Print Friendly and PDF

ET-TEMŞİŞ Fİ ŞERH-İ SALÂVAT İBN-İ MEŞİŞ

 

1813 yılında Mısır’ın “Mahalletü’l-kübrâ” adlı kasabasında dünyaya gelen Seyyid Muhammed Nûr’un hayatı hakkındaki bilgileri halifelerinden Harîrîzâde Kemâleddin Efendi’nin Tibyân ü Vasâ’ili’l-hakâ’ik fî beyân-ı selâsili’t-tarâik adlı eserinden ve Bursalı Mehmet Tâhir’in onun hakkında yazmış olduğu menâkıbnâmesinden öğrenmekteyiz. Hz. Ali kerremallâhü vecheye nisbet edilen Noktatü’l-beyân adlı eseri şerh etmesinden dolayı “Noktacı Hoca” , Mısır’dan gelip Rumeli’ye yerleştiği için “Arap Hoca” ve Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellemin torunu Hz. Hüseyin aleyhisselâm soyundan geldiği için “Seyyid” lakaplarıyla tanınır. Muhammed Nûr’ül-Arabî, üstad ve mürşidi Hasan el-Kuveynî’nin

“Artık sana bütün ilimlerin yolu açıldı. Anadolu’ya git” emriyle Anadolu’ya gönderilmiş, bir süre sonra da kendi isteğiyle Rumeli’ye geçmiştir.

1839-1870 yılları onun Rumeli Nakşîliği ve Melâmilik arasında bir tasavvuf sistemi kurmaya başladığı bir dönem olmuştur. Muhammed Nûr, İstanbul’a geldiğinde Melâmiyye-i Bayrâmiyye (Orta Devre Melâmîleri) şeyhi Abdülkadir Belhî’yi kendisine bağlamak ve Melâmîliğin tek temsilcisi olmak istemiştir. Ancak Belhî’nin bunu kabul etmemesi üzerine bu isteğine erişememiştir. Muhammed Nûr’un Şerif Efendi ve Latife Hanım olmak üzere iki çocuğu olmuştur. Halifesi ve oğlu Şerif Efendi’nin hiç çocuğu olmadığı için maddî ve manevî soyu Latife Hanım ve damadı Abdürrahim b. Ali El-Melâmî (Fedâî) ile onların çocuklarından devam etmiştir.

Seyyid Muhammed Nûr’ul Arabî, kaleme aldığı eserlerde üçüncü devre Melâmîliğinin görüşlerini ortaya koymuştur. Abdülbâki Gölpınarlı (1931: 287-290) bu eserlerin elli beş tane olduğunu, bunların otuz sekiz tanesinin Türkçe, on yedi tanesinin ise Arapça olduğunu belirtir. Muhammed Nûr’un bu eserlerinde, Melâmiyye-i Nûriyye olarak bilinen üçüncü devre Melâmîliğinin tasavvuf düşüncesinin özündeki vahdet-i vücut anlayışı ve kendi temellendirdiği tevhit anlayışı vardır. Melâmet-i Nûriyye’yi yaymak için büyük çaba harcayan Muhammed Nûr, bu gayretini galibiyetle sonuçlandırmış, Rumeli ve Batı Anadolu gibi geniş bir coğrafyaya yayılan Melâmet-i Nûriyye için Üsküp, Manastır, Prizren, Doyran, İştip, Tikveş, Köprü, Selânik, İstanbul gibi şehirlerde dergâhlar kurulmuştur. Melâmet-i Nûriyye’nin geniş bir coğrafî alanda ve geniş kitlelere yayılması için halifeleriyle birlikte gayret gösteren, birçok halife yetiştiren ve birçok talebeye hocalık eden Muhammed Nûr, 1888 yılında kendi evinde Hakk’a yürümüştür.

Bu kitapta Et-Temşiş fi Şerh-i Salâvat İbn-i Meşiş[1] i Arapçadan Türkçe’ye çevirerek kardeşlerimize faydalı olmayı düşündük.

Tevfik ve inayet Allah Teâlâ’dandır.

İhramcızâde

İsmail Hakkı ALTUNTAŞ

Esenler /İstanbul


 

 

 

 

ET-TEMŞİŞ Fİ ŞERH-İ SALÂVAT İBN-İ MEŞİŞ


 

بِسْـــمِ اللهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ

الحمد لله رب العالمين والصلاة والسلام على رسولنا محمد وعلى اله وصحبه وسلم اجمعين

 

ABDÜSSELÂM BİN MEŞİŞ HASENΠKaddese’llâhü sırrahu’l azîz

 

Fas evliyâsından. Ebû´l-Hasan Şâzelî´nin hocası. Künyesi, Ebû Muhammed´dir. Hz. Muhammed Mustafa sallallâhü aleyhi ve sellem Efendimizin mübarek soyundandır. Hazret-i Hasan´ın soyundan olduğu için Hasenî denmiştir. Doğum tarihi bilinmemektedir. 1228 (H. 625) senesinde şehit olmuştur. Hayatı hakkında bilgi azdır.

Yedi yaşında mânevî hâller görülmesinden sonra kendini ilme ve ibadete verdi. On altı yıl dolaştı. Bu sırada bir mağarada kalır iken, yanına, evliyadan Abdurrahmân bin Zeyyât geldi. Yedi yaşından beri mânevî terbiyesi ile meşgul olduğunu, kavuştuğu halleri tek, tek söyleyince ona intisap etti, bağlanıp talebe oldu. Evliyalıkta yüksek derecelere kavuştu.

Talebelerinin büyüklerinden olan Ebü´l-Hasan eş-Şazelî kaddese’llâhü sırrahu’l azîz şöyle anlatır:

Irak´a vardığım zaman, salih bir zât olan Ebû´l-Feth el-Vâsitî Hazretlerinin huzuruna gittim. Çünkü Irak´ta birçok âlim olmasına rağmen, onun gibisi yoktu. Ben, zamanın büyüğünü aryordum. Yanına girince bana;

“Sen, Irak´ta zamanın kutbunu, büyüğünü aryorsun. Hâlbuki o, senin memleketindedir. Onu orada bulabilirsin.” dedi. Bunun üzerine hemen memleketime dِöndüm ve evliyanın büyüğü Arif-i billâh el-Kutb el-Gavs Ebû Muhammed Abdüsselâm bin Meşîş Hazretlerinin bulunduğu yere vardım. Bir dağ eteğinde, bir dergâhta ikamet ediyordu. Huzuruna çıkmadan önce gusül abdesti aldım. Sonra niyetimi hâlis kılıp; bilgim, amelim her neyim varsa kalbimi tamamen boş bulundurup, istifâde niyetiyle huzuruna yöneldim. Bulunduğu yere çıkarken onunla karşılaştım. Bana;

“Merhabâ, hoş geldin ey Ali bin Abdullah bin Abdülcebbâr.” buyurup, Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellem Efendimize kadar ulaşan ceddimi (dedelerimi) saydı ve;

“Ey Ali! Gönlünü boş bulundurup, her şeyini terk edip bize geldin. Biz de, dünyâ ve ahiret ile ilgili ne zenginlik varsa sana verdik.” dedi. O anda beni bir dehşet kapladı. Allah Teâlâ, kalp gözümü açıncaya kadar orada kaldım. Hocamdan, tarifi imkânsız kerametler gördüm.

Bir gün huzurunda oturuyordum. Kucağında küçük bir çocuk vardı. O esnada İsm-i âzam sormak hatırıma geldi. O çocuk kalktı ve elini kuşağıma uzatıp; “Ey Ebü´l-Hasan, sen, İsm-i âzam sormak niyetindesin, o, senin kalbine emanet edilmiş bir sırdır.” dedi.

Zamânın Kutbu Abdüsselâm bin Meşîş; “Bu çocuk, bizim yerimize sana cevap verdi.” buyurdu. Daha sonra Ebû Muhammed Abdüsselâm bin Meşîş bana;

“Ey Ali, şimdi Afrika´ya git. Şâzile denilen yere yerleş. Allah Teâlâ, bundan sonra senin eş-Şâzelî diye çağırılmanı nasip eder. Oradan Tunus´a git. Tunus´ta pek çok kimse sana tâbi olur. Daha sonra Meşrik beldelerine gidersin. İnsanlar irşat edersin doğru yolu gösterirsin.” buyurdu. Bunun üzerine ben;

“Efendim, bana vasiyette bulunur musunuz?” deyince;

 “Allah Teâlâ’dan kork. İnsanlardan sakın. Dilini insanların boş sözlerinden koru. Kalbini onların kötü düşüncelerinden muhafaza et. Azalarını gِözet ve onlar harama düşmekten, günah işlemekten koru. Ne için yaratılmışlar ise, onlar o vazifede kullan. Allah Teâlâ´nın farz kıldığı işleri zamanında yap. Böyle yaparsan, Allah Teâlâ´n hıfz- u himâyesi ve korumasında olursun.

Allah Teâlâ´nın sana emrettiği işleri yaparsan, verâ sahibi (haramlardan sakınan) olursun. Şöyle dua et:

“Yâ Rabbî,  Senden alıkoyan her şeyden beni koru. İnsanların şerlerinden beni muhafaza et. Senin rızân ile kalbimi zenginleştir. Sen her şeye kâdirsin” buyurdu.

Yine biri ona; “Efendim! Bana bazı vazîfeler verseniz de onlarla meşgul olsam.” dedi. Buyurdu ki:

“Farzlar yerine getir, mâsiyetleri günahlar terk et. Kalbini dünyayı istemekten, kadın ve makam sevgisinden, nefsin arzu ve isteklerinden koru. Allah Teâlâ´nın sana verdiği ile kanaat et. Allah Teâlâ´nın beğendiği bir şeye kavuşursan şükret.”

“Dünya kirinden temizlen. Arzu ve isteklerine meylettiğin zaman onu tövbe ile düzelt. Allah Teâlâ´nın sevgisine yapış. Allah Teâlâ sevgisi öyle bir şeydir ki, her iyilik, hayır ve üstünlüğün esası O´dur. Sevaba kavuşamayacağın yere ayağı koyma. Günah işlemeyeceğin yere otur. Başka yere oturma. Allah Teâlâ´nın beğendiği işleri yapmakta yardım isteyeceğin kimseden başkası ile oturup kalkma. En güzel nasihatçi seni Mevlâ´ya sevk edendir. Kendisi hatırlanınca, Allah Teâlâ´yı hatırlananlarla beraber ol.”

Abdüsselâm bin Meşîş sünnet-i seniyyeye dinin emir ve yasaklarına çok bağlı, yalnız olarak hep ibadetlerle meşgul olurdu. Muhammed bin Ebû Tevâcîn peygamberlik iddiâsında bulununca, inzivâyı, yalnız bir köşede kendi hâlinde yaşamayı bırakıp, onunla mücadele etti ve bu sırada şehit oldu. “Şehîd-i kutb” diye meşhûr oldu. Benî Arûs mıntıkasında ki Cebel-i âlem denilen yere defnedildi. Türbesi Fas´taki öِnemli ziyâret yerlerindendir. Çocuklarına ve torunlarına dâima hürmet edile gelmiştir.

Okumuş olduğu Salâvât günümüze kadar gelmiş ve yirmiden fazla açıklaması yapılmıştır.


 

بِسْـــمِ اللهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ

   اَللـَّهُمَّ صَلِّ عَلى مَنْ مِنْـهُ انْــشَـقَّتِ اْلاَسْرَارُ *  وَانْـفَـلَـقَـتِ اْلاَنـــْـوَارُ * وَ فِيـهِ ارْتَــقَتِ الْحَقَائِـقُ * وَ تَـنَزَّلَتْ عُلُومُ ﺁدَمَ   فَـاَعْجَزَ الْخَلآ ئــِقَ  * وَلَهُ تَضَاءَلَتِ الْفُهُومُ فَلَمْ يُدْرِكْهُ مِنّاَسَابِقٌ وَ لاَ لاَحِقٌ * فَرِيَاضُ الْمَلَكُوتِ باَزْهَارِ جَمَالِهِ مُونــِقَـةٌ * وَ حِيَاضُ الْجَـبَرُوتِ بَفَيْضِ اَنـــْوَارِهِ مُتَدَفِّقَـةٌ  *  وَ لاَ شَىْءَ اِلاَّ وَهُوَ بِهِ مَنُوطٌ  *  اِذْ لَوْلاَ الْوَاسِطَةُ لَذَهَبَ كَمَـا قِـيلَ الْمَـوْسُـوطُ * صَـلاَةً تَـلـِـيقُ بِكَ مِنْكَ اِلَـيْهِ كَمـَا هُـوَ اَهْلُـهُ * اَللـَّهُمَّ اِنَّهُ سِـرُّكَ الْجـَامِـعُ الدَّالُّ عَلَـيْكَ وَ حِجَابـُكَ اْلأَعْـظَمُ الْقۤــائِــمُ لَـكَ بَيـْـنَ  يَدَيـْكَ اَللـَّهُمَّ الـــْحِـقْنِى بِنَسَبِـِه وَ حَقِّـــقْنـِى بِحَسَبـِهِ*  وَعَــرِّفـــْنِى اِيـَّاهُ مَعْرِفــَةً اَسْلَمُ بِــهاَمِنْ مَــوَارِدِ الْجَهـْلِ *  وَاَكْــرَعُ بِــهَامِنْ مَــوَارِدِ الْـفَـضـْلِ * وَ اَحْمـِلْنـِى عَـلَى سَبـِيلِـهِ اِلـىَ حَضْــرَتــِكَ  حَمْـلاً مَحْفـــُوفــًا بِنُـصْرَتـِكَ * وَ اقْــذِفْ بِى عَلىَ الْـبـَاطِلِ فَـاَدْمـَغَـهُ * وَ زُجَّ بِى فِى بِحـَارِ اْلأَحَـدِيــَّةِ * وَ اَنـــْشُلـــْنِى مِنْ اَوْحـَالِ الــتَّــوْحـِيـدِ * وَاَغْــرِقْــنِى فِى عَيـْنِ بَحْــرِ الْوَحــْدَةِ حَتىَّ لاَ اَرَى  وَ لاَاَسْمَعَ  وَ لاَ اَجِدَ وَ لاَاُحِسَّ  اِلاَّ بِـهَا* وَ اجْـعَلِ اللـَّهُمَّ الْحِـجَابَ اْلأَعْظَـمَ  حَيَاةَ رُوحِى * وَ رُوحَـهُ سِـرَّ حَقِــيقَـتِى* وَ حَقِـيـقَـتَهُ جَامِـعَ عَوَالِمـِى بِتَــحْقِــيقِ الـــْحَـقِّ اْلأَوَّلِ * ياَاَوَّلُ ياَآخِـرُ ياَظَاهـِرُ  ياَبَاطِـنُ * اِسْمَـعْ نِـدَائِى بِمـاسَمِعْـتَ بِـهِ نِدَاءَ عَـبْـدِكَ زَكَــرِيـَّاعَلَيــْهِ السَّلاَمُ * وَ انْصُــرْنىِ بِكَ لَكَ * وَ اَيــِّدْنِى بِكَ لَكَ  *   (وَ اجْـمَعْ بَـيْـنِى وَ بَيـْنَـكَ  وَ حُـلْ بَـيْنـِى وَ بَـيْــنَ غَـيْرِكَ   3مَرَّاتٍ )*

( اللهُ   اللهُ  اللهُ  )

 ( اِنَّ الَّـذِى فَرَضَ عَلَــيْكَ الْقُــرْآنَ لَــرَادُكَ اِلىَ مَعـَادٍ)

3  مَرَّاتٍ *

(  ربَّناَ آتِناَ ِمنْ َلدُنْكَ رَحْمَة ً وَ هَىِّءْ لَناَمنْ اَمْرناَرَشَدًا  )

  3 مَرَّاتٍ  *

اِنَّ اللهَ وَ مَلۤـئِــكَتَهُ  يُصَلُّـونَ عَلىَ النــَّبِـىِّ ياَاَيــُّهَا الَّذِينَ آمَـنُوا صَــلُّوا عَلَيــْهِ وَ سَلِّـمـُوا تَسْلــِيمـًا*

 وَالْحَمْدُ للهِ رَبِّ الْعَالَمِينَ

 

 

 


 

بِسْـــمِ اللهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ

Hamd, âlemlerin rabbi olan Allah Teâlâ’yadır.

Salât ve selâm Rasûlüllah Efendimiz Muhammed’e, âline ve arkadaşlarının hepsine birden olsun.

Açıklamasını yaptığımız bu salavat Abdüsselâm İbn-i Meşiş kaddese’llâhü sırrahu’l azîzin olup,  Ebü´l-Hasan eş-Şazelî vasıtasıyla gelmiştir. Şâzeli tarikinde husûsî okunması gereken salavâtlardandır.

اَللـَّهُمَّ صَلِّ عَلى مَنْ مِنْـهُ انْــشَـقَّتِ اْلاَسْرَارُ

“Allah Teâlâ’m sırların kendisinden fışkırdığı Hz. Muhammed Mustafa sallallâhü aleyhi ve sellem Efendimize salât et.”[2]

Ehâdiyyet’ül cem mertebesi Allah Teâlâ’nın mutlak vücudunun sırlarının çıktığı yerdir. Bu gizlenmesi gereken birlik hazinelerinin bulunduğu mertebedir.

Bu fışkırma Allah Teâlâ’nın Zâtı ile Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellemin zâtında vahdet mertebesinde tecelli ettiğinde demektir.

انْــشَـقَّتِ اْلاَسْرَارُ Sırların kendisinden fışkırdığı” ndaki mana, Allah Teâlâ’nın müphem (kapalı) hazinesinden mahlukat için uygun olarak zuhur edecek isimler ve sıfatların âlemlerdeki mertebelerle müsemma (isimlenenler) için fışkırmasının zuhur sebebi olan muhabbettir.[3]

وَانْـفَـلَـقَـتِ اْلاَنـــْـوَارُ

“Nurların kendisinden infilak ettiği Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellem Efendimizdir.”

Yerde ve gökteki en büyük nurun mazharı olan Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellemdir. Allah Teâlâ buyurdu ki;

اَللهُ نُورُ السَّمَوَاتِ وَالاَرْضِ

“Allah göklerin ve yerin Nur'udur.[4] İsm-i câmî (bütün isimleri toplayan) ve zuhuru olan Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve selleme bu büyük nur isnat edildi.

وَ فِيـهِ ارْتَــقَتِ الْحَقَائِـقُ

“Hakikatlerin kendisine yükseldiği (gerçeğini bulduğu) Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellem Efendimizdir.”

Ulaşmaya kabiliyetli şeyler için büyük ve gizli olan şeylere kavuşmuş Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellemde toplandığına فِيـهِ deki zamir işaret eder.

Mutlak varlığın (vücud) hakikatlerini topluca ve tafsili olarak bütün mertebelerde karşılayan ve toplayandır. Çünkü hakikat âlemlerinin hepsinde ehâdiyyetü’l cem makamının mazharı yalnızca O dur.

وَ تَـنَزَّلَتْ عُلُومُ ﺁدَمَ  

“Âdemî ilimler hepsi Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellem Efendimize nüzül etmektedir.”

Ona verilenler, âdemi ilimlerin hakikatini hepsini birden toplamaktadır.

(Bu ilim)Mutlak âlemden Muhammedî olarak aşikâr olan tecelliyattır. Bu nedenle Allah Teâlâ’nın kelâmında

  وَقُلْ رَبِّ زِدْنِى عِلْمًا

“Rabbim, benim ilmimi artır” de. [5] varid oldu.

Çünkü sonsuz ilmin tümüyle tecellisi Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellem olmuştur.

Allah Teâlâ, yaratmanın kemâlini âlemleri yaratırken, zâtının ve sıfatlarının kemal zuhurlarını insanı yaratarak göstermiştir. Fakat Allah Teâlâ bu iki husus yani yaratmanın kemâlini âlemleri yaratırken ve zât ve sıfatlarının insandaki zuhurunu noksansız, tam ve mükemmel olarakta Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellemin kutsal ve şerefli suretinde göstermeyi murat etmiştir. [6]

فَـاَعْجَزَ الْخَلآ ئــِقَ

“Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellem Efendimize inen ilimlerin karşısında mahlûkat aciz kaldı.”

Allah Teâlâ, Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellemin varlığında kemal ve kudretin büyük zuhurâtını mutlak nur olarak yaratışı, zâtına layık kemâl ve hususi ilimler, kavrayışında ve mucizelerinde yaratılmışları aciz bıraktı, demektir.

Bu nedenle Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellem haktır. Onu gören muhakkak Hakk’ı Hakk olarak görmüştür.[7]

وَلَهُ تَضَاءَلَتِ الْفُهُومُ

“Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellemin karşısında anlayışların zayıf kalmıştır.”

Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellemin varlık âlemindeki vücudunun zuhurunda ve yaratılışındaki kemâlatında anlayışlar zayıf kaldığı gibi zâtını idraki de mümkün değildir. İmam Busîrî Kaside-i Bürde’sinde buyurduğu gibi;

دَع مــا ادَّعَتهُ النصارى في نَبِيِّهِـمِ
واحكُم بما شئتَ مَدحَاً فيه واحتَكِـمِ

“Vazgeç Hıristiyanların nebilerine dair söylediklerinden başka, hakkında dilediğin kadar medh ü sena et.

Yani Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellemde Allah Teâlâ’nın zuhuru kendine vacip olan zâtının dışında her şey ile oldu. [8]

 فَلَمْ يُدْرِكْهُ مِنّاَسَابِقٌ وَ لاَ لاَحِقٌ

“Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellemi bizden önce ne geçmiş, ne de gelecek hiçbir kimse idrak edemedi.”

İnsanlığın fertlerinden iki kısımdan سَابِقٌ Sabık[9] Âdem aleyhisselâmdan önceki geçmiş,   لاَحِقٌ Lahık[10] ahir zamana kadar olanlardan Hakk’ı idrak etmek mümkün olmadı demektir. Burada Hakk’tan kasd edilen mana Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellemin marifetidir. İmam Busîrî Kaside-i Bürde’sinde buyurdu ki;

فمَبْلَغُ العِــلمِ فيه أنــه بَشَــرٌ
وأَنَّــهُ خيرُ خلْـقِ الله كُـــلِّهِمِ

“Onun hakkında ilmin vardığı en son nokta beşeriyetidir,

Gerçekten O Allah Teâlâ’nın yarattıklarının en hayırlısıdır.”[11]

Mutlak vücudun kutsî ve mukaddes feyizle zuhuru en mükemmel şekilde Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellemin aynasında zuhur etmiştir.

فَرِيَاضُ الْمَلَكُوتِ باَِزْهَارِ جَمَالِهِ مُونــِقَـةٌ

“Melekût âleminin bahçeleri Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellem Efendimizin cemâlinin çiçekleri ile güzeldir.”

Yani ruhlar âlemini mertebeleri Onunla güzeldir. Gizli âlemlerin hepsi Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellemin cemâli ile takdir edilir, güzelleşir. Nuru ve cemâli, gizlenmiş vücudun nurları aynası olduğundan varlıklara her yerde Onun yüzünden görünür.

Melekût âlemindekilere boyun eğdirmesi mutlak vücudun mazharı olmasıdır.

Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellem makamların tayin yeridir. Bu şekilde hükümler, eserler ve mülkün zahiren yaratılışı Onun aynasında görünebilen nispeti kadardır.

وَ حِيَاضُ الْجَـبَرُوتِ بَفَيْضِ اَنـــْوَارِهِ مُتَدَفِّقَـةٌ

“Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellemin nurlarının feyzi ile ceberût âleminin havuzları dolup taşmaktadır.”

Âlemi ceberût ile tabir edilen burada gizli vücudun ayn’ı (aslı) Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellemin ruhudur.

تَدَفّق (taşmak) makamların çokluğudur. Burada kast edilen (makamların) zuhuru ve kavuşmanın çokluğudur.

Ruhlar âlemi Hakk’ın Muhammedî nurlar suretiyle tecelli etmektedir.

  وَ لاَ شَىْءَ اِلاَّ وَهُوَ بِهِ مَنُوطٌ

“Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve selleme bağlı olmayan hiçbir şey yoktur.”

Yaratılmışların tabiatındaki vücudu (varlık) Ona tabi olan kemallerin tayini, hakikatlerin bütünü olan Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve selleme aittir.

  اِذْ لَوْلاَ الْوَاسِطَةُ لَذَهَبَ كَمَـا قِـيلَ الْمَـوْسُـوطُ

“Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellem şayet vasıta olmasaydı, neticeye ulaşılmazdı’ kaidesince mevsût[12] olmazdı.”

Yukarıda denildiği gibi her şey hakikatinde Ona bağlıdır. Şayet bu şekilde olmasa âlem zâtından yokluğa doğru akardı. Çünkü zahiri âlem Onun nurlarıdır. Batında ise Hakk’ın kendisidir. Öyle ise varlık batın ve zahiriyle Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellemin kendisidir, denilebilir.

صَـلاَةً تَـلـِـيقُ بِكَ مِنْكَ اِلَـيْهِ كَمـَا هُـوَ اَهْلُـهُ

“Bu salât Sen´den O´na, Sen´in şanına yakışır ve O´nun da layık olduğu bir salât olsun.”

Hakiki salât, Ehâdiyyetü’l cem de Vücud-u Mutlak (Allah Teâlâ)ın Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve selleme yaptığıdır. Ne zaman yaratılmışların çokluğu kaldırıp ve yenilenirse (yani tekrar oluşumu istenirse) ancak tek olan hakikat kalır. Bu hakikat de O [13]  olarak bozulmadığı görülür. Ancak ârifler Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellemi bütün mertebelere has olarak nasıl zuhur ettiğini bilirler.

اَللـَّهُمَّ اِنَّهُ سِـرُّكَ الْجـَامِـعُ الدَّالُّ عَلَـيْكَ

“Allah Teâlâ’m, muhakkak ki O Sana delâlet eden en câmi[14] sırrındır.”

Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellem Allah Teâlâ’nın zât ve sıfat mazharı olduğu gibi sırrı ve ayn’da (kendisiylede) zuhurudur.

Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellemin sureti Rahman’ın sureti olduğundan Allah Teâlâ’nın zâtına uygun İsm-i Âzam’ıdır. Bu nedenle Rahman da zahirde onunla bilinebilmiştir.

وَ حِجَابـُكَ اْلأَعْـظَمُ الْقۤــائِــمُ لَـكَ بَيـْـنَ  يَدَيـْكَ

“Huzurunda durabilen en büyük perdedârındır.”

Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellem vücub ve imkân âlemi (soyut ve somut âlem) arasındaki en büyük perde berzahtır. O zahirdeki suretinde beşer gibi görünmüştür. Hakikatte ise Hakk olan mutlak vücudun kendisidir. Onun için  her iki âlem arasında yani şehâdet (maddî) âlem ile ruhlar âlemi arasındaki zuhura perde olmuştur. Ruhlar âlemindeki gizlenişin ve zuhura çıkışı şiddetli ve çok olduğundan perdelenmenin de büyük olması gerektiğini anlayabilirsin.

  اَللـَّهُمَّ الـــْحِـقْنِى بِنَسَبِـِه

“Allah Teâlâ’m, beni O´nun soyuna ilhâk eyle,”

Burada kast edilen mana Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellemin zâhir yaratılışındaki kemallere bizi uygun (olmayı bize nasip) kıl demektir.

وَ حَقِّـــقْنـِى بِحَسَبـِهِ

“O´nun sahip olduğu şerefe beni layık kıl.

Burada kast edilen mana Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellemin batınî yaratılışındaki asıl zâtının hakikatlerin kemallerine bizi uygun (olmayı bize nasip) kıl demektir.

Nesep (soy) insanın ana-baba cihetinden, hasep (kişisel özellikler, nitelikler) getirdiği vasıflardır.

وَ عَــرِّفـــْنِى اِيـَّاهُ مَعْرِفــَةً اَسْلَمُ بِــهاَمِنْ مَــوَارِدِ الْجَهـْلِ

“Allah Teâlâ’m, Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellem Efendimizi bana öyle tanıt ki,  bununla cehalet kanallarından kurtulup selâmet bulayım.”

Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellemi nasıl bilmem gerekiyorsa bana öyle tanıtmanı istiyorum, demektir.

  وَ اَكْــرَعُ بِــهَامِنْ مَــوَارِدِ الْـفَـضـْلِ

“Bu marifetle fazilet pınarlarından kana kana içeyim.”

كـرع  Suyu el ve kap kullanmadan yerinden ağızla içmek demektir.

Şeksiz ve keyfiyetsiz olarak fazilet pınarının ve Marifet (ilmi)nin sahibi Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellemdir. Çünkü Onunla mutlak vücudun hazinelerine ulaşmak, Vacid’e (Allah Teâlâ’ya) mevcudun (yaratılmışların) yönelme  kabiliyeti olmuştur.

وَ اَحْمـِلْنـِى عَلَى سَبـِيلِـهِ اِلىَ حَضْرَتـكَ  حَمْـلاً مَحْفــُوفـًا بِنُـصْرَتـِكَ

“Allah Teâlâ’m, bana Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellem Efendimizin yolu üzerinde, yardımınla kuşatılmış olarak huzuruna giden yolda da yardım et.”

Yani Allah Teâlâ’m, sana olan seyr-i sülûkte ve kavuşmamda, yardımınınla Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve selleme karşı kemal tevazu ile yapmayı bana nasip kılmanı istiyorum demektir. Çünkü sülûkte Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellemin kademi (yardım ve usûlü)ne muhtaç olmadan hiçbir kimse Allah Teâlâ’ya kavuşamamıştır.

وَ اقْــذِفْ بِى عَلىَ الْـبـَاطِلِ فَـاَدْمـَغَـهُ

“Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellem Efendimiz ile beni batılın tepesine öyle indir ki, beynini dağıtayım.”

Huzura kavuşma kabiliyetine ulaşıp, nefsin elinden kurtulup fenâ makamına  ulaşınca mevhum, batıl salt yokluk olan varlığın üzerine atılarak başını yarmaktır. Bu şekilde nefs, nefsin perdelerinden kurtulur.

وَ زُجَّ بِى فِى بِحـَارِ اْلأَحَـدِيــَّةِ

“Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellem Efendimiz ile beni ehâdiyyet [15] deryalarına at.”

 Masivadan kurtulup, çokluk (âleminden) çıkarak sırf muhabbet olan ehâdiyyet deryasına beni daldırmanı, istiyorum demektir.

وَ اَنـــْشُلـــْنِى مِنْ اَوْحـَالِ الــتَّــوْحـِيـدِ

“Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellem Efendimiz ile beni tevhidin hallerinden süratle geçir.”

Beni tevhidin tehlikeli durumlarından geçir, demektir. Birisi eğer Vahidi (Allah Teâlâ’yı) birliğini tek başına bulmaya çalışırsa tevhidin kaygan zemininde ayakları kayar. Onun için bu yolda mürşid gereklidir.

وَ اَغْــرِقْــنِى فِى عَيـْنِ بَحْــرِ الْوَحــْدَةِ

“Allah Teâlâ’m, Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellem Efendimiz ile beni vahdet (birlik) denizinin kaynağına gark et.”

Varlıkta Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellemden başkasını görmeyeyim.

 

حَتىَّ لاَ اَرَى  وَ لاَاَسْمَعَ  وَ لاَ اَجِدَ وَ لاَاُحِسَّ  اِلاَّ بِـهَا

 

“Öyle ki, sadece O´nunla göreyim, O´nunla işiteyim, O´nunla bulayım, O´nunla hissedeyim.”           

Vahdet deryasına dalınması; Gören gözü ve işiten kulağı ona mahsus olması ile kurb-u nevâfil e, hisler ve ve kendini kaybederek “be­nimle görür, benimle işi­tir,..” ile de kurb-u ferâiz e işaret edilmiştir. [16]

وَ اجْـعَلِ اللـَّهُمَّ الْحِـجَابَ اْلأَعْظََـمَ  حَيَاةَ رُوحِى

“Allah Teâlâ’m, en büyük perdedâr[17] olan Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellem  Efendimizi ruhumun hayatı kıl.”

Bilindiği üzere bütün ruhların hayatı (kaynağı) ve bütün fetihler akışı Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellemdir.

وَ رُوحَـهُ سِـرَّ حَقِــيقَـتِى

“Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellem Efendimizin ruhunu hakîkatimin sırrı eyle.”

Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellemin ruhu bütün hakikatleri toplayan ehâdiyyet hakikatinin sırrıdır.

وَ حَقِـيـقَـتَهُ جَامِـعَ عَوَالِمـِى

“Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellem  Efendimizin hakîkâtini âlemleri kaplayıcı (kuşatan) kıl.”

Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellemin hakikati âlemleri kuşatıcıdır.

Âlemleri kuşatmak ne demektir sorusunun cevabı bütün âlemleri toplayan Hakikati Muhammediye’dir.

İnâyet (lütuf), kabiliyetler ve işlerim Allah Teâlâ ile değil midir?, diye sorarsan; bütün sonuçlara kavuşmak Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellemin hakikati ile mümkündür, deriz. [18]

 بِتَــحْقِــيقِ الـــْحَـقِّ اْلأَوَّلِ

“Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellem Efendimiz ilk hakkın[19] hakîkâtidir.”

بِ harfinin işaretiyle gizlilikteki cemden zuhura çıkışta ilk sabit (olan hüviyet) tir. Allah Teâlâ’nın buyurduğu gibi; هُوَ اْلاَوَّلُ  وَاْلاَخِرُ وَالظَّاهِرُ وَالْبَاطِنُ   “O, evveldir ve ahirdir ve zahirdir ve batındır[20]

Çünkü “الـــْحَـقِّ اْلأَوَّل  ilk Hakk” aynı zamanda âhirdir, “son Hakk” aynı zamanda zâtında evveldir.

Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellem bütün zıt şeyleri aynı anda toplayandır. Âlemdeki bütün hakikatler neticede Ondan razı olmuştur. Yani Evvelde zahir olan ve gizlenen şeylerin yaratılışı zât-ı baht olan Hakk’ın hakikatiyle Hakikati Muhammediye’dedir. Âhirde yaratılması ise büyük varlığının Hakk hakikatiyledir. Büyük varlık Allah Teâlâ’nın sırrı ve zuhuruna layık olması ile nurun ona bağlı olarak çıkan Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellemdir.

ياَاَوَّلُ ياَآخِـرُ ياَظَاهـِرُ  ياَبَاطِـنُ

“O evveli ve aynı anda sonu olmayan, zâtı açık ve aynı anda gizli olandır.”

Bu ilâhî isimler içinde dört nispeti toplayan ve birbirleri ve özellikleriyle peş peşe gelenlerdir.[21]

Soru: Bu isimler Mutlak büyük vücud için söylenip ve başkası için olmayan tevhiddir, denilmektedir. (Başkası için nasıl söylenebilir.)

(Bu isimlerinde) Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve selleme karşılık olarak toplanarak zuhura gelmesi (ve söylenilmesi) , Muhammedî yaratılışın zahir ve batında, evvel, âhir içinde oluşan şeyleri varlık elbisesine büründürmesindendir.

Hakk’ı evvel olanın her şeyin isteğini büyük vücuddan istemesinin (yaratmasının) hakikati(ndeki mana), varlığı en yüksek ve evvel kalem olan Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellemin ezel ve ebedteki istemesi ve istenilmesi vasıtasıyladır, demektir. [22]

اِسْمَـعْ نِـدَائِى بِمـاسَمِعْـتَ بِـهِ نِدَاءَ عَـبْـدِكَ زَكَــرِيـَّاعَلَيــْهِ السَّلاَمُ

“Allah Teâlâ’m, Kulun Zekeriyyâ aleyhisselâmın nidâsını işittiğin gibi benim nidâmı da işit.”[23]

Burada diğer enbiya aleyhimüsselâm değilde Zekeriyya aleyhisselâma zikredilmesi, onun gizli zikir ve rûhu sırra vakıf olmasıdır. “Rabb´ine gizlice bir dua ile duada niyazda bulunmuştu.” Âyetinde Allah Teâlâ’nın razı olduğu gizli zikrine işaret edilmiştir. Buna göre işaret edilen gizli zikrin ehemmiyetini anlamalısın.

Uyarı:

Gizli zikir hakikati ile Vücud-u âzam doğru ve sıhhatlı tevhid edilir. Nispetlerin ve oluşan şeylerin benzemeden ve aynısı olamadan zuhuru olunca batına benzerliği için teveccüh edildiğinde هُو هُو (Hû,Hû) (O, O) dur, başka değildir, elleri birbirine bağlarsın.[24] Bu Hakk ehli tarafından saklanılmış sırdır.[25]

وَ انْصُــرْنىِ بِكَ لَكَ

“Allah Teâlâ’m, Sen´in yoluna, Sen´inle yardım et.”

Senin isimlerinin sıfatlarına karşılık gelen müşahedeye kavuştuğumda zuhurunun şiddeti ile oluşan perdelerin kayıtlarının cezbesinden kurtulmak için rahmetin ile bana yardım et.

 وَ اَيــِّدْنِى بِكَ لَكَ

“Allah Teâlâ’m, Sana gelmek için, Sen´inle destek istiyorum.”

Senin zuhurun ve tecelline dayanmak için gerekli yardım güç ve kuvvette ancak Sendendir.

   وَ اجْـمَعْ بَـيْـنِى وَ بَيـْنَـكَ

Üç defa okunur.

“Allah Teâlâ’m, benimle Sen´in aranı birleştir.”

Aramızdaki ikiliği kaldır ki, nefsimde Seni ayrılık ve şirke düşmeden görüp bulayım. Buradaki cemin manası mahv ve ayrılığı kaldırmadır. Bu makamda bir şey kalmayınca sonuçta cem iktiza etmektedir.

وَ حُـلْ بَـيْنـِى وَ بَـيْــنَ غَـيْرِكَ

Üç defa okunur.

“Allah Teâlâ’m, Benimle Sen’den başkalarının arasına girip imha (yok) et.”

Salt tevhid için mecburi sanılan aykırı yaratılmışların yok olması gerekir.  

 اللهُ اللهُ اللهُ

Allah, Allah, Allah”

Üç defa okunur.

Üç defa söylenmesi zât, sıfat ve fiillere işâret içindir. Bu suretle gizli zikir de âşikar (cehri) edilmiş oldu.

اِنَّ الَّـذِى فَرَضَ عَلَــيْكَ الْقُــرْآنَ لَــرَادُكَ اِلىَ مَعـَادٍ

Üç defa okunur.

“Muhakkak ki, Kur´ân-ı Kerim´i [okumayı, tebliğ etmeyi ve ona uymayı] Sana farz kılan Rabb´in elbette Sen´i dönülecek yere, döndürecektir.”[26]

Burada zât, sıfat ve ef´âl ile fenâya kavuşmak ve fenâdan sonra Hakk´la bekâ’ya işaret vardır. Bu şekilde (makamlar) tamam olur.

َربَّناَ آتِناَ ِمنْ َلدُنْكَ رَحََْمَة ً وَ هَىِّءْ لَناَِمنْ اَمِْرناَرَشَدًا  

Üç defa okunur.

“Ey Rabb´imiz, tarafından bize rahmet ihsân eyle, işimizden kurtuluş yolu hazırla.” [27]

Bu dua ve salât bütün cem makamlarını ve dünya ve ahiretteki bütün hayırları toplamıştır.

Senin için bu şerhten muradımızda (bu bahsedilenlere) kavuşmandır. [28]

وَالْحَمْدُ للهِ  اَوَّلاً  وآخِرًا

وصَلَّى اللهُ عَلىَ سَيِّدنَا مُحَمَّدٍ وَ آلِهِ  و صَحْبِهِ وّ سلِّم

 



[1] 297.7 - Osman Ergin Yazmaları - 000542/07; OE_Yz_000268/02; OE_Yz_000702/25 Atatürk Kütüphanesi-İstanbul 

[2] Mealler tarafımızdan yapılmıştır. Orijinal nüshada yoktur.

[3] “Sen olmasaydın, Sen olmasaydın âlemleri yaratmazdım” hadisi şerifine işaret edilmektedir.

[4] Nur, 35

[5] Tâhâ, 114

[6] O´nun hakkında,وكـان فضـل الله عليـك عظيما “Allah (cc)´ın lütfu senin üzerine pek büyük olmuştur.” (Nisâ 113) buyruldu.

[7] Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellem buyurdu ki; مَنْ رَآنِى فَقَدْ رَأى الحَقَّ   "Beni gören Hakk'ı görmüştür" Buhârî'de gelen bu hadiste: "Rüyada beni gören hakkı (gerçeği) görmüştür."

Buhari,Tabir, 10; Müslim, Rüya, 11; İbn-i Hanbel, III/55; V/356; Heysemî, Mecmau’z zevâid, VII/181; Tebrizî, Mişkâtül-mesâbih, 461; Beyhakî, Delâilü'n-nübüvve,VII/45; Tirmizî, Şemail, 210. Nevevî bu hadisi:

"Kişi Allah Resulünü gerek bilinen sıfatı üzere gerekse bundan başka bir sıfatta görsün gerçekten kendisini görmüştür diye tefsir eder. " Nitekim Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellem Efendimiz Hazretleri "Beni gören Hakk'ı görür" buyurdu. Zîrâ Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellem 'Allah' ism-i câmi'inin mazharıdır. Ve Allah ismi, bütün esmâ-i ilâhiyyeyi cami' olunca insân-ı kâmil dahi cemî'-i esmâ-i ilâhiyyenin mazharı düşer.

[8] Necip Fazıl Kısakürek derdi ki; “Biz Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellemi öyle sever ve meth ederiz ki, bir Allah demeyiz.”

[9] Sabık: Geçen, önceki, eski

[10] Lahık: Yetişen, ulaşan, erişen.

[11] İmam-ı Bûsirî, rüyasında Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellem Efendimizi görmüş ve kasideyi huzurunda okumuştur. Ancak bu beytin ikinci mısrasına gelince duraklamış, Resûl-i Ekrem Efendimiz "Oku" de­yince, "Bu mısrayı hatırlayamadım" demiştir. Bunun üzerine Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellem Efendimiz "Ve ennehu hayru halki'llahi kullihimi" şeklinde işaret buyur­muşlardır. Dolayısıyla beytin ikinci mısrası, Allah Resulünün manevî ifa­desini ihtiva etmektedir.

[12] Varlığı vasıtaya muhtaç mahlûklar.

[13] Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellem

[14]Her şeyi toplayan, derleyen, bütün yaratıkları huzurunda toplayan.

[15] Ehâdiyyet: Allah Teâlâ’nın her bir şeyde kendine ait birlik tecellisi. Bir olmak;  fakat sayıdan olmayan birlik.

Vâhidiyyet: Allah Teâlâ’nın bütün eşyada birden birlik tecellisidir. Bilindiği üzere ehâdiyyet zât-a, vâhidiyyet sıfatadır.  

Ehâdiyyet, Zâtın tecellisinden ibarettir. Bu tecellide isimlerin, sıfatların ve bunların müessirlerinden olan hiçbir şeyin zuhuru yoktur. Çünkü ehâdiyyet, Hakk ve halkın itibarlarından sıyrılmış olarak tecelli eden sırf zâtın ismidir. Tecellilerin en ulvîsidir. Mahlukun bununla vasıflanması mümkün değildir.

Vâhidiyyet, zâtın mazharıdır ve sıfatların ayrılığını toplayarak zuhur eder.

Bilmek lazımdır ki; Ehâdiyyet, vâhidiyyet ve ulûhiyyet arasındaki farklar şöyledir.

Ehâdiyyette isim ve sıfatlara dair hiçbir şey zâhir olmaz. Sırf zattan ibarettir.

Vâhidiyyet isim ve sıfatlar, müessirleri ile beraber zâhir olur. Bu zâhir oluş yine zâtın hükmü iledir. Yoksa zattan ayrılma demek değildir. Bu bakımdan sıfatların her biri diğerinin aynıdır.

Ulûhiyyette isim ve sıfatların her biri kabiliyet ve istihkâk hükmü ile zâhir olur. Ulûhiyyet tecellisi, bütün tecellilerin hükümlerine şamildir. Zirâ ulûhiyyet, her haklıya hakkını verme tecellisidir.

 

[16] “Her kim benim veli kullarımdan birisine düşmanlık ederse ben ona harp açarım. Kulum kendisine farz kıldığım şeylerden daha sevimli bir şeyle bana yaklaşmamıştır. Kulum bana devamlı nafile ibadetleri ile yaklaşır. Bunun sonucunda ben onu severim. Bir kere onu sevdim mi ben onun işiten kulağı, gören gözü, tutan eli ve yürüyen ayağı olurum. Eğer benden bir şey isterse onu veririm. Bana sığınır­sa muhakkak onu korurum.” (Buhârî. Rekaik, 38; İbn. Mâce. Fiten. 16.38)

KURB: Arapça, yakınlık anlamındadır. Kelime ezelde, yani ruhlar âleminde, Allah Teâlâ ile kul arasında geçen ahde uymayı ifade eden, bir tabirdir. Kulun Hakk'a yakın olması, müşahede ve mûkâşefe iledir. Allah Teâlâ'dan gayrisiyle de Allah Teâlâ'dan uzak olur.

İki türlü kurb vardır.

1- Nafilelerle olan kurb: Beşerî sıfatların sona erişi ve beşer üzerinde Allah Teâlâ'nın sıfatlarının zuhuru. Bu durumda beşer, uzaktakileri duyar ve görür hâle gelir. Buna, beşerî sıfatların, Allah'ın sıfatlarında fani olması da denir. İşte bu, nafileler ile elde edilen kurbdur.

2- Farzlarla olan kurb: Kulun, nefsi de dahil olmak üzere, her şeyin şuurundan tamamen fâni olmasıdır. Artık onun nazarında, Hakk'ın vücûdundan gayri, hiçbir şey kalmaz. Bu, farzların semeresi olarak ortaya çıkan fena halidir. Özet olarak ifade etmek gerekirse; kurb, Allah'a itaat ve kullukla elde edilir. Kurb, Kâbe kavseynin hakikatına da denir.

[17] Sırları örtme ve gizleme işi ile uğraşan kişi, perdelerin kumandanı.

[18] Âlemlerden murat seyreden âlemlerdir. Bunlar 360 bin âlemdir. Gayb ve şehâdet âlemlerinde inen ve çıkan mertebeler çoktur. Bütün âlemlerde Hakîkâti Muhammediye´yi müşâhede etmek suretiyle devir etmek büyük bir rütbedir.

[19] Allah Teâlâ’nın ferdiyyetine (birliğine) işaret eder. Bu Allah Teâlâ’nın ilk yaratılıştaki hüviyetidir. (yalnız başına kendisiyle olduğu hal) Buna  الـــْحَـقِّ اْلأَوَّل  denmiştir. Mertebeler ve tecelliyatlar bunun açılımlarıdır.

[20] Hadid, 3

[21] Bu dört isim ilâhî isimlerin Ümmühât-ı Esmâ´sıdır. (isimlerin anaları).

[22] Efendimiz (aleyhissalâtü vesselâm ve ala âlihî) için ise bu konuda aynı müteâlayı yaparken ilâhlık vasfı dışında hepsi gerçektir. Âlemler, Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellem Efendimiz olmadan hiçbir şekilde ifade ve hayat bulamaz. Sultanın huzurunda vezirinden başka kimse konuşamazsa Allah (cc)´ın huzurunda nebiler ve melekler dahil olmak şartı ile kimse konuşmak şöyle dursun, huzûra çıkmak dahi mümkün olmadığı gibi varlığı hesaba dahi katılmaz. Bu gerçekten Onun varlığının evveli, sonu, zâhiri ve bâtını için açıklama yapmak mümkün değildir.

[23] O vakit ki, Rabb´ine gizlice bir dua ile duada niyazda bulunmuştu. Demişti ki: Yârabbi!. Muhakkak benim kemiklerim zayıfladı, başımın tüyü de tutuştu (beyazladı), Sana ne dua ettim ise mahrum kalmadım. Ben arkamdan takip edecek akrabamdan korkmaktayım. Eşim de kısırdır. Artık bana Sen kendi tarafından bir oğlu bağışla. Hem bana vâris olsun hem de Yakub hanedanına vâris olsun. Onu katında rızaya mazhar buyur. Ey Zekeriya!. Seni bir oğul ile müjdeleriz ki, adı Yahya'dır. Onun için evvelce kimseyi bir adaş kılmadık. Dedi ki: Yârabbi!. Bana nereden bir oğul olabilir?. Eşim ise kısır olmuştur. Ben de ihtiyarlıktan son yaşa yetişmiş oldum. Buyurdu ki: Öyledir. O bana kolaydır ve muhakkak ki, ben seni bundan evvel yaratmıştım, halbuki, sen hiçbir şey değildin. (3-9Meryem  sûresi)”

[24] Elerin kenetlenmesi birbirlerinden ayrılmayışı demektir.

[25] Burada gizli zikrin üstünlüğü ve dua ederken gizli olarak istenilmenin hakikati açığa çıkmıştır. Zekeriyya aleyhisselâm  Allah Teâlâ’ya gizli bir sesle dua etmesi  büyüklerin huzurunda olanın sesinin yüksek çıkmadığı içindir. Nidâ dua etmek makamındadır. Buradaki duada insanların yaşantısında olmayacak bir isteğin, olabilirliği vardır.  Bu salavât-ı şerîfe ile dua eden Allah Teâlâ’nın rızasına muhâlif bir şey istemiyorsa, Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellemi vesile ederek isteğine kavuşacaktır. Yine bu salavât-ı şerîfeye devam edenlerin lafzen dua etmese bile gönülden murat ettikleri isteklerin muhakkak olacağı açıklanmıştır. Gönül istekleri ise Allah Teâlâ katında geçerli isteklerdir.

[26] Kasas, 85

[27] Kehf, 10

[28] Hata ve kusurlar şahsıma aittir. Tercümenin bittiği tarih 14.10.2010

Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.

Benzer Yazılar

Yorumlar