GAVS’ÜL-ÂZAM İHRAMCIZÂDE HACI İSMAİL HAKKI TOPRAK SİVASÎ
İnsana kelâmı ve beyânı öğreten Allah Teâlâ’m aklın mâveralarından
ve kalbin dehlizlerinden sızan düşüncelerime istikamet ve aydınlık ver.
Anlayışımızdaki olgunluğu ziyadeleştir. Bu niyetimiz ve kardeşlerimiz ile sana
olan yakınlığımız artsın. Bu nedenle Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellemi
daha iyi anlamak bize nasip olursa bizi de çok sever ve affedersin.
Sultanım Hz. Halid İbn-i Zeyd Ebu Eyyüb-el Ensârî radiyallâhü
anhın ve Gavs’ül-âzam İhramcızâde Hacı İsmail Hakkı Toprak Sivasî kaddese’llâhü
sırrahu’l-azizin üzerimdeki bereketlerinin ziyadeleşmesi niyetiyle,
yardımlarını talep ve niyaz ediyorum.
İhramcızâde İsmail Hakkı Efendi hakkında
yazılmaya çalışılan bu eser belgesel roman türü olarak düşünülmüştür. Daha önce
yazdığım araştırma türü olan kitabımızda geçen olaylarla bağlantıları
kuramayanlara bir kolaylık sağlaması hem de İhramcızâde Hacı İsmail Hakkı
Efendiyi dünya gözüyle görmeyenlere anlayışta berraklık zuhur eder niyetiyle
kardeşlerimize hediyemizdir.
Kitapta İhramcızâde İsmail Hakkı Efendinin hayatında
geçen olaylar, sohbeti ve konuşmalarında tarih vermediklerimizde genellikle uygun
olacağı düşünülen senelere dağıtılırken oluşan kanaatler ile hareket
edilmiştir.
Bazı olaylar ve kişiler hakkında bilgilerde
kapalılık görülürse, bilgimizin azlığı veya gerekli görüldüğü unutulmamalıdır.
Eksik veya yazılmadığı görülen bir şey varsa o
da bizim noksanlığımızdır. Bu nedenle özür beyan ederiz.
19.02.2009
İhramcızade
İsmail Hakkı ALTUNTAŞ
KATRE ŞİİRİ
Katremizden hisse al bî-gâr-ı derya olmuşuz.
Cümle halka bir bakışla çeşm-i bînâ olmuşuz.
Gerçi zahirde lisân-ı nâs ile güftârımız.
Mânâ yüzünden soyunup hep muarrâ olmuşuz.
Validem
merhume açmıştı bize bir kutlu fâl,
Ravzâ-i Pâk-i
ziyarette demişti: ‘Ey Kerîmü-l Müteâl’
Bu Habîbin
hürmetine ver bana ferzend bî-melâl
Ândan aldığı
libâsı bunda iksâ olmuşuz.
Tâ ezelden intisabım âlemin Seyyidine,
Düştüm aşkına anın geleliden bu ânasır bendine
Çok aradım ağladım yüz tutup Hakk’ın kendine,
Âlemi devrân içinde Hubb-u Mevlâ olmuşuz.
Künhümü
bilmek dilersen sırr-ı Hâki’dir özüm.
Anın
edvârıncadır dâim özüm ve sözüm
Her neye
baksa basar Hâki’dir bakan gözüm,
Zîrâ evvelden
anınla tek-ü tenhâ olmuşuz.
Bir acep sırrı Tâki’den aldığım ders-i iber,
Anı bilmek dilersen sana vereyim haber,
Her ûlûmi almıştı pîrimden O şeyh-i muteber,
Biz anda mahvolup bezm-i ferda olmuşuz.
Çünkü kıtmîr
olalıdan bu kapıda bu hakîr,
Her işin
sırrın ezelden bildim Takdîr-u Kadir,
Ol sebepten
işimiz cümleye tazim ve tekrimdir.
Böylelikle
halk içinde Hakk-ı rânâ olmuşuz.
Bu tarîkat âleminde olmak istersen sû-dimend,
Sen de bu halde olup halktan lisânı eyle bend,
İşte budur âcizânem Hubb-u fi’llâh sana pend,
Hayr-u hakanı cihan Simurğ-u Anka olmuşuz.
Bunca ilm-ü
fazl ile bilmez imiş nûr-i basar,
Her işi eden
ettiren Allah değil mi ver haber?
Leyk hulûli
ittihazdan eyle gayetle hazer,
Biz hakâyık
âşiyân içre mîmâr olmuşuz.
Emr-i mâ’rûf münkeri bilmez miyiz?
Anlar ile biz amel kılmaz mıyız?
İsr-i Pâk-i Ahmed-i bilmez miyiz?
Şimdi izmâr eyleyü biz râh-ı mânâ olmuşuz
Herkesin
miktarı ihlâsınca fiili eder zuhur.
Sen çalış ol
muhlisândan çıkmasın senden kusur,
Gayride
görsen hatâyı setredüp andan al huzur,
Bunu âdet
edinip bir dürr-i yekta olmuşuz.
İbtilâ âlemde var ikmâldir etme cedel,
Her kula nasip etmez ânı Huda izz-ü ve cel,
Başa gelse bil ânı devlet ve nimet bî-bedel,
Biz anı görmüş ve geçirmiş pâk musaffa olmuşuz
Hakk’ı her şeyde âyân görmüş ve bilmişlerdeniz.
Ol sebepten halk katında Hubb-u Mevlâ gözleriz.
Kahr-u lütfün cümlesin bir
bildim ve tuttum ey-azîz,
Hamdülillâh biz bu lutfa mazhâr-ı mücellâ olmuşuz.
Bilmediler zevkimi cümle ins ü cin melek,
Derdine düştüm bana neler çektirdi felek,
Hâl-i Hakkı bulmaya beyim zikrin dâim gerek,
Zikr-i Hakk, seyr-ü sebakla ders-i yekta olmuşuz.
İhramcızade
Hacı İsmail Hakkı TOPRAK
Kaddese’llâhü sırrahu’l azîz
İki âlemde tasarruf ehlidir
ruhu veli
Deme kim bu mürdedir, bunda nice derman ola
Ruh şimşiri Huda’dır ten
gılaf olmuş ana
Dahi âlâ kâr eder bir tığ kim
üryan ola
“Allah’ım! İhtiyarlamaya başladım, saçım başım
ağardı. Ve ben, Rabbim, sana ettiğim dualarımda hiç bedbaht olmadım. Bana bir evlat nasip kılmazsın.”
Diye Aişe Hanım [1] ağlıyıp,
bir gizli sesle Rabbine niyaz
etmişti. Geceler uykudan uyanırsa bir daha uyuyamaz, niyaz kapısında Hakk’a yüz
tutardı. Kocası Kolağası[2]
Abdulkadir Efendi durumun farkında olmasına rağmen sürekli ona;
“Aişe! Niye üzülürsün ki,
sen ahlak yönünden yücelik üzeresin. Allah Teâlâ seni muhakkak sevindirecektir.” O ise
“Efendim! Güzel efendim!
Ana olmak duygusu içimi böyle çoşturuyor.”
Sözlerin bittiği tükendiği yer
olur mu? Bitiyor. Çünkü kalbin derinliklerini akıl nasıl sakin kılabilirdi.
Kocaman evin büyük odalarını gezerken yalnız ayağın tahtadan çıkarttığı gıcırtı
insanı nasıl teskin edebilirdi ki, Aişe Hanım sürekli yüreği yakan evlat
sevgisini nasıl terk edebilirdi.
Birde sürekli duasını
“Allah Teâlâ’m evlat
verirsen onu cami hizmetkârı yapacağım” diye bitirirken bir gizli anlaşmayı da sürekli tekrar tekrar yapıyordu.
Kolağası Abdulkadir Efendi her
zaman hanımına dua ederdi.
“Allah Teâlâm! Aişe’yi
sevindir. Onun dualarını boşa çıkarma”
Günler, aylar birbirini o
kadar hızlı takip etti ki, Allah Teâlâ dualarını kabul etti. Ancak bir güz yeli
aile üzerinden esmişti.
Aişe hanım eve bir akşam erken
gelen Abdulkadir Efendinin halini hiç iyi görmedi.
“Hayırdır, Efendim rahatsız
mısın?”
“Evet”
“Allah Teâlâ büyüktür,
senin için şifâ isteyelim.”
Ancak hastalık Kolağası
Abdulkadir Efendiyi terk edecek gibi değildi. Evlat hasreti ile yoğrulan Aişe
Hanım bu defa kocasını mı kaybedecekti.
“Allah Teâlâm bana yardım et. Güç ve takat
ver. İsyan etmekten sana sığınırım.”
Kolağası Abdulkadir Efendi
otuz üç yaşına gelmiş Aişe Hanımı yanına çağırdı ve
“memnun be mesrur olarak
hakkımı helâl ediyorum. Sakın ben öldükten sonra nasbini kapalı tutma. Benden
bir çocuğun olmadı. Nazlı yârim! Ben büyük ihtimalle yarına çıkamayacağım.
Senden çok Biliyorum ki Allah Teâlâ sana cihanı aydınlatacak bir evlat verir.”
“Aman Efendim! Allah
Teâlâ ömrüne bereket versin.” Diyen Aişe
Hanımın içine ateş düştü. O bir yandan gözyaşlarını dökerken evinin direği son
nefeslerinde “Ben senden razı oldum. Allah Teâlâ da seni sevindirsin”
son kelâmı olmuştu.
Sarışeyh mahallesi Nalbantlarbaşı’nda
12 numaralı hanenin[3] üzerine matem düştü. Çocuğu
olmadığı için üzülen Aişe Hanım, şimdi dul kalmıştı.
***
Bir veya iki sene geçmişti.
Aişe Hanımın arkadaş
çevresi çoktu. Paşa hanımları, memur kesimden mahkeme hâkimlerinin hanımları
onu çok severlerdi. Ziyaretine gitmedikleri günde yok gibiydi. Fakat onun bu
yoğun ilgi içerisinde bile yalnızlık halini bir türlü gideremiyordu. Sürekli
içinde bir sıkıntı vardı. Artık karar verdi. Dede vatanını [4] ziyaret
etmek istiyordu. Çünkü arkadaşları Nilli Hatun dedikçe Mısır’ın ve Nil’in güzel
havasını içinde duyuyordu.
Ancak İhramcızâde Mehmet Efendi bu durumun bu
şekilde devam etmesine gönlü razı değildi. Aişe Hanıma
“Güzel kızım. Bu iş böyle devam etmez. Bizim
Hüseyin [5] ile seni evlendirelim.
Yaşı senden küçük ama kemal yönünden ailemiz içinde onun gibisi yoktur.
Duyduğum kadarıyla hacca da gitmek istiyormuşsun, hem de dini açıdan mahremiyet
sıkıntısı ortadan kalkar.” [6]
Aişe Hanım sukut durdu. Bu şekilde Abdulkadir
Efendinin kendisine söylediği sözlerin gönülden söylendiğini anladı.
Evlilik hazırlıkları ve hac yolculuğu
birbirine karışarak bir telaş bütün İhramcızâdelerin sevinç kaynağı oldu.
Hazırlandıkları sırada bir paşa hanımı,
“Aişe Hanım hacca gittiğinde bir çocuk
elbisesi yaptır. Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellemin kabri şeriflerinin
yanına koy ve Allah Teâlâ’ya;
Yarabbi! Habibinin yüzü suyu hürmetine bana
bir erkek evlat ver, diye dua et. İnşallah, Rabb-ül Âlemin sana bir erkek
evladı verir” dedi.
Aişe Hanım bir çocuk elbisesi yaptırdı.
Gemi ile yapılan yolculuk ile Mısıra varıldı.
Akrabalar ziyaret edildi. Önce Ecdadının memleketi Medine’ye varıldı. Ravzâ-i şerif ziyaret edildi. Rasûlüllah
sallallâhü aleyhi ve sellemin kabri saadetlerinin hizmetkârını bulup elbiseyi
sanduka-ı şerifin ayakucuna bıraktırır ve
‘Ey Kerîmü-l Müteâl! Bu
Habîbin hürmetine ver bana ferzend bî-melâl”
“Ya
Rabbi Habîbin yüzü suyu hürmetine bana bir evlat ver ki, onu cami kölesi
yapayım” diye niyazda bulundu.
Medine’de o gece kutlu çocuğun müjdesi Aişe
Hanıma hemen verildi.
Rüyasında
Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellemin “Biz İsmail’i kendi toprağımızdan
yoğurduk, ekşitmedik ve sana da hediye ettik” müjdesini duyarak uyanmış, kalkmış iki
rekât Hacet namazı kılmıştı. Müjdeyi de Hüseyin Efendiye duyurmuş. Hac
yolculuğu iki tatlılıkla bir olmuş. Artık üzülen Aişe Hanımın bir daha hiç
üzülmeyecekti. Çünkü İsmail geliyordu. Hem de Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve
sellemin müjdesi İsmail.
Mekke’ye gidildi. Aişe Hanım, Efendi
Hazretlerine hamile iken Tavaflar yapıldı. Hac görevlerinden olan Safâ ve
Merve’yi say ederken ilham olan aşağıdaki beyitleri çok tekrar ediyordu.
İsmail’im Âzam sensin
Gül yüzlü tazem sensin
Dört kitabın hakkı için
Gönlümde gezen sensin.
Hacı Aişe Hanımın Güzel İsmali ana karnında
Hakk’ın kapısına yüz tutup tavaf ediyordu. Arafata çıkıp Allah Teâlâ’ya niyazın
sırlarına kavuşuyordu. Tekrar Medine’ye ikinci bir ziyaret daha yapıldı.
Ravza’ya bırakılan çocuk elbiseleri alındı. Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellemin emaneti artık Sivas diyarına
doğru yola çıktı.
***
Sarışeyh Mahallesinde artık
bütün insanlar çok mutluydu. Hacı Aişe Hanımın oğlu dünyaya gelmişti.[7]
Adını Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellem vermişti, İsmail.
Bu şekilde annesi kendi
babasının adınıda koymuş olacaktı. Birde Hakk’ın adamı olsun diye Hakkı ismini
ilave ettiler. Çünkü adağı vardı, cami hademesi olsun istiyordu.
Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellemin Ravzâ-i Pâkine
teberrüken bir süre bırakılan çocuk elbisesi daha sonra kendisine giydirildi.
***
İsmail Hakkı daha çocukken mahlûkatın dahi
gözbebeği idi. Hacı Aişe Hanım gözünden sakındığı İsmail Hakkı’ya abdestsiz süt
vermedi.
Bir gün evlerinin önünde yılan yüzüne uzanmış,
yalamaya başlamıştı.
Hacı Aişe Hanım
“İsmail’i yılan yiyor” dedi. Yılanı kovdu. Meğer mahlûkat sevgisinden dolayı
ziyarete gelirdi.
“Ah, İsmailim, mazhariyetin büyük,
unutuyorum. Sen Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellemin emanetisin, sana kim
zarar verir ki.”
***
Hacı Aişe Hanımın dört sene sonra dünyaya
gelen erkek kardeşine de Ömer Sıtkı [8] ismi verdi.
Abisinin can dostu ve yardımcısı olsun istiyordu.
***
Çocukluğu Sarışeyh mahallesinde
geçiren İhramcızâde İsmail Hakkı daha sonra babasının adliye başkâtibi olduğu
için Zara’da yedi yaşına kadar bulunmuş ve sıbyan mektebini burada okudu.[9]
İhramcızâde Mehmet Efendi asker olmasını istiyordu. Annesi
ise cami hizmetkârı.
On yaşındayken Sivas’a gelip Örtülüpınar mahallesine göç ettiler ve Askeri Rüştiye’ye girdi.
Kazancılardaki Deli Fikri Paşa Konağında İsmet (İnönü) ile
beraber okudu. İsmail
Hakkı’yı severdi.
İsmet (İnönü) ile
sınıfın girişinde beraber otururdu. Zayıf ve cılızdı. Onun numarası 32 ve İsmail
Hakkı’nın ki, 34 dü. O zamandan İsmet
siyasetçiydi, öğrencileri başına toplar, masaya çıkar konuşma yapardı. İsmet’in
başı ne zaman sıkışsa İsmail Hakkı’dan yardım isterdi. İsmet şehrin yerlisi
değildi. Bu nedenle İsmail Hakkı’nın her zaman yardımına muhtaç oluyordu. İsmet 1895
yılında okulu bitirince bir yıl Sivas
Mülkiye İdadisinde okuduktan sonra 1897 İstanbul’a gitti.
***
Hiçbir zaman onu üzmek istemezdi. Gençliğin
verdiği yaramazlıklar olursa da elinden geldiği kadar kendini korumaya
çalışırdı.
Şehirde bazen Hacivat ve Karagöz oyunu getirilince evin tavuklarını
Hacı Aişe Hanımdan habersiz 3 kuruşa 5 kuruşa satar, giderdi.
Aslında durumun farkında olan annesi ufak tefek bu kaçamaklara göz
yumuyordu.
Bazen İsmail Hakkı harçlığı biterdi. Fakat bu durumdan dolayı annesine
dert yanardı. O ise
“Oğlum
İsmail, dünya için
babanla kötü olma bir ihtiyacın olursa benden iste; denizde kum bende para,
sarı sarı liralar minderin altında” diyerek
babanla sakın kötü olma diyerek analığın koruyuculuğunu gösteriyordu.
***
İsmetin İstanbul’a gitmesinden dolayı İsmail
Hakkı’da gidip okumak istiyordu. Bu nedenle İsmail Hakkı:
“Anne izin verirsen bende İsmet gibi, İstanbula gitmek
istiyorum.”
Hacı Aişe Hanım:
“Gül yüzlü İsmailim, deden Mehmet Efendi
Kars Muhaberelerinde büyük yararlıklar gösterdi. Kolağası Abdülkadir Efendi
asker idi. Ancak benim senin için adağım var. Cami hademesi olmanı istiyordum.
Dedengile fazla bir şey diyemedim. Onlar artık Hakk’a yürüdü. Baban bu konuda
bir şey demez. Fakat artık sen yolunu Hakk’ın tarafına çevir. Senin
Mazhariyetin büyük. Sana abdestsiz süt
vermedim gönlünü hoş tut. Ben senden ancak bunu isterim.”
***
İsmail Hakkı okuluna giderken elbiselerini güzelce giyinir,
bir gencin yakışıklığı üzerinde nasıl olursa onda bunu görmek mümkün olurdu.
Genç kızlar pencerelerin arkasından
“Güzel İsmail gidiyor” diyerek
hayran hayran bakarlardı.
Bir kız onu çok sevdi, fakat nede çok sevmişti ki, İsmail
Hakkı’da onun bu sevgisini kendinde buldu. Bu aşk bir zaman sürdü. Artık bu iş aşikâr
olunca Hacı Aişe Hanım bu durum üzerine kızı istediler. Fakat kızın annesi bu
evliliğe razı olmayınca kız derdini kimseye anlatamamış, bu nedenle verem olmuştu.
İsmail Hakkı’da bu acıyı sinesinde o kadar duydu ki gizli gizli sigara dahi
içiyordu. Sanki sigara onun iç yangının dışa vuruntusu oluyordu. İsmail Hakkı
bazen ah çekip
“Allahım bu aşk acısı ne zor bir şeymiş.” “Sevdiğimi bana vermediler.” Derdi. Sevgilisi vefat
edince İsmail Hakkı uzun bir süre kendini toplayamadı. Fakat Hacı Aişe Hanım
“Oğlum sevmek güzeldir, fakat senin mazhariyetin büyük bu
hal üzere kendini meşgul kılma” diyerek bu
sıkıntılı dönemin geçmesine yardımcı oldu.
***
İsmail Hakkı arkadaş sohbetlerinden çok geç saatte
eve dönerdi. Geldiğinde de annesini uyur bulunca muhabbet ve hürmet o ya,
ayaklarının altını öpünce ve o anda annesi uyanır, ve
“Güzel
oğlum, dağ taş evladın olsun”. Derdi.
***
Annesinin sözünü dinleyip medrese eğitimi [10]
için Şifâiye medresesine [11] devam ederek manevi
hayatın temellerini attı. Annesinin manevi tarafa yönelmesini istemesi
nedeniyle Sivas’ta bulunan Rifâi Tariki büyüklerinden Arab Şeyh
ismi ile bilinen Seyyid Abdullah Haşim kuddise sırruhu’l-azîz Efendi dergâhının
sesli zikirlerinin müdavimi oldu. Beş yıl kadar sürececek beraberliğin
temelleri atıldı.
Bu ara sesli zikir esnasında ilahi söylemek adet olduğundan
Niyazi Mısrî Divanıyla uzun yılllar sürecek bir arkadaşlığı başladı. Öyleki
koynundan çıkarmadığı bir sevgili olmuştu. Sıkıntıları ve soruları olduğu zaman
her an divanın yardımını yanında buluyordu.
***
Bendeki
tarîkat ahvali etrafımdakiler tarafından âyan olunca, yaşlı akrabaları onu
sever ve meşgul olurlardı.
“Bu çocuğun başına bir iş gelecek” diye söylenirler ve
“İsmail sen daha gençsin,
zamanımız nazik, bırak şu tarîkat işlerini” dediler. İsmail
Hakkı onlara;
“Siz yiyip içmeyi bıraksanıza” derdi. Onlar
“Yiyip içmek bizim gıdamız” dediler. O da;
“Bu da bizim gıdamız,
bu işi böyle bilip, böyle
inanmayan yola gidemez, kuştan korkan
darı ekmezmiş” dedi.
İlk mürşidi olan Abdullah Haşim El-Mekki
kuddise sırruhu’l-aziz (Arab Şeyh) in “Evlâdım, senin nasibin bizden değil!”
diyerek bir nevi izin vererek arayış içinde olmasını tavsiye buyurdu.
***
Babası Hacı Hüseyin Efendi adliyede zabıt
kâtip olduğu için oğlu İsmail Hakkı için mülazimeten (stajyer) memur
olarak görev almasını sağladı. Ancak annesi Hacı Aişe Hanım bu durumdan sitem
ederek
“Mazhariyetin
büyük, ben sana cami hademesi ol dedim, sen memurluk yapıyorsun; adam olmadın
oğlum” gözyaşları
ile söylerdi.
İsmail Hakkı bu konuda fazla
ısrarcı olmasa da kendisi için bir kazanç kapısının açılmasına sevindi. Bu
arada Abdullah Efendinin kızı İmmihan Hanımla
evlendi. İlk çocuğu 1901 Halis Turgut doğdu.
Ancak İsmail Hakkı Efendi hayatın içine atılmış Osmanlının
yıkılma dönemlerindeki sıkıntılı hayatın çözümleri için çareler üretmek
istiyordu.
***
Hacı Aişe Hanım Tokat’ta Hacı
Mustafa Hâki Hazretlerinin ziyaretine gitmişti. Evladı İsmail Hakkı hakkında önce dünyaya gelişini Ravza-i Pâkiden Harem-i Şerif
hediyesi olduğunu söyledi. Efendi
hazretlerinde ona bir aşk düştü. Gönülden onu sevdi. Gönülden gönüle yol var
derler. İsmail Hakkı’da bu sevgiyi duydu ki arkadaşları bir gün Tokat’ta bir
şeyhin rivayetleri ile sürekli meşgul olunca gönlüne Şeyhin sevdası düştü
Bir gün arkadaşları
“Tokatta bir şeyh
var onun yanına gidiyoruz” dediklerinde O’da onlarla gitmeye karar verdi.
***
Tokat’a atlar üzerinde arkadaşları ile
gittiler. Mola verdiklerinde arkadaşları bu türküyü hemen dile alıyorlardı.
Tokat yolu kaldırım
Düştüm beni kaldırın
Sevdiğimin uğruna
Vurun beni öldürün
Gidiyom
elinizden
Kurtulam
dilinizden
Yeşilbaş ördek
olsam
Su içmem
gölünüzden
Aslan yârim kız senin adın Hediye
Ben dolandım sende dolan gel beriye
Fistan aldım endazesi on yediye
Az mı geldi gönderdiğim hediye
Tokat
bir dağ içinde
Gülü bardağ
içinde
Tokat'tan yar
sevenin
Yüreği yağ
içinde.
***
Ziyaretten önce Peşkircioğlu Nuri Efendiyi gördü.
İsmail Hakkı’nın ziyaret maksadını anlayınca Seyyid Hacı Mustafa Hâki kuddise
sırruhu’l aziz Hazretlerini çok övdü.
“Benim Efendim….” Diye başlıyan bütün sözleri ile artık gönüldeki yangın
artmıştı. Namaz vaktini bekliyorlardı. Çünkü Efendi hazretleri gelecekti. Ali
Paşa Camii’nde cemaate namaz kıldıran Mustafa
Hâki Hazretlerinde her nasılsa sehvi secde hali zuhur etti. Namazdan çıkıp
dışarıda bekledikleri sırada kendisinden daha evvel bu yola intisap etmiş
bulunan Peşkircioğlu Nuri Efendi;
“Şeyhim hiç böyle bir şey yapmazdı”
“Şeyhimde hiç böyle bir hal omazdı”
diye söyleniyor ve övdüğü Efendisini düşünüyordu. İsmail Hakkı, caminin iç kapısından
çıkmakta olan Mustafa Hâki Efendi Hazretlerinin göğsünün her iki tarafında
ALLAH yazılı olduğunu gördü
“Nuri Efendi! Sen benim gördüğümü görsen
hiç bir şey söylemezsin” dedi.
İhvan gurubu efendilerin peşinden yürüyerek şeyhin
dergâhına gittiler.
***
Seyyid Mustafa Hâkî kuddise sırruhu’l-azîz
Efendi, ihvanı ile sohbet ederken huzura gelen İsmail Hakkı’ya;
“Oğlum! Nerelisin?”
“Sivaslıyım, İhramcızâdelerdenim”
….
“Sen, Hacı Aişe
Hanım’ın oğlu musun?” Diye sorduklarında;
“Evet, Efendim!” Diye cevap verdi.
İsmail
Hakkı tarif edilemez bir heyecana düştü. Kendini kaybetti. O anda kendisinin
Mustafa Hâkî kuddise sırruhu’l-azîz
Efendi olduğunu zannetti.
Bir an ki bir ömre bedel gibi uzadı uzadı ki kısa zaman
içinde alınacak alındı verilecek verildi. İsmail Hakkı huzurdan çıktıktan sonra
Mustafa Hâki kuddise sırruhu’l aziz Hazretleri ihvana dönüp,
“İşte şu kapıya
yakın yere oturup giden genci gördünüz mü? O, bizde ne varsa hepsini aldı
götürdü” dedi.
Daha sonra Peşkircioğlu Nuri Efendi İsmail Hakkı’ya bu müjdeyi
O’na iletti.
Olan, olmuş, kâinata can ve nur olacak hayatın kutsal doğumu
gerçekleşmiştir. Orada Seyyid Mustafa Hâkî Efendi ile tanışmış ve terbiyesine
girmiştir.
***
İsmail Hakkı Sivas adliyesinde stajyer memur olarak çalışırken 1905 yıllarında Tokat’ta Duyûn-u Umûmiye de
Müskirat Memurluğunda çalıştı.[12]
İlk bu göreve başladığında Mürşidi Mustafa Hâkî kuddise sırruhu Efendi ona:
“İsmail Efendi, memur olduğun yerdeki müskiratın tadına da
bakıyor musun?” diye
sordu. Sonra;
“Gardaşım! İçkinin katresi haramdır. Fakat çoluk çocuğun
nafakası için çalışırsanız, Allah Azimüşşânın affedeceği umulur.”
“Fakat sen paranı yinede değiş tokuş yap.”
Bu nedenle İsmail Efendi başkasından borç alırdı. Aylığını
borcuna karşılık verip parayı değiştirirdi.
***
Çocukluğunda normal olan bazı harika haller
ders alındıktan sonra arttığı için rahatsız olmaya başlamıştı. Öyle bir hal
aldı ki, artık rahatta edemiyordu.
Tuvalete dahi giderken zikir halinden ar etmeye başladı.
Mürşidi Mustafa Hâkî kuddise sırruhu Efendiyi ziyaretinde
kendini meşgul eden şeyleri halen arzedebilirdi. Ancak annesi bu durumu bildiğinden
Şeyh Mustafa Hâki kuddise sırruhu’l-azîze ziyaretlerinde anlattı. İşte bu
minval üzere bir gün arkadaşlar ile ziyarete gittiler.
İsmail Hakkı Efendi arkadaşlar ile şeyhin elini
öptüler. Ancak o şeyhinin göğsünde Lâ
İlâhe İlla’llâh yazılı olduğunu görüyordu.
Zannediyordu ki, herkes bu yazıyı görüyor. Sonra anladıki arkadaşları görmemişler.
Şeyhi halinden İsmail Hakkı’nın durumunu anlayarak
“Kendi başına biten
bir ağacın meyvesi olmaz. Allah Teâlâ’nın âdetinde bir şeyi sebebe bağlamak
lazımdır. Nasıl ki, ana ve baba olmadan çocuk dünyaya gelmiyorsa, bir Mürşidi
kâmil terbiyesine girmeden olan doğuşta sakatlıklar olur.”
“Büyüklerin
vazifesi ihvanlardaki sıkıntı veren bu halleri almaktır. Allah Teâlâ’nın izni
ile bu halide alırlar” dedi.
O hal birden kayboldu.
İsmail Hakkı Efendide zikrin sırlanma hali
sürekli olup zikrin sesini duymazsam diye içine bir korkuda gelmedi de değil. Fakat
baktı ki bu hal ortama göre değişiyor ve tuvalette ise artık rahattı. Bu
aslında ona büyükler olmadan bu yolda yalnız gidilemeyeceğini göstermek içindi.
***
Hergün yeni bir hikmet öğrenen İsmail Hakkı,
Efendimin güzel sözlerini yazayım unutulmasın diye düşündü. Bir şeylerde yazıya
dökmüştü. Defterini de sürekli yanında taşıyordu. Bir gün şeyhi Hâki Efendi
durumun farkına vardı, deterini istedi ve baktı, dedi ki;
“Yazdığın da okunurmuş, lakin sen
kitap yazma” dedi. İsmail Hakkı Efendi bu
olaydan sonra ne zaman aklına bu türlü niyet gelirse önüne Elif Harfi gelirdi.
***
İmmihan Hanımdan Hayriye Hanım 14.07.1907 doğdu.
***
1908 yılında İkinci Meşrutiyetin ilanında Mustafa Hâki kuddise
sırruhu’l-azîz Hazretleri, Tokat mebusu olarak İstanbul’a gitti.
Tokat mebusu olarak İstanbul’a
giden Mustafa Hâkî kuddise sırruhu’l aziz
Efendiden sonra, Sivas
Duyûn-u Umumiye’ye görev değişikliği yaptı.
***
31 Mart 1325 (13 Nisan 1909) vakası ile Hareket Ordusu İstanbul’a
girmiş ve II. Abdulhamid Hanı 33 yıl padişahlık yaptıktan sonra 27 Nisan 1909
da tahtan indirmişlerdi. Divan-ı Harb-i Örfi (Sıkıyönetim Mahkemeleri)
kararları neticesinde birçok kişiye idam, sürgün vb. cezalar verildi.
Abdullah Haşimî el Mekki Hazretleri 24
Kanunisâni 1324 / Cumartesi / 6 Şubat 1909’da kurulduğu ilan edilen İttihad-ı Muhammedi Cemiyeti’ne
girdiğinden 31 Mart vakasından sonra ki, yargılamalar neticesinde cemiyet azalarına
ağır cezalar verilince Abdullah Haşimî El Mekki’ye Sivas’tan Mekke-i Mükerreme’ye
müebbeden nefyine karar verildi.
16 Ağustos 1909
Mekke-i Mükerreme’ye sürgün edilen Sivas’ta Rifai dergâhı şeyhi Abdullah
Haşimi kuddise sırruhu’l-azîz ve ailesi maddî sıkıntıya düşmüştü.
***
İhramcızâde İsmail Hakkı Efendinin 1909
yılında İmmihan Hanımdan oğlu Mehmet Sabit Kemal doğdu.
***
1909 da Seyyid Hacı Mustafa Hâkî Efendi İttihatçılar ve
gayri müslimlerin oyları ile meclis azalığı düşürülmüş ve İstanbul’da mecburi
ikamete tabi tutularak kendisine Çarşamba semtindeki Cebecibaşı mahallesindeki
Mevlana Mustafa İsmet Garibu’llah Efendi konağı dergâh olarak verilmişti.
***
Mustafa Hâki Hazretlerini ziyaretine giden
Hacı Mustafa Tâki Efendiye
“Sivas’ta ne var
ne yok, İhramcıoğlu İsmail Efendi ne yapıyor” dedikten sonra,
“Canım İsmail
iyidir” dedi. Bunun üzerine Hacı Mustafa Tâki Efendi, Sivas’a
döndüklerinde İsmail Hakkı Efendiye Hazretlerine gelip dediki.
“İsmail Efendi gözün aydın, Efendi Hazretleri
senin için İsmail iyidir” diye buyurdular. Hacı Mustafa Tâki
Efendi ilâveten
“Onların iyi
dediklerine Allah’ü Azimüşşan da iyi der.” Dedi.
***
1912 yılında Hacı Hüseyin Efendi Hakk’a yürüdü. 1913 Hacı Aişe Hanım
Hakk’a yürüdü.
Anne ve babasının peşpeşe Hakk’a yürümesi onu yalnızlığa
düşürdü. Devletin durumununda iyi olamaması durumu daha ağırlaştırıyordu.
***
01.03.1914 yılında İmmihan hanımdan Mevlüde vefa doğdu.
***
Birinci Dünya Savaşı başlamadan Sivas’ta bir zelzele oldu.
Bu zelzelede, Çifte minare ve Ulu Camii çok hasar gördü, minarelerin külahları
aşağıya düştü. Halk bu olayı hayra yormadı. Memlekette büyük bir felaketin
olacağını söyleyenler oldu ve savaş çıktı.
***
I. Dünya savaşı ilan
edilince asker altına alındı.
Askerliğini görevi icabı kol komutanı
olarak emrindekilerle birlikte Suşehri’ne cephane taşımak ve Ordu, Koyulhisar,
Suşehri arasında postacılık ve erzak nakli yapmaları suretiyle vatanî görevini yerine
getirdi. Bu sebepten
bulunduğu yörede Emanetçi Baba diye anıldı.
***
Mustafa Hâkî kuddise sırruhu’l aziz Efendi’nin
tekkeye yerleşmesinin ardından biraz maddi sıkıntı içine düşmüştü. İsmail Hakkı
içinde şeyhine hediye göndermek niyeti hâsıl olmuştu. Bu niyetle posta ile
dokuz altın gönderdi.
Meğer Mustafa Hâkî birinin dokuz altın borcuna kefil olmuş,
o an için parası olmadığından sıkıntıya düşmüştü. Kefalet parası için dokuz
altın istendiği an İhramcızâde İsmail Hakkı Efendinin gönderdiği dokuz altının
havalesi eline geçince, bu halden gayet memnun ve mesrur oldular.
O gün İsmail Hakkı mana âleminde şeyhinin iki elini kaldırmış
ve bir parmağının kapalı olduğunu gördü. Anladı ki; emanet yerini buldu ve
kabul edildiğini anladı. Ancak bu hal İsmail Hakkı’da ziyaret aşkını çoşturdu.
Şeyhini ziyarete
gidecek mali durumu da yoktu. Şeyhinin
muhabbetine ayrılık ve hasret de eklenince İstanbul’a gidebilmek için işyerinden
izin isteğinde bulundu.
“Biz kalb hastasıyız. İzin verilmesini rica
ediyoruz” diye bir dilekçe yazdı. Bu ilk dilekçe cevapsız
kaldı.
“Kalb
hastalığımız şiddetlendi, acilen dilekçemin sıraya konulması” diye
ikinci bir dilekçe daha yazdık ve ardından izin hakkı çıktı.
İzin aldıktan sonra yol parası için
12 lira gerekiyordu. Maaşı üç altın idi. Annesinden hatıra kalan altınları beş liraya
liraya bozdurdu. Üç lira da borç alıp
yol hazırlığı yaptı.
Peşkircizade
Nuri Efendiyede ziyarete giderken beraber gidelim diye teklif etti. Nuri
Efendi de mazeret beyan ederek gelmedi. İzinde aniden
çıkınca işyerinde tahsildarlıkla ile ilgilendiği için para için icmal yapmak
için zamanı dahi yoktu. Sevgisinin çoşkunluğu aklın engellerini dahi tanımadı. Yanındaki
arkadaşın elide eğri hırsız biri idi. O
zaman savaş zamanı olduğundan bir lira için bir adam asılıyordu. Parayı sayıp
teslim etmek dahi mümkün olmadı. Arkadaşına;
“Ben Şeyhimi ziyarete gidiyorum. Senin vicdanına bırakıyorum” dedi.
Bende gidiyorum diyenlerle dokuz arkadaş oldular.
İstanbul’a gitmek için
Samsun’dan gemiye binmek gerekiyor, zamanda kış olunca vasıta bulmak zorlaşıyordu. Sivas’tan Samsun’a kadar yayan yürüdüler. Samsuna geldiler. Aksilik ya
gemide yer yoktu. Yalvarıp yakarıp kaptanın gönlünü yapıp hayvanlar bölümünde
yolculuk yapmak için izin alabildiler.
Vapura bindiler. Vapur lebaleb (çok kalabalık) dolu
oturacak bir yeri ancak kademhaneler (tuvalet) yanında buldular. Ve orada
İstanbul’a geldiler. Şeyhimi
ziyarete gidiyorum diye oranın husumeti (kötü kokusu) İsmail Hakkı’ya misk-ü
amber gibi gelmişti.
Şeyh
sevgisi ve nişanı olan bu yolculuk İsmail Hakkı için hayatının belki en güzel
vakıası olacaktı.
Mustafa Hâki kuddise sırruhu’l-azîz Hazretleri
İhramcızâde Hacı İsmail Hakkı’ya
“Oğul, bu
iş bizimle bitecekti sen bunu bizden aldın”dedi.
Bu yolculuktan sonra bir daha Mustafa Hâki Efendiyi ziyarete gitmek
mümkün olmayacaktı.
Sonra
“Oğlum İsmail kadın ve erkek ihvanlarımıza
selam götür” dedi. İsmail Hakkı
Efendi biraz duraladı. Çünkü kadın ihvan yoktu. Sonra düşündü ki büyükler
çekirdeğe baktıkları zaman, çekirdekten
yetişecek ağacın meyvesini görebileceklerini idrak etti.
***
Abdullah
Haşimî el Mekki kaddese’llâhü
sırrahu’l azîz savaş çıkınca Sivas’a döndü. Milli Mücadele döneminde, Sivas’ta
yapılan 4 Eylül Sivas Kongresine Sivas temsilcisi olarak katılmış,[13] Mustafa Kemal
Paşa’ya destek vermiş, kendisini Sivas’da bulunduğu müddetçe dergâhında misafir
etmiş ve Paşa’yı suikastten kurtarmışlardı.
Mustafa Kemal Sivas’ta içinde bir
sıkıntı olunca dergâha gizlice gelir, Abdullah Haşimî el Mekki kaddese’llâhü sırrahu’l azîzden
bu işi başarıp başaramayacaklarını sorar ve her seferinde
“Oğul, Allah Teâlâ sana yardım edecek, korkma” telkinleri ile yurdun kurtuluşu
için tavsiyelerini dinlerdi.
Sivas Kongresi boyunca
delegelerin yemek ihtiyacına büyük miktarda katkı ve eşyalar Abdullah Hâşimî el
Mekkî kaddese’llâhü sırrahu’l azîz
dergâhından karşılanmıştı.
***
Abdullah
Haşimî el Mekki Hazretleri
Sivas Kongre Binası önünde Mustafa Kemal ile fotoğraf çektirdiler. Bu şekilde
aralarındaki dostluğun işareti için gelecekte Mustafa Kemal’in nasıl insan
olduğunu insanlara anlatmak istedi.
***
Memlekete düşman girmiş ve kurtuluş için Milli Mücadelenin
temelleri atılmaya başlamıştı. Sivas halkı Milli Mücadelede Mustafa Kemalin
yanında yer aldı. Ulu Camii de 12 Eylül 1919 günü Kongre salonunda halka açık
bir toplantı yapıldıktan sonra Sivaslılar tam kadro ile aynı gün Ulu Camii’nde
toplantı yapmışlardı. Sivaslılar Mustafa
Kemal Paşa’nın heyecanlı konuşmalarını can kulağı ile dinlemişti.
Mustafa Kemal Paşa, arkadaşları ve Temsil Kurulu üyeleri
108 gün kalarak Sivas’ta çalışmalarını yürüttüler.
***
Tokatlı Seyyid Mustafa Hâki Efendi dünyadan göçeceğini anlayınca oğlu Bahâeddîn Efendi
ile teberrüken tesbihini, takkesini, maşlahını ve benzeri hediyelerini Sivas’ta
bulunan İhramcızâde İsmail Hakkı Efendi’ye götürmesini istedi.
***
Sıkıntılı günler devam ederken Mustafa Hâki Efendiyi tekke
için Ali Haydar Efendi zor durumda bıraktı. Ali Haydar Efendi zamanın
Şeyhülislâmı Esa’d Efendiye sürekli “Efendim, benim hakkım ne olacak” derdi.
O da
“eğer Mustafa Hâki Efendi memlekete giderse fesat durum
çıkacak, bir zaman sabret” dedi.
Ali Haydar Efendinin arkadaşı Albay Kenan Bey tekkenin Ali
Haydar Efendi devrine çok uğraştı. Mustafa Hâki Efendi ise,
“Benim ölüm çıkar, dirim çıkmaz” dedi.
Sonunda Albay Kenan Bey ferman ile ‘13 Kasım 1919
Ser-katib-i Hazreti Şehriyari Ali Fuad’a cevabi meşihat cevabı ile’
mazbataların hazırlanmasını almış ve Mustafa Hâki Efendiye götürmek için
hazırlanmıştı.
Fakat gazeteler Mustafa Hâki Efendinin Hakk’a yürüdüğü haberini
yazıyordu. Mustafa Hâki Efendinin, “Benim
ölüm çıkar, dirim çıkmaz” sözü tecelli etmişti.
Bu olay için Ali Haydar Efendi ve arkadaşları gasbetti diye
Mustafa Hâki Efendiye serzenişte bulunuyorlardı. Ancak tekke el değiştirmesine
rağmen oturmak mümkün olmadı. Çünkü Küçük Mustafa Paşa ile Fevzi Paşa
Mahalleleri arasında büyük bir yangın çıkmıştı. Tekke yandı. Ali Haydar
Efendinin ve ihvanın birçoğunun evi de yanmıştı.
***
Mustafa Hâki kuddise sırruhu’l-azîz
Hazretleri (m.1856 / h.y.t: m.15 Ocak Perşembe
1920) [14] de
Hakk’a yürüdü.
Kabr-i
saadetleri Fatih Camii haziresindedir.
***
Mustafa Hâki Efendinin Hakk’a yürüdüğü haberi
Sivas’ta bulunan bütün ihvanı ziyadesiyle üzmüş bütün ihvan günlerce toplanıp
Kur’an okumuşlar, hatim indirmişler ve Mustafa Hâki kuddise sırruhu’l-azîz
Hazretleri için ilahiler söylediler.
***
Peşkircioğlu Nuri Efendi’nin de bulunduğu bir
sohbette, bir arkadaş Kerem’in şu türküsünü söyledi.
Karadır kaşların eğmeli değil
El ele kol kola değmeli değil
Fırsat elde iken sarmadık yâri
Beni öldürmeli döğmeli değil
Benim yârim incelerden pek ince
Yâdlara sardırmam ben ölmeyince
Azrail gelmiş de canım almaya
Ben vermem canımı yar gelmeyince
Bacadan aşıyor ayvanın dalı
Yüzüme dokundu yazmanın alı
Güzel nedeceksin bu kadar malı
İşte görünüyor dünyanın halı
Nuri Efendi hem ağladı ve hem de,
“İsmail Efendi senin bana İstanbul’a
ziyarete gidelim dediğin zaman vaktim de vardı, param da vardı. Zamanın
kıymetini bilemedim. Gitmedim çok pişmanım. Siz o fırsatı ve zamanı kullandınız
ve kazandınız” dedi.
***
İhramcızâde İsmail
Hakkı Efendi kırk yaşındadır.
Bir gece İhramcızâde Hacı İsmail Hakkı Efendi
Hazretleri evdekilere;
“Toplanın ve hazırlıklı olun bir
misafirimiz gelmek üzeredir” dedi. Gece yarısını müteakip kapının
çalındığı ve gelen ise Mustafa Hâki kuddise sırruhu’l-azîz Hazretlerinin
mahdumu Bahâeddîn Efendi olduğu görüldü.
Etrafa
verilen haber üzerine bütün ihvan İsmail Hakkı Efendi Hazretlerinin evinde
toplandı. Görüşme ağlayıp sızlaşma ve konuşmalar olurken Bahâeddîn kuddise sırruhu’l-azîz Efendi;
“Biz
buraya bir vazifenin ifası için geldik. Durun evvela şu vazifemizi ifa edelim”
dedikten sonra,
“Efendi Babam irtihalinden üç gün önce
oğlum Bahâeddîn bize yolculuk göründü. Bizden sonra ihvanı kiramı idare
etme yetkisi Sivas’taki İhramcıoğlu İsmail Efendi’ye verildi. Şu cübbemi,
sarığımı ve tesbihimi kendisine teberrüken götür ve vazifenin kendisine
verildiğini tebliğ et, buyurdular. İşte bende bugün bu vazifeyi tebliğ için
geldim” dedi.
***
İhramcızâde İsmail Hakkı Efendi ise, henüz
Tokatlı Pir Mustafa Hâki kuddise sırruhu’l-azîz Efendi’nin Hakk’a yürümesi
Sivas’ta duyulmadan Ali Ağa Camiinde dersiyle meşgulken manevi işaret gördü.
Bu manevi işarette İsmail Efendi gördü ki, Tokatlı Pîr Efendimiz
bir tarafta, Sivaslı Mustafa Tâki Efendi de bir tarafta oturuyorlardı. Pir
Efendi yerinden kalkarak, Mustafa Tâki Efendinin yanına geldi, bir süre sonra
da kayboldu. Gördü ki, Tâki Efendinin siması, Pirin mübarek yüzüne dönmüştü. Bu
görülen işaret ile Tâki Efendiye biat etmesi ve eksik dersini ikmâl eylemesi
gerekli olduğunu anladı.
İhramcızâde İsmail Hakkı Efendi, Mustafa Tâki
Hazretlerini işaret ederek,
“Canım Hacı Mustafa Efendi yaşça bizden
büyük ve tarîkatta da bizden eski ve ayrıca da sülûk görmemiş olmam hasebi ile
bu vazifeyi onun yapması gerekir” dedi.
Oradaki
ihvanlar da, “İsmail Efendi bu vazife sana verilmiş. Vazifeyi ifadan kaçamazsın”
demişlerdir. İhramcızâde İsmail Hakkı Efendi fikrinde ısrar etti.
Yapılan uzun müzakerelerden sonra kabul ettiği
takdirde bu vazifeyi vekâleten yürütmesi için Mustafa Tâki Hazretlerine teklif
yapılmasını ister. Sabah namazı vakti yaklaştığı için topluca Mustafa Tâki
Hazretlerinin evine gidilerek, alınan karar kendisine bildirilir. Onun da kabulü
sonucu bütün ihvanlar gibi İhramcızâde İsmail Hakkı Efendide Mustafa Tâki
Hazretlerine biat ederek hizmetlerine devam edildi.
***
İhramcızâde İsmail Hakkı Efendi bir ihvan olmasına rağmen etrafındaki
insanların meseleleri ile yakından ilgilenirdi. Birgün Ulu cami’de bir sabah
namazı sonrası İsmail Efendi, arkadaşlarına dedi ki,
“Dağılmayın, Osman Efendi emaneti teslim etmek üzere... Oraya
gitmemiz lazım” Namaz sonrası, Osman Efendi’nin evine giderler ve Osman
Efendi ruhunu testim eder. Defin sonrası taziye için geldiklerinde, annesi altı
aylık bir bebek olan Ahmet Turan Türkmenoğlu’nu kucağına almış ağlamaktadır.
“Niye ağlıyorsun gelin hanım” der, İsmail Efendi.. Annesi
“Ne yapayım, artık, altı aylık çocukla...” deyince, , İsmail
Hakkı Efendi küçük Ahmet Turan’ı kucağın alır,
“O artık bizim emanetimizdir, merak etme” dedi.
***
İhramcızâde İsmail Hakkı Efendinin
ilk şeyhi Abdullah Haşimî kuddise sırruhu’l-azîzi
13 Kasım 1922 [15]
tarihinde 92 yaşında Hakka yürüdü.
Mustafa Kemal Abdullah Haşimî el Mekki içinbir
başsağlığı telgrafı ile cenaze için yüz lira para gönderdi.
Satın alıp Rifâi Tekkesi olarak vakfettiği konağının alt
katındaki bir odada ebedi istirahatına çekildi.
***
1923 Mustafa Kemal Türkiye Cumhuriyetini kurdu.
***
İhramcızâde İsmail Hakkı Efendi 1923 Börkçü Ömer Oğulları’ndan
Zeynep Hanımla ikinci evliliğini yaptı.
***
Bir kış günü şeyhi Mustafa Tâki Efendinin bir
emri veya hizmeti olur diye kapısında oturup beklerken, tanıyan birisi yoldan
geçerken onun üzerine bir karış kar yağmış olduğunu gördü. Ertesi gün eşi Hacı
Zeynep Hanım’ın babasına gidip,
“Yahu Hacı Hasan Efendi! Bu senin damadın
deli midir, mecnun mudur, nedir? Gece yarısı Hacı Mustafa Efendi’nin kapısına
oturmuş, üzerine de bir karış kar yağmıştı”
Şeyhi olarak yerine gelmesini istediği kişinin
kapısında yokluk şerbetini içebiliyordu.
***
Bu arada Mustafa Tâki efendinin kontrolünde Sivas
Ürdünlünün Konağında 23 kişi ile beraber 21 günlük seyri sülûk dersini ikmal ettiler.
***
Şeyh Said ayaklanmaya karar verdiği sırada Bediuzzaman
Van'da Erek Dağında inzivaya çekilmişti. Şeyh Said ise çevredeki nüfuzlu
kişilere adamları ile haber yollayıp kendisi ile birlikte hareket etmelerini
istemişti. Eski ilmi hayatı ve âlimliğini bildiği için Bediuzzaman'a da haber
göndermişti. Fakat aldığı cevap çok anlamlı ve uyarıcı idi,
“Altıyüz sene
İslamiyetin bayraktarlığını yapmış bu milletin torunlarına kılıç çekilmez. Halk
irşad edilmelidir.”
deyip derhal bu
fikrinden vazgeçmesi için haber gönderdi. Ne yazıkki Şeyh Said buna kulak
asmadı 13–14 Şubat 1925 te isyan etti. Zamanın hükümeti olayla en küçük ilgisi olanları dahi
mahkeme edip ceza verdi.
Ortalık iyice karıştı. Tekkeler artık feyz
yerine korkuların kol gezdiği yer olmuştu.
***
Mustafa Takî kuddise sırruhu’l-azize kendinden sonraki halife
sürekli sorulunca derdi ki;
“İhramcızâde Hacı İsmail Efendi Allah’ın halifesidir. Bizim
halife tayin etme salahiyetimiz yoktur.”
İsmail Hakkı Efendinin Sülük Şeyhi Mustafa
Tâki Doğruyol kuddise sırruhu’l-azîz (m.18 Ağustos 1925) [16]
Hakk’a yürüdü.
***
30.11.1341/1925’de kabul edilen 677 sayılı “tekke ve
zaviyelerle türbelerin kapatılması ve türbedarlıklarla birtakım unvanların men
ve ilgasına dair kanun” ve yeni devletin laik olduğunun anayasaya konulunca
tarikat faailiyetleri artık sinelerde yaşanılması istendi. Çünkü insanlar hakkı
batıla karıştırıyorlardı. Mesela İhramcızâde İsmail Hakkı Efendi hakkında dört
yıl önceki olaylaylar unutulmuş, insanlar vesveli rüyalarının peşine düşmüştü.
Bu durumlar bir bütün şeklinde bütün ehli tarik için geçerli idi.
Şeyh öldümü, herkes
bir parça kapmanın veya gönlünün yaverini kabul etmek için gayret gösteriyordu.
Bazıları bu işe Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellemi dahi alet ediyorlar, uyduruk
rüyalar ve rivayetler ortalığa saldıyorlardı. Bu işten ençok zarar görenler
edeb sahipleri olduğu görülüyordu. Gizli gizli fısıltıların karşısında ezilen
ezileneydi. Bunlardan kurtulmak ve sıyrılmak ise çok zor işlerdendi. Ancak
İhramcızâde İsmail Hakkı Efendi bu dönemi çok çabuk atlattı. Hacı Mustafa Hakî
ile geçen olaylar canlılığını kaybetmemişti.
Ancak devletin kanun ile tekke faaliyetlerini yasaklaması
ayrı bir sıkıntı idi. Bu nedenle İhramcızâde İsmail Hakkı Efendinin şeyhlik
yapmanın zorluğunu her şekilde hissetti.
Arkadaşları durumu gelip sorduklarında İhramcızâde İsmail
Hakkı Efendiye;
“Efendi siz şeyhsiniz. Tekke ve zaviyeler
kapatılıyor, siz irşat faaliyetlerinize devam edecek misiniz?” O ise
“Evet, gök kubbenin altı bizim tekkemiz.
Ay, güneş ve yıldızlar tekkemizin kandilleridir.” Diyerek teselli verip vazifeyi ifa edeceklerini haber verdi.
Nakşi usulünde bu iş kolaydı. Fakat Rifâilerde durum böylede olmadı. Abdullah
Haşimî el Mekki kaddese’llâhü
sırrahu’l azîz Hakk’a yürüyünce oğlu Mehmet
Ragıp Efendiye icazet verdiysede Rifâi yolu cehri olduğundan hiçbir şekilde
toparlanamadılar. Neticede yolları sırlandı.
Niçin bu oldu diye herkes düşünüp duruyordu.
Ancak anlaşılan bu müesseselerde yenilenme için bu kırılmanın gerekli olacağı
idi. Çünkü cahiller şeyhleri tayin etmeye başlayınca bu durumun olması hiçte
vahim bir durum olmadığı görülüyordu. Allah Teâlâ dinini cühela eline teslim
etmeyeceğinden kötünün yanında iyide yanması caizdir hükmünce yeni devlet
yöneticilerine daha fayda getirecek bir ameliyeyi nasip kılarak tekkelerin
sırlanma yolunu açtılar.
***
Mustafa Tâki Efendi Hakk’a yürüyünce fiilen
irşad makamında, İhramcızâde Hacı İsmail Hakkı kuddise sırruhu’l-azîz vazifeye
başlamıştır.
İlk intisab eden ihvanı Hacı Hasan (Akyol)
Efendi’dir. İlk intisap ettiğinden O’na “Hacı Hasan’dan daha yaşlı ihvanımız
yoktur, sıddığımızdır. Biz ondan razıyız O da bizden razıdır.” Buyururdu. Hacı
Hasan Efendi, İhramcızâde İsmail Hakkı Efendinin dert ve sır ortağı idi. Çok
meselerini onunla paylaştı. O kadar bir paylaşma oldu ki, bu bütün hayatı
boyunca onun ileriye atılma konusunda gerçekleri tam söyleyememesine sebep
olacaktı.
Daha sonra ihvanlardan Cencinli İbrahim Başar
Efendi, Ömer Başar Efendi, Hacı Berber Bekir Efendi, Hayyat Mehmet Gündüzoğlu
Efendi, Hafız Hakkı Ürgüp Efendi intisab
ettiler.
***
İhramcızâde İsmail Hakkı Efendi memuriyeti ile
beraber mânevi vazifesini yürütmeye başladı.
Mustafa Tâki kuddise sırruhu’l-azîzin Hakk’a
yürümesinden sonra yukarıda bahsedilen olay unutulmuş ve sıkıntılı dönemler
başlamıştı. Bu duruma sebep aramak gerekirse çok şey söylenebilir. En güzelini
şu şekilde anlatabiliriz.
Niyâzî-i Mısrî kaddese’lâhü sırrahu’l azîz
Bursa’da halife olarak Ahmet Gazzi Efendiyi bıraktı. Ancak herzevekiller Oğlu
Ali Çelebi’yi kandırarak halife tayin ettiler. Oğlu bildiği bir şey hakkında
etrafın telkinlerinden kendini alamayıp tekkeden Ahmet Gazzi Efendiyi devlet
zoruyla attırdı.
Anlatmak istediğimiz, senelerce niye tekkeler
kapatıldı konusunda bu durumlar anlatılmadı. Onun içindir ki Allah Teâlâ bir
fiilin kapsamını açıyorsa hikmete binâendir.
Bu arada Bahâeddîn kuddise
sırruhu’l-azîz Efendi ihvanın kendisini şeyh tanımaları korkusu ile yaptığı hac
dönüşünde Şam’a yerleşme kararı aldı.
İhramcızâde İsmail Hakkı Efendi ilk zamanlar
ihvanın dağılmasından müteessir oldu. Bu dağınıklığın yüzünden Garibu’llah
(Allah Teâlâ’nın garib kulu) lakabını kullandı. Fakat bu dörtlük onun gönlüne
şifa oluyordu.
Cihanın devleti başındayken
Sana gam yakışmaz İsmail
Eğer konmasaydı aşkın kuşu başına
Olmazdı cihan âşık sana
***
***
Bir gün İhramcızâde İsmail Hakkı Efendiye iki kimse
geldi.
“İsmail Efendi sen bu şeyhliği buldun mu?
Çaldın mı?
Aldın mı? Dediler. O da dediki;
“Bende onlara; ne
buldum, ne çaldım, ne de aldım. Hini sabavetimden
beri kendimi bir yokluk içinde ve yok bilirim;
dedim.” Onlar;
“Haydi, İsmail Efendi imtihanı kazandın dediler.”
***
İhramcızâde İsmail Hakkı Efendi Sivas
içerisinde büyük bir destek kaybına uğradığı için çevre kasabalara (Koyulhisar,
Zara, Gürün, Darende) ziyaretler yaparak ihvan
yetiştirmeye çalıştı. Çünkü arkadaşları dahi onu anlamada zayıf kalmıştı. Desteklerini
tam olarak göstermiyorlardı. Kaderin iktizası tecelli ediyordu. Hacı Mustafa
Hâki Hakk’a yürümüş, ihvanlar başıboş ve ham kalmasın diye fedakarlık
yapılmıştı. Lakin yine Allah Teâlâ’nın dediği oldu. İhvan parçalandı.
“Şeyh
Hakk’a yürüdüğünde ihvanları sallanır hamları dökülür. İhvanın özü sarmaşık
gibi olur. Sevdiğini sarmaşık gibi tutmalı.”
Denildi.
***
Kasaba ziyaretlerinden
bir seferinde ihvanları ile İsmail Hakkı Efendi Darende'ye gitti. Zaviye
Mahallesine gitmek istediler. Yolda Hatip Efendinin oğlu Hulusi’ye rastladılar.
İhramcızâde İsmail Hakkı Efendi O'na hitaben;
“Oğlum, Hacı Mustafa
Efendi'nin evini biliyor musun” diye sorunca
“Biliyorum efendim” diye cevap verdi. Bunun üzerine
“Bizi oraya götürür
müsün” deyince de
“Tabi götürürüm
Efendim” der ve
bahçelerin arasından, kısa olan yoldan götürürken, İhramcızâde İsmail Hakkı
Efendi,
“Oğlum nereden gidiyoruz” diye sorar, O da;
“Efendim sizi yâr
yolundan götürüyorum”
diye cevap verir. Bunun üzerine;
“Oğlum Hulusi, bu yâr
yolu nedir?” diye
sorduklarında,
“Yâre giden en
kestirme yoldur” diye
cevap verdi. Bu cevap İhramcızâde İsmail Hakkı Efendinin çok hoşuna gider ve
Hulusi Efendi'ye karşı muhabbet duydu. Hulusi Efendi
kapıya kadar onları getirir, bunun üzerine İhramcızâde İsmail Hakkı Efendi elini
cebine atarak;
“Oğlum, sana para
vereyim” deyince,
“Efendim ben para
almam, himmet isterim”
diye cevapladı.
“Oğul al, himmet bunun
içinde” demelerine
rağmen yine de onu almamakta ısrar edince;
“Peki, oğul, himmet
ettik, parayı da al”
deyip onu razı etmişti.
***
1925 Zeynep Hanımdan Ahmed Salih doğdu.
***
Şapka ve kıyafet devrimi yapıldı.(25 Kasım 1925)
Hangi dine mensup olursa olsun din görevlilerinin mabet ve
ayinler dışında dini kisve taşımaları yasaklandı.
Bu durum karşısında ihvanlar Efendi
Hazretlerine sürekli şapka konusunu sormaya başladılar.
“Buna herkes şapka diyor, biz ise, serpuş [17] diyoruz” Bu şapka içinde itirazda bulunanlara da,
“Gardaşlarım ulü’l emre (kanunlara) itaat
gereklidir” derdi. Evine dışardan
geldiğinde şapkasını kapının yanındaki çiviye asar, iç mekâna sokmaz çıkarken
de, abdest almaya çıkıyor dahi olsa, şapkasını örtmeden çıkmazdı.
Çünkü talebeliğinde hep babası ile olan hatıra aklına
gelirdi.
Bir gün annesine “Babama
söyle de, bana sarık alsın.” Dedi. Annesi Hacı Aişe Hanım;
“Oğlum sen sarık ol, âlem seni başında
taşısın.” Dedi.
Aslında erkeklerde bu kadar giyim ve kuşam
üzerinde durulması daha önceki dönemlerde fazla görülmeyip, şimdi niçin ısrarla
üzerinde duruluyordu. Devletin büyükleri ve insanların Avrupa’ya gittiklerinde
oranın kılık ve kıyafetini rahatça telebbüs ederlerken, yurtlarında sarığın
müdafi olmaları tenakuz çerçevesinde olumsuz durumdu. Çünkü kimse artık doğu
ile ilgilenmiyor, batıyı kendine hedef seçiyordu. Bunun sebebi güneşin batıdan
doğması idi.
Kanun erkekleri sıkıştırırken kadınlara karşı da
bir serbestiyeti vardı. Bu fark edilen durum karşısında yapılacak hareket
elbiseden vaz geçip fiiliyatın terakkisinde olgunlaşmaktı. Ancak bir şeyler
ters gidiyordu. Evet bir şeyler. Sonra anlaşıldıki olması gerekenin vakti
gelmişti. Bu da zor ile olacaktı. Zor işleri başarmak için bazı sıkıntılara
katlanmakta gerekti. Bu durum karşısında hakikatten haberdar olanlar kanuna
karşı fazla direnmediler. Direnenler ise doğru bildikleri zahiri hükmü
uyguladılar. Buradaki ısrarlarının karşılıklarını elbet gördüler.
Neticede yeni kurulan devletin misyonu dünyayı
etkilemek üzere olduğu için bazı köprülerin atılması gerekiyordu. Bu da
görünüşün altındaki ayrıcalığı kaldırıp, yabancıların yaptığı gibi onların
içine sızmaktı. Bunu başarmak zordu. Fakat Mustafa Kemal bunu başaracaktı.
Çünkü ona destek veren bütün meşayih yaptığı hiçbir inkilap karşısında tekellüm
etmedi. Çünkü dünyanın müslüman olabilmesi için ona yardım edilmesi gerekiyordu.
Avrupa’yı kılıçla elde edemeyen müslümanlar Mustafa Kemal Atatürk sayesinde yeniden
fethedecekti. Bu plan müvacehesi içinde adımlar atıldı. Allah Teâlâ kullarını
hergün bu çeşitli anlaşılması zor ahvaller ile yeniler ki, kıyametin kopmasını
geciktirmek murat ettiği bilinen gerçektir.
Dünya ise bu milletin hizmetinin minettarlığını yüzyıllar sonra anacaktı.
***
İhramcızâde İsmail Hakkı Efendinin canı bir gün çok sıkıldı
acaba bir hata mı yapıyordu. Bu şapka için adam asıyorlar. Biz bu kasketi
takmayalım ve dışarı da çıkmayalım diye niyet ettiler. Fakat manasında
Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellemi gördü ve dedi ki;
“İsmail Efendi bezde bir keramet yok. Ümmet-i Muhammed’i
irşada çık vazifeni yap.”
Bu durum karşısında hem rahatladı ve insanlara hizmetin
asıl gaye olduğunu anlayıp emrine tabi olup kasketi takındı ve soranlara “Oğul,
eğri ayağa eğri ayakkabı yaparlar. Bizde
öyle yapıyoruz” Derdi.
Kendisi dışarıda kasket takdığı için O’na “Kasketli
Şeyh” de diyenleride hoş karşılar huzur ve sukûnun sağlanması için gayret
etti.
***
İhramcızâde İsmail Hakkı Efendi kıyafet
kanunun çıktığında, eşleri Hatun Hanım ve Hacı Hanım için iki manto iki atkı
alıp getirdiğinde Hatun Hanım’ın,
“Efendi bunlar ne ki?” sorusuna karşılık, dedi
ki;
“Hanım! Bundan sonra dışarı çıktığınızda
bunları giyeceksiniz” demesi üzerine
Hatun Hanım,
“Efendi bizim çarşaflarımız var. Biz onları
giyeriz” demesine cevaben, “Hanım onlar
kanunen yasak olmuştur. Onun için bir zaman bunları giyeceksiniz” dedi ve
ayrıca ulü’l emre itaati anlattı.
Çarşaf yasak değildi. Ancak uygulayıcıların
keyfi muameleleri çarşafı kapsama alanı içine alıyordu.
***
Sakal resmi kurumlarda yasaktı. Memur kesimin
dışındakilere bir şey denilmiyordu. Yinede İhramcızâde İsmail Hakkı Efendiye, “Sizin
ihvanınız, sakalını niye kısa uzatıyor” diye sorulunca, “Gardaşım bizde içeriye doğru uzatıyoruz” derdi.
***
Mustafa Kemalin Mevleviliğe yatkın olması,
onun Hz. Mevlâna gibi tek eşliliği tecih etmesinde etkin rol oynamıştı. Tekkeleri
kapatırken Konyada Hz. Mevlâna’nın türbe ve tekkesini müze şeklinde açık
bıraktı. Bu konuda onun duyarlılığını görmeden geçmek mümkün değildir. Aslında
olayları birbirlerine bağlayıp müsbet bakılınca bir güzel niyetin saklı olduğu
anlaşılmaktadır.
7 Şubat 1926'da İsviçre Medeni Kanunu, üzerinde bazı değişiklikler
yapılarak Türk Medeni Kanunu olarak kabul edildi.
Medeni Kanun'un kabul edilmesiyle Zeynep Hanımla ile resmi evlilik yapıldı.
***
İhramcızâde
İsmail Hakkı Efendi 07.03.1927 de Zeynep Hanımdan bir oğlu dünyaya geldi. Adını
Mehmet Kâzım koydu. Öfkesini yenen, meydana vurmayan demekti.
Zamanına ve gününe uygun bu ad aslında İhramcızâde İsmail Hakkı Efendinin günün
şartlarına sabrı ve tahammülü ifa ediyordu. 1909 doğan evladına da Mehmet Sabit Kemal dedi. Artık Kemal isminin devri başlamıştı. Meğer
evlatların doğumu babanın sırlarını içinde saklıyordu.
***
İhramcızâde İsmail Hakkı Efendi bir sohbetinde
murakabeye dalıp yaklaşık yarım saat sonra başını kaldırarak, etrafındaki
ihvanları tek tek gözden geçirdikten sonra, Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve
sellemin vermiş olduğu müjdeyi haber verdi.
“Gardaşlarım! O gün bu gün, el eleyiz. Sizler de Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve
sellemin ashabının sohbet faziletine nail olmuş kimselersiniz. Bize de ihsan
olarak Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve selleme ve Allah Teâlâ’ya kurbiyyet
makamı verildi”.
“İrşat vazifemizin evvelinde çok garip
kaldık. Kendimize ‘Allah Teâlâ’nın garibi’ diye Garîb’ullâh diyorduk. Ama şimdi
‘gayını kâf ettik”. [18]
***
İhramcızâde İsmail Hakkı
Efendi Meydan Camiinde bu dersler ikmal edilirdi. Yine bir seferinde Darende’ye
ziyarete gidildiğinde Hulusi Efendi hastalanmıştı.
Bunu duyan İhramcızâde
İsmail Hakkı Efendi, Hulusi
Efendi'nin babası Hatip Efendi'ye
gelerek;
“Müsaade ederseniz
oğlunuz Hulusi'yi Sivas'a götürüp, tedavi ettireyim” diyerek, müsaadeyi aldıktan sonra
Sivas'a getirdi. Hastalığı ile bizzat kendileri ilgilendi. Hatta bazen;
“Oğlum Hulusi, sen hiç
üzülme, gömleğimi satar, seni yine tedavi ettiririm” diye ona manevî destekte bulunurdu.
Böylece Hulusi Efendi'nin kısa zamanda iyileşmesine vesile oldu.
İlerlemiş ihvanlar için
Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellemin emri ile sülûk denen halvet dersleri olurdu.
Hulusi Efendi iyileşip ayağa kalkınca, İhramcızâde İsmail Hakkı Efendi Meydan Camiinde,
ihvanlardan olan Sırrı Efendi ve Avni Efendi ile beraber, camide halvete girdiler.
***
İhramcızâde İsmail
Hakkı Efendi Hazretleri 1928 de Duyûn-u Umumiye müesseselerinin kapanması ile
Sivas İnhisarlar Dairesine geçmiştir.
***
İhvandan bazıları Mustafa Tâki
Efendiden sonra vazife Bahaddin Efendidedir diyerek bir fitne çıkardılar. Bu
fitne yüzünden İhramcızâde İsmail Hakkı Efendi durumun vehametini gidermek için
Mustafa Hâki kuddise sırruhu’l-azîz Efendinin mahdumu Bahâeddîn Efendi’ye
mektup yazarak şeyhine bağlılığını dile getirerek sadakatini beyan etti.
Seni
sevmek benim dinîm imânım
İlâhî
din- ü imandan ayırma
İşte öteden beri derd-i muhabbetinizle
nâlân olan kalbîm, nâle-i efgânını baştan aşırmakla giryân u sûzan olarak
kâlemi elime aldım.
Sultanım, ne buldum ise, sizden buldum ve
bu fenâda ne gibi bir zevke erdimse, mutlaka sizinle erdim. Bende-i peder-i büzürg-vârımız
sırr-ı insanü’l ayn, aynü’l-insan min-haysül-kühliyye maksûd-u vücud iken
Seyyidinâ Hâkî kuddise sirrıhü’I-âli Efendimiz sultanımızdır. Onun derd-i
rûhâniyetinin perver derdi bezminden bir an hâlî olamam. Ne çare ki, her an
tahtı gâh-ı saltanatlarına varamam. Nâdiren varabilsem de, kendilerini bulamam.
Eğer görsem nîm-ü nazarla mazhar-ı iltifat olsam bir zevki huzur tuma’nînet
bulurum ki, âdeta kendimi bu âlemden çıkmış ve cânâna dâhil olmuş bilirim.
İşte bu te’sirin icrâ-yı ahkâmından
olmalıdır ki, sizi hiç unutamam. Aks-i timsâlinizi gözlerimden ve sûr-i
hayâlinizi gönlümden çıkaramam. Her nerede bir çeşm-i siyâhın füsunkâr bakışını
görsem yüreğim çarpar ve dîde-i kalbim size bakar. Bu zevk ile geçirdiğim
günlerimi feleğe değişmem.
İşte bunların ulviyeti-pesendânesinden
olmalı idi ki, arada nezd-i âlinize gelir, envâr-ı cemâl ve ahvâl-i
bî-melâlinizden bî-hâd ve bî-gaye feyzler alırım. Şimdi o nazar-ı
kimya-eserinden dûr mu oldum?
Ey name! Git, mazhar-ı füyüzât-ı âlem-yan
olan bir payeye kemâl-i tazim ve muhabbetle hâl-i pür-melâlimi Hazret-i Bahâ’ya
husûsan arz et. De ki; Sizin feyz-i nazarınızdan şâh-ı râh-a yol gider. Lütfen
bu nazarlarını üzerimizden dirîğ etmesinler. İşte ahkaru-l vücud şu tarzda
dergâh-ı Bârî’ye arz ve ilticâ ediyorum ve diyorum ki,
Ey
Hüdâ!
Nazar-ı iltifât-ı yârdan sâkıtım. Fakat
hâlâ ümit dâr-ı lutfunum. Aczimi muhabbetine bu âr u varımı sana ve seni sevenlerin
rahına sarf eden bir kıılun değil miyim?
Elbette bir gün olur, mazhar-ı iltifatın
ve nâil-i mükâfâtın olurum. Lütfet, kerem et, beni o zümre-i dil-ferîbden ayırma.”
15 Rebîu’l-evvel 1347 (M.
1928)
İsmail Hakkı TOPRAK
***
23
Aralık 1930’daki Menemen olayı, bir “irtica” ayaklanması gibi gösterilse de
Atatürk’e karşı uygulanan bir komplo idi.
Atatürk
CHP’nin halktan koptuğunun ayan beyan ortaya çıktığını görünce 17 Kasım 1930
tarihinde büyük bir yurt gezisi düzenledi ve böylece halkın nabzını tutmak
ihtiyacını hissetti. İşte Menemen olayı tam da bu gezinin ilk kısmındayken
patlak vermişti.
Gezi
notlarında Atatürk’ün bazı “itirafları” dikkat çekicidir. Mesela halkın
şikâyetlerinden söz etmektedir.
“Bu
seyahattaki temaslar bize halk şikâyetlerinden devlet işlerinin nasıl
yürüdüğünü anlamak faydasının çıkarılabileceğini gösterdi. Şikayetler... büyük
halk tabakalarının hangi ızdıraplarla mahmul olduğunu gösteriyor.”
Atatürk, halkın şikâyetlerini dinliyor ve
ızdırap içinde kıvrandığını tespit ediyordu. Köylü Alpullu İstasyonunda ihmal
edildiğini, gırtlağına kadar borca battığını, parasızlıktan hayvanlarını
sattığını bağırıyordu.
Atatürk, halkının
huzursuzluğunu görüp bir şeyler yapamaması ve olayların kontrolden çıkarak
birileri tarafından yabancıların çıkarları için kullanıldığını görmüştü. Bu
onun çok üzülmesine sebep oldu. Bu olaylar onun yalnızlığını daha artırdı.
23 Aralık 1930’da Menemen’de Derviş Mehmet’in
isyanında yörede 2200 kişi tutuklandı.
Şeyh Esat Efendi zehirlendi, Şeyh Halit ve
Hoca Saffet Efendi gibi zatlar asıldı.
Olayların bu şekilde sürekli olarak bir yöne
gittiğini herkes anlıyordu. Ancak çözüm üretmek konusunda halk devletine
güvenini yitirmişti. Çünkü komplocular sürekli olarak halkı devlete karşı
körüklediler.
***
İhramcızâde İsmail Hakkı Efendi
yoğun olaylar yüzünden Zara-Çarhı Tuzlasına bağlı Cedit Tuzlasına görevlendirilerek
Sivastan uzaklaştırıldı. Ancak bu görevini aniden
bırakıp Sivas’a tekrar gelmiş ve 1931 Temmuz ayında kendi isteği ile emekli oldu.
***
1931 yılında İhramcızâde İsmail Hakkı
Efendinin oğlu Halis Efendi Havva Hanımla ile evlendi
***
1931 yılında sel felaketinde Zeynep Hanımdan olan oğlu Ahmet Salih Hakk’a yürüdü.
***
İhramcızâde İsmail Hakkı Efendi Çaykurt’da köprü yapılırken
iflas etti. Bütün mallarına haciz gelmişti. Alacaklıların taarruzunâ maruz kaldı.
O
hale geldi ki, hile-i şer’iyyeye başvurarak kendisini evde yok dedirtecek hale
geldi. O kadar bunaldı ki, ne yapacağını
şaşırdı. Hayır işleri yarıda kaldı.
Borçları ödeyemez hale geldi.
Bir
gün yine devlethaneye alacaklılar geldi. Evin üst katında saklandı. O katta annesinden kalmış bir sandığı gördü. Annesi HacıAişe Hanım,
“Oğlum daraldığın
zaman bu sandıkta Allah Teâlâ’nın izniyle para olur. Paraya daraldığında da oradan al” dediği
hatırına geldi, “bir bakayım” dedi.
Baktı ki, ağzına kadar para dolu
gördü. Meğer kudret hazinesi açılmış.
Bütün borçları Allah Teâlâ’dan gelen yardım ile ödedi. Sonra Şeyhinin “Arif-i billâhlar, dünyada hiç gam
çekmezler.” Sözü hatırına geldi.
***
İhramcızâde İsmail Hakkı Efendi ihvanı ile sürekli hatim
adı verilen toplantılarda buluşur sohbet ederlerdi. Bu sohbetler ihvanı
yetiştirme amaçlı olduğu gibi sorunları ile de ilgilenmekte idi. sohbetlerde
oturur iken çaylar içilirdi. Bu sürekli olagelen işlerdendi. Ancak randevu
yerleri için sürekli bir gizlilikte hakimdi. Herkes bir sonraki görüşme yerini
zor öğrenirdi. Çünkü güven kirizi ihvan içinde dahi vardı.
***
İhramcızâde İsmail Hakkı Efendi genellikle bir süre rabıta
eder. Sonra başını kaldırır, kişilerin ihtiyaçları nisbetinde konuşurdu.
Genellikle;
“Gardaşlarım! Bu dünya bir âlem. Allah Teâlâ’dan geldik.
Allah Teâlâ’ya gideceğiz.” Sonra biraz
murakabe eder, sonra “Gardaşlarım, çay içerken, kulağımız bir ses ister”
der, güzel okuyuşlu bir ihvan ilahi okuturdu.
Erenlerin sohbeti ele giresi değil
İkrâr ile gelenler mahrum kalası değil
İkrâr gerek bir ere göz açıb dîdâr göre
Sarraf gerek gevhere nâdân bilesi değil
Bir pınarın başına bir destiyi koysalar
Kırk yıl anda durursa kendi dolası değil
Ümmî Sinan yol ayan oluptur belli beyân
Dervişlik yolu hemân tac ü hırkası değil [19]
***
İhramcızâde İsmail Hakkı Efendi, bir kaç
ihvanıyla beraber bir köye gidiyorlar. Akşam o köyde kalmaları mecburiyeti
hâsıl oldu. Kalacakları köy odası tek oda halinde olduğundan, İhramcızâde
İsmail Hakkı Efendi ve ihvanın bir odada yatmaları mecburiyeti ortaya çıkıyor.
İhvanlar arasında ve tarîkata yeni intisap etmiş Osmaniyeli Hüseyin adında
biri;
“Canım şeyhimde bizim gibi yiyor, içiyor,
oturuyor, kalkıyor. İşte şimdi bizim gibi yatıyor”
“Dur bakalım ne yapacak, şöyle yorganın
altından gözetleyeyim” diye düşünürken uyuyup kaldı. Bu arada suratına
gelen bir şamarla uyandı, baktı ki, İhramcızâde İsmail Hakkı Efendi namaz kılıyor. Namazın
bitimine kadar bekliyor. Namaz bitiminden sonra gidip ayaklarına kapanıyor. Buyuruyor
ki;
“Gardaşım! Hüseyin, insan dışarıda halk ile içerde Hakk ile
olmalıdır”
***
21 Haziran 1934 tarihinde çıkarılan soyadı kanunu gereği
Arapça olan lakaplar kaldırılıp herkese yeniden bir soyadı verilmeye başlandı.
İhramcızâde İsmail Hakkı Efendinin lakabı İhramcıoğlu-İhramcızâde idi.
Nüfus memuru “İsmail Efendi senin bu lakabın Arapça olduğundan
bunun aynı şekilde soyadına çevrilmesi mümkün değil. Sen kendin ve ailen için
bir soyadı beğen ki, biz onu nüfusuna soyad olarak geçelim” dedi.
Efendi Hazretlerinin soyadını mürşidi Mustafa Haki Efendinin
kuddise sırruhu ismiyle de ilgisi ve bağı olsun diye TOPRAK olarak almayı düşündü.
Çünkü Hâk, Farsçada toprak manasına geliyordu.
Bunun üzerine, “Gardaşım biz topraktan olduk yine toprak
olacağız bizim soyadımızda TOPRAK olsun” dedi.
Yine bu manzumeden olarak
oğluna, “Oğlum Kâzım, Toprak olabiliyor musun?” diye soyadının
hikmetinden sual ederlerdi.
***
İhramcızâde İsmail Hakkı Efendi, Mur Ali Baba
kuddise sırruhu’l-azîz Hazretlerinin tevazusundan konuşanlara derdi ki,
“Gardaşım! Karıncada toprağın üzerinde
gezer”
***
1936 yılında Mehmet Sabit Kemal Bey Gürünlü
Şefika Hanımla Evlendi.
***
Tokatlı Mustafa Hâki Efendinin şeyhi Çorumlu
Mustafa Rumi Efendinin [20]
halifelerinden Şeyh Hacı Ahmet Efendi, Niksar’da tekke faaliyetlerinin yanında
Danişmentli Devletinden kalma Ulu Cami’de verdiği vaazlarıyla halkı aydınlatmaya
ve morallerini yükseltmeye çalıştı. İki defa evlenmiş olan Hacı Ahmet Efendi,
90 yaşlarındı iken (30.01.1937) Hakk’a yürümüştür. Naşı, iyi bir müderris olan
kardeşi Ömer Lütfü Zarakol naşını yıkayıp, namazını kıldırdı.
İrşad vazifesine bakacak vasıfta birini yetişmediği için, kendi
ihvanlarının terbiyesini, Hakk’a yürümeden önce bir icazetname ile İhramcızâde
İsmail Hakkı Efendiye bıraktı.
***
Yıl 1938. İhramcızâde
İsmail Hakkı Efendi Sivas’tan başka bir vilayete babam ziyarete giderken
emniyetten en fazla üç veya dört gün izin (müsaade) ile gidebilirdi. Bir
mevlid-i şerif yazmıştı. Bunu duyan birileri dini neşriyat çıkarıyor diye
şikâyet ettiler. Emniyet haber
alınınca mevlidi istinsah eden Abdurrahman Hoca’nın adını verdi. Yoksa hapise
atılacaktı. Bu durum üzerine iki ay sabahtan akşama kadar İhramcızâde İsmail
Hakkı Efendinin kütüphanesindeki kitaplar incelemeye tabi tutuldu. Baskı çok
arttı. Adliye sanki ikinci adresi olmuştu. Çeşitli
zamanlarda kısa süreli olmak kaydı ile altı sefer nezarette yattı.
***
İhramcızâde İsmail Hakkı Efendi artık
olayların ve ahvalin vehâmetile deniz yolu ile hacca gitmek istedi. 1938 yılı
ocak aylarında hacca gitmeye niyetiyle bu sebeple İskenderun’a kadar gitti. Hacca
gidemeyeceğini anladı ve bu sırada,
“Efendi sen buraya niye geldin” denildiğinde, “Çeşme yaptıracağım da buraya su borusu
almaya geldim” deyip hac parasını su borusuna yatırıp geriye
döndüler.
İhramcızâde Hacı İsmail Hakkı Efendi sık sık
gittiği Cencinde su meselesini bildiğinden iki buçuk saatlik uzaklıktaki içme
suyunu Cencin Köyü’nde akıtmak üzere boruları gönderdi. Daha sonra Mayıs ayı
sonlarına doğru bir ön çalışma ve keşif maksadı ile makinist Osman
Efendi ve Hüseyin Çavuş’u alarak bir kamyon ile sefer düzenledi. Fakat kamyonun
şoför mahallinde giderken yolda makinist Osman Efendi Cencin’e suyun bulunduğu
yer arasındaki tepeyi kast ederek;
“Efendi Hazretleri! Tepenin kuzey
doğusundan geçersek zayiatımız fazla olur” dedi. Buna göre diğer taraftan geçirilmesinin daha yerinde
olacağını belirten sözlerini yanlış anlayan kamyon şoförü Hakkı yolcularını
Cencin’e bıraktıktan sonra Zara kazası Jandarmasına gidip;
“Bir şeyh ihvanları ile beraber Cencin’e
geldi. Konuşmalarından hükümeti yıkmak için bir plan yaptıklarını ve teşebbüse
geçmek üzere olduklarını anladım”
Dedi. Bu nedenle aynı kamyonla bir Jandarma
müfrezesi Cencin’e gelerek civardan gelen köylülerle çay içmekte olan
İhramcızâde Hacı İsmail Hakkı Efendiyi ve yanında bulunan otuz sekiz kişiyi
tevkif ettiler. Gece orada kalındıktan sonra aynı kamyonla Sivas’a getirilip hapise
atılırlar.
İlgili savcı da hükümeti yıkmaya teşebbüsten idam
talebiyle mahkemeye sevk eder. Otuz sekiz günlük bir sorgulama sonucunda
beraat kararı verilir.
İhramcızâde İsmail Hakkı Efendi bu hapis yatışı, baskıların
artmasından dolayı gönül kırgınlığı artınca Ramazan ayının başlarında Şam’a hicret
niyetiyle İstanbul’a gitmeye karar verdiğinde eşi Zeynep Hanım’a,
“Fazla eşyalarınızı satın,
dağıtın biz İstanbul’a nakil edip, dede vatanımıza gideceğiz” diyerek yol hazırlığı
yapıldı.
O zamanki vasıtalarla on beş günde Samsun’a varıldıktan
sonra vapurla İstanbul’a giderek İmmihan Hatun Hanımdan dolayı bacanağı olan
Eczacı Bekir Efendi’de misafir kalındı.
Misafir kalınan evde[21]
gece manada kundak içinde bir çocuk
verildi.
“Bu kimdir?” Diye sordu;
“Rasûlüllah
sallallâhü aleyhi ve sellemdir. Rum’da O’nu büyüteceksin.” Denildi. Bunun
üzerine 15 gün sonra İstanbul’dan Sivas’a geri döndüler.
***
Hakkında
birçok zanlar ile anlaşılamayan ve çok şeyleri yapmak isteyip yapamayan Mustafa
Kemal Atatürk 10 Kasım 1938 dünyasını değişti. Halk onun için ağlıyordu. Çünkü
onun gidişi daha büyük sıkıntıların geleceğinin habercisi idi.
***
Bir defasında da İhramcızâde İsmail Hakkı
Efendinin oğlu Kemal Beye bir borcundan dolayı haciz gelmiş, o sırada da Hulusi
Efendi, Sivas’ta bulunuyordu. İhramcızâde İsmail Hakkı Efendi, Hulusi Efendiye;
“Oğlum Hulusi, bizim
Kemal'in hesabından dolayı bir haciz geldi, çarşıya gidelim de bir miktar borç
para bulabilirsek hesabı kapatalım” dedi. Beraberce çarşıya indiler. Genellikle Kuyumcu Bekir bu
konularda yardımcı olurdu. İsmail Hakkı Efendi onunla birkaç dükkâna beraber girdi,
fakat oralardan olumlu bir cevap alamadı. Daha sonra yolda ilerlerken Hulusi Efendi;
“Efendim, filan terzi
size bir elbise yapmak istiyordu. İsterseniz ben ona gidip durumu anlatayım.
Kabul ederse elbise yerine, parasını alayım mı?” dedi. İsmail Hakkı Efendide,
“Peki, oğul, bir bak
bakalım” şeklinde
cevap verdi. Bunun üzerine Hulusi
Efendi, bahsettiği yere
gider, durumu terziye anlatır ve şöyle der,
“Mümkünse elbise
yerine, parasını verebilir misiniz?” bunun üzerine de terzi çıkararak 45 lira verdi, ödenecek borç 50
lira olduğu için, Hulusi Efendi de cebinden 5 lira ilave
ederek, İhramcızâde İsmail Hakkı Efendiye,
“Buyurun Efendim” deyip ve parayı takdim etti. Birlikte
gidip, alacaklıya olan borcu ödediler.
Zaman olur güneş aya
bakarmış, bazanda ay güneşe. Ancak bu türlü yakınlıklardan dolayı fitneciler
sayesinde İhramcızâde İsmail Hakkı Efendi ile Hulusi Efendi arasında bir dargınlık
zuhur etti. Duruma bakılırsa bir zaman sürecekti. Hulusi Efendi Sivas’a gelemez
oldu.
***
1939’da Erzincan’da deprem olmuştu.[22]
Erzincanlı birisi İhramcızâde İsmail Hakkı Efendiye misafir oldu. Fakat arada bir ağlıyordu. O,
“Gardaşım! Neyin var” dedi.
“Depremde çocuklarımı kaybettim”
“Gardaşım! Sabret” dedi. İhramcızâde
İsmail Hakkı Efendinin o an gönlüne geldi ki;
“Ey İsmail, bu iş senin başına geldi mi ki,
sen ona sabrettin.” bu sözü ona yük oldu.
Başından geçmeyen bir hadise için nasihat etmenin yanlış olduğunu çok iyi
bildiği için üzüldü.
***
Devlethâne, Örtülüpınar Mahallesi’nde Taşlı
Sokakla Hasanlı Sokağı’nı kavuşturan bir parselin orta yerinde iki katlı,
kocaman bir eve taşındı. Bahçesinde elma ağaçları leylâk ağacı vardı.
İkinci katta “büyük oda” da, bazı geceler
ihvanlar orada toplanır, tek kelime etmeden, çıt çıkarmadan İhramcızâde İsmail
Hakkı Efendinin etrafında oturur sükuti zikir ederlerdi.
Büyük odanın duvarında bir eski zaman ressamının elinden yapılmış
“Mekke-i Mükerreme ve Medine-i Münevvere” resmi vardı. Kapının hemen sağında
büyük camekânlı bir kitaplık vardı.
***
11.08.1938 yılında İmmihan Hanımdan oğlu Halis
Turgut Bey Zehra Hanım ile evlendi
***
Polis baskınları artıp ihvan hakkında
soruşturma yapılınca İhramcızâde İsmail Hakkı Efendi “Ticaret için
geliyorlar” buyurunca, “peki dükkânın nerede?” diye soruldu. Bu
nedenle irşat faaliyetlerini yürütmek için 1940 yılında Çitilin Hanı’nda bir
komisyoncu dükkânı açtı. İhramcızâde İsmail Hakkı Efendinin üzerine kayıtlı
komisyon dükkânına gelip alışveriş yapan ihvandan başkası da olmadığı gibi
manevî ticaretin zahirî dükkânı açıldı.
***
İhramcızâde
İsmail Hakkı Efendinin Sahra sohbeti gerçekte tekkesi olan dünyanın zahiri
hakikatinde olduğu için ihvanı bu feyizden noksan bırakmamak için fırsat
buldukça eda ederdi.
Genellikle
İhramcızâde İsmail Hakkı Efendi Kepeneğin Gözü’ne sahraya gittiğinde ikindi
namazından sonra Kemal Bey gelip kamyonu ile ihvanı götürürdü. İhramcızâde
İsmail Hakkı Efendi ise Seyran Tepesinden yaya olarak şehre dönerdi. Yolda yüksek
sesle Evrad-Bahaiyye’yi okurdu. Bazı yerlerinde durur, sağına ve soluna,
“Ha mim, Ha mim”
dedikçe sanki etraftaki dağlar onunla zikre gelirdi.
***
Büyüklerin kaderi midir, kendi memleketlisinin
yardım etmemesi. O’nada yardım etmek
şöyle dursun sürekli yağ küpü bal küpü üstünde oturuyor derler, hergün yara
üstüne yara açarlardı. Bu nedenle İhramcızâde İsmail Hakkı Efendi
“Bütün
dünya bizi tanıdı da Sivas tanımadı.” Derdi.
Bir gün
ihvanları ile caddede Bıçakçı İlyas’ın dükkânının önünden geçerken, Bıçakçı
İlyas onlara laf attı.
Bıçakçı İlyas gece rüyasında bir sünnet
merasiminde kendisinin sünnet olduğunu gördü. Ertesi gün yine onun dükkânı
önünden geçerken, İhramcızâde İsmail Hakkı Efendi
“Gardaşım! Geçmiş olsun”
“ Biz cevher olanı biliriz. Bırakmayız. Biz insan
hırsızıyız.” dedi. Bu olay üzerine
hatasını düzeltti.
***
İhramcızâde İsmail Hakkı Efendi sohbette
ihvanlara dedi ki;
“Gardaşlarım! Her işte, melâike de şeytan da müessirdir. Adamına göre bazı kimse, melâikeden ilham ve bazı şahıs şeytandan vesvese alır. Biz
ise, muvazene ile yola gideriz. Her kim melâikeye mukârin olursa, işlerinde ilham,
şeytana yaklaşırsa vesveseden istilzam alır.”
“Yok olunur, var olunur.”
“Yok olun. Yok
olursanız, Allah Teâlâ var olur.”
“Gardaşlarım! Nâci denilen fırka sizlersiniz. Bakarsınız
bazı kişiler tarîkata giriyorlar. Çok geçmeden acayipten garaipten bahsetmeye
kalkışıyorlar. Kendilerinin bir adam olduklarını zannediyorlar. Fakat büyük
kim, küçük kim, o sonra belli olur.
Bizim tarîkatımıza gelen kimse uzun yıllar çalışır. Ancak kendi
küçüklüğünü (yokluğunu) fark eder.
Yetmez mi bu fark. Çünkü keramet (varlık) kulu Allah Teâlâ’dan
uzaklaştırmaya yarar. İnsan, Ahlak-ı
Muhammedi ile ahlaklanmalı kuldan istenen budur. İnsan ile ebedi âleme gidecek kazanç da
budur.
“Gardaşlarım! Her şeyin bir tüccarı vardır.
Bizde dert tüccarıyız. Hem de öyle bir dert tüccarı ki, bütün dermanın fevkindedir.”
“Gardaşlarım! Ananız,
babanız mı üstün yoksa biz mi? Elbette biz üstünüz. Onlar sizi ulvi
âlemden süfli âleme getirdiler. Biz
ise, o ulvi âleme götürmeye memuruz.”
“Gardaşlarım!
Acaba ve şüpheyi kaldır. Hatanı bileceksin. Hava giren yerini yama. Gemi cevher
yüklü, su almış batmış. İnsanoğlu cevher
yüklü, sakın batırma. Sahibine teslim et. Arabanın gıcırtısı
bile muhabbeti bozar.”
***
Eskiden tarîkata intisap için gelenlere, şeyhler ilkönce
şunu telkin ederlerdi.
“Gardaşım, yüz sene önce sen var mı idin? Yüz sene sonra
var mı olacaksın?”
Sorulara hayır cevabını veren ihvana;
“Gardaşım, iki yokluğun arasında olan da ne varlık olursa
sen O’sun. Buna göre hareket et.”
Yokluk tevhit mertebesinin başlangıcı ve
sonudur. Tarîkat yok’tan, var’a giden
bir yolculuktur.
“Sohbetin dört şeyine dikkat etmelidir.
Terk et dünyayı, bul ukbayı. Terk et ukbayı, bul Mevla’yı. Terki terk eyle. Sen seni terk ettikten
sonra kendin çalışarak ara. Tam beş yüz senelik yoldur. Bir perde vardır. Bu
perde ise, kalbde gözle görülmeyecek kadar ufaktır. Bir nokta kadardır.”
“Sohbet ihvanın tesiri altında değil, ihvan
sohbetin tesiri altındadır.”
“Gardaşlarım! Allah Teâlâ ruhları ezelde
topladı, herkese istediği sanat
gösterildi. Biz de dervişliği aldık, sizinle de ezelde tanıştık. Her insana
ömrü, rızkı ve nasibi ruhu ile beraber verildi. Bu âlemde tedbir alıp takdire
saygılı olduğumuz kadar amelî edebimizle daha kim yakîn olur diye âleme imtihan
için gönderildik. Burada biliştik mahşerde buluşacağız.” İkinci durağımız
berzah âleminde toplanacağız. Üçüncü durağımız mahşerde toplanacağız,
buluşacağız. Allah Teâlâ buyurdu ki;
‘O gün mahşerde hiç kimseye soyu şöhreti
sorulmaz. Ameli, edebi ve yakınlığı ile mükâfatlandırırız’.
Gardaşlarım! Kâinat bize bağlı, bizdeki
cana bağlı, canda canana bağlı. Bu can bizden gitti, başka can geldi. Allah
Teâlâ kula nimet verir başkası bin çalışsa o lutfa erişemez. Gardaşlarım! Eden
eyleyen Allah, Lâ Havle velâ kuvvete illâ billâh”
“Gardaşlarım! Her insan için ezelî bir
hüküm var. Her nebinin mekânı zamanı ve ashâbı ezelde bilindi. Rasûlüllah
sallallâhü aleyhi ve sellemin ve halifelerinin de mekânı, zamanı ve ashâbı ezelde bilindi. Bizimde zamanımız bu,
Sivas mekânımız imiş. Allah Teâlâ bizi sevdi, biz de Allah Teâlâ’yı seviyoruz.
Her şeyi,
yerdeki karıncayı Allah Teâlâ için seviyoruz. Siz de emri ilâhiye iman
ve ameli edebi ile bizi sevmiş olursunuz. Bizi sevmekle Rasûlüllah sallallâhü
aleyhi ve selleme, oradan Allah Teâlâ’ya yakın olursunuz. Amelî edebinizle,
Murakabe-i Hayr ile çok zikirle yakınlığınıza sa’yü gayret edeceğiz.”
“Gardaşlarım! Kim bizi severse, bizle
yaşarsa, bizim sevgimizle ölürse, mahşerde beraber oluruz.”
“Biz gidenlerle
gider, gelenlerle geliriz.”
“Her canlı ölür. Bir Allah Teâlâ ve
muhabbet bâkî kalır.”
***
İhramcızâde İsmail Hakkı Efendi bir gün
devlethanede uzun müddet hasbıhâl ettiği yaşlı bir misafire abdest
tazelettirmek için oğlu Kemal Bey’e işaret etti. Kemal Bey hizmetini yaparken
bir ara dedi ki:
“Efendi Hazretleri sizin gösterdiğiniz
ilgiye layık biri değilmiş.”
“Bizi Şeyhimize
ilk götüren Tokat Mal Müdürü’ne saygımıza gölge düşürmek eğri olur. Mahşerde
eğrinin gölgesi de eğridir. Eğrilik mahşerde ise mahcupluktur.”
“Geçmiş zaman olur
ki, hayali, cihan değer. İşte bizde geçmiş o zamanı düşünüp geçmiş zamanın
hayalinin cihana değdiğini anlıyoruz.”
***
İhramcızâde İsmail Hakkı Efendinin yaşı altmış birdi.
Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellemin dünya ömrüne gelmişti. Her velide
olduğu gibi O da dünyayı terk etmek istedi. Çünkü Muhammedî meşrep olanların yaşları dahi, Rasûlüllah
sallallâhü aleyhi ve sellemin yaşını dahi tecavüz etmezdi. Onlarda kâmil bir
uygunluk vardı. Onlar ilim ve zevklerine istidâtları gücü kadar varis oldukları
gibi, ömürleri bile uygunluk gösterirdi. Bu
nedenle sünnet ehl-i olan kişiler bu yaşı geçmeyi arzulamazlardi.
Ahmet Yesevî kaddese’llâhü sırrahu’l-aziz Hazretleri 61 yaşından
sonra yeryüzünde bulunmayıp yer altındaki çile hânesinde ömrünü tamamlaması bu
sevginin işareti gibi İhramcızâde İsmail Hakkı Efendi de evladını Allah
Teâlâ’ya ikram kıldı.
İmmihan Hanımdan
olan oğlu Sabit Kemal 1941 yılında Kemal Toprak tren kazası geçirdi ve vefat
etti. Bu kaza haberi İhramcızâde İsmail
Hakkı Efendiye getirilince, durumu nasıl olduğunu kimse bilmez iken, İmmihan
Hanımına
“sakla dediğim şeker çuvalını getir” dedi.
Kemal Bey tren kazasında paramparça olmuştu. İlk anda çuvala
bir mana verememişti. Fakat olay yerine geldiklerinde parça parça olmuş cesedi
toplamışlar. İhramcızâde İsmail Hakkı Efendide bir damla gözyaşı yoktu.
“Gardaşım Şehit babası da olduk.”
“Oğlumun vefatında Allah Teâlâ, bana bu
sabrı verdiği için şükrediyorum.”
“Bundan önceki iptila geçtiydi, bu da geçer diye sabrederiz.” Dedi.
***
Bir kış günü vekâleye bir kişi bir torba
içinde Sâid-i Nursî’nin kitaplarını getirip, okursunuz diyerek bıraktı. Hemen
çıkıp gitti. Ardından İhramcızâde İsmail Hakkı Efendi Şen Mehmed adlı ihvana;
“Gardaşım! Hemen sobaya doldurun yakın bu
kitapları” dedi. Az sonra polis vekâleyi
basmış bulmak istedikleri kitapları arıyorlardı.
İhramcızâde İsmail Hakkı Efendi Sâid-i Nursî
için maneviyatta tümgenaraldir der ve itibar ederdi. Lakin onun gidişi ile
kendi yolu farklı mecralarda olduğu için birbirleri ile ancak manevi âlemde
münasebetten başka bir görüşmeleri de olamadı.
***
İhramcızâde İsmail Hakkı Efendi şeyhlik
sevdası olana dedi ki;
“Gardaşım! Bu
muhtar mührü değil ki, hemen verelim. Biz de bir şey yok, Allah Teâlâ bize, biz de size
vereceğiz.”
***
Bir gün eşi İmmihan Hanım “Efendi Hazretleri herkese himmet ediyorsun.
Bizim Halis’e de bir himmet etsen” demiş.
“Peki, sabah abdest suyumuzu döksün” dedi.
Sabah namazı vakti bir türlü Halis Bey’i İmmihan Hanım kaldıramadı.
Devlethânenin abdest yeri avluda olduğundan o saat bir köpek Efendi
Hazretlerine öyle baka baka kaldı. Köpeğin hali değişti. Halis Bey’in terakkisi
bir başka bahara kaldı. Vakti gelince o da sırlara kavuştu.
***
26.02.1942 yılında kardeşi Ömer
Sıtkı Hakk’a yürüdü. Kardeşi İhramcızâde İsmail Hakkı Efendinin stresli
hayatına pek tahammül edemediği için cemaatten hep uzak durdu.
***
İhramcızâde İsmail Hakkı
Efendi dedi ki;
“Gardaşlarım! Vefat eden gardaşımız için, Kelime-i Tevhid Hatmi okuyalım.
Cehennemde olanı dahi çıkarır.” Bu nedenle bütün ihvan yetmişbin kelime-i
tevhid hatmi konusunda dikkatli olmuşlardır. Cenazeler için bu usûl hiçbir
zaman terk edilmedi.
***
Varlıklı bir ihvan, İhramcızâde
İsmail Hakkı Efendiyi yemeğe davet etti. Bir kısım ihvanla beraber bu davete
giderken her nasılsa yolda durakladı,
“Gardaşlarım bu
yakınlarda bir ihvan bacımız olacaktı. Onun evi hangisi acaba” diye sordu, ihvanlar o yaşlı kadının evini gösterirler. İhramcızâde
İsmail Hakkı Efendi kadının evine vardığında bir abdest tazelemek gerektiğini
bildirerek su ister. Ev sahibi kadında hemen leğen ve ibrik getirir ve
“Efendi abdest suyunu ben dökmek istiyorum” der. Efendi yaşlı kadının isteğini uygun bulur ve abdest
suyunu dökmeden önce şu mısraları söyler.
Evine git evine seni göre sevine
Seni görüp sevinmeyenin ne işin var evinde
Davet edilen yere neden gidilmediği anlaşıldı.
Bu arada İhramcızâde İsmail Hakkı Efendinin oraya misafir olduğunu duyan herkes
evinde ne yiyecek varsa oraya taşındı.
***
Bir gün İhramcızâde İsmail
Hakkı Efendi, Tenekeci Rahmi Usta ile beraber hamama gittiler. Tenekeci Rahmi
Usta hamamda yıkanır ve erkenden elbisesini giyinir ve Efendisini beklemeye
başladı. Fakat İhramcızâde İsmail Hakkı Efendinin çıkışı gecikince dışarı çıkıp
dolaşmaya çıktı. Bir müddet sonra döner ve Efendisinin çıktığını ve
dinlendiğini gördü. Yanına gelince İhramcızâde İsmail Hakkı Efendi buyurur ki;
“Gardaşım Rahmi, bize karpuz almaya mı gittin?” diye sorunca
Tenekeci Rahmi Usta halden hale girdi.
Bu olay Tenekeci rahmi
ustanın içine bir ateş düşürdü. Ama nafile bir şey yapacak halide yoktu.
Senelerce Tenekeci Rahmi Ustanın ciğerini kavuracak ve yakacaktı. Bazı zamanlar
o kadar sıkılırdı ki kendini sahralara atar sevdiği efendisinin gönlünü
yapacağı bir işi yapamamanın üzüntüsü ile ölür, bir daha ölürdü. Fırsatı
elinden kaçırmak diye buna denirdi. Fırsat gözleyip bu işi telafi edebilecek mi
idi.
Bu olay onun tarikat dersi
olmuştu. Efendisinin gönlünü yapmak. Ama ne zaman?
***
İhramcızâde İsmail Hakkı Efendi ilçeleri
ziyaret için gittiğinden sıkıntılarını gidermek isterdi. Cencin Köyü’nede
Kızılırmak’tan geçmek için köprü yapımına vesile oldu.
***
İhramcızâde İsmail
Hakkı Efendi cuma namazından sonra Mehmet Kazım Efendi ile eve gittiler. Evdekiler
de hamama gitmişlerdi. Babası,
“Kazım! Semaveri
yak ta, bir çay içelim” dedi. Bunun üzerine Kazım Bey, bir kova (
Zaman aktı, gönül
doymadı. Ancak semaverden çaydanlığa su almak için musluğunu çevirdiğinde koca
semaverden bir iki damla su aktı ve sonra kesildi. Kazım bey musluğun önüne
kireç geldiğini zannetti. Semaverin üst kapağını açtı ve su kalmadığını gördü.
Bu hali gören İhramcızâde İsmail Hakkı Efendi cebinden saati çıkarıp bakarak,
“Kazım! Kerahet
vakti gelmiş. Biz ikindi namazını da kılamadık, hemen eda edelim” dedikten sonra;
“Gardaşım!
Namazın kazası olur, lakin sohbetin kazası olmaz.”
***
Efendi Hazretleri, Gürün’e teşriflerinde oranın
halifesi olan Hüsnü dayının evinde misafir oldular. Orada beraber kalan
misafirler ve ev sahibi sabah namazına kalkamadılar. İşrak vakti uyanan İhramcızâde
İsmail Hakkı Efendi ve cemaat pürneşe abdest alıyorlar ve buyuruyorlar ki;
“Gardaşlarım! Elhamdülillah,
Cenâb-ı Hakk bize bugün bir sünneti daha nasip etti. Çünkü Rasûlüllah bir sefer
dönüşünde Bilâl-ı Habeşi’ye emir buyuruyorlar ki, bütün sahabe yorgun, biz de
yorgunuz. Sen uyuma bizi namaza kaldır. Gayrı ihtiyari Bilâl-ı Habeşi de uyuyor
ve o gün Rasûlüllah ve ashabı sabah namazını işrak vaktinde kılıyorlar”
***
Osmaniyeli Hüseyin, hareketlerinde biraz
ölçüsüz olduğundan etraftan ona “Deli Hüseyin” de denilmekteydi. İhramcızâde
İsmail Hakkı Efendi bir gün Cencin köyüne gitmişti. Köyün biraz ilerisinde bir
tepenin arkasında bulunan gölün kenarında sahra sohbeti yapmakta iken, Efendisini
ziyaret için Sivas’a gelen Deli Hüseyin, Efendisini bulamadı. Sorduğunda,
Cencin’e gittiğini öğrenince vasıta bulunmadığından yaya olarak yola düştü. Hüseyin
köye vardığında İhramcızâde İsmail Hakkı Efendi sahrada bulunduğu yerin tepenin
arkasında olduğunu söylemeleri üzerine tepeye tırmanmaya başladı. Hüseyin
tepeye çıktığında karartısını gören Efendi Hazretleri,
“Canım, bizi
Sivas’ta bulamayan Deli Hüseyin buraya geliyor” diye tepeyi gösterdi.
Cemaatin yanına geldiğinde onun hâkikaten Deli Hüseyin olduğu görüldü.
Aşk varsa mesafeler nasıl yokulur. Kısa
zamanda uzun bir günde gelinecek yolu aşan aşkın işareti ihvana açıklanmış
oldu.
***
Tozanlı Köprüsü,1943’te yeniden
yaptırılıp, halkın hizmetine açıldı.
***
İhramcızâde İsmail Hakkı Efendi İkinci Dünya
Savaşı yıllarında (1939–1945) ihvanına ailesinden miras kalan mülklerin hepsini
satarak destek oldu. Bu sıra kendisi de büyük bir maddi sıkıntı içine de girdi.
***
1945’te çok partili döneme geçişle dinin yaşatılması için
faaliyetler yeniden canlanma gösterdi. Atatürk’e derdini anlatan millet kendini
dinleyeceği devlet adamı arıyordu. Fakat ne gezer, halk ve devlet yönetimi
birbirinden kopmuştu. II. Dünya Savaşı yeni bitmiş. Halk bitkin halde idi.
İhramcızâde İsmail Hakkı Efendiye gelip durumu sorarlardı. Refahın gelmesi için
dua edelim, Allah Teâlâ bir kapı açacaktır, diye sabrı tasiye ederdi.
İhvanın içinde sürekli kazan kaynatanlar vardı. Sürekli İhramcızâde
İsmail Hakkı Efendi hakkında uydurma rivayetler yayılırdı. Bunları anlamak ve
anlatmak dahi mümkün değildi. Sanki Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellemin
zamanında ki dırar mescidindeki münafık faaliyetlerini sürdürüyorlardı. Bu nedenle
ikide bir adliyeden kovuşturma açılırdı. İfade vermek için sürekli günlük
ziyaret edilirdi. İkinci adresi adliye idi, denilse yalan olmayacaktı.
***
İhramcızâde İsmail Hakkı Efendi dedi ki;
“Gardaşlarım! insan
beşer, hata eder
üçer beşer. Hata işlemeyen kul olmaz, hükümete gelince olmayan hükümetten, olanın en kötüsü yine iyidir. Memleketimize sahip olun. Dünya’da
Türkiye, Türkiye’de Sivas,
kıymetini bilin”
“Gardaşlarım! Sizler ne niyetle oy verirseniz
verin. Oylar sandıkta Allah Teâlâ’nın melekleri tarafından layık olduğunuz
yönetimin gelmesi için değiştirilir.”
“Gardaşım! Sülûk
görmeyen ihvan listesine kayıt olmaz. Her amelin edebi var. Tarikatın edebi de
sülûkünü tekmil etmektir.”
***
28.03 1949 tarihinde Hastaoğulları’ndan Hatun
Hanım diye anılan eşi İmmihan
TOPRAK Hakk’a yürüdü.
Yine bu yıl Börkçü Ömer Oğulları’ndan Hacı
Hanım diye anılan Zeynep TOPRAK’tan
resmi boşanma oldu.
28.10.1949
tarihinde Yılankırkanlar’dan Hafız Hanım adıyla anılan Zeliha TOPRAK ile evlenildi.
***
1947'lere kadar
Türkiye'den hacca resmen izin çıkmadı. 1948'de döviz yokluğu bahanesiyle hac
yine yasaklandı, ancak 1949'da serbestçe hac izni çıktı. O yasaklı yıllarda
Rusya dahi hacılarına yasak koymamıştı. Hacı sayısı 1949'da 7.000 idi.
***
İhramcızâde İsmail Hakkı Efendi 1949 yılında
ziyaretine gelen Darendeli Hacı Hasan Efendiye,
“Gardaşım! Hacca gideceğiz.” dedi O da;
“Efendi Hazretleri param yok” dedi.
“Gardaşım!
Bizimde paramız yok, İnşâ-allah gideceğiz.”
diyerek davet edildiklerini hazırlık yapmalarını istedi.
İhramcızâde İsmail
Hakkı Efendi 1949 yılında 40 kişi Sivas’tan, 32 kişi Malatya ve
Kastamonu tarafından olmak üzere 72 kişi ile hacca gittiler.
Dönüşte Cidde’de
uçak beklerken İhramcızâde İsmail Hakkı Efendi;
“Anadan doğmuşa
döndünüz, kul hakkı hariç” dedi. Uçakta 72 kişiye imam oldu. Nurcu cemaatinin başı Kastamonulu
Fevzi Efendi de vardı, dedi ki;
“Efendi ne mutlu. Hiç kimseye nasip olmayan
size nasip oldu” dedi;
“Gardaşım Fevzi Efendi! Sözünüzden
taviz vermeyin, imanınızda sadık olun. Mahşerde 72 fırka, 73 cü olan Nâci
fırkasının öncüsü tayin olunduk”
***
İhramcızâde İsmail Hakkı Efendi dedi ki;
“Gardaşlarım! Üç türlü hacı vardır, birini
Allah Teâlâ çağırır o orada kalır ve geri dönmez. Birini Rasûlüllah sallallâhü
aleyhi ve sellem çağırır oradan döner geldiğinde kâmil bir hayat yaşar ve hacı
olarak dünyasını değiştirir. Bir hacıda vardır ki; şeytan çağırır döndüğünde
eskisinden daha şerli ve eşet (şiddetli) olur. Gardaşlarım! Allah Teâlâ bizi bu
üçüncüsünden eylemesin.”
***
14 Mayıs 1950’de Demokrat Parti’nin iktidara gelmesi ile dinî
hayatta sükûnetin oluşmasını sağlandı.
Bu arada birçok türbeler yeniden faaliyete açılmış, Türkçe ezanın
yanında Arapça okunmasına izin çıktı.
***
1950 yılında Sivas Merkezinde bulunan Yeni
Camii yanında Çorapçı Hanı’nın[23]
üst katında kiraladığı, iki odayı “vekâle” [24]
olarak kullanılmaya başlandı.
Vekale denilen mekân artık teveccühün
yapıldığı, boyutlar arası yolculuk yapanların yükseliş rampası olmuştu. Derd ve
neşe burada kazan kazan kaynar, bazen semaverden dökülen bir bardak çay olurdu
ki, içenlerin selsesebil şarabından nuş ettiğine yemin getirmesine gerek
kalmazdı.
İhramcızâde İsmail Hakkı Efendi, Rasûlüllah
sallallâhü aleyhi ve selleme olan kemal derecesindeki muhabbet ve aşkın ifâdesine
olarak vekâlenin duvarındaki nadide tablodaki HU ism-i şerifinin göz çeşmelerinden
inci taneleri gibi dökülen yaşlar şahitti. Belki de sevgilisi Efendimiz
sallallâhü aleyhi ve selleme kalben akıttığı yaşların maddi âlemdeki aksi
timsali olmuştu. O’nun nemli gözleri, vekâlenin duvarları, eşyaları ve gelen giden
misafirleri çok defa Leylâ Hanım’ın şu mısraları ile dile gelmiştir.
“Ah min el- aşkı
ve hâlatihi
Ahraka kalbî bi hararatihi
Ma-nazara aynî ilâ gayrikum
Uskimu billahi ve ayatihi”
Vücudum mübtelâyı derdi hicran oldu ser-tâ-pâ
Bana ağlayın ki, yarin asistanından cüdâyım ben
Acep mi gelse çeşmimden sirişkim böyle mahzundur
Ciğerde onulmaz bir derde mübtelâyım ben.
İhramcızâde
İsmail Hakkı Efendinin dilinden Leyla Hanımın bu mısraları çoğu zaman dökülür;
“Bir kadın kadar da
olamadık” derdi.
***
25 Temmuz 1950 Kore’ye Türk askeri gönderildi.
***
Devlet 1940 yılında vakfa ait Ulu Camii’nin
tamir edilebilmesine kâfi miktarda tahsisat bulunmadığı için haline terk edilmiş,
daha sonra 1948 yılında Devlet Müzesi yapılması kaydıyla, Milli Eğitim
Bakanlığı’na tahsisi için karar verilmişti. Bu nedenle Ulu Cami 1950 yılına
kadar harabe halindedir, ibadete kapatılmıştı. Bu nedenle Sivas Ulu Camii öyle
bakımsız hale gelmişti ki, bütün tavan
toprağı caminin içine çökmüş ibadet yapılacak bir halde değildi. Kayseri’den bir
vaiz geldi. vaaz’da,
“Ey Sivas Halkı!
Ulu camii gibi mabet ceddinizden
kalmış, bu hale gelmiş, hiç düşünmüyor
musunuz bir müslüman olarak nasıl sabahlara kadar uyku uyuyabiliyorsunuz.”
Bu ağır ithamlar Sivas Halkının uyanmasına
sebep oldu. Ulu Camii’nin onarımı için
bir dernek kuruldu. Halkın çoğunluğu
İhramcızâde Hacı İsmail Hakkı Efendiyi başkanlığa getirelim diye fikir
üzerindeyken Filik Rıfat,
“O şeyhliğini yapsın ne gereği var” diye halkı caydırdı.
Dernek kuruldu. Fakat bir türlü faaliyet
başlayamadı. Sonunda dernek üyeleri
“Bu işin üstünden ancak İhramcızâde İsmail
Hakkı Efendi gelir, onun yardımına başvuralım,” diyerek huzuruna
geldiler.
“Efendim bu işin başında siz bulunun, bizler bu işi ancak sizinle yapabiliriz” dediler. İhramcızâde İsmail Hakkı Efendi
“Gardaşlarım! Bizde bu işin üstesinden gelemeyiz, lakin layık görmüşsünüz, bir teşebbüsse geçelim, Rıfat Bey’de heyete dâhil olsun, bu hayırlı olur” dediler.
Uzun bir bekleme olmuş tamirat
başlamamıştı. Devletin bile bulunduğu
yeri yeşil alan yapmak istediği camii uzun bir beklemeden sonra İhramcızâde
İsmail Hakkı Efendi, Bursa Ulu Camii’ni tamir eden bir heyet ile görüşerek tamirat
başladı.
Derneğe aylık 1 lira olarak üye kaydı yapıldı.
Caminin içine dolmuş olan toprak boşaltıldı.
İhramcızâde İsmail Hakkı Efendi tamirat ile
ilgili olarak ihvanlara derdi ki;
“Gardaşlarım! Büyük bir işe girdik, paramız da yoktu. Rasûlüllah sallallâhü
aleyhi ve sellem’den emir geldi.
“İsmail Efendi Oğlum! Ulu Camiyi tamir
edelim”
“Bizde nasıl yapacağız” diye düşündük.
“Fakat Allah Teâlâ’ya tevekkül ederek bu
işe başladık. Ulu Camii’nin ortasına
gömleğin kavlinden bir çadır kurduk.
İçine kazma ile kürek koyduk.
İşin sonunu bekledik. Paramız yoktu,
paraya gark olduk o sene kıtlık olmuş halk mağdurdu. Bir emir verdik, kanılarla dağ gibi taş yığıldı, Allah Teâlâ’nın yardımıyla Ulu Camiyi tamir
ettirdik.”
İhramcızâde İsmail Hakkı Efendi “gömleğin
kavlinden” sözüyle kendinin
dünyaya gelişi gibi Ulu Camininde yapılışını eşleştiriyordu. Çünkü her ikisininde
varlık sebebi Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellemdi. Ulu Cami demek
İhramcızâde İsmail Hakkı Efendi demekle eşdeğerdi. Sivaslı ne zaman birini ansa
muhakkak eşini mecbur hatırlardı.
***
İhramcızâde İsmail Hakkı Efendi dedi ki;
“Dünya üzerinde altı
mescit vardır.
Beytullah, 2- Ravza-i Mutahhara 3- Kudüs-ü Şerif 4-
Şam’da Camii Emeviyye’de Mescidi Yahya,
5- Halep’te Mescidi Zekeriyya, 6-
Sivas Ulu Camii. Bu bir Hâkikâttir, biz
böyle kabul ettik.”
***
Ali Eriş hacca gitmesi için Efendisine para göndermişti.
Fakat İhramcızâde İsmail Hakkı Efendi ona bir kart gönderdi. Üzerinde
“Biz bu parayı, Hoca İmam Camii
minaresine harcadık” notu vardı.
1953 yılında caminin minaresini, o yıl kendine
gönderilen hac parasıyla yaptırdı. Bu eser bitmişti. Karşısında durdu şöyle dedi ki;
“Annemiz, bize cami hademesi ol dedi, fakat
biz memur olduk. Fakat hademe olamadık
ama camilerin tamiratını Allah Teâlâ nasip etti.”
İhramcızâde İsmail Hakkı
Efendi Hoca İmam Camii civarında bir ihvanın evinde sohbette, bir köşede
otururken, Kumyurtlu Hoca denilen bir zat da makatta oturuyordu. Daha önce caminin fevganesini yapmak için
Hayrı Hafız Efendi’ye emir buyurmuşlardı. Bu sebeple,
“Hayri Hafız nerede?” diye seslendi.
“Efendim buradayım” cevabını alınca,
“Fevganeyi yaptınız mı?” diye sordular. Hayrı Hafız da;
“Yaptım Efendim” diye cevap verdiler. Kumyurtlu Hoca;
“Yapıldı Efendim, çok
sevap kazandı” diye övgüde bulunmaları
üzerine İhramcızâde İsmail Hakkı Efendi;
“Hafız Efendi sevap
almak için mi yaptın?” sualine Hayri Hafız’da,
“Hayır, Efendim” diye cevap verdiler. Bunun üzerine dedi ki;
“Allah Teâlâ’ya çok
şükür. Allah Teâlâ bizi âşık etmiş. Biz hizmeti Allah Teâlâ aşkı ile yaparız ve
karşılık beklemeyiz.”
***
İhramcızâde İsmail Hakkı Efendi dedi ki;
“Gardaşlarım! Kalem her insanın kaderini
yazdı. Geri gelmez tekrar yazmaz fakat kazayı mübrem var. Kul tedbir eder Hakk
takdir eder. Kulda nasibini arzu eder. Tedbir almak takdire saygılı olmak
kullukta asıl edeptir. Kur'an-ı Kerim’in bütün ayetleri de edepten ibarettir.
Bu kapıda kıtmir olalı bu hakir her şeyi ezelden bildim takdir-i Kadir.
Allah
Teâlâ bütün ruhları ezelde asker topluluğu gibi sıraladı. Rabbiniz değil miyim?
Secde edin, buyruldu. Her kişi secdesi ile nasibi bilindi. Enbiyanın zamanları
mekânları ashabı da ezelde bilindi.
Ashab-ı Kiram Mekke’de Medine’de doğdular en
talihli kul oldular. Mekke’de Medine doğacak yaşayacakları da ezelde bilindi ki
Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellem Efendimiz Hazretleri ile bir mekânda bir
zamanda yaşadılar. Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellemin ümmeti ve hem de
ashabı oldular.
Gardaşlarım!
Sizde talihlisiniz, ashabımız oldunuz. Kıymetinizi bilin, kulluğunuza ameli
edebinize gölge düşürmeyin. Allah Teâlâ buyurdu ki:
“Meleklerim
yeryüzüne Âdem yaratacağım. Melekler fitne çıkar, dediler Allah Teâlâ buyurdu
Enbiya ve halifeler yaratacağım, buyurdu. Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve
sellem de buyurdu ki:
“Bizimle nübüvvet sona erer, vahiy kesilir,
ilham devam eder. Allah Teâlâ’nın yeryüzünde halifeleri olur ilhamla doğruyu
haber ederler ferasetle gizliyi keşfederler.”
“Gardaşlarım! Ervahı ezelde bütün sanatlar
gösterildi. Herkes sanatını aldı bize de dervişlik kaldı sizinle de ezelde
tanışmışız burada biliştik. Bu âlemde bizimde mekânımız zamanımız ezelde
bilindi. Sivas’ta doğduk. Zamanımız bilindi. Mekânımızda Sivas’tır.
Gardaşlarım! Namazda Kâbe’yi
şerifi ve sevgisini, salavât-ı şerife de Ravza-ı Rasûlüllah sallallâhü aleyhi
ve sellemi sevgisini hatırlayın ve tefekkür edin. Başka zamanda Mekke’de Medine’de
bizi hatırlayın. Bizi de Sivas’ta bulursunuz.” “Elhamdüli’llâh! Kâinat bize bağlı bizdeki
cana bağlı canda canana bağlı bize başkan geldi Hakk’ta Hakk olduk.
***
1953 yılı mayıs ayında İhramcızâde İsmail Hakkı
Efendiyi Mustafa Eren Efendi ziyarete geldi. Bu
ziyaretin akabinde
“Gardaşlarım! Bu gelen
genç bizde ne var yok hepsini aldı.” Dedi.
Anlaşılıyordu ki Mustafa Eren Efendi de bu yolda rehnümâ olacaktı.
***
“Gardaşlarım! İnsana tarîkatı
âliye-de kalbden bir ders verirler. Çeke,
çeke kalb ıslah olur. Kalb ıslah olunca da bütün vücuda dağılır. Vücut
ıslah olunca, bütün kâinat ve mükevvenat ıslah olur”
“Gardaşlarım! Kuşlar, balıklar zikirden düşünce av
olurlar. Başınızda şemsiyeyim, eğer her halinizi bilmez isek, Allah Teâlâ şeyhliği elimizden alsın. Her nefes ve alışverişinizden
haberdarım. Biz şimdi bir kestirme yol bulduk, gönülden gidiyoruz. Bu vücut,
bir gemidir. Bu gemiyi deryada yüzdürmek lazım. Kul beşerdir. İnsan namazına ve
dersine devam etmeli, yatarken,
kalkarken ve yerken daima abdestli olmalıdır. Yemede ve içmede bir şey yoktur,
nefsi körletmek içindir. Asıl mesele ruha gıda vermektir. Nefs, daima ruhun peşinden getirmelidir. İnsan, zikre başladığı zaman zikre girmeli,
kendisi yok olmalı, top atılsa duymamalıdır. Zikirden kendisini almamalıdır.”
“Cenab-ı Allah Teâlâ’ya karşı
kulluk vazifemizi yapamıyoruz. Allah Teâlâ, Kur’an göndermiş, rasül göndermiş. Kitap, sünnet icma-i ümmet; utanıyoruz. Allah Teâlâ derse, ben Allah Teâlâ’ya ne cevap vereyim. Söylesek
olmaz, söylemesek olmaz. Ben daima
şeyhimle beraberdim. Siz de, daima şeyhinizle beraber olun. Gardaşlarım!
Hepinizi Allah Teâlâ’ya emanet ettik. İnsan yok olmalı, bu da laf ile
değil, halle olacak. İnsan dört şeyden
mürekkeptir. Hava, su, toprak ve ateş.
İnsanda bir et parçası var o da kalptir. En mukaddes şey.
Gardaşlarım! Soyadımızı Toprak
koymuşlar ama toprağa bakıyorum da utanıyorum. Dirimizi, ölümüzü ve gıdamızı hep o muhafaza ediyor.
Biz toprak gibi tevazulu olamıyoruz.”
***
1953 yılı Ağustos
ayında İmam-Hatip Lisesi [25]
Yaptırma ve Yaşatma Derneği Ali Söylemezoğlu, Atıf Okutan,
ihsan Karayaprak, Sabri Özden ve Mustafa
Deveci tarafından kuruldu.
***
İhramcızâde İsmail Hakkı Efendi, bütün partilere karşı aynı uzaklıkta kalmış
herhangi bir siyasi parti hakkında yakınlık belirten bir söz söylememiştir.
Hatta 1954 seçimlerinde gelen misafirlerden birisinin,
“Efendi yakında seçim var. Biz reyimizi
hangi partiye vereceğiz” demesi Efendi
Hazretlerinin canının sıkılmasına sebep oldu ve dedi ki,
“Gardaşlarım! Allah Teâlâ herkese göz
vermiş görmek için; kulak vermiş duymak için” işaret parmağıyla başını göstererek,
“Allah Teâlâ bir de akıl vermiş, gözünüzle
görüp kulağınızla işitip aklınıza danışacaksınız, aklınız ne diyorsa onu
yapacaksınız”
“Biz, siyasetle asla uğraşmayacağımızı
söyledik, siyasetle uğraşmayacağımıza dair, Duyunu Umumiye Memurluğumuzda imza verdik. Bizim o
taahhütnamemiz halen câridir.
Gardaşlarım! Zahirde senet verdik, ervâh-ı
ezelde de söz verdik. Bizim siyasetle alâkamız yoktur. Benim bir reyim var.
Kime verirsem vereyim, başkasını ilgilendirmez. Her kim ki, ‘Efendi oyunu filan
partiye veriyor’ diye konuşursa bizim semtimize uğramasın, onunla bizim
alâkamız kesilmiştir.”
***
Ulu camiinin tamiratı tam olarak 1954’te başladı.
***
Suriye’den kaçak eşya getirip bu suretle
ticaret yapmakta olan birisi tarîkata intisabından sonra bu işi bırakmış ise,
de çoluk çocuğunun rızkının temininde zorluk çektiği için yine bu işe başlamaya
karar verip, İhramcızâde İsmail Hakkı Efendiye gelerek yaptığı ticaretten bahsederek
izin istemiş ve izin almıştı.
Suriye’ye varıp gerekli malları alarak atlara
yükleyip Türkiye’ye müteveccihen yola çıkmış. Sınıra geldiğinde karşıdan devriyelerin
geldiğini görmüş ama kaçacak zamanda bulamamıştı. Bu sırada çok süslü bir tilki
ortaya çıkmış. Bunu gören devriyeler, tilkiyi tutmak için onun peşine
düşmüşler. Oradan bir hayli ayrılmışlar. Bunu fırsat bilen adam atlarını alıp
hududu rahatça geçmiş. Mallarını sattıktan bir zaman sonra yine gitmeyi düşünerek
izin almak için, İhramcızâde İsmail Hakkı Efendiye geldiğinde, dedi ki;
“Yok, gardaşım! Bir daha tilki olmaya
niyetimiz yok”
***
İhramcızâde İsmail Hakkı Efendi Gürün’den
buğday satmak için Sivas’a gelen biri buğdayı sattıktan sonra ziyaretine gelen
kişiye şu soruyu sordu.
“Gardaşım, buraya ne için geldiniz?”
“Ziyaretinize
geldim Efendim.” Tekrar sordu:
“Allah’ını seversen doğru söyle kardeşim,
Sivas’a ne için geldiniz?” O kişi buğday
satmak için geldiğini bu arada kendisini de ziyaret ettiğini söyleyince dedi
ki;
“Gardaşım, herkes yolculuğunun niyetince
sevap alır.”
***
İhramcızâde İsmail Hakkı Efendinin kızı Hayriye
Gündüzoğlu, teheccüd namazını kaçırmış
ve onun için ağlarken, yanına geldi;
“Kızım neyin var, niye ağlıyorsun?”
“Baba teheccüd
namazını kaçırdım.” Dedi ki;
“Kızım Allah Teâlâ’ya yalvarırız, bunun için af dileriz üzülme.” “Aslanın dişisine de aslan derler. Bizim öyle kadın
ihvanlarımız vardır.”
***
İhramcızâde
Hacı İsmail Hakkı Efendinin yaş yetmişbeş oldu.
Dedi
ki;
“Gardaşlarım!
1955 senesinde Seyyid Abdülkâdir Geylânî kuddise sırruhu’l-azîz Hazretleri
vazifesini bi-zâtihî temessül ederek
beşeri âlemde bize teslim etti.” [26]
Oğlu Kazım
Beye Ulu Camii’den çıkınca geriye bakmış dedi ki:
“Kazım,
Ulu Camii’de Gavs-ul âzam mescidi oldu”
***
1955 senesi Ulu Camii’nin de ibadete açılma
senesidir. Gavs’ül-âzam İhramcızâde Hacı İsmail Hakkı Toprak Sivasî kaddese’llâhü
sırrahu’l-aziz ihvanları ile Ulu Camii civarındaki yolda giderken dedi ki;
“Gardaşlarım! Yeryüzünde, bu minareden daha
yüksek minare yoktur.” Sohbetlerinde ise;
“Gardaşlarım! Gavslık Kadirî’lerden
Nakşî’lere verildi”
“Gardaşlarım, bütün dünya bu kapıdan suyunu
içiyor.”
“Zaten ezelde tanışmamış olsa idik burada
buluşmamız mümkün olmazdı. Şeyhimin hakka yürümesinden sonra bu mukaddes vazife
bize verildi. 12 tarîkatı bize teslim
ettiler. Biz bakıyoruz.”
***
Koyun Hüseyin devamlı Efendim bana Hızır’ı gösterse
ne olur diye düşünürdü. Bir gün Ulu
Camide namazdan sonra Hızır Direği (Bu
direk caminin sol tarafında baştan son sıranın ikinci direği) yanında Gavs’ül-âzam
İhramcızâde Hacı İsmail Hakkı Toprak Sivasî kaddese’llâhü sırrahu’l-aziz bir
adamla kucaklaşmıştı. O da onları
gördüğü halde yanına gitmeyip edeben geri kalmıştı. Sonra o adam kaybolmuş. İhramcızâde İsmail Hakkı Efendi Koyun Hüseyin
yanına gelip dedi ki;
“Koyun Hüseyin! Hızır, Hızır diyordun ya, işte o adam Hızır’dı, niye yanımıza gelip görüşmedin.”
***
Başka bir kola mensub bir kişinin oğlu akıl
hastası olmuş, çok çarelere
başvurmuş, çare bulamamış. Ona;
“Sivas’ta bir zat var, çarene o derman olur, bir de ona git” demişlerdi. Bu adam çaresizliğin verdiği acı ile Sivas’a
geldi. Sivas’a gelince “Efendi
Hazretleri nerede?” diye sordu. Ulu Camii’nin adresini alıp, camiye geldi. Abdesthanede abdest alırken İhramcızâde
İsmail Hakkı Efendi onun yabancı olduğunu fark edip yanına varmış.
“Sen misafire
benziyorsun, hoş geldin” dedikten sonra
“Bu arkadaşı alıp
vekaleye götürün” diye ihvanlarına emir
buyurdu. Vekâlede adam İhramcızâde
İsmail Hakkı Efendiye derdini anlattı. O ise bir süre murakabeye daldı. Başını kaldırıp;
“Gardaşım! İki rahmetten biri” diyor adam ise,
cevap vermedi. Bu durum üç kez tekrarlandı. Sonunda adam dayanamayıp;
“Peki, Efendim iki
rahmetten bir tanesi” dediğinde Efendi
Hazretlerinin gözü yaşlı bir halde;
“Gardaşım! Haydi,
memleketine dön.” Adam memleketine dönünce oğlunun öldüğü
haberi ile karşılaşmıştır.
***
Gavs’ül-âzam İhramcızâde Hacı İsmail Hakkı
Toprak Sivasî kaddese’llâhü sırrahu’l-aziz kendi odasına ait pencerenin önündeki
selvi kavaklarının kestirilmesi için emir buyurdu. Fakat ertesi sabah ağaçları
kesmek için gelenlere,
“Gardaşlarım! Kesmeyin” der ve sebebini şöyle açıklar,
“Ağaçlar sabaha kadar Efendi bizi zikirden
ayırma diye bize niyaz ettiler”
***
“Gardaşlarım! Bu
dünya ahiretin bir bahçesidir. Bu dünyada ne ekerseniz ahirette onu
biçeceksiniz.”
“Çiçekler
vardır, gül başkadır.
Arkadaş
vardır, dost başkadır.”
“Gardaşlarım! Amellerin efdâli
zikirdir. Fakat çalışmıyoruz. Kul daima Allah Teâlâ ile olmalıdır. Vefatında
bile. Gardaşlarım! Piyasada tonlarca
kâğıt var. Bunların belirli bir kıymeti var. Ama kâğıda imza atılıp mühür
vurulduğu zaman para oluyor. Kâğıdı para yapan Mühür ile imzadır. İnsanı insan
eder zikirdir. Allah Teâlâ’yı zikir edin. İnsan, namazını ve dersini hiç bırakmamalıdır. Her şeyin cilası
ve gıdası vardır. Kalbin ki, ise, zikirdir. Bunun kıymeti sonra anlaşılır.”
Cevher
var iken pul neye yarar,
Aczini
bilmeyen kul neye yarar.
Herkes
bir yol tutturmuş gider
Mevla’ya
gitmeyen yol neye yarar.
“Validemiz, cami hademesi ol dedi
biz olamadık, fakat bugün hiç olmazsa da tamiratları ile meşgul oluyoruz”
“Gardaşlarım! Hacca gitmek isteyipte gidemeyenler üzülmesinler.
Gidenler yanımızda, gidemeyenler
canımızda. Gidemeyenler Ulu Camii’yi ziyaret etsin. Burayı O`ra, O`rayı bura
yaptık.
“Haccın şartı 3’tür. Helâl paran olacak, sıhhatin yerinde
olacak, iyi bir arkadaşın olacak, beraber gideceksiniz.
Herkes Mekke ve Medine’ye gitmek ister. Bizde diliyoruz. Ama sizleri bırakıp
gidemiyoruz. Biz Mekke ve Medine’yi
burası yaptık.”
***
Mahkeme çarşısında Ulu Cami’den gelen yolun
karşısında Mutfakgaz Bayiliği alan Celal İnce, Efendi Hazretlerine olan
hürmetinden dolayı vekaleye bir tüp ve ocak hediye etmeyi düşündü. Bir ocak
ile bir tüpü vekalenin bulunduğu Çorapçı Hanı’na götürdü. Namaz vakti olması
nedeni ile vekalede kimse bulunmadığından ocağı ve tüpü hanın temizlik işine
bakan Aznif adındaki kadına teslim ederek;
“Benim getirdiğimi kimseye söyleme” diye tembih eder. Öğle
namazını Ulu Cami’de kılan Efendi Hazretleri, camiden çıkıp karşı kaldırıma
geçtiğinde dükkândaki Celal Bey’e dedi ki,
“Celal Bey gardaşım, vekaleye gönderdiğin
tüp ve ocak çok makbule geçti” Celal Bey tembih ettiği halde, Efendi Hazretlerine
söylediğini zannettiği kadına çıkışmak için Çorapçı Hanı’na gelerek,
“Aznif sana sıkı sıkı tembih ettiğim halde
niçin söyledin” demesi üzerine, Aznif Hanım, Celal Bey’e derki;
“Celal bey! Celal Bey! Sen Efendi
Hazretlerini tanımamışsın, ben ona âşık oldum o yüzden dinimi de değiştirdim”
***
Tarîkata intisap etmiş birisi bir zaman sonra
Efendi Hazretlerine gelip;
“Efendi Hazretleri bu dersini geri al. Ben
yapamıyorum” demesi üzerine dedi ki;
“Gardaşım! Bugün misafirimiz ol yarın
düşünürüz” Bunun üzerine adam o
Çorapçı Hanı’nda kalmış ve o gece bir rüya görmüştür. Rüyasında kıyamet kopmuş.
Sırat köprüsü kurulmuştur. İhramcızâde İsmail Hakkı Efendi kolunda bir sepet
ile Sırat Köprüsünü geçip öbür tarafa vardıklarında sepeti ters çevirip
içindekileri dökmüş. Adam bakmış ki, sepetten dökülenler hep ihvan
arkadaşlarıdır. Ertesi gün özür dilemek için Efendi Hazretlerinin yanına
geldiğinde, dedi ki;
“Ne o Gardaş, sen de mi, sepete girmeye
geldin” Adam Efendi Hazretlerinin elini öperek özür dilemiştir.
***
Bir gün Efendi Hazretlerinin huzurlarında
sohbet esnasında, orada hazır bulunanlardan bir kaçı:
“Efendim, Size gelen herkese, tefrik
etmeden ders veriyorsunuz, bunun hikmeti nedir?” diye soruyorlar.
Efendi dedi ki;
“Gardaşlarım! Eskiden medrese, tekke gibi
ilim irfan yerleri vardı. Camiler aslî mekânlardır, tali mekânlar kalmadı.
Tarîkata girme hevesiyle gelenleri biz boş çeviremeyiz, fakat bizim bir gönül
dairemiz vardır ki, bizce malumdur.”
“Bir kimse bostanına karpuz eker.
Karpuzları büyüdükten sonra, en
iyilerini satıp para kazanır. Ondan ehvenini eşine dostuna ve aile efradına
yetirir. Geriye kalanını da hayvanlarına yedirir. O bostan ekenin bunda bir
zararı var mı?
Gardaşlarım! O ders verdiğimiz kimse hiç bir
şey yapmayıp ta kötü ahlaklarından vazgeçse,
bu da bir kâr değil midir? Gardaşım en azından beş vakit namazını bırakmaz. ”
***
1957 yılında İmmihan Hanımdan olan kızı
Hayriye Gündüzoğlu Hakk’a yürüdü.
***
Gavs’ül-âzam İhramcızâde Hacı İsmail Hakkı
Toprak Sivasî kaddese’llâhü sırrahu’l-aziz Konya’ya bir iş için
gitmişti. Orada ihvanı da yoktu. Konya’da hiç tanıdığı olmadığı için otelde
kaldı. Buraya gelmiş iken önce Şems-i Tebrizî’yi sonra Mevlana’yı ziyaret etmek
istedi. Ziyaretinde Mevlana’nın ruhaniyeti ile görüşemediği için canı çok
sıkıldı. Kendi kendine;
“İsmail bu hata sendedir. Mevlana mürşid-i kâmildir. O’nu dünya âlem
bilir” diye düşündü. Bu hal ile
otele vardı. Çok geçmeden temessülen
Mevlana Celâleddin Rumî kaddese’llâhü sırrahu’l azîz teşrif buyurdu. Üzerinde
deve yününden abası ve elinde asası vardı.
Selam verdi.
“İsmail Efendi! Bizim ayağımıza kadar geldiğin
için karşına çıkmaya hayâ ettik. Bizim sizi Konya sınırında karşılamamız icap
ettiğinden bu hal zuhur etti.” Dedi.
İki
saat onunla sohbet ettiler. İhramcızâde İsmail Hakkı Efendiye
“Şu an, bizim kolumuzun maneviyatına bakacak
kimse kalmadı. Onu size emanet ediyorum.”
Dedi.
Sohbetden sonra ayrıldı. Fakat İhramcızâde
İsmail Hakkı Efendi bu hadiseden dolayı Hz. Mevlana kaddese’llâhü sırrahu’l
azîz Cenâb-ı Hakk’a niyaz eder, bizi Konya’da bıraktırır diye hemen
ayrıldı. Yoksa Konya’da iki, üç gün kalacaktı.
***
İmam hatip lisesi yapma ve yaşatma derneğine 1957
yılında Gavs’ül-âzam İhramcızâde Hacı İsmail Hakkı Toprak Sivasî kaddese’llâhü
sırrahu’l-azizde katıldı. Bu katılım ile dernek faaliyete başladı.
Okul yapımı için tespit edilen yer Ceneviz- Ermeni azınlığının bir
zamanlar okul olarak kullandığı yerdi. Zamanla hazineye kalmış, bir dönem de
Sivas Ortaokulu olarak kullanılmış atıl bîr alandı. Efendi
Hazretlerinin isteğiyle Milli Eğitim Bakanlığına, bir dilekçe yazıldı. Kısa bir
süre sonra Devlet hazinesine 2.000 TL nakit para ödenerek burası satın alındı.
Devlet yardımı olarak ta 60.000 TL
ödenek geldi.
1957'de başlanan inşaat halkın yardımlarıyla başladı.
***
1958'de İmam Hatip Okulu tamamlandı. Okulun ilk kurucu
müdürü rahmetli Numan Kurukafa’dır
***
3
Mayıs 1960 yılında yaptıkları bir sohbette İhramcızâde İsmail Hakkı Efendi dedi
ki;
“Gardaşlarım! Bu mevsimde hava ne kadar soğuk
olursa olsun insana dokunmaz. Çünkü her şeye hayat veren, şifalı havadır. Güz mevsiminde ise, hava az
soğuk olsa da dokunur. Çünkü otları ve her şeyi yakan havadır.”
Bu kelam olacak ihtilalin habercisi idi. Devlet
ve millet tekrar yeniden bir imtihandan geçti. Ancak görüldü ki, hala olgunlaşmak
için bir şeylerin eksikti. İnsanlar refah ile imtihan edilince muhakkak
kaybederlerdi. Kaybettiler de.
***
27
Mayıs 1960 ihtilâli oldu. üçyüz kadar şeyh tutuklanıp Erzurum’da tevkif edildi.
Gavs’ül-âzam İhramcızâde Hacı İsmail
Hakkı Toprak Sivasî kaddese’llâhü sırrahu’l-azize devlet dokunamadı.
***
Gavs’ül-âzam İhramcızâde Hacı
İsmail Hakkı Toprak Sivasî kaddese’llâhü sırrahu’l-aziz dedi ki;
Çiğnemeyin,
çiğnetmeyin, yeşerin meyve verin
Solmayın,
sararmayın olgunlaşın ham kalmayın
Fakat kökten ayrılmayın
Buna say ettikçe siz, başınızda biz gölgeyiz.
***
1 Ağustos 1960 tarihinde Ali Haydar kuddise
sırruhu’l-aziz Efendi Hakk’a yürürdü. Mahmut Efendi şeyhlik görevi üstlenmek
istedi. Çok şeyh aradı, sonunda Sivas’a Gavs’ül-âzam İhramcızâde Hacı İsmail
Hakkı Toprak Sivasî kaddese’llâhü sırrahu’l-azize geldi.
Misafirliğin usûlü bir gün gidiş, bir gün
kalış ve bir gün dönüştür. Mahmut Efendinin Sivas’taki misafirliği üç günü
geçince durumunu İhramcızâde İsmail Hakkı Efendi sordu, O da;
“Efendi Hazretleri benim şeyhim Hakk’a
yürüdü. Çok ihvanı var, sizden icâzet almaya geldim.” Efendi Hazretleri ise;
“Gardaşım! Senin şeyhin doğdu mu, doğurdu
mu?” dedi.
“Bilemem Efendim” manasında hareket edince, Efendi Hazretleri;
“Gardaşım! Neyi biliyorsun?” dedi.
“Efendi Hazretleri sizi biliyorum” diye cevap verince İhramcızâde İsmail Hakkı Efendi uzun bir
müddet rabıtada kaldı. Öyle bir uzun müddet sürdü ki, iki defa önüne içmesi
için konulan çay soğudu. Üçüncü defa konulan çaydan sonra Efendi Hazretleri;
“Gardaşım! Size şeriât verildi. Seyr-i
Sülûk tarikattadır.” Dedi.
***
İhramcızâde İsmail Hakkı Efendi kendisine
başkasını şikâyete geleni, “Gardaşım! O zat Allah Teâlâ’nın kulluğundan da
mı çıktı?” diye
cevap verirdi.
***
İhramcızâde İsmail Hakkı Efendi Ulu Camii kapısında her
zamanki gibi dizilmiş dilenciler için dedi ki;
“Bunlara hiç para
vereceğim gelmiyor, vermeden de geçemiyorum.”
***
“Gardaşlarım!
Sâdi derki, Bir gün hamamda bir sevimli insan
bana bir parça güzel kokulu kil verdi. O kile:
“Misk misin, yoksa amber misin, senin güzel
kokundan mest oldum.” dedim. Kil cevap
olarak bana şöyle dedi:
“Ben adî bir kil idim, fakat bir zaman gül
ile arkadaş oldum, onun güzel kokusu bana sindi, yoksa ben bildiğin toprak parçasıyım.”
***
17 Eylül
1961 Menderes İdam edildi. Gavs’ül-âzam İhramcızâde Hacı İsmail Hakkı Toprak
Sivasî kaddese’llâhü sırrahu’l-aziz haberi duyunca dedi ki;
Cihana padişah olmak kuru bir
kavga imiş
Bir mürşide bend olmak
cümleden evla imiş..[27]
***
Gavs’ül-âzam İhramcızâde Hacı İsmail Hakkı Toprak Sivasî kaddese’llâhü
sırrahu’l-aziz yaz günlerinde gelen misafirleri
mesire yerlerinden olan Kepeneğin Gözü, Kurtderesi, Tekkeönü ve Yılankırkan
çiftliğinde sohbet ortamları oluşturularak irşad faaliyetlerine devam ederdi.
Ayrıca Soğuk Çermik denilen kaplıcaya da giderdi. Maddi ve manevi şifa merkezi
olan bu çermiğe ihvanların gitmesini tavsiye ederdi.
Sivas’ın üç
kaplıcasından birisi olan Soğuk Çermik, iki dağın arasıdır. Sivaslıların
vazgeçilmez yaylasıdır denilebilir. Bir kalyonu andıran dik, duvar gibi
yükselen dağın hâkim tepesinde Ahmet Turan Gazi Hazretlerinin kabri bulunmaktadır.
Kaplıcanın her noktasından görülebilen gösterişsiz sade bir mezarı var Ahmet
Turan Gazinin. 10. yüzyılda Anadolu’nun Türkleşmesi hareketinde bölgenin
fethini komuta etmiş. Etrafta başka bir mezarda yoktur.
İhramcızâde
İsmail Hakkı Efendi bu kaplıcayı tercih etmesindeki en önemli sebep Ahmet Turan
Gazinin ruhaniyetidir. Bu evliyayı vesile kılıp Sivas’ta çocuk sahibi olan çok
insan vardır. Onun dünyaya gelişide dualar gölgesinde olduğu için annesi Hacı
Aişe Hanım burayı çok ziyaret kılmıştı. Soğuk Çermik onun için hatıraların ve
duaların sesleri ile dopdolu idi.
***
Gavs’ül-âzam İhramcızâde Hacı İsmail Hakkı Toprak Sivasî
kaddese’llâhü sırrahu’l-azizin sohbetin başında bu ilahiyi terennüm ettirirdi.
Emânet etmişsin geldi selâmın
Şevketli sultânım aleyküm selâm
Aldı ta’zim ile bu ben gulâmın
Ey şâh-ı hûbânım aleyküm selâm
Müyesser olur mu rûyunu görmek
Acep olur mu ki, vaslına ermek
Gâhi gâhi böyle selâm göndermek
Keremdir Efendim aleyküm selâm
Lutf edip hatırım ele almışsın
Hasretinle yandığımı bilmişsin
Duydum ki, mürüvvet kâni imişsin
Dertlerimin dermânı aleyküm selâm
Umarım Efendim mürüvvet senden
Uğruna geçmişim can ile tenden
Demişsin gedâma selâm et benden
Berhudâr ol canım aleyküm selâm
Geçirdin boynuma aşkın kemendin
İyi ki, anmışsın bu derd-i mendi
Kuluna selâm etmişsin Efendim kendin
Derdime dermanım aleyküm selâm
Bilmezim bu dil-i biçâre netsün
Hicr-i firakınla ya kande gitsün
Selâm eylemişsin Hak selâm etsün
Sana ey cananım aleyküm selâm
Hasta idim beni getirdin cana
İhtiyaç kalmadı gayri Lokman’a
Selamın şifa verdi bu hasta cana
Gönlümün sultanı aleyküm selâm
Azîz iltifatın râyegân ettin
Âteş-i sinemi gülistan ettin
Mahzun Gevheri’yi şâdüman ettin
Ey gonca dehânım aleyküm selâm
***
Sofu Yusuf ve Hayır Severler Camii inşaatı
başladı.
***
İhramcızâde İsmail Hakkı Efendiye sordular.
“Efendi Hazretleri sizi nerede buluruz?
“Eğer bu dilberi ararsanız Sivas
Ulu Camii’nde. Orada bulamazsanız Şam-ı Şerif’te Ümeyye Camii’nde. Orada bulamazsanız, Mekke’de Kâbe’de. Orada
bulamazsanız, Medine’de Ravza’da. Orada
bulamazsanız, Sivas’a bir sefer eyleyin
Ulu Camii’nde bulursunuz.”
***
“Amelleriniz tartılmadan önce, kendinizi hesaba çekiniz. Hâkikat ve hidayet yolundan
ayrılmayınız. Cenâb-ı Hakk’a ihlâs ile ibadet etmenizi tavsiye ederim. Allah Teâlâ,
dünyada hayrı da şerri de insanların tercihine bırakmıştır. Sakın ha kendinizi
gafletten koruyunuz. Size hoş görünse de fenalıktan, günahlardan sakınınız.
Allah Teâlâ’nın emirlerini yerine getiriniz, çünkü emirlerin yapılmaması bir
felâkettir. Ölüm yolunu kolaylaştıracak yegâne şey, sizin amellerinizdir.
Size tebliğ edilen emirlere ittibâ ediniz.
Taharet üzere yaşayınız. Takva üzere olunuz. Her teşebbüsünüzde Cenab-ı Hakk’ın
size yardım etmesini ve geçmiş günahlarınızı affetmesini niyaz ediniz. Tevazu
ve sabır, takva ve sıdk şiarınız olsun. Hesaba çekilmeden kendilerini hesaba
çekenler büyük mükâfatlara nail, bunu ihmal edenler ise, büyük zararlara duçâr
olurlar.
Her türlü musibet ve belâlar, kişinin
tekâmül sebeblerindendir. Bunlar da nefs-i emmâreden raziye ve marziyeye kadar
gider. Çoğu zaman nefs-i levvâmeye uğrarlar. O zaman kul kendi günah ve
hatalarıyla uğraşır. İnsanın kendi hatasını görmesi kadar güzel irfan olmaz.
Bunların hepsini unutup kulluk vazifesinde bulunmak, yani cismindeki canı gibi,
dostu canında bulmak
Bu dünya fânidir, âdemdir, misafirhanedir,
âhiretin tarlasıdır. Âhirete hayırlı ameller götürmek lazımdır. Sen, seni sevdiğinle
bil. Bir hadis-i şerifte; “ Kişi, sevdiği ile beraber haşr olacaktır.”
“Gardaşlarım insan dünyada bir yolcu gibi veya bir misafir
gibi, yâda bir kiracı gibi olmalı. Yolcu veya misafirin nesi olur ki, Konar,
geçer o kadar.”
Fâilâtün,
fâilâtün, fâilâtün,
Yüzün suyu değer cihanı bütün
Verirlerse dünyayı sen alma satın
Yüz aklığı iki cihana değer
Hak kul elinden intikamını kul eli ile alır
İlm-i Hakk-ı bilmeyenler anı kul yaptı sanır.
Cümle eşya haktandır kul eli ile işlenir
Emr-i Bâri olmayınca sanma bir çöp deprenir.
Kazara bir sapan taşı bir altın kâseye değse
Ne taş kıymet kazanır, nede kâse kıymetten düşer
“Gardaşlarım! Naci denilen fırka sizlersiniz. Bakarsınız bazı kişiler tarîkata giriyorlar.
Çok geçmeden acaibten garâibten bahsetmeye kalkışıyorlar. Kendilerini büyük
adam olduklarını zannediyorlar. Fakat büyük kim, küçük kim, o sonra belli olur. Bizim tarîkatımıza gelen kimse uzun yıllar
çalışır. Ancak kendi küçüklüğünü fark eder. Yetmez mi bu fark. Çünkü keramet
kulu Allah Teâlâ’dan uzaklaştırmaya yarar.
İnsan Ahlak-ı Muhammedi ile ahlaklanmalı, kuldan istenen budur. İnsan ile ebedi âleme gidecek kazançta budur.
“Kaza
namazı olanın nafile ve sünnet namazları kabul olmaz diyorlar. Siz ne
buyuruyorsunuz?” dediklerinde;
“Gardaşlarım! Yarın ruz-i mahşerde ilk sual
namazdan olacaktır. Namazın hesabında hesaba ilk defa farz namazları alınacak,
ondan sonra noksan kalan kısımları kaza namazları ile tamamlanacak. Ondan
noksan kalan kısımları da derecelerine göre sünnetlerle, ondan noksan kalan
kısımları da nafile namazlarla tamamlanacaktır.
Gardaşlarım! namazlarınızı ihmal etmeyin.
Vaktiniz oldukça borcunuz varsa kaza namazı ve Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve
sellemden intikal yâni gelmiş olup, sizlere bildirdiğimiz sünnet namazlarını
kılınız.”
Gardaşlarım! Akşam namazından sonra ikişer
rekâttan altı rekât evvâbin namazı kılanın geçmiş on yıllık günahı af olunur.
Ondan sonraki evvâbin namazları için de her birine bir umre sevabı verilir.
Teheccüd namazını kılın, iki rekât işrâk ve dört rekâtta duhâ namazı kılın”
***
Hafız Hakkı Ürgüp kuddise sırruhu’l-azîz bir
gün sabah namazı vakti girmeden hamama gitmek ihtiyacı duymuş. Hamama gitmişti. Bakmış hamam kalabalık hayret etmiş ve “Bu
saatte, bu kadar adam” dedi.
Yıkanırken yanındaki
yıkananlar;
“Bu adama ilişelim mi?” Diğeri;
“Ne yapıyorsun onun şeyhi
uyanık, canımıza okur” dedi. Bu sözleri duyan Hakkı Hafız Efendi hamamdan
alelacele çıkmış. Sabah vekâleye gelince
İhramcızâde İsmail Hakkı Efendi dedi ki;
“Gardaşım,
biz de uyanık olmasa idik, halin ne
olurdu. Erken saatlerde hamama gitmeyin”
***
İhvanın biri, arkadaşının
evine misafir olmuştu. O gece yatılı misafir kalmıştı. Fakat ihtilam olmuştu.
Sabah kalkınca evin erkeği bir an dışarıya bir ihtiyaç için çıkmıştı. Bu arada
evin hanımından yıkanmak için su istemişti. Yıkandıktan sonra evin erkeği gelip
durumdan huylanmış, tüfeğini kaptığı gibi ihvanın üzerine yürüyüp öldürmek
istemişti. İşin sonu kötüye varacağını anlayan ihvan;
“Şeyhim yetiş” diye bağıra bağıra kaçtı.
“niye böyle oldu ki, Efendi Hazretleri benim bu halime yetişmeli
değil miydi, ben yanlış bir iş yapmadım ki,”
dedi.
Durum daha sonra İhramcızâde İsmail Hakkı Efendiye anlatılınca;
“Gardaşlarım!
Bizim yolumuzda şeriat önce gelir. Eğer biri şer-i şerifi aşmaya çalışırsa onun
tarîkatı yoktur. Önce şeriat, sonra tarîkat, sonra şeriat. Şeriatın olmadığı yerde bizim tasarrufumuz da
yoktur.”
***
Gavs’ül-âzam İhramcızâde Hacı İsmail Hakkı Toprak Sivasî kaddese’llâhü
sırrahu’l-aziz Ankara ihvanına bir mektubunda tavsiyeleri şu şekilde idi.
“Gardaşlarım!
Birbirinizle bir
araya geldiğiniz zaman, gönüllerinizi dünya
taallukatından âri kılarak hep bir ruh gibi olmaya gayret ile celb-i himmet ve
ruhaniyyet eylemeniz iktiza eder.
Bunun hilafındaki hareketler, maddî ve mânevî işlerinizin bozulmasına ve gönüllerinizin perişanlığına
sebep olacağından, şu Ramazan-ı mağfiret nişanından birbirinizle hubben lillâh
helâlleşerek, gayet samimi ve ciddi olarak muhabbet eylemenizi eltâf-ı
ilâhiyyeden niyaz ederim.”
***
İhramcızâde İsmail Hakkı Efendi bir sohbetinde
sevmek hakkında Musa aleyhisselâmın kıssasını anlattı.
“Allah
Teâlâ, Tur-i Sina’da, Musa aleyhisselâma
buyurmuşlar ki,
“Ya Musa benim
için sen ne yaptın” Hz. Musa aleyhisselâm,
“Ya Rabbi namaz kıldım, oruç tuttum,
zekât verdim” Buyurunca, Allah Teâlâ buyurur ki;
“Onlar senin için
Ya Musa, karşılığını elbette vereceğim, benim için sen ne yaptın” sualine
Hz. Musa aleyhisselâm,
“Yarabbi sen bilirsin” demesi
üzerine Allah Teâlâ,
“Ya Musa, benim için bir kul sevdin mi? buyurmuşlardır.
“Onun için kul, Allah Teâlâ’yı sevmeli, her şeyi de Allah için sevmelidir. Gardaşlarım
biz hepinizi Allah için seviyoruz,” yerde
giden karıncayı göstererek,
“Şu karıncayı da, Allah için seviyoruz”
“Siz birbirinizi Allah Teâlâ için severseniz, gayret’u-llah zuhur eder. Allah Teâlâ
hepinizi sever. Muhabbeti olan hata görmez, görse de
göz yumar. Her işte beraberlikten Allah Teâlâ razı olur. İdare ilmini öğrenin, insan kızınca
şeytanın malı olur.
İdare müdâra ve dubâra.
Nefis çok mübarektir. Ruha âşık olmuştur. Aşkın kıymeti çok büyüktür.
Âşık olmayan insan, insan değildir. Asıl
mesele nefsi, ruha tâbi
kılmaktır. Nefsin dediğine gitmemektir. Ne ararsan insanda mevcuttur. Bir şeyh
(Şeyh Sena ) Rum papazının kızına âşık olmuş. Ruh şeyhtir, Nefiste Rum
papazının kızıdır. Hepinizi Allah Teâlâ’ya emanet ettik. Biz de zaten Allah
Teâlâ’ya emanetiz. Cenâb-ı Allah Teâlâ, hepinize mazhar-ı tevfik buyursun. Tarîkatta
bir şey varsa, o da insanın gözü ayağının ucuna bakmasıdır.”
“Akıl nefsin
yuları, başına takılırsa her türlü fenalıktan emin olur.”
“Gardaşlarım! Sohbetlerinizde edebinizi,
muhabbetinize sahip olun. Her sohbette vuslat vardır. Hiç vuslatsız sohbet
olmaz. Hiç bir şöhret afatsız olmaz, öyleyse şöhretten kaçının.”
“Allah Teâlâ buyurdu: ‘kunû sadıkîn’ sadıklardan olun”
“Allah Teâlâ yine buyurdu: ‘kûnû maa’s-sadıkın’ sadıklarla ile
beraber olun”
“Gardaşlarım! Her insan sadık olamaz sadık
olacak olan salih olacak olan ezelde bilindi. Siz bizimle olun. Biz sizinleyiz,
siz aldığınız vazifelerinizi farz vacib edebi amellerinizi emri nehy-i nevafili
ilahiyi zikr-i kesir ile murakaba-ı hayr ile bize yakınlığınızı temine
çalışınız. Sahabe ahlaklı olun abdestsiz yemeyin ve gezmeyin. Sahabe haram
yemediler. Helâlın içinde şüpheliyi araştırdılar da Rasûlüllah sallallâhü
aleyhi ve sellemi sevdiler de yakın sahabe oldular. Siz de bizi sevin bize
yakın olun. Bizi sevdiğiniz kadar Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve selleme
oradan Allah Teâlâ’ya yakın olun.”
“Gardaşlarım! Ni’me’l Mevla ve ni’me’n-nasîr.
Allah Teâlâ ne güzel dosttur ne güzel yoldaştır. O yüce Allah buyurdu “dua edin
her şeyi Hakk’tan isteyin bizi de Hakk’tan isteyin. Dua ve ilham Hakk’tandır.
Fakat biz Allah Teâlâ’ya layık kul olamadık, lütfuna sığındık acizliğimizi
bildikte kulluğa layık görüldük. Kul acizliğini bilmeli.”
“Gardaşlarım! Kendinize acıyın, biz
ihvanımıza acıyoruz. Her canlıya yerdeki karıncaya da acırız. Siz de acıyın
dersinizi tesbihinizi ihvanımızın noksanını bize tamam ettiren bir güç var olduğuna
hak ile iman edin. Biz dua etmemeye Hakk’tan hayâ ediyoruz”
“Kişi kabri başında ziyaretçisini idâre (mum)
gibi, lüks lamba ışığı gibi, güneş gibi görür.”
“Gardaşlarım!
Kişi sevdiğini anarken sevgiye saygılı olmalı. Kimi andığını bilmeli tevhitte
salâvat-ı şerifede edebine dikkat etmeli. Kişi yanındaki ile tevhitte salâvatı
şerifede Allah ve Resülünü sevgisini tefekkür ediğiz hesap günü gelmeden kendini
mizana çekeceğiz ölümü, kabri, kalkışı ve mahşeri tefekkür edeceğiz. Tarikatın
edebi ikidir göründüğün gibi olmak olduğun gibi görünmektir. İhvan abdestli
olur emrolunduğu gibi amel eder. Nefsin bir silahı kalmıştır ameline edebine
şöhretine gurur ettirmektir.”
***
Gavs’ül-âzam
İhramcızâde Hacı İsmail Hakkı Toprak Sivasî kaddese’llâhü sırrahu’l-azizi bir
ihvan ziyarete gelince,
“Vazifelerini yap.” gelen kişi;
“Yapıyorum,
vazife alalı teheccüd namazını bile terk etmedim” İhramcızâde İsmail Hakkı
Efendi dedi ki:
“Git buradan varlık koktu” dedi.
“Allah Teâlâ buyurdu ki: mahşerde hiç kimseye
soyu şöhreti sorulmaz. Kulu ameli edebi ile yakınlığı ile mükâfatlandırırız” Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellem
buyurdu ki:
“Ashabım benden sonrada şirke düşmezsiniz,
mahcup olursunuz. Fakat cedelleşeceğinizden mahşerde mahçup olacağınızdan
endişem var.”
“Ancak zamanın sonunda ümmetim yetim çocuklar
gibi olur. Fakat Allah Teâlâ’nın veli kulları olur. Eteğini tutan, sülük gören
azab görmez, fakat mahcupluk vardır.”
“Her beldede sülûk gösteren sülûk görmüş
icazetli halifelerimiz ihvanımız var.” Dedi.
***
İhramcızâde İsmail Hakkı Efendi her zaman
faytona bindiği için Gaziantepli ihvanlar yeni çıkmış arabalardan birini şoförü
ile beraber Sivas’a getirmişlerdi. İhvanların niyetleri, yaşı ilerlemiş olan
Efendi Hazretlerini rahat ettirmek idi. Ancak, Efendi Hazretleri;
“Gardaşlarım!
Bunu götürün ihtiyacımız yoktur” dedi.
Yine aynı şekilde, Çorapçı Hanı’ndaki
vekâlenin eski bir yer olduğu daha güzel bir yer yapılması için teklif
yapılmıştı. İhramcızâde İsmail Hakkı Efendi yer değişikliğine razı olmamıştır.
“Cümle âlem zat
imiş
Deryayı hikmet imiş
Hak ile vuslat imiş
Allah Teâlâ’dan gayri yok
imiş”
Gardaşlarım! Bunu altın harfler ile yazmak lazım.”
“Gardaşım kim kime yaklaşırsa onun kokusunu
alır. Bizimde gayemiz sizlere bir şey vermektir. Üç gün intisap etmiş ihvanımıza
dahi hal veririz. Hiçbir ihvanımızı boş bırakmayız. Üç gün dahi ihvan olduysa
Hal verdiğimiz hali ona haberdar etmeyiz.”
***
Bir gün İhramcızâde İsmail Hakkı Efendi evladı ile beraber yolda giderken, kalbinden geçti ki;
“Babacığım herkese himmet ediyorsun benim
bazı kötü hallerim var bırakamıyorum.”
Efendi aniden durdu
ve aniden ona döndü.
“Oğlum harçlığın
var mı?” o cevap veremedi. O ise ceketinden para çıkardı ve
“Al bunu oğlum, her şeyin bir zamanı var” dedi.
***
“Gardaşlarım!
Ölmek varlığı bırakıp yokluğa ermektir. Yok, olacaksın ki, var olasın. Nefsini
bilen Allah Teâlâ’yı bilir. Nefsini bilmeyen Allah Teâlâ’yı da bilemez. İnsan
fani olursa Cenabı Allah o insanın konuşan dili, gören gözü, işiten kulağı
olur.”
“Gardaşlarım! Şeyhim Mustafa Hâki Hazretleri ile ilk karşılaştığımda
baktım ellerim onu eli (o zaman sakalım yoktu) sakalım onun sakalı olduğunu
hissettim. Her halim şeyhim oldu. Şeyhinde fani olan Rasûlüllah sallallâhü
aleyhi ve sellemde fani olur, Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellemde fani
olan Allah Teâlâ da fani olur.
***
Efendi Hazretlerine ihvanları dediler ki;
“Başka şeyhlerin
ihvanları uçuyor kaçıyorlar, niye bizde böyle bir hal yok”
“Gardaşlarım!
Sinekte uçuyor. Siz uçmayı kaçmayı bırakın. Allah Teâlâ’ya kul olmaya bakın.
Uçmak bir şey değil. Sizin Allah Teâlâ yanında sinek kadarda mı, kıymetiniz
yok. Yoksa daha ne çalışıyorsunuz. Sizleri bir damla sudan bu hale getiren
Allah Teâlâ değil mi? Onun için uçmaya kaçmaya bakmayın. Allah azîmü’ş şân bize
kulum desin yeterde artar.”
***
Gavs’ül-âzam İhramcızâde Hacı İsmail Hakkı Toprak Sivasî kaddese’llâhü
sırrahu’l-azizin ziyaretine gelen alevi
kardeşlere;
“Gardaşım! Alevi
misin?” dediklerinde,
“Evet, Efendim” demeleri üzerine,
“Gardaşım! Alevi
olabiliyor musun?” diye sordu. Sonra dedi ki;
“Gel canım, bu
işin Alevisi Sünnîsi diye bir şey olmaz. Hepimiz Allah Teâlâ’nın kuluyuz”
***
“Gardaşlarım! İşte
hulasa sizler Allah Teâlâ’nın ehlisiniz. Allah diyene “Ehl’u-llah” derler, ne
yazık ki, çalışmıyorsunuz. “Temûtune kemâ te’îşûne ve tub’asûne kemâ te’îşûne” dedi.
Dünyada hangi
sıfatta ve ne amel üzerine iseniz o halde vefat edersiniz
Hangi sıfat üzere
vefat ederseniz, o sıfat üzere haşr olursunuz. Müminin kalbinin daima Allah Teâlâ ile
olması lâzımdır. Vefatımız zamanında dahi Allah Teâlâ ile olalım.”
***
“Ey Hâlık-ı
kâinat! İlticâgâhım ancak sensin. Üzüntü ve sürûr zamanımda da sana yalvarırım.
Günahlarım büyüktür, fakat senin affın ondan daha büyük değil midir? Münâcatımı
işitiyorsun. Gönlümde muhabbetini eksik etme. Beni bin yıl ateşinde yaksan yine
senden ümidimi kesmem. Rehberim sen olursan, hiçbir vakitte gümrah (yolunu kaybetmiş, sapıtmış, azmış) olmam. Sen bana yol göstermezsen ilelebet
dalâletten kurtulamam.”
“Yâ İlâhi! En
büyük korkum, beni kapından tard edecek olursan ne yapacağım. Senin
yükselttiğini kimse alçaltamaz. Senin alçalttığını kimse yükseltemez. Hâlik
sensin, hakîm ve âlim olan sensin, ilmin her şeyi kaplamıştır, rahmetin her
şeye şamildir. Felâketzedelere yardım eden, musîbetzedelerin imdadına yetişen,
kalbleri kırılanlara teselli veren Sensin. Kullarına yardım için daima
hazırsın. Bütün esrar ve efkârı bilen Sensin. Bütün nimetleri bahşedensin.
Fakirlerin dostu sensin. Sadıkların, tahirlerin yardımcısı sensin. Yardımını
isteyenlerin hepsine yardım edersin”
“Ya Rab! Biz
aciz, fakir, nakıs, zayıf ve fânî kullarınız. Ebedî ve ezelî olan, zengin ve
kudretli olan, rahîm ve alîm olan sensin. Senin marifet ve muhabbet nurunu
arıyoruz. Muhabbet ve marifetini ihsan eyle. Günahlarımızı affeyle.”
“Gardaşlarım!
Bedenimiz helal rızıkla gıdalanıp, temiz kılıf olursa ruhumuz memnun olursa bu
âlemde bedenimizi toprakta korur. Hem de ebedî âlemde tez bulur. Berzâh
âleminde bedenimiz ruhumuzla beraber bekleyecek. Ebedî âlemde tekrar dirileceğimiz
zaman ruhumuz bizi bulacaktır.”
***
Birisi
İhramcızâde Efendiye gelerek mezarlık yerindeki arsayı kar amaçlı alıp satmayı
sordu.
“Gardaşım, üzeri süpürge ile sürecek kalınlıkta
altın ile kaplı olsa, bunun hepsi kar olsa ölü arazisinden ve vakıf malından
uzak dur.”
***
Ankara’dan gelen bir müfettiş gizli olarak bir süre takibat
yaptı, gideceği zaman İhramcızâde İsmail Hakkı Efendiye gelerek kendini
tanıtmış;
“Efendi Hazretleri siz müstesna bir insansınız, bu kadar insan, nefsini düşünüp dünya
menfaati için etrafınızda yuvalanmışlar ve nemâlanıyorlar.”dediğinde, İhramcızâde İsmail Hakkı Efendi dedi ki;
“Gardaşım, biz
bunların hepsini ve durumlarını da biliyoruz.”
***
Bir gün İhramcızâde İsmail Hakkı Efendi ihvanlar ile
sahrada sohbet ederlerken o mevziden çingeneler geçiyordu. O ise onlara ikram edilmesini emir
buyurmuştu. Orada bulunan birisi;
“Efendi Hazretleri onlardan cenabetlik çıkmaz, niye veriyorsun”
dediğinde, dedi ki;
“Senin burada kaç kuruşun
var, mal kimin, mülk kimin, verin
şunları, Gardaşlarım” diye ikaz etti.
***
Yemek yedirme konusunda ihtimam gösterirdi.
Çünkü İhramcızâde İsmail Hakkı Efendi bir yere misafir olmuş. Orada aç iken çay
ikram etmişler. Bu durum ona sıkıntı verdiği için;
“Gardaşlarım!
Bize çayı içirdiler de içirdiler. Mübarek, Canım! Karnımız aç diyemedik. Onun için gelen misafirlerimize karnınız
aç mı? diye soruyoruz.”
***
İhramcızâde İsmail
Hakkı Efendiye birileri gelip hallerinden şikayetçi oldular. O da
“Allah Teâlâ,
isteyene her şeyi verir. Allah Teâlâ’dan kendini (cemâlini) de isteyin.
Gardaşlarım! Allah Teâlâ, kendini de verir.”
“Her
isteğimiz yerine geliyor, onun için Allah Teâlâ’dan bir şey istemeye hicap
ediyoruz.” “Gardaşım! Allah Teâlâ’nın rızasını al gönlünü yap, işini O’na gördür.”
***
“Gardaşlarım!
Bir kimse, ben öldükten
sonra benim malımı dünyanın en cahil adamına verin derse; o adanıp malını
Kur’an-ı Kerim hafızı olup ta manasını bilmeyene vermeli imiş yine bir kimse
benim malımı âlim kimseye verin derse, o kimsenin malını velev ki, Kur’an-ı
Kerim’i yüzünden okumasını bilmesin, Kur’an’ın hükmünce amel edene vermeli
imiş.”
***
İhvanlardan
biri, Efendi Hazretlerinin huzurunda sohbette iken gönlünden geçirir ki,
“Efendi’nin de hiç kerameti yok” o
anda İhramcızâde İsmail Hakkı Efendi ona döner ve
“Gardaşım siz ders almadan önce
Teheccüd namazına kalkar mıydınız?” o da, “Kalkmazdım
Efendim” diye cevap verir.
“Peki, şimdi kalkar mısınız?” diye
sorunca;
“Evet Efendim. Hem de hiç
kaçırmam” diye söyleyince, Efendi Hazretleri;
“Gardaşım bundan daha büyük
keramet olur mu?”
En faziletli ilim ilm-i hal
En faziletli hal huzur-u hal
Kul rah-ı hakta buluna
Rahimdir Allah Teâlâ kuluna
Bu âleme gelen küfrü ile gelir. Neyi seversen onunla kalırsın, ne ile meşgul isen sen O’sun. Şeriatı gözetin, şeriatı gözetmeyenin
tarîkatı olmaz. Ama sol el ile yemek mekruhtur, fakat onu görmek haramdır”
***
Samsunlu
belediye zabıtası Rasim Efendi bir gün İhramcızâde Efendiye ziyarete geldi. Onu
severdi. Onu yanına oturttu. Hoşbeşten sonra
“Efendim
eskiden Samsun’a gelip gidiyordunuz. Şimdi gelmiyorsunuz.”
“Canım Rasim Efendi, büyükler bir yol
öğretti. bir gizli yol öğrettiler. O gizli yoldan gidip geliyoruz, siz
görmüyorsunuz.”
“Gardaşlarım
nerede olursanız olun biz sizi görürüz.”
***
İhramcızâde İsmail Hakkı Efendi (Samsun) Terme İlçesi’nde
sahrada ihvanlarla oturur iken, eşraftan bir zât, dünya gözü ile sohbete
birinin uçarak katıldığını ve oturduğunu görmüştü. Dikkatlice onu takip etti.
Sohbet bitince o uçarak gelen zât ile görüşmek istese de görüşememiş onu gözden
kaybetmişti. Uzunca bir zaman geçtikten sonra bu durumu gören kişi, Sivas’a İhramcızâde
İsmail Hakkı Efendiyi ziyarete geldi.
İhramcızâde İsmail Hakkı Efendi her zaman olduğu gibi Çorapçı
Hanı’nda bulunan vekâledeki sohbetine katılmıştı. O kişi sohbet esnasında hafif bir uyku ile
uyanıklık arasında kendisini başka bir âlemde gördü.
Çok güzel bir yer ve nurânî bir zât yürüyordu. Peşine takıldı.
Onun mânevi durumundan istifâde ederim düşüncesiyle gayret edip yetişmek
arzusunu içinde duydu. Fakat bir türlü yetişmek mümkün olmadı. Nihayetinde o
nurlu zât, uzakta görünen eve girince, o kişide o tarafa yönelip kapıdan içeri
girdi. Nurânî zâtı evde yatan hastanın başında dururken gördü. O nuranî zât
ise, bu zâtı görünce diğer kapıdan telaşla kaçıp gitti. O kişi yatanın ağır
hasta olduğunu anlayınca içinden gelen bir niyetle birazda dinlenirim diye,
Yasin-i Şerif-i okumaya başladı. Okuma bitince, hasta olan kişi son nefesini
vererek Hakk’a yürüdü. Bu arada, bu olayı mânada müşahede eden kişi kendine geldi
ki, Efendisinin karşısında çay içiyor. Biraz sakinleştikten sonra İhramcızâde
İsmail Hakkı Efendi;
“Gardaşım! O hasta olan kişiyi
tanıdın mı?” Bu kişi hatırlayamadığını
belirtince;
“Hani, görmüştün ya. Terme’de
sahrada iken sohbetimize uçarak biri gelip oturmuştu. O Kâdiri şeyhlerinden idi. Hasta idi. Şeytan
Hakk’a yürüyeceğini anlayınca nurlu zât kılığına girerek imanını çalmak için
onun yanına gidiyordu. Allah Teâlâ bu durumu bize bildirdi.
Gardaşım! Bizde o zâtın, iman ile
ruhunu teslim etmesi için senin ruhunu şeytanın peşine taktık. Onu yalnız
bırakmadığın için şeytan kendisini kurtarmak için hastayı terk edip gitti. Sende
o uçan şeyhin imanla göçmesine sebeb oldun.”
“Gardaşlarım! Kıymetinizi bilin.”
“Gelen gelsin
saadetle, giden gitsin selametle.”
***
“Gardaşlarım! Şu görmüş olduğunuz
yıldızlar, sizin aklınızın alamayacağı şekilde dünyadan çok büyük, Allah
Teâlâ’nın yarattığı varlıklardır. Bunların üzerinde de Allah Teâlâ’ya itaat eden
mahlûkatlar vardır. Onlar da Allah Teâlâ’yı zikrederler, kulluk ederler. Yalnız
onların şekilleri bize benzemez. Bu ayrı bir meseledir”
***
Hayırseverler
camii de 1962 yılında hizmete açıldı.
***
İhramcızâde İsmail Hakkı Efendi, hasta olan
oğlu Halis Turgut Efendi’nin ağrılarının arttığı günlerde onu görmeye gitti. Oğlu;
“Efendi Babam,
ızdırabım çok arttı. Emanetinizi teslim alın” niyazında
bulundu. sükûtla karşıladı. Fakat en son niyazında,
“Efendi Babam,
isyan etmekten korkuyorum, emanetinizi alın” ricasına, İhramcızâde İsmail Hakkı Efendi dedi ki;
“Peki, Gardaşım!
Allah Teâlâ’dan ricacı oluruz” eve geldikten
biraz sonra vefat haberini getirenlere,
“Biliyoruz gardaşım,
biliyoruz” dedi. 10.12.1963 tarihinde Halis Bey Hakk’a yürüdü.
***
7 Nisan 1964 Şamdan teyyare ile
ve hac yolculuğu yapıldı.
11 Nisan 1964 Mekke’de Halis Beye, Kemal Beye,
Hayriye Hanıma, Mevlude Hanıma vekil hacı tedarik edildi.
***
Hafik İlçesi merkezinde
bulunan Yeni
Camii (1964) nin yapımı için
gerekli malzeme, İhramcızâde İsmail Hakkı Efendi tarafından tedarik edildi. O
zaman Hafik Müftüsü Mevlüd Sarıoğlu Efendi’nin başkanlığında yapım işi
yürütülmüştü. Caminin yapımına Karadeniz bölgesinden bir vatandaş dahi kum
göndererek bu hayrattan nasiplendi. Onun için kapı girişinde şu dörtlük
yazılıdır.
Hakk’ın
hazinesi boldur.
Ümidini
sen O’ndan um
Bu
camii yapılırken
Karadeniz’den
geldi kum
***
Bir gün ihvanlar hal bozukluğu içinde;
“Efendi biz
olmasak hatmini kime okutacak, biz
olmasak o ne yapacak” diye söylenmişlerdi. Bu hale vakıf olan İhramcızâde İsmail Hakkı Efendi sohbet
esnasında ihvanlara dedi ki;
“Biz, Ermeni Kirkor’a (sohbete o gün gelmiş olan)
bile okuturuz. Oda olmazsa küplere bile
okuturuz, bir ihvan şeyhsiz, şeyh de
ihvansız olmaz.” Vekaledeki küpler tıngırdamaya başladı.
***
İhramcızâde İsmail Hakkı Efendinin çerkez olan
bir ihvanına, yine çerkez olan bir hoca;
“Canım, siz bu İsmail Efendi de ne buldunuz? Aslında O, cahilin
birisi” demiş, o ihvanda;
“Yok, canım, benim şeyhim çok
büyük ilim sahibidir” şeklinde müdafaa da bulundu. Hoca da;
“Gel beraber gidelim. O senin şeyhini bir imtihan edeyim de
ihvanlar arasında nasıl rezil olduğunu gözlerinle gör” dedi ve vekaleye geldiler.
Hoca, Kur’an-ı Kerim’in tefsiri zor olan bir ayetini
sormayı kararlaştırmış. Vekaleye girip oturduklarında, İhramcızâde İsmail
Hakkı Efendi orada bulunan bir hafıza;
“Kur’an-ı Kerim’in falan
suresinin, falan ayetini” oku dedi. Hafız
da hocanın sormayı düşündüğü ayet olan bu ayeti okudu. İhramcızâde İsmail Hakkı
Efendi bu ayetin tefsirini yaptı ve dedi ki,
“Bu ayetin daha geniş bir tefsiri
daha yapılabilir”
Daha geniş bir tefsir yaptıktan sonra,
“Canım, bu ayetin tefsiri için
bundan daha genişi yapılabilir” dedi çok geniş ve anlamlı bir tefsire
başladı.
İmtihan için oraya gelen hoca ihvana çerkezce,
“Bana bir hal oldu. Herhalde hastalanıyorum” demesi
üzerine İhramcızâde İsmail Hakkı Efendi, çerkezce dedi ki;
“Hoca, iyi olursun inşâllah”
Hoca, beraber geldiği ihvanla vekaleden çıktıklarında dedi
ki,
“Canım, sizin bu şeyhiniz çok bilgili bir zatmış.
Baksanıza bizim lisanımızı dahi biliyor.”
İmtihan için gelip kendi imtihan
oldu.
Bu türlü kişilerin bu
enaniyetleri hep yolda kalmalarını sebep olmuştur.
***
“Gardaşlarım! Allah Teâlâ’dan
başka bir şey yoktur. Zaten bizde yokuz. Bizi yok bileceksiniz. Bizde sizinle
düşüp kalkıyoruz. Konup göçüyoruz. Ama biz,
biz de yokuz.”
Beni
bende demen bende değilem
Tenim boş
gezer dondan içeri
“Mecnun ve Leylâ
vardı. Mecnun âşık idi. Leylâ bir gün yanına gelip, “ben Leylâ’yım” diyince Mecnun, “ya bendeki
Leylâ kim” demiş. Meğer Leylâ olmuş.
Gardaşlarım!
Allah Teâlâ’yı isteyin. Allah kendini verir.
Bu hal ile olun Gardaşlarım! Bu âlem bir hayaldir.
“Gardaşım, Allah’dan hayâ ediyoruz. Bakıyoruz,
gönlümüze ne geliyorsa o oluyor. Allah’dan utanıyoruz.”
Allah için
birbirinizi sevin, biz sizi Allah için
seviyoruz. Karıncayı da Allah için seviyoruz ne görüyorsak Allah’ı
görüyoruz. Sizi de gördük Allah’ı
gördük. Biz Allah’a sarılmışız ki, siz
bize sarılıyorsunuz.”
“Vaktinizin
kıymetini bilin. Dünya beni aldattı. Üstü bal tadı, altı beni aldadı.”
“Gardaşlarım! Hepimiz misafiriz.
Misafir aç olmayacak, ev sahibine güç olmayacak misafirliğimizi bilmeliyiz.
İnsan bar (yük) olmamalı, yar olmalı, yani hizmet ehli
olmalıdır.”
***
Şarkışlalı İsmail, mide kanseri olmuş ve doktorlar ameliyat
önermişlerdi. O da sıkıntısından İhramcızâde İsmail Hakkı Efendiyi ziyarete gelmişti.
Bu zaman içinde Gaziantepli ihvanlar gelmişler sahra sohbetine gidilmişti. İhvanlar
çiğ köfte yerlerken Şarkışlalı İsmail yemiyerek ortada dolaşıyordu. İhramcızâde
İsmail Hakkı Efendi;
“Gel Gardaşım! Gel” diye işaret ederek “Bizim köftemiz şifâdır” iki tane çiğ köfte verdi. O da yedi.
Bir ay sonra doktora giden Şarkışlalı İsmail’e tekrar yapılan tetkikler
karşısında doktorlar şaşırarak “ne zaman
ameliyat oldun hiçbir hastalık kalmamış” diye söylediler.
***
Varlıktan Allah
Teâlâ’ya sığınırız. Biz hiç kimseyi hor görmeyiz. En günahkâr insan tövbe eder.
Allah Teâlâ’nın sevdiği kulu olur. İbadetine güvenen insana varlık gelir ve
mahvolur.”
***
İhramcızâde İsmail Hakkı
Efendi ihvanları ile hamama gitmek âdeti idi. Bu sefer yine Tenekeci Rahmi Usta
ile gittiler. Tenekeci Rahmi Usta için bu bir fırsattı. Çünkü senelerdir içini
kemiren bir kurdu vardı. Efendisine hamam sonunda bir karpuz yedirebilmek.
Yirmi sene belki bekledi.
İhramcızâde İsmail Hakkı
Efendi yıkanırken o hemen fırsatını bulup dışarı çıkar. Karpuz arar. Fakat
mevsim kış ve karpuz yoktur. Çaresizlik içinde çok düşünen Tenekeci Rahmi Usta
birkaç kilo nar alır ve hamama döner.
Efendi Hazretleri çıkmış dinlenmektedir.
“Gardaşım Rahmi, nereye gittin?” Tenekeci Rahmi Usta;
“Efendim seneler önce,
yine böyle hamamdan çıkıp dışarı çıkmıştık. Bana karpuz mu almaya gittin diye
sormuştunuz. Ben ise, böyle bir niyetle gitmemiştim. Fakat o gün bugün bu dert
beni meşgul yiyip bitirdi. Ne olur bu narları o karpuzun yerine kabul edin.”
Dedi.
İhramcızâde İsmail Hakkı
Efendi bu durumdan çok duygulandı. O hafta sohbetlerinde bu konu üzerinde çokça
durdu ve
“Gardaşlarım! Biz Tenekeci Rahmi Usta’ya seneler önce bir şey söylemişiz.
O ise, bunu bunca sene unutmamış. İşte ihvan böyle olmalı, bir derdi olmalı ve
unutmamalıdır.” Dedi.
***
Hacı Hasan Akyol Efendi, hanımı ile 45 sene evliliğinde bir
huzur bulamamış artık şikâyet için Efendisine gelmişti.
“Efendim 45 senedir ben sağa gitti isem, o sola gitti bir huzurum
yok” demiş. Efendi Hazretleri;
“Gardaşım! Bizde senelerdir aynı haldeyiz.” Dediğinde Hacı
Hasan Akyol şikâyetinden vazgeçti.
***
İhramcızâde İsmail Hakkı Efendi bir
sohbetlerinde anlattı.
“Cibril-i Emin hazretleri Cenâb’ı Hakk’a
iltica ediyor,
“Yarabbi müsaade et de, Senin şu âlemlerini
ben bir dolaşayım” diyor. Cenâb’ı Hakk;
“Ettim, Ya
Cibril-i Emin” diye buyurması üzerine Cibril-i
Emin epeyce bir zaman dolaştıktan sonra;
“Aman Yarabbi ben hata etmişim. Senin
âlemlerin dolaşılmakla bitmezmiş” diyor. Allah’ü Zül-celal Hazretleri;
“Ya Cibril-i
Emin, filan yerde piri fani bir kulum var. Ona git, şu anda Cibril-i Emin
nerede diye sor” diyor. Cibril-i Emin denilen
yere varıyor. O zatı muhteremi buluyor,
“Senden bir şey soracağım” diyor. O zatta;
“Sor bakalım. Ne soracaksın” dediğinde;
“Cibril-i Emin nerededir?” diyor. Mübarek
Zat’ı muhterem şöyle bir rabıta ediyor, bir an kadar durduktan sonra başını
kaldırıyor;
“Bütün âlemleri
dolaştım, hiçbir yerde yoktu. Cibril-i Emin sen olsan gerektir” diyor. Bu sefer Cibril-i Emin Cenâb’ı Hakka dönüyor,
“Aman Yarabbi bundaki hikmet ne? Nasıl oldu
bu iş” Allah Teâlâ;
“Ya Cibril-i Emin
onu da ondan sor” diyor. Bu sefer dönüp;
“Evet, Cibril-i Emin benim, her şey sana
malûm. O zaman nasıl oldu bu iş” demesi üzerine, o zatta dedi ki;
“Ya Cibril-i
Emin! Sen Allah’ü Azim’üşşana Âlemlerini dolaşayım dedin. Kendi arzu ve
isteğinle dolaştın. Muvaffak olamadın”
“Biz ise, hin-i
sebâvetimden beri kendi arzumla hiç hareket etmedim. Biz işi oraya havale
ettik. Bilen de O’dur, bildiren de O’dur. Hepsi O’dur. Ya Cibril-i Emin”
“Bunu bilen bir
kul imiş. O’da biz imişiz. Gardaşlarım”
***
İhramcızâde İsmail
Hakkı Efendi, bir gün Kazım Bey ile ikindi namazından sonra faytona binip eve
geldiler. Faytoncuya ücret ödemek için
ceplerini arayıp para olmadığını görünce;
“Gardaşım! Şu
faytoncunun parasını ver” diye emretmeleri üzerine, Efendi babası faytoncuya her zaman beş lira
verdiğinden o da cebinde var olan beş lirayı faytoncuya verdi. Devlethâneye
girip yukarı büyük odaya çıktılar. Akşam vakti yaklaşıncaya kadar beraber
oturdular. Kazım Efendi akşam yaklaşınca gitmek için izin istedi, sırtını
çevirmeden kapıya doğru giderken İhramcızâde İsmail Hakkı Efendi dedi ki,
“Gardaşım! Senin
harçlığında yok. Dur sana bir harçlık vereyim”
Elini koyun cebine
atıp çıkardığı yüz lirayı harçlık olarak verdi.
***
Sivas Müftüsü, Müftü İbrahim Efendi sağlığı
sırasında devamlı İhramcızâde İsmail Hakkı Efendinin aleyhinde bulunmuştu ve
bir gün hastalanıp yatağa düşmüştü. Yanından devamlı bulunanlardan hiç kimse,
ziyaretine gitmemişti.
Bir cuma günü cuma namazından sonra İhramcızâde
İsmail Hakkı Efendi oğluna,
“Oğlum Kâzım, Müftü
İbrahim Efendi hasta imiş, onun ziyaretine gidelim. Şuradan bana bir zarf bul” dedi. Zarfa beş yüz
lira koyup kapadı. (Tabi bu o zamanın beş yüz lirası.) Ayrıca meyve alındı ve
evine gittiler.
Edeben hastanın ziyaretinde bulunacak kadar
kaldıktan sonra çıkarken, o para konulan zarfı, İbrahim Efendi’nin yastığının
altına koydular.
Ziyaretine gelen emekli müftü Mevlüt
Sarıoğlu’na,
“Canım, biz Efendi Hazretlerini yanlış
tanımışız. Efendi Hazretleri çok büyük insan imiş de biz bilememişiz” dedi.
***
Dil-gamı ha-hed cüda-i zi-tu amma
çu-kunem
Derd-i eyyam bir faide-i dil hahest
Hayali Yar ile her-dem benim
rüyalarım vardır
Kemend-i buy-i zülfünden uzun
sevdalarım vardır.
Gardaşlarım!
Dâhil ve
hariçten bunca hücumlara rağmen mücahede yolunda bulunmak, meyus olmamak icap
eder.[28] Kabz ve bast ikisi birer kanat
olduğu ve sâlikin onlarla ikmal-i hal ve makam eylediği birçok zevatın zahir ve
batın birçok iptilalara göğüs gerdikleri meşhurdur. Siz de muhabbet ve muhalasat yolunda devamla her
biriniz büyük azim ve ihtimam edesiniz.[29] Vukuat-ı âlemden mükedder olmamak
lazım.[30] Çünkü bu cihan muvakkat bir
zıl-dan ibarettir.[31] Âlemi-ukba ise, ebediyettir. [32]
Dünyanın fani olduğunu yakinen bilenler nîk-u
bednine aldanmazlar.[33] Zenginlik ve fakirlikte böyle olmak lazımdır.[34] Talib-e zat-ı ahadiyet gerektir ki, değil bu
faninin iyş-u nuş-u izz-ü cah-ı hatta bir cümle müşahedat ve tecelliyattan
geçip “Lâ” (yok) tahtında idhal eyle ki,
anın kâffesi zılâlen müstesnadır.[35] Yani esma ve sıfat arifin melhuzu olmaya ancak
zikr-i kesir ve murakabe-i dil ve hayr ile meşgul ola, her kesin halini hoş görüp,
insan kendi yakınlığını temine çalışmayı adet etmelidir.[36] Vesselam-ü ala men-i’ttebea’l Hüdâ
İsmail Hakkı Toprak
***
Gavs’ül-âzam
İhramcızâde Hacı İsmail Hakkı Toprak Sivasî kaddese’llâhü sırrahu’l-aziz
sohbetlerde Âşık veysel’in bu türküsünü okuturdu.
Dost dost
diye nicesine sarıldım
Benim sâdık
yârim kara topraktır
Beyhude
dolandım boşa yoruldum
Benim sâdık
yârim kara topraktır
Nice
güzellere bağlandım kaldım
Ne bir vefa
gördüm ne fayda buldum
Her türlü
isteğim topraktan aldım
Benim sâdık
yârim kara topraktır
Koyun verdi
kuzu verdi süt verdi
Yemek verdi
ekmek verdi et verdi
Kazma ile
döğmeyince kıt verdi
Benim sâdık
yârim kara topraktır
Âdemden bu
deme neslim getirdi
Bana türlü
türlü meyve yedirdi
Her gün beni
tepesinde götürdü
Benim sâdık
yârim kara topraktır
Karnın
yardım kazmayman belinen
Yüzün
yırttım tırnağınan elinen
Yine beni
karşıladı gülünen
Benim sâdık
yârim kara topraktır
İşkence
yaptıkça bana gülerdi
Bunda yalan
yoktur herkes de gördü
Bir çekirdek
verdim dört bostan verdi
Benim sâdık
yârim kara topraktır
Bütün
kusurumu toprak gizliyor
Merhem çalıp
yaralarım düzlüyor
Kolun açmış
yollarımı gözlüyor
Benim sâdık
yârim kara topraktır
Her kim ki,
olursa bu sırra mazhar
Dünyaya
bırakır ölmez bir eser
Gün gelir Veysel’i
bağrına basar
Benim sâdık
yârim kara topraktır
“Dünya’da
Türkiye, Türkiye’de Sivas’ın kıymetini bilin.”
İhramcızâde İsmail Hakkı Efendi, Rasûlüllah
sallallâhü aleyhi ve sellemin “Mahşerde
ümmetimi çokluğu ile öğüneceğim.” buyurduğunu ifade etti ve
“Gardaşlarım! Her
asrın halifesi gibi, bizde ihvanımızın çokluğu ile öğünürüz” dedi. Daha sonra evinin önünde havuz yapan ihvanları eve
çağırdı ve onlarla çay içer iken, uzun bir müddet rabıtadan sonra dedi ki;
“Gardaşlarım! Siz
görevinizi bugün burada çalışarak ve yorularak edâ ettiniz. Allah Teâlâ her
kula bir görev verdi. Bize de bugün bir görev verildi. Allah Teâlâ meleklere bu
yıl kıtlık olacak buyurdu. Melekler razı oldular. Bize de bu ahval ilham olunca
razı olmayıp, Ya Rabbi kullarına kıtlık iptilasını verme, dedik. Duamız kabul
olundu.”
***
İhramcızâde
İsmail Hakkı Efendi bir gün Sivas’ta Tekkeönü’ne sahraya giderken bir araba
geldi. Şoförün yanında hanımı vardı. Elini uzattı. Arabaya, şoför yanına
alacaktı. Kadının yanına oturmayacağını belirterek eli ile reddetti. Sahrada dedi
ki:
“Herkese acırız himmetimiz olsun isteriz.
Fakat şeriatı çöpe atmayız.”
“Gardaşlarım! Hiç kimsenin hatasını da
görmeyiz.”
“Gardaşlarım! Gayrının hatası dağ kadar olsa,
kendi hatanız mercimek tanesi olsa, gözünüzün bebeğine hatanızı tutun, gayrının
dağ gibi çok olan hatasını görmezsiniz. Şeriat böyle değil.”
***
“Hata ne kadar küçükte olsa tarikat yoluna
set olur. Nefis yemekten şöhretten hoşlanır. Ruh zikirden yokluktan hoşlanır.
Ruhumuz ezelden bize misafir geldi. Onu incitme memnun et. Rasûlüllah
sallallâhü aleyhi ve sellem buyurdu ki:
“Müminin ruhu daldan dala atlayan kuş gibidir
cennetteki yerini görür.”
“Gardaşlarım! Fen ilerledi Almanya da bir
arabayı 7 günde, Amerika da bir uçak 37 günde yapılıyor. Fakat fen daha da ilerleyecek kişi eynine
giydiği elbisenin düğmesine basacak kendini istediği yerde bulacak. Fakat
maneviyat üstünlüğü devam edecek. Allah Teâlâ nebilerin velilerin sesini veli
kullara duyuracak.”
***
Gayet açık saçık giyinen bir mühendis hanım
ziyarete geldi. Eşi Hafız Hanım’ında bulunduğu odaya gelip, İhramcızâde İsmail
Hakkı Efendiden tarîkata intisap etmek istediğini belirtti. Bir suskunluk oldu.
“Efendim, bana ders tarif etmediğin sürece
bu odadan dışarı bir adım atmam” diye ısrar eder. Bunu üzerine
“Peki, kızım seni
de derviş yapalım” deyip ders tarif ettiler. Ders tarifini
alan bayanın gitmesinden sonra, Hafız Hanımefendi,
“Canım sende her önüne gelene ders
veriyorsun. Böylelerine ders tarif edilir mi?” demesi
üzerine, İhramcızâde İsmail Hakkı Efendi dedi ki;
“Canım, bir de
böyle ihvanımız olsun”
***
İhramcızâde İsmail
Hakkı Efendi, şikâyete gelen kişiye
“Allah Teâlâ’ya bu kulu yaratmasını bilmemişsin mi diyelim” “kuldur hata işler,
üçer, beşer” dedi.
***
İhramcızâde İsmail Hakkı
Efendi son eşi olan Hafız Hanım’ın gözleri görmediğinden ve Sivas’ta tedavisi
mümkün olmadığından tedavi ettirmek üzere Ankara’ya götürmüştü. Göz doktorlarının
yaptığı araştırma sonucu Hafız Hanım’ın gözlerinin açılmasının mümkün olmadığı
anlaşıldı. Fakat göz doktoru;
“Efendi sizin
gözlerinizin de tedaviye ihtiyacı var”
diyerek yaptığı muayenede her iki gözünün
de katarakt hastalığından tamamen kapanmış olduğunu görerek, hayretle;
“Efendi siz bu gözlerle
nasıl yola gidiyorsunuz?” dedi. Derhal gerekli işlemler yapılarak ameliyat yapıldı.
O zaman yapılan katarak ameliyatından
sonra yirmi dört saat sırtüstü ve yastıksız hiçbir tarafa dönmeden yatmak gerekiyordu.
Sivas’a dönüşlerinde dedi ki;
“Gardaşlarım! Biz dervişliği yirmi dört saat sırtüstü hareketsiz yattığımızda
öğrendik. Çünkü o da dervişlik gibi sabrı gerektiren bir iştir”
***
“Gardaşlarım! Mecnun ve
Leylâ vardı, Mecnun âşık idi.
Leylâ bir gün yanına gelip, ben
Leylâ’yım demiş, meğer Leylâ olmuş.
Mecnun ellerini açarak ya bendeki Leylâ kim demiş.
“Bu
vücudum mülkü elden çıkmadan
Çarh-ı devran bu binayı yıkmadan
Suretle mana bir arada iken
İki âlemde fırsat elde iken
Gel Hubb-u
dünyayı gönlünden gider
Alasın can
âleminden bir haber.”
Mecnûn’a sordular Leylâ nice oldu
Leylâ gitti adı dillerde kaldı
Benim gönlüm şimdi bir Leylâ
buldu
Yürü Leylâ ki, ben Mevlâ’yı
buldum
Leylâ Leylâ derken Allah’ı buldum
Bu hal ile olun, Gardaşlarım! Bu âlem bir hayaldir. Allah Teâlâ için
birbirinizi sevin. Biz sizi Allah Teâlâ için seviyoruz. Karıncayı da Allah Teâlâ için seviyoruz.
Dışarı çıkıyorum, bakıyorum, ne
görüyorsak Allah Teâlâ’yı görüyoruz. Sizi de gördük Allah Teâlâ’yı gördük. Biz Allah Teâlâ’ya sarılmışız ki, Siz bize
sarılıyorsunuz.”
“Biz, Allah Teâlâ’ya sarılmışız ki, bize
sarılıyorsunuz”
***
04.03.1966 tarihinde Efendi Hazretlerinin Kazım Efendi Pakize Hanımla evlendi.
***
1966 yılı hac dönüşünde vekâlede, Hacı Bekir
Efendi yüksek sesiyle,
Cânân
ilinin güllerinin bağı göründü
Dost
ikliminin lâlesinin dağı göründü
Envâr-ı
Muhammed doğuben tuttu cihanı
Şakku’l
kamerin mu’cize parmağı göründü
Kaygu
gecesi gitti kamu kalmadı korku
Eyyûb’a
dahi sıhhatinin çağı göründü
Dil
hastasının derdine dermanı erişti
Şemsî’ye
bu gün dostunun otağı göründü
Söylüyor ve ağlıyordu. İhramcızâde İsmail Hakkı
Efendi sonra dedi ki;
“Gardaşlarım!
Mahşerde böylece toplanacağız. Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellemin Havz-ı
Kevseri’nin başında bütün tevhit ehli ehlullah cem olacağız cemâle tevhid
sesleriyle gideceğiz. Tevhit ehli Ehlu’llâh’a, Nâci Fırkası’na yakınlığa vesile
tayin olunduk.
“Gardaşlarım!
Tevhîd ehlisiniz. Nâci Fırkası sıratı görmeyecek. Hesapta sorulmayacak. Mahşere
gidiş yokuştur.” dedi elinde tesbihi dik
tuttu 33 sübhâna’llâh’ı tarif etti.
“Sırat düzdür.” dedi 33 elhamdüli’llâh’ı düz tutarak tarif etti.
“Cenneti cemâle
gidişimiz iniştir” dedi 33 Allah-u Ekber’ı
aşağı tutarak tesbihini tarif etti.
“Her namazın
sonunda tefekkürle okuruz” dedi. Biraz
sükûttan sonra başını kaldırdı, buyurdu ki;
“Gardaşlarım!
Ölümü, berzâhı mahşeri tefekkür edin. Namaz kılarken Beytu’llâhı, salavât-ı
şerife okurken de Ravza-ı Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellemi tefekkür edin
ve hatırlayın. Gayri zamanda bizi hatırlayın. Yolunuz düşerse Mekke’ye
Medine’ye gidin. Fakat bizi
unutmayın. Bizi Sivas’ta bulursunuz.
Gardaşlarım!
İhvanımız bizi unutmaz. Bizde ihvanımızı almadan cennete gidersek, cennet bize
haram olsun” deyince ihvan gözyaşıyla
ayağa kalktı Şeyhimizde ayağa kalktı elini öpen her ihvana “Fî-emâni’llâh” [37]
***
1966 yılında Sivas vekâlesinde İhramcızâde
İsmail Hakkı Efendi gelmeden Damadı Hayyat Mehmed Efendi ihvanlara anlattı ki;
“Bir seher vakti uyandığımda ablanız (Efendi Hazretlerinin kızı Hayriye Hanım) yatağında oturmuş
ağlıyordu. Bende “Ne oldu”
dedim. Ablanız dedi ki;
“Biz diğer ihvane hanımlarla beraber
Yukarıtekke’de medfun sahâbî Abdülvahhab Gazi Hazretlerini ziyarete
gittik. Türbeyi ziyaret edip bir fatiha
üç ihlâs ve üç salavât-ı şerife okuyup, “Ya
Rabbi bu ziyaretimizi salihlerin ziyareti gibi kabul ve makbul et,”
dedim. “O anda aklıma düştü ki, Ya Rabbî
Habîbinin yüzünü görmeyen, sözünü duymayan bizlere ashâbını ziyaret etmeyi
lütfettin. Şükrünü edâ edenlerden bizi ayırma”
diye dua ettim. Gece Abdülvahhab Gazi Hazretlerini rüyamda gördüm. Bana;
“Evladım bizi
ziyaret ettin, güzel ettin. Fakat senin öyle bir baban var ki, Allah Teâlâ onun
gözünden bu âleme nazar ediyor. Fuyuzâtı ilâhi onun izni ile âleme dağılıyor.
Başkasından medet ummak taştan medet ummaya benzer.” dedi, onun için ağlıyorum.” Hayyat Mehmet Efendi sözlerine şu şekilde devam etti.
“Gardaşım! Ablanız genç yaşta Hakk’a
yürüdü. Öyle icap etti. Bende evlenmedim. Şeyhimin sevgisi üstüne sevgi tutmadım.”
***
“Bu âlem âdemden doğar. Âdem olmasa cihan
olmaz. Eğer bu âlem olmasa, bu âleme âdem olarak gelemez. Ancak bu âleme gelen, küfrü ile gelir.”
“Gardaşlarım, Allah
Teâlâ’nın kulunu sevmek o kulda kusur görmemekle olur. Başkasında kusur gören
kendinde varlık görür. Allah Teâlâ’ya sonsuz hamd olsun ki, bulduğum bu Allah Teâlâ sevgisiyle Allah Teâlâ’nın
kullarına hizmet etmek ve onlara faydalı olmak en büyük dileğimdir.”
“Gardaşlarım!
Eğer biz kendimize düşen vazifemizi yapamıyorsak, bu vazife bizden alınsın;
sizler bir şey alamıyorsanız bizler ne yapalım.”
“Söylenen sözler
Allah Teâlâ ve Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve selleme söylenmiş sözlerdir.
Ancak yol bizden geçtiği için bize söylenmiştir. Fenâfı’l-ihvân olduysanız, bu
sözler ihvana, Fenâfi’ş-şeyh olduysanız bu sözler şeyhe, fenafı’r-resûl olduysanız
bu sözler Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve selleme, bekâbi’llâh olduysanız bu
sözler Allah Teâlâ’ya söylenmiştir”
“Gardaşım sevmeli sevilmeli. Her insanın
sevgisi Allah Teâlâ ve Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve selleme ulaşmaz. Siz
bizi sevin, bizde şeyhimizi seviyoruz. Bu sevgi, silsileyi meşâyih yolu ile Rasûlüllah
sallallâhü aleyhi ve selleme, oradan Allah Teâlâ’ya ulaşır.”
***
Seyyid Osman Hulusi Efendi Mekke’de bize bir
sohbetinde dedi ki:
“Efendimle dört defa Kudüs yoluyla Hacca
geldik. İlk üç haccımızda Kudüs’teki Mescid-i Aksa’daki âlimlerden hiçbir kimse
şeyhimin önüne geçip namaz kıldırmadı.
Şeyhimizin ilim sahibi olduğunu görmüşler. 1967’de dördüncü haccımızda yine
Mescidi Aksa’ya uğradık. Şeyhimize bu sefer itibar etmediler. Bunun üzerine
Şeyhim,
“Oğlum Hulusi! Başlarına bir
musibet gelecek.” dedi. O sene İsrail Kudüs’e
girdi.
Şeyhimle Mekke’ye geldik. Arafat’tan döndükten sonra Mina’da
Mescid-i Hayf da kimse önüne geçmedi, şeyhim imamlık yaptı. Oradaki âlimlerden
birisinin bu hal acayibine gitmiş ve dikkatini çekmiş. Bu kadar çok âlim varken
bu kişiye niçin imamlık yaptırıyorlar, diye. Bu düşünceler içindeyken Efendi
Hazretleri cemaate yüzünü dönmüş ve manevi bir el cemaatin üzerinden geçerek
şeyhime öptürdüğünü görmüş. O zat hatasını anlamış ve ayağa kalktı:
“Gardaşlarım ben bir hataya düştüm. Benim üzerime basmadan
kim bu kapıdan geçerse Allah Teâlâ haccını kabul etmesin.” Cemaat üzerinden
zarar vermeyerek geçtiler. Daha sonra İhramcızâde İsmail Hakkı Efendi yerinden
kalkarak geldi ve
“Kalk Gardaşım! Kalk, kabul (bağışlattık)
ettirdik seni.” Şeyhimin elini öptü ve oradan ayrıldı. Bu olaydan sonra İslam
âlimleri daha çok Sivas’a geldiler.”
***
Gavs’ül-âzam İhramcızâde Hacı İsmail Hakkı
Toprak Sivasî kaddese’llâhü sırrahu’l-aziz 1967 yılındaki bu haclarında Medine-i
Münevvere’de Mescid-i Nebevi’nin “Sıddık
Kapısı” karşısında Hamamcı Şaban Aydın ve Gemerekli Abdussamed’inde
bulunduğu bir sırada, Seyyid Osman Hulusi Efendi ye dönerek;
“Gardaşım Hulusi!
Senin ecdadın bizim ser-tâcımızdır. Üzerinize büyük bir vazife intikal ediyor.
İhvan’a sahip çıkıp, hizmet edersiniz” dedi.
O da cevaben “estağfirullah Efendim” dedi.
***
Sivas Devlet Hastanesine yeni tayin edilmiş
olan bir Dâhiliye Doktoru Ahmet Kemal Köksal İhramcızâde İsmail Hakkı Efendiyi
evine davet etti. Sırrı Su, Avni Bey ve
Öğretmen Ahmet Bey’i de yanına alarak ziyarete gittiler. Dr. Ahmet Bey’in
hanımı gayet açık giyinmiş olarak hiç çekinmeden karşılarına çıktı.
“Efendim ben hayatımda oruç tutmadım,
Namaz kılmadım ne yapmam lazım?” dedi. İhramcızâde
İsmail Hakkı Efendi dedi ki;
“Keffâret belki
zor gelir. Oruç tutmadığınız günleri hesaplar, bugünkü rayiç bedelden fıtır
sadakası verirsiniz. Hiç ara vermeden 60 günde oruç tutarsınız ve namaza da
başlarsınız, tövbe istiğfar edersiniz. Allah’ı Azim’üşşanın rahmeti çoktur.
Tövbe edeni Allah Teâlâ sever ve af eder”
Saime Hanım söylenileni yaptı ve kapandı. İhramcızâde
İsmail Hakkı Efendinin teslimiyetli ve en iyi talebesi oldu. Öyle ki, Ahmet
Bey’in Cidde’de vazife gördüğü zaman içerisinde hacca gelmiş bulunan İhramcızâde
İsmail Hakkı Efendi için öğle ve akşam yemeklerini Cidde’de [38]
pişirip sıcağı ile Mekke’ye yetiştirirdi. Bu hal o hac sırasında her gün vuku
buldu.
***
İhramcızâde İsmail Hakkı Efendi Medine’de çay içmek için
bardağını alıp yudumlamak isterken
“İçinizde namazı kim tehir etti?” diye sual buyurdu. Kimse cevap vermedi. Bir müddet sonra
tekrar
“Gardaşım! Sizlere soruyorum,
duymadınız mı?” “Namazı tehir eden var mı?”
diye tekrarlayınca Şen Mehmed Efendi,
“Efendi Hazretleri ben semaver ile ve
meşgul oldum da biraz vaktini fevt ettim” dedi. Bunun üzerine
“Şeriatı gözetmeyenin tarîkatı
olmaz.”
“Bu yolun evveli şeriat,
ortası tarîkat, sonu yine şeriat.”
“Gardaşlarım! Bizim tarîkatımız
ne kadar büyürse büyüsün, ne kadar incelirse incelsin, şeriattan kıl kadar
ayrılmasına imkân yoktur”
“Şeriatta kıl kadar noksanı
olanın, havada uçtuğunu görürseniz, vurup kanadını kırın. İstidraçtan [39] başka bir şey değildir.”
***
Medine-i
Müneveverde Anteplilerle beraber sohbette otururken İhramcızâde İsmail Efendi;
“Gardaşlarım size müsaade” dedi. Fakat
hiç kimse yerinden kalkmadı.
İhramcızâde
Hazretleri birden kendinden geçti. Murakabe halini aldı. Biraz durduktan sonra,
birden gözünü açtı.
“Peki ya Rasülallâh”, dedi. Sonra
“Gardaşlarım, vesaitimiz hazır mı?”
dedi. İhvanlar sevindiler.
“Gardaşlarım, burada kalmak istedik ama
Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve selem buyurdular ki,
“İsmail
senin birçok ihvanın var, seni burada gelip ziyaret edemezler. Sen Sivas’ta
kal.”
“Bu emir üzere vesaitimizi hazır edin,
dedik.” Mekke-i Mükerreme ye sonra Cidde’ye yol alındı.
***
Hacdan sonra Sivas’ta bir sebeple Saime
hanımdan bahsedilince İhramcızâde İsmail Hakkı Efendi dedi ki;
“Canım Saime
Hanım da, Saime Hanım”
***
“Gardaşlarım!
Ders alan birinin oruç ve namazdan önce gözü kör, kulağı sağır,
dili peltek ve eli ayağı kötürüm olmalıdır. Gardaşlarım! İhvan olmak
kolay, insan olmak zor. Gidersin
bir mürşide ders alırsın eve ihvan dönersin. Ama insan olmak öyle değil.
Şeyhimden ders aldıktan sonra, Şeyhimin
boyasına boyanmışım. İşte bu sizin gelmeniz, Şeyhimin
himmetidir. Himmet verilmez alınır. Himmeti vermeli, almalı. Biz verebiliyor muyuz siz de
alabiliyor musunuz?
Biz Allah
Teâlâ’nın hiçbir işine karışmadık. Naz makamında dahi olmadık.” “İhvan vaktin
oğlu olmalıdır”
“İhvan ihvanlığı ile
avama karşı gururlanmamalı ve riyaya gitmemelidir. Yolumuzun dört esası vardır.
Devamı sohbet, devamı sünnet, devamı zikir ve seyr-i sülûk. İhvanda huşu ve
huzur birleşmezse zevk alamaz.
İhvan iki
kısımdır. Birinin her gün yediği baldır, balı bilmez. Diğeri de şekli ve şemailini bilmez. Bal baldır, tadından ayrılmaz.
İhvan özürsüz üç
hatmi terk ederse ihvanlıktan terk edilir. İhvan Allah Teâlâ için bakarsa Allah
Teâlâ ona ölmez bir göz verir. Dinlerse, ölmez bir kulak verir. Hâsıl insan
bütün azasını Allah Teâlâ’ya verirse, Allah Teâlâ ona ölmez bir vücut verir ve
ruh olur. Edeb, ihlâs ve muhabbet bir ihvanda bulunmaz ise, ilerleyemez.”
***
Tenekeci Rahmi Usta, Meydan Camii karşısında yeni dükkânına
taşınmış ve önünde Şemsi Sivasî kuddise sırruhu’l-azîz Hazretlerinin türbesine
karşı ayak ayaküstüne atıp, elinde sigara ve radyosunun nameleri ile tüttürürerek
keyf alıyordu.
İhramcızâde İsmail Hakkı Efendi dükkâna geldi. Rahmi Usta o
anda bulunduğu halin utancıyla açtığı radyoyu kapadı ve elindeki sigarayı yere attı.
İhramcızâde İsmail Hakkı Efendi;
“Gardaşım Rahmi, nasılsın?” Diyerek iskemleye oturdu ve dedi ki;
“Sana bir hikâye anlatayım da dinle. Bir gün sahipleri tarafından
deve ile merkep zayıfladıklarından dolayı sahraya terk edildiler. Bu iki hayvan azatlığın verdiği fırsatla semirdiler.
Fakat merkep devamlı surette zevkten anırmak istiyordu. Deve de mani olmaya
çalışıyordu. Deve;
“Yapma ne olur, eski hayatımıza döneriz”
demişse de merkep anırmıştır.
Oradan geçenler bunları tutup yeniden yüke
vurmuşlar. Sonunda merkep vurulan yükün ağırlığı ve hamlığı ile bir uçuruma
yuvarlanmıştır.”
Hikâyeden sonra İhramcızâde İsmail Hakkı
Efendi iskemleden kalkıp, gitti ve bir şeyde demedi. Fakat Rahmi Usta eşeğin
kim olduğunu anladı. Anlamasına anladı ama efendisinin önünde mahçup olmaktan
kurtulamadı.
***
İhramcızâde İsmail Hakkı Efendi Tekkeönü’nde
öğle namazını kıldıktan, sonra iki kişi gelerek;
“Efendi Hazretleri, biz Hızır aleyhisselâmı
görmek istiyoruz. Onu bize gösterir misiniz?” diye sordular. İhramcızâde İsmail Hakkı Efendi sükût etti. Yerine
oturduktan sonra,
“Efendim Hızır aleyhisselâmı gösterecektiniz”
diye ısrar ettiler.
“Peki, Gardaşım” diye
buyurdular ve gözlerini yumdular. Üç-beş dakika sonra yoldan bir kişi geldi. İhramcızâde
İsmail Hakkı Efendinin karşısına dikildi. Selamlaştılar, hal ve hatır sorduktan
sonra;
“Gardaşım, öğle
namazını nerede kıldınız?” O da,
“Efendim Mekke-i
Mükerreme’de kıldım” diye cevap verdi. O da;
“Allah kabul
etsin” dedi. O,
“Âmin” dedikten
sonra, zat müsaade istedi.
“Güle güle git
gardaşım” dedi. Aradan bir zaman geçtikten sonra tekrar iki kişi;
“Efendim
Hızır aleyhisselâmı gösterecektiniz” deyince, İhramcızâde
İsmail Hakkı Efendi iki elini dizlerinin üzerine koyarak, bir ah çekti ve dedi
ki;
“Gardaşlarım! Biz
öğle namazını kılalı yarım saat oldu. Bir adam öğlen namazını Mekke-i
Mükerreme’de kılar da, yarım saat sonra burada olursa, bu Hızır aleyhisselam
olmaz da kim olur”
Hastanın halinden ne bilsin
sağlar
Kıymetimizi bilenler bizim için
ağlar
Bunun gibi ağalar, kaba kaba sözlerle bağlar
***
İhvanın arasında bir fitne
yayılmış İhramcızâde İsmail Hakkı Efendinin yerine gönül edip oturmak için
bekleyenler çoğalmıştı. Bu nedenle bir kırgınlık hali sürüp gidiyordu.
***
1967'de iki komşu kent;
Kayserispor ile Sivasspor 1. Futbol Ligi'ne çıkma mücadelesi veriyordu. 17
Eylül’de iki takım Kayseri’de karşı karşıya geldi. Bir olay çıkmasından
korkuluyor çünkü Sivas Havagücü ile Kayseri Sümerspor’un maçlarında daha önce
çok kavga çıkmıştı. Takım stattan kaçırıldı. Statta 3 bin kadar Sivassporlu, 15
bin Kayserisporlu taraftar.. Maçın ikinci yarısında zemin futbol oynamaya
müsait ama “hava” iyi değildi.
Tribünlerde insanlar birbirine
girmişti, korkunçtu. Ve Sivasspor kafilesi stadyumdan kaçırıldı. Bütün
hastaneler yaralılarla doluydu; insanlar üst üste vaziyetteydi. Korkunç bir
olaydı. En çok ölüm sebebi boğulmaydı. İnsanlar izdihamdan boğulmuştu.
“Ölü taraftarlar”ın tabutları
Sivas’a ulaştığında binlerce kişi Meydan Camii’nde toplandı.
Tabutlardan hâlâ kan akıyordu.
Harpten çıkılmış gibiydi.
Kentin acısı birden öfkeye;
başta Kayserililer olmak üzere, “ötekiler”in dükkânlarının yağmasına dönüştü.
Antepli, Kayserili, Tokatlı, Erzincanlı.. Hepsinin dükkânları yağmalandı.
43 kişi sadece “maç yüzünden” mi
ölmüştü. Hayır. Şehirden. Malatyalı, Tokatlı, Kayserililer ile Sivas’taki bazı
aileler küsüp gitti. Neticede Sivas’a garip memleket olmak kalmış ve nasıl
başlayıp bittiği belli olmayan bir olay olup bitmişti.
***
Ankara Müftüsü (Avni Doğan) Efendi
Hazretlerinin ziyaretine gelerek; “Efendim, tarîkatınız hakkında beni tenvir
eder misiniz?” dedi. İhramcızâde
İsmail Hakkı Efendi de;
“Gardaşım, şu
topluluk size bir mana ifade etmiyor mu?”
dedi. Müftü Efendi;
“Efendim ben daha sarih (açık) cevap istiyorum” dediğinde,
“Gardaşım! Bizim
yolumuz ne kadar büyürse büyüsün, ne kadar incelirse incelsin, şeriattan kıl
kadar ayrılmasına imkân yoktur”
***
Gavs’ül-âzam İhramcızâde Hacı İsmail Hakkı Toprak Sivasî
kaddese’llâhü sırrahu’l-azizin son bu gazel okudu.
Sanmam ki, bizi
şire-i engür ile mestiz
Biz ehli
harabattanız kim mest-ü elestiz.
Ol demde kim
ikrar eyledi bizleri ey dost
Şimdi dirilüb
çevremiz gördü ki, mestiz.
Bu zevke erer
ehl-i hırat kim bula bir yol
Akıl ana tuzak
olmuş iken, mümkün mü gide yol
Aşkın elemi her
kimi zar etti o makbul
Safi demesin kim
bu yolda biz dahi mestiz.
……
Bezm-i ezele
vakıf olan ehl-i harabat.
Terk eylemez
bizleri olsak ta pür-afat
İşte o zaman
bilir ki, biz ezeli mestiz.
Bu dedikodular
olacak hep cümle güzel
Çün başa getirmiş
o takdiri ezel
Bildim ki, bu
âlem hareketi sun-i lem-yezel
Toprak olup
ayaklar altına yüz koydum elbette ki, mestiz.
***
“Piş-i meni, der-Yemeni. Der -Yemeni, piş-i meni.”
“Bizi sevenler Yemen’de olsa dizimizin
dibindedir. Sevmeyen ise, dizimizin
dibinde olsa bile Yemen’dedir. Biz kimseye vurmayız, kendi kendine vurursa,
kendi bilir. Biz dünya ve âhirette, maddî ve manevi işlerinizde beraberiz.”
“Gardaşım! Biz
hatim okut diye bir vazife veriyoruz. Meğer öyle demiyormuşuz. Sen git oraya
şeyh dur. Yok, gardaşım, yok”.
***
“İki âlemde tasarruf ehlidir ruhu
veli
Deme kim bu mürdedir, bunda nice derman ola
Ruh şimşiri Hudâ’dır ten gılaf
olmuş ana
Dâhi âlâ kâr eder bir tığ kim
üryan ola”
***
“Biz bize teslim
olan, ihvan-ı Allah Teâlâ’ya teslim
ederiz. Yarın kıyamet günü Ondan
isteyeceğiz”.
***
“Her bir ihvanı,
pir hükmünde görüyorum”.
***
“Gardaşlarım “anlayana sivrisinek saz, anlamayana davul zurna az”
***
“Gardaşlarım!
“Bir gönlüm var, onu dostuma verdim.”
“Bakıyoruz
bazı kimseler kendiliğinden şeyhlik ediyorlar. Tevbekâr olmadan ölen fahişe kadınlar
gibi ellerinde bıçaklar ile kendilerini doğrayacaklar. Kendiliğinden şeyhlik
edenlerin hali, mahşer yerinde onlardan
beter olacak.”
Her
mürşide dil verme kim yolunu sarpa uğradır
Mürşidi
kâmil olanın gayet yolu asan imiş
***
“Gardaşlarım! Bu vazife bizimle tamam. Bizden
sonra şeyh yoktur” deyip bir miktar rabıta
halinde kaldıktan sonra,
“Ahir zaman alâmeti, bizden sonra
her köşede bir şeyh çıkacak” yine bir
miktar rabıta halinden sonra,
“Canım onların
gittiği yola şeytan dahi gitmeyecek”
***
İhramcızâde
Efendi son günlerinde yatağında yatarken üzerine oturdu. Ulusoyların Sahibi
Hacı Efendi geldi. Halini hatırını sordu. Nasılsınız iyi misinizden sonra
peşinden
“Gardaşım Hacı Efendi” dedi
“Bu ihvan ki, bizim ruhaniyetimizden
ayrılmadıkça ve birbirlerini aynı bu minval üzere sevdikleri müddetçe söz
veriyorum bunları almadan cennete girmeyeceğim.”
***
Gavs’ül-âzam İhramcızâde Hacı İsmail Hakkı
Toprak Sivasî kaddese’llâhü sırrahu’l-aziz 1 Ağustos 1969 cuma günü Sivas’ın
dışından gelen bütün ziyaretçilerine,
“Gardaşlarım! Biz
iyiyiz, hepinize izin veriyoruz. Herkes memleketine dönsün” diyerek
hepsini gönderdi.
***
Gavs’ül-âzam İhramcızâde Hacı İsmail Hakkı Toprak
Sivasî kaddese’llâhü sırrahu’l-aziz Hazretleri miladî 90, hicri 92 yaşında [40] dârı bekâya yürüdü.
Dünyevî seferi ve 48 senelik mürşitlik hayatı Temmuz ayının ikinci
haftasında başlayan bir hastalık sebebi ile 2 Ağustos 1969 Cumartesi günü saat
9. 30 da noktalandı.
***
Dünya kelamı ile sonsözü “NAMAZINIZI KILIN” olmuştu.
***
Bu arada İhramcızâde Hacı
İsmail Hakkı Efendi Hazretleri tarafından yaptırılan Hayırseverler Camii
avlusunda yer hazırlanmış ise de, Kayınbiraderinin oğlu Hilmi Hastaoğlu, CHP’li
Belediye Başkanı Rahmi Günay’a giderek,
“Rahmi Bey Eniştemin Ulu
Cami’ye çok emeği geçti. Belediyece müsaade buyurursanız Ulu Cami Kabristanına
defnedelim” demesi üzerine, Rahmi Beyde,
“Hilmi Bey, cenazeyi
yarına bırakmayın. İsterseniz size hükümetin önünde yer vereyim” dedi.
Ulu Camii’nin önündeki mezarlıkta bir kabir yeri kazılmak istendiğinde o yerden
büyükçe bir kapak taşı çıktı. Kapak taşı kaldırıldığında ne zaman yapıldığı
bilinmeyen, Horasan’dan yapılı bir boş mezar bulundu.
İhramcızâde Hacı İsmail Hakkı Efendi
Hazretlerinin nâ’şı burada sırlandı.
***
Hakk’a yürüdüğü gün Sivas mahşer yerini andırmıştı. Cenaze namazı Sivas Paşa Camii’nde damadı Hafız Mehmet
ALTUNTAŞ tarafından kıldırıldı. Cenazesine iştirak edenler cadde ve sokaklara
sığmamıştı.
***
Efendi kuddise sırruhu’l-azîz Hazretlerinin Hakk’a
yürümesini müteakiben, bir defa daha görmek için Endenozya’dan biri bin kişiyi temsilen on
kişilik bir grup ihvan geldi. Bu ziyaret ihvanda İhramcızâde Hacı İsmail Hakkı
Efendi Hazretlerinin ne kadar büyük biri olduğunu anlamasına yetmişti. Fakat
fırsat elden gitmişti. O’nun devamlı olarak söylediği “Fırsat
elde iken sarmalı yâri” ne için söylendiği aşikâr olmuştu.
***
Seyyid Osman Hulusi Efendi,
mürşidinin sırlandığı kabir ve hazirenin sonradan yapılan giriş kapısına da bir
kitabe yazmıştır. Kabrinin baş taşında;
Tariki
Nakşibend-i Piri Ebcel [41] Mürşid-i
Kâmil
Garibu’llah-i
Hakkî Gavsü’l–âzam Şeyh İsmail Hakkî İhrâmi
Engin
gönlünde yüce murad-ı hâsıl oldu
TOPRAK,
toprağa verildi Hakk-a vasıl oldu.
02.08.1969
***
Geride bıraktığı ahşap bir ev ve cebinden çıkan 49
lira idi.
***
Efendi Hazretlerinin Hakk’a
yürümesinden sonra son eşi Hafızanne
evin hizmetine bakmakta olan Şen Mehmet Veli ile Hacı Hasan Akyol Efendi’ye,
“Gelsin ihvana sahip
olsun, hatm-i hâceyi de okutsun” diye haber gönderdi. Bunun üzerine Hacı
Hasan Akyol Efendi dedi ki,
“Efendi canım! Bizim değil Efendi’nin oturduğu yere oturmak, onun ayağını
bastığı yere ayağımızı basmaya hicap ederiz”
Bu bir vefa
ve şeyhinin sıddığım dediği Hacı Hasan Efendiye yakışan bir haldi.
***
Gavs’ül-âzam İhramcızâde Hacı İsmail Hakkı Toprak Sivasî kaddese’llâhü
sırrahu’l-aziz derdi ki;
“Bizim sulbümüzden gelen değil, bizim yolumuzdan
giden evladımızdır.”
* * *
* *
*
[3]İhramcızâde Mehmet
Efendinin Sarışeyh
Mahallesinde (Nalbantlarbaşı) 12 numaralı hanede oturdukları talebe-i ilmiyeden
oldukları anlaşılmaktadır. Şahsına ait nüfus kaydında ise, Örtülüpınar
mahallesi yazılıdır.
Ailesinin 1831 yılında
‘metruk tımar’ sahibleri olduğu h. 06
Receb 1276 (m: 29 Ocak 1860) tarihinde vilayete İhramcızâde Mehmet Efendinin
yazdığı dilekçeden anlaşılmaktadır. Ayrıca Kars muharebesinde kolağası olarak
yararlılıklar gösterdiği için vilayette veya kazada müdüriyet isteği olmuştur. 15 Ağustos 1296
(27 ağustos 1880) irade-i seniyenin telgrafına verilen cevap Sivas eşrafı
hakkındaki belgede İhramcızâde Mehmet Efendinin Meclisi Bidayet Livâ azasından olduğu anlaşılmaktadır.
[4] İhramcıoğulları
bir rivayette Mısır’dan geldikleri, Kâbe’nin elbise işleri ile iştigal
ettikleri, Sivas’a hicret ettikleri söylenilmektedir. Kâbe görevleri Kureyş kabilesi arasında
taksim edilmesi üzerine Efendi Hazretlerinin sülâlesinin İhramcızâde
olarak isimlendirilmesi bu ailenin kökeni hakkında kuvvetli kanaatler
oluşturmaktadır.
Aişe
Hanımın Nilli Hatun diye anılması bu nedenledir.
Çünkü
Devlet-i Aliyye tarafından
yenilenmesi gelenek halinde bulunan Kâbe-i Muazzama’nın perdesi her sene
Mısır-ı Kahire’de dokunup hazırlanarak ve Mısır hüccâcıyla gönderilmekte ise,
de, 1213 (1798) senesinde Kahire Fransızların elinde bulunduğundan, bu sene
içinde yenilenmesi lâzım gelen Kâbe örtüsü Dersaadet’te ve Sultanahmed Câmiinin
şadırvan avlusunda imâl ettirilmiş ve 1213 senesi Recebinin on birinci günü
hususî merasimle saray-ı hümâyûna nakledilip ertesi gün surre-i hümâyûn ile
geçirilmiş olduğundan, kisve-i şerifeye mahsus olan merasim Dersaadet’te icra
olundu. Şimdi önceden olduğu gibi Kahire’de icra olunmaktadır.
Kâbe görevleri Kureyş
kabilesi arasında taksim edilmesi üzerine Efendi Hazretlerinin sülâlesinin İhramcızâde
olarak isimlendirilmesi bu ailenin kökeni hakkında kuvvetli kanaatler
oluşturmaktadır.
[5] İhramcızâde Hacı Hüseyin (doğumu
1854; vefat: 1912)
[6] Daha önceki yazdığımız
kitapta Hac ziyaretini Abdulkadir Efendi ile yazdığımız rivayeti hatalı olduğu
anlaşıldı. Çünkü nüfus Kayıtlarında Hacılık payesi Hüseyin efendiye
verilmiştir. Bu hata bu kitapta düzeltildi.
[7]
İsmail Hakkı Toprak (Doğum: 1880; hyt: 02.08.1969)
[8]
Ömer Sıtkı Toprak (Doğum: 1884; vefat: 26.02.1969)
[9] Sıbyan - İptidaî (İlkokul) Okullar
[10]Abdurrahman Efendi, Halil Efendi ve
Abdullah Efendi gibi müderrislerden ders almıştır. (Fatsa, Mehmet, Tasavvufta
Mekkî Kolu, İst, 2000, s. 127)
[11] Bazı rivayetlerde Çifte Minareli
medresede medrese eğitimi gördüğünden bahsedilir. Yanlış olma ihtimali vardır.
Çünkü “Çifte Minarenin Osmanlı kaynaklarında, 16. asırdan itibaren harap olduğu
ve eğitimin yapılmadığı yazılıdır. (Demirel, Ömer, Osmanlı Dönemi Sivas
Şehri, Sivas 2006, s.56)
[12] Duyûn-u Umûmiye’nin Kurulması (1881)
(Genel Borçlar İdaresi)
Osmanlı Devleti, Kırım savaşı sürerken, 1853 yılında ilk dış
borçlanmayı yapmıştı. (İngiltere ve Fransa’dan) bundan sonrada borçlanmaya devam
etti. Bu şekilde devlet, altından kalkamayacağı ağır bir yükün altına girdi.
Osmanlı Devleti, 1875 yılında borçlarını beş yıl süre ile yarıya indirdiğini
açıklaması, maliyesinin iflas ettiğini göstermiş oldu. Berlin antlaşması ile
Rusya’ya ağır bir savaş tazminatının ödenmesi, maliyeyi daha da kötü bir duruma
soktu. II. Abdulhamid, borçların ödenmesini belli bir düzene sokmak için
1881 yılında Duyûn-u Umûmiye’yi kurdu. Duyûn-u Umumiye idare meclisi; Osmanlı
devletinin dış borçlarını doğrudan doğruya kendisi toplamak ve borç karşılığı
gösterilen gelirleri yönetmek, vergi gelirlerine direkt el koymak üzere
kurulmuştu. Bu meclis, alacaklıların oluşturduğu temsilciler kanalıyla faaliyet
gösterir ve meclis, ihtiyaç duyduğu yerde büro açabilirdi. Zamanla meclis,
iyice güçlenerek, başka alanlarda da yatırımlara girişmeye, devlete borç
vermeye, ikinci bir devlet (maliye) gibi faaliyet göstermeye başladı.
1928 de Duyûn-u Umûmiye’nin hukuki
varlığına son verildi.
[13]
Sivas Kongresi delegelerinin yemekleri ilk günlerde Sivas Belediyesi
tarafından karşılandı. Belediye Başkanı Abdulhak Bey sadece yemekle değil,
bütün sorunlarla yakından ilgilendi. Daha sonra masrafları kısmak amacıyla,
yemekler Kongre binasının alt katındaki mutfakta çıkarıldı. Yemek giderleri
belli ölçüde Sivas’ın varlıklı aileleri tarafından karşılandı.
Şehrin ileri gelenleri ve yöneticileri sık
sık kongre binasına giderek, Mustafa Kemal Paşa ve beraberindekileri ziyaret
ettiler, gece sohbetlerine katıldılar.
[14] (d. r. 1272/ h.y.t: r.15 Teşrisâni
1336)
[15]
13 Ekim 1922 tarihini de verenler var.
[16]
(r.18 Ağustos Salı 1341)
[17]
(Başa giyilen başlık)
[18]
(Garîb’u-llâh: Allah Teâlâ’nın Yakını)
[19] Hz. Pir Ümmî Sinân-ı
Halveti
[20] (h.y.t. h.
[21]
Bir rivayette; İstanbul-Fatih İlçesindeki Reşadiye Oteli.
[22] Anadolu topraklarında yaşanan depremler
arasında, 1939’daki Erzincan felaketinin özel bir yeri vardır. O yıl, 26
Aralık’ı 27 Aralık’a bağlayan gece yerle bir olan Erzincan’da, ölü sayısı 33
bine ulaşmıştı. Richter ölçeğine göre 8 şiddetindeki deprem, gecenin saat
2.00’sinde, Erzincan’ı 52 saniye boyunca sallamıştı. “ 20. yüzyılın depremleri”
sıralamasında 15. olan 1939 depremi, halk arasında “Büyük Erzincan
Depremi” diye anılmaya başlanmıştı.
Erzincan’ı tümüyle haritadan silen deprem,
Amasya, Tokat, Sivas, Kırşehir, Ankara, Çankırı, Kayseri, Samsun, Ordu
illerinde ve çevresinde de etkili olmuş, toplam 116 bin 720 bina yıkılmıştı.
Deprem gecesi, hava sıcaklığı sıfırın altında 30 dereceyi gösteriyordu. İkinci
Dünya Savaşı’nın başlarında Türkiye’nin üzerine çöken bu doğal afette, kış ve
soğuk, ölü sayısının daha da artmasına yol açtı. Erzincan depremi basına,
“Erzincan Zelzelesi Bütün Tahmin Hudutlarını Aşan Bir Felaket Oldu,” “Feci
Bilânço” gibi başlıklarla yansıdı.
Deprem sırasında, kentin demiryolu köprüsü
de yıkılmış, telgraf hatları kopmuş, Erzincan’ın çevreyle bütün ilişkisi
tamamen kesilmişti. Bu yüzden deprem haberi saatler sonra öğrenilebildi. Yardım
ekipleri, yıkılan köprülerin onarılmasından sonra, ancak 28 Aralık günü kente
girebildiler.
[23] Çorapçı
Hanı: Ahşap ve iki kattan oluşan alt katında kuru gıda ve hayvansal
ürünler satılan, üst katı ise, otel olarak kullanılan bir mekândır.
[24] İhramcızâde kuddise sırruhu’l-azîz Hacca
gittiklerinde gördükleri bir mekânın ne olduğunu sorduklarında, vekâle olduğunu söylemişler. Dönüşlerinde cumhuriyetin kurulduğu
zamanlarda Tekkelerin kapatılması, dinî toplantılarının kanunlarla yasaklanan
faaliyetler içinde yer almasından dolayı Çorapçı Han’da yazıhane sıfatı ile “vekâle”
yi açmıştır.
[25] İmam-Hatip Lisesi ve Ortaokulu,
Türkiye’de dinsel nitelikte eğitim kurumu,
imamlık, hatiplik, Kuran kursu öğreticiliği gibi din görevlilerini yetiştirmek
amacıyla Milli eğitim bakanlığı din eğitimi müdürlüğü’ne bağlı olarak açıldı
(1951).
3 Mart 1924’te yürürlüğe giren Tevhıd-i tedrisat kanunu’nun (öğretim
birliği yasası) din öğretimi ile ilgili hükmüne dayanılarak üniversiteye
bağlı bir ilahiyat fakültesi kuruldu ve o tarihte sayıları 29 olan imam-hatip
okulları ortaokula bağlı sınıflar halinde faaliyetini sürdürdü. Ancak, bu
okulların sayısı zamanla azaldı; 1925’te 26’ya, 1926’da 20’ye 1928–1929 öğrenim
yılında 2’ye düştü; 1931–1932 ders yılında kapandı. Demokrat parti’nin
iktidara gelmesinden hemen sonra, 1951–1952 ders yılında yeniden açıldı. Bu dönem
okul sayısı 7 dir, 1970’li
yıllardan başlayarak imam-hatip okullarının ve öğrencilerinin sayısında büyük
artışlar oldu. 1972’de 72, 1975’de 130,
1980’de 372, 1982’de 398, 1991’de
385, 1993 de 467 Okul açıldı.
1990–1991 öğretim yılında İmam-Hatip
okullarının öğrenci sayısı 310 215 idi. Her yıl mezunlarından 4000 Kişi DİB (Diyanet İşleri Bakanlığı) kadrolarına alınmıştır
1994 de son sınıf’ta 50.000 öğrenci okuyordu. 1992 de SBF (Siyasal Bilimler Fakültesi) oranları % 60’dı. Çeşitli fakultelerdeki oranı ise,
%40’tı. Sekiz yıllık mecburi eğitimden sonra bu oran çok düşmüştür.
İmam-Hatip ortaokulu, ilkokuldan sonra,
dört yıllık bir öğrenim verir, İmam-Hatip lisesinin öğrenim süresi ise, üç
yıldır ve okulda hem mesleğe hem yükseköğrenime hazırlayıcı programlar
uygulanırken ülke genelinde 18 Ağustos 1997 tarih ve 23084 sayılı Resmî
Gazetede yayımlanarak yürürlüğe giren 4306 sayılı Kanun gereğince, sekiz yıllık
kesintisiz zorunlu eğitim uygulamasına geçilmiştir. Bu mecburi eğitim ile
ortaokul kaldırılmış yalnız dört yıllık lise eğitimi devam etmektedir.
[26] Anlatılan hadisenin geçtiği yer bugün
İhramcızâde Mehmet Kâzım Toprak Efendi Hazretlerinin ailesiyle kaldıkları
evdir. Bu olay hakkında görüş almak için müracaat edilebilir.
[27] Yavuz Sultan Selim’e atfedilen söz.
[28]
Gardaşlarım!, içten ve dıştan bunca hücumlara rağmen mücahede yolunda bulunmak,
mahzun olmamak icap eder.
[29]
Siz de muhabbet ve muhalasat yolunda devamla her biriniz büyük azim ve
ihtimam edesiniz.
[30]
Âlemin olaylarından üzülmemek lazım.
[31]
Çünkü bu cihan geçici bir gölgeden ibarettir.
[32]
Ahiret ise, ebediyettir.
[33]
Dünyanın fani olduğunu yakinen bilenler iyiliğine kötülüğüne aldanmazlar.
[34]
Zenginlik ve fakirlik de böyle olmak lazımdır.
[35]
Talib-e Zat-ı ahadiyet gerektir ki, değil bu faninin zevk ve sefasına makam
ve mertebesine hatta bir cümle gördüklerinden ve olaylardan geçip “Lâ” yok tahtında idhal eyle ki, anın hepsi
gölge gibidir- Hâkikat değildir
[36]
Yâni esma ve sıfat arifin düşünce ve meşguliyeti olmaya ancak çokça zikir ve
rabıta ve hayr ile meşgul ola, herkesin halini hoş görüp, insan kendi
yakınlığını temine çalışmayı adet etmelidir.
[37] ”Allah Teâlâ’ya
emânet olun” manasında yapılan dua.
[38] Yaklaşık üç saatlik mesafe.
[39]
Allah Teâlâ’nın dinsizlerin küfrünü artırmak için verdiği harikulâde
işler.
[40]
Muhammed isminin sayısal değeri 92 dir.
[41] Cüssesi büyük olan iri yapılı adam.
Buradaki mana Büyük Pir.
Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.
Yorumlar