Normal Ötesi Fenomenler
Yazan:
Kenan KESKİN
Işınsal varlıkların istinasız her birimin örtük düzeninde bir
boyut olarak var olması dolayısıyla, bu Nar boyutun çeşitli düzeylerinde
yapılan bir programlama, görünen dünyamızda en basitinden en karmaşık ve zor
olana doğru, her türlü normal üstü fenomenlerin açığa çıkmasına neden
olmaktaydı.
İşte bu olaylardan biride; 18. yy Avrupa’sında en çok konuşulan ve
Azizlik mertebesine ulaşmış bir Jansenist (9) diyokozu François de Paris’in
1 mayıs 1727 yılında ölümün ardından, cenazesinin Paris’teki Saint-Medard
mezarlığına gömülmesiyle meydana gelen olağanüstü fenomenlerdir.
Bu mucizevi olaylar, Azizin ölümünü takip eden yıllar boyunca bile
devam etmiş ve mezarlık her gün kalabalıklar tarafından 24 saat ziyaret
edilmiştir. Hatta bu durum, daha sonraları festivallere, uluslararası
kutlamalara, şölenlere de dönüşmüştür.
Ancak bu
fenomenlere bire bir tanıklık etmelerine karşın, Roma Katolik kilisesi, Fransız
sarayı ve yandaşları, bu olayları ve kendilerinin atadıkları araştırmacıların
raporlarını örtbas etmeye çalışmış ve birçoğunun da hapse gitmelerini
sağlamışlardır.
Fakat daha sonra kilise,tanıkların çokluğu ve olayların
gerçekliğinin meydana getirdiği baskılar nedeniylebu mucizevi fenomenleri kabul
etmek zorunda kalmıştır.
Ancak bu sefer de, bu tür şeylerin mucize değil, kendi düşünce
sistemlerine karşı gelen Jansenistlerin, şeytanlarla yapmış oldukları
antlaşmalarının sonucu olarak oluştuğunu kabul (itiraf) etmiş ve bu yönde de
fetvalarvermişlerdir.
Zaten kilise mensupları tarihin her döneminde inançları ve
çıkarları dışında hareket eden tüm insanları, yapıları, vasıfları ve
özellikleri hakkında en ufak bir bilgileri ol(a)madığı halde, kendi
tahayyüllerine, hayallerine, zanlarına göre düşündükleri şeytanlarla iş birliği
yapmakla suçlamışlardır.
Çünkü; boyutsal bir kavram olmasını bir kenara bıraksak dahi,
(ruhlara inanmalarına karşın) Hıristiyanlıkta Cin konusunun olmaması nedeniyle
Batı dünyası onlar hakkında en ufak bir bilgiye sahip değildir.
Hristiyanların
Cinn’i algıla(yama)ması
Dolayısıyla,bu varlıkların çeşitli suretlerde gerçekleştirdiği
fenomenlere, etkilere vakıf olamadıkları için de birçok şeyi ayırt edememekte
ve onların (mezhep, tarikat, cemaat, kuruluş...vb. kuruluş adı altında
gerçekleştirdikleri) birçok varyasyonlarını Meleki etkiler, Ulvi nitelikli
değerler olarak algılamaktadırlar.(Hıristiyanlığın ya da Yahudiliğin şeytani
bir din olduğu anlamında değil)
Kaldı ki; onların yapıları, tüm özellikleri ve insanlarla olan
etkileşimleri hakkında birçok bilgi verilmesine karşın, etiketi, vasfı ne
olursa olsun Müslüman inanalar dahi, çeşitli sebeplerden ötürü onlarla ilgili
bilgi sahibi olamamakta, bildiğini zannedenler de, eldeki bu
verileriboyutsalanlamlarda değerlendirmedikleri için batı dünyasından pek aşağı
kalmamaktadırlar.
Bu durum; Ruh hakkında kendisine gelerek soru soran Yahudilere
“Sana soruyorlar, Ruh nedir?..De ki (o Yahudilere) Ruh Rabb’imin Emrindedir!..
Ve bunun ilminden size Kalil bir ölçü verilmiştir.” şeklinde ayetle cevap veren
Hz.Muhammed (sav) Efendimizin, Yahudilere bu konuda az bir bilgi, Müslümanlara
ise tam bilgi verildiğini belirtmesine karşın, bizim Ruh hakkında herhangi bir
bilgi sahibi olmayışımıza benzemektedir.
Yani; ister bilgi boyutunda isterse de bilincin boyutsal
katmanlarında Ruha ait ilim ve gücün algılanıp kullanabilme yeteneklerinin
yeterli olmadığını, bu yüzden de bilinenlerin ve ortaya konan güçlerin
yanıltıcı olarak Mutlak Benlik yönüyle değil, var saydıkları benliğe ait
olduğunu (ki mistik alanda, Yahudilik ve Hıristiyanlığın Mutlak Benlik açısından
Boyutsal olarak ele alındığında bile, bu Bilinç düzeyine sahip birimlerin
Evrensel Sistemi algılamadaki Kemalatlarının (kapasitelerinin) tam olamadığı
şeklinde ifade edilmektedir.
Buna karşın, (aynı zamanda bir boyut olan)Muhammedi Boyutasahip
olanlarca ise, bunun en kapsamlı biçimde bilinebileceğini belirtilmektedir.
Böylece; bu verileri evrensel içerikli Boyutsal anlamlar açısından
değerlendiremediğimiz için, her ne kadar kendimizi Müslüman olarak görmüş olsak
da, aslındadiğer birçok ( ki Allah, Peygamber, kitap, kader, ölüm, berzah,
cennet, cehennem,...vb) konularında olduğu gibi Yahudi ve Hıristiyan
anlayışından pek bir farkımız olamamaktadır.
Bu nedenle; bu kavramlara veya bu ve benzeri diğer fenomenlere
baktığımızda önemli olan bu Keramettir, bu da İstidraçtır ya da bu olay
Cinnidir, bu da Melekidir... demek değil, bu adlarla ifade edilmek istenilen
şeyin, bu hallerin, görünen fenomenlerinne olduklarını, hangi boyuttan
kaynaklandıklarını ve boyutlar arası ilişkileri ile ortaya çıkış sistemlerini
(dolayısıyla günümüz bilimiyle ifade edilişlerini), bunların Cinni ya da Meleki
kavramlarla, boyutlarla olan bağlantıları ve yine tüm bunların hem bu dünyada
hem de ölüm ötesi açısından ne anlama geldiğini, bizlere neler kazandırıp neler
kaybettirdiklerini bilmemiz, algılamamız gerekmektedir.
Oysa biz, tüm bu isimlerle işaret edilen kavramları somut bir obje
olarak öteye atmakta ve bunların nelere, hangi gerçeklere işaret ettiklerini,
neler olduklarını, ne anlama geldiklerini algılamaksızın, sadece isimlerini,
hayalimizde oluşan şekillerini kabullenmekte, dolayısıyla da anladığımızı
zannetmekteyiz.
Böylece, keramet ve istidraçları da ya (inanca sahip olunmasına
rağmen) başta reddetmekte, ya ayırt etmeksizin kabullenmekte ya da Mevlana,
Arabi...gibi Evliya’nın bu konudaki (bilhassa keramet hakkındaki) belli başlı
sözlerine dayanarak,bu iki kavramı küçümsemekte, hafife almaktayız.
Halbuki; bu sözler,belli bir Bilinç düzeyinin, Evrensel
gerçeklerin algılanışı sonucu ortaya konmuş ifadelerdir. Bu yüzden,Sonsuz
Duyulara sahip birimlerinsadece sözlerine bakarak beş duyumuza göre bunlar
hakkında bilgi, fikir sahibi olup değerlendirmede bulunmak kesinlikle doğru
değildir.(Aslında bu durum, şu aralar popüler olan Kur’an’ın şifresi, ebced
hesabı... başta olmak üzere dinsel anlamdaki her konu için de geçerlidir.)
Yoksa,aynı
kaynaktan gelmesine karşın ayrı ayrı düzeylerden açığa çıkan bu
kavramlarıbirbirinden ayırt edemeyerek, her ikisini karıştırmak suretiyle
çeşitli yanılgılara düşeriz, sonucunda da bu konulara bakış açımız, anlayışımız
gerçekte hiçbir anlam taşımayan, ezberci düşüncelerden, ifadelerden bir adım
dahi öteye gidemez.
Mezarlık
Fenomenleri(Kanser tedavisi-Levitasyon(havada yükselme)-Bedene işkence-Ateşte
yasam )
Fazla dağıtmadan konumuza dönersek; mezarlık ve çevresinde oluşan
olayların tanıkları o kadar çoktu ki, bunlar arasında ünlü matematikçi Pascal’
ın yeğeni başta olmak üzere (ki gözündeki ciddi bir yaradan Jansenist
mucizesiyle iki saat içinde tamamen kurtulmuştu) parlamento üyeleri yanı sıra
da filozoflar, bilim adamları, her eğitim seviyesinden ve dinden bürokratlar,
din adamları, eğitmenler, hükümet kuruluşlarında çalışan saygın üst düzey
yetkililer ile saygınlıkları tartışılmayan binlerce insan bulunmaktaydı.
Hatta, hazırlanan sayısız özel ve resmi tutanaklardan biri olan
1733 tarihli belgelere göre, üç bin civarındaki gönüllünün sadece trans
halindeki kadınların yanında bulunmak suretiyle bunların farkında olmaksızın
sergiledikleri davranışları sonucu çıplak ya da uygunsuz hallerini o anda
müdahaleyle önlemek için onlara eşlik ettiğini yazmaktaydı.
Hatta ünlü filozof Voltaire de bu Hıristiyan ekolünün ortaya
koyduğu mucizeleri bir ara durdurmak için Kral 15. Louis’ in mezarlığı
kapatmasına karşılık“Tanrı’nın burada mucize göstermesi Kralın emri ile yasaklanmıştır”şeklinde
görüşlerini ifade etmiştir. Ancak Kral bu hareketinde başarısız olmuş, daha
sonra baskılar karşısında tekrar mezarlığı açmak zorunda kalmıştı.
İskoçlu bir filozof olanDavid Hume de düşüncelerini,Felsefe
Makalelerinde“....Bu mucizelerden çoğu, bu bilim çağında ve artık sahnesi dünya
olan en önemli tiyatroda, yargılarının saygınlığı su götürmeyecek kişilerin
tanıklığı önünde, hemen bulundukları yerde kanıtlanmıştır.” sözleriyle dile
getirir.
15. Louis de bir taraftan, Monarşi ve Kiliseye açık cephe alması
ve halk tarafından da çok sevilmesi dolayısıyla taraftar toplayan bu tarikatı
tamamen ortadan kaldırmak için birtakım çalışmalar yaparken bir taraftan da bu
mucize olaylarını incelemek için araştırmacılar görevlendiriyordu ki, bunlardan
biri de Louis Basile Carre de Montgeron’dur.
Montgeron bire bir tanık olduğu bu mucizeleri önce rapor haline
getirmiş sonra da 1737 yılında dört ciltlik kalın kitap olarak “La Varite des
Miracles” ismiyle yayımlamıştır.
Mezar ve civarında gerçekleşen bu olağanüstü fenomenleri ise, iki
kategoride inceleyebiliriz. Bunlardan birinci grupta olanlar, çeşitli
hastalıklara karşı şifa olayları yani,iyileşmesi imkânsız ya da zor ve o
günlerde çaresi olmayan hastalıkların mucizevi iyileşmeleriile orada bulunan
birçok insanda meydana gelen çeşitli medyumik yeteneklerdir.
İkinci gruptakiler de, çeşitli acılara, ıstıraplara bazı
nesnelerle uygulanan darbelere ve ateşe karşı bağışıklık...vb hallerdir.
Şimdi bunları biraz daha açalım. Birinci gruptakilerin başında
şifalar gelmekteydi ki,aslında her bir Jensanist (rahibi) önderi, şifa verme
başta olmak üzere birçok istidraça sahip çok yetenekli özel kişiliğe
sahiptiler. Bu yolla iyileştirilen hastalıklar kabaca,kanserli tümörler,
felçler, sağırlık, körlük,artritler, romatizmalar,ülserler,damar çatlamasından
kaynaklanan bol kanamalı bir hastalık olan Hemoroloji, sürekli ateşli
hastalıklar...vb.
Trans halindeki bu insanların bazıları da, durugörü yeteneklerinin
ortaya çıkmasıyla, bilinmeyen, gizli kalmış, saklanmış nesneleri ve birtakım
olayları görebilmekte, ölü ya da diri kişiler arasında telepati kurarak onlar
hakkında bilgi verebilmekte, kiminin de başları, gözleri tamamen sıkıca örtülü,
kapalı olmasına karşın, bu durumdan etkilenmeksizin net olarak görebilmekteydiler.
Kimi de, levitörlerden (ki bunun anlamı hiçbir fiziksel alet ve insandan yardım
almaksızın havaya yükselen kişi demektir) biri olan Colin Evens, Hintli yogi
Subbayah Pullavar, 16.yy’dan Rahibe Azize Teresa, 17.yy’dan Rahip Aziz Joseph,
Medyum D.D.Home...vb’nin gerçekleştirdiklerine benzer bir güçte
havalanabilmekte vebelli bir süre öylece kalabilmekteydiler.Bunlardan bir
Jansenist Rahibi de olan Montpellier li Bescherand kendinden geçmiş vaziyette
iken havaya doğru öyle güçlü yükseliyordu ki, onu tutmaya çalışanlar bile bu
durumu engelliyemiyorlardı.
İkinci grupta ise; bazı insanlar tıpkı Cinni etkilere maruz kalmış
kişilerde olduğu gibi iç ve dış organlarında istem dışı bükülmeler,kasılmalar,
titremeler, sarsılmalar, kendilerini sağa sola atarak çırpınmalar
görülmekteydi.
Çırpınanlar olarak adlandırılan bu insanlarınkolları bacakları
alışılmışın dışında eğilmekte, bükülmekteve bu da yetmiyormuş gibi topaç gibi
dönüyorlardı.
Trans halinde kendinden geçmiş bu insanlar, buna neden olan
şeylerin oluşturduğu dayanılmaz acıları hafifletmek, azaltmak amacıyla
kendilerine sert, keskin, sivri, ağır ve kalın nesnelerle (metallerle)
vurulmasını çeşitli işkenceler yapılmasını istiyorlardı. Montgeron böyle bir
durumdaki Jeanne Maulet adlı bir kadını incelemiş ve bu kişinin gönüllüler
arasından çok güçlü bir erkeği seçerek 13,5 kg.’lık bir çekiçle, duvara dayalı
bir vaziyetteki vücuduna durmaksızın vurmasını istiyordu. Adam kadının midesine
bütün gücüyle yüz kez vurmasına karşın trans halinde çırpınan kadında en ufak bir
şey meydana gelmemişti. Montgeron daha sonra kadının sırtını dayadığı duvara
direkt vurmak suretiyle bu gücü ölçmek istediğinde 21. vuruşta, taş duvar otuz
metre genişliğinde bir delik bırakarak yıkılır.
Bir kemer üzerinde sırt üstü yatarak çırpınan bir kız da,
vücudunun yan kısmına sivri bir kazık batar bir vaziyette iken halata bağlanmış
22,5 kg.’ lık bir taşın çok yüksek bir mesafeden midesinin üzerine
bırakılmasına ve bu işlemin birçok defa peş peşe tekrarlanmasına karşın, kız bu
işlemin durmasını istememiş ve “ daha da hızlı vurun, daha da...” diye
bağırarak yapılan şeye devam edilmesini söylemişti. Fakat işin ilginç yanı, bu
olay sırasında kadında en ufak bir acı, ıstırap çektiğine dair bir belirti
olmaması ayrıca, olay bittiğinde kadının hiçbir şey yokmuş gibi davranması,
sırtında ya da vücudunun herhangi bir yerinde hiçbir yara izi, leke, çizgi dahi
bulunmaması idi.
Montgeron’un incelediği bir başka olayda da; çırpınma nöbeti
sırasındaki bir kişi vecd duygusu içinde taş, beton, ...vb çok sert nesneleri
kırmakta kullanılan sivri uçlu delgi kalemini midesine dayamak suretiyle büyük
bir çekiçle güçlü bir insan tarafından karnına vurulmasını istemişti. Bu işlem
sırasında tanıklar normalde adamın karnının ve vücudunun delinerek organlarının
parçalanacağını ve bel kemiğinin dağılacağını beklerlerken diğer benzerlerinde
olduğu üzere bu güçlü darbeler o kişide en ufak bir çürük izi dahi meydana
getirmemişti. Üstelik, adam her darbede bir sonrakinin daha güçlü olması için
bağırarak ona vuran kişiye cesaret vermeye çalışıyordu.
Büyülenmiş bu insanların, hiç etkilenmedikleri bir şey de ateş
idi. Ve alevler, kızgın nesneler hiçbir şekilde onlara tesir edemiyordu. İki
rahibe ile sarayda çalışan sekiz kişi, Montgeron’a, böyle bir özelliğe sahip
olan iki kişiden bahsederek bunların Marie Sonet ve Gabriella Moler olduklarını
söylemişlerdi. Marie Sonet, birçok tanığın ve Montgeron’un gözleri önünde trans
haline girerek kaskatı kesilen bedeniyle yanmış vaziyetteki bir ateşin üzerine
tutturulmuş iki sandalyeye uzanarak tam otuz beş dakika kalmıştı. Alevlerin her
yanını sarıp içinde kalmasına karşın, ne kendisine ne de üzerindeki incecik
elbisesine en ufak bir şey olmuştu. Bir başka seansta da, yine aynı şartlarda,
fakat bu kez ayakları yanar korların üzerinde olacak şekilde sandalyeye
oturmuştu. Belli bir süre böyle bekledikten sonra bir öncekinin aksine,
ayakkabıları ve çorapları büyük oranda yanmasına karşın ayak derisinde en ufak
bir yara olmadığı görülmüştür.
Moler’in sergilediği fenomen ise, Sonet’in ortaya koyduklarından
çok daha dikkat çekiciydi. Çünkü Moler’de araştırmacı Montgeron ve tanıklar
huzurunda tamamen alev almış ocağın içine sadece başını sokmakla kalmamış,
belli bir süre de böylece bekletmiştir. Bilinen klasik yasalarca başının yüzde
yüz olasılıkla tamamen yanması gerekirken, başını ocaktan çıkardığında
elbisesine aşırı ısınmasından dolayı kimse el süremezken direkt alevlerin
içinde kalan Moler’in derisinde hiçbir iz olmadığı gibi, kirpik, kaş ve
saçlarında da en ufak bir yanık izi bile bulunamamıştır.
Moler’in gösterisi bunlarla sınırlı da değildi. Üzerine fiziksel
temas eder vaziyette kılıçlarla saldırmalarına ve aynı zamanda bir kürekle
şiddetle vurulmasına, dövülmesine rağmen, üzerinde en küçük bir incinme
belirtisi dahi oluşturulamamıştı.
Ancak, Montgeron’un akıl almaz bu vakaları ayrıntılarıyla
inceleyerek rapor haline getirmesi, hem sarayı hem de kilise yetkilileri
tarafından rahatsızlıkla karşılanınca onu hemen Bastille hapishanesine
kapatırlar.
Elbette fenomenler bu olay ve kişilerce sınırlı olmayıp yüzlerce,
binlerce örnek bulunmaktadır. Eğer genel olarak bu vakaları ele alırsak, bu
olayların daha önceki yazılarımızda değindiğimiz festivallerdeki fenomenlerden
çok daha da büyük olduğunu görürüz.Çünkü, isteri nöbeti geçiren bu insanlar
bedenlerini her duruma karşın açık bırakmış yani; herhangi bir fiziksel işkence
(ağır darbeler, büyük dayaklar) karşısında engel çıkartmayarak, gizlenmeyerek,
saklanmayarak ve bu vaziyetteyken de seçtikleri güçlü kuvvetli gönüllüler
yardımıyla şiş, kılıç, balta, bıçak...vb başta olmak üzere kalın kütük, kalas,
demir (metal) zincir ve sopalarla, büyük balyozlarla kendilerine saldırtarak
tüm alışılmış bilimsel yasalara meydan okumuşlardır. Tüm bunları izleyen ve
inceleyen kişiler ise, maruz kaldıkları şiddetli etkiler nedeniyle bu
insanların, parça-parça, delik deşik olmaları, kesilip biçilmeleri, yanıp kül
olmaları, kemiklerinin kırılmaları, boğazlarına saldırmaları yüzünden
boğulmaları, çarmıha gerildikleri için ölmeleri gerekirken bunların hiçbiri
olmamış, ayrıca en ufak bir çürük, yara...vb izine belirtisine dahi
rastlayamamışlardır.
İlginç olan bir yön de; bırakılan ağır nesnelerin, bu kişilerin
bedenlerini yerden belli bir yüksekliğe sıçratması ya da ağır nesnelerle
şiddetlice vurulmasının o kişilerin ayaklarını yerden kesmesi gerekirken, bu
olaylarda böyle bir şeyin gerçekleşmemesidir. Bu da klasik fizik yasalarına
aykırı bir durumdur. Çünkü, bir cisim diğer bir cisme çarptığı taktirde
enerjisinin bir kısmını ya da tamamını aktararak (o nesnenin yapısına ve
çarpışma durumuna göre) nesnenin titremesine, eğilip bükülmesine, hareket
etmesine... neden olur.Oysa bu olayda aktarılan enerji, vücuda hiç
değmemecesine bir yöne doğru aktarılmış durumdadır ki, bu ateşin yakmaması hali
için de geçerlidir.
Kilise öğretisine ters düşen Jansenist Rahibin mezarlığında
meydana gelen bu olağanüstü fenomenler, aslında dünyanın çeşitli
yerlerinde,malum nedenlerden ötürü,hembelli süreler içinde geçici olarak böyle
yeteneklere sahip insanlar hem de farkında olarak Budist rahipleri, Hint fakirleri,
Yahudi ve Hıristiyan Azizleri ve Medyumlar tarafından istenilen her tür yer,
zaman ve şartlarda ortaya konmuştur ve de konmaktadır.
Bununla birlikte;bilincin saflaşmasıyerine, kendilerini kanıtlama,
bedene, maddeye hakim olma gösterileri ve “show”lar, Müslüman din mensuplarınca
da kişisel ya da cemaat, tarikat adı altında da sergilenmektedir ki, bunlar,
mistisizmdeki gerçek Tarikat kavramı, sistemiyle ismen (şeklen) aynı olarak
görünse de gerçekte hiçbir alakası, ilişkisi yoktur.
İster Azizler isterse de medyum olarak adlandırılan insanlar
olsun, olağanüstü fenomenlerden sadece birine sahip değillerdir. Belki
öncelikle bir tanesi ile başlayabilirler, ama bu zamanla artarak çoğalmaktadır.
Bunlardan bir kısmı da, birçok fenomen sergileyebilme yeteneğine sahip
olmalarına karşın, aralarından birkaçı ağırlıklı olmak üzere bu güçlerini
ortaya koymaktadırlar.
Bu yeteneklerinin açığa çıkması veya fark edilir hale gelmesi ise,
genelde çocukluk ve ergenlik dönemlerinde daha sık görülmekle birlikte, hayatın
her döneminde, başlarına gelen üzücü ve şok edici bir olay sonrasında
oluşmaktadır. Mesela, sevilen bir kişinin kaybı, geçirilen ya da tanık olunan
bir kaza...vs. Kimilerinde de, potansiyel olarak var olan bu İstidraç yeteneği,
Hüddam ilmine (cinlerle direkt iletişim kurarak onların irtibatlarına) dayalı
çeşitli şekillerdeki çalışmalar ( ki büyük çoğunluğu bunun farkında
değillerdir) ya da çeşitli zikir, oruç, riyazat, inziva, derin tefekkür...vb
ibadet adı altındaki çalışmalar sonucunda açığa çıkmaktadır.
Bir
medyum: Daniel Dungles Home
Bu tür insanlardan biri de, İskoçyalı medyum Daniel Dungles Home’
dur. D.D. Home, on üç yaşında iken çok sevdiği arkadaşını rüyasında ölmüş
olarak görür. Bundan çok etkilendiği için, annesi halasına bir mektup yazarak,
yaz tatilinde Home’un onu ziyareti sırasında tanıştığı arkadaşının durumunu
sorar. Cevap ilginçtir. Çünkü Home, rüyasında gördüğü gün, arkadaşı ölmüştür.
Daha sonra Home, ruh çağırma seanslarına katılmak başta olmak üzere, bu tür
konulara eğildikçe yeteneklerinin zamanla yavaş yavaş artmakta olduğunu fark
etmeye başlar. Her gittiği yerde, olağanüstü olaylar meydana gelmeye başlar.
Örneğin, herhangi bir evde bulunurken, bir anda çeşitli sesler
duyulmakta,(kapalı bulunan) kapılar, pencereler açılıp kapanmakta, eşyalar hareket
etmekte, bir kısmı olduğu yerde kırılmakta ya da yere düşmekte,aniden havada
çeşitli nesneler materyalize olarak oraya buraya savrulmakta,ki bunların içinde
çiçekler de belirmekte olup insanların kucaklarına düşmekte,anlatılamayacak
derecede güzel kokular duyulmakta, evin içinde birden bire ateş topları ortaya
çıkıp etrafta dolaşmakta...vb idi.
Bir defasında da; Home, 1868 yılında savaş muhabiri ve aynı
zamanda da bir subay olan Lord Adare ile avukat H.D. Jencke’nin gözleri önünde,
ocakta yanmakta olan ateşi iyice karıştırarak kafasını bu kömürlerin içine
sokar ve yüzünü iyice bastırıp kafasını korların içine gömdükten sonra,
sıcaklığı 600-700 santigratın üzerinde olan bu közleri avuçlayarak orada
bulunan insanların bunlara dokunmasını ister.Bu ateşe dokunan insanlar ise,
tıpkı ateş üzerinde yürüyen Hint fakirlerinin elinden tuttuğu bir şüpheciye
ateşe karşı bağışıklığı aktarması gibi, Home’ un aktardığı bu özellik sayesinde
ateşten hiç etkilenmezler(bkz. Metafiziksel Yanılgılar 19). Kendisi gibi çeşitli
medyumik yeteneklere sahip olan arkadaşı S.C.Hall ile yaptığı bir gösterisinde
de Home, iyice alevlenmiş ve iki eliyle ancak kaldırabileceği büyüklükteki bir
közü ateşten alarak Hall’ın başının üstüne koyar. Belli bir süre böylece kalan
Hall’ın tek hissettiği şey çok sıcak olan bu nesnenin, kendisi tarafından ılık
olarak algılanması idi.
Levitasyon(Havaya
yükselme )
Home, Colin Evens, Hintli Yogi Subbayah Pullavar gibi levitasyon
gücüne de sahipti. Colin Evens, birçok yerdeki halka açık gösterilerinde 3-5
metre yükselebildiği gibi (ki bu da araştırmacılar tarafından incelenerek
fotoğraflanmıştır) Pullavar da yine yerden 2-3 metre havada, ancak yere
paralel, yatay vaziyette (yatar pozisyonda) dakikalarca kalabiliyordu. Bu
esnada, sadece havada dengesini sağlayabilmesi için, kolunu gererek uzandığı
bir sopaya dokunuyordu ki, bundan güç alması da fiziko-matematik kurallarınca
imkânsızdı. Pullavar’ın inişi bile beş dakikada, yavaş yavaş olmaktaydı.
İngiliz araştırmacı P.Y. Plunket ve arkadaşı, Pullavar’ın bu inanılmaz
gösterilerini, ayrıntılarıyla inceleyerek tüm açılardan çektikleri
fotoğraflarla birlikte araştırma sonuçlarını 6 haziran 1936 yılında
(İllustrated London News-resimli Londra Haberleri) dergisinde yayımlarlar. (
Elbette Plunket’in dışında, farklı zamanlarda bu Hintli yogiyi seyreden
inceleyenler arasında Bilim adamları, muhabirler,... da bulunmaktaydı.)
Yetenekleri, zamanının önde gelen bilim adamlarınca da incelenen
ve yaptıkları onaylanan D.D. Home da, çeşitli cisimleri havaya kaldırabildiği
ve hareket ettirebildiği gibi, kendini de havaya yükseltebiliyordu. Örnek
teşkil etmesi açısından bir keresinde Home, Ağustos 1852 yılında Connecticut’ta
bulunan Ward Cheney adındaki bir ipek fabrikatörünün evinde ruh çağırma seansı
başta olmak üzere, diğer olağanüstü fenomenlerini sergilemek için onun yanına
gider. Buradaki saygın ve seçkin konuklar arasında bu tür fenomenleri bir tür
hilekârlık olduğunu düşünen ve yazılarında da sık sık bu duruma işaret
etmesinden dolayı herkes tarafından inatçı bir şüpheci olarak tanınan Hartfort
Times’ın yazı işleri müdürü F.L.Burr da bulunmaktaydı. Ancak Burr, Home’un
gösterileri karşısında şok geçirir ve levitasyon ile ilgili görüşlerini de
gazetesinde şöyle dile getirir:“Home’ un aniden yükselişini ben de yaşadım...O
sırada Home’ un tam yanındaydım. Önce ayakları yerden otuz cm. yükseldi. Baştan
aşağı sapır sapır titriyordu. Birkaç kere ayakları yerden kesildi. Son
yükselişinde odanın tavanına kadar çıktı. Yere indiğinde hepimiz donakalmıştık.
Uzun zaman hiçbir şey konuşmadık.”
Home ise,levitasyonolayının nasıl gerçekleştiğini şöyle
anlatır:“Havaya her yükseldiğimde görünmeyen bir kuvvet tarafından yukarıya
çekiliyormuşum gibi bir his yaşarım. Bu kuvvet, ruhlardan geliyor. Ben bu
kuvvetin varlığına daima inandım ve ona güvendim. Bu yüzden ne kadar yükseğe
çıkartılırsam çıkartılayım hiçbir zaman korkmam...”
Home’un ilginç gösterilerinden biri de; 1868 yılının 16
Aralığında, Londra’daki Adare Kontunun malikanesinde, kontun kuzeni kaptan
Wynne ve Lindsay Lordu ile birlikte iken gerçekleşti. Bahçeye bakan yüksek
tavanlı odada dört kişi bir arada sohbet ederken,Home birden kendinden geçerek
titremeye başlar. Titremesiyle birlikte de yavaş yavaş havaya doğru yükselir.
Tavana değdiğinde, cama yönelerek pencereyi açıp dışarı çıkar. Bu mesafe,
yerden yaklaşık 24 metre idi. Daha sonra Home aralarındaki mesafe 2,5 metre
olan diğer pencereye uçarak hiçbir çıkıntısı ve tutunacağı herhangi bir şeyin
olmadığı bu ortamda bir süre havada kaldıktan sonra, ayakları önden girecek
şekilde bu pencereden girip tekrar yere doğru yavaş yavaş iner.
(Not: Levitasyon olaylarının gerçekleştiği ortamlar daha
önceden bilinmeyen yerlerde gerçekleştirilebildiği gibi, bir ağacın,
direğin...vs dahi bulunmayan boş, geniş, kapalı olmayan açık arazilerde de
isteğe bağlı olarak her zaman oluşturulabilmiştir. Hipnoz ihtimali, şüphesi
ise, havaya yükselme fenomenlerinin çekilen film ve fotoğraflarda da aynen
görünmesi nedeniyle, ortadan kalkmaktadır.)
Budist rahiplerin ya da Hint, Müslüman fakirlerin fenomenleri
Aslında tarih, birçok yazar, gazeteci, bilim adamı...vb. saygın kişilerin,
kulaktan dolma bilgilerle bu tür şeyleri ilkin önyargılı bir biçimde
reddetmelerine karşın, uzak doğuya yaptıkları seyahatler sonucunda Budist
rahiplerin ya da Hint, Müslüman fakirlerin gerçekleştirdikleri bu ve benzeri
fenomenlere bire bir tanık olup, bunları çeşitli düzeylerde gözlemleyip
inceledikten sonra da bunlara inanır hale gelmelerinin örnekleriyle doludur.
Burada ön plana çıkan bir özellik de; hem nesnelere, ateşe karşı
hem de levitasyon fenomeninde, vücudun gerginleşerek çok katı bir hal
almasıdır. Buna karşın kişi kendini hafif hissetmektedir. Bazı fenomenlerde
ise, katılaşma yerine şeffaflaşma görülmektedir. Örneğin, Levitör Pulluvar’ın
transtan çıkıp gergin halden normal durumuna dönmesi, kendine gelmesi için beş
dakika boyunca vücudu soğuk su ile ovalanıp yıkanmaktaydı. Öyle ki; Pulluvar’ın
elleriyle kollarını güçlü kuvvetli beş kişi bile bükemiyordu.Gerçi normale
dönmek için bu şart değil fakat, fenomenlerin sergilenme durumunun kişilere
göre de farklılıklar arz etmekte olduğunu göstermesi açısından değinmekte yarar
var.
Kimi fenomenlerde de, bazı Hint fakirleri, ellerindeki bir kavalı
(ya da nefesli bir çalgıyı) çalar çalmaz önlerinde bulunan hasır sepetin içinde
bulunan bir ip (halat), kavalın ritmiylehiçbir fiziksel etki altında
kalmaksızın kendiliğindenyılan gibi kıvrıla kıvrıla yukarı doğru çıkar.
Yaklaşık 4-5 m. uzunluğunda olan ip, yükseldiği son noktada sanki görünmez bir
kancaya sımsıkı bağlanmışçasına havada öylece durur. Daha sonra fakir, bu ipe
tırmanmaya ve ipin sonuna geldiğinde de yavaş yavaş kaybolmaya, görünmez olmaya
başlar. Bununla da kalmaz, ipi de yukarı (kendine) doğru çekerek iple beraber
tamamen yok olur. Belli bir süre geçtikten sonra da ip tekrar sarkıtılarak
yavaş yavaş havada belirmeye başlar. Havada dümdüz gergin duran ip yardımıyla
aşağıya inmeye çalışan fakir de, önce ayaklarından başlamak üzere görünerek
aşağıya doğru inmeye koyulur. İner inmez de tekrar kavalını çıkartıp çalmasıyla
sanki görünmez bir yere bağlıymış gibi görünen ip, bir anda oradan ayrılarak
yine kavalın ritmi ile ağır ağır sepetin içine girer ve gösteri tamamlanır.
Fenomenler sadece bunlarla sınırlı değildir.Zihin güçlerine göre İstidraç yeteneklerini sergileyen (ne isimle anılırsa anılsın) birimler, kan akışı gibi vücudun tüm istem dışı faaliyetlerini kontrol altına alarak,ateş üstünde yürümekle kalmaz, belli bir sürede mesela, sıcaklığı sekiz yüz santigrad derecenin üstündeki o korların içinde hareketsiz kalabilir, kimi Hint fakirlerinin yaptığı gibi bir halatla bağlı olan ayaklarından asılı bir vaziyette ateş içinde dakikalarca öylece yanmadan durabilir, hiçbir zarar görmeksizin çivili tahtalar ya da kırık cam parçaları üzerine yatarak bir de tek bir kişinin taşıyamayacağı taşları üzerine koydurup çekiçlerle kırdırtabilir,cam, jilet...vb kesici aletleri kıtır kıtır yiyip kezzap gibi çok asitli içeceklerle kor halindeki eriyik maddeleri çiğneyip yutabilir, su üstünde yürüyebilirler. Kimileri de, geçmişe ait olaylar ve kişilerin tüm mazisi hakkında bilgi sahibi olabilir, gelecek hakkında da belli şeyleri bilerek kehanetlerde bulunabilir, duvarlardan ve her türlü engellerden geçebildikleri gibi, aynı anda birkaç yerde bulunabilir, telepati ve uzaktaki kişi ve olayları yanı başında seyredip seslerini duyarak onlar hakkında haber sahibi olabilir, hayvanlarla konuşabilir (yani onları algılayabilirler)...vb...vb...
Zihin
kontrolüyle yaşamını sonlandıran Dalaylama
Kimi Kutsal kişilikli insanlar da,herhangi bir nesne, ilaç, zehir
ya da bir başkası tarafından değil, tamamen kendi isteği doğrultusunda zihin
kontrolüyle yaşamlarını sonlandırarak, daha hayatta iken hakkında birçok haber
verdiği Enkarnesi ile tekrar dünyaya gelebilmektedirler.(Bu fenomenlerin
açıklamasına daha sonra değineceğiz)
Örneğin; bir önceki Dalaylama da kehanet gereği Tibet'in işgal
edileceği ve zarar göreceği zaman, genç yaşta halkının başında olup onlara
karşı gelebilmek, gereken mücadeleyi yapabilmek için kendi isteğiyle hayatına
son vermek suretiyle (ki intihar şeklinde değil) ölür. Ancak, kısa bir süre
sonra (aslında tek bir ruhun çeşitli birçok enkarnesi olan ) son Dalaylama
olarak Tenzin Gyatso isim ve suretiyle tekrar dünyaya geri döner. Keşişler,
ruhani ve dünyevi liderlerini bulmak amacıyla yola çıkıp kasaba kasaba aramaya
başladıklarında onu bir dağ köyünde bulurlar. Dalaylama 4-5 yaşlarında olmasına
karşın keşişleri isimleriyle çağırdığı gibi, kendisine uzatılan hem yaşayan hem
de ölmüş rahiplerin eşyalarının tek tek isimleriyle kime ait olduğunu bilir.
Keşişler, kırkıncı Dalaylama’yı bulmalarının sevinciyle onu Tibet’e götürürler.
Çin işgalinin halen devam etmesi dolayısıyla 1959’ dan beri Hindistan’da
sürgünde bulunan Dalaylama, şiddete dayanmayan sessiz direnişi nedeniyle 1989’
da Nobel barış ödülüne layık görülür.
Bununla birlikte; keşişler de kiliseye bağlılıklarını göstermek
için Budist, Hint ve Müslüman fakirleri gibi çeşitli türden (levitasyon,
materyalizasyon, şifa, astral seyahat, tayyı mekan, telepati, duru görü...vb)
maddeye hakim olma gösterileri sergilemekteydiler ki, bunların arasında ateşe
karşı bağışıklıkları da olanlar da bulunmaktadır. Zaten bir insanın Azizlik
mertebesine ulaşabilmesi için insan toplulukları ya da güvenilir kişiler önünde
en az birkaç istidraç göstermesi gerekmektedir. Zaten,Azizlik; kilise
tarafından dini görevlerini yerine getiren, nefsini terbiye edip dinsel yaşamda
her türlü fedakarlığı yapan ve katlanan ve çeşitli olağan üstü yeteneklere
sahip olarak bu halleri sergileyen, gösteren kişilere verilen unvandır.Önceleri
bir kişinin Azizliği, mahalle kiliseleri tarafından belirlenirken, 1234’ ten
itibaren bu hak, sadece Papalara tanınmış, verilme şekilleri ve kuralları da
1588’ de Papa V. Sixte, 1634’ te Papa VIII. Urban tarafından konmuş 17.yy
sonlarına doğru da Papa XIV. Benoit tarafından bunlara yeni hükümler
getirilmiştir.Kısaca Azizlik unvanı bir kişiye kolay kolay verilmemektedir.
Velilerin
Azizler ile karıştırılması(Keramet, Mucize ve İstidraç(sihir) )
Hep yanlış algılanan bir nokta da; Hıristiyanlıktaki Azizlerin,
Yahudilikteki (ğadoşların), Hindu, Budist...vs uzak doğu dinlerindeki
fakirlerin, kutsal insanların, İslamiyet’teki “Allah dostu”, “Velisi Allah olan
kişiler” yani Velilerle (çoğulu Evliyadır) karıştırılmasıdır.Yani bu
kelimelerle işaret edilen mertebeler, “Veli” adı ile işaret edilmek istenen
Boyutların karşılığı değillerdir.Ayrıca Azizlik (ki aynı zamanda tüm
dinlerdeki kutsal kişilere verilen ortak isimdir) unvanı, dışta görünen
birtakım hallere bakılarak ve hatta o özelliklere bile hiç sahip olmayan
Papalar tarafından verilirken, İslamiyet’ teki Velilik unvanını zahiren verecek
bir kurum, kuruluş yoktur. Çünkü Azizler gibi onların dışarıda kendilerini
gösterecekleri bir işaretleri, izleri yoktur. Fakat buBatınen, Batıni anlamda
yoktur anlamında değillerdir.Bu konuda bir Kudsi Hadis“Onlar benim örtümün
altındadır. Hiç kimse onları tanı(ya)maz”diyerek kısaca olayı bize
özetlemektedir. Yani,Veli ismiyle işaret edilen İnsan, sonsuz ve sınırsız Nur
Bilinç boyutunu kapasitelerince (hiyerarşik bir şekilde) yansıtan ve varlığı da
bulundukları boyut açısından algılayan, değerlendiren ve varlıkta çeşitli
oluşumlar meydana getiren birimlerdir. Bu yüzden bir Azizi, bir Budist Rahibi,
bir Medyumu... herkes tanımasına karşın, bir Veli’yi ancak bir Veli tanır.
Böylece, İnsanların imanlarını artırmak ve Öz Bilince ait birtakım nitelik ve
niceliklere işaret etmek amacıyla tamamen gayri ihtiyari, kendi istek ve arzuları
dışında, Mutlak Benlik noktasından kaynaklanan fenomenlere “Mucize”, aynı
şeyler Evliya’dan meydana geliyorsa “keramet” adı verilmektedir. Eğer bu
olağanüstü fenomenler, çokluk boyutuna göre varsaydıkları benlik açısından
meydana getiriliyorsa, o zamanda buna istidraç denmektedir.
Özetlersek;Velayet, birtakım normal üstü yeteneklere sahip
olmalarından ötürü bu birimlere üst bilinç(ler) tarafından verilen bir unvan,
nişan, isim değil, Nur yapılı bilinçlerin, direkt bu birimlerin bilincinde
açığa çıkması suretiyle bu insanların, Hakikâtleri olan Salt Bilinç boyutunda
kendilerini tanımaları ile oluşan yaşantının adıdır.(I0)Dolayısıyla
bir Veli keramet sergileyecek diye bir kural da yoktur. Kaldı ki, bu tür Kudret
tezahürleri Mistik alanda hoş karşılanmamakta ve önemli olanın ilmi keramet
olduğu, bu tür halleri ortaya koyan birimlerce dahi dile getirilmektedir.
Resul ve Nebiler, bu görevi almadan önce Velayetleriyle yaşarlar.
Yani, zahirde Nübüvet kemalatı ile yaşarlarken, Batınlarında da velayet
kemalatıyla yaşarlar. Nübüvet Kemalatı ölüm ile son bulurken, Velayet yönleri
sonsuza dek devam eder. Bu yüzden,Ahir zamanda Astral (Işınsal) bedenini
biyolojik bedene dönüştürerek İmamı Mehdi’nin yanında Muhammedi boyutu ortaya
koyacak olan olan Hz. İsa (aleyhisselâm)’nın, bu Boyutsal inişi de Nübüvet değil, Velayeti yönüyle
olacaktır.Çünkü; Nübüvet, Hz. Muhammed (salla’llâhü aleyhi ve sellem) Efendimizle son bulmuştur.
Bununla birlikte; Resul ve Nebiler varlığını (aslında tüm varlık)
ilk var olmuş Boyut olan Muhammedi Boyuttan alırken Veliler de,bir madeni
paranın yazı-turası gibi, aynı şeyin diğer bir yüzü olan İmamı Mehdiden
alırlar.(II) (Bu yüzleri de mekânsal anlamda değil, yine boyutsal olarak
düşünmek gerekir). Bu konuda Hz. Muhammed (salla'llâhü aleyhi ve sellem)“Haberiniz olsun ki Allah ilk halk ettiğinde, Kalemi halk
etti; de ona; ‘yaz’ dedi. ‘Ya Rabb ne yazayım? diye sordu... ‘kaderi yaz’
dedi... “ işte o saatte kalem, olmuş ve ebeden olacak her şeyi yazdı...”der.
Mistik alanda; Evrende var olmuş ve olacak her şeyi oluşturanKalem’e İnsanı
Kâmil, (Hakikâti Muhammedi) denir. Bu İnsanı Kâmil’in Aklına Aklı Evvel, Ruhuna
da Ruhu Azam (Ruhu Muhammedi)denmektedir.
(Not:Hadiste bildirilen “Nur, Akıl, Kalem” ifadeleri,
aslında aynı Tek şeyin farklı boyutlarda aldığı isimlerdir)
Günümüz bilimince ise;Kalem’e, İlim Sıfatının Mazharı olan Kozmik
Bilinç, Salt Şuur ya da Salt Nuradı verilmektedir. Yine bu konuda Hz. Muhammed
(salla’llâhü
aleyhi ve sellem)“Ya Cabir, Allah önce Aklımı
yarattı”, “ Ya Cabir Allah önce Benim Nurumu yarattı ve bütün mahlukatın nurunu
da Benim Nurumdan halk etti”diyerek her birimin Özünde holografik olarak mevcut
olduğunu ifade etmektedir. Aynı şekilde;“Tüm Âlemlerin onun yüzü suyu
hürmetine, O’nun için yaratılması ya da Âlemlere Rahmet olarak gelmesi
...”denilen halde, yine Hz. Muhammed (salla’llâhü aleyhi ve sellem) Efendimizin bizim kendi algılarımıza göre kabul ettiğimiz
yönüyle değil, pik noktada sahip olduğu Evrenselliğin yani Sonsuz Sınırsız
Bilinci ve Kudreti yönüyledir.
Dolayısıyla, bu Nurdan yaratılan tüm varlık ve insan Hz. Muhammed
(salla’llâhü
aleyhi ve sellem)’e bu anlamda,Boyutsal olarakne
kadar yaklaşırsa o oranda hem kendi Hakikâtini hem de Evrensel sistemin işleyiş
prensiplerini algılar. Bu yüzden, Hz. Muhammed (salla’llâhü aleyhi ve
sellem)’i gerçek anlamda değerlendirmek için, bu
Bilinç noktası açısından bakabilmek gerekir ki, o zaman da O’nu değerlendiren
acaba kim olur.
Uçan
Azize: Teresa
Tekrar konumuza dönersek; böyle yeteneklere sahip olup da isteği
dışında bu tür fenomenlerin açığa çıkması Aziz ve Azizelerde görülmektedir,
diyebilriz. Bunlardan 16. yy.da yaşamış Avilalı Azize Teresa, kendi isteği
dışında havalanmasıyla ünlüydü. Öyle ki levitasyon hissi kendisine geldiğinde,
diğer rahibelerden kendisini tutmaları için yardım istemekteydi. Bu durumu
Azize şöyle ifade etmektedir:“Havaya yükselme hissi geldiğinde ne yapacağımı
şaşırıyorum. Karşı koymaya çalıştığımda, ayaklarımın altından gelen büyük bir
güçle havaya itiliyorum ya da kaldırılıyorum”
Olağanüstü yetenekleriyle ünlü bir başka Aziz, Paulalı St. Francis
de nar gibi olmuş korları rahatlıkla eline alıp tutabilmekte, buna karşın
hiçbir zarar görmemekteydi. Hatta 1519 yılında güvenilir sekiz tanığın gözleri
önünde, yanmakta olan fırının içine girmiş ve fırının kırılmış duvarlarını
tamir etmiştir. Alev alev yanan fırının tam içine girip uzun bir süre kalmasına
rağmen, vücudunun ve elbiselerinin üzerinde en ufak bir yanma izi
görülmemiştir.
Bu hayatın zevk ve eğlence dünyası olmadığını, bu yüzden de
insanın aslına ve dolayısıyla cennete ulaşması için çile çekmesi gerektiğine
inanan ve bu yolda yaşam sürdüren bir başka kutsal insan da 17.yy. da yaşamış
olan Aziz Joseph’tir. Çocuk denecek yaşta kendini dine adayarak bazen günlerce
yemeden içmeden duran, soğuk günlerde ince elbiselerle dışarıda saatlerce,
günlerce dolaşan, az uyuyarak daima derin bir tefekkür ve ibadet halinde olan
ve hatta kendini kırbaçlamaktan dahi çekinmeyen bu kişide de birtakım
olağanüstü hallerin yanında levitasyon fenomeni de gözlemlenmiştir. Azizi saran
vecd halinin getirdiği duygusallık ve heyecan onun bir anda havaya yükselmesine
neden olmaktaydı. Hatta bir keresinde halkın topluca bulunduğu pazar ayini
sırasında bu olay cereyan edince, insanlar tarafından tepki çekmeye başlar ve
bu durumdan yavaş yavaş rahatsız olan kilise yetkilileri de onu insanlardan
uzaklaştırarak bir manastıra kapatırlar (orada da havalanma olayları hız
kesmeksizin aynen devam eder). Ancak papa VIII. Urban, onu ziyaret edip kendisi
de bu olaylara tanık olunca bu işin Tanrı’ nın bir mucizesi olarak düşünülmesi
gerektiğini söyleyip onun bir Aziz olduğunu dile getirir(ilan eder).
Kutsal kitaplarda da, ateşe atılan insanların inançları sayesinde
hiçbir zarar görmeksizin kurtuldukları yazılıdır. Örneğin, Tevrat’ta Kral
Nabukednazar’ın Kudus’ü işgâl ettikten sonra halka kendi heykeline tapınması
için baskı yaptığı belirtilir. Ancak Shadrack (Şadrak), Meshach (Meşak) ve
Abednego inançları uğruna bunları reddeder ve kralın emrine karşı gelirler.
Buna karşın, kral da bu üç kişiyi, her zaman hiç sönmeksizin yanan fırının
içine atar. Fırın o kadar sıcaktır ki, alevler, onları ateşe atan cellatları
bile yakarak öldürmüştür. Fakat bu üç kişi, imanlarının kendilerine verdiği güç
sayesinde kurtulurlar. Öyle ki, saçları, kirpikleri ve elbiselerinde en ufak
bir yara, iz olmadığı gibi, üzerlerinde duman kokusu bile yoktur. Bu olay şöyle
anlatılır:“Prensler, valiler, denizciler ve kralın danışmanları toplandılar. Bu
adamların gövdelerini, ateşin etkilemediğini gördüler. Ne saçlarının tek bir
teli alazlandı ne giysilerine bir şey oldu, ne de yanık kokusu çıktı”.
İlkçağ tarihçilerin kayıtlarında, felsefecilerin, yazarların
eserlerinde ya da takip eden tarihlerde, hükümet ve Kiliseye ait çeşitli resmi
raporlarda, inançlarından ötürü (ya farklı dinlere mensup ya da mezhep
kavgaları yüzünden) yakalanarak ateşe atılan medyumların, benzeri fiziksel
etkilerle veya ateşe atılarak yakılmak istendiği ancak ateşin içinde
kalmalarına karşın hiçbir zarar görmeksizin kurtuldukları da
belirtilmektedir.Birden fazla fenomeni içinde barındırması bakımından ilginç
bir örnek de;17. yy sonlarında Kral 14. Lous’in Protestan bir hareket olan
Huguenotları işkence ve katliam da dahil olmak üzere Fransa’dan temizlemeye
çalıştığı sırada, Cevennes Vadisi’nde yaşayan Camisardlar olarak adlandırılan
tarikat üyelerinde görülen benzeri olaylardır. Fransız birliğinin başı olan
Albay Jean Cavalier, giriştiği bu eylemin başarısızlığından dolayı İngiltere’ye
sürülmüş ve orada buna neden olan olağanüstü olayları 1707 yılında “çölde bir
çığlık” adlı kitabında yazmıştır. Öyle ki, bu gruba ne uygulanırsa uygulansın,
bir türlü zarar verilemiyordu. Kurşuna dizilmelerine karşın, saçmalar
elbiselerini delmiş, fakat bedenlerinde en ufak bir iz dahi oluşturamamış ve
saçmalar, yassılaşmış bir şekilde, yerlerde ya da elbise ile vücut aralarında
bulunmuştur. Bu duruma sinirlenen işkenceciler, bu insanların ellerini kızgın
kömürler üzerine bastırmalarından da bir sonuç alamayınca bu sefer gaza
bulanmış pamuklara sarıp ateşe verirler. Ancak yine başarılı olamazlar. Üstüne
üstlük, dini hareketin lideri Claris de, kendi isteği ile bir odun yığını
yaptırtıp bunun üzerinde vecd içinde bir konuşma yapar ve bu durumda iken
odunun ateşe verilmesini ister. Ateşin içinde kalmasına ve alevlerin her yerini
sarmasına rağmen, altı yüz kişinin gözleri önünde konuşmasına aynen devam eder.
Odunlar yanıp tükendiğinde ise, Claris’in elbiselerinde,
saçlarında,kirpiklerinde en küçük bir yanma belirtisinin olmadığı görülür. Bu
olayların ayrıntılı bir dokümanı, resmi bir rapor halinde Roma’ ya gönderilir.
İki
defa bedenlenen ve üçüncüsü beklenen Hintli Sai Baba
İstidraç yeteneklerini çok geniş bir alanda rahatlıkla
(zorlanmaksızın) ortaya koyanbaşka bir kutsal insan daHintli Satya Sai
Baba’dır. İllüzyonist ve bilim adamlarınca da incelenip araştırılarak, hile
olasılığının dahi düşünülemeyeceği bir biçimde sergilediği olağan üstü
yetenekleri onaylanan Sai Baba, şifa vererek her tür ölümcül hastalıkları
iyileştirdiği gibi, isteğe bağlı olarak çeşitli nesneler, altın mücevherler ve
her tür yiyecekler materyalize edebilmekte yanı sırada nesneleri farklı
maddelere dönüştürebilmekte ve hatta ölüleri dahi diriltebilmekteydi...
Yaklaşık beş bin yıl önce, Hint kutsal metinlerinde yazılmış olan
bir kehanete göre, makine çağının dünya ve insanlara felaketler getireceği bir
dönemde ilahi bir gücün belirtisi olarak “üçlü doğumun” yeryüzüne geleceği
vetüm Dinleri Birleştirerek Altın çağı kuracağıbildirilmektedir.
Bunlardan ilki,Müslüman-Hint sentezini insanlığa bildirmek
içingelmiş ve Müslüman bir ermiş olarak kabul edilen (görülen) Shirdi Sai
Babadır. Bu kişi, ömrü boyunca Shirdi’de bir camide devamlı yanmakta olan
ateşin külleriyle insanlara şifa dağıtmış ve birçok imkânsız hastalığı tamamen
iyileştirmiştir. Buna benzer birçok olağanüstü fenomeni sergiledikten sonra da
15 Ekim 1918’de tekrar döneceğini bildirerek ilk bedenini terk eder. İkinci
gelişi ise 23 Kasım 1926 yılında yine Hindistan’da olur. Shirdili Sai Baba’nın
enkarnesi olan Satya Sai Baba da, 2022 yılında 96 yaşında iken öleceğini ve son
kez 2023 yılında Prema Sai Baba adıyla tekrar bedenlenerek geleceğini
söylemektedir. Hatta geleceği yerin Bangalore de Malu adındaki bir yer
olacağını bildirmenin yanı sıra geleceği zamanki anne ve babası hakkında tüm
bilgileri de vermiştir. En ilginci de o dönemde sahip olacağı yüzün nasıl
olacağını, bu portreyi üzerinde bulunduğu bir yüzüğü materyalize ederek
göstermiş ve bunu da Dr. John Hislop’a hediye etmiştir.
Satya’ nın, Shirdili Sai Baba olduğunu bilişi de ilginçtir. Henüz
13 yaşında yolda yürürkensağ ayağındaki parmaklarının birini ısıran akrebin
neden olduğu travma sonucu, geçmiş hayatını hatırlamaya başlar. Sadece
hatırladığı bilgiler değildir, o kişinin sahip olduğu tüm yeteneklere de
kavuşmuştur.Artık Satya çok değişmiştir. Sanki o çocuk gitmiş, yerine, olgun ve
her şeyi bilen bilge bir insan gelmiştir. Hiç bilmediği, Sanskritçe şarkıları
söylüyor, şiirler okuyor, bilge insanlar gibi insanlığın gelişmesi,
olgunlaşması ve insanların özlerini bulmaları yolunda etrafını
bilgilendiriyordur. Hatta Shirdi’ye yaptığı bir gezide Shirdili Sai Baba’nın
arkadaşlarını, müritlerini hemen tanıyarak onları tek tek isimleri ile
çağırmakla kalmayıp hem onların hem de onların akrabaları, yakınları hakkında
detaylı bilgiler sunmuştur. Gerçi Sai Baba, kendisini ziyarete gelen herkesin
yalnız ve yalnız kendilerinin bilebileceği birçok özelliği, yaşadıkları
olayları hakkında bilgiler veriyor ve onların zihinlerinden geçen düşünceleri
çok rahatlıkla okuyabiliyordur. Bu yeteneğini, o kişilerin tanıdıklarını,
akrabalarını, arkadaşlarını,...vs. sanki yanı başındaymışçasına görerek onların
durumları hakkında da her tür bilgiyi vererek kullanabilmekteydi.
Hindistan’ın Andra Pradeş eyaletinin bir köşesinde yaşayan Sai
Baba, daha 14 yaşında bir çocukken eline aldığı boş bir torbaya elini
daldırarak, içinden şekerler, çeşitli yiyecekler ve çocukların önceden
kaybetmiş oldukları eşyaları çıkartıp onlara geri vermesi dolayısıyla
arkadaşları tarafından da çok sevilirdi.
Materyalize ( yoktan nesneler üretme) konusunda hiçbir sınırı
olmayan Sai Baba, boş olan avuçlarının birini aşağı tutar vaziyette, bileğinden
360 derece çevirdiğinde avucunda madalyonlar, pahalı altın bilezikler,
yüzükler, küpeler, değerli mücevherler ve yine altından yapılmış çeşitli
nesneler belirmekte, bunları da oradaki insanlara hediye etmektedir.
Materyalize ettiği nesnelerden biri de kutsal bir kül olan Vibuti’
dir. Avuç içlerinden, parmaklarından maddeleşerek dökülen bu külleri kendisine
gelen ziyaretçilerin arasına girerek onların başları üzerine, avuçlarına,
uzatılan kaplara ve etrafındaki boş alanlara, yerlere saçmakta, boşaltmaktadır.
Öyle ki;dinlenmeksizin ve ara vermeksizin fıçılar dolusu bu külleri dağıtırken
de, ne bir kimseden yardım almakta ne de oradaki insanların göremeyeceği bir
yerlere gitmektedir.Bitmek tükenmek bilmeyen bu küller, aynı zamanda birer şifa
kaynağı olması dolayısıyla, oradaki insanlar tarafından yenilmektedir.
Materyalize ettiği bir başka şey de birçok çeşitteki
yiyeceklerdir. Yoktan maddeleşen çeşitli tatlılar, şuruplar, kokulu yağlar,
avuçlarının arasından, parmaklarından, ayaklarından akmasına,
dökülmesinekarşın,bunların belirmesinden sonra ne ellerinde ne de ayaklarında
en ufak bir yapışkanlık, yapışıklık dahi oluşmamaktadır.Yoktan meydana gelen bu
yiyeceklerinkimi el tutulamayacak kadar sıcakken, kimi de buz gibi soğuktur.
Üretilen yiyeceklerin en ilginci de elektrik ve buzdolabı bulunmayan bu bölgede
saklanılması dahi mümkün olmayan mevsimsiz meyveler, sebzelerdir. Bunun
yanında, üzerine kusursuzca çizilmiş krişna resimli pirinç tanelerinden
yapılmış yiyecekler ile dünyanın hiçbir yerinde yetişmeyen ve bulunmayan garip
meyvelerdir. Mesela bu meyvelerden bir tanesinin bir tarafını elma iken diğer
kısmı şeftali, portakal mandalina...vb olabilmekte ya da bir meyve beş on ayrı
meyveden oluşabilmektedir. Üstelik bu yiyecekler o anda yenilmekte, bir kısmı
da sonra yenmek üzere saklanmaktadır.
Ayrıca Sai Baba kendisini ziyaret eden kişilerin dinleri
doğrultusunda o inançları sembolize eden nesneler, ikonlar...vb da
üretebilmektedir. Örneğin; Hıristiyan ziyaretçilerine çarmıha gerilmiş vaziyetteki
İsa şekilleri materyalize ederek onlaraHz. İsa (as)’nın barış yoluyla tüm
insanları birleştirmek, bütünleştirmek için gelen bir önder olduğunu ve ona
saygı duyduğunu söylemektedir.
Sai Baba bir gün, kendisinin birçok mucizesine hem tanık olan hem
de biyografisini, düşünce dünyasını ve göstermiş olduğu İlahi olağanüstü
fenomenlerini “Mucizeler Adamı Sai Baba” adlı kitabında kaleme alan, yazar
Howard Murphet’ a, doğum tarihini sorarak ona,doğum tarihinin yazılı olduğu ve
bulundukları yıla ait bir on dolar materyalize ederek verir.
Sai Baba’yıinceleyenve onun hakkındakiaraştırmalarını“Çağdaş
Mucizeler: Satya Sai Baba ile ilişkili Fiziksel Fenomenler Hakkında Bir Rapor”
adlı kitabında değinenİzlanda Üniversitesi’ nden Psikolog Erlender Haraltsson
da onun birçok olağan üstü fenomenine şahit olmuştu.Bunların birinde Sai Baba
avuçlarının arasından ikiz portakal gibi, bir arada büyümüş bir çift meşe
palamutuna benzer bir nesne materyalize ederek (ki bunun ismine Rudrakşa
demekteydi) Haroltsson’a verir.Psikolog Dr. da hatıra olarak
saklayacağını söyleyince, Sai Baba bunu tekrar avuçlarının arasına alarak
avuçlarının üzerinden içine doğru üfler. Ellerini açtığında, görünen nesneyi
Haroltsson şöyle anlatmakta: “Palamutların üst ve alt kısımlarında, kısa altın
bir zincirle onları bir arada tutan iki altın siperlik bulunmaktaydı. Tepesinde
ise, üzerinde bir yakut gömülmüş olan altın bir haç ve haçın üzerinde bir
zincirle geçirilip boyuna asılabilmesi için ufak bir delik vardı”. Haroltsson
fikir sahibi olmak için bu cismi botanikçilere gösterdiğinde,onlar böyle bir
şeyle daha önce hiç karşılaşmadıklarını söylerler. Ayrıca bir kuyumcu da bu
Rudrakşaların üzerindeki metal zincirinin en az 22 ayar saf altın olduğunu
belirtir.
Sai Baba materyalizasyon yanında, bir nesneyi bir başka nesne ya
da nesnelere de çevirebilmekteydi ki, bu şekilde kayaları, taşları şekerlere;
çiçekleri, değerli maddelere, mücevherlere dönüştürmektedir.
Şifa verme yeteneğiyle de, birçok ölümcül, çaresi olmayan
hastalıklar da dahil olmak üzere,dokunarak ya da dokunmadan veya görmeksizin,
uzaktan tamamen iyileştirebilmektedir.
Canlanan
Ceset
1953 yılında ilerlemiş mide ülserine şifa bulmak amacıyla
kendisini ziyaret eden altmış yaşındaki Radhakrişna isimli bir fabrika sahibi
ile hiç görüşmez, ancak kendi merkezlerinin birindeki bir odada onu tutarak
ilgileneceğini söyler ve adamı ailesiyle birlikte misafir eder. Hastanın
durumu, ölümüne kadar geçirdiği tüm safhalar, Sai Baba’ya haber verildiğinde
ise, Sai Baba her seferinde sadece gülümseyerek her şeyin iyi olacağını söyler
ve hiçbir müdahalede bulunmaz. Adam iyice fenalaşarak ölür ve cesedi soğuyarak
kurumuş vaziyette, kaskatı kesilir, üstelik kokmaya başlar. Artık Sai Baba’dan
ümidini kesen aile, ölmüş olan adamı mezarlığa götürmek üzere harekete geçince,
birden Sai Baba görünür ve odaya girerek herkesi dışarı çıkartır. Birkaç dakika
cesetle içeride kalan Sai Baba, adamın ailesini içeri çağırır. Ailesi odaya
girdiğinde hepsi şok geçirir. Çünkü adam dirilmiş (canlanmış) ve gülümsüyordur.
Bir gün sonra adam tamamen yürüyecek duruma gelmiştir ve bir daha oluşmayacak
şekilde mide ülserinden de kurtulur.
Tayyı
Mekan ve Astral Seyahat
Hintli bir Aziz olarak kabul edilen Sai Baba,diğer Azizler gibi,
mistik alanda Tayyı Mekan olarak adlandırılan, aynı anda bir yerden başka bir
yere gitme, birkaç yerde bulunabilme ve Astral seyahat yapabilme (ki bu şekilde
de birden fazla görünebilme oluşturulabilmektedir) yeteneğine de
sahiptir.Sayısız bir çok kişi, Sai Babanın parmaklarını bir şıklatma ya da
ellerini bir şaklatmayla birkaç yüz metre ötede ya da aynı anda birden fazla
yerde göründüğüne şahit olmuşlardır.
Sai Baba’nın sahip olduğu bir diğer özellik de bedenini çevreleyen
enerji alanının yani, aurasının orada bulunanlarca hissedilir derecede güçlü
olduğunun duyumsanmasıdır.
Kozmik İnsan (misafir) olarak da isimlendirilen Satya Sai Baba’nın
on dört yaşından beri göstermiş olduğu (ki halen devam etmektedir) olağanüstü
olaylara, dünyanın birçok yerinden saygın, güvenilir insanlar, bilim adamları,
siyasetçiler din ve hükümet adamları, bürokratlar başta olmak üzere, on
milyonlarca insan şahit olmuş ve halen de olmaktadır.Onu inceleyen
araştırmacılar, bilim adamları ve illüzyonistler, hiçbir hile izine
rastlayamamış, üstelik Sai Baba’nın yaptıkları şeylerin hile, el çabukluğu, illüzyon
ile yapılamayacak türde, yer ve şartlarda gerçekleştirildiğini, dolayısıyla, bu
tür şeylerin daha çok, olağanüstü fenomenler olduğuna dair güçlü kanıtlar
oluşturduğunu açıkça ifade etmişlerdir. Zaten, bugüne kadar da kimse, onun
yaptıklarının sahte olduğunu göster(e)mediği gibi, buna cesaret bile
edememiştir.
Psikolog Dr. Haraltsson da,Amerikan Ruhsal Araştırmalar Derneğinin
Direktörü olanDr. Kalis Oasis’lebirlikte yaptıklarıbir incelemesinişu sözlerle
ifade etmektedir:“Eli açık ve yere doğru dönüktü. Havada eliyle birkaç küçük
çember çizdi. Bunu yaparken, havada hemen elinin altında, gri bir madde
belirdi. Sai Baba’ya daha yakın oturan Dr. Oasis, bu maddenin önce tanecik
biçiminde ortaya çıktığına ama dokunulunca küle dönüştüğüne, dikkât etmişti. Eğer
Sai Baba, bunu bizim farkına varamadığımız bir el çabukluğuyla ortaya
çıkartıyor olsaydı, taneciklerin daha havadayken çözülmesi gerekirdi.”
Hz.İsa (aleyhisselâm)‘ya atfedilen tüm fenomenler tekrarlanıyor
Olağanüstü olayları araştırmak için yaptığı gezilerinde, Hindistan’a
da uğrayarak Sai Baba’nın yaptıklarını yakından inceleme fırsatı bulanFelsefe
doktoru ve aynı zamanda Biyolog olan Lyall Watsonda, Hz. İsa (as) ‘ya atfedilen
tüm fenomenlerin Sai Baba tarafından da gerçekleştirildiğine şahit olmuştur.
Sai Baba gibi altın nesneler, mevsimsiz meyveler, kutsal küller,
dünyanın hiçbir yerinde mevcut olmayan nesneler...vs’ i materyalize eden çoğu
çileci (fakir) nin Hindistan başta olmak üzere, birçok ülkede bulunduğu da
bilinmektedir. Ancak bunlardan bir kısmının Sai Baba gibi yüksek ruhsal bir
evrime sahip Evrensel İnsan olamayacağı da birçok kutsal adam tarafından dile
getirilmektedir.
Satya
Sai Baba Üniversitesi
Düşüncesini
yayan üç yüz Sai merkezi, beş Sai Üniversitesi ile birlikte, en az elli milyon
inananı bulunan ve en son Mahavatar ( en büyük Avatar yani, Tanrı sureti)
olarak kabul edilen Satya Sai Baba, göstermiş olduğu sayısız olağanüstü halin
aslında gerçek amacına kıyasla, daha küçük şeyler olduğunu dile getirmektedir.
Gerçek amacının ise; insanlığı nefretten, şiddetten,...vb olumsuz tüm şeylerden
uzaklaştırıp bunun yerine sevgi, barış, hoşgörü temeline dayalı olumlu
düşünceleri temin etmek vetüm Dinleri birleştirip Altın Çağı kurmak suretiyle,
İnsanlığın ruhsal evrimini tamamlamalarını (böylece insanların kozmik bilincin
açığa çıktığı bu suret vasıtasıyla, o evrensel bilinçle bütünleşmelerini)
sağlamakolduğunu belirtmektedir. Bunun yolunu da kendi ifadesiyle şöyle dile
getirmektedir:“insanların gelmelerini, Sai Baba’yı görmelerini, işitmelerini,
etüt etmelerini, gözlemlemelerini, deneyimlemelerini ve idrak etmelerini
istiyorum. Ancak o zaman beni anlayacak ve Avatar’ın ( yani, Tanrı suretinin)
kadrini bileceklerdir.”
Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.
Yorumlar