlı eserinde ve İbn-i Cerir, Ebû
Mey-sere'den şu haberi çıkarmıştır. Ebû Meysere demiştir ki: "Kur'an her lisan
ile inmiştir (yani onda her lisandan bazı
kelimeler vardır.)"
(İbn-i Ebî Şeybe, bunun benzeri bir haberi de el-Dahhak'tan rivayet
etmiştir.)
İmâm Fahrüddin-i Râzi der ki:
"Kur'an'ın, diğer semavi kitablara tam otuz hasletle üstünlüğü vardır. Ki bu hususiyetler (özellikler) diğer
semavi kitabların hiç birinde bulunmamaktadır."
İbn-i Münzir Tefsirinde Vehb bin
Münebbih'in şöyle dediğini haber vermiştir: "Çeşitli milletlerin konuştuğu
dillerden hiç biri yoktur ki, Kur'ân'da onların dilinden bir şey bulunmamış
olsun." Vehb bin Mü-nebbih böyle konuştuğu zaman kendisine: "Peki
Kur'ân'da Rumca'dan hangi kelime vardır?" diye sormuşlar... O da şu cevabı
vermiştir: "Bakara süresindeki: "Fesurhünne" kelimesi Rumîcedir
ki, "Onları kendine çek ve kes" anlamındadır."[31]
Peygamberimizin Bir Büyük Özelliği de, O'nun Mucizesinin
Kıyamete Kadar Baki Oluşudur
Peygamberimiz (sallallahü aleyhi ve sellem); mucizesinin kıyamete kadar baki oluşu gibi, bir büyük özelliğe de sahip bulunmaktadır. Kıyamete kadar bakî olan bu
mucize ise, hiç şüphesiz Kur'ân-ı Kerîm'dir! Diğer Peygamberlerin mucizeleri ise, kendi zamanları ile kayıtlı ve
geçici idi. Peygambe-rimiz'in bir özeliği de, Peygamberler içinde en çok
mucizeye sahip olmasıdır. Onun bu mucizelerinin sayısı üzerinde beyânda bulunan
bazı âlimler: "Bunlar sayıca bine varmaktadır" demiştir. Bâzıları
ise, bunların üç bin kadar olduğunu söylemiştir. Nitekim, Beyhekî de
böyle demiştir. Bu hususta Allâme el-Huleymî de şöyle der: "Peygamber Efendimiz,
mucizelerin sayısı bakımından bütün Peygamberlerden önde olduğu gibi,
mucizelerinin keyfiyeti bakımından da bir üstünlüğe sahiptir. Zîra diğer
Peygamberlerin mucizeleri arasında, cisınılerin yarılması
şeklinde (meselâ Ay'ın yarılıp ikiye bölünmesi gibi) bir mucize
bulunmamaktadır. Bu mânâ ve mâhiyet de, Peygamberimize verilmiş bulunan bir özelliktir."
Bu hususta ben de
derim ki: Peygamberimizin büyük özellikleri arasında; daha önceki
Peygamberlere verilmiş bulunan bütün mucizelerin kendisine verilmiş olması da vardır. Zîrâ daha önceki Peygamberlerden
herhangi birine, sadece bir nevî mucize verilmiştir. Onlardan hiç birine her
nevî mucize verilmiş değildir. Bizını Peygamberimiz'e ise, hem her
nevî mucize, hem de her nevî fazîlet ve üstünlük dahî verilmiş durumdadır. [32]
îzzüddîn İbn-i Abdüsselâm da der ki:
Peygamber'e (sallallahü aleyhi ve sellem) taşın selâm vermesi, O'ndan ayrılması sebebiyle kuru
kütüğün inlemesi, parmaklan arasından su fışkırması gibi mucizeler de, O'nun
özellikleri a-rasındadır. Zira bu gibi mucizeler başka Peygamberlerden hiç
birisine olmamıştır. Keza inşikâk-ı kamer (ay'ın yarılması) mucizesi de
O'nun bir özelliğidir."[33]
Peygamberimizin; Peygamber Olarak En Son Gönderilişi, Son
Peygamber Oluşu,Getirdiği Şeriatın Kıyamete Kadar Baki Oluşu, Diğer Şeriatleri
Nesh Edişi, Peygamberlerden Otvun Zamanına Ulaştıkları Takdirde O'na Tabi
Olacaklarına Dair Söz Alimşı Gibi Özellikleri de Vardır.
Nitekim Yüce Allah ilgili bazı
âyetlerinde şöyle buyurmaktadır:
"Muhammed, sizin erkeklerinizden
birinin babası değil, fakat Allah'ın resulü ve Peygamberlerin
sonuncusudur. Allah, her şeyi bilendir." [34]
"Sana da,
kendinden Önceki kitapları doğrulayıcı ve onları
kollayıp koruyucu olarak bu kitabı gerçekle indirdik..." [35]
"O, Resulünü hidâyetle ve hak dinle
gönderdi ki, Allah'a ortak koşanlar hoşlanmasa da o hak dîni, bütün dinlerin
üstüne çıkarsın..." [36]
Bu konuda fikir beyân eden âlimlerden
İbn-i Seb, şu son iki âyeti Peygamberimiz'in getirdiği şeriatın, kendinden önceki şerîatleri
nes-hettiğine dâir, birer delil olarak zikretmiştir.
Ebû Nuaym, Ömer bin Hattâb'ın
aşağıdaki hadisi naklettiğini kaydetmiştir. Bu kayda göre Ömer şöyle demiştir:
"Ben, Peygamber (sallallahü aleyhi ve
sellem)'e gitmiştim. Yanımda da, ehl-i kitâbtan
bâzı dostlarımdan not ettiğim yazılar vardı. Bunları Hazret-i Peygambere
okumak istemiştim. O, buna kızarak buyurdu ki: "Varlığım elinde olan
Allah'a yemin ederim ki, eğer Mûsâ (aleyhisselâm) bugün sağ olup aramızda bulunasaydı, ona, bana tâbi
olmaktan başka bir şey düşmezdi!" [37]
Peygamberimizin Özelliklerinden Biri de, Otna İndirilen Kitapta
Nasih ve Mensüh Bulunmasıdır.
Yüce Allah bir âyet-i
celîlesinde şöyle buyurur: "Biz, daha iyisini veya
benzerini getirmedikçe bir âyetin hükmünü yürürlükten kaldırmaz veya onu
unutturmayız..." [38]
Bu âyet-i kerime,
Kur"ân'da nâsih ve mensûh bulunduğunu
açıkça haber vermektedir. Fakat bu, daha önceki kitaplarda bulunmamakta
idi. İşte bu sebepledir ki yahûdîler neshi inkâr etmişler, bunu havsalalarına sığdıramamışlardır.
Bunun sırrı ise şu idi: Daha önceki kitaplar toplu olarak bir defa
inerdi. Bunun için o kitaplarda hem nesneden, hem de neshe uğrayan âyetlerin bulunması imkansızdı. Zira nesheden (yürürlükten
kaldırılan) bir âyetin bulunmasının şartı, neshettiği âyetten sonra inmiş
olmasıdır. Şüphesiz bu ise, bütün âyetleri aynı anda ve bir defada inmiş
bulunan bir kitapta mümkün olamazdı. Bu itibarla yahûdüerin kitaplarında da
böyle bir durum yoktu. İşte bu sebepten neshi inkâra düştüler. [39]
Peygamberimizin Bir Özelliği de, Kendisine Arş Hazinesinden
Ayetler verilmesidir
Evet, Peygamber
Efendimiz'in
özelliklerinden biri de budur. Nitekim sahih bir hadîste şöyle buyurmuştur:
"Bakara Sûresi'nin sonundaki âyetler bana, Arş'ın altındaki hazîneden verilmiştir!"[40]
O Tüm İnsanlara Gönderildiği
Gibi Tümin-Sanları Davet Etmiş, Davetine İcabet Eden Ümmetinin Sayısı da Diğer Ümmetlerden Çok Olmuş Aynı
Zamanda O, İns ve Cinne
Gönderilmiştir! Hatta Bir Kavle Göre Meleklere de Peygamber Olarak
Gönderilmiştir! Kendisine, Hiç Okuyup Yazmadığı Halde Kur'an
Gibi Bir Kitap verilmiştir
Yüce Allah, Kerîm Kitâbı'nda buyurur ki:
"Biz seni ancak bütün insanlara müjdeleyici ve uyarıcı olarak gönderdik; fakat insanların çoğu bilmezler!" [41]
Yüce Allah bir
âyetinde de şöyle buyurur; "Âlemlere
uyarıcı olsun diye kulu Muhammed'e Furkân'ı (hakkı bâtıldan ayırma ölçüsü olan Kur'ân'ı) indiren hayır ve bereketi pek
çoktur!" [42]
Bu konuda Buhârî ve Müslim Câbir'den
şu hadîsi rivayet ederler: "Benden önceki Peygamberlerden hiç birine
verilmemiş bulunan beş şey, sâdece bana verilmiş bulunmaktadır: Ben, bir ayhk
mesafeye korku salan bir Peygamberim, yeryüzü bana mescid ve toprağından
teyemmüm etmek üzere temiz kılınmıştır. Ümmetimden herhangi biri,
namaz vaktine nerede ulaşmış olursa namazını orada kılsın! Sonra bana harplerde alman
ganimetler helâl kılınmıştır, halbuki bu, daha önce hiçbir peygambere helâl
kılmmış değildi. Bana şefaat verildi, bir de daha önceki Peygamberler sâdece
kendi kavimlerine gönderilirken, ben bütün insanlara Peygamber olarak
gönderilmiş bulunuyorum."
Bezzâr, Beyhekî, Ebû Nuaym'in
ve Târih'inde Buharî'nin
İbn-i Ab-bas'tan olan rivayetleri ise şöyledir: "Bana beş şey verildi ki,
benden önceki Peygamberlere bunlar verilmemişti: Arz benim için mescid ve
tahûr kılındı; Önceki Peygamberler ibâdet yerlerine varmadan namazlarim
kılamazlardı. (Ben ve ümmetim ise nerede vakit olursa orada namazımızı
kılarız), benden bir aylık mesafede bulunan müşriklerin kalbine Allah benim
korkumu salmıştır; önceki Peygamberler sâdece kendi kavimlerine gönderilirdi,
ben ise ins ve cinne gönderilmiş bulunuyorum; önceki Peygamberler elde
ettikleri harb ganimetlerinin beşte birini ayırır, ateş gelip onu yakardı...
Ben ise ümmetimin fakirlerine dağıtırım! Önceki Peygamberlerden her
biri duasını yaptı ve duası kabul edildi. Ben ise
duamı, âhiret günü ümmetime şefaat olmak üzere saklamış bulunuyorum!"
İbn-i Ebî Hatim ve Kitâbü'r-Red ale'l-Cehmiye adlı eserinde
Dârimî, Ubâde bin Samiften şöyle naklederler. O demiştir ki: "Bir
defasında Peygamber (sallallahü aleyhi ve
sellem) buyurdu: "Cebrâîl bana
gelip: "Yâ Mu-hammed, çık ve Rabbi'nin sana olan nimetlerini Onun
kullarına anlat!" dedi ve bana, insanlara anlatmak üzere on iki şeyi müjde
etti ve bunların daha önce hiç bir Peygambere verilmediğini bildirdi! Bu oniki
şey ise şunlardı:
1- Allah'ın beni bütün insanlara göndermiş
olması, cinleri dahi u-yarmakla me'ınûr oluşum,
2- Hiç okur-yazar olmadığım halde bana
kitabim indirmiş olması ve Cebrâîl vasıtasıyla bildirmiş olması,
3- Gelmiş geçmiş bütün günahımın
bağışlanmış olması,
4- Bana Kevser
verilmesi,
5- Melekleriyle
beni te'yid buyurmuş olması,
6- Savaşlarda bana
zafer vermesi,
7- Önümüzdeki bir aylık mesafede bulunan düşmanlara benim korkumun salınmış olması,
8- En büyük havzm
bana verilmiş olması,
9- Okunan ezanlar vasıtasıyla adının
yükseltilmiş bulunması,
10- Kıyamet günü Makâm-ı Mahmûd'un bana
verilmesi,
11- Kabrinden ilk kalkacak olanın ben
olmam,
12- Cennete benim
şefaatimle yetmiş bin kişinin sevkedilecek olması ki bunlar, hiç
hesaba çekilmeden doğruca cennete girecek olanlarıdır. ve ben cennete
girdiğim zaman Rabbim beni cennetin en yüksek
makamına çıkaracaktır! Benim makamımdan daha yüksekte, sâdece Arş'ı yüklenen
melekler bulunacaktır... Bu meyanda (bana verilen bu on şey arasında) bana
sultanlığın verilmiş olması ve ganimetlerin helâl kılınması da vardır. Halbuki
bu, bizden evvel hiç bir kimseye verilmiş değildir." [43]
Ebâ Ya'lâ, Taberânî ve Beyhekî İbn-i Abbâs'tan
rivayet ederler. O demiştir ki: "Allah, Muhammed (aleyhisselâm)'ı bütün gök ehli ve Peygamberler üzerine
üstün kılmıştır." Bunun üzerine bâzıları da: "Ey İbn-i Abbâs, Peygamberimiz'in
gök ehli üzerine olan üstünlüğü nedir?" diye sormuş. Cevabında da İbn-i Abbâs şöyle
demiştir:'Yüce Allah, gök ehli hakkında: "Onlardan (yâni meleklerden)
her kim: "Ben, O'ndan başka bir tanrıyım!" derse onu cehennemle
cezalandırırız!" buyurmuştur. [44] Peygamberimiz Muhammed (aleyhisselâm) için ise: "Habîbim, biz sana apaçık bir fetih
verdik. Ta ki Allah senin günahından geçmiş ve gelecek olanı bağışlasın! Bütün
tasalarim gidersin ve
sana olan nimetini tamamlasın ve seni doğru bir yola
iletsin" buyurmuştur. [45]
İbn-i Abbâs'ın bu konuşmasından sonra,
oradakilerden biri: "Peki, Peygamberimiz'in diğer Peygamberler
üzerine olan üstünlüğünü nasıl i-fade edersin?" dedi. O
da şu cevâbı verdi: "Yüce Allah, Peygamberler hakkında şöyle
buyurmaktadır: "Biz her bir Peygamberi ancak kendi kavminin lisanı ile
gönderdik." [46]Bizını Peygamberimiz Muhammed (aleyhisselâm) için ise şöyle buyurmaktadır: "Yâ Muhammed, biz
seni ancak bütün insanlara müjdeci ve uyarıcı olarak gönderdik, fakat
insanların çoğu bilmezler." [47]Evet, yüce Allah, son elçisi Muhammed (aleyhisselâm)'ı bütün insanlara ve cinlere Peygamber olarak
göndermiştir."
İbn-i Sa'd ise, bu
konuda Hasan-i BasrVden rivayette bulunur. Buna göre Hasan demiştir ki: "Peygamber (sallallahü aleyhi
ve sellem), hadîslerinin
birinde şöyle buyurmuştur:
"Ben, benim zamanımda yaşamakta olan kimselere
ve benden sonra doğacak bulunan insanlara Peygamber olarak
gönderildim!"
Müslim'in Enes'ten bir
rivayetine göre de Peygamberimiz şöyle buyurmuştur: "Peygamberler içinde
ümmeti en çok olan, şüphesiz benim."
Yine bu hususta
Ebû Hüreyre'den bir rivayette bulunan Bezzar, onun şöyle dediğini bildirmiştir: Peygamber (sallallahü aleyhi
ve sellem) buyurdu: "Kıyamet günü, benimle
beraber ümmetim de gelir. O kadar çok olurlar ki, sanki selin ve gece karanlığimn her tarafı kapladığı gibi, her tarafı kaplarlar.
Bunun üzerine melekler der ki: "Muhakkak şu günde Muhammed'le beraber
gelen ümmeti, diğer bütün Peygamberlerden ve onların ümmetlerinden daha
çoktur!" [48]
Yine Müslim, Enes'ten rivayet eder. O şöyle der: Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) buyurdu: "Hiç bir
Peygamberi, beni tasdik ettikleri gibi (çok sayıda insan) tasdik
etmemiştir! Hattâ ümmetinin tamâmı, bir kişiden ibaret bulunan Peygamber dahî vardır." [49]
Peygamberimizin İns ve Cinne Peygamber Olarak Gönderilmiş Olması
Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) Efendimiz'in bütün ins ve cinne
Peygamber o-larak gönderilmiş bulunduğunda,
icmâ ve ittifak vardır. Meleklere dahî Peygamber olarak gönderilmiş olduğu üzerinde ise ihtilâf edilmiştir. İmâm-ı Sübkî'nin tercîh ettiği; meleklere dahî gönderilmiş olmasıdır. Abdürezzak'ın Ikrime'den rivayeti göz önüne alınarak buna delil getirilmek istenilmiştir. O rivayet ise şöyledir.
"Yeryüzündekilerin safları, gökyüzündekilerin
safları üzerindedir. Yeryüzünde söylenen bir "Âmîn!" gökyüzündekilerin
söyledikleri "Âmîn!" sözüne
rastladığı zaman, biliniz
ki Allah kulunu atfetmiştir." [50]
Peygamberimizin Âlemlere Rahmet Olarak Gönderilmesi
Peygamberimiz (sallallahü aleyhi ve sellem), bütün âlemlere hattâ kâfirlere
bile rahmet olarak gönderilmiş ve gerçekten rahmet olmuştur. Nitekim Peygamberimiz gönderildikten sonra, kâfirlerin bu dünyâdaki azabları
da te'hîre uğratılmıştır. Daha önceleri Peygamberlerini
yalanlıyan kavîmlerin a-zablannm acele verildiği gibi, azabları verilmez olmuştur.
Bu hususta yüce Rabbimiz, Kerîm
Kitâbı'nda şöyle buyurmaktadır: "Ey Muhammed, biz seni ancak
âlemlere rahmet olarak gönderdik!" [51]Bu âyet-i kerîme ile ilgili
olarak İbn-i Abbâs hazretleri şöyle demiştir:
"Her kim Muhammed (aleyhisselâm)'a îmân ederse, Muhammed (aleyhisselâm)'ın onun hakkındaki rahmet oluşu,
dünyâda ve âhirette tamamlanmış olur. Eğer îmân etmeyecek olursa, daha
önceki ümmetlerin derhal uğradıkları
azaptan afiyet bulmuş, dünyâdaki azabı âhirete te'hîr edilmiş olur."
Yüce Allah, bir
âyet-i celîlesinde de şöyle buyurmaktadır: "Sen onların
içinde bulunduğun müddetçe, Allah
onlara azâb edecek değildir." [52]
Ebû Nuaym'in Ebû Umâre'den rivayetine
göre, Peygamber (s.a.u.), bir hadîslerinde şöyle
buyurmuştur:
"Allahü teâlâ beni, gerçekten bütün âlemlere rahmet ve müttekî
kulları için de bir vesîle-i hidâyet olarak göndermiştir!"
(Bu husustaki
hadislerin biri de şöyledir: "Ben ancak, bir rahmet ve hidayetim!" Diğer bir rivayet ise şu şekilde gelmiştir: "Allah
beni, gerçekten bir rahmet ve hidayet olarak göndermiştir! Bazı insanlar benim sayemde en yüksek derecelere
yükselir, bazıları da yine benim sebebimle en aşağı derekelere
yuvarlanır.")
Müslim'in
Ebû Hüreyre'den rivayeti ise şöyledir: "Ben ancak bir rahmet olarak
gönderildim, yoksa azab olarak gönderilmedim!"[53]
Peygamberimizin, Allah'ın Onun Hayatı ile Kasem Etmiş Olması
Özelliği:
Yüce Allah, Kerim kitabında buyurur ki:
"Ey Resulüm, senin ömrüne andolsun ki, onlar, o sarhoşlukları içinde bocalıyorlardı!" [54]
Ebû Ya'lâ, İbn-i Merdûye, Beyhekî, Ebû Nuaym ve İbn-i Asâkir, İbn-i Abbâs'tan şöyle rivayet ederler: "Yüce Allah, yarattığı
kulları ve varlıkları içinde kendisine Muhammed (aleyhisselâm)'dan daha sevgili birini
yaratmamıştır ve Muhammed (aleyhisselâm)'ın hayatından başka
birinin hayatı üzerine and da vermemiştir. Nitekim ilgili ayetinde Allah şöyle buyurmuştur: "Ey Resulüm, senin hayatına andolsun ki,
onlar, o sarhoşlukları içinde bocalıyorlardı!" İşte bu âyet-i
celile, sizlere söylediğim hususun delilini teşkil etmektedir."
Ayrıca İbn-i Merdûye Ebû Hüreyre'den
şöyle nakletmiştir: Ebû Hü-reyre bu tesbite göre demiştir ki: "Peygamber (sallallahü aleyhi
ve sellem), bu ayet-i
celile ü-zerinde konuştu ve buyurdu ki: "Allah, Muhammed'in
hayatından başka bir kimsenin hayatı ile and içmemiştir." Peygamberimiz böyle buyurdu,
sonra ilgili ayet okudu."[55]
Peygamberimizin; Kendisine Mûsallat Kılınan Şeytanimn Müslüman
Oluşu ve Hanımlarimn da Kendisine Yardımcı Olmaları
Peygamber Efendimiz'in bir özelliği de, şeytanimn müslüman oluşu ve hanımlarimn da daima kendisine
yardımcı olmaları idi. Nitekim bu hususta da Efendimiz'in bazı hadisleri
bulunmaktadır.
Bezzâr'ın Ebû Hüreyre'den rivayet ettiği hadis şöyledir: "Ben diğer Peygamberlere karşı şu iki hasletle de üstün kılınmışımdır:
Benim şeytanım kâfir idi. Allah'ın bana olan yardımı ile,
benim şeytanım müslüman olmuştur."
Bezzâr'ın
rivayetine göre, Ebû Hüreyre bu birinci özelliği söyledikten sonra, ikinci
özelliği unuttuğunu beyan etmiştir.
Beyhekî ve Ebû Nuaym'ın İbn-i Ömer'den
olan rivayetinde ise her iki haslet beyan edilmiş ve şöyle denilmiştir: "Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) buyurdu:
"Ben Âdem'e
karşı şu iki hasletle üstün kılındım: Benim şeytanım kafir idi, Allah bana
yardım etti de müslüman oldu ve benim hanımlarım, hep bana destek ve yardımcı
oldular. Âdem'e
gelince: Onun şeytanı kafir idi. Hanımı da, cennette irtikab edilen hatada
kendisine yardımcı olmuştur."
Müslim'in
îbniMes'ud'dan rivayeti ise şöyledir:Peygamber (sallallahü aleyhi ve
sellem): "Sizlerden hiçbiriniz müstesna
olmamak üzere, her birinizin hem bir şeytanı, hem de kendisinden ayrılmayan bir
şeytanı vardır" buyurdu. Bunun üzerine ashab: "Ey Allah'ın elçisi,
buna sen de dahil misin?" dediler. Peygamberimiz de verdiği
cevabda: "Evet, fakat yüce Allah bana yardım etti de benim şeytanım müslüman oldu, artık bana sadece hayır ve
iyilikle emreder" buyurdu. [56]
Allah'ın Peygamberimize Hitap Şeklini Daha Önceki Peygamberlere Hitap
Şeklinden Ayırması
Bu konuda Ebû Nuaym der ki: Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) Efendimiz'in bir özelliği de; Allah'ın diğer Peygamberlere hitap şekli
ile Peygamberimiz'e olan hitap şeklini ayırmış olmasıdır. Bu suretle yüce Allah, Resûlü'ne
verdiği şeref ve kıymeti artırmıştır. Şöyle ki: Önceki ümmetlerde peygamberlerine
karşı: "Râinâ, sem'ake! = Bize kulak ver, bizi
gözet!" gibi bir hitap şekli vardı. Daha
sonraları da yahudiler bunu bir hakaret şekline sokmuşlardı. Allahü teâlâ bunu, bu ümmete yasaklamıştır. Müslümanların
bu şekilde Peygamberlerine hitab etmeleri yasaklanmıştır.
Nitekim bir ayet-i celile, bunu yasaklar ve şu mealdedir: "Ey mü'ıninler, Peygamberinize karşı; "Râinâ, bizi gözet!" demeyiniz!
"Un-zurnâ, bize bak" deyiniz ve o'na itaat ediniz! Biliniz ki kafirler için acı bir azâb
vardır!" [57]
Yüce Allah'ın Kur'an'da Peygamberimize, Hiç Adıyla Çağırmaması da O'nun Bir Özelliğidir.
Alimlerimiz bu konuda
demişlerdir ki: Yüce Allah'ın Peygamberi-miz'e Kur'an'da hiç adıyla çağırmamış olması da, Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) E-fendimiz'e ait Özelliklerden
birini teşkil eder. Ki, Rabbimiz, O'na Kur'an'da hep lakabı ve
sıfatları ile hitap etmiştir. Buna dair ayetler çoktur. Şimdi onlardan bazılarım hatırlatalım: Bir ayet-i celilesînde yüce Allah:
"Yâ
eyyühen-nebiyyüj (ey Peygamber)" buyurmuş.
Bir ayetinde:
"Ey Resul!" diye hitap etmiş, diğer bir ayette:
"Ey Müddessir!" demiş, bir diğer ayette de:
"Ey Müzzemmil!" diye O'na hitapta bulunmuştur.
Daha Önceki
Peygamberlere ise isınıleri ile hitabda bulunmuştur.
Nitekim Kur'an-ı Kerim'deki;
"Yâ Âdemü,
Yâ Nuhu, Yâ îbrahimü, Yâ Mûsâ, Yâ Îsâ, Ya Davûdu" gibi hitablar; açıkça bunu göstermektedir.
[58]
27-1 Peygamberimizin Bir Özelliği de, Ümmetinden Herhangi Birinin
Kendisine Adı ile Çağırmasının Haram Kılınmasıdır
Ebû Nuaym, bu konuda der ki:
Peygamberin (sallallahü
aleyhi ve sellem) özelliklerinden biri de, ümmetinden herhangi
birisinin, O'na adı ile çağırmasının
haram kılınmış olmasıdır. Fakat bu, daha önceki ümmetlerde
böyle değildi. Onlar, Peygamberlerini
adıyla çağırabiliyorlardı. Allah Teâla öncekilerin durumunu bizlere hikaye eder
ve buyurur ki:
"Dediler ki: Ey Mûsâ, bak bunların
nasıl tanrıları var, bize de öyle bir tanrı yap! Mûsâ
da dedi ki: Siz hakîkaten câhil bir topluluksunuz!" [59]
Diğer bir âyet-i celılesinde de şöyle
buyurur; "Havariler demişlerdir ki: Ey Meryem oğlu Îsâ..." [60]İşte öncekiler için
âyetlerin haber verdiği durum böyle...
Yüce Allah'ın bu ümmet için olan emri ise
şöyledir: "Peygambere çağırmayı (veya Peygamberin çağırmasını)
herhangi birinizin çağırılması gibi tutmayimz!..." [61]
Yukarıda geçen âyet-i kerîme ile ilgili
olarak Ebû Nuaym Dahhâk
tarikıyla İbn-i Abbâs'tan şu rivayette bulunur: İbn-i Abbâs demiş
ki: "Müslümanlar Önceleri Peygamberiruiz'e ismiyle hitâb ediyorlar ve:
"Ey Muhammed, Ey Ebû'l-Kâsını!" diyorlardı. Allahü teâlâ, bu şekilde
peygamberine hitâb edilmesini müslümanlara yasakladı ve bu yasak ile
Peygamberinin büyüklük ve şerefini artırmış oldu. Bu yasaktan sonra müslümanlar
da: "Yâ Nebîyyallah! Yâ Resûlallah!" diye hitâb eder oldular."
Yine yukarıda geçen âyetle ilgili
rivayetlerden biri de şudur: Bey-hakî, Alkarna ile El-Esved'ten rivayet
ediyor. Onlar şöyle demişler; "Allah bu âyetle müslümanlara: "Ey
müslümanlar, sizler Peygamberinize "Ey Muhammed" diyerek hitap
etmeyiniz, "Yâ Nebiyyallah, Yâ Resûlallah!" diyerek hitap ediniz,
diye emretmektedir."
(Ebû Nuaym'ın Hasan-ı Basri ile Saidbin Cübeyr'den olan rivayeti
de bu mealdedir. Keza Katade'den sevkettiği rivayet de bu merkezdedir. Bunların
hepsinin özeti; Peygamber (sallallahü aleyhi ve
sellem) ile konuşurken İslâmi edebi takınmaktır.
Bu da, yukarıdaki ayetin emrini yerine getirmek, aynı zamanda Peygamber'in
bedduasından da sakınmaktan ibarettir. Bu da, bu hususta verilen ikinci mananın
hükmüne riayetten
ibarettir.)"[62]
Peygamberimizin Özelliklerinden Biri de, Kişi Ölüp de Kabrine
Konulduğu Zaman, Peygamberden Yana Hesaba Çekilmesidir
İmâm-ı Ahmed ve Beyhekî Âişe'den rivayet
ederler. O şöyle demiştir: "Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) bu hususta
buyurdu: "Kabir fitnesine gelince: Sizler kabirlerinize konulduğunuzda benden yana imtihana çekilir, bir soru ile karşılaşırsınız. Allah'ın iyi kullarından biri, kabrinde oturtulup
da benden yana sorguya çekildiği zaman, şu karşılığı verir: "Evet
Mu-hammed (aleyhisselâm),
Allah'ın bizlere gönderdiği Resûlü'dür!" Melekler de ona, cennetteki
yerini gösterirler. (Eğer o kul, mü'ınin değil de kafir veya münafık ise,
benden yana sorguya çekildiği zaman; "Ben aslında bilmiyorum. İnsanlar
onun hakkında ne söylemişlerse, ben de onu söylemiştim. Hakikatte Allah'ın
elçisi olup olmadığım bilmem" der. Sorucu melekler tarafından bu kula
denilir ki: "Evet, hakikati bilmedin ve bilene de uymadın! Şimdi layık olduğun cezanı çek!" Sonra ensesine
demirden bir çekiçle ve şiddetle vururlar. O da öylesine
bir sayha atar ki, bütün yakınmdakiler duyar. Sa'dece insanlar ve cinler bunun
farkına varamazlar."[63]
Peygamberimizin Bir Özelliği de, Avret Yerinin Başkaları
Tarafından Hiç Görülmemiş Olmasıdır,
Evet, Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) Efendimiz'in özelliklerinden
birisi de, O'nun avret yerinin başkaları
tarafından hiç görülmemiş olmasıdır. Eğer, herhangi bir kimse O'nun
avret yerini görmüş olsa idi, muhakkak o kişinin gözleri kör olurdu. Buna dair bir de hadis bulunmaktadır. Biz bu ilgili hadisi, Peygamberimiz1 in vefatına dair olan
ve ileride gelecek bulunan bölümde vereceğiz. [64]
Peygamberimizin Bir Özelliği de, Ölüm Meleği Azrail'in O'nun Yanına O'ndan İzin Alarak Girmesidir.
Peygamber'in (sallallahü aleyhi ve sellem) bir özelliği de, Ölüm meleği Azrail'in O'nun yanına O'ndan izin
alarak girmesidir. Buna dair bazı rivayetleri, ilerdeki
"Peygamberimizin vefatı" bölümünde kaydedeceğiz. Şahsen ben, el-Berzah
adlı kitabımda Azrail (aleyhisselâm)'ın; izin almaksızın
İbrâhim (aleyhisselâm)'ın,
Mûsa ve Davud (aleyhisselâm)'ın üzerlerine girdiğim kaydetmiştim." [65]
Peygamberimizin Bir Özelliği de, Kendisinden Sonra Hanımlarından
Herhangi Birinin Herhangi Bir Kimse Tarafından Nikah Edilmesinin Haram Oluşudur
Bu hususta Yüce Allah, Kerim Kitabında buyuruyor ki:
"Sizin Allah Resûlü'ne eziyet etmeniz ve kendisinden sonra O'nun hanımlarim nikahlamanız,
asla olmaz! Çünkü bu, Allah katında büyük bir günahtır!"
Halbuki bu, daha
önceki Peygamberlerde böyle değildi. Sâre validemizin o zalim hükümdarın yanında geçen kıssası
ve İbrâhim (aleyhisselâm)'ın Sâriye hakkındaki; "bu benim kardeşimdir" sözü, aynı zamanda İbrahim'in Sâriye'yi o sırada o
Cebbar'ın nikahlaması için boşamak istemesi göz önüne
alındığında; diğer Peygamberlerden
herhangi birinin hanımimn
başkası tarafından nikahlanmasının haram
olmadığına delil sayılabilir." [66]
Hakim ve Beyhekî Huzeyfe'nin, kendi hanımına şöyle dediğini rivayet etmiştir:
"Ey hanımım, eğer sen cennettâ de benim hanımım olmayı arzu edersen, benden sonra başkası ile evlenmemelisin! Zira cennetlik bir kadımın cennetteki kocası, dünyada iken en son kocası
kim ise odur." [67]
İşte Huzeyfe'nin dile getirdiği bu
sebebtendir ki, Peygamberimizin hanımlarimn, O'ndan sonra bir başkası ile evlenmesi
haram kılınmıştır. Zira Peygamberimizin hanımları, cennette de Peygamberimizin
hanımları olacaktır. Sonra Peygamberimizin hanımları, bütün mü'ıninlerin a-nalarıdırlar. Bu
bakımdan da onlardan herhangi birinin, bir başkası tarafından nikah edilmesi
mümkün değildir. Aksi halde böyle bir şey, Peygamber Efendimiz'in
çok yüksek makamına da ters düşerdi. Sonra, Peygamber Efendimiz vefatından
sonra da kabrinde diri bulunmaktadır. Bu bakımdan da, böyle bir şey doğru olamazdı. [68] Bu yüzdendir ki el-Mâverdi, Peygamberimiz1
in vefatından sonra hanımlarimn dört ay on Ahzab suresi, 53 günlük Ölüm
iddetini çekmelerine gerek olmadığına dair bir söz naklet-miştir. Peygamberimizin
bayatta iken ayrıldığı hanımı ile bir başkasının nikahlanmasmın haram olup
olmadığında ise bir kaç söz vardır. Bunlardan biri: Onun da başkası ile
evlenmesinin haram oluşudur. İmâm-ı Şâfn bunu savunmaktadır. Ayetin umumuna
bakarak el-Ravzâ'da sahih görülen mezheb de budur.
"Peygamberimiz'den sonra"
denilince; Peygamberimiz'in
vefatından sonra demek değil "Peygamberimiz'in nikahlamasından sonra" demektir. [69] Tabii
bunun zıddim söyleyenler de olmuştur. Üçüncü söz: Peygamberimizin
hanımlarından Peygamberimizle birleşmesi gerçekleşmiş olanların bir başkası
tarafından nikah edilemeyeceği; nikahtan sonra birleşme gerçekleşmeden
ayrılanın, bir başkası tarafından nikah edilebileceği merkezindedir. Nitekim
el-Şerhu's-Sağir'da bildirildiğine göre, İmâm-ı Haremeyn ile İmâm-ı Rafii, bu
sözü seçmişler ve sahih görmüşlerdir. Buna delilleri de, Eş'aş bin
Kays'ın, Peygamberimiz'den birleşme gerçekleşmeden ayrılmış bulunan
el-Müsteize ile evlenmiş olmasıdır. [70] Eş'aş, bu kadın ile evlendiği zaman;
bunu haber alan halife Ömer, Eş'aş'ı recm ettirerek öldürtmek istemişti. Fakat
kendisine, bu kadın ile Hazret-i Peygamber arasında nikahtan sonra birleşme gerçekleşmemiş
olduğu haber verilmiş, o da bundan vazgeçmiştir, ihtilâf, Peygamber Efendimiz'in:
"Allah ve Resulü ile dünyayı seçmek" arasında kendilerini serbest
bıraktığı zaman dünyayı seçerek Peygamberimiz'den ayrılmış olanın üzerinde de vardır. İmâm-ı
Haremeyn ile İmâm-ı Gazali arasında en sahih görülen; böylesinin nikah
edilmesinin helâl olduğu şeklindedir. Hatta bazıları buna kesin olarak
hükmetmiştir. Zira Peygamber Efendimiz'in onları muhayyer bırakmasının hikmeti ancak bu
şekilde anlaşılır, demişlerdir. Onlar da, dünyayı değil de, Allah ve Resûlü'nü
seçince, dünyada da, çenette de Resûlüllah Efendimiz'in hanımları olma
mükafatim kazanmışlardır."[71]
Peygamberimizin Bir Özelliği de, Savunucusunun Allah Olmasıdır.
Ebû Nuaym demiştir
ki: Peygamberimiz'in özelliklerinden biri de, O'nun savunucusunun Allah
olmasıdır. Bu, daha önceki Peygamberlerde böyle değildi. Peygamber, kavmine
karşı kendisını, kendisi savunur, onların inkar ve itirazları karşısında,
onlara cevaplar vererek kendini müdafa ederdi. Mesela Nuh (aleyhisselâm), kavminin itirazları karşısında kendini
savunmuş ve onlara: "Ey kavmim, bende bir sapıklık yok, ben, âlemlerin
rabbi tarafından gönderilmiş bir elçiyim!" demiştir. [72]
Keza, Hud (aleyhisselâm) da, kavminin kendisini beyinsizlikle
itham etmeleri karşısında demiştir ki: "Ey kavmim, bende bir beyinsizlik
yok. Ben âlemlerin rabbi tarafından gönderilmiş bir elçiyim." [73]
Diğer Peygamberlerin de, bu şekilde
kavimlerine karşı kendilerini savunduklarim görüyoruz. Bizını Peygamberimizi
ise, kendisinin yerine Allah müdafa etmiştir. Kavminin ve düşmanlarimn kendisine
yönelttikleri şeylere karşı, bizzat Allah cevab vermiştir. Nitekim bir ayet-i
ce-lilesinde şöyle buyurmuştur: Kâleme
ve yazdıklarına andolsun! Sen, Rabbinin sana olan nimeti sayesinde, mecnun değilsin!" [74]
Diğer bir ayet-i celilesinde de şöyle buyurmuştur: "Akan yıldıza andolsun ki, arkadaşimz sapmadı, azmadı! O, havadan konuşmaz. O, kendisine
vahyedilen bir vahiyden başkası değildir." [75]
Bir ayeti de şu
mealdedir: "Biz ona (Muhammed'e) şiir öğretmedik, bu ona yakışmaz da. O'nun size getirdiği, sâdece bir öğüt
ve apaçık bir Kur'an'dır!" [76]Bizını bu söylediğimizi teyid eden başka
ayetler de vardır. [77]
Yine Ebû
Nuaym der ki: Peygamerimiz'in bir özelliği
de, yüce Allah'ın O'nun risâleti (elçiliği) üzerine and içmiş olmasıdır.
Nitekim Yâsîn Sûresinin baş tarafında şöyle buyurmaktadır: ırYâsîn. Şu hikmetli
Kur'an'a andolsun, sen elbette gönderilmiş elçilerdensin!"[78]
Peygamberimizin Özellikleri Arasında, Onun İki Kıbleyi ve İki
Hicreti Cemetmesi, Şeriat ile Hakikat Arasını da Cemetmesini Söyleyebiliriz.
Evet, Peygamber Efendimiz'in özellikleri arasında, böyle
iki kıbleyi ve iki hicreti cemetmiş olmak gibi hasîsalar (Özellikler) bulunmaktadır. [79]
Şeyh îzzüddin bin
Abdüsselâm der ki: "Peygamber'in (sallallahü aleyhi ve sellem) özelliklerinden biri de,
Allahü teâlâ'nın; vahiy çeşitlerinden her biri ile O'nunla konuşup
kelâm etmiş olmasıdır. Bu vahiy çeşitleri
ise üçtür: Birincisi: Sâdık rü'yâ, ikincisi: Vasıtasız kelâm (konuşma), Üçüncüsü de Cebrâîl vasıtasıyla konuşmadır."
[80]
Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) Efendimiz'in Özelliklerinden bâzıları da şunlardır:
Bir aylık mesafeye korku salması ki, bir aylık ön
tarafındaki mesafeye, bir aylık da arka tarafındaki mesafeye şâmildir.
Ahmed, İbn-i Ebâ Şeybe ve Beyhekî Ali'den
rivayet ederler. O şöyle demiştir: "Peygamber (sallallahü aleyhi
ve sellem) buyurdu:
"Peygamberlerin hiç birine verilmeyen bana verildi:
Bir aylık mesafedeki düşmanıma korku salmı-şımdır. Yeryüzünün hazîneleri verilmiş, Ahmet adı
verilmiş, toprak temiz kılınmış, ümmetim de en hayırlı ümmet kılınmıştır."
Müslim'in
Ebû Hüreyre'den rivayeti ise şöyledir: "Ben, altı şeyle diğer
Peygamberlere üstün kılınmışımdır: Bana cevâmiu'l-kelim [81] verilmiş,
düşmanıma korku salınmış, ganimet helâl kılınmış, yeryüzü mescid ve temiz kılınmış
ve ben bütün halka Peygamber olarak gönderilmişim ve Peygamberlik benimle son
bulmuştur,"
Taberanî de bu
hususta Sâib bin Yezîd'den bu mealde bir hadîs rivayet etmiştir. Bunda ise
önemli bir fark: "Ve ümmetim için şefaatimi
saklamış
bulunuyorum" buyurulmuştur. [82]
İmâm-ı Gazali, Peygamber
Efendimiz'de gerek
Peygamberliğin, gerek sultanlığın toplanmış olması hususunda îhya'sında şu beyanda bulunmuştur: "Nübüvvet, mülk ve saltanatın kendisinde
birleşmiş olduğu içindir ki, diğer Peygamberlerden
daha üstün olmuştur. Zira yüce Allah, O'nun bunları
kendisinde taşıması sebebiyledir ki, dîni de, dünyâyı da salâha (iyilik ve
düzene) kavuşturmuştur."
Beyhakfnin Katâde'den, Peygamber Efendimiz'in
Cenâb-ı Hakk'tan "sultan-ı nasır" yâni yardımı dokunan bir güç ve
kuvvet, des-tekliyen bir delîl istemesiyle ilgili bulunan âyet hakkında, bir
nakilde bulunur. Bu Isrâ Sûresi'nin 80. âyeti olup şu mealdedir:
"De ki: "Rabbim, beni doğruluk
girdırişiyle girdir, beni doğruluk çıkarışıyla çıkar. Bana katından bir
sultân-ı nasır, yardımı dokunan bir kuvvet ver!" [83]
İşte Katâde, bu hususta şöyle
demektedir: "O, böyle dua etti. Allah da kendisini, doğruluk çıkarışıyla Mekke'den çıkardı ve doğruluk girdi-rişiyle Medine'ye
girdirdi. Eğer kendisine lütfettiği
bir güç ve kuvvet olmasaydı, O bu şekilde Mekke'den çıkıp selâmetle Medine'ye varamazdı.
Aynen bunun gibi O; Allah'ın kitabim tebliğ ve tatbik edebilmek, Kitâbullah'ın
emir ve hudutlarim koyabilmek için de Allah'tan sultan-ı nasîr taleb etmiş;
Allah da kendisine bu gücü ve desteği vermiştir. Yoksa bunda muvaffak olamazdı.
Allah'ın lütfettiği, bu yardımı dokunan bir güç ve kuvvettir ki, aynı zamanda
Allah'ın bir rahmeti olarak tecellî etmiştir de, kullar birbirine karşı
anlayışlı ve yardımcı olmuşlardır. Yoksa, Allah'ın bu yardımı ve rahmeti
bulunmasa; insanların kuvvetlileri zayıflarim yer, insanlık mahvolurdu."
Buharî ve Müslim Ebû Hüreyre'den
şöyle rivayet ederler: Peygamber (sallallahü aleyhi ve
sellem ) bir hadîslerinde: "Ben
etrafıma korku salmakla Allah'ın yardımına mazhar oldum ve bana devamlı kelim
verildi. Ben uyurken bana geldiler ve yeryüzünün hazînelerinin anahtarlarim teslim
ettiler" diye buyurmuştur! Evet Peygamberimiz böyle
buyurmuştu amma, şimdi sizler dünyâ malına ve nimetlerine
dalmış
bulunuyorsunuz..."
İbn-i Şihâb der ki: Bana
ulaşan bilgiye göre, Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) E-fendimiz'e
verilmiş bulunan "Cevâmiu'l-Kelim"
Yüce Allah'ın pek çok şeyi
O'nun için cemetmiş olmasıdır ki, bunlar, daha önceleri bir veya birkaç hususta ilâhî vahiyle yazılıp
tesbît edilmiş bulunan
şeylerdir, İşte bunların hepsi, bizim Peygamberimi z'e
toplu olarak verilmiş bulunmaktadır.
Güzel bir senedle
Taberânl, Beyhekî İbn-i Abbâs'tan şöyle nakleder: "Resûlüllah (sallallahü aleyhi
ve sellem), bir gün Cebrâîl ile birlikte
Safa tepesinde bulunuyordu. Buyurdu ki: "Ey Cebrâîl, Muhammed'in ev halkı için evlerinde, ne bir avuç un,
ne de bir avuç sevîk bulunmaktadır. Onların akşamleyin hiçbir yiyeceği
bulunmamaktadır!" Peygamberimiz bunu söyler söylemez, bir duvar yıkılıyormuş
gibi semâdan bir ses duyuldu ve derhal Isrâfîl (aleyhisselâm) gelip şöyle bir teklifte bulundu:
"Allah, senin dediğini duymuş ve beni sana göndermiş bulunuyor!
Yeryüzünün bütün hazînelerinin anahtarlarim sana getirmiş bulunuyorum! Eğer
sen istersen, bütün Tihama Dağlarım seninle beraber zümrüt, yakut altın ve
gümüş olarak taşıyacağım! Dilediğin yerde dilediğin kadar harcarsın... Eğer istersen, hükümdar bir
Peygamber olursun, istersen kul Peygamber olursun! Ben, bunu sana arz etmekle
mükellef ve me'ınûrum! Dilediğini seç ya Resu-lallah!" Bu sırada Cebrâîl (aleyhisselâm), Peygamber
Efendimiz'e, "Tevâzû' gösterip kul Peygamber
olarak kalmayı tercih etmesi" hakkında işarette bulunur... Peygamber Efendimiz de:
"Bil'akis ben, kul Peygamber olmayı
seçiyorum!" diye üç defa tekrarlamış, "Kul Peygamber" olmayı
tercih buyurmuşlardır."
İbn-i Sa'd ve Ebâ Nuaynı Ebû Ümâme'den rivayet eder. O
şöyle der: "Peygamber (sallallahü aleyhi
ve sellem) buyurdu: "Rabbim bana, Mekke
Vadisini altın yapmayı teklif etti de ben: "Hayır Rabbim, ben bunu
istemem, bil'akis ben, bir gün doymayı, bir gün de aç kalmayı tercih ederim! Aç
kaldığım gün, Sana yalvarıp yakarırım; tok olduğum günde Sana şükür ve
hamdede-rim!" dedim."
İbn-i Sa'd ve Beyhekî Hazret-i Âişe'den şöyle rivayet eder: Bir gün an-sardan bir kadın, benim
odama geldi. Bu sırada Peygamber efendimiz'in yatağına gözü ilişti. Onu, ikiye katlanmış bir aba
şeklinde görünce yadırgadı. Kalkıp evine gitti. Bana, içine yün doldurulmuş
bir yatak gönderdi. Biraz sonra da Resûlüllah eve geldi ve o kadımın
gönderdiği yatağı görünce: "Yâ Âişe, bu nedir?" dedi. Ben de durumu kendisine
anlattım. Derhal: "Bunu, o kadına iade et" buyurdu. Ben ise,
doğrusu bu yatağı göndermek
istemediğimden "peki" diyemedim. Çünkü yatak çok
hoşuma gitmişti. Fakat, Peygamber Efendimiz: "Âişe, bu yatağı o kadına gönder!" diye
tekrarlayınca, göndermeye mecbur kaldım. Üçüncüsünde
E-fendimiz: "Âişe,
bunu iade et! Vallahi eğer ben istemiş olsaydım, Allah benim yanımda altından
ve gümüşten dağlar yürütürdü" buyurmuştu.
İbn-i Ebî Şeybe Müsned'inde ve Ebû Ya'lâ Ebû
Mûsa'dan naklederler. O demiştir ki: "Resûlüllah Efendimiz bir hadisinde:
"Bana kelime ve sözlerin en güzeliyle başlayıp en güzeliyle bitirmek ve en
veciz bir şekilde konuşmak hassası verilmiştir" buyurdu.
Ahmed ve sahih bir
senedle Taberani İbn-i Ömer'in şöyle dediğini
naklederler: Peygamber (sallallahü aleyhi
ve sellem) bir
hadislerinde: "Bana, her şeyin anahtarı ve ilmi
verildi. Sâdece beş gayb'ın ilmi verilmedi. Bu beş
şeyin ilmine, ne bir melek-i rnukarreb, ne de bir
nebiyy-i mürsel vakıf olamaz! Şüphesiz kıyametin ne
zaman kopacağına dair bilgi,
sadece Allah'a mahsustur!" [84]
(Yine Ahmed ve Ebû Ya'lâ'nın İbn-i Mes'ud'dan olan rivayetleri de, bu meal ve
merkezdedir.)
Ahmed, Ebû Said
el-Hudri'den şöyle rivayet eder: Peygamber (s,.a.u.) buyurdu:
"Önceki Peygamberlerden her biri, ümmetini deccâl
fitnesinden mutlaka sakındırmış tır! Bana ise bu hususta daha fazla
bilgi verilmiştir: Biliniz ki, deccâlin bir gözü kördür. Allah ise körlükten münezzehtir."
[85]
Peygamberimizin Diğer Bazı Özellikleri
İbn-i Seb' demiştir ki: Peygamber'in (s.a.u.) bazı özellikleri de şunlardır: O abdest almak ister fakat su bulamazsa,
ellerini uzatır, parmaklarından akan su ile abdestini alırdı. [86] Akşam aç yatar, tok olarak sabahlardı. Hiç kimse O'nu,
kuvvetiyle yenemezdi [87]
O, Allah'ın habibi, haîili ve kelimi olmuştur. Allah O'nunla, hiç bir meleğin ve Peygamberin
ayak basmadığı yüce bir makamda, Kâbekavseyn makamında kelâm söylemiştir ve yeryüzü kendisi
için durulmuştur."
Peygamber'in (sallallahü aleyhi ve sellem) göğsünün
açılması, vizrinin (sırtındaki yükünün) indirilmesi, zikrinin
yükseltilmesi (adının Allah'ın
adıyla birlikte anılması), gelmiş-geçmiş günahlarimn bağışlandığına dair söz verilmesi, Allah'ın dostu olması, Âdem Oğullarimn efendisi ve bütün yaratılmışların
en faziletlisi kılınması, bütün Peygamberlerden
ve meleklerden üstün kılınması, ümmetinin kendisine arzedüerek onların tamâmim görmüş olması, tâ kıyamete kadar ümmetinin içinde
meydana gelecek olayların kendisine gösterilmesi, Besmele'nin, Fâtiha'nın, Ayetel Kürsfnin, Bakara Sûresi'nin sonundaki
âyetlerin kendisine verilmesi, aynı zamanda âyet sayıları yüzü, iki yüzü geçen
uzun ve mufassal Kur'ân sûrelerinin kendisine verilmiş olması
gibi hususlarda, O'nun Ö-zellikleri arasında yer
alırlar... Nitekim ilgili âyetlerde de buna dâir açık beyânlar bulunmaktadır.
İşte inşirah
sûresinin ilk âyetleri ki şu mealdedir: "Habîbim, biz senin göğsünü açmadık mı? ve indirmedik mi senin üzerinden
yükünü? Ki o, ağırlığından sırtim çatırdatmıştı. ve senin şanim yükseltmedik
mi?" [88]
Fetih sûresinde de şöyle buyurmaktadır: "Biz sana apaçık bir fetih
verdik! Tâ ki Allah senin günâhından, geçmiş ve
gelecek olanı bağışlasın, bütün tasalarim giderip
sana olan nimetini tamamlasın ve seni doğru bir yola iletsin!" [89]
Bezzâr, güzel bir senedle Ebû
Hüreyre'den rivayet eder. O şöyle demiştir: Peygamber Efendimiz buyurdular ki: "Ben,
diğer Peygamberlere karşı
altı şeyle üstün kılındım ki bunlar, başka hiçbir Peygambere verilmemiştir.
Şöyle ki:
1- Benim geçmiş bütün günahlarım bağışlanmış,
2- Ganimetler helâl kılınmış,
3- Ümmetim en hayırlı ümmet kılınmış, ,
4- Yeryüzü mescid ve tahûr kılınmış
5- Bana Kevser
verilmiş,
6- Bir aylık mesafedeki düşmanlarıma
korku salınmıştır. Varlığım elinde olana yemin ederim ki, sizin arkadaşimz, kıyamet gününde "Livâü'l-Hamd" adh sancağın sahibidir! Âdem'den bu tarafa herkes onun gölgesinde bulunacaktır... [90]
Şeyh îzzüddln bin
Asdüs-Selâm der ki: Allahü teâlâ'nın,
O'nun gelmiş geçmiş günahlarimn
bağışlanmış olduğunu haber vermesi; O'nun bir Özelliğidir! Başka bir Peygamber için böyle bir şey buyurulmamıştır. Nitekim mahşer yerinde diğer bütün Peygamberlerin "nefsî, nefsî..."
diye çağıracak olmaları da bunu göstermektedir."
Müfessir İbn-i Kesir ise, Tefsîr'inde fetih âyetini
açıklarken şöyle demektedir:
"İşte bu, Peygamber'in (sallallahü aleyhi ve sellem) özelliklerinden birisidir!
O'nun bu özelliğine, diğer Peygamberlerden hiç biri ortak
değildir."
Taberânl, Beyhekî ve Ebû Nuaym İbn-i Abbâs'tan şöyle rivayet e-derler: Peygamberimiz bir defasında
buyurdular ki: "Ben, Rabbime mürâcât edip bir şey istedim. Fakat keşke böyle
bir istekte bulunmamış olsaydım,
diyordum... Dedim ki: "Ey Rabbim, benden önce gönderdiğin Peygamberlerden öyleleri var ki, ölüyü diriltmiş... Bâzısına rüzgarı müsahhar kılmışsın (emrine
vermişsin...)" Rabbim bana buyurdu ki: "Habîbim,
seni yetim olarak bulup da barındırmadık mı? Seni yolunu şaşırmış bulub
da yola kılavuzlamadık mı? Fakirdin de zengin kılmadık mı? Sırtim çökerten yükünü sırtından indirmedik mi? Zikir ve sânim çok
yüce kılmadık mı?" Ben de Rabbim'e cevaben: "Evet, yâ Rabbi!"
dedim." [91]
İbn-i Sa'd, Mücemmi' bin Cariyeden
nakleder. O şöyle der: Bizler, Hudeybiye'den dönüp Medineye doğru giderken Dacnân denilen bir yere geldiğimizde, bir çok kimselerin atlarım hızla sürerek
Resûlüllah Efen-dimiz'e doğru ilerlediklerini ve ilerlerken de
"Resûlüllah'a bâzı âyetler
inmiş, onları dinleyip belleyelim!"
dediklerini duydum... Tabu ben de a-tımı hızla sürerek Resûlüllah'ın yakimna
vardım... Bir de ne görelim, Resûlüllah Efendimiz: "Biz sana, gerçekten
açık ve büyük bir fetih verdik..." mealindeki âyeti okumaktadır. Cebrâîl (aleyhisselâm), bu âyeti indirdiği zaman Peygamberimizin fethini tebrik etmiş... Bizler
de Peygamberi-miz'e tebriklerimizi sunduk..." [92]
İbn-i Cerîr, İbn-i Ebî Hatim, Ebû Ya'lâ, İbn-i
Hıbbân ve Ebû Nuaym Ebû Saîd el-Hudrî'den
rivayet ederler. O da Resûlüllah'tan rivayet eder: "Cebrâîl bana, Kur'ân'daki: "Biz, senin sânım
yükseltmedik mi?" âyetiyle ilgili olarak geldi ve yüce Allah'ın:
"Habîbim, ben zikredildiğim zaman sen dahi zikredilirsin" buyurduğunu tebliğ etti..."
İbn-i Ebî Hatim, Katâde'den yine bu âyetle
ilgili olarak şöyle nakleder: Yüce Allah, O'nun adim ve şanim dünyâda ve
âhirette yükseltmiştir. Hiç bir hutbe okuyan, şehâdet
getiren, ezan okuyan veya namaz kılan yoktur ki, "eşhedü enlâ ilahe illallah"
dedikten sonra, "eşhedü enne Muhammeden resûlüllah!" diyerek O'nun
adim anmamış ve yükseltmemiş olsun!"
Ebû Nuaym de, Enes'ten şöyle nakletmiştir:
ResûlütlahHsallallahü aleyhi ve
sellem) buyurdu: "Ben, Yüce Allah'ın
samâvât (tsrâ ve Mi'râc) ile olan emrini yerine getirdikten sonra şöyle bir münâcatta bulundum:
"Ey Rabbim, benden Önceki Peygamberlerine
birtakım ikramlarda bulundun: İbrahîm'i Halil, Mûsa'yı Kelîm kıldın. Davud'a
dağları müsahhar eyledin... Rüzgarı ve cinleri Süleyman'ın emrine
verdin... Îsâ için Ölüleri
diriltiverdin... Bana olan ikramın nedir?" Rabbim bana
hitaben buyurdu ki: "Habîbim, ben sana bütün bunlardan daha faziletli
olanı vermedim mi? Ben anıldım mı, mutlaka sen de anılırsın! Sonra senin
ümmetinin kalblerini Kur'ân'ın hazînesi kılmadım mı? Baksana onlar, Kur'ân'ı
ezberlerinden okumaktalar... Böyle bir ikram, daha Önceki ümmetlere nasîb olmuş değildir. Ayrıca sana, Arş'ımm
hazînelerinden bir cümle lütfettim ki, siz o cümle ile Bana en güzel şekilde
sığimr, Ben'den güç ve
kuvvet istersiniz: "Lâ havle velâ kuvvete illâ billah!" dersiniz. (Allah'ım, senin
bize vereceğin güç ve kuvvetten
başka, güç ve kuvvet yoktur! Bize güç ve
kuvvet ver, bizleri destekle) diyerek Bana sığimr, bu şekilde îmân ve
güveninizi tazelersiniz..."
Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) Efendimiz, yine bir
hadîslerinde kendisine verilmiş bulunan
altı Özellikten bahisle,
bunun sonunda da: "...ve aynı zamanda
ümmetimin tamâmı bana arzedilmiştir. Ümmetimin âlimi ve câhili, hep bana gösterildi de ben onların hepsini tanıdım" buyurmuştur.
Taberânî Huzeyfe bin Esîd'den
nakleder. O şöyle der: Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) buyurdu: "Dün akşam ümmetim
bana arz olundu. Başından sonuna kadar bana gösterildi." Ben dedim ki: "Ey Allah'ın
elçisi, şimdi yaratılmamış olanlar nasıl gösterildi?" Cevaben şöyle buyurdu: "Halen yaratılmamış olanlar dahi Öyle gösterildi
ki, sizden birinizin arkadaşim tanıdığı gibi,
onların her birini tanımış bulunuyorum." [93]
Dârekutnî ve Taberânî Büreyde'den rivayet
ederler: Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) buyurdu: "Bana Öyle bir
âyet indirildi ki, Süleyman (aleyhisselâm)'dan başka bir Peygambere indirilmiş değildir. Bu âyet: "Bis-millâhirrahmânirrahîm!"
âyetidir."
(İbn-i Merdûye de İbn-i Abbâs'ın şöyle dediğini rivayet etmiştir:
"Kur'ân'da bir âyet var, pek çok kimseler o âyetin Peygamberimiz'den bir de Süleyman Peygamberden
başkasına indirilmemiş olduğunu bilmezler, İşte bu âyet:
"Bismillâhirrahmânirrahîm!" âyetidir." [94]
Ebû Ubeyd ve İbn-i Durays, Kur'ân'ın
faziletlerine dâir yazdıkları kitablannda Ali bin Ebû Tâlib'in şöyle dediğini kaydetmişlerdir: "Aye-tel-Kürsî, Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) Efendimiz'e Arş'ın altındaki hazîneden verilmiş bir âyettir! Bu âyet, sizin
Peygamberinizden önce herhangi bir Peygambere verilmiş değildir." [95]
Ahmed, Taberânî ve Beyhekî'nin rivayetlerine göre ki bunu
Huzeyfe rivayet etmektedir; Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: "Bakara
Sûresi'nin sonundaki şu âyetler bana, Arş'ın
altındaki hazîneden verilmiştir ve bunlar, benden önce hiç bir Peygambere
verilmemiştir."
(İmâm-ı Ahmed, benzeri bir rivayeti, Ebû Zerr'den nakletmiştir).
[96]
Taberânî Ukbe bin Âmir'den rivayet
eder. O şöyle der: "Bakara Sûresi'nin sonundaki "Amenerasûlü..."
diye başlıyan iki âyeti çok okumaya (ve
mânâsı üzerinde düşünüp
onlardaki hakikatleri anlamaya) bakınız! Zira yüce Allah; Peygamber Efendimizi,
kendisine bu âyetleri vermekle seçkin kılmıştır!"
Hâkim, Mâkil bin Yesâr'dan rivayetle
Peygamber'in (sallallahü
aleyhi ve sellem) şöyle buyurduğunu nakleder: "Bana Fatiha Sûresi ve Bakara
Sûresi'nin sonundaki âyetler, arş'ın
altında verilmiştir. Fazladan olarak
da Mufassal verilmiştir."
Müslim İbn-i Abbâs'tan rivayet eder. O demiştir ki: Peygamber'e (sallallahü aleyhi ve sellem) bir melek gelip: "Yâ
Muhammed, sana iki büyük nuru müjdelemek için geldim, bunlar senden önce hiç
bir Peygambere verilmiş değildir! İşte bu iki nûr: Fatiha Süresiyle, Bakara Sûresi'nin
sonundaki âyetlerdir!" demiştir.
Beyhekî de Vasile bin el-Eska'dan
şöyle rivayet eder, O demiştir ki: "Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) buyurdu: "Bana, Tevrat yerine yedi uzun sûre,
Zebur yerine âyet sayıları yüz civarında olan sûreler, incil yerine de
el-Mesânî verilmiştir. Fazladan olarak
da el-Mufassal verilmiş bulunmaktadır!"
(İbn-i Cerîr ile İbn-i Merdûye'nin İbn-i Abbâs'tan olan rivayetleri ise şöyledir: "Kur'ân-ı Kerîm'deki: "Andolsun ki
Sana, ikişerlerden yedi, bir de bu büyük Kur'ân'ı verdik!"
[97] mealindeki âyetle ilgili olarak İbn-i Abbâs; "Bu ikişerli yedi'den murâd, "Sebû'd-Tıvâl" denilen
yedi uzun sûredir! Bunlar
daha önce hiç bir Peygambere verilmiş değildir. Sâdece Mûsâ (aleyhisselâm)'a,
altısı verilmişti..."
(İbn-i Merdûye'nin naklettiği bir haberde ise, İbn-i Abbâs'ın şöyle dediği kaydedilmiş bulunmaktadır: "Peygamberimiz'e yedi uzun sûre verilmiş bulunmaktadır. Bunlardan sâdece altısı, yalnız
Mûsâ (aleyhisselâm)'a verilmiş idi. O ise, kendisine verilen levhaları yere
koyduğu zaman, bunlardan
ikisi gitmiş, dördü kalmıştır.
[98]
Ebû Nuaym, el-Mârife adlı kitabında Abdurrahmân bin Ğa-nem'den şöyle nakleder:
"Bizler, Peygamberin (sallallahü aleyhi ve sellem) yanında oturuyorduk. O sırada biz, Mescid'de idik.
Ansızın bir bulut meydana geldi ve Resûlüllah Efendimiz buyurdular ki:
"Az önce bana bir melek inip dedi ki: "Ey Allah'ın
elçisi, ne zamandan beri sana gelmek için Rabbim'den izin istiyordum.
Nasîb şimdi imiş ve sana gelmiş bulunuyorum. Geliş sebebim ise, "Yüce
Allah indinde, senden daha keremli ve daha şerefli
bir kul olmadığim sana müjde
etmektir!"[99]
Beyhekî'nin rivayetine göre İbn-i Mes'ûd şöyle demiştir: "Gerçekten
Muhammed (aleyhisselâm), kıyamet gününde Allah'a karşı
bütün yaratılmışların en keremlisidir!"
Yine Beyhekî'nin naklettiği bir habere göre, Abdullah bin Selâm da şöyle demiştir: "Allah indinde yaratılmışların
en keremlisi, hiç şüphesiz
Muhammed (aleyhisselâm)' dır!"[100]
Peygamberimizin Bir Diğer Özelliği
Peygamber'in (sallallahü aleyhi ve sellem) bir diğer özelliği ise, kendisine ve diğer peygamberlere olan ilâhî hitaptaki farktır. Bunu,
bâzı âyetlerle misallendi-rebiliriz. Meselâ Dâvud (aleyhisselâm) ile ilgili bir âyet-i celile şu mealdedir: "Sakın hevâye uyma, aksi halde seni
Allah'ın yolundan sapıtır." [101] Halbuki Peygamberimiz hakkında: "O,
hevâdan konuşmaz!"
buyurul-muştur. [102] Böylece hevâsına uymaktan ve hevâdan konuşmaktan tenzih edilmiştir. Keza
Mûsa (aleyhisselâm) ile ilgili bir âyette:
"Bana bir kötülük yaparsınız
diye korkup sizden kaçtım..." buyurulmuştur.
[103]Peygamber Efendimiz hakkında ise: "Kâfirler senin için tuzak
kurdukları zaman..." denilmiş ve O'nun Mekke'den
çıkışı ve hicreti en güzel bir tabirle belirtilmiştir.
[104] Keza Peygamberimizin Mekke'den çıkarılışı da, O'nun düşmanlarına nisbet edilmiş ve Peygamberimiz için
"firar" kelimesi asla kullanılmamıştır.
Ki elbette "firar" kelimesinin kullanılmasında, bir nevî eksiklik söz konusudur." [105]
Peygamberimizin Bir Diğer Özelliği
Peygamberimiz'in Özelliklerinden biri de,
Onunla gizli konuşup fısıldaşmak isteyen birisinin, bu
şekilde konuşmasını yapabilmesinin bir şarta bağlanmış olmasıydı.
Bu ise, önce sadaka vermekten
ibaretti. Fakat böyle bir şey önceki Peygamberlerde görülmüş değildi. Nitekim ilgili âyette meâlen şöyle
buyurulmuştur: "Ey mü'ıninler, siz, Peygamberle gizli
konuşup fısıldaşacağimz zaman, önce bir sadaka veriniz! Bu, sizin için
daha hayırlı ve daha temizdir. Şayet
buna imkân bulamazsanız, Allah, bağışlayan ve esirgeyendir." [106]
İbn-i Ebî Hâtim'in rivayetine göre,
îbniAbbas, bu âyetle ilgili olarak şöyle demiştir: Müslümanlar, Peygamberimiz'e fısıldayarak pek
çok şey soruyorlardı. Bu da Peygamberimiz'e ağır geliyordu. Yüce Allah, bunu şarta bağlamakla, Peygamberimizin sıkıntısını hafifletmek istiyordu. Bu âyet-i
kerîme nazil oldu ve müslümanların pek çokları sorularim azalttılar...
Hâttâ çekinip sormaz oldular. Cenâb-ı Hakk da bunun üzerine aşağıdaki âyetini inzal buyurdu: "Sa'daka vermekten
korktunuz mu? Çünkü yapmadimz. Allah da sizi bundan affetti. (Sa'daka
vermeden konuşabilirsiniz). Artık namaz kılın, zekât
verin, Allah'a ve Resûlü'ne itaat edin! Allah, yaptıklarimzı
bilendir!" [107] İşte bu âyetin inmesinden sonra, müslümanlara olan
darlığı kaldırmış, genişlik
lütfetmiştir.
Saîd bin Mensur da,
Mücâhid'in şöyle dediğini nakletmiştir: "Her kim Peygamber Efendimizle gizli konuşup fısıldaşacak olursa, bir dinar sadaka verirdi. Bunu ilk
tatbik eden de Ali bin Ebû Tâlib olmuştur.
Sonra bu husustaki ruhsat, yâni kolaylıkla ilgili âyet nazil olmuştur." [108]
Peygamberimizin Bir Diğer Özelliği
Peygamber'in (sallallahü aleyhi ve sellem) özelliklerinden biri de, O'na
itaat edilmesini kesin ve mutlak bir farz
olarak Yüce Allah'ın herkese farz kılmış olmasıdır. Allah
bunu, hiçbir şarta
bağlamamış ve
hiç bir istisna da koymamıştır. Nitekim ilgili bir
âyetinde şöyle buyurmuştur:
"...Peygamber size ne verdiyse (neyi getirip emretti ise), onu olduğu gibi alimz!
Size neyi de yasakladı ise, ondan kaçimnız! Allah'tan
korkunuz! Çünkü Allah'ın azabı şiddetlidir." [109]
Diğer ilgili bir âyetinde de şöyle buyurmaktadır: "Her kim Resûl'e itaat
ederse, şüphesiz Allah'a
itaat etmiş olur..." [110] İşte, ilgili âyetlerden de anlaşıldığı gibi, Yüce Allah, herkese O'nu örnek edinmesini kesinlikle farz kılmış; gerek işde, gerek sözde O'na
uymalarim emretmiştir. Bunu, mutlak bir şekilde emredip hiç bir istisna ve şart koymamıştır. O'nun, mutlak
bir şekilde örnek alınması hususunda bir âyetinde şöyle
buyurmaktadır: "Andolsun, Allah'ın elçisinde sizin için uyulacak en güzel
bir örnek vardır." [111] Halbuki Halîli İbrahim (aleyhisselâm)'ın örnek
alınmasında şöyle buyurmuştur:
"İbrâhim'de ve onunla beraber bulunanlarda sizin için güzel bir misâl vardır." Sonra bu
âyetin sonuna doğru: "Yalnız İbrâhim'in babasına: "Senin için mağrifet dileyeceğim, fakat senin için Allah'tan bir şeye gücüm de
yetmez" demesi hâriç. (Bu size misâl değildir.) [112] İşte âyetin bu kısmında bir istisna yapılmıştır.
Fakat Peygamberimizle ilgili, bir istisna dahî söz
konusu değil..." [113]
Peygamberimizin Bir Diğer Özelliği
Peygamber'in (sallallahü aleyhi ve sellem) bir diğer özelliği
de, Yüce Allah'ın Kendi Zâtı'na itaat edilmesini, yasakladığı şeylerden sakımlmasını, hükümleri ve farzları, va'dini
ve veîdini zikrettiği
yerlerde; Peygamber Efendimizi de zikretmiş olmasıdır. Bu gerçekten böyledir. Bu suretle Yüce Allah,
Habîbi'nin şerefini ve büyüklüğünü artırmıştır.
Buna dâir Kur'ân'dan pek çok misâller vermek mümkündür... Biz burada bâzılarım
zikredelim: Önce itaat konusundaki misallerden bâzılarim-görelim:
"Ve Allah'a ve
Resule itaat ediniz!" [114]
"Eğer müminler iseniz, Allah'a ve O'nun Resûlü'ne itaat
ediniz!" [115]
"Onlar Allah'a
ve Resûlü'ne itaat ederler." [116]
Şimdi de îmân veya tekzîb bakımından olan misalleri görelim:
"Mü'ıninler ancak o kimselerdir ki, onlar Allah'a ve
Resûlü'ne i-nandılar, sonra da şüphe etmediler..." [117]
"Allah'tan ve
O'nun Resûlü'nden andlaşma yaptığimz müşriklere bir ihtardır!... "[118]
".. .ve oturup kaldı o Allah ve Resûlü'ne karşı yalan
söyleyenler,.."[119]
Şimdi de itaat
etmeyip karşı çıkanlarla ilgili âyetlerde Yüce Allah'ın
Kendi adim zikrederken,
Resûlü'nün adim da nasıl zikretmiş olduğunun bir kaç misâlini görelim:
"...Kim Allah'a
ve Resûlü'ne karşı gelirse, apaçık bir sapıklığa düşmüş olur!" [120]
"...Kim Allah ve
Resûlü'ne karşı gelirse, şüphesiz
Allah'ın cezası çetin olur." [121]
"Onlar
bilmediler mi ki, kim Allah ve Resûlü'ne karşı koymaya kalkarsa, onun için
ebedî kalmak üzere cehennem ateşi
vardır. İşte büyük rezillik
budur!"[122]
Bu husustaki âyetler
pek çoktur. Burada misâl olarak verdiğimiz mealler, bu konuda yeteri
kadar bilgi vermiş olacaktır ve bu misâllerden açıkça görüldüğü gibi, Yüce Allah,
Zâtı'nın adim zikrettiği yerlerde Resûlü'nü de zikretmiş ve bu suretle O'nun
büyüklüğünü ve şerefini
artırmış bulunmaktadır. Bu da O'nun Resûlü'nün üstünlüğünü ifâde eden bir özellik
mâhiyetini taşımaktadır. [123]
27-2 Onun Özelliklerinden Biri de, Dört vezir ile
Teyid Edilmiş Olmasıdır
Bu hususta Bezzâr ve Taberânl'nin İbn-i Abbâs'tan olan rivayetlerini burada kaydedelim. İbn-i Abbâs demiştir ki: "Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu: "Allahü
teâlâ beni, dört vezîr ile te'yîd etmiş bulunuyor! Bunlardan ikisi ehl-i
semâdan olan Cibril ile Mîkâîl'dir. Diğer i-kisi de ehl-i arzdan olan Ebû
Bekir ile Ömer'dir!" [124]
İbn-i Mâce ile Ebû Nuaym'in Câbir bin Abdullah'tan olan
rivayetleri ise şöyledir: "Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) yürüdüğü zaman, ashabı O'nun Önünde yürürler ve arka tarafim meleklere bırakırlardı..."
Hâkim, İbn-i Asâkir de Ali'den şu
haberi naklederler: "Bir defasında Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu: "Her
Peygambere yedi adet yakın arkadaş verilmiştir. Bana ise on dört yakın arkadaş verilmiş bulunmaktadır."
Ali, bu haberi duyurduğu
zaman, kendisine: "Bu on dört
yakın arkadaşın kimler olduğunu bize söyler misin?"
dediler. O da onlara cevap olmak üzere: "Ben, Hamza, iki oğlum Hasan ve Hüseyin,
Cafer, Akıl, Ebû Bekir, Ömer, Osman, Mikdâd, Selmân, Ammâr, Talha ve
Zü-beyr'dir'" dedi." [125]
Dârekutnî el-Mü'telef adındaki kitabında
Cafer bin Muham-med'den şu haberi nakletmiştir: "Hiç bir Peygamber yoktur ki, arkasında duası müstecâb olan bir
ehl-i beytini bırakmamış
olsun... Bizını Peygamberimiz de bizim ehl-i
beytimiz'de İki kabule şâyân dua örneği
bırakmıştır! Bu makbul iki duanın biri, şiddet ve musibetlerle ilgili, diğeri ise ihtiyaçlarımızın te'ıniniyle ilgili
bulunmaktadır. Bize isabet edecek olan şiddet
ve musibetlerle ilgili bırakılan dua şudur:
"Ey varlığı dâima ezelî ve edebî
olan! Ey benim ve babalarımın ilâhı olan rabbim! Ey hayyü kayyûm olan
Allah..." ihtiyâçlarımı zın te'ıniniyle ilgili bırakılan dua da şudur:
"Ey herşeye kâfi
olan ve hiç bir şeyin kendisinin vereceğini veremeyen rabbim! Ey
Allah!... Ey, Muhammed'in Rabbi! Borcumu ödemem (ve
ihtiyaçlarıma kavuşmam) için bana yardım et..." [126]
Peygamberimizin Bir Özelliği de, O'nun Künyesi ile Künyelenmenin
Haram Oluşudur!
Peygamber'in (sallallahü aleyhi ve sellem) özelliklerinden biri de, O'nun
künyesi ile künyelenmenin haram oluşudur.
Bâzıları, O'nun ismiyle ad koymanın da haram olduğunu söylemişlerdir. Böyle bir haramlık, önceki peygamberlerin hiç biri
için yoktu... Bu konuda Hâkim'in Ebû Hüreyre'den bir rivayeti var. Buna göre Ebû
Hüreyre demiştir ki:
"Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) buyurdu: "Sakın, benim adımla künyemi ikisi bir
arada bir şahsa koymayimz! Ben,
Ebûl-Kâsını'ım! Allah verir, ben de taksını
ederim!"
(İmâm-ı Ahmed'in,
Ensârlı Abdurrahmân bin Ebû Amra'dan naklettiği rivayet de bu mealdedir.) [127]
Enes'ten gelen bir
rivayete göre, o şöyle demiştir: "Bir gün Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) Medine kabristanında idi. Bu sırada adamın biri:
"Ey Ebûl-Kâsını!" diye nida etti. Peygamberimiz de kendisine çağrıldığim zannederek o tarafa doğru baktı... Nida eden adam, Peygamberimiz'in kendisine doğru baktığim görünce: "Ben sana çağırmadım, ey Allah'ın Resulü!" dedi. Bunun
üzerine Peygamber Efendimiz: "Sizler, benim adımı veriniz, fakat künyemi vermeyiniz"
buyurdu.
Hâkim'in Câbir'den naklettiği rivayet ise şöyledir: Ensârdan birinin oğlu dünyâya geldi ve o, ona "Muhammed" adim verdi. Ensâr buna kızdı ve dediler ki: "Peygamberimiz'e sorulmadan, nasıl bu
adı verebilirsin?" Sonra
soruldu. Peygamberimiz de: "Ensâr iyi etmiştir. Sizler benim adımı veriniz, fakat künyemi
vermeyiniz! Ben Ebûl-Kâsım'ım! Aranızda Allah'ın izni ve emri veçhile
taksınıde bulunurum!" buyurdu,
İmâm-ı Şafiî der ki: "Herhangi bir
kimseye, ister Muhammed adı verilmiş olsun, ister başka bir ad
verilmiş olsun, Ebû'l-Kâsını künyesinin
verilmesi asla caiz olmaz!"
İmâm-ı Rafit de bu konuda şöyle
der: "Alimlerden bazıları, sâdece isını ve künyenin birlikte verilmesine
karşı çıkmıştır, ikisinden birini
vermeyi ise caiz
görmüştür... İmâm-ı Mâlik ise, Peygamberimiz'in vefatından sonra,
O'nun künyesi ile künyelenmeyi caiz görmüş ve: "O'nun
vefatından sonra, birisi: "Ey Ebûl-Kâsını!" diye çağırdığı zaman, kimi çağırdığı belli olmama gibi bir durum söz konusu değildir ve peygamberimize ezâ vermiş olmak da mümkin değildir. Bu bakımdan, O'ndan sonra caiz olur" demiştir. [128]
Taberânl'nin İbn-i Abbâs'tan rivayeti ise şöyledir: "Bir kimsenin üç oğlan çocuğu
olur da bunlann birine olsun benim adımı vermezse, İşte o kimse cahillik etmiş
olur..." [129]
İbn-i Ebî Asım, İbn-i Ebî Füdeyk kanalıyla
Cehm bin Osman'dan, o da İbn-i Cüşeyb'teri,
o da babasından naklen Hazret-i Peygamber'in şöyle dediğini rivayet eder: "Benim ismimi alan bir
müslüman, bana verilmiş bulunan bereketten
nasîbdâr olmayı umar ve gerçekten bu berekete erer ve kıyamete kadar da bu
bereket içinde bulunur..."[130]
Peygamberimizin Bir Özelliği de, Kendisiyle İksam Alellah’ın
Caiz Oluşudur
Evet, Peygamber Efendimiz'in özellikledinden biri de,
O'nunla İksâm Alellah'ın
caiz oluşudur. Yâni Yüce Allah'a dua ederken; "Ey
Allah'ım, Muhammed hakkîçün..." diyerek niyazda bulunmak... Bu, O'ndan başkasına
verilmemiştir. Yalnız O'na mahsûs olduğu içindir ki, O'nun özellikleri arasında bundan da söz edilmiştir.
(Nitekim, Şeyh
îzzüddîn bin Abdüsselâm bu görüştedir.) [131]
Buhârî Tarih'inde, Beyhekî sahihtir kaydiyle, Ebû Osman el-Mârife adlı
eserinde Osman bin Hanîften şöyle rivayet ederler: Gözleri âmâ olan birisi
Peygamber e (sallallahü
aleyhi ve sellem) gerelek: "Ey
Allah'ın elçisi, dua edi-veriniz de Yüce Allah
bana şifâ ve afiyet
versin!" diyerek ricada bulundu. Peygamber Efendimiz'de: "istersen, senin için
bu dua işini tehîr edelim, bu senin için daha
hayırlıdır" buyurdu, Amâ: "Hayır yâ Resûlallah, dua ediveriniz!"
dedi. Peygamberimiz de bunun üzerine o âmâya;
önce güzel bir abdest almasını, sonra iki rek'at namaz
kılmasını ve şu şekilde
dua etmesini'emretti:
"Allah'ım, ben senden istiyorum
ve Peygamberin
Muhammed (sallallahü aleyhi ve
sellem) ile sana
yöneliyorum! O, âlemlere rahmet Peygamberi olarak gönderilmiştir. Ey Muhammad,
ben seninle Rabbim'e yöneliyorum, şu
hacetimin Rabbim tarafından görülmesini istiyorum!
Allah'ım, ben bu şekilde
Peygamberini şefaatçi kıldım, O'nun benim
hakkımdaki şefaatini kabul
eyle!"
O âmâ adam da, Peygamberimiz'in kendisine Öğrettiği şekilde duasını yaptı. Duadan sonra, oturduğu yerden kalktığı zaman, gözlerinin âmâlığı gitmiş, derdine derman bulmuştu..." [132]
Beyhekî ve Ebû Nuaym, Ebû Ümâme'den rivayet eder. O
şöyle demiştir: Adamın biri, bir ihtiyâcimn görülmesi için Osman bin Affan'a gider gelirdi. Osman, o
adamın ihtiyâcim görmez, kendisine de iltifat etmezdi. Bu adanı, bir gün
Osman bin Hanîf le karşılaştı ve derdini ona
açtı... O da kendisine: "Haydi bir güzel abdest al, sonra mescide gidip
iki rek'ât namaz kıl. Sonra şu şekilde dua eyle:
"Allah'ım, ben senden istiyor
ve Peygamberin Muhammed
ile sana yöneliyorum! O, şüphesiz bir rahmet Peygamberidir! Ey Muhammed, ben
seninle Rabbim'e yöneliyor ve Rabbim'in hacetimi bitirmesini O'ndan
istiyorum!" İşte böyle dersin ve hacetinin ne olduğunu da bu sırada zikredersin... Sonra kalkar Osman'a
gidersin!"
Adam, Osman bin Hanîf
in dediğini yaptı, sonra kalkıp Osman'ın kapısına
gitti. Kapıcı dışarı çıkıp o adamın elinden tutarak içeri aldı ve
Osman'ın huzuruna çıkardı. O da o adamı yanına aldı ve üzerine oturmakta olduğu yaygimn üzerine oturttu. Adama hitaben: "Bir ihtiyâcın
varsa, bize söyle" dedi. Adam, Osman'ın yanından çıktıktan
sonra, yine Osman bin Hanîf ile karşılaştı
ve ona: "Allah seni yaptığından dolayı mükâfatlandırsın, eğer sen benim
hakkımda Osman ile konuşmasaydm,
onun beni göreceği ve bana yüz vereceği yoktu." dedi. Osman bin
Hanîf de o adama: "Ben onunla konuşmuş falan değilim. Ben sâdece sana, Peygamber Efendimiz'in âmâya öğrettiği duayı
öğrettim. O kadar"
dedi ve ama ile ilgili hadîsi de başından
sonuna kadar bu vesile ile tekrarlayıp anlattı."[133]
Peygamberimizin Bir Özelliği de Kadınlarimn ve Kızlarimn Bütün
Kadınlardan Daha Üstün Oluşudur.
Peygamber'in (sallallahü aleyhi ve sellem) bir özelliği de, kadınlarimn ve kızlarimn,
bütün kadınlardan daha faziletli oluşudur. Aynı zamanda Peygamberimizin zevcelerinin sevabı
da, ıkâbı da başkalarına kıyasla iki kattır... Bu hususla ilgili bâzı
âyetler ve rivayet edilmiş haberler bulunmaktadır... Önce ilgili âyetleri görelim. Bu
âyetler, şu mealdedir:
"Ey Peygamber kadınları, sizler kadınlardan herhangi biri gibi
değilsiniz..."
[134]
"Ey Peygamberlerin kadınları! Sizden kim açık bir çirkinlikte bulunursa,
onun için azabın iki katı vardır! ve bu, Allah'a göre
kolaydır." [135]
"Fakat sizden kim Allah'a ve
Resûlü'ne itaate devam eder, yararlı iş ve amellerde bulunursa onun da mükâfatim iki kat
veririz! ve cennette onun için bol bir nzık
hazırlanmıştır." [136]
Bu konudaki ilgili
rivayetlere gelince: Önce Tirmizî'nin Ali'den rivayetini görelim: Buna göre o şöyle
demiştir: "Bir defasında Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) buyurdu ki; "Kendi zamanimn en hayırlı kadım, Meryem idi. Şimdi de kendi zamanimn en hayırlı kadim Fâtımadır!"
Haris bin Ebû
Üsâme'nin Urve'den naklettiği haber de şöyledir: Resûlüllah
buyurdu: "Âleminin en hayırlı kadim Meryem'dir.
Kendi âleminin en hayırlı kadim da
Fâtuna'dır!"
Ebû Nuaym, Ebû Sâid el-Hudrî'den rivayet
eder. O şöyle demiştir: Bir defasında Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) buyurdu: "Fâtıma; cennet ehlinin en üstün kadimdır.
Ancak Meryem binti Imrân için olan başka..." [137]
Yine Ebû Nuaym, Ali'den şöyle rivayet
eder: Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) buyurdu: "Ey Fâtıma, Allah senin için buğzeder,
senin için razı olur! Senin Allah yanındaki derecen bu kadar üstündür..."
[138]
İbn-i Cerîr, bu konuda şöyle der:
"Peygamberin (sallallahü aleyhi ve sellem) kızlarimn kadınlarından daha
üstün olduğu konusunda, Ebû Yalâ'nın İbn-i Ömer'den olan rivayeti delil kabul
edilir. Bu rivayet ise şöyledir: Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) buyurdu: "Hafsa, Osman'dan daha hayırlısı ile
evlendi. Osman da, Hafsa'dan daha hayırlısı (Peygamber'in kızı) ile evlendi."
Taberânî Ebû Ümâme'den şöyle
nakleder: Bir defasında Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) buyurdu: "Dört sınıf insan vardır. Bunların sevâblan iki defa (iki
kat olarak) verilecektir. Bunlardan biri de, Peygamberin zevceleridir..."
Alimlerimiz
demişlerdir ki: İlgili hadîsde belirtilen "iki defa" ücret;
âhirette o kişiye verilecek olan iki kat sevaptır.,
bâzıları da bu konuda farklı mütâlâada bulunmuş ve:
"Bu iki kere verilecek olan sevaptan biri, bu dünyâda verilecek olanı; diğeri de öbür dünyâda verilecek olanıdır" demiştir.
"Azabın iki kat" olmasında da
bu şekilde farklı mütâlâalar bulunmaktadır. Bâzıları:
"Biri dünyada, diğeri de âhirette olmak üzere iki azâbtır. Çünkü diğerleri, dünyâda azâb olunduğu zaman, ahiret azabı ondan kaldırılır" demişlerdir.
Bâzıları da: "Hayır, bunun mânâsı, başkalarına verilen cezanın, iki katimn dünyâda verilmesidir"
demiştir. Bu şekilde anlamış olan; Mükâtil'dir.
Alimlerimizden Saîd bin Cübeyr de bunu kabul etmiş ve: "Keza onlardan birine iftira edene de
iki kat iftira cezası verilir" demiştir.
Kâdî lyâd'ın Şifâ adlı kitabında da şöyle
bir mütâlâa bulunmaktadır: "Bazı âlimlerin bu söylediği, Aîşe validemizden başkasıyla
ilgilidir. Zira Âişe validemize iftirada
bulunana verilecek olan ceza; Ölüm cezasıdır.
Zira Âişe validemizin öyle bir
çirkinlikten uzak oluşu; Allah'ın âyetleriyle
sabittir. Buna rağmen Âişe validemize iftirada bulunan
kişi, Allah'ı ve O'nun bu âyetlerini inkâr
etmiş olur ve kendisine ölüm cezası verilir..."
Bâzı âlimler ise, "Âişe validemize iftira edene
verilecek ceza ile, Peygamberimiz'in zevcelerinden diğer
birine iftira edene verilecek ceza aynıdır. Ona dahî, ölüm
cezası verilir" demişlerdir.
Cezanın farklılığına bir işaret olmak üzere, Telhis adındaki kitabın sahibi, aşağıdaki âyetleri zikretmiştir:
"Sana ve senden
öncekilere şöyle vahyedüdi: "Andolsun, eğer Allah'a şirk koşarsan amelin
boşa çıkar ve ziyana uğrayanlardan olursun!" [139]
"Eğer Biz seni sağlamlaştırıp sabit kılmış olmasaydık,
onlara bir parça meyledecektin!" [140]
"Ve o takdirde sana hayâtın da, ölümün de kat kat azabim taddı-rırdık! Sonra Bize karşı
bir yardımcı da bulamazdın." [141]
Telhis'in yazarı, bu âyetleri zikrettikten
sonra, "halbuki başkaları, şirk üzerine öldüğü takdirde bütün amelleri boşa çıkmaktadır" der."[142]
Peygamberimizin Bir Özelliği de, Onun Ashabimn, Peygamberler
Dışında Bütün İnsanlardan Üstün Kılınmasıdır
İbn-i Cerîr, Kitâbü's-Sünne adlı eserinde Câbir
bin Abdullah'tan ş?,yle
rivayet eder: Resulullah (sallallahü aleyhi ve sellem) buyurdu: "Gerçekten yüce Allah benim ashabımı,
nebiler ve resuller hâriç, diğer bütün insanlardan üstün
kılmıştır! Ashabımdan da dördünü seçip diğerlerinden üstün kılmıştır.
Bunlar, sırasıyla Ebû Bekir, Ömer, Osman ve Ali'dir ve diğer
sahabelerimden daha faziletlidirler... Aslında ashabımın hepsi, hayırlı ve
faziletlidir Topyekün ümmetimi de diğer
ümmetlerden üstün kılmıştır. Ümmetimin ilk dört
asrı diğer asırlardan daha üstündür... Birinci, ikinci ve üçüncü asırlar
birbirinin peşinden gelir. Dördüncü asır ise ayrıdır." [143]
Bu konuda âlimlerin
çoğunluğu demişlerdir ki: "Ashâb-ı kirâm'ın hepsi, daha sonrakilerin hepsinden afdaldır. Daha
sonrakilerin içinde i-limde ve amelde pek yüksek derecelere ermiş kişiler bulunsa dahî, bu
böyledir..."[144]
Peygamberimizin Bir Özelliği de, Her İki Şehrinin Diğer
Beldelere Üstün Kılınmasıdır
Peygamberimizin özelliklerinden biri de, her
iki şehrinin (Mekke ile Medine'nin) diğer
bütün beldelerden üstün kılınmış olmasıdır. Bu
fazilet ve özelliklerinden dolayıdır ki, Mekke ile Medine'ye
Deccâl de gi-remiyecektir. Tâûn hastalığı da... Keza Peygamber Efendimiz'in mescidinin diğer mescidlerden üstün oluşu da, O'nun bir özelliğidir. vefatından
sonra defnedildikleri toprak parçası ise, Kabe'den ve hattâ Arş'dan
bile afdaldır. Bu husus dahî Peygamberimizin bir Özelliğidir.
Ahmed, Abdullah bin Zübeyr'den şöyle
rivayet etmiştir: "Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) buyurdu:
"Benim şu mescidimde namaz kılmak; Mescid-i Haram müstesna,
diğer mescidlerde kılınacak olan bin namazdan daha faziletlidir. Mescid-i
Haram'da kılınan bir namaz ise, benim şu mescidimde kılınan yüz namazdan daha faziletlidir!"
[145]
Tirmizî Abdullah bin Adiyy'den
rivayet eder. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: "Ey Mekke, vallahi sen yeryüzünde en
hayırlı, Allah'a en sevgili yersin!"
Hâkim'in Ebû Hüreyre'den rivayetine
göre ise, Peygamberimiz şöyle buyurmuştur: "Allah'ım, beni yeryüzünün bana en sevgili
olan yerinden çıkardmî'O halde beni, Sana en sevgili olan yerde sakîn
kıl!"
Ahmed de Ebû Hüreyre'den şöyle
nakletmiştir: Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) buyurdu: "Medine ve
Mekke'nin giriş-çıkış yerleri, meleklerle korunmuştur!
Bu iki mübarek beldeye, tâûn ve deccâl girmez..."[146]
Peygamberimizin Bir Özelliği de, O'nun Şeriatinde Ganimetlerin
Helal, Yeryüzünün Mescid, Teyemmüm'ün Meşru Kılınmasıdır
Bu hususta, bundan
önceki bölümlerde ve O'nun ümmetinin Tevrat ve
incil'de nasıl anlatıldığına daîr olan kısınıda, bâzı hadîsler ve eserler geçmiştir.
Burada abdest ve teyemmümle ilgili bâzı haberlere gelince: Taberânî'nin Ebûd-Derdâ'dan rivayeti
şöyledir: Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) buyurdu:
1- Ben, bana verilen
dört özellik ile üstün kılınmış bulunuyorum.
2- Ben ve ümmetim, namaz kılarken
meleklerin saf bağladıkları gibi saf bağlarız...
3- Ben, toprakla teyemmüm ederim,
yeryüzünün her tarafı bana mescid kılınmıştır.
4- ve ganimetler bana helâl kılınmıştır..."
Huleymî şöyle
demiştir: "Abdest'in, bu ümmetin özelliklerinden biri olduğu hususunda, Buhâri ve Müslim'in rivayet ettikleri hadîs ile
delil getirilir. Zira bu hadîsde şöyle buyurulmuştur: "Ümmetim kıyamet gününde, aldığı abdestin eseri olarak
abdest azaları nûr gibi parlar bir şekilde davet
olunacaktır!"
Huleymfnin bu sözüne
ise, şu şekilde karşı çıkılmıştır:
"Bu ümmete mahsûs olan, abdestin kendisi ve aslı değil, abdestin eseri olan parlaklık ve nurdur. Zira bir hadîsde de şöyle buyurulmuştur: "İşte bu, benim ve benden önceki Peygamberlerin
abdestidir!" Bu durumda abdestin aslimn bu ümmete hâs olduğu, nasıl iddia edilebilir?"
İbn-i Hacer de bu mevzuda şöyle
demektedir: "Buna verilecek cevâb şudur:
Bu hadîs, zayıftır. Yukarıdaki sahih hadisle çatışamaz... Eğer bu hadisin sabit olduğu kabul edilecek olursa, bu
takdirde de şöyle deriz: Demek ki abdest, önceki Peygamberlerin bir özelliği idi. Fakat onların ümmetlerinde yoktu. Ümmet olarak abdest almak, sâdece
bu ümmete mahsûstur..."
Ben de derim
ki: İbn-i Hacer'in ileri sürdüğü bu hususu te'yîd eden bir rivayet de vardır.
Nitekim bu rivayet, önceki bahislerden "Peygam-berimiz'in ümmetinin
Tevrat ve İncil'deki sıfatı" bölümünde zikredilmiştir. Orada: "Bazı uzuvlarim yıkayarak
abdest alırlar..." diye bir ifâde bulunmakta idi. İşte bu ifâde de, İbn-i Hacer'i destekler mâhiyettedir. Bu rivayetteki Ebû Nuaym, İbn-i Mes'ûd'dan, Dârimî de Ka'bül-Ahbâr'dan
nakletmişlerdi."[147]
Peygamberimizin Bir Özelliği de, Beş Vakit Namazın Topluca
Kendisine verilmesidir
Peygamber'in (sallallahü aleyhi ve sellem) özelliklerinden biri de, beş vakit namazın topluca kendisine verilmiş olmasıdır.
Daha önce hiçbir
Peygambere bu verilmiş değildi. Keza yatsı namazını ilk
kılanın Peygamberimiz olması da O'nun
bir özelliğidir. Zira daha önceleri bunu başka bir Peygamber kılmamıştır. Buhârî, Ebû Mûsa'dan rivayet eder. O
demiştir ki: "Bir gün peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) yatsı namazı için hazırlığim yaptı
ve gece yarısına kadar bekledi. Sonra kalkıp namazı kıldırdı. Namazdan sonra
buyurdu ki: "Ashabım, sizlere müjdeler olsun! Muhakkak şu
namazı sizden başka kılanın olmayışı,
yüce Allah'ın ancak sizlere nâbîb buyurduğu büyük bir nimetidir..."
Ahmed ve Nesaî, İbn-i Mes'ûd'un şöyle dediğini rivayet etmişlerdir: "Bir gün Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem), yatsı namazına bir müddet çıkmadı. Sonra çıkıp
Mescid'e girdi. Gördü ki ashâb toplanmış namazı
beklemekteler... Onlara hitaben buyurdu ki: "Ashabım, şu dinlerin mensûblarından, şu saatte Allah'ı
zikreden (şu yatsı namazını kılan) hiçbir topluluk yoktur! Allah'ın
size olan bu nimeti ile sevininiz!"
Ebû Dâvûd ve İbn-i Ebî Şeybe ve Beyhekî Muaz bin Cebelden şöyle rivayet ederler: "Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem), yatsı namazını hayli geciktirmişti. Toplanan cemâat, Peygamber Efendimiz'in namazını kıldığim zannetti. Sonra Peygamberimiz Mescid'e çıkıp:
"Ey ashabım, şu yatsı namazını, gecenin üçte biri geçinceye kadar
te'hîr ediniz! ve biliniz ki, sizler bu yatsı namazı ile diğer ümmetlerden faziletli kılındimz! Sizden önceki ümmetlerden bunu kılan olmamıştır..."[148]
Peygamberırımızın Bir Özelliği de, Cum'a Namazı,
"Âmîn" Denilmesi, Kıbleye Dönülmesi, Meleklerin Saf Bağladıkları Gibi
Saf Bağlanılması ve Tahıyyetü's-Selâm
Bu konuda Müslim, Huzeyfe ve Ebû Hüreyre'den şu
hadîsi rivayet eder: "Allah, bizden öncekilere
Cum'â'yı nasîb kılmadı! Onlar çok istediler ve aradılar amma, bir türlü
bulamadılar... Yahudiler için Cumartesi, Nasrânîler için de Pazar günü oldu.
Sonra biz devreye girdik ve yüce
Allah, bizlere Cum'â gününü lütfetti. Böylece bizleri öne geçirdi. Önce bizını günümüz olan Cum'a günleri, sonra
Cumartesi, daha sonra da Pazar günü gelmektedir. Onlar, kıyamet gününde de böylece bize tabî olacaklar,
bizden sonra geleceklerdir. Dünyâda sonra gelenleriz, fakat öne geçip âhirette
ilk gelenler de biziz! Bütün ümmetlerden Önce
hesabımız görülecek, herkesten
evvel cennete gireceğiz..."
İbn-i Asâkir'in RubeyyV bin Enes tarikiyle
rivayeti de şöyledir: "Bize, Peygamberimiz'in ashabimn
bâzılarından intikâl eden habere ve onların bâzı Isrâîl oğulları âlimlerinden işittiklerine göre;
Zekeriya (aleyhisselâm)'ın oğlu Yahya (aleyhisselâm),
Allah tarafından beş
kelimeyi (beş esâsı) tebliğe me'ınûr kılınmıştır. Aynı zamanda bu beş şey ile güzelce amel ederek
vefat eden kişilerin, hesaba çekilmeksizin cennete girecekleri de müjde
edilmiştir. Bu beş şey (esas) da şunlar imiş:
"Asla Allah'a
şirk koşmayacaklar, sâdece Allah'a ibâdet edecekler,
Namaz kılacaklar,
Oruç tutacaklar,
Sa'daka (yani
zekât) verecekler,
Allah'ı zikredip asla
unutmayacaklar..."[149]
İşte Yüce Allah, Muhammed'e ve O'nun ümmetine bu beş
şeyi vermiş, bunlara ilâveten beş şey daha vermiştir. Bunlar da: "Cum'â,
söz dinlemek itaat etmek, Allah ve dini uğruna hicret etmek ve cihâd etmektir."
[150]
Ahmed ve Beyhekî Âişe'den şöyle rivayet ederler: Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) buyurdu: "Onlar bize karşı, Allah'ın bize lütfettiği Cum'a gününe hased ettikleri
kadar hiçbir şeye hased' etmemektedirler! Onlar bunu kaybetmişlerdir. Bir de
son derece hased ettikleri bir şey,
bizını kıblemizdir! Onlar bunu da kaybetmişlerdir.
Sonra bizını namaz kılarken imamın arkasında (ve fatiha'nın sonunda) Amin! dememiz var
ya, İşte buna da son derece hased ederler."
İbn-i Mace İbn-i Abbâs'ın şu rivayetini verir:
"Resülüllah (sallallahü
aleyhi ve sellem) buyurdu:
"Yahudiler, size karşı "selâm
vermeniz" ve bir de imamın arkasında, "amin!" demenize hased
ettikleri kadar hiçbir şeye hased etmiş değillerdir!"
Taberani de Mûaz bin Cebelden şöyle
rivayet etmiştir: "Peygam-ber'e (s.a.u.), bir
defasında da: "Biliniz ki, yahudiler müslümanlan şu üç şeyden daha faziletli bir şey sebebiyle kıskanmış değillerdir: Selamlaşmak,
namazdaki safları ikâme etmek ve farz namazlarda imamın arkasında
"amin!" demek"
buyurdu.
Haris bin Ebû
Üsame'nin Enes'ten rivayeti ise şöyledir:
"Bir defasında Resülüllah Efendimiz: "Bana şu üç şey verilmiştir: Namaz kılarken safları ikâme etmek, selâmlaşmak (ki
cennet ehlinin selâmı da budur), bir de imamın arkasında
"amin!" demek.
Bunlar sizden önceki ümmetlere verilmiş değildir. Ancak Harun (aleyhisselâm)'ın
Mûsâ (aleyhisselâm)'ın duasına "amin!" demesi
hariç." [151]
İbn-i Ebâ Şeybe, Beyhekî ve Ebû Nuaym, Huzeyfe'den rivayet ederler.
O, şöyle der: Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) buyurdu: "Ben, şu üç şeyle insanlara üstün kılınmışımdır!
Yeryüzünün her tarafı bize mescid kılınmıştır, toprağı da
abdestlenmemiz için teiniz kılınmıştır (ki biz onunla
teyemmüm ederek abdestleniriz), namazdaki saflarımız da meleklerin safları
gibidir ve bana Bakara sûresinin sonundaki ayetler Arş'in
altındaki hazineden verilmiştir. Bunlar ancak bana verilmiş olup, benden Önce kimseye
verilmiş değildir."[152]
Peygamberimizin Bir Özelliği de, Kendisine Ezan ve İkametin
verilmesidir.
Sâid bin MansurEbû
Umeyr bin Enes'ten rivayet eder. O şöyle der: Ensardan olan amcam bana şu
şekilde haber verdi: Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem), insanları namaza nasıl davet edeceği hususunda merak
etmişti. O bu hususta ashabı ile istişarelerde
bulundu. Kendisine denildi ki: "Namaz vakti gelince, etraftan görülecek
bir şekilde yüksek bir yere bir sancak çektiriniz!" O, bu fikri beğenmedi.
Denildi ki: "Boru çaldırimz!" O bu fikri de beğenmedi ve: "Bu,
yahudilerin işidir" diyerek reddetti. O'na denildi ki: "Peki, çan
çalınsın!" O, bunu da beğenmedi ve: "Bu da nasranilerin işidir"
diyerek reddetti. Bu istişare
toplantısında bulunan Abdullah bin Zeyd de, meraklı ve tasalı olarak evine dönmüştü. O gece rü'yasında Ezan'ı gördü." [153]
Peygamberimizin Bir Özelliği de, Namazlarimn Rüku ile ve
Cemaatle Kılınmasıdır
Müfessirlerden bir topluluk, yüce Allah'ın
kerîm kitabındaki: "...Allah'ın huzuruna durup rükû edenlerle beraber siz
de rükû ediniz!" (Bakara, 43.) mealindeki âyeti tefsir ederken şöyle
demişlerdir: "Namazda rükû etmenin meşruiyeti, bu ümmete mahsûs
birşeydir. Isrâîl Oğullarimn
kıldığı namazlarda rükû
bulunmamakta idi. Bu sebepledir ki, Ümmet-i
Muhammedle beraber rükû etmeleri, yüce Allah tarafından kendilerine emredilmiştir."[154]
Ben derim ki:
Müfessirlerin bu söylediklerine, Bezzâr ve Taberânfnin Ali'den naklettiği rivayet ile de delîl getirilmiştir. Zira bu rivayete
göre Ali demiştir ki: "Bizını edâ ederken kendisine
rükû yaptığımız ilk namaz, ikindi namazıdır. Ben, böyle rükû ederek kıldığımız
bu ikindi namazından sonra efendimize: "Ey Allah'ın Resulü, bu
nedir?" diyerek sormuştum. O da cevaben: "Ben böyle rükû etmekle
emrolun-dum" buyurmuştu... [155]
Bununla delîl
getirmenin sebebi ve vechi şudur: Peygamberimiz, bu ikindi
namazından önce öğle namazını kılmıştı... ve beş vakit namaz farz kılınmazdan önceleri de, gece
namazını ve diğer namazları kılmıştır. Hazret-i Ali'nin bahsettiği ikindi namazından
önce kılman namazların rükû etmeksizin kılınmış olması, daha önceki ümmetlerin
namazlarında da rükû olmadığim göstermektedir. İbn-i Ferişteh de
Şerhu'l-Mec'ına' a-dındaki eserinde, Peygamber
Efendimiz'in: "Her kim bizını kıldığımız
namazı kılar, bizını kıblemize dönerse, o kişi bizdendir!" mealine gelen
hadîslerinden bahsettiği yerde, şu açıklamayı yapmıştır: "Sevgili peygamberimiz,
burada; "Bizim kıldığımız namazı kılarsa" derken, cemâatle kılman
namazı kasdetmiştir. Zira münferiden namaz kılmak, bizden önceki ümmetlerde de
vardır."
Onun bu sözünden de anlaşılıyor ki,
cemâatle namaz kılmak da Peygamberimiz'in (ve dolayısıyla bu ümmetin) bir
özelliğidir." [156]
27-3 Peygamberimizin Bir Özelliği de, Namazdaki "Rabbena
Lekel-hamd" Duasıdır
Beyhakî'nin Sünen'inde Âişe'den rivayeti şöyledir: Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) bir hadîslerinde buyurdu ki:
"Yahudiler bizim hakkımızda şu üç şeyi kıskandıkları gibi, başka bir şeyi kıskanmış değillerdir: Selamlaşmak, amîn demek, bir de namazımızdaki "Allahümme
Rabbena lekel-hamd!" duamızdır!"[157]
Peygamberimizin Bir Özelliği de, Ayaklarında Naleyni ile Namaz
Kılmasıdır
Bu hususta da Said
bin Mansûr'un Şeddâd bin Evs'ten rivayeti var. O demiştir ki: "Peygamber (sallallahü aleyhi
ve sellem) bir hadîslerinde
aynen şöyle buyurmuşlardır: "Yâni ayaklarimzda nâleyniniz (ayakkabılarimz) bulunduğu halde namaz kılimz ve bu suretle yahûdîlere
muhalefet ediniz!"
Ebû Dâvud ile Beyhekî, bu hadîsi şu lafızla rivayet etmişlerdir: "Yahûdîlere muhalefet ediniz! Zira onlar,
mestleri veya ayakkabıları ayaklarında iken namaz kılmazlar." [158]
Peygamberimizin Özelliklerinden Biri de, O'nun Mihrabda Namaz
Kılmayı Kerih Görmesidir.
Peygamber'in (sallallahü aleyhi ve sellem) bir özelliği de, O'nun mihrabda namaz kılmayı kerîh görmüş olmasıdır. Halbuki daha önceleri mihrabda namaz kılmakta idi. Nitekim ilgili
bir âyet-i celîlede şöyle buyurulmaktadır:
"Zekeriyâ mihrabda durmuş namaz kılarken,
melekler kendisine nida ettiler..." [159]
Peygamberimizin Bir Özelliği de, La Havleyı Okumak, Musibet
Anında İstirca'da Bulunmak, Namaza Tekbir ile Başlamaktır
Evet, Peygamberimiz'in özelliklerinden bâzıları da bunlardır: İnşân
kendisini daha da güçsüz hissedince veya sırf Allah'ı zikir için "lâ
havîe"yi okumak, bir musibet zamanında istirca'da bulunmak ve namaza
iftitâh tekbîri ile başlamaktadır. "Lâ Havle..."yi okumak ki, buna
kısaca Havkala da denilir,
gerçekten bu ümmetin bir özelliği olmuş ve Resûlüllah tarafından: "Bana bu, cennet
hazînelerinden bir hâzine olarak verildi" buyurulmuştur. Çok büyük bir zikirdir ve ilâhî bir hazînedir ve
tamâmı şöyledir:
"Lâ havle
velâ kuvvete illâ billahi'l-aliyyi'l azîm"
"Ben
kendisinin vereceği güç ve kuvvet dışında hiçbir güç ve kuvvet bulunmayan, sonsuz güç ve
büyüklük sahibi ve çok yüce bulunan Allah'a sığimrım!" demektir. (ve bu "Lâ
Havle..."yi okumaktan maksat da budur. Yoksa, güç ve kuvvetin insana
verilmiş bulunanimn tamâmım inkâr etmek değildir.) [160]
"Bir cennet hazînesi" bulunan
"Lâ Havle..." yi okumakla ilgili bâzı hadîsler, "Peygamberimiz'in
Göğsünün Açılması" bölümünde ve duyulacak bir sesle Allah'ı zikretmek
kısmında geçmişti... Şimdi isti â ile ilgili hadîsi verelim!
Taberânı'nin İbn-i Abbâs'tan
rivayet ettiği bu hadîs ise aynen şöyledir: "Ümmetime, daha önceki
ümmetlerden hiç birine verilmemiş olan bir şey verilmiştir! Bu da, bir musibet
zamanında: "Bizler; mülk, mahlûk ve kullar olarak Allah'a âit
bulunuyoruz! O, üzerimizde dilediği gibi tasarruf eder! Dilerse tatlı, dilerse
acı verir... isterse verir, isterse alır... Biz sonunda O'na dönüp
yaptıklarımızdan ve yapmadıklarımızdan mutlaka hesab vereceğiz! O ise, acılara
karşı sabredip dayanmayı ve sabırlı olmayı çok sever! Ayrıca bunun da büyük
mükâfatim elbette verir!..." diyerek O'na sığınmaktır." [161]
Abdurrezzâk ve İbn-i Cerîr Tefsîr'lerinde
Saîd bin Cübeyr'in şöyle dediğini rivayet ederler: "Bu ümmetten başkasına,
musibet zamanında: "Innâ lillah..." demek verilmemiştir. Baksanıza
Yâkûb (aleyhisselâm),
oğlu Yu-sufu kaybetme musibeti üzerine: "...Yâ esefâ alâ Yûsufa..."
diyerek kendini teselliye çalışmıştır." [162]
Yine Abdurrezzâk, Muammer tarikiyle,
Ebân'ın şöyle dediği haberini nakletmiştir: "Namaza tekbîrle başlama,
sâdece bu ümmete verilmiş bir özelliktir."
İbn-i Ebî Şeybe de şu haberi nakleder: Ebû'l-Aliye'ye sormuşlar:
"Daha önceleri Peygamberler, namaza ne ile başlıyorlardı?" O da şu
karşılığı vermiştir: "Onlar namaza, tevhîd, tesbîh ve tehlîl ile
başlıyorlardı."[163]
Peygamberimizin Ümmetiyle İlgili Bazı Özellikleri
Peygamber Efendimiz'ın hususiyetlerinden bâzıları da şunlardır:
Ümmetinin istiğfar ile günahlarimn bağışlanması,
pişman olmalarimn tevbe sayılması, kendilerine ve çoluk-çocuklarına harcadıklarimn
da sadaka sayılması, sevaplarimn âhirete saklanmakla beraber dünyada verilmesi,
dualarimn müstecâb (makbul) olması...
Bu konuyla ilgili pek
çok hadîs daha önce ilgili bölümlerde geçmiş olmakla
beraber, burada da bâzılarım zikredelim. Bu cümleden olmak üzere, Feryâbî Kaş'tan şu
haberi nakleder: O demiştir ki: "Bu ümmete, şu üç haslet verilmiştir ki,
bunlar daha önce herhangi bir ümmete verilmiş olmayıp,
sâdece Peygamberlere
verilmiş idi. Bir Peygambere: "Sen, açıkça tebliğ et! Üzerine
herhangi bir güçlük yoktur. Sen, dua et, duan kabul edilsin. Sen kendi kavminin
üzerine şahid de olacaksın!" denilirdi. Bu
ümmete ise: "Ve Allah, dinde üzerinize herhangi bir güçlük
kılmamıştır!" buyurulmuştur. [164]
Yine buyurulmuştur ki: "Siz, insanlar
üzerine şâhidler olasınız diye..." [165]
Bir âyet-i celîlede de şöyle buyurulmuştur:
"Siz bana dua ediniz, Ben de sizin duanızı kabul edeyim!" [166]
Nesâî, Hâkim, Beyhekî ve Ebû
Nuaym, Ebû Hüreyre'nin, Kur'ân-ı Kerlm'deki:
"Mûsa'ya nida ettiğimiz zaman, Sen Tûr'un yanında değildin..."
anlamına gelen âyetiyle [167] ilgili olarak şöyle dediğini naklederler:
"Kendilerine nida olunarak denilmiştir ki: "Ey Ümmet-i Muhammed siz
Bana dua etmezden Önce duanızı kabul etmişimdir! Siz Benden istemezden önce Ben
sizlere vermişimdir!..." [168]
Ebû Nuaym da Amr bin Abese'den nakleder. O der ki:
"Ben, yukarıda geçen âyetle ilgili olarak Hazret-i Peygamber'e sordum ve: "Bu âyette geçen nida ve rahmet
nedir?" dedim. O da bana cevaben buyurdu ki:'Yüce Allah, mahlûkatim
yaratmazdan iki bin sene önce bir kitaba yazmış, sonra şöyle nida etmiştir:
"Ey Ümmet-i Muhammed, rahmetim ga-dabımı geçmiştir! ve Ben sizlere istemenizden
önce vermişimdir. Bana istiğfar etmenizden Önce, günahlarimzı bağışlamış imdir, içinizden her kim bana,
"Allah'tan başka ilâh yoktur, Muhammed (aleyhisselâm)
da Allah'ın kulu ve resulüdür" demiş ve buna kalbten inanarak şehâdet getirmiş o-larak
gelecek olursa, ben onu mutlaka cennete korum!" [169]
Ahmed ve Hâkim, İbn-i Mes'ûd'tan rivayet ederler. O şöyle
demiştir: Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) buyurdu: "Nedamet etmek,
tevbedir!"
Bâzı âlimlerimiz, bu hadîsle ilgili
açıklama yaparken; "nadim olmanın, tevbe etmek demek oluşu" bu ümmete mahsûs bir
şeydir. Daha önceki ümmetlerde böyle değildi" demişlerdir.[170]
Peygameberimizin Özelliklerinden Bazıları da Şunlardır
icabet saati, Kadir gecesi, Ramazan ayı,
Ramazan ayındaki beş haslet (ki bunlar, günahların affına
vesiledir), kurban bayramı, kurban kesmek, kabirde cenaze için sapma açılması,
oruca imsak vakti sahur yemeği yiyerek başlamak, orucu akşam olur-olmaz açmak,
şafak vaktine kadar oruç bozan şeylerin
serbest olması, arefe günü, arefe gününün o-rucunun iki senelik günâha keffâret
oluşu...
Allâme Konavî Şerhu'l-Mühezzeb adlı eserinde şöyle der: "Kadir gecesi, bu
ümmete mahsûs bulunan bir fazilettir! Allahü teâlâ, onun şerefini artırsın, çok da şerefli bir gecedir. Bu, bizden
önceki ümmetlerde yoktu..."
İmâm Mâlik Muvatta' adlı kitabında şöyle der: Bana ulaşan habere
göre, Peygamber'e (sallallahü aleyhi ve sellem) kendinden Önceki ümmetlerin
ömürleri gösterilmiş, onların ömürlerinin çok uzun olduğunu görünce kendi ümmetinin
kısa olduğuna, ümmetinin önceki
ümmetlerin ameline ulaşamıyacakla-rına üzülmüş... Yüce Allah da, O'na ve
ümmetine Kadir Gecesini vermiştir ve lütfettiği
bu Kadir Gecesinin, "bin aydan hayırlı olduğunu" bildirmiştir."[171]
Bu haberi destekleyen
diğer bazı haberlerde bulunmaktadır. Ben
bunları, el-Tefsirü'l-Müsned adlı kitabımda açıklamış bulunuyorum.
Deylemî Enes'ten
şöyle rivayet eder: Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) buyurdu: "Allah, ümmetime
Leyle-i Kadr'i lütfetti. Bunu daha önceki ümmetlere vermiş değildir." [172]
İbn-i Cerîr de Atâ'nın, "Oruç
üzerinize yazıldı, sizden Öncekilerin üzerine
yazıldığı gibi..."
[173] mealindeki âyetle ilgili olarak şöyle dediğini
kaydeder: "Yâni üzerinize her ayın üç gününde olmak üzere oruç farz
kılınmıştır." Ramazan ayı'nın orucu farz
kılınmazdan önce insanların tuttuğu oruç bu idi. Sonra Allah,
Ramazan orucunu farz kıldı." [174]
Yine İbn-i Cerîr el-Süddî'nin, yukarıdaki âyetle ilgili
olarak şöyle dediğini nakletmiştir: "Bizden öncekiler, nasrânüerdir. Onların üzerine de Ramazan
Orucu farz kılınmıştı. Fakat onların, uyuduktan sonra yemeleri ve
içmeleri yasaktı. Sonra Ramazan boyunca hammlarıyla yatmaları da yasaklanmıştı.
Bu kendilerine zor geldiği için, toplanıp bir karara vardılar. Bu karara göre, her sene Ramazan Oruçlarim, yılın ilk baharında tutacaklardı ve bu yaptıklarına
karşı bir keffâret olmak üzere de, oruca yirmi gün
daha ilâve ettiler... Müslümanlar da ilk
yıllarında Ramazan oruçlarim, bu şekilde
tutuyorlardı. Nihayet Ebû Kays bin Sarma ile Ömer bin el-Hattâb'ın olayları meydana geldi. Bundan sonra Yüce Allah, işi kolaylaştırıp hafifletti. Yâni oruç gecelerinde müslü-manların,
imsak vaktine kadar yeme-içmelerini ve hanımlarına yaklaşmalarim helâl kıldı."
Bizim Ramazan orucumuzun keyfiyeti ve
bâzı özellikleri bulunmaktadır. Bunlar da bir rivayete göre beş tanedir. El-Esbahânfnin
el-Terğîb adınd ki kitabında bu
hususla ilgili Ebû Hüreyre'den
rivayeti şöyledir: "Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) buyurdu: "Ümmetime
Ramazan'da beş haslet verilmiştir. Bunlar, daha önceki ümmetlere verilmemiştir.
Şöyle ki:
1- Oruç tutanın ağız kokusu, Allah indinde misk
kokusundan daha hoştur!
2- Orucun iftar
vaktine kadar melekler kendileri için istiğfar e-derler.
3- Şeytanların azgınları hapsedilir de diğer günlerde
verdikleri zararı veremez olurlar.
4- Her gün cennetin süslenmesine ve
kendisine layık olanlar için hazırlanmasını yüce Allah emreder...
5- Ramazanın son gününde Ümmet-i
Muhammed'in günahları bağışlanır."
Peygamberimiz bu müjdeyi verdikleri
zaman, ashâb: "Ya Resulal-lah, bu son gün, Kadir Gecesi midir?" diye
sordular. Peygamberimiz de: "Hayır.
Fakat bilirsiniz ki, bir işi yapan, işi bitirdiği gün onun ecrine nail olur"
buyurdular.
Hâkim sahihtir kaydiyle İbn-i Ömer'den şöyle rivayet eder: "Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) buyurdu: "Ben, Kurban Bayramı ile emrolundum ve
Allah bunu, bu ümmete lütfetmiştir." [175]
Müslim'in Amr bin el-Âs'tan rivayeti de
şöyledir: Peygamberimiz (sallallahü aleyhi ve sellem) buyurdu: "Bizim orucumuz
ile ehl-i kitabın orucu arasındaki fark, sahur
yemeğidir!" [176]
Ebû Dâvûd ve İbn-i Mâce, Ebû Hüreyre'den rivayet eder. O şöyle der: Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) buyurdu:
"Müslümanlar,
iftarlarim te'hîr etmedikleri müddetçe, bu dîn
zahir (açık ve sâf) olarak devam eder! Biliniz ki yahûdîler ve nasranîler
oruçlarım te'hîr ederler..." [177]
Kütübü
Sitte'nin (Buharî ile Müslim dışında kalan) dördü, İbn-i Abbâs tarikiyle Peygamber'in (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurduğunu rivayet ederler: "Kabirlerdeki lahd bize,
şakk da bizden başkalarına emredilmiştir!" [178]
Ahmed, Cerîr bin Abdullah
el-Becelî'den şöyle rivayet etmiştir: Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) buyurdu: "Lahd bizını
içindir, şakk da ehl-i kitâb i-çindir."
Müslim de Ebû Katâde'den şöyle
rivayet eder: "Bir gün Peygam-ber'e (sallallahü aleyhi ve sellem) Aşûrâ Orucunu sordular. Peygamberimiz de cevâbında:
"Geçmiş senenin günahlarına keffârettir" buyurdu. Arefe Gününün
o-rucunu da sordular... O da: "Arefe Günü Orucu, hem geçmiş senenin,
hem de gelecek senenin günahlarına keffârettir" buyurdu. Alimler derler
ki: "Bunun böyle olması, Arefe
Gününün (ki Kurban Bayramından bir gün öncesidir), Peygamberimize ait bir gün olmasındandır.
Aşûra Günü
ise, Mûsâ (aleyhisselâm)'ın günüdür... Böyle olunca, Peygamberimizin sünneti, Mûsâ (aleyhisselâm)'ın
sünnetinden afdal olmuştur. (Hattâ
bu Arefe Günü, senenin bütün günlerinden daha faziletli bir gün olmuştur.)
[179]
Hâkim'in Selmân'dan olan rivayeti de buna yakın durumdadır.
Buna göre Selmân şöyle
demiştir: Ben Peygamber'e (sallallahü aleyhi ve sellem) dedim ki: "Ey Allah'ın Resulü, ben Tevrat'ta,
yemeğin bereketinin
yemekten evvel elleri yıkamak olduğuna dâir bir şey okumuştum?"
O da buyurdu ki: "Yemeğin bereketi, yemekten
evvel ve sonra elleri güzelce yıkamaktır."
Yine Hâkim, Âişe'den merfûan şöyle rivayet eder: “Yemekten evvel elleri yıkamak, bir
hasenedir! Yemekten sonra yıkamak ise, [180]
Peygamberimizin Özelliklerinden Biri de, Namazda Konuşmasının Yasak,
Oruçta Serbest Olmasıdır
Peygamberuniz'in bir
özelliği olarak bu ümmette, namazda konuşmak haram, oruç
iken konuşmak ise serbest kılınmıştır. Önceki ümmetlerde ise bunun
tersine idi.
Saîd bin Mansûr Sünen adlı kitabında
Muhammed bin Ka'b el-Kurazî'den şöyle rivayet eder: "Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) Medine'ye hicret ettiği zaman, insanlar namaz kılarken bâzı ihtiyaçları
hakkında konuşabiliyorlardı. Nitekim dana Önceki ümmetlerden yahûdîlerde de
durum böyle idi. Nihayet, "...Tam bir bağlılık
ve saygı ile Allah'ın huzuruna durunuz!" [181] mealindeki âyet indi de
namazda konuşmak haram
oldu."
İbn-i Cerîr de İbn-i Abbâs'ın
yine bu âyetle ilgili olarak şöyle dediğini rivayet eder: "Yani ehl-i dînden olan herkes
Allah'ın huzuruna durur... Fakat sizler, tam bir huzur ve saygı ile Allah'ın
huzuruna durunuz! Onlar gibi namazdayken konuşmayimz!..."
İbn-i Arabî, Tirmizî'nin
Sünen'i üzerine yazdığı şerhde
der ki: "Bizden önceki ümmetler; oruç tutarken yemekten ve
içmekten sakındıkları gibi, konuşmaktan da sakimrlardı.
Bu suretle büyük bir zorluk içinde kalırlardı. Yüce Allah, bu ümmete lütfedip
kolaylık ihsanında bulundu. Oruç ibâdetini günün gündüz vaktine tahsis buyurdu,
oruçlu iken konuşmayı da serbest kıldı." [182]
Peygamberimizin Bir Özelliği de; Ümmetinin En Son ve En Hayırlı
Ümmet Oluşu, Kitablarim Kolaylıkla Ezberlemeye Muvaffak Kılimşı; İsınılerinin
Allah'ın İki İsminden verilerek Müslim ve Mü'ınin Oluşu, Dinlerinin Adının da İslâm
Oluşudur
Evet, Peygamberimiz (sallallahü aleyhi ve sellem), ümmetinin bu muvaffakiyet ve
mahzariyetleriyle de büyük bir özellik
kazanmıştır. O'nun ümmetinden başka
ümmetlerde bu mahzariyetler bulunmamaktadır. Bu mahzari-yetler, daha önceki ümmetlerin sâdece
Peygamberine verilmiştir. Bu hususla ilgili bir âyet-i celîlede şöyle buyurulmaktadır: "Siz, insanlar i-çinden
çıkarılmış en hayırlı bir ümmet oldunuz..." [183]
Yine bu hususla
ilgili bir âyet-i celîlesinde Yüce Allah şöyle
buyurmaktadır: "Andolsun biz Kur'ân'ı hatırlamak ve öğüt almak için kolaylaştırdık!... [184]
Yüce Allah'ın bir âyet-i celîlesi de şu mealdedir: "Allah; bu
Kur'ân'dan önceki kitaplarda da, bu Kur'ân'da da size "müslümanlar"
adim vermiştir." [185]
Bu konuda Ahmed'in, hasendir kaydiyle
TirmizVnin, İbn-i Mâce'nin ve Hâkim'in, Muâviye bin Hayda'dan naklettikleri
rivayet de şöyledir: Ben, Peygamber'in (sallallahü aleyhi ve sellem), Kur'ân-ı Kerîm'deki: "Siz, insanların hayrı
için çıkarılmış en hayırlı ümmet oldunuz" mealindeki âyet-i celîle ile ilgili olarak
şöyle dediğini duydum: "Ey benim ümmetim! Sizler, geçmiş ümmetlerin sayısını yetmişe tamamlayan bir
ümmetsiniz! ve bütün bu ümmetlerin Allah yanında
en hayırlı ve en sevgili olanı da sizsiniz!" [186]
İbn-i Ebî Hâtim'in rivayetine göre,
Ubeyy bin Ka'b şöyle demiştir: "Allah'ın gönderdiği Peygamberi ve o Peygamberi ile ulaştırdığı dîni kabul etmekte, en iyi ve en musbet
davranan; bizını ümmetimiz olmuştur
ve bu ümmet, bu sebeble bütün ümmetlerin en hayırlısı olma şerefine ermiştir."
İbn-i Râhûye'nin Müsned'inde, İbn-i Ebî Şeybe'nin de el-Mûsannefinde Mekhûl'dan naklettikleri bir
haber var. Buna göre Mekhûl şöyle demiştir:
"Ömer (radıyallahü anh)'in bir yahûdîde alacağı
vardı. Birgün bu alacağim istemeye gitti... Adam Ömer'i oyalamak istedi
ve ağır davrandı. Ömer: "Muhammed'i bütün kullarından şerefli kılan Allah'a yemîn ederim ki, alacağımı
almadan buradan ayrılmam!" diye yemin etti. Yahûdî de şu karşılığı verdi:
"Ben de Allah'a yemin ederim ki, Allah Muhammed'i bütün kullarından daha
şerefli kılmamıştır!" Buna sinirlenin Ömer yahûdîye bir tokat attı... Yahûdî de, Hazret-i Peygamberce
giderek durumu anlattı ve Ömer'i şikayet etti. Peygamberimiz de Ömer'e hitaben: "Sen bu adamın gönlünü alıp kendini
ona bağışlatın alısın, yâ Ömer" buyurdu. Yahûdîye hitaben de:
"Bilesin ki, Âdem Safiyyullah'tır, îbrâhîm
Halîlüllah'tır, Mûsâ Neciyyullah'tır, Îsâ da Rûhullah'tır!... Ben ise,
Habıbullah'ım! Ey Yahûdî, unutma ki, Allah; kendi isınılerinden iki isınıle de
benim ümmetimi isınılendirmiş ve onlara "müslümanlar" ve
"mü'ıninler" demiştir. Ey Yahûdî, hatırla ki, siz çok faziletli bir
günü çok aradimz, fakat bulamadimz! O, bizını Cûmâmızdır! Sonra sizin gününüz,
sonra nasaranın günü gelmektedir. Evet siz, ümmet olarak bizden Önce
gelmişsiniz. Fakat biz sonra gelip öne geçen bir ümmetiz! Bil ki, ben
cennete girmeden diğer Peygamberler; benim ümmetim cennete girmeden de diğer ümmetler cennete giremeyeceklerdir!" [187]
Peygamberimizin Bir Özelliği de, Sarığına Püskül Yapması ve
Belden Aşağı İzar Giyinmesidir... ve Bunların Her İkisi de Meleklerin
Sınıasıdır
Peygamber Efendimiz'in Özelliklerinden biri de, sarığına püskül yaparak
sarkıtması ve belden aşağı izâr giyinmesidir. Bu husustaki haber ve
rivayetler, Peygamberimiz'in Tevrat ve İncil'de zikredildiğine dâir haberler meyâmnda
geçmiştir ve orada, O'nun ümmetiyle ilgili haberde: "...ve onlar,
bellerinden aşağı izâr giyinirler..." diye zikredilmişti.
Bu şekilde giyinmenin, meleklerin sîmâsı ve kıyafeti
olduğuna dâir de bir haber bulunmaktadır. Bu haberi Deylemî Amr bin Şuayb tarikiyle onun babasından, o da onun dedesinden
nakleder. O şöyle demiştir: "Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) bir hadîslerinde şöyle
buyurdular: "Sizler, belden a-şağıya izâr giyininiz! Ben meleklerin,
Rab'lerinin huzurunda bu şekilde giyinmiş olarak saf tuttuklarim gördüm... ve
bu izârı, bacaklarimzın diz kapağı ile topuk kısmimn ortasına kadar da
uzatınız. Bundan fazla uzun da yapmayimz..."[188]
İbn-i Asâkir'in rivayeti
de Âişe'den. O şöyle
diyor; "Peygamber (sallallahü aleyhi
ve sellem), Abdurrahman bin
Avf m başına sarığim sarıverdi ve sarığından bir miktarim püskül gibi sarkıttı. Sonra: "Ben melekleri
böyle sarıklı gördüm" buyurdu.
Meşhûr İbn-i Teymiye'nin bu hususta bir
tevcihi var... O şöyle der; "Sarığın ucunu püskül yapıp omzundan arkaya
doğru sarkıtmanın hikmeti; Peygamber (sallallahü aleyhi ve
sellem) (rü'yâsında), yüce Allah'ın
tecellîsine mazhar olduğu zaman; "Bu sırada Rabbim, elini iki omzumun
arasına koydu" diye ifâde buyurduğu hususu kendince bu şekilde
şereflendirmek, ke-remlendirmek istemesidir."
Hafız Irâkî ise, onun bu tevcîhini,
"ben, bu hususta bir nass ve nakil görmedim" diyerek red etmek
istemiştir." [189]
Peygamberimizin Özelliklerinden Bazıları da Şunlardır
Peygamberimiz'in Özelliklerinden bâzıları da şunlardır: O'nun
ümmetinden, daha önceki ümmetlerin üzerindeki ağır yük kaldırılmış, önceki
ümmetlerin pek çok meşakkatli işleri hafifletilmiş, kendilerine dînde herhangi
bir güçlük kılınmamıştır. Hatâ, unutkanlık veya zorlama ile yapılan şeylerin
mes'ûliyeti üzerinden kaldırılmış, sırf içinden düşünmek sebebiyle günaha
girmiş olmak da üzerinden kaldırılmıştır. O'nun ümmetinden her kim, içinden bir
günâhı işlemeyi geçirmiş olsa da işlemese, bu kendisine günah olarak yazılmaz,
üstelik Allah için vazgeçmiş olursa bir sevap yazılır. Fakat bir iyiliği
yapmayı niyet ettiği halde yapmamış olursa, yine kendisine bir sevab yazılır,
eğer yapacak olursa en azından on sevap yazılır.
Yine O'nun ümmetinden tevbe etmiş olmak
için kendisini Öldürmesi veya pislik bulaşan bir yerini yıkamayıp kesmesi gibi
şeyler de kaldırılmıştır. Zekât mükellefiyeti dörtte birden, kırkta bire
indirilmiş, duaları müstecâb kılınmıştır. Haksız yere öldürülen kişinin
velîlerine, kısas ile diyet arasında seçim yapma hakkı tanınmıştır. Evlenmede
dörde kadar izin verilmiş, câriye nikahlamaya da müsâde edilmiştir.
Önceki ümmetlerde, kişi hanımı ay hâlinde
olduğu günlerde hanımim tamamen kendisinden tecrid eder, onunla bir sofrada
yemek bile yemezdi. Bu ümmette ise, cinsî yakınlık dışındaki yakınlık ve
arkadaşlıklara izin verilmiştir... Birlikte aynı odada kalırlar, aynı sofrada
yemek yerler... Yine önceki ümmetlerde kişi yatakta, hanımı ile yüzyüze gelmek
şartıyla cinsî muamele yapabiliyordu ve buna çok önem veriliyordu. Bu ümmette
ise, kişi isterse, hanımı yüzüstü yatar vaziyette iken de cinsî muamele yeri aynı
olmak şartıyla, hanımına yaklaşabilmektedir.
Yine O'nun ve ümmetinin bir özelliği
olarak, avret yerlerinin açılması, suret ve heykeller yapılması ve sarhoşluk
veren şeylerin içilmesi ise haram kılınmıştır. İşte bütün bunlar da, O'nun
özellikleri arasında yer almış bulunmaktadır.
Bu hususla ilgili Kur'ân-ı Kerîm'de
âyetler de bulunmaktadır. Bunlardan bazılarim burada (meâlen) zikredelim:
Yüce Allah, bir âyetinde şöyle buyurmuştur: "Allah, sizin üzerinize dînde
bir zorluk kılmamışlar!"[190]
Bir âyetinde de şöyle buyurulmuştur:
"Allah sizin için kolaylık murâd eder, güçlük murâd etmez!..." [191]
Yine Yüce Allah bir âyetinde şöyle
buyurmaktadır: "Rabbimiz, eğer unutur ya da yanılırsak bizi sorumlu tutma!
Rabbimiz, bize bizden öncekilere yüklediğin gibi ağır yük
yükleme!..."[192]
Yine Yüce Rabbimiz bir âyetinde de şöyle
buyurmaktadır: "...0 Peygamber ki, onların üzerindeki ağırlıkları,
sırtındaki zincirleri kaldırıp atar..." [193]
Yüce Allah, bu ümmetin dualarimn müstecâb
oluşuyla ilgili bir âyetinde ise şöyle buyurmaktadır: "...Kullarım, sana
Benden sorarlarsa, şöyle söyle: Ben onlara yakimm! Bana dua ettikleri zaman,
dua edenin duasını kabul eder, karşılıksız bırakmam..." [194]
Konumuzla ilgili olarak Feryâbt'nin
Tefsîr'inde Muhammed bin Ka'b'tan naklettiği bir haber var... O demiştir ki:
"Yüce Allah, beşeriyete gönderdiği nebi ve rasûllerden her birine:
"İçlerinde olanı ister gizlesinler, ister açığa çıkarsınlar, mutlaka
onları bundan dolayı hesaba çekeceğim!" mealinde bir emrî, muhakkak
göndermiştir. Önceki ümmetler nebî veya resullerine gelirler; "Bizler,
yapmadığımız bir şeyi sırf içimizden geçirmekle mes'ûl mü olacağız?"
diyerek mürâcâtta bulunurlar ve bu yüzden küfür ve dalâletlere düşerlerdi. Bu
mealdeki âyet Peygam-ber'e (sallallahü
aleyhi ve sellem) indiği zaman, bu müslümanlara da güç
gelmişti... Onlar da Peygamber Efendimiz'e mürâcât ederek: "Ey Allah'ın Resulü, bizler
yapmadığımız bir şeyi, sırf içimizden geçirmek sebebiyle sorumlu mu
o-luyoruz?" demişlerdi. Peygamber
Efendimiz de kendilerine: "Sizler, söz
dinleyiniz, itaat ediniz ve Rabbiniz'e yönelip Û'ndan isteyiniz" buyurdu.
Bundan sonra da "Amener Resulü..." [195]âyetleri indi. Böylece Yüce
Allah, sırf içinden konuşmak veya geçirmek suretiyle sorumlu olmayı bu ümmetten
kaldırdı. Ancak düşündükleri şeyi bilfiil yaparlarsa başka... Bunda sorumluluk
olduğu ise kafidir.
Nitekim ilgili âyette gaye açık olarak:
"Herkesin kazandığı iyilik kendi yararına, işlediği kötülük de kendi
zararmdadır" buyurulmuştur. [196]
(Bu konuda Müslim ve Tirmizî'nin İbn-i Abbâs'tan
rivayetleri de, aşağı yukarı bu merkezdedir.)
Buharî ile Müslim'in Ebû Hüreyre
kanalıyla Peygamber'den (sallallahü aleyhi ve
sellem) rivayet ettikleri hadîs-i şerîfise
şöyledir:
"Gerçekten Allah, benim için
ümmetimin içlerinden geçirdiklerini, ağızlarıyla söylemedikçe veya bilfiil onu
yapmadıkça onlardan bağışlamıştır!" [197]
Yine bu konuda, Ahmed, İbn-i Hibbân, Hâkim ve İbn-i Mâce'nin
de İbn-i Abbâs'dan bir rivayetleri bulunmakta ve şu mealdedir:
"Gerçekten Allah; yanılma, unutkanlık veya zorlama neticesi yapılan
işlerden sorumlu olmayı benim ümmetimden kaldırmıştır!"
(Keza İbn-i
Mâce'nin Ebû Zerr kanalıyla yaptığı bir
rivayet de, a-şağı yukarı bu merkezdedir.)
Ahmed,
Ebû Bekir el-Şâfiî, Ebû Nuaym ve İbn-i Asâkir Huzeyfe'den
şöyle rivayet ederler: "Bir gün Peygamber (sallallahü aleyhi ve
sellem) secdeye vardı. Secdede o kadar çok kaldı
ki, bizler gerçekten O'nun secdedeyken ruhunu teslim ettiğini zannettik...
Sonra başım secdeden kaldırdı ve şunları söyleyip müjde etti:
"Rabbim bana tecellî buyurup sordu
ve: "Habîbim, senin ümmetine nasıl bir muamele etmemi istersin?"
dedi. Ben de: "Nasıl dilersen Rabbim! Çünkü onlar senin kullanndandır" dedim. Rabbim
bunu bana, tam üç defa sordu. Ben de her defasında aynı cevâbı verdim... En sonunda
Rabbim bana buyurdu ki: "Bil ki, Ben seni, ümmetinin hakkında asla
utandırmayacağım!" İşte Rabbim bana böyle buyurdu ve ayrıca da, ben cennete girerken benimle
beraber ümmetimden yetmiş bin kişinin cennete gireceğini ve bunlardan her bin kişilik grubun arkasında bir yetmiş bin kişilik
cemâatin bulunacağim ve böylece hiç hesaba çekilmeden cennete gireceğimizi de müjdeledi!... Sonra bana şefaat verildi:
"Habîbîm, sen dua edip iste, duan kabul edilecektir! Şefaatte bulunup
iste, şefaatin kabul olunacaktır" Duyurulduğunu haber verdi.
Sonra bana, gelmişimin ve geçmişimin bağışlanmış bulunduğunu
müjdeledi."
"Ashabım, bilirsiniz ki, benim sadrım
da şerh edilmiştir!
Bana Kevser verilmiştir. Bu Kevser, cennette
bir nehir olup oradaki Havzınıa akar... Bana Rabbim, aynı zamanda bir aylık
mesafedeki düşmanlarımın kalblerine korku salmak, kuvvetli ve
başarılı (muzaffer) olmak gibi özellikler de vermiştir. Cennete ilk girme
hususiyeti de bana verilmiştir. Ganimetler
ümmetime helal kılınmıştır. Önceki ümmetlere
zor gelen pek çok şey, bize helâl kılimp kolaylaştırılmıştır. Üzerimize dînde
bir güçlük kılınmamıştır, İşte ben, bütün bunları hatırladım da, böyle uzun bir
secdeden başka şükrümü ifâde edecek bir şey bulamadım..." [198]
İbn-i Münzir Tefsîr'inde ve Beyhekî Şuabiı'l-imân
adlı kitabında İbn-i Mes'ûd'dan rivayet ederler, O şöyle demiştir: "îsrâîl
Oğullarından biri bir günâh işlediği zaman, işlediği bu günâhı için ne gibi
keffârette bulunacağı, ertesi günün sabahında kapısının eşiğine yazılmış
olurdu. O da ona göre hareket ederdi. Sizin günâhlarimzın keffâreti ise,
istiğfar ederek afimizi yüce Allah'tan istemenizdir. Böylece günahlarimz bağışlanmış
olur. Ben Allah'a yemîn ederek söylüyorum ki, Allah bize Kur'ân'ında bir âyet
indirmiştir, İşte bu âyet bana, yeryüzünden ve bütün y'eryüzündekilerden daha
sevimlidir! Bu âyet, Al-i Imrân Süresindeki şu âyet-i cehledir:
"Ve onlar bir
kötülük yaptıkları, ya da nefislerine
zulmettikleri zaman, Allah'ı hatırlayarak hemen günahlarına tevbe ederek bağışlanmalarim
isterler. Zaten Allah'tan başka günahları da kim bağışlayabilir? ve onlar, bile bile, yaptıklarında ısrar da
etmezler!" [199]
İbn-i Cerir'in Ebû'l-Aliye den rivayetine
göre, adamın biri Peygam-ber'e (sallallahü
aleyhi ve sellem) gelip: "Ey Allah'ın Resulü, bizını
keffaretlerimiz de israil o-ğullarimn keffaretleri gibi olsa nasıl olur?"
dedi. Efendimiz de cevaben: "Allah'ın size verdiği, şüphesiz daha
hayırlıdır. İsrâ'il oğulları bir hata işledikleri zaman bunu, ertesi günün
sabahında kapısının üzerinde yazılı olarak bulurdu. Keffaretini de... Eğer, günahimn
bildirilen bu keffa-retini yeri e getirirse, dünyada başkalarına rezil olurdu. Eğer yerine getirmezse, âhirette
kendisi için bir rezillik olmak üzere te'hir edilmiş olurdu. Elbette Yüce Allah'ın size verdiği,
bundan daha hayırlı bir şeydir!" Sevgili Peygamberimiz bunu
söyledikten sonra şu âyet-i celileyi o-kudular:
"Kim bir
kötülük yapar, yahut nefsine zulmeder de sonra Allah'tan mağfiret dilerse, şüphesiz Allah'ı bağışlayıcı ve esirgeyici
bulur." [200]
Sevgili Peygamberimiz bu
âyeti okuduktan sonra da şöyle buyurdular: "Beş vakit namazlardan her
biri diğer namazla kendi arasında işlenilen günahlara keffâret olduğu gibi, bir
Cum'a namazı da diğer Cum'â namazı ile kendisi arasında işlenilen günahlara
keffârettir."
İbn-i Ebî Hâtim'in Ali tbn' bû
Tâlib'den rivayeti de şöyledir: Ali (r,a.)} İsrâ'il Oğullarından buzağıya
tapanlar hakkında demiştir ki: "Onlar Mûsa'ya gelip: "Bizını
tevbemiz nedir?" dediler. Mûsâ da: "Birbirinizi öldürmenizdir"
buyurdu. Bunun üzerine birbirlerini öldürmeye başladılar.
Öyle ki, kişi kime raslarsa öldürüyordu. Kardeşini, babasını, anasını
öldürenler oluyordu. Böylece birbirlerini kırmışlardı."
İbn-i Mâce Abdurahman
bin Hasene'den rivayet eder. Onun nakline göre Peygamber (sallallahü aleyhi
ve sellem) şöyle
buyurmuştur: "İsrâ'il oğulları idrar bulaşan yeri, makasla kesmeğe mecbur idiler. İçlerinden biri bunu onlara yasaklamıştı. O da bu yasaklamanın cezası olarak kabirde azaba
mâruz kalmıştır."
Yine bu
hususta Hâkim, sahihtir
kaydiyle Ebû Mûsa'dan rivayet eder: "Peygamber (sallallahü aleyhi
ve sellem), bir
hadislerinde buyurdular ki: "Gerçekten İsrâ'il oğulları, üzerlerine bir bevil (insan idrarı) bulaştığı zaman, o bulaşan yeri makasla kesmekle mükellef
idiler."
İbn-i Ebî Şeybe el-Mûsannefinde Âişe'den şöyle nakleder: Birgün ben, yahudi kadı. arından birinin
yanına gitmiştim. O kadın bana, kabir azabimn sebebinin, bevil
bulaşması (pislik) olduğunu söyledi. Ben de kendisine: "Öyle
şey mi olur?" diyerek itiraz etmiştim.
Kadın tekrar bana: "Evet, benim dediğim gibidir! İstersen Peygamber'e sor!" dedi. Ben de bunu Hazret-i
Peygamber'e sordum. O da
bana: "Evet, yâ Âişe, öyledir" buyurdu.
Ahmed, Müslim, Tirmizi, Nesai
ve İbn-i Mâce'nin Enes'ten
rivayetleri de şöyledir: Yahudiler, kadınları ay halini gördükleri zaman, onları esaslı bir şekilde tecrit ederlerdi. Hanımları ile aynı odada
kalmazlar, onlarla aynı sofrada yemek bile yemezlerdi. Ashab-ı kiram bunu
Pey-gamber'den (sallallahü aleyhi ve sellem) sordular. Bunun üzerine aşağıdaki âyet nazil oldu:
"Habibim sana, kadınların âdet görme meselesini
soruyorlar. de ki: "O, eziyettir." Adet
halindeki kadınlardan çekilin! Temizleninceye kadar onlara yaklaşmayın.
Temizlendikleri zaman, Allah'ın emrettiği yerden onlara varın. Allah, tevbe
edenleri sever, temizlenenleri sever." [201]
İşte bu âyet nazil olduktan sonra, Peygamberimiz:
"Allah, bu ayet-leriyle, âdet gören kadınla cinsi münasebette bulunmayı
yasaklıyor! Bundan maada şeyleri yapabilirsiniz! (Onlarla aynı odada
kalıp, onlarla birlikte aynı sofrada yemek yiyebilirsiniz!)" buyurdu.
Yahudiler de bunu duydukları zaman
rahatsız olmuşlar ve: "Bu
adam, acaba ne istiyor. Neredeyse bize ait olan işlerin tamamında bize aykırı gidecek!" diye söylenmeye
koyuldular. Çünkü yahudiler, âdet halini gören
kadınları büsbütün kendilerinden uzaklaştırırlardı. Yüce Allah ise, inzal buyurduğu âyetiyle iki
haîin ortasını emretti.
İbn-i Ebî Şeybe el-Mûsannefinde
Kurratul-Hemedâni'den nakleder: O şöyleidemiştir:'Yahudiler, cinsi münasebet esnasında ailelerini ibrâk
etmekten (yani yüzaşağı yatırmaktan) sakimrlar ve bunu çok
çirkin bir şey sayarlardı, İşte onların bu zihniyetini
kaldırmak üzere, Kur'an'ın: "Aileleriniz, sizin harsınızdır
tarlanızdır" [202] mealindeki âyeti inmiştir. Bu âyetiyle yüce Allah, müslümanlara, cinsi münasebet
esnasında ailelerine diledikleri taraftan yaklaşmalarına izin vermiştir. Tabii
Allah'ın emrettiği hars yerine, (aynı cinsi organa) varmak şartıyla..."
Ebû Nuaym de el-Mârife adlı eserinde Enes'ten şöyle
rivayet eder: Peygamber (sallallahü aleyhi
ve sellem), Osman bin Maz'ûn'a hitaben buyurdu ki:
"Bizını dinimizde üzerimize ruhbaniyet yazılmamıştır! Benim ümmetim (yani bütün müslümanlann)
ruhbaniyeti, beş vakit namazların vakitlerini beklemek üzere mescidlere erken
gidip beklemek, hacc ve umre ibadetlerini yapmaktır!"
Ahmed ve Ebû Ya'lânın yine Enes'ten olan rivayetleri ise aynen şöyledir:
"Her
Peygamber için bir ruhbaniyet vardır. Benim
ümmetimin ruhbaniyeti ise, Allah yolunda cihâd etmektir!"[203]
Ebâ Davud Ebû
Ümâme'den nakleder. O şöyle der: Adamın biri Peygamber'e (sallallahü aleyhi
ve sellem) gelip: "Ey Allah'ın Resulü, Allah
rızası için en se-vablı bir ibadet olmak üzere seyahate çıkmak istiyorum. Bana
izin veriniz!" dedi. Peygamber Efendimiz de bu adama verdiği cevabta: "Benim ümmetimin seyahati, Allah
yolunda cihâddır" buyurdu.
İbn-i Mübarek de Umâre bin
Gazye'den şöyle nakleder: Peygamber Efendimizin yanında seyahatten bahsedilmişti. Bu
sebebîe Peygamber
Efendimiz: "Allah
bunu, bu ümmette, "Allah yolunda cihad" olarak emretmiştir! ve cihada
gidenlerin, her tepeden aşarken getirecekleri tekbir olarak münasib
görmüştür!" buyurdu.
(İbn-i Cerir'in Âişe'den naklettiği bir rivayette ise: "Bu ümmetin seyahati, Allah
rızâsı için nafile oruç tutmaktır" Duyurulmuştur.) [204]
Buhârî'nin rivayetine
göre İbn-i Abbâs demiştir ki:
"İsrâ'il oğullarında, haksız yere öldürülen bir kişinin davacıları için ancak kısas taleb etmek vardı.
Diyet (kan bedeli) taleb etmek hakkı tanınmamıştı. Yüce Allah bu ümmet
için ise şöyle buyurmaktadır:
"Ey mü'ıninler! Öldürmede kısas size
farz kılındı. Hür olana karşılık hür, köleye köle, kadına kadın. Fakat
kim (herhangi bir katil), kardeşi tarafından
affedilirse, o zaman affedene diyeti ödemesi gerekir. Bu, Rabbiniz
tarafından bir hafifletme ve bir rahmettir.
Kim, bundan sonra da saldırıya kalkarsa, onun için acı bir azab
vardır."[205]
İşte, bu ayette görüldüğü gibi, bu
ümmette (İslâm şeriatinde), hem kısas, hem de diyet vardır. Ayette
geçen aftan maksat, kısas taleb etmekten vazgeçip, diyet talebinde
bulunmaktır. Elbette bu, ilgili ayette açıklandığı veçhile, Allah'tan bir
hafifletme ve bir rahmettir. îslâm şeriâtindeki kolaylık ve genişliğe bir
örnektir. [206]
(İbn-i Cerir'in de bu hususta İbn-i Abbâs'tan bir rivayeti
bulunmaktadır. Fakat o da aşağı yukarı bu merkezdedir.)
Yine İbn-i Cer ir, Katade'den şöyle
rivayet etmektedir: Tevrat ehline yazılıp farz kılınan, sâdece kısas idi.
Onların şeriatinde diyet yoktu. încil ehlinde ise, sâdece
affetmek olup, kısas yoktu. İşte onlar bu şekilde em-rolunmuşlardı. Yüce Allah,
bu ümmet için ise; hem kısası, hem diyeti, hem de tamamen affetmeyi meşru
kılmıştır ki bizını şeriatimizin daha büyük ve daha geniş olduğu, burada da
açığa çıkmaktadır. Evet, öldürülenin velileri, isterlerse, aralarında halâ din
kardeşliği sona ermemiş bulunan katili, tamamen affedip diyet almaktan da
vazgeçebilirler. Böyle bir prensib, daha önceki ümmetlerin ve
şeriatlerin hangisinde görülmüştür? Hiç birinde görülmemiştir.
İbn-i Ebî Şeybe el-Mûsannefinde
şöyle der: "Bize veki' rivayet etti. Ona Süfyân söylemiş, ona Leys
nakletmiş... Ona da Mücâhid haber vermiş ve şöyle demiştir: "Yüce Allah'ın bu ümmete (müslümanlara)
olan kolaylıklarından biri de, ehl-i kitaptan olan bir nasrâniyenin veya bir
cariyenin nikâhim helâl kılmış olmasıdır."
(Burada Beyhekî, Vehb bin
Münebbih'ten bir rivayette bulunuyorsa da, Ümmet-i
Muhammed'in bâzı vasıflarıyla ilgili bölümde bunlar geçmiş olduğundan, burada tekrarına lüzum görülmedi. Nitekim bir kısmı da, içinden geçenlerin
günah olup olmadığıyla ilgili hadîsler mey ânına geçmiştir.)[207]
Peygamberimizin Özelliklerinden Bazıları da Şunlardır
O'nun ümmeti açıktan helak olmaz, gark
olmaz; önceki ümmetlerin uğradığı azâblara uğratılmaz. Kendilerinden başka
köklerini kazıyacak bir düşmanın tasallutu altında bırakılmaz. Sapıklık üzerine
toplanıp ittifak etmez... İşte bundan dolayıdır ki, Ümmet-i Muhammed'in
ittifakı kesin bir hüccet ve delîl olmuştur! ittifak edemeyip ihtilâflara
düşmeleri de yine onlar için bir kolaylık ve ruhsat olmuştur. Halbuki önceki
ümmetlerin ihtilâfı, onların azâb ve helak sebebi idi.
Müslim Sevbân'dan
şöyle rivayet etmektedir: Resûlüllah (sallallahü
aleyhi ve sellem) buyurdu: "Yeryüzü benim için
dürüldü de ben onun doğusunu ve batısını gördüm. Ümmetimin mülkü de, bana
dürülen yerlere kadar uzanacaktır!... Yeryüzünün hazînelerine (altimna ve
gümüşüne) vâris olacaktır. Aynı zamanda ben Rabbime dua edip ümmetimi umûmî bir
kıtlıkla helak etmemesini istedim! Rabbim de benim bu istek ve duamı kabul
buyurdu. Kendilerinden başka kendilerim ezecek düşmanları olmamasını da
istedim, bu duam da Rabbim tarafından kabul edildi."
İbn-i Ebî Şeybe'nin Sa'd'dan olan rivayeti de şöyledir: "Ben
Rab-bim'e dua edip ümmetimi umûmî bir kıtlıkla helak etmemesini ve onları gark
etmemesini istedim. Rabbim de benim bu isteğimi kabul etti... Yine Rabbim'e dua
edip ümmetimin birbirlerine zulmetmemesini, birbirlerinden azâb görmemelerini
istedimse de, Rabbim bu duamı kabul etme-di.[208].
Dârimî, İbn-i Asâkir,
Amr bin Kays'tan şöyle rivayet eder: Peygamber (sallallahü aleyhi ve
sellem) buyurdu: "...Yüce Allah bana,
ümmetimi şu üç şeyden koruyacağim va'd buyurdu: Onlara umûmî bir kıtlık
vermeyeğine, düşmanlarimn kendilerini yok etmesine fırsat vermeyeceğine,
delâlet üzerine birleşmelerine imkân vermeyeceğine..." [209]
Hâkim'in İbn-i Ömer'den
rivayet ettiği hadîs de aynen şöyledir: "Allah, bu ümmeti ebediyen
sapıklık üzerinde toplamayacaktır!"
Yine Hâkim'in İbn-i Abbâs'tan
bu mealde de bir rivayeti bulunmaktadır. Bir de Şeyh Nasr el-Makdist'nin Kitâbü'l-Hucce adlı eserinde birisinden
naklettiği bir rivayet bulunmaktadır. O da şu mealdedir: Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) buyurdu:
"Ümmetimin ihtilâfı rahmettir." [210]
Hafib de Ruvâtü Mâlık'te İsmail bin
Ebû'l-Mücâlid'den şöyle nakletmektedir: "Birgün Hârûn el-Râşid, İmâm-ı
Mâlik'e hitaben dedi ki: "Yâ imam, senin bu kitaplarim yazdırıp bütün
İslâm beldelerine dağıttırmak istiyorum! Herkesin senin yazdığın kitaplarla
amel etmesini istiyece-ğim!" İmâm'ın ona cevâbı ise şöyle olmuştur:
"Yâ emîra'l-mü'ıninîn, sakın böyle yapmayimz! Zira şu ümmetin
âlimlerinin (teferruata âit meselelerde) ihtilâf etmeleri, haddi zâtmda
bu ümmet için Allah'ın bir rahmetidir. Herkes kendince sahih ve sabît olana
uymaktadır. Hepsi hidâyet üzeredirler. Hepsi de Allah'ın rızâsını
aramaktadırlar."[211]
Buhârî, Tirmizî ve
Nesâi Ömer bin
el-Hattâb'dan şöyle rivayet e-derler: Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) buyurdu:
"Müslümanlardan herhangi bir kimse için dört müslümün hayırla şahitlikte
bulunursa, o müslümanı Allah cennete kor!" Bunun üzerine denilmiştir ki:
"Ey Allah'ın Resulü, eğer bir kimsenin hayır ve iyiliği için üç kişi
şahitlikte bulunursa, o kimse de cennetlik midir?" Peygamberimiz: "Evet"
buyurdu. Yine sordular: "Peki iki kişi şahitlikte bulunursa, yine böyle
midir?" Peygamberimiz yine "evet" buyurdular. Bunun üzerine biz, "bir kişi
şahitlikte bulunsa dahi böyle midir?" diye
sormadık." [212].
27-4 Taun Hastalığimn Öncekilere Bir Azab Oluşuna
Karşılık Bu Ümmet İçin Bir Rahmet ve Şehitlik vesilesi Oluşu da Peygamberimizin Bir Özelliğidir
Buhârî ve Müslim Üsâme bin Zeyd kanalıyla rivayet edilen şu hadîsi nakletmiştir: "Tâûn hastalığı, îsrâîl Oğullarına gönderilmiş bir
azaptır! Bu sizden öncekilerin hepsine de bir azâb olarak gönderilmiştir."
Buhârî'nin Âişe'den rivayet ettiği
hadîs ise şu mealdedir: "Ben, Peygambere (sallallahü aleyhi ve sellem) tâûn hastalığı
hakkında sordum. O da bana dedi ki: "Allah'ın dilediği kullarına gönderdiği bir azaptır! Fakat Yüce Allah bunu, bu ümmet için
bir râhmat kılmıştır. Kendi beldesinde taun hastalığı çıkan bir kimse,
eğer sabreder ve
sevabim da Allah'tan umduğu halde beldesinde kalır, sonra bu
hastalığa yakalanarak ölürse;
muhakkak kendisine, bir şehide verilen sevâb kadar sevab verilir!" [213]
Bu Ümmetten Bir Taifenin Daima Hak Üzere Bulunması,
Ümmet İçinde Birtakım Kutublar, Evtad, Nüceba ve Abdal Denilen Zatların
Bulunması, Îsâ (aleyhisselâm) ve Namaz Kıldıracak Zatın Bu Ümmetten
Çıkacak Olması
Bu Ümmette Melekler Gibi Tesbih ile Yemek ve İçmeğe
İhtiyaç Duymayan Zatların Bulunması, Deccalle Savaşacakların da Bu Ümmetten
Bazı Kimseler Olması
Buhârî ve Müslim (ittifak hâlinde) Muğîre bin Şûbe'den şu hadisi rivayet ederler: "Ümmetimden bir taife, tâ kıyamete kadar hep hak üzere
bulunacaktır!"
Ebû Nuaym'in İbn-i Ömer tarikiyle naklettiği hadîs ise, şu mealdedir: "Her asırda, ümmetimin içinde öne
geçen ve mertebeleri çok yüksek olan bâzı zâtlar bulunur."
Ebû Ya'lâ'nın Câbir'den rivayetine göre, Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: "Benim
ümmetim, tâ Îsâ ininceye kadar hak üzere bulunur. Îsâ indiği zaman, ümmetimin tamâmı ona der ki:
"Buyurun, öne geçip namazı kıldırın!" Îsâ ise öne geçmek istemez ve: "Sen buna daha layıksın.
Sizin bazılarimz bazılarimza âmir
bulunmaktadır" der. İşte bu, Allah'imm ümmete büyük keramet olarak verdiği bir özelliktir!"
Bu hadîsi, Müstim de
rivayet etmiştir. Yalnız onun ifâdesi biraz farklı
olup şöyledir: "Mü'ıninlerin emîri o zaman Îsâ'ya: "Haydi buyur, öne geçip namazı kıldır!" der. Îsâ da: "Hayır, sizin bâzimz bâzınıza emîr ve imamdır. Bu da size Allah'ın büyük bir
ikramıdır!" diyerek karşılık verir."
Buhârî Ebû Hüreyre'den rivayetle
Peygamber'in (sallallahü
aleyhi ve sellem) şöyle dediğini bildirir: "Ey ümmetim siz nasıl olacaksınız o zaman ki, Îsâ inmiş olacak ve
imamimz da sizden bulunacaktır!'
Ahmed de sahih bir senedle Âişe'den şu rivayeti nakletmektedir:
"Bir gün Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem), deccâl ile mücâdele zamanında müslüman-ların
uğrayacakları büyük bir sıkıntıdan bahsetti. Ashâb: "O zaman, en hayırlı
mal hangisi olacak?" diye sordu. Peygamberimiz de: "Ailesine su
getirebilecek bir cğlan çocuğu, her şeyden kıymetli olacaktır! Yiyecek bir şey
ise, zâten bulunamayacaktır" buyurdu. Ashab tekrar sordu: "Peki o
zamanki müslümanlar ne yiyecekler?" Peygamberimiz de şu karşılığı verdi: "Onların yiyeceği, tesbîh, tekbir ve
tehlîl olacaktır!" [215]
Ahmed, bu hadîsin benzerini de, Esma
binti Yezid'den rivayet etmiştir. (Yine bu
mealdeki bâzı hadîsleri, Taberânî ile Hâkim dahî rivayet etmişlerdir.)[216]
Peygamberimizin Bir Hususiyeti de, Ümmetinin Kur’an’da "Ey
İman Edenler" diye Çağrılmasıdır. Halbuki Diğer Ümmetler "Ey
Miskinler" Diye Çağrılırdı
Yine O'nun bir
hususiyeti olarak ümmetinin okuduğu
ezanları ve getirdiği
telbiyeleri gökte melekler dinler. O'nun ümmeti her hâl ü kârda Allah'a
hamdeder. Her tepeyi aşışta "Allahü Ekber" her inişte de "Süb-hanellah" diyerek Allah'ı tekbir
ve teşbihte bulunurlar.
Bir iş yapacakları zaman "inşâallah"
diyerek Allah'ın izin ve iradesine olan bağlılıklarim ifade ederler. Gadablandıkları zaman "lâ ilahe
illallah" derler, birbiriyle çekiştiklerinde de
"fesübhanâllah!" derler. Mushafları göğüsle- rinede (ezberlerinde)
dir. Öne geçenleri, gerçekten de öne geçmiştir!
Orta halli olanları kurtulmuş, kendisine yazık edenleri de bağışlanmış bir
ümmettir. Bir istisnası olmaksızın, hepsine merhamet edilmiştir.
Onlar, aynı zamanda cennet ehlinin elbisesi olan beyaz renkli elbiseleri tercih
ederler. Namaz vakti gelmiş midir, diye güneş'e dikkat ederler.
Peygamberleri
sayesinde bu ümmet, gerçekten bir
"ümmet-i vasat" ve bir "ümmet-i adTdir! Yâni tam merkezde
bulunan bir orta ümmettir! Adaleti temsil eden bir ümmettir! Allah'ın tezkiyesi
ile, bunun böyle olduğu sabittir. Bu ümmet, düşmanları ile bir savaşa girdikleri zaman, onların bu savaşına melekler de gelip
hazır olurlar. (Onlara yardım e-derler.) Kendilerine, Peygamberlere farz kılman şeyler
farz kılınmıştır. Yâni: Abdest, gusül, hacc ve cihad. Aynı zamanda
kendilerine, peygamberlerin nafile ibadetleri de verilmiştir. Bu nafilelere de ehil ve layık kılınmışlardır. (Bunların
pek çoğu, Peygamberimiz'in adının Tevrat ve İncil'de geçtiğine dair olan Önceki bölümlerde, bâzı eserlerin zikredil-mesiyle geçmiş bulunmaktadır.
O bölümlerde; Peygamberimiz'in ve ümmetinin bu
özelliklerinden pek çoğu anlatılmış idi.)
Bu bölümde zikri geçen
özelliklerden bazılarıyla ilgili
rivayetlerden birinde ki, bunu İbn-i
Ebî Hatim, Hayseme'den nakletmiştir, şöyle
denilmiştir: "Siz Kur'an'da, kendinize: "Ey mü'ıninler!" diye hitab edilmekte olduğunu görüyorsunuz! Halbuki Önceki ümmetlere olan
hitâblarda: "Ey miskinler!" deniliyordu."
Yine İbn-i Ebî Hatim, İbn-i Abbâs'tan şöyle nakleder: "Yüce Allah, Kitabında: "Sonra
Kitabı kullarımız arasından seçtiklerimize miras verdik" buyuruyor. [217]
Bu âyetle bu ümmetin Özelliğini bildiriyor. Allah bu ümmeti, indirdiği her kitaba vâris kılmış,
kendilerine yazık e-denleri bağışlamış, orta halli gidenlerin
hesablarim kolay kılmış, öne geçenlere hesaba
çekilmeksizin cennetini lütfetmiştir." [218]
Saîd bin Mansûr Ömer İbn-i'l-Hattab'tan naklederek şöyle der: "Ömer, herhangi bir hususta nizâa düşüp de delil getirmek durumunda kaldığı zaman, yukarıda
geçen Fatır Sûresinin 32. ayetini okur ve delil getirirdi. Sonra derdi ki:
"İşte bu âyet gereği, bu ümmetin öne geçenleri doğrudan cennete girecekler, orta halli olanları da
yakayı kurtaracaklar, iyi amelle kötü ameli birbirine karıştırıp
nefislerine yazık edenler de bağışlanacaklardır! Bizim
ümmetimizin duydum
(Bunu bu
şekilde Ömer'den, "ben bunu Peygamber Efendimizden um" diyerek
merfuân, İbn-i Lâl da rivayet etmiştir.)[219]
Peygamberimizin: "Önceki Ümmetlere Nazaran Sizin Nöbet
Devreniz, İkindi Vaktiyle Akşam Arası Gibidir" Hadisiyle İlgili Bir Bölüm
Şeyh Izzüddin bin
Abdüsselâm der ki: Peygamber'in (sallallahü aleyhi ve sellem) özelliklerinden biri de, O'nun
ümmetinin amelinin (ve ömrünün) az olmasına karşılık,
sevâb ve mükâfatın çok olmasıdır."
Buharî ve Müslim İbn-i Ömer'den şöyle rivayet ederler: Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) buyurdu: "Önceki ümmetlere
nazaran sizin nöbet devreniz (ve zamanimz),
tıpkı ikindi vaktiyle akşam arası gibidir. Tevrat
ehli, günün ilk saatlerinde (sabahleyin) devreye girdi, öğle vaktine kadar amel
etti... Öğle olunca, yorulup işi
bıraktılar. Birer kıratlık ücretini alıp devre dışı
kaldılar. Sonra încil ehli nöbete girdi. Onlar da ikindi
vaktine kadar çalışıp yoruldular ve işi
bıraktılar. Birer kıratlık ücretlerini alıp devreden çıktılar. İkindi vakti olunca biz nöbete
girdik... Güneş batıncaya kadar amel edip çalıştık... Çalışma süremiz böylesine kısa olduğu halde, bize ikişer kîrât ücret
verilmiştir. Hiç bir işinde haksızlık bulunmayan, her hükmü
hikmetli ve güzel olan Rabbimiz, böyle hükmedince; diğer kitâb ehli olanlar buna
diyeceklerdir ki: "Ey Rabbimiz, Ümmet-i Muham-med'e hep ikişer kıratlık ücret ve sevâb verdin, bizlere ise, çalışma
zamanımızın çok olmasına rağmen, birer kîrât verdin. Bunun sebebi ve hikmeti
nedir?" Rabbimiz de onlara diyecektir ki: "Ben, sizlerin de Rabbi
olarak, sizlere verdiğim ücrette bir haksızlık ve eksiklik
yapmış mıyım?" Onlar: "Hayır, bize herhangi bir
haksızlık yapmadın" diyecekler. Rabbimiz de: "Bu benim bir lütuf ve
fadlımdırl Dilediğim kullarımı, lütuf ve fadlımla mazhar kılarım!"
buyurur.[220]
Bu Ümmetin Sevabimn Diğer Ümmetlerin Sevabından Çok
Oluşu
İmâm Fahrüddîn el-Râzî demiştir ki: "Peygamberlerden hangisinin mucizesi daha zahir ise, onun
ümmetinin sevabı daha azdır." [221]
Allâme İbn-i Seken de bu konuda şöyle demiştir:'Yâni, O
peygamberin ümmetinin; Peygamberini
tasdik bakımından alacağı sevâb daha az olur. Zira inşam tasdîke götüren
delil ve mucizenin daha aşikâr olduğu
bir sırada tahakkuk eden tasdîk-i kalbî, daha kolay olmuştur. Bu tasdikte, daha az zahmet
çekilmiş, daha az fikir sarfedilmiş demektir. Fakat bu söylenen, Önceki ümmetlerin birbirine olan münâsebeti ve kıyâsı itibariyledir.
Yoksa bu ümmete, hem mucizeler daha zahir bulunmuş,
hem de sevâb ve mükâfatlar daha çok kazanılmıştır.
Bu ümmet, Önceki ümmetlere kıyâs edilemez..."[222]
Peygamberimizin Bir Özelliği de, Ümmetine Evvelkilerin ve
Sonrakilerin İlimlerinin verilmiş, İlim Hazinelerinin Kendilerine Açılmasıdır.
Evet, Peygamberimiz'in bir özelliği de, O'nun ümmetine evvelkilerin ve sonrakilerin
ilimlerinin verilmiş ve ilim hazînelerinin kendilerine
açılmış olmasıdır. Keza bu ümmete İsnâd ilmi, Ensâb İlmi, îrâb ilmi gibi ilimler de
verilmiş ve hiç bir ümmette görülmemiş bir şekilde çeşitli konularda ve çok sayıda kitaplar vücûde
getirilmiştir. Bu ümmetin
âlimleri, "îsrâîl Oğullarimn Peygamberleri Gibi" olmuştur. [223]
Peygamber Efendimiz'in Tevrat ve İncil'de adının geçtiğine dâir olan bölümde:
"...Öyle bir Peygamber ki, O'nun ümmetine, evvelkilerin ve sonrakilerin
ilimleri verilmiştir" anlamındaki hadîs zikredilmiştir.
Burada da Ebâ Zür'a'nın Târih'inde Şefi bin Mâti' el-Esbahî'den
naklettiği haberi kaydedelim. Şefi demiştir ki: "Bu
ümmette her şey keşfedilecektir. Hatta yerin dibindeki
hazîneler bile bu ümmete açılacaktır."
İbn-i Hazm da, bu ümmetin özellikleri beyanında şöyle
demektedir: "Aklı, adaleti ve mürüveti yerinde olan sika râvîlerin, yine
bu vasıfta olan diğer
râvîlerden naklederek Peygamber'in hadislerini koruyup
sonraki nesillere aktarması ve bu suretle sünnete hizmet etmeleri; Yüce
Allah'ın sırf bu ümmete nasîb buyurduğu büyük bir özelliktir. Geçmiş ümmetlerden hiç
birinin, böyle hafızları yoktu..." [224]
İmâm-ı Nevevî de el-Takrîb adlı
kitabında şöyle demektedir:
"îsnâd, yâni Peygamberimiz'in hadîslerini naklederken
senede itibâr ve îtinâ göstermek, bu ümmete mahsûs bir keyfiyettir! Önceki
ümmetlerde böyle bir şey yoktu."
Ebâ Ali el-Cübbâi de
bu konuda şöyle der: Yüce Allah, bu ümmete üç büyük hususiyet (özellik)
vermiştir. Bunlardan biri, Isnâd, biri Ensâb, bir diğeri de Irâb ilmidir."
Mâliki İbn-i Arabi de Tirmizl'nin Sünen'i üzerine yazdığı şerhde şöyle demektedir:
"Bizden önceki ümmetlerin hiç birinde, bu ümmetin âlimlerinde görülen kitâb tasnif etme, yazılan kitapların ve çeşitli
ilmî konuların esaslı bir şekilde araştırılıp
tahkik ve tedkik edilmesinde a-labildiğine derinleşme ve bu hususlar, asla ve asla mevcûd değildi. Bu, sâdece bu ümmetin âlimlerine verilmiş çok
büyük bir özelliktir."[225]
Peygamberimizin Bu Ümmetin İmanı Hakkındaki Hadisleriyle İlgili
Bir Bölüm
Abdullah bin Ahmed, Zevâidü'z-Zühd adlı kitabında Mâlik bin
Dinar'ın şöyle dediğini nakleder: "Bize ulaşan bir habere göre, bu ümmete
verilmiş bulunan îmân, üç defadan fazla yük taşımaz...
Yâni onun üzerine üç defadan fazla yük yükletilmez... Sonunda mutlaka bir çıkış yolu ve kurtuluş verilir."
[226]
Peygamberimizin Bir Özelliği de, İlk Kendine Gelip Dirilen ve
Kabrinden İlk Kalkacak Kişi Olmasıdır
Evet,
Peygamber'in (sallallahü
aleyhi ve sellem) özelliklerinden
biri de, ilk kendine gelip dirilecek ve ilk olarak kabrinden kalkacak kişi olmasıdır. Mahşere giderken yetmiş melek refakatinde gitmesi, O'nun adına Mevkıf ta ezan okunması, Mevkıf ta cennet
hüllelerinden iki büyük hülle giydirilmesi ve makamimn Arş'in sağ tarafında olması da O'nun bâzı özellikleridir.
Bu hususlarla ilgili hadisler vardır. Bunlardan bâzılarim da burada zikredelim:
Müslim, Ebâ Hüreyre'den şöyle rivayet
eder:Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) bir hadîslerinde buyurdu: "Kıyamet günü Âdem oğullarimn efendisi, kabri ilk yarılacak olan, ilk şefaat edici, şüphesiz
benim!"
Buhârî ve Müslim (ittifakla) Ebû
Hüreyre'den, Peygamber'in (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurduğunu nakleder: "Bütün insanlar, sûr üfürüldükten
sonra ölmüş ve kendinden geçmiş olurlar, tik kendine gelip dirilecek olan,
şüphesiz ben olacağını!" [227]
Tirmizî hasendir kaydiyle Ebû
Hüreyre'den şöyle rivayet eder: Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) buyurdu: "Kıyamet günü bana cennet
hüllelerinden bir hülle verilir, bunu giyerim ve sonra Arş'ın
sağındaki yerimi alırım! Bu makama benden başka
hiçbir kimseye durmak yoktur! Bu, ancak bana hâs olan bir makamdır!"
Ebû Nuaym'in İbn-i Mes'ûd'dan rivayeti de şöyledir: Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) buyurdu: "ilk elbisesi
giydirilecek olan, îbrâhîm (aleyhisselâm)'dır.
Sonra o, Arş'a doğru dönerek yerini alır. Sonra
benim elbisem getirilir, Ben de onu giyer ve onun sağındaki yerimi alırım. Buraya benden başkası
duramaz! Çünkü burası, bana mahsûs, bir makamdır. Beni bu
makamda gören bütün insanlar, bana gıpta ederler." [228]
Yine Ebû Nuaym'in Ümmü Kürz'den bir rivayeti
var. O da şöyle demiştir: Ben, Peygamberin (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle dediğini işittim: "Ehl-i
îmânın kabirlerinden dirildikleri günde, onların efendisi benim! Sırattan ilk
geçecek olanları da benim. Onlar ümîdsizliğe düştükleri zaman, müjde-leyicileri benim. Secdeye
vardıklarında önlerinde
yine ben olacağım... Rab Teâlâ hazretlerine en yakın
olanları da şüphesiz benim! Bu
itibârla o gün konuşan, şefaat eden, şefaati kabul edilen, Rabbim'den
dilekte bulunan ve dileği yerine getirilen de ben olacağını!"
Dârimî, Tirmizî, Ebû Ya'lâ, Beyhekî ve Ebû Nuaym, Enes'ten rivayetle
Peygamber'in (sallallahü
aleyhi ve sellem) şöyle buyurduğunu naklederler: "Öldükten sonra dirilme gününde
kabrinden ilk kalkan, mahşer yerinde toplanırken önde giden, herkesin sustuğu sırada konuşan, Mevkıf ta bekletildikleri zaman cümle mahşer halkına şefaatçi, ümidsizliğe düştükleri sırada kendilerine müjdeci olan, kerem
ve şeref sancağım elinde tutan, cennetin anahtarları kendisinde
bulunan hep ben olacağını! Âdem oğullarimn Allah indinde en
keremli ve şerefli olanı benim! Ben bunu asla övünmek için
söylemiyorum! (Sâdece Rabbim'in bana olan lütuf ve nimetlerini duyurmak
için söylüyorum!) Ben, cennete girdikten sonra da
etrafımda bin hizmetçi dolaşır."[229]
27-5 Peygamberimizin Bir Özelliği de, Makam-ı Mahmud'un Kendisine
verilmiş Olması, Livaü'l-Hamd'in O'nun Elinde Olması ve Âdem'den İtibaren Herkesin O Sancağınaltında Bulunacak
Olmasıdır
Sevgili Peygamberimiz'in bu özellikleri yanı sıra, şu özellikleri de vardır: O gün, Peygamberlerin imâmı dahi O'dur, hatipleri, önderleri, şefaatçileri, ilk
şefaat edenleri, Allah'a ilk nazar edenleri, secde etmeye ilk izin verilenleri,
secdeden ilk başim kaldıranları da hep O'dur. Keza
O'nun bir büyük özelliği de, diğer Peygamberlere, Peygamberlik vazifelerini nasıl tebliğ ettikleri sorulacağı ve buna dâir şâhid isteneceği halde, O'nun Peygamberliğini tebliğ ettiğine daîr şahit istenmeyecektir.
Şüphesiz O'nun bir
büyük özelliği de, Şefâat-i Uzmâ'nın kendisine ^verilmiş olmasıdır ki, kıyamet günü, mahşer yerinde bekletilen halk,
bütün Peygamberlerden, haklarında hüküm verilmesinin başlaması
için şefaat taleb edecekler, onlar ise hep bundan
kaçınacaklardır. Sıra Pey-gamberimiz'e gelecek ve bu hususta ancak O şefaat edecektir, İşte O'nun bu şefaati, şefaat-i uzma'sı olacaktır ve O'nun bu şefaati bütün mahşer halkına (kâfirine, mü'ıninine...) şâmil bulunacaktır." [230]
O'nun orada diğer şefaatleri de olacaktır.
Burada sırasiyle bunları da zikredelim. Şöyle ki:
Peygamberimiz (sallallahü aleyhi ve sellem), Şefaat-i Uzmâ'sından sonra, ikinci olarak, bâzı mü'ıninlerin hiç hesaba çekilmeden doğruca cennete gitmeleri hakkında şefaat edecektir. Onlar da doğruca cennete gideceklerdir. Sonra; kendileri ehl-i
tevhîd ve ehl-i îmândan oldukları halde bâzı günahlarla geldikleri için
cehennem azabim hakedenlerin,
cehenneme girmeden cennete gönderilmeleri
hakkında şefaat edecek, O'nun
bu şefaati de kabul edilecektir. Sonra, cennet
ehlinin derecelerinin yükseltilmesi hakkında şefaat
edecektir ve onların dereceleri, bu şefaat sayesinde yükseltilecektir." [231]
Yine Efendimiz'in bir
özelliği olarak, ebediyen cehennemde kalacak olan kâfirlerin
azabimn hafiflemesi şeklinde de O'nun şefaati
olacaktır. Keza müşriklerin
sabî iken ölmüş bulunan çocukları hakkında da şefaat edeceğine daîr rivayet bulunmaktadır.
Yüce Allah, Kerîm Kitabında buyurur ki: "...Habibîm,
böylece Rabbin seni,
övülmüş bir makama ulaştırır." [232]
İmâm-ı Ahmed, Ebû Hüreyre'den şöyle rivayet
eder: Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem), bir hadislerinde de şöyle
buyurmuştur: "Ben, şüphesiz kıyamet günü insanların
efendisiyim! Fakat bunun hikmetini sizler biliyor musunuz?" Bunun
tecellîsi şöyle olacaktır:
"Yüce Allah, bütün
insanları (evvelkileri ve sonrakileri), kıyamet günü bir sahrada (mahşer
yerinde) toplayacaktır. O gün Güneş, son derece yaklaşıp
insanları hararet ve ter içinde bırakacaktır. Bu sebeple insanlar,
tahammüllerinin üstünde bir sıkıntı ve şiddete
mâruz kalacaktır, insanlardan bâzıları diyeceklerdir ki: "Şu içinde bulunduğunuz hâli görüp
dururken, buna bir çâre aramıyacak mısınız? Bizlere kim şefaat
edecek acaba? Bunu arayıp sormayacak mısınız?" İşte bâzılarimn bu sözü
üzerine, bâzıları da: "O halde atamız Âdem'e gidip, ondan şefaatçi olmasını rica
edelim!" diyecekler. Bu suretle Âdem'e gidecekler ve diyecekler ki:
"Ey Âdem, sen bütün beşerin babasının! Allah, seni eliyle yaratmış ve ruhundan sana üflemiş,
meleklerini de sana secde ettirmiştir.
Sen Allah'ın bunca lütfuna mazhar olmuş bir büyüğümüz
olarak, bizını hakkımızda Allah'a şefaatçi oluver! îçinde bulunduğumuz hâli ve ne duruma geldiğimizi görüyorsun..."
Âdem'in onlara vereceği cevap ise şöyle
olacaktır: "Bugün Rabbi-miz, şimdiye kadar
gadaplanmadığı derecede gadaplı bulunuyor! Halbuki benim O'na karşı
bâzı kusurlarım olmuştur.
O beni, cennetteki o ağaçtan yememem hakkında uyarmışken, ben yiyip hata işledim. Bu
sebeple bugün, kendimden başkasını düşünecek halde değilim... En iyisi sizler, bir başkasına, meselâ beşerin
ikinci atası durumunda bulunan Nuh'a gidiniz!"
Bunun üzerine onlar
da Nuh'a gidecekler ve ona:
"Ey Nûh, sen,
resullerin ilkisin! Allah sana: "Çokça şükreden kulum!" demiştir. Sen, bizim hakkımızda Rabbimiz'e şefaatçi oluver!
içinde bulunduğumuz sıkıntıyı görüyor, biliyorsun!" diyecekler. Nuh'un onlara
vereceği cevâb ise şöyle olacakür: "Rabbim bugün son
derece gadaphdır. Ben vaktiyle kavmim için beddua etmiştim...
Bu küsurumu hatırlayıp, burada sâdece kendimi düşünebilmekteyim... Sizler en
iyisi bir başkasına, İbrâhim'e gidiniz... Belki o size şefaatçi
oluverir."
Nuh'tan bu cevâbı alınca, doğruca
İbrâhim'e gidecekler ve diyecekler ki: "Ey îbrâhîm, sen, hem Allah'ın
nebisi, hem de halîli bulunuyorsun. .. içinde bulunduğumuz durumu ve ne hâle
geldiğimizi görmüyor musun? Bizını hakkımızda Rabbimiz'e şefaatçi oluver."
îbrâhîm de onlara şu cevabı verecektir: "Rabbim bu gün son derece
gadablıdırî Benim de Rabbim indinde bâzı kusurlarım olmuştur. [233] Bugün ben
dahî, kendimden başkasını düşünebilecek, mahşer halkına şefaat edebilecek
durumda değilim... Siz, en iyisi bir başkasına, Mûsa'ya gidiniz! Belki o sizin
için şefaatçi oluverir."
Onlar bunun üzerine Mûsa'ya gidecek ve ona
diyecekler ki: "Ey Mûsâ şüphesiz sen Allah'ın resulüsün! Allah seni
risâleti ve kelâmı ile seçip şereflendirmiş tir. Sen olsun bizını hakkımızda
Rabbimiz'e şefaatçi ol; içinde bulunduğumuz hâli görmüyor musun?" O da
kendilerine şu karşılığı verecektir: "Bugün Rabbim, misli görülmemiş ve
görülmeyecek derecede gadablı bulunuyor. Ben vaktiyle, emrolunmadığım halde bir
nefsi öldürmek durumunda kalmıştım. Bu yüzden bugün kendimden başkasını
düşünecek ve başkalarına şefaat edecek durumda değilim... En iyisi siz bir
başkasına, Îsâ'ya gidiniz. Belki o size şefaatçi olabilir. [234]
Mahşer halkim temsîlen bir şefaatçi bulmak
için çabalayan bu insanlar, Mûsa'dan da bu cevâbı alınca doğruca Îsâ'ya giderler ve ona derler ki:
"Ey Îsâ,
bildiğimiz kadarıyla sen Allah'ın Resulü ve Meryem'e ilkâ buyurduğu kelimesi ve
ruhusun! Daha beşikte iken insanlarla konuştun... Bizını hakkımızda Rabbimiz'e
şefaatçi ol! îçinde bulunduğumuz hâli ve bize ulaşan sıkıntı ve şiddeti
görmüyor musun?"
Îsâ'nın onlara vereceği cevâb da şu
olacaktır: "Bugün Rabbim, öylesine gadab etmiş bulunuyor ki, bu derece
şimdiye kadar hiç gadab etmemişti, şimdiden sonra da etmez! Ben, Rabbim'in bu
derece gadablı olduğu bir günde, kalkıp O'na kulları hakkında şefaatçi olamam!
Siz, en iyisi bir başkasına, Muhammed'e gidiniz! Umarım ki sizin hakkınızda O
şefaatçi olur."
İşte onlar, bunun üzerine
bana gelirler ve derler ki: "Ey Muham-med, şüphesiz
sen Allah'ın resulü, Peygamberlerin en sonuncususun! Allah senin gelmişini
ve geçmişini affetmiştir. Bugün bizler için Rabbi-miz indinde şefaatçi olmanı istiyoruz! Bize ulaşan şiddeti ve
içinde bulunduğumuz hâli görmüyor musun?" Ben de onların bu mürâcatları
üzerine yerimden kalkar, Arş'ın altına varır, derhal secdeye kapanırım!
Secdedeyken, Rabbim'in bana olan ilhamına ve feyzine göre O'na hamd ü senalarda
bulunurum.... Öylesine güzel ve müstesna bir şekilde hamd ü sena ederim ki,
böylesi bundan önce hiçbir kimseye nasîb olmamıştır. Ben, bu şekilde hamd ü
senaya devam ederken Rabbim bana seslenir ve derki:
"Ey Muhammed!
Başim secdeden kaldır ve iste! Bugün senin
iste-' diklerin verilecek; şefaatte bulun, şefaatin kabul edilecek." Ben de
başımı secdeden kaldırıp Rabbim'den ümmetimi
ister, "Rabbim, ümmetim, ümmetim! Ey Rabbim, ümmetim, ümmetim! Ey Rabbim,
ümmetim, ümmetim" diyerek inlerim. Bunun üzerine bana: "Ey Muhammed,
ümmetinden hesaba çekilmeyecek olanları al cennete götür!" diye nida olunur. Ben de onları alıp
cennete götürürüm. Onların, istedikleri cennet kapısından cennete girme hakları
bulunduğu halde, sağdaki cennet kapısından girmeleri emredilir. Onlar da
oradan cennete girerler."
"Ben, varlığım kendi elinde bulunan
Rabbim'e yemin ederim ki, cennet kapılarından birinde bulunan iki kanadın
büyüklüğü, Mekke'den Hecer arası kadar vardır."
(Buhâri ile Müslim'in rivayet ettikleri
uzun şefaat hadîsi de, buraya kadar olan kısmın sonrasına âit şu bilgiyi
içermektedir.)
"...Şefaatimin kabul edildiği
bildirildikten sonra, başımı secdeden kaldırırım. Bana, ümmetimden muayyen bir
kısmim cennete götürmem emredilir. Ben de onları cennete sevkederim...
Sonra ikinci defa, secde ettiğim makama gelip Rabbim'e dua ve niyazda
bulunurum. Rabbim, benim secdede kalmama izin verdiği kadar secdede kalırım.
Sonra bana buyurur ki: "Muhammed, başim secdeden kaldır! Söyle, dediğin yerine getirilecek, iste, istediğin verilecek; şefaat et, şefaatin kabul olunacaktır." Ben derhal başımı
secdeden kaldırıp O'nun bana öğrettiği şekilde O'na hamd ü senada bulunur,
sonra şefaat ederim. Bana yine,
ümmetimden muayyen sayıda bir topluluğu cennete sevketmem için izin verilir.
Ben de onları cennete sevkederim. Sonra o makamıma üçüncü defa gelir secdeye
kapanırım. Rabbimin izin verdiği kadar secdede kalır, O'na hamd ü senada
bulunurum. Sonra bana denilir ki: "Muhammed, başim kaldır ve söyle!
Söylediğin yerine getirilecek, iste, estediğin verilecek, şefaat et, şefaatin
kabul olunacaktır. Ben de derhal başımı kaldırıp şefaat ederim. Bana yine
ümmetimden belli sayıda bir topluluk gösterilip onları cennete sevkeder,
tekrar makamıma gelir, dördüncü defa şefaatte bulunurum. Sonra da derim ki:
"Ey Rabbim, geride artık sâdece Kur'ân'ın hapsedip alakoydukları
kalmıştır."
Peygamber (sallallahü aleyhi ve
sellem), bu hususta ayrıca buyurmuşlardır ki:
"Lâ ilahe illallah!" deyip de kalbinde arpa dânesi kadar bir iyilik
bulunan kimse, mutlaka cehennemden çıkarılır! Bundan sonra da, "lâ ilahe
illallah!" deyip de kalbinde buğday danesi kadar hayır bulunan kimse,
cehennemden çıkarılır. Bundan sonra da, "la ilahe illallah" demiş ve
kalbinde zerre kadar bir iyilik bulundurmuş bulunan kimseler cehennemden çıkarılır."
[235]
İmâm-ı Ahmed, Enes'ten sahih senedle rivayet eder. İşte onun
rivayet ettiği bu şefaat hadisinin sonunda da şöyle denilmektedir:
"...Bu sırada Yüce Allah Cebrâîl'e
vahyeder ve der ki: "Muham-med'e git ve O'na de ki: "Başim secdeden
kaldır, iste, istediğin verilecek! Şefaat et, şefaatin kabul edilecek."
Ben de bunun üzerine şefaatte bulunacağım, her doksan dokuz kişiden biri
hakkında şefaat edeceğim... Tekrar tekrar şefaatte bulunacağım... O kadar
ümmetim hakkında şefaatte bulunacağım ki, nihayet sonunda bana, Rabbim
tarafından şöyle denilecektir:
"Ey Muhammed, ümmetinden her kim,
günün birinde "lâ ilahe illallah!" demiş ve bu itikad üzere ölmüşse,
onları cennete götür."
Yine Ahmed veEbû Ya'lâîbniAbbas'tan rivayet ederler. Onların bu rivayetinde
de, yukarıda gördüğümüz uzun şefaat hadîsi anlatılmakla beraber, farklı olarak
bunun baş tarafında şöyle denilmektedir: "Her bir Peygamberin, mutlaka
kabul edilecek bir duası vardır. Benden önceki Peygamberler, bu dualarim
dünyâda iken yapıp geçmişlerdir. Ben ise duamı âhirette ümmetime şefaat etmek
üzere saklamış bulunuyorum." [236]
Buhârî'nin
de tek başına İbn-i Abbâs'tan şöyle bir rivayeti var: "Kıyamet günü
insanlar diz çöküp otururlar. Her ümmet, kendi peygamberine tabî olur. Buna
rağmen her bir nebiden şefaat umarak: "Bize şefaat et, bize şefaat
et!" diyerek yalvarırlar. Nihayet onların mürâcatları Peygamber'de (sallallahü aleyhi
ve sellem) son bulur. Peygamber
Efendimiz de hepsine
şâmil olmak üzere şefaat eder. İşte bu, İlgili âyette belirtilen Makâm-ı Mahmûd'a Peygamber
Efendimiz'in
gönderilmesidir."
Bezzâr ve Beyhekî Huzeyfe'den
rivayet ederler. O şöyle demiştir:'Yüce
Allah, insanları mahşer yerinde toplar. Orada hiçbir kimse konuşamaz, îlk çağrılan da Peygamberimiz olur. Peygamberimiz de derhal:
"Buyur Rabbim! Emrin başım-gözüm üzerine!
Bütün iyilik senin elindedir, şer ise sana değildir.
Hidâyete eren senin hidayette kıldığındır, tşte kulun, senin huzûrundadır!
Ancak sana sığınmış, sana dayanmıştır. Kulun biliyor ve inanıyor ki, senin
azabından kurtulmak için, sana sığınmaktan başka hiçbir çâre de yoktur! Ey Rabbim, ne
büyük, ne yücesin! Ben seni her nevî kusur ve eksikliklerden tehzîh ederim!
Beyt'in sahibi de ancak Sensin!"
Peygamberimiz, İşte bu şekilde (ve
yüce Allah'ın kendisine ilham ettiği veçhile) Allah'a hamd ü senalarda bulunur.
Bu sırada da şefaat etmesi için kendisine izin verilir. Bu da, ilgili âyetin
haber verdiği veçhile, Rabbinin O'na va'dettiği Makâm-ı Mahmûd'dur.
İbn-i Ebî Asını'ın Enes'ten rivayet ettiği
bir hadiste de şöyle buyu-rulmuştur: "Ben, ümmetim hakkında tekrar tekrar
şefaat ederim. Rabbim de her defasında şefaatimi kabul buyurur. En sonunda ben
derim ki: "Ey Rabbim, beni "lâ îlâhe illallah!" diyenler hakkında
da şefaatçi kıl!" Rabbim bana der ki:
"Bu ne sana, ne
de başkalarına ait değil! İzzetim, celâlim ve rahmetim hakkı için, inanarak:
"Lâ ilahe illallah!" demiş hiç bir kulumu,
cehennemde bırakmayacağım!" [237]
Ahmed, Taberani, Bezzar, Mûaz bin Cebel ile Ebû Mûsa'dan
şöyle rivayet ederler: "Rabbim beni,
ümmetimin yarısını cennete koymak ile, onlar hakkında şefaatte
bulunmam arasında muhayyer bıraktı. Ben de ümmetim için şefaatçi
olmayı seçtim. Bildim ki, benim onlar için şefaatçi olmam, onlar için daha
geniş ve daha hayırlı olacaktır. Benim
bu şefaatim, ümmetimden
hiç bir şeyi Allah'a şirk koşmaksızın ölmüş bulunanların hepsini içine alacaktır."
(Taberânî'nin Ebû Hüreyre'den, Ebû Ya'lâ'nın Avf bin Mâük'ten, Ahmed ile İbn-i Ebî Şeybe ve Taberânî'nin Ebû Mûsa el-Eşari'den naklettikleri rivayetler
de, aşağı yukarı bu mealdedir.)
Müslim İbn-i Ömer'den şöyle rivayet eder:Peygamber (s.a.u.), İbrahim (aleyhisselâm)'ın
sözünü okudu: O
diyordu ki: "Kim bana uyarsa bendendir. Kim bana karşı gelirse, o da senin rahmetine kalmıştır. Şüphesiz sen, bağışlayan ve esirgeyensin!" [238] Sonra Peygamberimiz Îsâ (aleyhisselâm)'ın ümmeti hakkındaki kavlini okudu: O da diyordu ki:
"Eğer onlara azab edersen, onlar senin kullarındır. Eğer onları bağışlarsan, şüphesiz sen daima üstünsün! Hikmet sahibisin!"
[239] Sonra mübarek ellerini semâya kaldırıp: "Ümmetim, ümmetim!" diyerek
inledi ve ağlamaya başladı.
Bu sırada Cenâb-ı Hakk, Cebrâîl'i gönderip: "Muhammed'e
git, ümmeti hakkında kendisini razı edeceğimi kendisine bildir" buyurdu. Cebrâîl de gelip bunu Peygamberimiz'e tebliğ etti."[240]
Bezzar ve Taberânî de Ali'den şöyle rivayet
etmişlerdir: Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) buyurdu: "Ben, ümmetim hakkında şefaat edeceğim, o kadar şefaat edeceğim
ki, Rabbim bana: "Yâ Muhammed, artık razı oldun mu?" diye
seslenecektir. Ben de diyeceğim ki: "Evet Rabbim, artık razı oldum!"
[241]
İbn-i Ebî Şeybe, ve Ebâ Ya'lâ sahih bir senedle Enes'ten
rivayet e-derler: Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu: "Ben, Rabbim'e niyaz edip insanların
oyun yaşında iken vefat etmiş bulunan sabilerini bana bağışlamasını diledim.
Rabbim de bunları bana bağışladı."
Allâme İbn-i Abdül-Berr der ki: Bu hadiste işaret edilenler, akıl ve buluğ çağına ermeden vefat
eden çocuklardır. Bunların gerçekten işleri, oyun ve eğlence gibi olur. Çünkü henüz onların akılları ermemektedir.
Ahmed, İbn-i Ebî Şeybe, Hâkim ve Beyhekî Übeyy bin Ka'b'dan şöyle rivayet ederler:
"Resûlüllah (sallallahü
aleyhi ve sellem) buyurdu: "Kıyamet günü, peygamberlerin
imamı ve hatibi ben olacağını! Şefaat sahibi de ben olacağım! Ben bunu, asla Övünmek için söylemiyorum!"
[242]
Darimi, Tirmizi veEbû Nuaym îbniAbbas'tan şöyle rivayet
ederler: "Peygamber Efendimiz'in
ashabı oturdular, O'nu bekliyorlardı. Bu bekleme sırasında kendi aralarında
konuşmaya başladılar. Bazıları: "Hayret edilecek bir iş!
Allah, yarattığı kullan arasında Halil (hâs dost) seçmiştir. İbrahim, Allah'ın Halilidir!" dedi. Bazıları da:
"Bu senin dediğin, Allah'ın Mûsâ ile konuşmasından
daha mı hayret edilecek bir şeydir?" dedi. Bir diğeri de: "Allah, isa'yı da Rûhullah olarak seçmiştir" dedi. Bir başkası da: "Âdem de Safiyyullah'tır" diyerek konuştu, İşte bu sırada Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) geldi ve ashabına hitaben buyurdu ki: "Ben,
sizlerin konuştuklarimzı duydum. Evet, adim andığimz Peygamberler dediğiniz gibidirler. Haberiniz olsun ki, ben de Allah'ın
Habibi bulunuyorum -ve bunu övünmek için söylemiyorum.
Kıyamet günü, Livâül-Hamd'i ben taşıyacağım. Âdem ve diğerleri
onun altında olacaklar, ilk şefaat edip şefaati kabul edilen de ben olacağım. Cennet kapısının kilidini ilk açacak olan da
benim. Allah onu bana açacak, ben de fakir mü'ıninler
yanımda oldukları halde cennete gireceğim. Allah indinde, evvelkilerin ve sonrakilerin en
şereflisi benim! Övünmek yok!"
Ebû Nuaym İbn-i Abbâs'tan rivayetle Peygamber'in (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurduğunu bildirir: "Ben, bütün ins ve cinne, beyaza
siyaha peygamber olarak gönderildim! Diğer Peygamberlere yasak olan ganimetler, bana helal kılındı. Bütün yeryüzü bana
mescid ve tâhur kılındı. Bir aylık mesafedeki düşmanlarımın
kalblerine korku salındı. Bakara Sûresinin sonundaki âyetler bana, Arş'ın
hazinelerinden verildi ve yalnız bana verildi. Aynı zamanda bana, Tevrat yerine
yedi uzun sûre, incil yerine âyet sayıları yüz civarında bulunan sûreler, Zebur
yerine de Hâmîm Sûreleri verildi. Ayrıca Mufassal Sûrelerle de seçkin
kılındım."
"Dünyada ve
âhirette Âdem oğullarimn efendisi benim, övünmek yok! Kabrinden ilk
kalkan Peygamber ben olacağını, ilk kalkan ümmet de
benim ümmetim olacaktır. Övünmek yok! Livâü'l-Hamd benim elimde bulunacak ve
bütün Peygamberler de onun altında olacaktır, övünmek
yok! Cennetin anahtarları da benim elimde olacaktır! Şefaat de benimle başlıyacaktır, övünmek yok! Cennete ilk giren
ben olacağını, ö-vünmek yok! Ben, en önde olacağını, ümmetim de arkamda bulunacaktır."[243]
Peygamberimizin Bazı Özellikleri de Şunlardır
Peygamber'in (sallallahü aleyhi ve sellem) bazı özellikleri de şunlardır:
O, sırattan ilk geçendir, cennetin kapısını ilk çalacak olan ve ona ilk girecek
olandır. Kendisinden sonra cennete girecek olan ise, kızı Fatıma'dır. Fâtıma
validemiz, her tarafim
kuşatan nurlar içinde cennete giderken, mahşer
halkına gözlerini yummaları söylenecek, o da böylece sırattan geçip cennete girecektir.
Buhârî ve Müslim Ebû Hüreyre'den naklederek,
Peygamber'in (sallallahü
aleyhi ve sellem) şöyle buyurduğunu bildirirler: "Cehennem üzerine köprü kurulur,
bu köprüden (sırattan) ilk geçen ben
olurum!"
Müslim Enes'ten rivayet eder. O
şöyle der: Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem), bir hadislerinde: "Cennetin kapısını ilk olarak ben çalacağım" buyurdu.
Yine Müslim Enes'ten rivayetle
Peygamber'in (sallallahü
aleyhi ve sellem) şöyle dediğini bildirmiştir: "Kıyamet
günü ben, cennetin kapısına varıp açılmasını isteyeceğim. Kapıdaki vazifeli melek: "Sen kimsin?"
diyecek. Ben de:
"Muhammed'im"
diyeceğim. Melek de: "Ben de zaten Senden başkasına kapıyı açmamakla emrolunmuştum" diyecektir."
[244]
Beyhekî ve Ebû Nuaym'ın Enes'ten olan rivayetleri de şöyledir: Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) buyurdu: "Kıyamet günü, kabrinden ilk kalkan
ben olacağını! Bana Livâü'l-Hamd adlı sancak verilecek, övünmek yok! O günün efendisi ben
olacağını! Övünmek yok! Cennete ilk giren de ben o-lacağım, övünmek yok! Şükretmek var."
Taberânî'nin güzel bir senedle Ömer bin el-Hattab'dan
rivayetine göre de Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: "Ben
cennete girinceye kadar diğer Peygamberlere, benim ümmetim
girinceye kadar da diğer ümmetlere cennete girmek
yasaktır!"
(Yine Taberânî, İbn-i Abbâs'tan da bunun bir benzerini rivayet etmiştir.)
Ebû Nuaym'ın Ebû Hüreyre'den rivayetine göre, Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) bir hadislerinde de şöyle
buyurmuştur: "ilk cennete girecek olan benim, Övünmek yok! Cennette benim yanıma ilk gelecek olan da
kızını Fatıma olacaktır. Onun bu ümmetteki yeri, Meryem'in İsrâ'il oğulları ümmetin-deki yeri gibidir."[245]
Peygamberimizin Bir Özelliği de, Kevser'ınve vesile'nin
Kendisine verilmesidir. Keza Minberi Cennet Bahçelerinden Yüksek Bir Bahçede
Olup, Ayakları da Ona Basamak Olacaktır. Kabriyle Minberi Arasında Bulunan Yer
de Cennet Bahçelerinden Bir Bahçedir.
Yüce Allah, Kerim kitabında şöyle buyurur: "Biz sana
Kevser'i verdik." [247]
Ebû Nuaym İbn-i Abbâs'tan rivayetle Peygamber'in (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurduğunu rivayet eder: "Bana bazı Özellikler verilmiştir. Ben bunları övünerek söylemiyorum! Benim
gelmişim ve geçmişim bağışlanmıştır. Ümmetim,
en hayırlı ümmet kılınmıştır. Bana
Cevâmiü'l-Kelim verilmiştir. Düşmanlarıma
korku salınarak bana yardım edilmiştir. Yeryüzünün tamamı
benim için mescid ve tahûr kılınmıştır ve bana Kevser
verilmiştir. Onun kâseleri, yıldızlar kadardır," [248]
Müslim İbn-i Ömer'den rivayet eder. O şöyle der: Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) buyurdu: "Müezzin ezan
okurken, siz de onun dediklerini aynen deyiniz! Ezan bittikten sonra bana salât
ü selâm getiriniz. Sonra benim için Allah'tan vesileyi isteyiniz. vesile,
cennette bir mertebedir ve Allah'ın kullarından
sadece birine layıktır. O kulun ben olacağımı umuyorum. Benim için vesileyi dua edip isteyene cennet
helâl olur."
Darimi, "Sapık Cehmiye Mezhebini Red" diye
isınılendirdiği kitabında, Ubâde bin Sâmit'ten rivayetle Peygamber'in (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurduğunu rivayet eder: "Yüce Allah, kiyamet günü
beni, Naim cennetinin en yüksek makamına yükseltecektir. Benim yukarımda, Arşı taşıyan meleklerden başka
kimse olmayacaktır."
Beyhekî de Ümmü Belemeden rivayetle
şu hadisi bildirir: "Minberimin
ayakları, yarın cennette makamımın merdiveni olacaktır."
(Hâkim de bunun bir benzerini Ebû Vâkıd el-Leysi'den
rivayet etmiştir.)
İbn-i Sa'd da şu hadisi Ebû
Hüreyre'den rivayet eder. Onun bu nakline göre Peygamber (s.a. v.) şöyle buyurmuştur:
"Benim şu minberim, yarın cennette yüksek
bahçelerden bir bahçe olacaktır."
Buhârî ile Müslim de ittifak halinde Ebû
Hüreyre'den rivayetle Peygamber'in (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurduğunu bildirirler: "Evimle minberim arası, cennet bahçelerinden bir bahçedir!"
Peygamberimizin Özelliklerinden Bazılarıda Şunlardır:
Evet,
Peygamber'in (sallallahü
aleyhi ve sellem) özelliklerinden bazıları da şunlardır:
O'nun ümmeti dünyada sonra gelip ahirette öne geçmiştir. Önce O'nun
ümmetinin hükmü verilecektir. Ümmet-i Muhammed,
Mevkıfta iken, yüksek bir yerde bekleyecektir. Oraya abdest azaları nur gibi
parlar bir vaziyette gelecektir. Ummet-i Muhammed'in azabı dünyada iken verilip
âhirete tertemiz geleceklerdir. Kalan azabları olmuşsa, onu da kabirde çekip âhirete
öylece geleceklerdir. Onlar, kabirlerine
günahla girerler, kabirlerinden günahsız olarak çıkarlar. Günahlarimn böylece bağışlanmasına, mümin kardeşlerinin istiğfarı da çok hayırlı bir vesile olmaktadır. Onların
kitapları sağından verilir, onlar mahşer yerine gelirken ve sırattan
geçerken, sabi çocukları ve
nurları önlerinde giderler.
Sınıalarında yaptıkları secdelerin eseri görülür.
Nurları, Peygamberlerin nurları gibi çift olur. Sevabları mizanda çok
ağır gelir. Onlar öyle bir ümmettir ki, hem kendi yaptıklarimn,
hem de kendileri adına yapılanların sevabına nail olurlar. Diğer ümmetler ise böyle değildir."
Bu ümmetin nurlarimn
önlerinde gideceği ve çift olacağı ve abdest azalarimn nur
gibi parlayacağı hakkındaki hadis, Peygamber Efendi-miz'in
adının Tevrat ve İncil'de geçtiğine dair olan bölümde anlatılmıştır. Şimdi burada diğer hadisleri görelim:
İbn-i Mâce (daha doğrusu Buhârî ve Müslim), Ebû Hüreyre ve Hu-zeyfe'den şöyle rivayet
eder: Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) buyurdu:
"Biz, dünya ehli
olarak sonra gelmişiz, fakat ahiret ehli olarak öne geçmişizdir! Bütün mahşer halkından önce, benim ümmetimin işi görülüp
hükmü verilecektir."
Hâkim sahihtir kaydiyle Abdullah
bin Selâm'dan nakleder. O şöyle der: "Kıyamet
günü olduğu zaman, Yüce Allah
kullarim ümmet ümmet ve Peygamber Peygamber sevkeder. Peygamberimiz ve onun ümmeti de
tam merkezde yerlerini alırlar. Derken cehennem üzerine sırat kurulur. Biri nida eder ve: "Ahmed-i Muhammed \e O'nun ümmeti
nerededir?" der. Peygamberimiz ve O'nun peşi
sıra ümmeti kalkar, iyisi ve kötüsü hep O'nu takib
ederler. Derken sırat üzerine gelirler, tşte bu sırada O'nun düşmanlarimn gözleri Allah tarafından görmez
olur. Sıratın sağından
ve solundan aşağıya, yani cehenneme düşerler. Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) ve O'nun ümmetinden iyiler kurtulurlar. Melekler de
O'nunla beraber giderler ve adım adım O'nu ve ümmetini cennetteki yerlerine götürürler.
Sonra nida eden: "Îsâ ve
O'nun ümmeti nerededir?" diye onları çağırır."
[249]
İbn-i Cerir ve İbn-i Merdûye Câbir bin Abdullah'tan rivayet ederler.
O şöyle demiştir: Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) buyurdu: "Ben ve ümmetim kıyamet günü, yüksek
bir tepenin üzerinde bulunacağız. Diğer mahşer halkı bizden aşağıda bulunacaklar ve bizden olmayı çok arzu edecekler. Kavmi
tarafından yalanlanmış
bulunan her bir Peygambere de biz mahşerde şahidlik yapacağız. "Evet, Rabbimiz, o senin risaletini kavmine
tebliğ etti" diyeceğiz."
Ahmed Ka'b bin Malik'ten
nakleder. O şöyle demiştir: Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) buyurdu: "însanlar mahşer yerine toplandıkları zaman, ben ve ümmetim yüksek
bir yerde bulunuruz. Sonra Rabbimin emriyle ben, yeşil
bir hülle giyerim. Sonra bana izin verilir. Ben de Allanın bana ilham ettiği ve hakkımda dilediği şekilde O'na hamd ü senada bulunurum ve şefaat
ederim, İşte bu, bana verilen Makâm-ı
Mahmûd'tur."
Buhârî ve Müslim Ebû Hüreyre'den rivayet
ederler. O şöyle demiştin: Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) bir hadisinde şöyle buyurdular: "Kıyamet günü benim ümmetim, bütün abdest
azaları nur gibi parlar bir vaziyette davet olunacaktır."
Ayrıca Müslim Kuzeyfe'den rivayetle şu hadisi bildirir: "Benim havzını, Aden ile Eyle
arasından daha uzundur. Ümmetimden olmayanları
orada rahatlıkla ayırırım." Ashab sordu: "Ey Allah'ın Resulü, sen
bizi orada nasıl tanıyacaksın?" Resûlüllah cavap verdi: "Havzmın başında
durup develerini sulayan bir adam, yabancı develeri nasıl tanıyıp
ayırırsa, öylece tanır ve ayırırım. Hem orada sizlerin abdest
azaları nur gibi parlayacağı için, bu gayet kolay olacaktır."
Ahmed ve Bezzâr Ebûd-Derdâ'dan rivayet
ederler. O şöyle der: Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) buyurdu: "Kıyamet günü, şefaatte
bulunması için secde etmesine ilk izin verilecek olan, şefaati kabul edilip başim secdeden ilk kaldıracak olan şüphesiz
benim! Baktığımda, ümmetimi de diğer ümmetler arasında tanırım. Kimi ön
tarafımda, kimi arkamda, kimi \sağımda, kimileri de solumda yer almış olarak
onları görürüm." Bu sırada biri: "Ümmetini
nasıl tanırsın, ey Allah'ın Resulü?" diye sordu. Resûlüllah da şu
cevabı verdi: "Onların abdest azaları nur gibi parlak olacaktır! Bu alamet
diğer ümmetlerde bulunmayacaktır. Aynı zamanda kitapları (amel defterleri)
de sağ ellerinde
olacak, sabi iken ölmüş çocukları ve nurları da önlerinde
bulunacaktır."
(Yine Ahmed, sahih bir senedle Ebû Zerr'den de bu mealde bir hadis
rivayet eder. Onun bu rivayetinin sonunda ise, sâdece, "nurları da önlerinde
bulunacaktır" buyurulmuştur.)
Taberânî'nin el-Evsat'ında Enes'ten rivayeti ise şöyledir: Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) buyurdu: "Benim ümmetim,
ümmet-i merhumedir! Hepsine merhamet olunmuştur.
Bunun için, ümmetim kabrine günahıyla girer, fakat günahlarından temizlenmiş olarak
kabrinden çıkar! Mü'ınin
kardeşlerinin kendileri hakkındaki istiğfarları
sebebiyle, bu günahlarından temizlenmiş olurlar." [250]
Ahmed'in Âişe tarikiyle rivayet ettiği hadisde ise şöyle
buyurul-maktadır: "Kıyamet günü hesaba çekilen müslüman, bağışlanmış olur. Zira müslümanlardan her
biri, amelinin karşılığim (cezasını) kabrinde görmüş olur."
Hâkimi Tirmizi de bu konuda şu açıklamayı yapar: "Mü'ınin'in kabrinde hesaba
çekilmesi, yarın ahiretteki mevkıfta fazla sıkıntı çekmemesi içindir. Kabrinde
azâb görmesi de, günahlarından temizlenmiş olarak kabrinden çıkması içindir."
Taberânî, sahihtir kaydıyla Hakim, Abdullah bin Yezid'den şu rivayeti
naklederler: O şöyle demiştir: Ben
Resûlüllah'ın (sallallahü
aleyhi ve sellem): "Bu ümmetin azabı,
dünyadadır" buyurduğunu işittim."
İbn-i Mâce ve Beyhekî Enes'ten rivayet ederler. O
şöyle demiştir: Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) buyurdu: "Şu ümmet,
merhamet olunmuş bir ümmettir. Onun azabı, kendi
dindendir. Kıyamet günü olunca, müslü-manlardan her bir adamın yerine müşriklerden biri cehenneme
gönderilir ve o müslümana: "İşte senin yerine cehenneme
giren adam budur!" denilir."
El-Esbehani'nin
Leys'ten rivayeti de şöyledir: "Îsâ bin Meryem, bir konuşması sırasında demiştir ki: "Ümmet-i Muhammed, Mizanda sevabı en ağır gelecek olan ümmettir! Zira
onların dilleri, müslümanlığın en büyük alâmeti
ve esası bulunan lâ ilahe illallah kelime-i tevhidini çokça söylemeye, çok müsait bulunmuştur.
Bu sayede, kendinden önceki ümmetlerden daha fazla sevap
kazanmışlardır."
İbn-i Ebî Hatim, İkrime'den nakleder. O şöyle
der: "Yüce Allah'ın kitabındaki: "insan için ancak çalışıp
kazandığı vardır!" [251] anlamına gelen âyeti; İbrâhim'in suhufunda ve
Mûsa'nın suhufunda böyle
olduğunu bildirir. Bu ümmette ise, kişi hem çalışıp kendisinin kazandığimn mükafatim, hem de kendisi
için başkaları tarafıdan yapılanların mükafatim görecektir." [252]
Peygamberimizin Bir Özelliği de, Ümmetinin; Herkesten Önce
Cennete Girecek, Günahlarimn Bağışlanacak ve Kabirlerinden İlk Kalkacak Ümmet
Olmasıdır
Birinci ve üçüncü
hususlarla ilgili hadisler, az önce geçmiş bulunmaktadır,
ikinci hususla ilgili hadis ise, İsrâ ve Mirâc bölümünde İbn-i Mes'ud hadisi olarak geçmiştir.[253]
Peygamberimizin Bir Özelliği de, Ümmetinden Yetmiş bin Kişinin
Hesaba Çekilmeksizin Cennete Gidecek Olmasıdır
Şeyh îzzüddîn bin
Abdüsselâm der ki: "Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) Efendi-mîz'in kendisine
verilmiş bulunan büyük özelliklerden biri de, O'nun ümmetinden yetmiş bin
kişilik bir cemâatin, hiç hesaba çekilmeksizin doğruca
cennete girecek olmasıdır. Bu, başka Peygamberlerden herhangi birisi için sabit değildir."
Buharî ve Müslim, İbn-i Abbâs'tan rivayet eder. O şöyle der: Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) birgün bizını yanımıza geldi ve bize şunu haber verdi: "Bana,
ümmetler arz olundu. Bir Peygamber arz edildi (gösterildi) ya-' nmda
ümmeti olarak bir kişi vardı. Diğer bir Peygamberin de ümmeti iki
kişiydi. Öyle Peygamber gördüm ki, hiç ümmeti yoktu... (Zira peygamberliğini tebliğ ettiği kavimden hiç kimse ona inanmamıştı...)
Yine bir Peygamber gösterildi, yanında on kadar ümmeti vardı.... Derken, ümmeti
çok kalabalık olan bir Peygamber,
yanımdan geçirildi. Baktım, çok sayıda bir ümmet ve ben onlann, benim ümmetim
olmasını arzu ettim...
Bana denildi ki: "Bu, Mûsa ve onun ümmetidir." Sonra bana, "bak" diye emredildi. Baktım, o kadar kalabalık bir
ümmet gördüm ki, bütün ufku kaplamıştı...
Bana yine: "Şu tarafa, bu tarafa da bak" diye emredildi.
Baktığımda, gerçekten her tarafı kaplamış bir kalabalık gördüm. Sonra bana yine denildi
ki: "Bu gördüğün büyük topluluk, senin ümmetindir! Onlara ilâveten
yetmiş bin kişilik bir topluluk daha vardır. Hiç hesaba
çekilmeden cennete gireceklerdir." [254]
Tirmizî'nin hasendir kaydiyle Ebû
Ümâme'den rivayet ettiği hadîs ise, şu
anlamdadır: "Rabbim bana, ümmetimden yetmiş bin kişilik bir cemâati hiç
hesaba çekmeksizin cennete göndereceğini
va'd buyurdu. Onlara, bir azâb dahî yoktur. Onlardan her birinin arkasında da,
yetmiş bin kişilik bir topluluk daha bulunacak ve bunlar da,
hesâbsız ve azâbsız cennete gideceklerdir. Ayrıca Rabbim, üç büyük cemâati
daha, kendisi cennete gönderecektir."
Taberânî ve Beyhekî Ömer bin Hazm'dan rivayet eder.
O şöyle der: Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) buyurdu: "Rabbim bana,
ümmetimden yetmiş bin kişilik bir cemâati, hesâbsız ve azâbsız
cennete koyacağım va'd buyurdu. Ben bunun artırılmasını istedim. Rabbim de bu isteğimi kabul etti ve yetmiş binden
her birinin arkasında bir yetmiş bin daha olmak üzere cennete gördermeyi kabul etti. Ben bunun üzerine: "Rabbim,
benim ümmetimin sayısı bu kadar olacak mı?" dedim. Rabbim de: "Ben,
senin için onları bu sayaya ikmal edeceğim" buyurdu.[255]
Peygamberimizin Bir Özelliği de, O’nun Ümmetini Yüce Allah'ın
Adaletli Hakimler Makamında Kılmasıdır
Şeyh îzzüddtn bin
Abdüsselâm der ki: "Peygamber'in (sallallahü aleyhi ve sellem) özelliklerinden
biri de, yüce Allah'ın O'nun ümmetini adaletli hâkimler makamında kılması ve ümmetinin hesâb gününde,
insanlar üzerinde şahitlik
yaparak onlara gönderilen Peygamberlerin, teblîğ
vazifelerini tastamam yaptıklarına dâir hüküm vermeleridir. Halbuki böyle bir
ö-zellik, diğer Peygamberler
de bile bulunmamaktadır."
Bilindiği gibi, Yüce Allah bir âyetinde şöyle buyurmaktadır: "Böylece
sizi orta (adaletli) bir ümmet yaptık ki, insanlara şahit olasınız, Peygamber de size
şahit olsun..." [256]
Buhârî, Tirmizİ ve Nesâî Ebû Saîd el-Hudrî'den rivayet eder. O
şöyle demiştir: "Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) buyurdu: "Nûh (aleyhisselâm)
kıyamet günü çağrılır ve: "Tebliğ ettin mi?" denilir, O da: "Evet"
der. Ümmeti çağırılıp: "Nûh size tebliğ etti mi?" diye
sorulur. Onlar da: "Bize kimse gelmedi, kimse birşey tebliğ etmedi!" derler. Bunun üzerine Nuh'a
denilir ki: "Sana şahitlik yapacak var mı?" O da:
"Bana, Muhammed ve O'nun ümmeti şahitlik
yapacaktır!" der. İşte bu, yukarıda
mealini gördüğümüz âyetin, haber verdiği şeydir. Siz de bunun üzerine çağırılır ve Nûh (aleyhisselâm)'ın,
Allah'ın risâletini kavmine tebliğ ettiğine dâir şahitlik edersiniz..."
Ahmed, Nesâî ve Beyhekî'nin Ebû Saîd el-Hudrî'den
rivayetleri ise şöyledir: Peygamberimiz (sallallahü aleyhi ve sellem) buyurdu: "Kıyamet günü bir peygamber
getirilir, yanında bir kişi bulunur. Peygamber gelir;
yanında iki kişi bulunur. Bâzılarimn ise daha çok... O
Peygamberlere: "Tebliğ ettin mi?" diye
sorulur. Onlar da cevaplarında: "Evet" derler.
Kavimleri çağrılıp sorulur: "Bu size tebliğ etti mi?"
diye. Onlar: "Hayır tebliğ etmedi" derler. Peygamberlere: "Peki
size şahitlik yapacak kimdir?" denilir. Onlar da: "Ümmet-i
Muhammed" derler. Bunun üzerine Ümmet-i Muhammed
çağırılır, onların tebliğ ettiklerine şahitlik
ederler. Sonra onlara hitaben: "Siz, bu Peygamberin tebliğ ettiğini nereden biliyorsunuz?"
diye sorulur. Onlar da derler ki: "Bizim Peygamberimiz bize bir kitab getirdi. Bu
kitab da sizlere, çeşitli âyetleriyle bu peygamberlerin tebliğ ettiklerini haber verdi. Biz de hiç tereddüt
etmeden bu kitâb'ın (Kur'ân'ın) bu haberini dahî aynen inanıp tasdik
ettik." Onların bu cevâbı üzerine de kendilerine denilir ki: "Evet,
sizler gerçekten doğru
söylüyorsunuz!" İşte bu: "Böylece biz sizi bir orta ümmet kıldık" mealindeki
âyet-i celîlenin haber verdiği hakikattir. Bu âyetin söylediği Ümmet-i Vasat'ın mânâsı
da, adaletli, faziletli ümmet demektir."[257]
Peygamberimizin Bir Özelliği de, Ümmeti İçin Cehennem Ateşinin
Ancak Hamam Harareti Kadar Olacağıdır
Evet, Peygamberimiz'in bir özelliği de, ümmeti için cehennem ateşinin, ancak hamam
harareti kadar olacağını bildirmiş olmasıdır.
Ta-berânî, el-Evsat'ında
Ebû Bekir'den rivayette Peygamber'in (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurduğunu bildirmektedir: "Cehennemin ümmetim üzerine
olan harareti, ancak hamam harareti kadar olacaktır."
------------------------
[13] İsrâ' suresi, 88
[14] Hıcr suresi, 9
[15] Fussılet suresi, 41
[16] Fussılet suresi, 42
[17] Nahl suresi, 89
[18] Neml suresi, 76
[19] Kamer suresi, 17
[20] İsrâ' suresi, 106
[21] Furkan suresi, 32
[22] Furkan suresi, 33
[24] Maide suresi, 44
[25] Hicr suresi, 9
[34] Ahzab suresi, 40
[35] Maide suresi, 48
[36] Tevbe suresi, 33
[38] Bakara suresi,
106
[41] Sebe’ suresi, 28
[42] Furkan suresi, 1
[44] Enbiya suresi,
29
[45] Fetih suresi,
1-2
[46] İbrahim suresi, 4
[47] Sebe' suresi,
28
[51] Enbiya suresi,
107
[52] Enfa! suresi, 33
[54] Hicr suresi, 72
[57] Bakara suresi,
104
[59] A'raf suresi, 138
[60] Maide suresi, 112
[61] Nur suresi, 63
[72] A'raf suresi,
61
[73] A'raf suresi,
67
[74] Kâlem suresi,
1-2
[75] Necm suresi,
1-4
[76] Yasin suresi,
69
[83] İsrâ' suresi, 80
[84] Lokman suresi,
34
[88] İnşirah suresi, 1-4
[89] Fetih suresi,
1-2
[91] Bunu, İbn-i Ebî Hatim de rivayet etmiştir.
[97] Hicr suresi,
87
[101] Sâd suresi, 26
[102] Necm suresi, 3
[103] Şuara suresi, 21
[104] Enfal suresi, 3
[106] Mücadele suresi,
12
[107] Mücadele suresi,
13
[108] ve önceki âyetin
sadaka hükmü bu âyetle neshedilmiştir
[109] Haşr suresi, 7
[110] Nisa suresi, 80
[111] Ahzab suresi, 21
[112] Mümtehine
suresi, 4
[114] Maide suresi, 92
[115] Enfal suresi, 1
[116] Tevbe suresi, 71
[117] Hucurat suresi,
15
[118] Tevbe suresi, 1
[119] Tevbe suresi, 90
[120] Ahzab süresi,36
[121] Enfal suresi, 13
[122] Tevbe suresi, 63
[134] Ahzab suresi,
32
[135] Ahzab suresi,
30
[136] Ahzab suresi,
31
[139] Zümer suresi,
65
[140] İsrâ' suresi, 74
[141] İsrâ' suresi, 75
[159] Al-i İmran suresi, 39
[164] Hacc suresi, 78
[165] Bakara suresi,
143
[167] Kasas suresi, 46
[173] Bakara suresi,
183
[181] Bakara suresi,
238
[183] Al-i İmran suresi, 110
[184] Kamer suresi, 22
[185] Hacc suresi, 78
[190] Hacc suresi, 78
[191] Bakara suresi,
185
[192] Bakara suresi,
286
[193] A'raf suresi,
157
[194] Bakara suresi,
186
[195] Bakara suresi,
285
[196] Bakara suresi,
286. ayetinden
[199] Al-i İmran suresi, 135
[200] Nisa suresi, 110
[201] Bakara suresi,
222
[202] Bakara suresi,
223
[205] Bakara suresi,
[217] Fatır suresi, 32
[232] İsrâ' suresi, 79
[238] İbrahim suresi, 36
[239] Maide suresi,
118
[240] Bunu, İbn-i Ebî Hatim de rivayet etmiştir
[247] Kevser
suresi, 1
[251] Necm suresi,
39
[256] Bakara
suresi, 143
Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.
Yorumlar