TAHMİS-İ DERVİŞ AZBÎ DİVAN-I MISRÎ
بســـم الله الرحمن الرحيم
AZBÎ BABA kaddese’llâhü sırrahu’l azîz [1]
Asıl adı Mustafa Ahmet Efendi mahlası
“Azb=عذب ”
[2] olup
Kütahyalı'dır. Doğum tarihi ile ilgili hiçbir kaynakta bilgi bulunmamaktadır İlköğrenimini ve medrese tahsilini
Kütahya’da yapmıştır. Daha sonra bilgisini arttırmak için İstanbul’a gitmiştir.
İstanbul’la geldikten sonra Dergâhı Âliye saray çavuşluğu ile görevlendirildi. Aşağıda
onun, hemen hemen birbirinin tekrarı olan kısa hayat hikâyesinin geçtiği yazma
ve basma kaynaklardaki kayıtlar verilmiştir:
"Mustafa
Dede el-Kütahyavî el-Rûmî el-Sûfi min-halifei'ş-şeyh Niyazı el- Mısrî
el-mütehallis. Be Azbî el-müteveffâ sene-i 1160"[3]
"Türkî
hû Mustafa Dede el-Kütahyavî el-müteveffa sene-i 1160"[4]
"Mustafa
Efendi (Derviş Azbî) : Dergâh-ı Alî çavuşlarından iken Niyâzî Mısrî
Hazretlerinde gördüğü kemal eserlerine bakarak hizmetini bırakmış, adı geçen
zâta intisâb etmiştir. Doğum yeri Kütahya'dır. 1160'ta vefat ederek Üsküdar'ın
Nerdüban Köyü'ndeki Şahkulu Dergâhı’na defnedilmiştir. " [5]
"(Mısrî'nin
Edirne'de bulunuşu anlatılırken)... hükümet tarafından Azbî Çavuş isminde bir
muhafız yanma tefrik olunmuştur... Azbî Çavuş Hz. Mısri'ye refakat ettikçe
kemâlâtına meftun olup arz-ı nispet etmiş ve emrine münkad olmuştur... Hizmet
yönünden nâil-i lutf olup hilâfet almıştır. Erenköy'ünde Merdivân kariyesindeki
Bektaşî dergâhında seccâde-nişîn olmuşdu. Orada medfundur. " [6]
"Mısrî Rodos'a sürülürken yolda
zincirlerini silkip atar ve denize atlar. Kendisini götüren Azbî çok korkar. Bu
arada denizde beyaz bir ata binmiş bir er, parmağıyla Azbî'ye susmasını işaret
eder. Rodos'a geldiğinde Azbî, Mısrî'yi limanda bulur." [7]
Azbî,
Niyâzî Mısrî’yi 1083/1673'te Rodos'a sürgüne götüren görevli memurdur. Yanında
bulunduğu süre zarfında ondan etkilenmiş ve kendisine İntisap etmiştir. Bu
intisap etmede bütün kaynaklar hemfikirdir. Ancak seyr ü sülûkunu
onun yanında tamamlayıp tamamlamadığı, ondan hilafet alıp almadığı hususu
tartışmalıdır. Eğer Mısrî'nin Rodos'a ilk sürgünü olan 1673'te
onunla beraber olduğu varsayılırsa, Mısrî'nin Hakk’a yürüyüş tarihi
olan 1104/1694 tarihine kadar birlikte olmaları muhtemeldir.
Bu da yaklaşık 21 yıl süre eder ki, bir sâlikin seyr ü sülûkunu
tamamlaması için yeterli bir süredir. Dolayısıyla ondan hilâfet almış olması
gerekir.
Mustafa
Kara, Azbî'yi Mısrî'nin 9. Halifesi olarak göstermektedir.[8]
Mısrî'nin ölümü üzerine İstanbul’a gelen Azbî, bugün İstanbul Üsküdar'a bağlı
Merdivenköy'de bulunan Şahkulu Sultan Bektaşi Dergâhı'nda post-nişîn
olur. Burada "Babalık" makamına kadar yükselir.
Baba kelimesi Şii ve Sünni tasavvuf
çevrelerinde ortak kullanılan bir unvandır. Kalenderiyye Haydariyye ve
Bektaşiyye gibi Şii meşrepli tarikatlara mensup şeyhlerle onların halife ve
dervişlerine baba denildiği gibi Çiştiyye Kübreviyye ve Nakşibendiyye gibi
Sünni tarikatlara mensup bazı şeyhlere de bu unvan verilmiştir. Baba; Bektaşi,
Kalenderi ve Haydari gibi tarikatlarda şeyh yerine kullanılan ibaredir.
Kimi
kaynaklara göre 1149/1736'da kimilerine göre ise 1160/1747'de Hakk’a yürümüş ve
adı geçen dergâhta sırlanmıştır. Bu İki farklı tarihin verilmesinde ve
hangisinin kabul edileceği hususunda kesin deliller yoktur.
Divan'da
Azbî'nin sırlanışına İmam Mustafa tarafından düşürülen tarih 1149'dur. Bu
tarih, yine divanda geçen eserin yazılış tarihini gösteren 1160 tarihiyle
ortadaki çelişkiyi daha da artırmaktadır.
Târih-i
imâm Mustafa ez-berâ-yı vefat-ı
Hazret-i
Hanedana
eylemiş cân bahş nedimi çâr-yâr
Bir
elinde top u çevgân bir elinde zü'lfekâr
Hem
'Alî kurbânıdır hem sıdk ile teslimdir
Hazret-i'Azbîdir
ol kim eylemiş uzlet karâr
Bî-vefa dehrin
elinden nice zehri nüş edip
İsteğiyle
azm-i ukba eyledi bu aşikâr
Şâh Mansûrun
çerâğın yandırıp pir aşkına
Hizmetini
cân ü dilden eyledi leyl ü
nehâr
Hem
hulûs-ı kalble bir ferdi dil-gir etmedi
Vârını
âlemlere mebzul edip kıldı nisar
Hâtifü'l-ğayb
fevtine târihini kılmış tamâm
Sene
bin yüz kırk tokuzda eyledi azm-i
güzâr
Eserin
telif tarihinin verildiği (21-5) aşağıdaki beyite göre eserin yazılış tarihi
1161 'dir. Bu beyitte verilen tarihin doğruluğunu kabul edersek ölüm tarihinin
de 1160/1747 olması kuvvetle muhtemeldir. Çünkü tarihin geçtiği bu şiirin
Azbî'nin kendi düşürdüğü tarih olması ihtimali fazladır. Hicri takvimin
miladiye çevrilişinde, arada 1 yıl fark olabilmektedir,
Azbî
cihanda gel bir eser ko
El-hattı
bâkî ve’lömrü fanî (1161)
Azbî'nin
hayatıyla ilgili geri kalan bilgileri Divan'ından elde edebilir. 39 numaralı
şiirden onun, muhtemelen şâir olan "Hakir" ve "Râvî"
mahlaslı iki oğlunun olduğunu tespit edebiliyoruz. Ayrıca Şahkulu Sultan
Bektaşi Dergâhı’nda bulunan bir mezar taşındaki "Azbî Dede-zâde"
İbaresi bu mezar taşının oğullarından birine ait olduğunu göstermektedir.
Yine
şiirlerinden birinde ifade ettiği üzere Elvan Çelebi'ye de intisap
etmiştir. Bektaşi geleneğinde "pîr-i sânî" olarak kabul edilen
Balım Sultan'a da bağlılığını bu beyitte ifade eder.
Bu
dem Elvan Efendi mürşidimdir
Balım
Sultân nazarıyla diriyim
Azbî,
Niyâzî Mısrî'nin Dİvanı'ndaki Türkçe şiirlerin tamamım tahmis ederek Türk
Edebiyatı'nda eşine az rastlanır bir eser ortaya koymuştur. Bu, hem tasavvufî
olarak hem de şâir olarak Mısrî’den etkilendiğini gösterir. Divan'da da ona
bağlılığını ve sevgisini ifâde eden söyleyişler yer alır.
Bu
kuş dilinin remzidir vücûdum onun şehridir
Mısri
vücûdum mısrıdır Niyâzî’dir sultân bana
Azbî
Hakk’dan toluyum has bâğçenin gülüyüm
Niyâzî’nin
kuluyum cânımdır mihmân bana
Etkilendiği
bir diğer şair de Hüseynî'dir. Hüseynî, 16.yy.'da yaşamış bir Bektaşî ozanıdır.
Edirneli olup geçimini helvacılıkla kazandığı için Helvacı Hüseyin adıyla
tanınmıştır.
Divan'da
Hüseynî'nin bir gazeli terbî, bir gazeli de tahmis edilmiştir.
Eserleri
"Divan-ı
Azbî/ Azbî Baba Derviş Mustafa"
çeşitli
kütüphanelerde 18 adet nüshası vardır. Bu nüshalar arasında müellif nüshası
bulunmamaktadır. Umumiyetle pek çoğunun istinsah tarihi ve müstensihi belli
değildir. Divanda toplam 248 adet manzume mevcuttur. Nüshaların pek çoğunda bu
sayıda şiir bulunmamaktadır. Divan Arap veya Latin harfleriyle basılmamıştır.
Divanı
Tahmis-i Niyâzî-ı Mısrî
Mısrî'nin
Divan-ı İlâniyât'ında bulunan Türkçe gazelleri baştan sona tahmis ettiği
divanıdır. Türkiye kütüphanelerinde yazma nüshaları bulunmakla beraber H.1284
yılında eski harflerle "Kütüphâne-i Âmire"de basılmıştır. Bu eserde
Mısrî'nin 142 ilâhinin tahmisi vardır. [9]
Şerh-i
Gazeli Mısrî
Bu
eser Niyâzî-ı Mısrî'nin "ezelden nâr-ı aşkla ben yana geldim cihan
içre" matlalı gazelinin şerhidir. Süleymaniye Kütüphanesi Hacı
Mahmut Efendi Kitaplığı no: 3056’da bulunan bu eser, 43 varaktır.[10]
Not: Tahmisde bulunan Niyâzî-i Mısrî kuddise
sırruhu’l-azizin beyitlerini açıklamada kullandığımız ilâhileri esas aldık.
Çünkü hafızlarda iki türlü okuyuş olmasın. Diğer bir hususta “ânın, ..dum,
…sun, -ke -u, vb.” edat ve eklerde günümüz Türkçesi hafif derecede kullanıldı.
بســـم الله الرحمن الرحيم
1
Oldu
nokta bâ-i bismillahda kenzi Hûda
Zahir ve batından el
çek yokluk ola var sana
Kayd-ı
ukbadan ve fenâdan dön yüzün benden yana
Ey gönül gel gayriden geç
aşka eyle iktida,
Zümre-i ehl-i hakîkat anı kılmış mukteda.
Kılsam
irfana zevrak [11]aşkla
âlem dürur
Dilberi
aşktır onun aşk sırrına mahrem dürur
Vâkıf-ı
esrarı âlem ehl-i aşk âdem dürur
Cümle
mevcudat-u malûmata aşk akdem dürur,
Zira aşkın evveline bulmadılar ibtida.
Küllü şey’in yerciu [12]
karz-ı hasen [13]
vermiş olur
Mahzen-i sırrı ilâhî âdem-i kâmil olur
Aşk ile her kim memâta [14]
erse ol bakî kalır
Hem dahi cümle fena buldukta aşk baki kalır,
Bu sebebden dediler kim aşka yoktur intiha.
Mâsiva
dağının eder aşk zerresi mahv-i garik[15]
Eyleyen
iksir aşkdır hârayı [16]
akik[17]
Şâh-ı
aşkın bendesi haktır ona haktır tarik[18]
Dilerim
senden Hüda’ya eyle tevfıkın refik,
Bir nefes gönlüm senin aşkından etme gel cüda.
Sığmadı âlemlere aşk, aşka sığmaz kıyl’ü kâl [19]
Âlem hâl-i bilirsen olmaz aşk içre hayal
Hem celâlindir cemâlin hem cemâlindir celâlin
Masiva-yı aşkının sevdasını gönlümden al,
Aşkını eyle iki âlemde bana aşina.
Hızr
elindeki tasarruf himmetidir aşkın
Devlet-i
hicranda bulmak minnetidir âşıkın
Menzili
birlikte olmak vuslatıdır âşıkın
Aşk ile tamuda olmak cennetidir aşıkın,
Lik cennette olursa tamudur aşksız ona.
Evveli hu âhiri hû kâinâtın aslı hu’y
Ehli aşk kelâmî oldu cümle hâyi hu’y
Gel âşık ol Azbi ya sırrı hüdâdan sırrı duy
Ey Niyazi Mürşid istersen bu yolda aşka uy,
Enbiya vü evliyaya aşk oluptur rehnüma.
2
Duyunca sırrı ednâ ona hünkâr olur peyda
Gelirse sahn [20]-ı irfanda veli her-kâr[21] olur peyda
Gâhi Esmâ-i cebbâri gâhî [22] gaffâr olur peyda
Zihi[23] kenz-i hafî ki ondan gelür
her var olur peydâ,
Gâhi zulmet zuhur eder, gâhi envar olur
peydâ.
Olupdur
kendinin mülkî cihanın tahtla tacı
Yine
kendi haracın ol verir ondan alur bacı[24]
Yine öz
varlığın varlık ile etti ta raci [25]
Zihî derya-yi vahdet kim kesilmez hergiz
emvacı,
Bu kesret âlemi ondan doğup naçâr olur peydâ.
Olursa sende bir ikrar olur yüzbin nihân[26]
ızhâr[27]
Anâsır perdesin kaldır olam dersen ülü’l-ebsar
Bilindi yüzbin esmânın içinde gizlidir ikrar
Ne sihr-i bü’l-acebdir kim bu yüzden görünür ağyar,
O yüzden gayrı yok tenha gelir dildar olur peydâ.
Kimi
zevk u safa üzre kimine yâr olur mâtem
Kiminin
gözüne zerre görünmez bu fenâ alem
Acep
sırrı ilâhidir gelen, gelen âdem giden âdem
Taşınur
günde yüzbin can âdem iklimine her dem,
Gelür yüzbin dahi ondan bulur imar olur peydâ.
Zevâlin gösterir birbirine her bir kemâlinde
Kemâli gizlidir yârin cefâsıyla zevâlinde
Nice arz-ı hüner eyler hayâliyle visâlinde
O yüzden görüben ayan döner şem’-i cemalinden,
Felekler de görüp anı döner edvar olur peydâ.
Eğer
bildinse kâmil sen cihanda her rumûzât-ı[28]
Eğer
duydunsa sen sırrı ilâhîden mulâkâtı
Cehâlet
içre pinhândır [29] ânın cümle kemâlât-ı
Dışın
içe hayalatı, için dışa zuhuratı,
Birinden ol birine tuhfeler her bar olur peydâ.
Kimin dûr eyledi çârh-i sitem [30] aviz
[31] muradınca
Yine evvel gelen geldi dilâ [32]
ağyar ardınca
Niçün halk eyledi bilsin müsemmâsın yaradınca
O devriyle gelüptür Enbiya, Mürsel meratibce,
Gâhî mü’min zuhur eder gâhi küffar olur peydâ.
Kamu
sırrı münderic oldu hakikat nokta-i yâda
Nice
sırlar nihan eyler müsemma lâ da illâ da[33]
Edüptür
nakşi ukbayı sarây-ı vechi dünyâda
Tecelli
eyledikçe ol sarayı sırr-ı ahfada,
Bu suret âlemi içre satı pazar olur peydâ.
Bu yolda âşık müsteban hakikat oldu çoktan çok
Derûnu dilde ey aşık müsemmâ verdini[34] gel
kok
Eğer sen var var dersen sana olmaz bûyu kaddin yok
Onun zâtına gayet sığmaya hergiz nihayet yok
Onun için herbir isminden gelüp ber-kâr[35]
olur peydâ
Sonunda
kahr eder her kim görürse ondan ihsânı
Bilir
miktarını zerre eğer baki eğer fânî
Anı
ahir zeyl eyler ederse arz-ı ünvânı
Cemali
zâhir olsa tiz celâli yakalar anı,
Görürsün bir gül açılsa yanında hâr olur peydâ.
Keramât mûcizât her ne sudûr etse bu âlemde
Eğer zahir eğer batın hutûr etse bu âlemde
Bir adını kes eğer arz-ı umûr etse bu âlemde
Bu sırdandır ki bir kâmil zuhur etse bu âlemde,
Kimi ikrâr eder anı, kime inkâr olur
peydâ.
Gedâsın
habbeye muhtaç eğer dersen ki ben bayım
Taam sekri[36] terdir
sevadın[37] kim
olur sâim
Anâsır
kalâsı içre özün şah ile kâim
Veli
arif celâl içre cemâlini görür dâim,
Bu haristanın içinde ona gülzar olur peydâ.
Kimine dost olur düşman kimi düşmanı yezid âna
kimisi yüzbin illetle çıkar bir düşmana yâne
Kimisi iki çeşmiyle[38]
gelir buruca[39] seyrane
Ne sırdır kim iki kimse nazar eyler bu ekvana,
Biri ancak görür dârı, bire deyyar olur
peydâ.
Nizâm-ı
âlem âdem bu dem emr-i şeriattır.
Ne hikmettir
bu sırrı zâhid çü zillet ayn-ı devlettir
Kamû
zıllı hayal ancak hakikat özüne hikmettir
İçi
ummânı vahdettir yüzü sahrayı kesrettir
Bu
yüzden görünür ağyar içinde yâr olur peyda
O kim tefsire kâdirdir görürse noktada mâna
Özün fark eyleyen Hakktır bilir mi lâ sını illâ[40]
Umûru kaydı ukbâdan fenâdan çek elin cana
Görür ol genc-i mahfiden[41]
nice zâhir olur eşyâ,
Bilür her nakş-ü suretten nice esrâr olur peydâ.
İki
âlemde bil Azbî iyi olmazmış ikilikten
Teşebbih
hakla haktır geçen da’vayı benlikten
Olan ef’âl
iblisdir bugün benlikle senlikten
Alan
lezzatı birlikten halâs olur ikilikten,
Niyazi kande baksa ol hemân dîdâr olur peydâ.
3
Ey din ve imân isteyen besdir demi insan sana
Kendi özün şâh
isteyen şayet ola mihman sana
Ey gevher[42] kân[43] isteyen kân ola Hakk irfan sana
Ey derde dermân isteyen yetmez mi derd dermân sana,
Ey râhat-ı cân isteyen kurbân olandır cân sana.
Terket
fenâya zarlığın kesbet bekâ hünkârlığın
Bul
lezzetin ikrarlığın anma adın inkarlığın
Bil
menzilin tayyarlığın[44]
fehmet sözün attarlığın[45]
Yağma
edersin varlığın gider gönlünden darlığın,
Mahveyle sen ağyarlığın yâr olisar mihman sana.
Haktır rumuzu kün[46] fe
kâne[47]
bâtıl meğer bâtıl olan
Haktır sözüm ikrâr u imân bu hak söze etme gümân[48]
Murgi [49] dile
ten âşiyan in tu cevab mürselan[50]
Sermâye bu yolda heman teslim olur buna inan,
Sıdk ile Allâh’a dayan etmez mi gör ihsân sana.
Uçurma
kuldan yazını müşgin[51]
elif yaz yazını
Pişir
kurtar kim sözünü alçağa indir tizini[52]
Sultana
et niyazını Mısrî bilir her râzını
Tevhide
tapşur özünü kimseye açma râzını,
Şeyh izine tut yüzünü Şeyhin yeter bürhân sana.
Hal bulmayan sır bulamaz davayı irfân kılamaz
Kul olmayan hân olamaz ağlamayan hem gülemez
İrfâna cahil gelemez birlik gibi iş olamaz
Eyün kişi yol alamaz maksûdunu hergiz bulamaz,
Bekle maârif kapusun yüz göstere irfân sana.
Gel
mihneti ferdâyı ko ikrâh ile takvayı
ko(y)
Geç
arş ile âlâyı ko Âdem ile Havva’yı ko
Hem
bay ile ednâyı kohem cennet-ül me’va i ko
Dünyâ ile ukbâyı ko ûlâ ile uhrâyı ko,
Var
ol kuru sevdâyı ko matlab yeter Sübhân sana.
Tebdil edip inkârını koy yerine ikrârını
Dost ile özünde yârini fâş[53]
eyleme esrârını
Aşka değiş her kârını at namus ile ârını
Candan talep kıl yârini ver canı bul didârını
Yok eyle kendi vârını kim var ola cânan sana.
Her
işinden ferağ olur masivâdan irağ olur
Derviş
olan alçağ gözü yaşı ırmağ [54]
olur
Vücudu
dağ ve dağ olur aşk ile yüzü ağ[55]
olur
Çürüklerin
hep sağ olur zehrin kamû bal yağ olur,
Dağlar yemişli bağ olur cümle cihân bostân sana
Gerçi gezer çoktur veli sümbülü görür görmez gülü
Çün gül Yakub’dur bülbülü her şeyde var kudret
Herkes dedi Hakk’a beli,[56]
birlikte lâl olur
Güçtür katı Hakk’ın yolu dergâhı hem gâyet ulu,
Sıdk ile olmazsan kulu etmez yolu asân sana.
Gir
bende-i Haydar isen dâim hay hay Haydar isen
Aşk
ile yek Kanber isen dehre me envâr isen
Cevr
ile dilber der isen zâr fakir kemter isen
Kulluğa
bel bağlar isen şâm-u seher ağlar isen,
Sular gibi çağlar isen tiz bulunur ummân sana.
Varlığı hep ata gör yokluğa ayak basa gör
Kalbini pak eyleye gör hubb-i sivâ hep gidegör
Sırrına sırrı kata gör külli sivaya atagör
Bülbül oluben öte gör gül gibi açıl tütegör,
Aşk oduna can atagör gülzâr olur nirân sana.
Gel
masivâdan çek elin kalbin ola Azbi çü pak
Zahid
sülük ehlini gör çün mâsiva eylerde
Aşk
ehli olmaz hem helak candan elin kıl iştirak
Yüzün
Niyâzi eyle hâk derd ile kıl bağrını çâk,
Kalbin
sarâyın eyle pâk şâyet gele Sultân sana.
4
Vechin oldu dostum “İnnâ hedeyna” “ kul kefâ” [57]
Buldu yüzondört kitab bu nûru vechinden ziyâ
Vech-i bâki sûretindir verdi Hakk neşv ü nema[58]
İki kaşın arasında çekti hatt-ı istiva,
(Allemel esma) yı ta’lim etti ol hattan Hüdâ.
Sende
gösterdi kemâlin halka rabb’ül âlemin
“Hâzihî
cennât-i adn, fedhûlûha halidîn” [59]
Bu
sebebden Âdemi tarh eyledi huld-ü berin[60]
Zat-ı
ilme Mustafa, esmaya Âdem‘dir emin,
İkisinden zâhir olmuştur ulûm-i enbiya.
Kıldı Âdem’de emânet ayn-ı esrâr
cümle
Emr-i “Vescüd vakterib” [61] hem
oldu izhar cümleten
Görünür bir âyineden ağyar ile yar cümleten
Zat-u esmâ vü sıfat ef’âl-u âsar cümleten,
Her zamanda bir velinin vechine bunlar ziya.
Mektebi
irfâna gel gir kesb-i irfan kılasın
Arif
kâmil olup hem nehy-i münker kılasın
Hızr
elinden âb-ı hayvan nûş edüp can bulasın
Secde
eyle Âdem‘e ta kim Hakk’a kul
olasın,
Eden Âdem’den ibâ Hakk’dan dahi oldu cüdâ.
Kenz-i la-yefna yı bilmez kandedir illa fakir,
Bahr-ı bipayanı bulmaz etmeyen terk-i siva.
…..
Ucb
ile şeytan olur zahid giyerse ger harir[62]
Görünür
lâşî gözüne olsa ger yüzbin….
Zulmet
içre âb-ı hayvân-ı bulan olmuş emir
Sureta
gördüler Allah diyeni olmuş fakir,
Sandılar Allah fakirdir kendilerdir ağniya.
Yâne bilsin kendisini Hakk’a sırdaş olmayan
Hazret-i İsâ gibi Mehdiye gardaş olmayan
Hal esrârı ne bilsin hâle haldaş olmayan
Ravza-yı hadrayı bilmez Hızr’a yoldaş olmayan,
Ab-ı hayvan-ı bu zulmü görmeyenler sandı mâ.
Vakt-i
şâdî derdi gam ferdâyı hicran ma- medâ [63]
Evliya
ve enbiyâda münderic bây-i gedâ
Hâk[64] bâd[65] ateş
ile âb[66]
cem olunca sırrıma
Bil
ki seddeyn iki kaş İskender ortasındadır,
Cem’i cem-ül cem ile feth oldu ebvâb-ı Hüdâ.
Mahzen-i esrara her vâr eyleyen bu Mısrî-i
İkilikten bulmadı âr eyleyen bu Mısrî-i
Azbi’yi haktır
deyü ikrâr eden bu Mısrî’yi
Kande bulur Hakk’ı inkâr eyleyen bu Mısrîyi,
Zâhir olmuşken yüzünde nûr-i Zât-ı Kibriyâ.
5
Peykânın[67]
oldu âşina şekvâ[68]
idim senden sana
Cahımıza [69]lutfun atâ kâmillere cevrin seza
Zâr etmede dil mübtela nâdan bula zevk-u safa
Ey çarh- ı dûn nettim sana
hiç vermedin râhat bana,
Güldürmedin önden sona ah mihnetâ vah mihneta
İmkân
irşad etmedin bir kande istinad eden
Âlemde
hoş âd etmedin ben kemteri yâd etmedin
Ma’muru
berbâd etmedin virânı âbad etmedin
Bendinden
âzad etmedin, feryâdıma dâd
etmedin.
Bir
dem beni şâd etmedin ah veyletâ vah veyletâ.
Doldu cihâna galgalem[70] hem
andelibe hoş kelim [71]
Dil yâreli kemter kulum hem mâlik kemter pulum
Müşkül olmuştur ahvalim hiçbir bulur yoktur halim
Erişmedi dosta elim Rahmân’a varmadı yolum
Çıkmadı başa menzilim ah gurbetâ vah gurbetâ
Hem
yemeyim hem içmeyeyim yârime nâgah[72]
edeyim
Subh-u
mesâ hiç durmayım dehre özüm mâh[73]
edeyim
Hal
edeyim müşkülümü virdimi Allah edeyim
Mecnûn veş âh edeyim Ferhâd veş vâh edeyim,
Bu virdi her-gâh edeyim ah hasretâ vah hasretâ.
Yüz vermeyim ağyarıma yâr olayım ol yârime
El komayım pazarıma yâdım vâre dildârıma
Ayak basıp ben kârıma yâr olmadım ol yârime
Varmazsa yolum şeyhime,
sarmazsa merhem yâreme,
Olmazsa çâre derdime ah hayretâ vah hayretâ”.
Sunsun
bana tasıyla sem [74]içeyim
ânı hâşa diyemem
Ey
dilber kân-ı kerem senden olur her derde em[75]
Cevrin
safâdır derd diyemem düzâh[76]
gamımdan yanığım
Kârımdürur
derdile gam gitmez başımdan hiç elem,
Gülden
cüdâ bir bülbülüm ah firkatâ vah firkatâ.
Aşk-ı sorup bilenlere satın olurmuş galgale[77]
Gel râzını[78]
açma ele, evvel değilip sonra güle
Azbî-i Niyâzi kıl bülbül olursa sen güle
Yanar Niyâzî derd ile hiç kimse yok hâlin bile,
Nâlân olup girdi yola âh rıhletâ vâh rıhletâ
6
Gel evi akl-ı maada[79] geç maaş[80] gafletinden dâna[81]
Ne denlü arz-ı lütf etse sonunda cevr eder câna
Cihanda âkil ü dâna geçerken olma gel şeyda[82]
Uyan gafletten ey gâfil seni aldatmasın dünyâ,
Yakanı al elinden kim seni sonra kılar rüsvâ.
Niçin
ruhu rezil ettin gözettin bu teni sevdin
Hevâyı
şehvete uydun seni kodun beni sevdin
Cihanda
sevmedin bir yâr seni ve kâh meni [83]
sevdin
Ne
sandın sen bu gaddârı ki tâ böyle anı sevdin,
Anı her kim ki sevdiyse dinini eyledi yağmâ.
Nedendir sende bu ucbu ve riya ey zahidi devran
Meseldür kendüye eyler kişi yahşi eğer isyan
Niçin isyan edip dersine uydurdu beni [84]
şeytan
Adâvet kılma kimseyle sana nefsin yeter düşmân
Ki asla senden ayrılmaz ömür âhir olunca tâ.
Kanî
ol bizim evvelde ki kıldın Hakk’a ikrarı
Yüzün
yere koyup ey dil kosun yeridir inkârî
Nice
fehm ettin ol yeri nice terk ettin ağyari
İşittin
Hakk Rasûlünden nice âyât-u ahbârı,
Veli nîdem ki kâr etmez bu öğütler sana aslâ.
Bu kibir ve kin ile her dem ola Mervânla[85]
gönlün
İçinden merhamet gitmiş dolu tuğyanla gönlün
Kadem bas bizim rindâne dola irfânla gönlün
Bu zâhir gözünü örtüp bana tut cân ile gönlün
Ki her bir sözün içinde duyasın cevher-i manâ.
Fenâ
ender fenâ içre fenâyiden ola gör kim
Bu dem
gel mebde-i sırrı maaddan sen duya gör kim
Hadis-i
men arafnâke rumûzundan dola gör kim
Kelâm-ı
Mustafâ zevkin dimâğında bulagör kim
Muadil olmaz ol zevke hezâran “men ile selvâ.”
Niçin yok yerlere Azbî kılarsın ehli zârî [86]
Niçindir ism-i âzamda çü bildin ism-i settarı[87]
Yerine şadlık gelsin çıkar gönlünden efkârı
Kemâl-i devlet istersen oku ayât-ı Kur’ânı
Ki her harfin içinde var Niyâzî bin dürr-i yektâ
7
“La tahâfû”[88]
“irciî”[89]
çün oldu mevlâdan nida
Zât-ı lâ yefnâsı [90] yarin eyledi arzı
lika [91]
Sana da fakr-i
fenâ’dan görüne ayni gına
Hatm-i cem-il
mürselinin fahrıdır fakr-u fenâ,
Hatm odur kim bir ola yanında hem şâh-ü gedâ.
Duymanın
âdın o kim bilmez ânı Hakk aç eder
Kimine
verir muradın ânı sâhibi tâc eder
Kimine
verir fenâ’yı[92]
bâkî’ den ihrâç eder
Devlet-i
dünyâ seni bir rütbeye muhtac eder,
Devlet oldur sana her bir rütbeden vere gınâ.
Ger veliyyullâh isen arz-ı kerâmet eyleme
Vuslat-ı yâr arzuyı zevk cennet eyleme
Özünü fark eyle besdir[93]gayra
minnet eyleme
Kâb’e Kavseyni ev-ednâ da ikâmet eyleme,
Zât-ı baht nûruna yan, bul makâm-ı
müntehâ.
Geç bu
hırsı nefse uyma aç kanaat kapısın
Arif
isen ruz u şeb [94]pek
bekle mihnet kapısın
Kamil
olmaksa muradın yıkma hizmet kapısın
İzzet
istersen yürü var bekle zillet kapısın,
Ateş-i a’dâ ile kayna
olunca kimya.
Gel müsemmâya erince inle esmâdan usul
Hem erenlerde bulunmaz çâr unsur[95] sağ
ve sol
Zahir ve batında teslim olmadan yok doğru yol
Belki Mûsâ’yı telemmüz eylese etmez kabûl,
Hızr ile hem-râh olan kes eylemez çün-u çerâ
Azbî
bu ten gülşeninde zeyn olan dağ üzre bağ
Geç bu
ak ile karadan bir ola yakın ırağ
Yakdı
abdal-ı ilâhî tekye-i ten’de çırağ
Mısrîye
hatm-il makâmat oldu herşeyden ferâğ,
Zâhir u bâtında kalmadı ebed illâ Hüdâ.
8
Hû deyü feryâd edersin mâsivâdan şöyle bil
Kim Kemal içre ayandır ru’yet[96] tâban[97] cemil [98]
Çün rıza içre habîbi buldu İsmail
Halil
Dersin
aklından alursun bil sana olmaz delil,
Dersini var Hakk’dan al kim ilmin ola reh-nümâ.
Gâhîce Gülşen olur bu sûret zindânı bana
Gâh olur rûyi [99]
rakibden görünür canan bana
Sıfatın gösterdi dehrin afet devran bana
Habs
için geldi, gelür ıtlâk için fermân
bana,
Evvelki kahr, âhiri ihsân eder Sultan
bana.
Otuz iki harfde harfi çâr ile Kevser seçer
Üçyüz altmış babın her sırra binbir içer
On iki burcun rumûzun ayn ile gâf lâm seçer
Erbâin’im çün tamâm oldu dahi on gün geçer,
Hatm olur menzil merâtib can olur canân bana.
Padişah olmak cihâna mihnettir sâlikin
Özünü fark eylemek Hakk devletidir sâlikin
Menzili ukbâ ve fâni menzilidir sâlikin
(Kâb-e
kavseyn-i ev-ednâ) zilletidir sâlikin
(üçyüz ellidir bilin)
Doğdu gün mağribden açtı zulmet-i Sübhân bana.
Sığmadı Hakk akl u fikre ve zannu hisse ve meşrebe
Hem dahî sığmaz imâna olmaz kemal mezhebe
Verdiler altın licam[100] çün
sultan bindi merkebe
Geldi Hakk batıl firar etti dolaştı mağribe
Zâhir oldu gizli sırlar verdi Hakk bürhan bana.
Nâz
edersem bin niyâz eyler bana Cibril Emin
Hüccetidir
a’yeti “İnnâ hedeynâ mürselin”
Olmaya
benden kimesne râh-ı aşta kemterin [101]
Oldum
İsmâil gibi teslim-i Hakk etti hemin,
İki bin yüz dahi yetmişbeşte bir kurban bana.
Hoş gazâ-i Ekber sırrı şehâdettir bu koç
Hazret-i Cercis[102]
dahi olsa rivayette bu koç
Yetmiş iki millete aynı emanettir bu koç
Anladım zebh -i azîme bir işârettir bu koç,
Hem beşârettir gele Yahyâ ile mihmân bana.
Hirmen-i
[103]âlemde
her ne bulsa yermeziz zaman
Aç
gözün gafil kulak tut dem bu demdir bu zaman
Zâhir
ve batında Azbî Hakk sözümdür her zaman
Halkı
âlem dediler İsâ’ya Mısrî bir zaman,
Dahî bundan özge mâ evhâ dedi Kur’an bana.
9
Aşk meyinden hayranım hayr ender hayran bana
Hem dermandır her derdim, hem derttir derman bana
Hem cevâhir kendiyim hem cevherdir kân bana
Bahr içinde katreyim bahr oldu hayrân bana,
Ferş içinde zerreyim arş oldu seyrân bana.
Eyledim ikrar bu dem
gitti hep şerrin güman[104]
Lahmin lahmî [105] olup yâr ile kaldım ben heman
Olalı kevn-i mekan
geçmedi asla zaman
Dost göründü çün ayân
kalmadı bir şey nihân,
Tûfân olursa cihân bir katre tufân bana.
Fikri
rıza içreyim Hakk ederse meskenim
Ne
ölüyüm ne diri kabri tene medfenim
Zahir
u batın hemân görünkü ankâ benim
Sûrette
nem var benim sîrettedir ma’denim,
Kopsa kıyâmet bugün gelmez perişân bana.
Âbid ve hem fâsıkın lâ’sıyım
illâ’sıyım
Anla elif dersini
Harici’nin[106] la’ sıyım
Nokta-i bayım veli
her noktanın basıyım
Kâf-ı dil Ankâsıyım
sırrın âşinâsıyım,
Endişeler hâsıyım ad oldu insân bana.
Harf-i
otuz ikide harf-i biri bir bilen
Er
olur erden bugün postunu pek bekleyen
Himmeti
Mısrî ile Azbî edip eyleyen
Niyâzî’nin
dilinden Yûnus durur söyleyen,
Herkese çü can gerek Yûnus durur cân bana.
10
Essalâ hûbân[107]
gönülden bâd-ı aşkâ essalâ
Essalâ her kim satarsa vâr-ı aşka essalâ
Essalâ herkim girerse kârı aşka essalâ
Essalâ her kim gelür bazâr-ı aşka essalâ,
Essalâ her kim yanarsa nâr-ı aşka essalâ.
Aşkla zillet onda hor
iken mamur olup
Hayr ile şerden elin yuv
cümle senden dûr olup
Dâhi kahrından
habîbin ruz-u şep mesrur olup
Essalâ dâr-ı
Enel-Hak’da bugün Mansûr olup,
Can u bâşından geçen berdâr-ı aşka essalâ.
Dört huruftan bir bilir kâmil cevâbı gelüp
Kuşdilin â’lâ[108] bilir ol
sırrı duyup sır söyleyüp
Bu tasavvuftan okursun dersini ezberleyüp
İbn-i Edhem gibi tâc ü tahtını terk eyleyüp,
Soyunup abdâl olan hünkâr-ı aşka essalâ.
Zâhir u batın gedâlık
ola ayni şah gibi
Ceset vücudu her
gönül abdaldır siyah gibi
Bahr-i aşka ten
sefine dil ona melah[109] gibi
Kendini odlara atan
şol Halilu’llâh gibi,
Cân u dilden bülbül-i gülzâr-ı aşka essalâ.
Evvel
ve ahirde bir söz olmaya gerçek yalan
Her
ne söz kim söylenir Hakk’tan nihan olmaz ayan
Azbi
râhı aşka girdi varını yağma kılan
Varlığı
dâğın delüp Şîrin iline yol eder,
Ey Niyâzî söyle ol mi’mâr-ı aşka essalâ.
11
Hem ebu’l vakit olmadan ibn-i vakit ol bî-nikab[110]
Geçe gör havf-ı
recâdan[111] ver rızae lillaha tâb[112]
Arif-i billâh olan
insana eyle intisab
İster isen ma’rifette
olasın âli-cenâb,
Ehl-i irfan eşiğinde yüzünü eyle türâb.
Ziynet-i
dünyaya mağlup olmasın akıl ve dilin
Menzilin
âlide derken ola esfel menzilin
Mâl-i hulyanın[113]
hesabı etmesin per-hâm bilin [114]
Çok
da verme kendini dünyâya bir dem çek elin,
Döndüremezsin beğim katî ağırdır bu dolâb.
Çünkü hacet yok imiş iksir teshir etmeye
Oldu hem “nahnü kasemnâ”[115]
kısmetidir etmeğe
Çün değilsin zerre-i tedbirle tağyir [116]
etmeye
Bu harâbı niceler çalıştı ma’mur etmeğe,
Bir yanın ta’mir ederken bir yanı oldu harâb.
Niceler
pervâne meseli can verir şem’a[117]
yanıp
Niceler
mestâne oldu âb-ı vuslattan kanıp
Teşne[118]-kân[119]
ehl-i tehâluk[120]
ceset vücudun usanıp
Çok
seğirtti gaflet ehli bu serâbı su sanıp,
Bulmadılar hiç biri bu sahrada bir katre âb.
Padişah olmak dilersen muğni zillette ol
Meskeni vahdette eyle sureta kesrette ol
İki âlemde dilersen izzet ve devlette ol
Bir zaman yüz verme dünya ehline uzlette ol,
Akl u fikrin bir yere cem’et yüzüne çek nikâb.
Kimseye
gösterme vechin yâre kılma hoş-güman[121]
Kim
yılanı nâkilandır [122]başı
ki küfrü iman
Bir
ola yanında hicri [123] derd-i
gam ıssı ziyan
Göz
kulak dil kapıların bağla muhkem bir zaman,
Ola kim Hakk-dan yana gönlünden ola feth-i bâb.
Ahdin üzere bu dem sahib-kadem[124]
dil ayık ol
Sohbet-i rahmana gel gir nutku Hakk’tan natık ol
Her ne işitse kulağın dinle Hakk’tan, sâdık ol
Ger ölümden kurtulam dersen yürü var âşık ol,
Döne döne aşk oduyle cism ü cânı kıl kebâb.
Yedi
dürlü meyle [125]
doldura gele gülden kâseyi
Bezm-i
[126]
aşkta yâr sunarsa sana gülden kâseyi
Bir
nefes dilden bırakma al gönülden kâseyi
Gir
bu derd meyhânesine koma elden kâseyi,
Hiç yürek kanından özge âşığa yoktur şarâb.
İki âlemde olup aşık dilâ[127]
ağlayasın
Sende Hakk zahir duruken Hakk deyü bekleyesin
Fî-emânillâh[128]
sadâsın bilmeyip tınlayasın[129]
Himmetin dâim bu olsun kim Hakk’ı anlayasın,
Hakk’ı bilmekten yeğ olmaz iki âlemde sevâb.
Gel
inat ehlinden olma zâhida yayını as
Cenneti
irfâna gel gir olma hem ehli maas [130]
Hazretullahâ
ancak kul olandır abd-i has
Ger
azâb-ı âhiretten bulmak istersen halâs,
Arif ol ki cehl odundan kopısar cümle azâb.
Azbi pirim Hazret-i Mısrî Efendi hoş haber
Böyle bulmuştur kelâm izzetullâh eser
Seni sana kasdeder bildirmeye Hakk’tan meğer
Bu Niyâzî kendinden
demez bu sözü ey püser,
Hep anı söyler duyarsın gökten inen dört kitâb.
12
Sure-i seb’ul mesânî[131] çünkü
oldu dört kitap
Kalmadı âlemde zahir
ehl-i demde iztırab
Çün ziya verdi hakikat
şemsi âlem buldu tâb
Aç gözün dildâra bak
ref oldu yüzünden nikâb,
Zulmeti sürdü çıkardı ara yerden âfitâb.
Hakkı
Hakk’tan Hakk bilip Hakk’ı seçegör
Hubbu
fâniden geçip şehr-i bekaya göçegör
Olmadan
bunda sıratı mâsivayı geçegör
Şol
“sakâhüm Rabbühüm” hamrın lebinden içegör,
Katresin nûş eyleyen uşşâk ebed görmez azâb.
Zevk-i cennet nehyi münker her sevabın aslıdır
Cehl-i zulmet içre düzâh[132]
her azabın aslıdır
Akl-ı kâmil bu hayat içre hitabın aslıdır.
Otuz iki harfi bildin dört kitâbın aslıdır,
Safha-i vechinde yazılmış kamû bî-irtiyâb.
Gel
gönülden geç bırak zâhirde âlem cehlini
Feyz
alan sırrı Hüdâ’dan arz eder mi fazlını
Mihneti
dünya içinde hak bilen Hakk vaslını
Mekteb-i
irfâna gir oku bu ilmin aslını
Gör
ki nice derc oluptur bu ilimde dört kitap.
Şâdîlikden pâkî yok ol yar içre olma melul
Eğlemek istersen ey dil ilm-i hikmetten usul
Mekteb-i irfana gel gir eyle bu pendim kabul
Her ne okursan çün otuzikiden taşra değil,
Yüzünün metnini şerh eder okuyan fasl-ü bâb.
Kendini
ednâ[133]
bilen kes eylemez arz-ı neseb
Duy
hakikatten bu pendi [134]
eyle insandan edep
Cân-u
dilden sırrı Hakk’ı Lâyezalî[135]
kıl talep
Her
ne söz kim söylenür âlemde Türki yâ Arab,
Tut
kulağın kim sanadır cümle dillerden hitâb.
Şâdîlik[136]
vaktinde Azbî gelecek efkâra bak
Ten gözüyle âlemi ruhu gözet Hünkâra bak
Yum gözün inkâra bakma aç gözün ikrara bak
Her ne kim görür gözün ondan cemâl-i yâre bak,
Çünkü gitti ey Niyâzî kalmadı asla hicâb.
13
Hayli talep kıldım menzilgehim[137] savm-u salât[138]
Oldu karargâhım hemin
âlemde hoş hac ve zekât
Gördüm yüzüm bunda
âyan mir’âtım[139] oldu kâinât
Oldum çü mahv-ı
mahz-ı zât, buldum vücûdumdan necât
Ben içmişem âb-ı hayât, irmez bana
hergiz memât.
Çıktı
gönülden cümle mal u menal[140] bâkî
fena
Benden
bana oldu sefer geldi Habib[141]
benden yana
Dostu
ayan gördüm dedim Elhamdülillâh dâima
Ben
dost yolunda vârımı terkeyledim önden sona,
Küfr ile îmândan geçüp a’yânda bulmuşâm sebât.
Geldim ise gittim ise âdemdenim bilmem halel[142]
Hakk’a bedel oldu kamu[143]
bende olan tul-u emel[144]
Hakk’dan doludur her yanım benden bana gelmez zelel[145]
Her kande baksam görünür gözlerime sırr-ı ezel,
Her şey ulaşup Hakk’ına çıktı aradan kâinât.
Kahr u
safadan geçmişim dost ile ülfet bulalı
Kesrette[146]
vahdet[147]
eyledim vahdette kesret bulalı
Can
tahtına geçtim bugün sırda muhabbet bulalı
Dost
ile ben dost olalı zevk ile işret bulalı,
Zayf-i mükerremdir bu can hep yediğim kand-i nebât.
Tas tas zehirler yut rahat bulunca mihneti
Çektim hezar[148] derd
ü bela devlet[149]
duyunca zilleti
Yar ile buldum sohbeti her yerde kıldım ışreti [150]
Halvette ettim rıhleti,
kesrette buldum vahdeti,
Bâzarda düzdüm halveti rûz-u şebim îyd ü berât.
Aşktan
haber alan kişi kevserden eyler çün vuzu[151]
Savm u
salât hac ve zekât Tevhidi ona tuttur diru[152]
Tarzem[153]
ona gedalardan geda aslım ululardan ulu
Gördüm
bu âlemler kamû benim vücûdumla dolu,
Bir olmuş uçmağ ve tamû cümle bana olmuş sıfât.
Elhamdülillah sâdhezar [154]Hüdâ’yi
hûb[155]
bilir
Gelen gider giden gelir olan olur kalan kalır
İkrar-ı iman ahd-i iman yahşi yaman Hakk’tan gelir
Her ne yana kim
eğilem ol yane her şey eğilür,
Olmuş Niyâzî hep senin sâyelerin sitt-i cihât
14
Onsekiz bin âlem içre devr eder zât sıfat
Onsekizbin kâinâtın şerhin eyler beyyinât
Gizlidir bir nokta içre onsekizbin kâinat
Sırr-ı Hakk’ı nicesi fâş eyleyem ben, ey sikât,
Kânı ancak remz ile etmiş beyân
ehl-i nikât.
Şah olan elbet beyandır kim gedâsın arturur
Cevrine razı olana dost vefasın arturur
Kişinin ahsen[156] iddiası aşinâsın
arturur
Her ne denlü âşikâr etsem hafâsın artturur,
Ol ayân iken anı örter delâil beyyinât.
Âlemi şems-i hakikât kaplamıştır ser
be ser[157]
Hey ne âdemdir ki âdem eyleye
özden haber
Arzuyı vasl dilber eyleyen müşrik
meğer
Anı tevhid eylemez illâ ki şirk
ehli eder,
Vahdet-i Hakk’ı duyanın dili lâldir aklı mât.
Bais zevk u selâmet muayyende efkâr durur
“Leyse fi’ddâr”[158]dır “velâ gayri”[159] beyan deyyar[160] durur
Cümle eşcarı[161] nebata fer[162] veren gülzar durur
Her ne kim fevkal-ulâ taht-es-serâda var durur,
Zât-ı vâhiddir veli göründü nice bin sıfat.
Masiva kaydından âli cehl nefret
yok durur
Terki dünya devletinden özüne
devlet yok durur
Hakk’tan ayrı zahir ve batında
suret yok durur
Zâtı birdir lîk evsâfına gâyet
yok durur,
Gör bu fânusu ki onun şem’i oldu nûr-i zât.
Azbiyâ sıdkı rızadır hem imânın şulesi[163]
Hem dahi Musa yüzüdür “len terâni”[164] şulesi
Nuru Pak Mustafa’dır her zamanın şulesi
Ey Niyâzî Âdem oldu çün cihânın şu’lesi,
Bahş olur Âdem deminden âleme rûh-ul hayât.
15
Zerre
iken şemsi cihan hünkârıdır varidât
Olmuş heva gerçek
yalan ikrar eder varidat
Her ne olur pinhan[165] ayan âsârıdır varidat
Can kuşun her zamân
ezkârıdır vâridât,
Akl u hayâlin hemân efkârıdır vâridât.
Muammar [166]
üstaz[167]
ezel mamur eder berbadını[168]
Yokta yok imiş yok
deyü mahveylemiş icadını
Dört yanın hep kıtlık
olur hor görürsün üstadını
İşidicek Hakk adını
duydu cânım hub dadını,
Bildim kamu âriflerin esrârıdır vâridât.
Havfi
recâdan geç gönül hayr eylemez ehli hazer [169]
Vuslat
ona olur helal ol dilde kem yoktur keder
Ehl-i
ticaret kendidir yolcu gibi yola gider
Sıdk
ile gönlüm sever görmeğe hem cânım iver,
Onun içün kim Hakk’ın envârıdır vâridât.
Elif gibi doğru
olanın düşmanı hiç olmaz onun
Çok kıldı âh u inin
hem yanında kalmaz
Talip Hakk olmasa dil
hiçbir işi olmaz onun
Ol dürr-i yekdânenin
kadri bilinmez onun,
Bu dil-i vîrânenin mi’mârıdır vâridât.
Muradımı
bulmak için gezmiş idim çün derbeder
Ben
yetmiş iki milletin hem üstüne kıldım sefer
Binbir
esma binbir huy göründü meğer
Gerçi
kütüp çok yazar ilm-i ledünden haber,
Cümlesi bir bahçedir gülzârıdır vâridât.
Ârife düzah gamı
cennet olurmuş kamu
Cahile cennet olur
cehlile cümle tamu[170]
Kalbin pak eyleyip paklaki
eyle şuru[171]
İlm-i Füsûs’la tamu
odları söyünür kamu
Onun yerinde biten
ezhârıdır vâridât
Yar
gelir yâr ile rûyi zemin
Sırrımı
bilmek için sırrıma Hakk’tır emin
Çünkü
benim serseri[172]
Azbî fakir kemterin[173]
Muhyiddin
ü Bedreddin ettiler ihyâ-yi din,
Deryâ Niyâzî Füsûs enhârıdır vâridât.
16
Hakikat âlemin idrak edüp arzuyu Tevhid et
Müdâm ezberin Hû et heman gel hu’yı tevhid et
Gece gündüz medid[174] durma tavaf kuy-i[175] tevhid et
Yakup aşk oduna cânı meşâmın bûy-i tevhid et,
Kamûya yek nazar birle şuhûdun rûy-i tevhid et.
Yine bugün gelür bir gün geceni mâmezâ [176] sanma
Gedâ meşreb olan şâh eder ânı canım geda sanma
Gel anla mebdei[177] sırrı maadı[178] sen heva sanma
Şu mâhiler gibi kendini deryâdan cüdâ sanma,
İhâta eylemiş her yana bak sûy-ı tevhid et.
Değiş ismin dahi cismin vürud [179] et arş-ı tahkik
Vücudundan geçir cismin vücud et
arş-ı tahkik
Kamudan yüzünü döndür sücud et
arş-ı tahkik
Salınma câh-ı taklide suûd et
arş-ı tahkîka,
Sana senden sefer eyle seni sen dû-yi tevhid et.
Nasip olmuş ezelden çün[180] sana cünbüş[181] ayin
Hakikat köyüne mâh [182] ol mekânanın olmaya
pervin[183]
Bekâdan fâniye şah ol görün âlemlere miskin
İzâfâtı bırak gözden açılsın dîde-i Hak-bîn,
Temâşâ-yı cemâl-i şâhid-i dil-cûy-i tevhid et.
Bu dersi nâzin[184] zibâ[185] gelipdir hâtıra
hergâh[186]
Bana bu şeş cihat[187] ile çâr unsur[188] oldu kıblegâh[189]
Çün Azbî hazır u nazır ola bir
yerde bir Allah
Salât-ı ehl-i kurbun kıblesidir
“Semme vech-ullâh”[190]
Niyâzî durma dâim secde-i ebruy-i tevhid et.
17
Kamu derdin devâsıdır şerîat
Tarîki dost devasıdır
şerîat
Fenânın hem bekâsıdır
şeriat
Serây-i din esâsıdır
şerîat
Tarîk-i Hak hedâsıdır şerîat
Kul
eylerim gedâyı şahı Hakk’a
İletir
kullarını hergâh Hakk’a
Yakîn
eyler dil gümrâhi[191]
Hakk’a
Budur
evvel kapu dergâh-ı Hakk’a
Ki yolun ibtidâsıdır şerîat
Bununla geçilir bir yüce eller
Bununla aşılır bir yüce yollar
Bununla pür[192]
ziyadır paslı diller
Dahi bununla hatm olur bu yollar
Bu râhın intihâsıdır şerîat
Aziz
olsun azize izzet eden
Müdâmı
[193]kesret
içre vahdet eden
Fakiri
lutfa layık devlet eden
Sırat-ı
müstakîm’e davet eden
Münâdîler nidâsıdır şerîat.
Bizi çalmış [194] mehakke
[195]
merviyetidir[196]
Hüda’nın nehyi münkeri hikmetidir
Günahkâran[197]
sezâyı[198]
cennetidir
Şeriat enbiyânın sünnetidir,
Kamûnun ihtidâsıdır şerîat.
Gânîdir
ismi her muhtaç içinde
Yazılmış
noktası sirâc[199]
içinde
Iyandır
[200]
Hakk yüzü emvâc içinde
Hüdâ’nın
leyle-i Mi’râc içinde,
Habîbine atâsıdır şerîat.
Elinde zü’l-fekârı hak Ali’nin
Yezidin katlidir kârı velinin
Atâsı bu kerim zü’l celilin
Yirmi üç yıla dek Cebrâîlin
Ona vahy-i Hüdâ’sıdır şerîat.
Çü
efâli nebi’dir lutfu hilmin
Hıtâb-ı
erini dinle kelîmin
Selâmet
ol oku ismin selîmin
Cihânda
çoktur envâ-i ulûmun
Kamûsunun
hümasıdır şerîat
Bu erkânı mükemmel gütmek[201]
için
Büyüklük varlığına yetmek için
Sırat-ı müstakime gitmek için
Bu nefs-i kâfiri katletmek için
Hakk’ın hükm-i kazâsıdır şerîat.
Gülistan
içre müştak ona güller
Bu
remzi anlamaz illâ ki iller
Maarif
kapısın hal ehli bekler
Cihâd-ı
ekber eden ehl-i diller,
Kulûbunun safâsıdır şerîat.
Hakikat serveri [202]sultan
olunca
Bulunur ona bende bend olunca
Maariften olur hisse duyunca
Tarîkat kârbânının önünce,
Önünde onun livâsıdır şerîat.
Mecâzi
aşkla mecnun u şeyda[203]
Müsemma[204]
oldu ona ismi Leyla
Metânetlik[205]
içre saklı mevlâ
Şerîattan velî yâd olmaz asla,
Velînin âşinâsıdır şerîat.
Hakikatten urur dem cümle zerrât[206]
Sakın ilerisini lücâc[207]
zen mât
Nice yüz gördü iş bu künhü[208]
merrâtı[209]
Şerîatle durur arz u semâvat
Bu bünyânın binâsıdır şerîat.
Uyup
nefse dinini etme berbad[210]
Pişman
olma sonra etme feryad
“Etîullah”[211]
remzin anla ol şad
Ne
bilsün şer’i pâki ehl-i ilhad
Hakîkat nûr ziyâsıdır şerîat.
Safayı cevri bir sebak [212]
bil
Eden bir, eyleyen bir, işi çok bil
Gözün ne görürse onu Hakk bil
Ziyâ olmaz ise nûru da yok bil
Hakîkatla kıyasıdır şerîat.
Muhammed
olmasa olmazdı dünya
Muhammed
olmasa olmazdı ukba
Ona
gel bende ol kıl emrin icra
Cihâna
bir velî hiç gelmez illâ,
Elinde onun âsâsıdır şerîat.
İtaat eyledi Hakk’tan her emre
Bitirdi ademe tâş taze meyve
Oluptur zahir ve batında cennet
Dahî başında tâcı, şâl-u kisve
Hem eğninde abâsıdır şerîat.
Budur
kavli Ali’nin Kümmelinin
“Nefahtü
fîhi min ruhi”[213]
delilin
Budur
pendi Hüdâ şîrî [214]
Ali’nin
Hakîkat
cânıdır ancak velînin,
Canından mâadasıdır şerîat.
Bu macun mürettep[215]
olmaz iz’ân[216]
Sıfat-ı âdem var rûhu hayvan
Anâsır şeş cihetle etse tuğyan
Karâr etmez beden olmayıcak can
Hakîkatın bekâsıdır şerîat.
Bu
râzı[217]
fehm eden ankâ gibidir
Tarikat
kâmil halva[218]
gibidir
Maarif
kenzi la-yefnâ [219]
gidir.
Hakîkat
dilber-i ra’nâ gibidir
Onun zerrîn libâsıdır şerîat.
Çün âlem gizlidir âlemler içre
Ki hoş sohbet nihandır bir dem içre
Demiyle âlem ile âdem içre
Sakın soyma anı na-mahrem içre
Yüzün suyu hayâsıdır şerîat.
Sana
nazır çü mevlâdır muhakkik
Görünen
çünkü eşyadır muhakkik
Ki
cazib ruy-i mevlâdır muhakkik
Hakîkat
arş-ı âlâdır muhakkak
O arşın üstüvâsıdır şerîat.
Bu eşârî okuyup hem yazanın
Fakiri kemteri her mübtelânın
Bu ben Azbî fakiri bi-nevânın[220]
Cem-i Enbiyâ vü Evliyânın
Niyâzî rehnümâsıdır şerîat.
18
Bülbül olup gülzar çağırıram dost dost
Tâ tapmışım yâre çağırıram dost
dost
Tanrı muradım vere çağırıram dost
dost
Bakup cemâl-i yâre
çağırıram dost dost,
Dil oldu pâre pâre çağırıram dost dost.
Yâr ile yâr gelmişim
yârimi yar bulmuşum
Ağlamışım gülmüşüm gönlümü
hub[221]
bulmuşum
Bahri gama dalmışım
dürr-i yetim[222]
olmuşum
Aşkın ile dolmuşam
zühdümü yanılmışam,
Mest-i müdâm olmuşam çağırıram dost dost.
Cismimi
hem cân ede cânımı cânan ede
Aklımı
hayran ede sabrımı kurban ede
Her
ne kim ferman ede derdime derman ede
Mescid
ü meyhânede hânede virânede,
Kâ’be’de puthanade çağırıram dost dost.
Sîne sîne[223]
yaksa dağ olsa şerâba yasağ[224]
Bu sözümü sanma lag [225]âşıka
gamı ferağ[226]
Yakmasa yanmaz çerağ[227]
bir bana yakın ırağ
Sular gibi çağ-u çağ
dolaşırım dağ u dağ,
Hayran bana sayr-u sağ çağırıram dost dost.
Çağırıram
Ya-Nasip! Derdime yârim tabib
Olmuşam
aynî[228]
habîb, yâre olalı rakîb[229]
Aşk
ile hayran olup bana sırdır garib
Geldim
cihâna garib, oldum güle andelib,
Her dem ciğerim delib çağırıram dost dost.
Çağırıram Ya Mücib! Genc-i
Hüdâ’yı[230]
açıp
Şehr-i sivâdan[231]
kaçıp akı karadan seçip
Aşkın şarabın içip
Hakk ile Hakk’a kaçıp
Dünya gamından geçüp
yokluğa kanat açup,
Aşk ile dâim uçup çağırıram dost dost..
Dersen
Hüdâ kandedir[232]
ikilik kandedir
Kahr
ile külhandadır, zevkle gülşendedir
Canla
ten zindedir, meskeni miskindedir.
Aradığım
candadır canda ve hem tendedir,
Bilür iken bendedir çağırıram dost dost.
Cânıma cân dilberim
dostumu dost severim
Dilde budur ezberim
ki ona sahn-ı[233]
perverim[234]
Gah güler gah ağlarım
bahr ve yerim dağlarım
Gökler gibi dönerem
gün gibi dolanırım,
Devr ile eğlenirem çağırıram dost dost.
Azbî
Mısrî kolundan ayrılmaz yolundan
Kemteriyim
kulundan kemteriyim kelbinden
Solundanım
sağından sağındanım solundanım
Geldim o dost ilinden koka koka
gülünden,
Niyâzî’nin dilinden çağırıram dost dost.
19
Kakül müşkînin eyler buy’i reyhâniyle bahs
Gamze-i huner yerin
eyler tığ-ı[235] berrâniyle[236] bahs
Bu sözüm doğru
haberdir kalma sultaniyle bahs
Bağrım pür-hûn eder
şol çeşm-i mestâniyle bahs,[237]
Dağıtır aklımı şol zülf-i perişân ile bahs.
Hamdülillâh ki döğüştüm
aşka cümle arzımı
Eyledim kuy-u[238]
Habibe can ve dilden azmimi
Bir yana atmada geldim mal ve mülkü izzimi
Leblerin feyzine
mu’tad eyledin çün ağzımı,
Dilemez kim eyleye şol âb-ı hayvân ile bahs.
Kulunum
kurbanım tek ey meh-i envâr senin
Ruz
u şeb kıldım gönülde ismini ezber senin
Sineme
dağlar yığındım aşkına birbir senin
Dürr-ü
yâkut-ı dehânın seveli dilber senin,
Gelmez oldu dile hergiz la’l-ü mercân ile bahs.
Kimsede bulmadı asla
sende bu dil bulduğun
İstemez aşıklar içre
isminin anladığın
Bana mı oldu cihanda
sana yârin kıldığın
Cümle fitne kaşın ile
kirpiğinden olduğun,
Bilen eder mi cihandan nefs ü şeytân ile bahs.
Kıble-i
hakk’al yakini ehli sacid[239]
anlasa
Sırrı
tevhidin rumuzun ehl-i tevhid anlasa
Ona
her gün ıyd[240]
olurdu zevki abid[241]
anlasa
Şol
ruhunla hattının sırrını zâhid anlasa,
Kürsî üzre eylemezdi küfr ü îmân ile bahs.
Ayn-i hicranı safâdır
başka küfrü imanı
Masivadan hayr ile şer
eylesin ıssı ziyanı
Vech-i zatındır
kıyamet hem veray kün[242]
fe kan[243]
Pertev-i nûr-i
cemâlin aksidir şems-i cihân,
Ne münâsib ide ol nûr mâh-ı tâbân ile bahs.
Adem
olan adem erdi dem’le adem sırrına
Her
safâdır çün bedel alemde matem sırrına
Azbî
ancak ermek ister bud [244]
alem sırrına
Zerre iken sen Niyâzî Rûh-i âzam
nûruna,
Haddini bil kılma ol şems-i dırahşân ile bahs.
20
Fehm[245] edip tahkik ilmin şanı
bulmazsa ne güç
Talip
dürrü yetimin kânı[246]
bulmazsa ne güç
Vay
ona dertli olup dermanı bulmazsa ne güç
Can bu ilden göçmedin cânânı bulmazsa ne güç
Yârini terk etmedin yârânı bulmazsa ne güç.
Kıl u kâl zevk sanur
hicran olursa kişinin
Sırrı gaybiye
dilberin mihman olursa kişinin
Her nefesde hem demi
Lokman olursa kişinin
Sûreti insan içi
hayvan olursa kişinin,
Taşlar ile döğünüp insânı bulmazsa ne güç.
Doğruluk
ile elif veş[247]
sırda seyran gizlidir
İstikâmet
kıl elifte onunda irfan gizlidir
Mana-i
harf elifte mağz-ı [248]
kur’an gizlidir
Âdemin
gönlü evinde bahr-ı ummân gizlidir,
Daimâ susuz gezüp ummânı bulmazsa ne güç.
Gel
bu dersimden sebak ol arif isen hem ulu
Cümleden
el çek uzun tut kibri kendinden ol ârî[249]
Arif
olan dârı Hakk’ta ruz u şeb[250]
mihmân[251]
olur
Şol
fakîr olup gezenlerde hazine dopdolu,
Say’edip ol kenz-i
bî-pâyânı bulmazsa ne güç.
Her
nefesde hacc-ı Ekber eyleyen kurban eyler
Kısmetin
Hakk’tan olan ruhu İsâ’yi devran olur
Arif
olan dârı Hakk’ta ruz u şeb mihman olur
Fakr-i
fahrî devletine erişen Sultân olur,
Fakr-i tâmme erişip Sultânı bulmazsa ne güç.
Çâr kitab-ı fehm[252]
eden can sırrı ferdinden olur
Bülbüle sanma
terahhum [253]
dertli verdinden[254]
olur
Sabreden kahr-ı
cefâya şah-ı merdan olur
Herkesin derdine
dermânı yine derdindedir,
Derdinin içindeki dermânı bulmazsa ne güç.
Masivadan
pak olan dil bâkî kalmaz fânidir
“Küllü
şeyin yerciu”dur Hakk Hakk’ın mihmanıdır
Iyd-u
Ekber oldu Azbî durma dost seyranıdır
Bunda
gelmekten murat çün kim Hakk’ın irfânıdır,
Ey Niyâzi kişi ol irfânı bulmazsa ne güç.
21
Ey! deyin kimdir ki derde çünkü olmaz ilaç
Gel özün bir şaha kul et umma bin derde mizac
Barekallah hup cemâlin oldu manend[255] sirac[256]
Hep güzeller arasında buldu hüsnün çün revâc,
Cem olup uşşak bir bir sana eyler ihtiyâc.
Sâlik esrâra birdir
dostum küfr u iman
Hayr ve şerden fark
eden mevlayı eyler neyin güman[257]
Her sözüm aşk ehline
ayni hayat cavidan[258]
Hüsn içinde bu ne
şehliktir ki şâhân-ı cihân,
Can verirler yoluna ya kande kaldı taht ü tâc.
Tekye-i[259]
fakri fenâda her sıfattan soyunup
Zahir
u batın olur pak âbı aşkıyla yunup
Mehri[260]
ruyun ehli aşka kâh doğup kâh dolanıp
Nice
zahmetler çeküp üftâdeler vaslın umup,
Akibet dermân yerine derdini kıldını ilâç.
Ger özün kurban
edersen mürşidi hazıklara[261]
Akibet mestânelikle[262]
erilir ayıklara
Lutfu ihsanın sezadır
sevdiğim sadıklara
Ni’met-i vaslın atâ
kılsan n’ola âşıklara,
Hân-ı fazlından ne gider doysalar ger cümle âç.
Akibet
bir gün erenler kanalar bu hizmete
Çekilir
özün ileri ve dûş [263]
olursa himmete
Ger
özün mu’tad [264]
ederse Azbî zevku farka
Ey Niyâzî eremezsin ölmeyince
vuslata,
Adet oldur Yâr ilinde cân alurlar hüsne bâc.
22
Geçe gör kibri
riyadan bul ferah
Hem taharet [265] tevhidin olsun silah
Daima kârın ola savm
u salah[266]
İster isen olasın
ehl-i felâh,
Kulluk eyle bi’l gadatü ve-r’revâh.
Hakk
evine kibirle dolmak neden
Kendini
teşviş[267]
işe salmak neden
Daima
giryan [268]
ve zâr[269]
olmak neden
Dünya
ile bağlanıp kalmak neden,
İstemez misin ki bulasın necâh..
Kârın olsun “Essalâtü ve’s-selâm”[270]
Gel meded, olma gönül ehl-i zalam[271]
Ettiğin izhâr olur ruz[272]
kıyam[273]
Nefs-ü şeytandan emin olma müdâm,
Âdetin olsun gece gündüz salâh.
Nur
ile ey dil için envar gerek
Ayine-i[274]
ruhun için sana dilber gerek
Dilde
ismin dilberin ezber gerek
Yola
gidersen sana rehber gerek,
Hem yanında düşmana lâzım silâh.
Ruz u şeb tevhid zât-ı ile gel
Hem sıfatından sebaklar [275]söyle
gel
Hem tecelliden teselli etse gel
Zikirle tevhide ererse gönül,
Ma’rifetle bula sadrın inşirâh.
Hakkı
Hakk’tan göster aşk cezbesi
Onsekiz
bin âlem oldu lem’ası[276]
Hakk
olur Hakk’ın yine bir zerresi
Açılup
gönlü gözünün perdesi,
Hayretinde eyleyesin çok siyah.
Kapısında bendedir şah, habeş[277]
Hâkiyaya[278]
ola arş ve tâb[279]-ferş[280]
Gözüne zerre görüne misli[281]
arş
Göresin doğmaz dolanmaz bir güneş,
Gicesi yok dâimâ olmuş sabah.
Mâri[282]
nefsim havl-i[283]
arşı kuçmağa [284]
Cennet-i
irfana gevher saçmağa
Cennetin
Azbî kapısın açmağa
Ey
Niyâzî dost iline uçmağa,
Her kelâmın oldu nûrdan bir cenâh.
23
Özünü nefsinden eyle gel ırah[285]
Olasın iki cihanda
yüz ferah
Kim ola yarin
Hakk’tan salah[286]
Ey karındaş bir sözüm
var tut sımâh,[287]
Zikre meşgul ol sakın olma irâh.
Bir
haberden nakşolur[288]
yüzbin haber
Zâhirinden
bâtınından her keder
Def
olur elbette elbet hep gider
Kim
ki zikre gice gündüz sa’y eder,
Nûr-i gönlünde ediser irtisâh.
Müşkülü mümkün murada ere ol
Hakk cemâlin kande baksa göre ol
Aşk yolunda cümle varın vere ol
Şol gönülde kim devama ire ol,
Ermez onun sîretine infisâh.
İptidası[289]
vuslatın zillet olur
Evveli
zillet sonu rahmet olur
Mihneti
ahir[290]
ona vuslat olur
Âşka
düşüp râhat-ı mihnet olur,
Derd-i yâr ile eder dâim surâh.
Azbî sen varsın ezelden yâr ile
Bulmadı kimse gınâyı[291]
var eyle
Havb [292]
geçersin iniler iken zâr ile
Ey Niyâzî âkibet ol yâr ile
Vahdet eder darlık olur insilâh.
24
Zahidin savmı hevası kıldı Hakk’tan anı yâd
Gel sözü ariften anla
arif ol kalma inad
Her zaman aşık
yüzünden feth olur müşkül murad
Müşkülüm var size ey
Hakk dostları, eylen reşâd,
Kim cevâbın vere olsun Hakk katında ber-murat.
Zahidin
destinde[293]
sanma hücceti burhanı yok
Gönlü
miskindir onun gerçi veli mihmanı yok
Ol ne
âlemdir ki onun talep seyranı yok
Ol
ne kesrettir ki onun haddi yok pâyânı yok,
Kesret içinde ne vahdettir ki ona yok idâd.
Biri ayık biri sermest biri sekran üç bölük
“Yevme tübla”da[294] göründü
ehli iman üç bölük
Ne sebepten oldu eyâ[295]
ruh-i insan üç bölük
Çoktur envâı bu halkın biri insân üç bölük,
Biri ehl-i hayme, birisi kurâ, biri bilâd.
Ârife
bu sırrı emânet çün olunmuş ey hoca
Hakkı
özünü Hakk’tır salât-ı Hakk görünmüş ey hoca
Bu
rivayet âşıka Hakk’tan sunulmuş ey hoca
Üç
bölükten üç bölük dâhi bölünmüş ey hoca,
Biri kâfir, biri mü’min biri ehl-i
inkıyâd.
“El imânu hubb’ul-vatan”[296]
dır gel remzi anla gel
Gel maarif kapısında meskenet[297]
kıl bekle gel
İş bu nakli gûş[298]
edip a’lâ mesâil anla gel
Kangısı Hakk’dan irağ olmuş bunların söyle gel,
Kangısı kâdir ki Hakk emrine eyleye inâd.
Hakk
hakikatte şeriat bu yokuş düzler nedir?
Zahidâ
cananı bu can her nefes özler nedir ?
İşitir
kulak ağız söyler gören gözler nedir?
Hakk’ın
iken her tasarruf bu abes sözler nedir?
Nefs ü şeytân dediğin kimlerdir eylerler fesâd.
Emr u nehyi münker üzere bendelik kalmak nedir?
Çâr unsur[299]
şeş cihatla[300]
hoş-safâ bulmak nedir?
Ona rahminden beyandır yok iken doğmak nedir?
Dünyâ vü ukbâ dahi hem haşr ü neşr olmak nedir?
Bunları bildir bana hem ne dürur mebde meâd.
Zahir
u batın ne dersem kendi ahvâlim denir.
Gerçi
Hakk adildir illâ zalime zalim denir
Herkesin
efâline Mevla veli âlem denir.
Ahirette
cennet i nirân ü berzâh kim denir?
Bunların aslı nedendir olısar yevm’üt-tenâd.
Kamilin başı belâlı câhilin fazlı nedir?
Kâmilin ikrârı haktır câhilin cehli nedir?
İşbu halkın her biri bir bend ile bağlı nedir?
Kahr-ü lûtfun illeti bir demenin aslı nedir,
Bu ikinin vahdeti midir acep râh-ı sedâd.
Ehli
aşkın maksadı dost sevmede vuslatımdır
Vuslatın
aslı niçin yok oldu bu hikmetimdir.
Ehli
dünyanın rumuzu devlet zilletimdir.
Yani
râhat ayn-ı mihnet, mihneti râhat mıdır,
Cümleden râzı mıdır Hakk ber târik-i ıttırâd.
Arife vechi[301]
Hüdâ her yerde zahir görünür.
Yek nefesde ol güzel elvan libaslar bürünür.
Yâri talibler bulunca bulmayanlar yerinür.
Hakk Teâlâ’dan yakın insâna bir şey yok denür,
Lik bildir kim dürur Allâh ya kimdir ibâd.
Geç
hevâdan dinle pendim içegel aşk câmını
Hem
“etîullah” [302]
remzin anlayup tut emrini
Gel
uyandır arif isen çeşmi canın fehmini
“Men
aref” le “mâ remeyt-e iz
remeyte” remzini,
Fark ede gör mümkün ise ber-sebîl-i infirâd.
Hakk Habîbin fikridir çünkü devâ her derde bu
Hamdülillâh oldu zikrim “Ya Habib” her yerde bu
Azbî’nin Mısrı vücudu Mısrıya her yerde bu
Müşkülü çoktur
Niyâzî’nin veli biri de bu,
Zâhid anlasa Hakk’ı zühdü neden olur kesâd.
25
Dil u cân sırrını bekler Muhammed
Cemâlin görmek isterler
Muhammed
Nidâyı men aref eyler
Muhammed
Yine dil na’atını
söyler Muhammed,
Dil ü can mülkünü toylar Muhammed.
Bana genci
[303]
musalla[304]
olsa mesken
Görür
çeşmim haccımı ayn-i mesken
Fedâ
kılsam yolu ki can ve hem ten
Ne
kâdirim seni meth etmeye ben,
Kemâhi methi Hakk söyler Muhammed
Her emri kün fe kânsın[305]
cümle mahlûk
Kamuya bahşu cansın cümle mahlûk
Atayı din ve iman cümle mahlûk
Sen ol sultân-ı kevneynsin ki mahlûk
Senin medhinde âcizler Muhammed.
Neler
çektin hakikatsın bu ilde
Bulunca
ehli sıdkı iş bu ilde
Hüdanın
fiilidir fiilin kerimide
Giyip
hil’at-ı “levlâk”ı giyip
Düşüptür sâye serviler Muhammed,
Fenâ âb-ı hayat oldu sözünden
Bekâ zevki bulundu Hakk izinden
Seçilmez Hakk özü Hakk’tır özünden
Alır şems-ü kamer nûru yüzünden,
Saçın “vel-leyl”-i yeldalar Muhammed.
Cemâlin
kıbledârı ruh-efza[306]
Çü
bildim kâmetindir iş bu topî[307]
Gözündür
sırrı “Sübhânellezi esrâ”[308]
Kaşındır
“Kâb-e kavseyn-i ev-ednâ”,
Dürründen açılır güller Muhammed.
Kapında kemterin şah yeminidir[309]
Senin derdin hezâran derde ümittir
Ayağın toprağı misk-i Hint’dir
Leb-i la’l-i dehânın ma’denidir,
Lisânın vahyi Hakk söyler Muhammed.
Temâşâ
eyledin vahyi Hüdâyı
Özünden
eyleyen Hakk’tan nidayı
Gülam[310]
kemter ettin enbiyayı
Şu
vaktin kim çıkıp gezdin semâyı,
Seni iclâle geldiler Muhammed.
Senin için zar ederdi bu dil anda
Senin kadrini ezel bildim ben anda
Nebiler oldular sana kul anda
Seni şâhı âlem kılıp ol anda,
Kamûsu ümmet oldular Muhammed.
Eğer
sen cürmünü[311]
Azbî bilirsen
İnayetler[312]
hidâyetler bulursun
Adâlet
bize nazır olursa
Ne
noksan ire câhına kılursan,
Niyâzî’ye şefâatler Muhammed.
26
Ben sanırdım yârim
ağyar olmuşum Yâ Rab Meded
Dil harap mest mest-i efkâr olmuşum Yâ Rab meded
Bir gül iken külli[313] pür-hâr[314] olmuşum Yâ Rab meded
Zûlmet-i hicrinle
bîdâr olmuşum Yâ Rab meded,
İntizâr-ı subh-ı didâr olmuşum Yâ Rab meded.
Nâzeninim
küllî varımdan geçip giydim aba[315]
Ve âlihi
hayranın oldum derd mendim müptela
Akl u
fikri sabrımı yağmaya verdim dilberâ[316]
Gülşen-i
vaslın nesîmin irgürüp bâd-ı sabâ,
Andelîb-i bâğ-ı gülzâr olmuşum Yâ Rab meded.
Hâkk olur Hâkk’tan temaşa âşık dâna[317]
garib
Özünü fark eylemeyenler çağırır Mevla garib
Kimseler kuy’unda[318] dostum
olmasın sevdâ garib
Kalmışam zindân-ı cism içre bugün tenhâ garib,
Bu kafeste rûz u şeb-i zâr olmuşum Yâ Rab meded.
Kendi
özüm fehm etmezem ki olmuşam efkâr-mest
Hazret-i
Allah’ı sevdim sûretâ dilber-perest[319]
Şişe-i
namusu ârı eyledim çünkü şikest[320]
Şol
şarâbı kim anı sundun bana rûz-i Elest,
Ol zamandan mest-i hûşyâr olmuşam Yâ Rab meded.
Âlemi pür çünbüşüyle nazlı yarin çünbüşü[321]
Ehl-i aşkın iki âlemde bitermiş her işi
Yaktı yandırdı firâkın âteşi ben dervişi
Her ne varsam yakar bu cânımı aşk âteşi,
Yana yana külli püryan olmuşum Yâ Rab meded.
Tıflı[322]
ruh söyler ki ben her oynuna bâdaş [323]
edem
Sohbet-i
hâs ile yârin sırrına sırdâş edem
Dilbera
evvel senin her haline haldaş edem
Vahdet
ilinde seninle yâr idim noldu bana,
Kesret içre bend-i ağyâr olmuşum Yâ Rab meded.
Eyledi uryan ser-mest dilberim sırrın beni
Bende mahfî oldu lâ-şek[324]
zahidâ sırrı nebi
Azbi’ye Hakk’tan görüründü oldu sırrı ebî [325]
Bu Niyâzî düştü
varlık câhına Yûsuf gibi,
Al elim kurtar ki nâçâr olmuşum Yâ Rab meded.
27
El-amân ey bendegân dil-nüvâz [326]
Zatın oldu âsiyâna [327] çâre-sâz [328]
Eyleriz sana niyaz
tul-i [329] dıraz[330]
Yâ İlâhî sana senden
el’ıyâz,
Sensin âhir cümlemize müsteâz.
Din ve
hem iman senindir şüphe yok
Herkese
ihsan senindir şüphe yok
Bendeyiz
her an senindir şüphe yok
Derd
senin dermân senindir şüphe yok,
Derdli kullara yine sensin melâz.
Her tecelliden gelir maksudumuz
Zahiru batında sen mevcudumuz
İkrema-i ihrama [331]
ma’budumuz
Cem-i fark eylegil meşhûdumuz,
Cem-ul cem inden bize ver iltizâz.
Düşmanını
dostundan alıp kaldırır
Âşıka
her gizli sırrı bildirir
Ağlayan
biçâreyi ol güldürür
Zevk-i
küllî pâdişâhım ol durur,
Bize tevhidin ola dâim melâz.
Hem latîf, hem hasîb,[332]
hem Habib
Ey! olan biçâreye hemdem [333]
Azbi’nin verdi bu deryamın
garib
Bu Niyâzî bendeni etme garîb,
Eyle gel tevhid-i sırfda onu şâz.
28
Kimisi güle bülbül olup zâre gelirler
Pervâne gibi aşka
düşüp yâne gelirler
Azâde iken âlem
efkâra gelirler
Şunlar ki görüp
yüzünü bu dâra gelirler,
Ol ahde vefâ eyleyüp ikrâra gelirler.
Kiminin
özünü bunda bilirler onda buluptur
Bunda
seni fehm eylese göz anda buluptur
Aşkın
haberin anlamayan münkir [334]
oluptur
Anlar
ki ezel gözleri saçında kaluptur,
Bunda seni hiç bilmeyüp inkâra gelürler.
Zahid sana çün kısmet imiş kâl-i ilâhî [335]
Abdala[336]
dahi kısmet imiş şâl-ı ilâhî
Her kime nasip oldu ise hâl-ı ilâhî
Çeşmin kadehin nûş eden abdâl-ı ilâhî,
Ol aşk ile bu âlemi devvâre gelirler.
Derdine
senin kim ki bugün uydu sataştı
Deryâ-yı
muhît [337]
oldu özü âlemde taştı
Bir
hane[338] ki
aşkın haberi geldi ulaştı
Zülfün
teline anda kimin gönlü dolaştı,
Mansûr
gibi meydâna girüp dâra gelirler.
Kamil yine bu aleme kamil gelir evvel
Bunda seni bildi ise eğer ol bilir evvel
İcrayı emir eylemede ol kılır evvel
Şol dâneleri gör biter eşçâr olur,
Sırrıyle içinden yine esmâra gelirler
Bu
eğer remzi arif isen can ile bil-kıl
Bülbülü
niçin râz u efgân ettire hoş-kıl
Vaktında
neden çuşa gelir çağlayuben Nil
Her
tohumu neden aldın ise eksen anı bil,
Her
cinsi yine bittiği eşçâre gelirler.
Zahid sana bu pend-i hakikat eser etmez
Mevcut yine mevcut görünür kahr ile yetmez
Nar tohumunu niçin nar verir eyvanına [339]
yetmez
Hiçbiri izinden çıkıp âher yola gitmez,
Her birisi bir yol ile bazâra giderler.
Her
biri niçin sırrı Hakk’a olmadı layık
Münkerine
münkirdir olur çünkü münafık
Sadık
yine çün sadık olur aşkla sadıka
Yoları
ne var ayrı ise hep sana âşık,
Cümle seni ister sana didâre gelirler.
Gel muhtasar et Azbî yeter tûl [340]tırâzi
[341]
Zâr etmede hâl ehli göz etmede nâzı
Dûr eyleyüben gezse gönül Şam Hicâzı
Elbette bu bağ içine kim girse Niyâzî,
Hârın gezüp evvel sonu gülzâre gelirler.
29
Eğer zahir eğer batın gönül hak haseb[342] halindir
Kemalin hem zevalindir zevalin hem
kemalindir
Celâlin ile cemâlin
hep bilindi ber-kemalindir. [343]
Soyup bin pâre eden
şişe-i kalbi celâlindir,
Yine her pâresinden görünen rûy-ı cemâlindir.
Zebun [344]
etti beni derdi elif lâm ile bu hem mim ( الم )
Onun
için aşıka oldum veya ey dilber mim cim ( جم)
Uzaktır
bana sultanım hakikat vacibu’t-tekrim
Anınçün
tığını çeşmin demâdem eksik etmez kim,
Yorulup yolda kalmaya o kim azm-i visâlindir.
Meded ey pür- cefâ dilber yeter oldu gel insaf
İnayet eyle insaf et ve dâim ayn’l-iltâfa[345]
Özüm mehri [346] cihânbânıdır
[347]zıyasın
salmıştır etrafa
Nicesi baksun etrâfa ya ahkâfa yahut Kâf’a,
Şu Anka kim onun gönlü nazargâh-ı hayâlindir.
Yüzün
münkirlere dostum ıyân olmaz kemâyindir [348]
İşitildin
yüzün vasfın, gözüm yaşı revâyındır[349]
Yüzün
aşk ehline kıble özün canın imânıdır
Bulunmaz
lâ-mekânîdir bilinmez bî-nişânîdir
Hemin
ancak sana kuldur senin ehl-i iyâlindir.
Oluptur dersimiz “küllün aleyhâ hâfiz”[350]
eşya
Bize feyz ehlinden beyandır “sırrı mâ evhâ”[351]
Ayn ya bâ ile zâ (Azbi)dan olupdur âlemi kübra
Dağıldı “mim” ü “sad” ü “ra” (Mısrî) bozuldu nispet-i
suğrâ,
Benim bu nispetim şimdi ne mâhındır, ne
sâlindir.
30
Kime ki sırrın gele yoktan ona var olur
İki cihandan geçer
düşman ona yar olur
Meh [352] yüzünün şulesi[353] her kime izhar [354] olur
Aşkın kime yâr olur
dâim işi zâr olur,
Dinmez gözünün yaşı yanar içi nâr olur.
Çünkü
keremdir senin layık olan şanına
Maksudu
hasıl olur kimin ki kıyar canına
Kellesini
[355]top
eder aşkla meydanına
Sevdâ-yı
zülfün kimin takılsa gerdânına,
Mansûr gibi âkibet yolunda ber-dâr olur.
Yüzünü her kim görür canını meftûn eder
Bağrını püryan [356]
edip didesini hun [357]
eder
Zâr-ı zebun eyleyip halini diger-gun [358]eder
Leylâ-yı aşkın senin her kimi mecnûn eder,
Firkât oduna yanup her gice bîmâr olur.
Solunu
hem sağ eder sağını hem sol eder
Bende
olur şeyhına şeyhini ona yol eder
Kendi
özün kendiye sanma ki ol kul eder
Varlık
cibâlin kesüp dost iline yol eder,
Ferhatleyin gözünün yaşları pınâr olur.
Aşıkı kamil eden nokta yazan müşkindir[359]
Hem beni mest eyleyen şevkile zevkindir
Yere göğe sığmayan zevkıyla şevkindir
Şol İbrahim Edhem’i derviş eden aşkındır,
Derdine düşen şâhın tahtı târümâr olur.
Koymamışım
gönlümü şüphe ve teşvişliğe[360]
Canla
ben talibim derviş diler yeşilliğe
Sanma
ki ben mâilim[361]
abâ[362]
puşluğa[363]
Bende
ârı terkedip girdim bu dervişliğe,
Her kim senin aşkına düştüyse bi-âr olur.
Lutf u vefa isteyen hicran olur yerine
Dertler talip olan derman alır yerine
Kahr ile ülfet çeken ihsan alır yerine
Bu yolda cânın
veren cânân alur yerine,
Aşk dükkânında onun canıyla bazâr olur.
Ey
gönül at şevk ile her gümanı[364]
Zerreden
vechin ayan eylemişim seyrânı
Adet
edindi gönül aşk ile devranı
Ey
dilber-i rûhânî al koma işbu cânı,
Sevdâna düşeliden dünyâ bana dâr olur.
Kande ki baksa gözüm yüzün olur seyranı
Nâ’ra-i [365]âhım
kamu kapladı her meydanı
Azbî kılur ruz-u şeb aşkıyla devranı
Terk et Niyâzî seni, bul anda o Sultanı,
Her kim canından geçer ol vâsıl-ı yâr olur.
31
Yine bildim yemâne [366]
kasdın var
Bi-gümanım[367] zamane kasdın var
Lutf etmek için şana kasdın var
Ey sanem n’oldun cana kasdin var,
Bağrımı deldin kana kasdin var.
Sultan sultanı sultan
elinde
Bildim kahr ile ihsan
elinde
Ben bir âşıkım ferman
elinde
Başım önünde cevkân
elinde,
Çelmeden gayri ya ne kasdin var.
Esteğfirullâh
cürmümü bildim
Âşıkım
âşık olmağa geldim
Hicr
ateşiyle yandım kül oldum
Beni
gör n’oldum sararup soldum,
Vaslın umarken hicrana kasdın var.
Dertli uşşakı [368]
ferdâya[369]
saldın
Akıbet beni divane
kıldın
Namus şisesin taşlara
çaldın
Bu vücûdumu odlara
yakdın,
Ben de bildim biryana kasdin var.
Hubbu
masivâ hep gitti varım
Bâğ-ı
vücudumda bir gül ararım
Senden
oldu bil bu ağrım
Tiğ-i
gamzenle doğradın bağrım,
Cism-u cânı kurbâna kasdin var.
Fenâda ey dil ne bir
yâr buldun
Hiç kimse demez ya
bana ne oldun
Aşkınla beni divâne
kıldın
Onmadık başım kavgâya
saldın,
Pâdişâhım seyrâna kasdin var.
Azbî
bendeni bağlattığından
Sinem-i
aşkın dağlattığından
Gözüm
yaşın çağlattığından
Bu Niyâzî’yi ağlattığından,
Anlanur kim ihsâna kasdin var.
32
Bahr-i nefesinde senâverlik [370]
eden can bî-haber
Lutfu kahrından Hüdâ’nın ehl-i tüğyân[371] bi-haber[372]
Fî’l-meseli[373] sırrı Hüdâdan ruhu hayvan
bi-haber
Kus-i rihlet çaldı mevt ammâ henüz cân bî-haber,
Asker-i a’zâya lerze düştü Sultan bî-haber.
Bunda her ne gördün
ise onda da onu göre
Hayrı şerri yarin
suâlin soralar bir bir vere
Taş toprak arasına bu
vücud âhir gire
Günde bir taşı
binâ-yı ömrümün düştü yere,
Can yatur gâfil binâsı oldu virân bî-haber.
Kim
olursa kuş ibretle misafir bülbüle
Çün
vücudu şehri içre düşe elbet galğale
Bunda
her ne işledinse başına yarın gele
Dil
bekâsın, dost fenâsın istedi mülk-i
tenin,
Bir devâsız derde düştüm ah ki Lokmân bî-haber.
“Ente mevlâna ilâhî
a’tağnâ ya rabbenâ”[374]
Sen inâyet kıl bana
“Rabbî zalemna nefsena” [375]
Onun için oldu virdim
“Rabbenâ ve’ğfirlena” [376]
Bir ticaret kılmadın
ben nakd-i ömr oldu hebâ,
Yola geldim lîk göçmüş cümle karbân bî-haber.
Ya
Mücîbe’ssâilin [377]Allah
kerimdir Ya Habib
Çünkü
sensin her devasız müşküle hâze’t [378]-tabib
Çün
ümidim oldu vaslın “Rabbena” ile nasip
Çün
“gel” oldu yalnız girdim yola tenhâ garîb,
Dîde giryân sine büryân akıl hayrân bî-haber.
Ömür ise gayet
vefasız nefsim ise hilekâr
Vechi vardır âh u
efgân eylesem leyl ü nehar
Bu sebebten akl u
fikrim oldu cümle târ ü mar[379]
Azığım yok, yazığım çok yolda türlü korku var,
Yolum alırsa n’ola ger div vu şeytân bî-haber.
İnkıyadım[380]
zerrece yok Azbiya cürmümse çok
Bana
Hakk’tan ola imdad ıssı [381]
vermez kara ak
Düşmüşüm
bir derde onun haddi payanı yok
Yol
eri yolda gerektirir çağ ve çıplak aç u tok,
Mısrıyâ gel dedi sana çünkü canân bî-haber.
33
Ebcedde olan noktai ba’dan haberim var
Amentüyü bildim ki bu ba’dan[382] haberim var
Mahruh [383]dilden zevku safadan haberim var
Âriflere esrâr-ı Hüdâdan haberim var,
Âşıklara dildâr-ı bekâdan haberim var.
Nefsin sıfatın şerh
edemez bin yıl öğünün
Menzil alamaz kibir
ile bin taşla döğünün
Derviş olamaz suretle
hırka giyinenin
Ey firkât oduna
yanuben bağrı delinen,
Gel kim yarane türlü devâdan haberim var.
Ukba
ile fâniden ola hep ferağın[384]
kim
İrfanla
cennet ola düzah[385]
durağın kim
Yol
eri özündür gözün aç görür ağan kim
Gel
ölü isen sözlerime tut kulağın kim,
Can bahş edici nefh-i nidâdan haberim var.
Bu tende bu dem
kalmadı hiç zerre hased
Bir aşıkı dil hasta
benim Hakk ede Meded
Ey bî-bedel[386]
ve lemyezel [387]ve
ferd [388]ve
ehad [389]
Âdem yüzü ol yâre mukâbil dedi Ahmed,
Bu sözde olan remz-u îmândan haberim var.
Kim
ağlar ise derdinle zevk ile gülmüş
Varını
yele verdi o kim sen şehî[390]
bulmuş
Her
kim ki senin âşkın ile aşık olmuş
Vechinde
yedi Fâtihâ âyâtı yazılmış,
Âdemdeki âyât-ı Hüdâ’dan haberim var.
Gel Azbî heman deprede
gör aşkla sazı
Tahkik elinin
rehberidir aşkı mecazi
Hal ehline bu söz
yetişir anla bu râzı [391]
Âdem‘de bulup vasf-ı ilâhîyi Niyâzî,
Ol mecma-i evsâf-i amâdan haberim var.
34
“Mutû kalbe en
temûtû”n âb-ı hayvan[392] andadır
Pertevi [393] nurî ilâhî vechi insan ondadır
Mebde-i sırrı maadı fehm et ol kân[394] andadır
Her neye baksa gözün bil sırr-ı Sübhân andadır,
Her ne işitse kulağın mağz-ı Kur’ân andadır.
Kâ’be’ye varamaz o
kes kim şâm’ı hoş görüp kalur
Yol eri kalmaz çün
elbet haylice menzil alır
Salik tiz-ru[395]
olan can zerre-i mürşid bilir
Her şeye mahlûk
gözüyle baksan ol mahlûk olur,
Hak gözüyle bak ki bî-şek nûr-i Yezdân andadır.
Arzuyu
vaslı dilber her biri sevdâdır
Herkesin
bir derdi var salikin mevladadır
Virdi
hamranın[396]
firakı bülbül şeydadadır
Kesret-i emvâca bakma cümle bir deryâ dürur,
Her ne mevci kim görürsün bahr-ı ummân andadır.
İzzeti sohbette
bulmak sohbeti izzette hem
Firkati vuslatta
bulmak vuslatı firkatte hem
Zilleti devlette
bulmak devleti zillette hem
Vahdeti kesrette
bulmak, kesreti vahdette hem,
Bir ilimdir ol ki kamu ilm-ü irfân andadır.
Ruyi
dildârı görünce çehre-i a’daya[397]
bak
Tâ
müsemmaya erince ruz-u şeb esmaya bak
Yedi
esmayı bilince gel yedi deryaya bak
İbret
ile şeş cihetten görünen eşyâya bak,
Cümle bir âyînedir kim vech-i Rahmân andadır.
Nâ -murad [398]kalıp
cihanda her murada eren ol
Ağlayan ağlatan oldur
hem gülen güldüren ol
Alan oldur veren
oldur hem bilen bildiren ol
Söyleyen ol, söylenen ol,
gören ol, görünen ol,
Her ne var âlâ ve esfel bil ki cânân andadır.
Herkese
kendiye öz özüdür şüphesiz
Hem
etî’ullâh rumuzu pir özüdür şüphesiz
Her
ne söz kim işitirsen Hakk sözüdür şüphesiz
Mazhar-ı
tammı veli Âdem yüzüdür şüphesiz,
Künh-ü zâtı hem sıfâtı cümle yeksân andadır.
Vechi kâmilden
ıyandır[399]
kâmile levh u kalem
Yedi ayetle hakikat şerh
eder Kur’ânı hem
Fehm eden bu remzi
oldu hâcı –i beyt-ül haram
Haşr u neşr ile Sırât
u dûzah u mâlik azab,
Hem dahi Rıdvân u cennet hûr u gılmân andadır.
Âşıkân
bir zerre içre seyr eder cân mülkünü
Cân
olan seyran eder elbette bütün mülkünü
Aradan
kaldır yıkılsın Azbî sen ten mülkünü
Görünen
sanma Niyâzî’ nin heman sen mülkünü,
Gönlü bir virânedir genc-i pinhân andadır.
35
Bu sözümü cana yaz ehli dilin perveri
Büsbütün âlem geçer
aşk yolunda kemteri
Ey şeriât rehberi ve
mağfiret serveri
Ey târikat erleri ey
hakîkat Pîrleri,
Bir haber verin ol bî-nişân kandedir.
Kandedir
Hakk’ın ile kim dedi Hakk’ bil
Kandedir
yârin gülü kandedir âşk bülbülü
Kandedir
sırrı Ali kandedir vechi veli
Kandedir
dostun ili kande açılur gülü,
Dost bahçesi bülbülü gül-i handân kandedir.
Ey Hakkı birdir kimden aldın haberi
Kimdir olan Âdemin aklı ile rehberi
Kandedir sırrın nuru kandedir nurun feri[400]
Aradım bahr-u berri bulmadım ben bu sırrı,
Cism ü candan içeri gizli sultân kandedir.
Bende
niçin bendeye bende olur bendedir
Küfrü
ile sıdkın yeri söyle bana kandedir
Süret-i
ahsen[401]
niçin erde değil zindedir
Mademki
can tendedir ten canla zindedir,
Amma nidem bilmedim câna cânân kandedir.
Azbi’ye mihmân olan sîne sîne can olan
Mümine ihsan olan kafire tuğyan olan
Bâis-i [402]hicran
olan dertlere derman olan
Niyâzî’ ye can olan sırrında sultân olan,
Din-ü hem imân olan ol bî-mekân kandedir.
36
Aşk haberin cahile söyleme küfr eyleme
Sen
özüne hidmet et el kapısın bekleme
İkrarını
muhkem kıl her bir sözü dinleme
Ey gönül gel ağlama
zâri zâri inleme,
Pîrden aldım haberi ol bî-nişân sendedir.
Sendedir
Hakk’ın ili Hakk demiş Hakk’a beli
Sendedir
canın gülü sendedir aşk bülbülü
Sendedir
sırrı Ali sendedir vechi veli
Sendedir
dostun ili sende açılır gülü,
Söyler bu can bülbülü gül-i handân sendedir.
Nefsi her kimin aklı ola rehberi
Nefs ile aklı nider Hakk’tan olan haberi
Sendedir Hakk’ın nuru sendedir nurun feri
Gezme gel bahr-u berrî kendinden iste sırrı,
Cism-ü câna hükmeden gizli sultân sendedir.
İkilikten
geçüpte bir bildinse meskeni
Kaldın
ise aşkla can gibi bakîyetini
Mahvettinse
özünden gittiyse mâ-i meni[403]
Anladınsa
sen seni, bildin ise cân u teni,
Gayri ne var ey gönül cân u canân sendedir.
Canla kim dinledi şiirini ben hayrânın
Ol dahî nûş eyledi katresini vicdânın
Azbî yüzünden oku manasını Ku’ânın
Ten tahtıdır bu cânın,
can tahtıdır cânânın,
Ey Niyâzî şüphesiz ol bî-mekân sendedir.
37
Kimi hiç gelmeyip mekri âl eyler[404]
Kimisin güldürüp
sâhibi mâl eder
Kiminin gözü yaşını
sel eyler
Hakk’ın kullarını
bâzı kul eyler,
Anı kul eylemez yine ol eyler.
Görenler
yârini ağyar içinde
Olurlar
şaduman[405]
efkâr içinde
Bu
remzi fehmeden deyyâr [406]
içinde
Alan
veren O dur bâzâr içinde,
Kimin bây ve kimini yoksul eyler.
Kimini aşkla kılmış o mecnun
Kiminin gözlerinden akıtır hûn[407]
Kimini eylemiş bin derde meftun
Kiminin bakırını eder altun,
Kiminin altunun kara pul eyler.
Kimin
kılmış durur küfr ü gümanda
Kimin
ikrar ile ahd ü imanda
Kimini
rûz u şeb âh u figanda
Kimini
güldürür dâim cihânda,
Kiminin âh u efgânın bol eyler.
Kiminin akıtır sükker [408]
dilinden
Kiminin hep cihan aciz elinden
Kiminin hiç kaza gitmez yolundan
Kiminin sevdiğin alur elinden,
Kiminin erini alır dul eyler.
Kimisi
dâima kılmakta feryad
Kimisi
bendeye bend olmaz azad
Kimini
eylemiş izzetle dîl-şâd [409]
Kimine
istemezken verir evlad,
Kimi ister ona yâd oğul eyler.
Kimini eylemiş derd ile şeyda[410]
Kimin bir habbe için halka rüsvâ
Kimini akılla kılmış tüvana[411]
Kimi bulmaz giye culdan abayı,
Kiminin atına atlas çul eyler.
Kimi
muhtaç iken verir haracı
Kiminin
derdi yok a’la mizacı
Kiminin
derdi var bulamaz ilacı
Kiminin
tatlı balın eder acı,
Kiminin acısın tatlı bal eyler.
Kimi mihnet bucağında eder razı
Kimi yar ile hem dem “leyse fî-d’dârı”[412]
Kimi mâlın gamma[413]
kimisi dinara
Kimin bülbül eder güle kılur zâr,
Kimin pervâne-veş yakıp kül eyler.
Gönül
bahr-i maânîye[414]
talip çık
Cevâhir
bul çıkarma alma boncuk
Hakikat
katresin bul ona gir çık
Eder
ak güneşin gâh kara balçık,
Kara bakçığı açar gâh göl eyler.
Kimisi zabtu rabtı eyler icra
Kimisi bende olmuş halka dâna
Kiminin yok elinde nesne asla
Kimi İsâ nefestir eder ihyâ,
Kimi Deccâl olup sağa öl eyler.
Kiminin
hem demidir derd ü matem
Kimini
eylemiştir reşâd [415] u
hürrem[416]
Kimine
sükkeri helvâ olur sem[417]
Çürüğü
sâğ edip sâğı çürük hem,
Solu sâğ ve sâğı gâhı sol eyler
Gâhi âdem eder gâhi devi kerdem[418]
Gâhi iyi kem[419]
olur kâhi olur cim[420]
Gedâyı cem[421]
eder gâhi gedâ hem[422]
Ayağı baş eder,
başı gâh ayak,
Dili kulak, kulağı hem dil eyler.
Ayırır
bülbülü gâhi gülünden
Sular
gülü gâhi bu can bülbülünden
Kimin
malını alır elinden
Çıkarır
gâhî yoldan nice yolcu,
Gahî yolcuyu göstermez yol eyler.
Biliriz münkeri bize inse senden
Bezer [423]
olduk sofinin hevesinden
Göründüm şeş cihâtın haymesinden[424]
Anâsır ipliğin tab iğnesinden,
Geçirüp onu bu bunu şol eyler.
Cefâsı
dilberin oddan beter od
Bu
remzi bil yine yine oddan beter od [425]
Cehennemde
meğer bulunmazmış od
Yeli
gâhî letâfetle eder od,
Odu gâhî kesâfetle yel eyler.
Sana esma görünmezse müsemma
İki âlemde kaldın gitti a’ma [426]
Çi- fâyda [427]
sonra kalsın âh u efzâ [428]
Hurûf-ı carre gibi cümle eşyâ,
Birbirine uzanıp el eyler.
Hüner
maksuduna Azbî vusuldür
Hicab
olan kişide bu gönüldür
Bu
cennet dediğim kalbe duhuldür[429]
Bu
sözün Yunus’u Mısrî değildir,
Lûgaz bunda muammâsın ol eyler.
38
Sure-i seb-ul mesânî[430]
vechinin şanındadır
Her ne var âlî ve esfel sırrı iz’ânındadır
Suret-i mahşer
görürsün cümle seyranındadır
Kandedir cehl ile
zulmet nefs-i su’bânındadır,
Kandedir ilmiyle hikmet bil anı cânındadır.
Bir
bilir âşık olan can rahatı ile zilleti
Her
işin bite özünden kutba etme minneti
Dersini
gel Hakk’tan öğren at bu zahir hücceti
Zûlmet-i
cehli bırak sen iste nûr-i hikmeti,
Cennetin zevkin dilersen cümle irfânındadır.
Yâr ile yardır özün sen ben dedin beyana sen
Çün şarabı sırrı içtin aşkla mestane sen
Mazharı Nur-i Hüdâ’sın şemine pervane sen
Sûreta bu harman-ı âlemde sen bir dânesin,
Mâ’na yüzünde ne kim var cümle harmânındadır.
Ölmedinse
olmadın sen rahmetin mahrumusun
Alleme’l
esma-i öğren fâninin kamusun
Kabri
tende çünkü oldun rahmetin mahrumusun
Zâhirâ
ahkâm-ı eflâkin velî mahkûmusun,
Bâtınâ ây gün felekler cümle fermânındadır.
Gel şeriattan kuşan tığın kibar [431]ol
nefsine
Her ne emreylese aksin ile var ol nefsine
Çâr anasır kalasında hem karar ol nefsine
Al ele çevkân-ı zikri hem süvâr ol nefsine,
Kapa gör tevhid topunu çünkü meydânındadır.
Sen
siva deryasına ceyhun[432]
gibi akmayı ko
Kimseyi kimseden alıp kimseye çıkmayı ko
Kendi
özün idrake gel sen hem ili yıkmayı ko
Saykal
ur mir’ât-ı kalbe taşraya bakmağı ko,
Sen sana bak cümle âlem halkı divânındadır.
Şeyhin izin bırakma Hakk izin bir hoş gözet
Dilberi görmek dilersen yüzün bir hoş gözet
Söylme halt [433]kelâmı
her sözün bir hoş gözet
Bil ki vech-i Hakk’a mir’âttır özün bir hoş gözet,
Men aref sırrındaki ma’den senin kânındadır.
Çün
sana “nahnü kasemna”[434]
remzi oldu rehnüma[435]
Dilberin
cevri hakikat ehline ayn-ı vefa
Arif
isen sırrını nadan verme Azbî’ya
“Küntü
kenzen” remzini buldunsa sen Mısrîyâ,
“Külle yevmin hû” yu anla kim senin şânındadır.
39
Kal ile kıl [436]ehlinin
hali perişan olur
Derdi hicre sabr eden malik derman olur
Pirine teslim olan kabil-i erkân olur
Derviş olan
kişinin sözleri ümrân olur,
Sâlik-i Hakk olanın râhına
bürhân olur.
Nefsine uyan kişi özünü
şeytan eder
Yüzünü görsem diyen
subhdem[437]
efgan eder
Yokluğu her kim duyar
özünü sultan eder
Her seher efgân edüp
bülbülü hayrân eder,
Dideyi giryân edüp sinesi büryân olur.
Çünkü
tecelli eder dostunu anar iken
Onun
işi ah olur hem demi hicri figan
Kande
bakar yârini anda görür ol ıyan[438]
Şem-i
cemâle döner pervânedir âşıkûn,
Zanneder ol câhilün devriyle isyân olur.
Hırs iline şah olan nefse
uyan kişiler
Valih[439]
hayran olur âşkı tuğyan kişiler
Yok ile varlık eder sırra
dolan kişiler
İlm-i ledün dersini ârif olan kişiler,
Hasta dil olanların derdine Lokman olur.
Kâmil
olur şüphesiz ahd ile kulu güden
Kendi
özün bir eder pirin yoluna giden
Dilber
imiş fark eden hayr ile şerri eden
Beyt-i
dili pâk olur zikr-i Hakk’ı işiten,
Sabr-u karârı gider işleri devrân olur.
Azbî yüzün isteyen kande
bulupdur senin
Kendi özün bilmeze
kande kaluptur senin
İçi ile taşını[440]
aşkın oluptur senin
Sanma Niyâzî özün
derviş oluptur senin,
Derviş olan kişiler şöylece sultân olur.
40
Hakk ile Hak olmak için ayn-ı vefa halvettedir
Pes bil anâsır habbesi rengin kıba [441]halvettedir
Gel geç bu ak karadan terk-i siva halvettedir
Bu halvete bakma güzâf zevk-u safâ halvettedir,
Halvetle kıl içini sâf nûr-i ziyâ halvettedir.
Kaydı fenâ ve bâki
çün aradan evvel kaldırır
Sana hakikat sazını
teslim eder Hakk çaldırır
Evvel seni çok
ağladır ammaki sonra ki güldürür
Nefsini sana bildirir
ölmezden evvel öldürür,
Yokluk yolunu duygurur fakr-u fenâ halvettedir.
Ak
ve karayı önünden alır mekânsız bî-eser
Bin
yıl çağırsın bak divanda sana olmaz nazar
Bu
manayı her kim duyar verir hakikatten haber
Deryâ
olup durmaz coşar talazlanup baştan aşar,
Kendisini bilmez şaşar aşk-ü hevâ halvettedir.
Bu âb u ateş hâk-i
bad [442]verilip
vaslın arar
Hem dağ ve sahra içre
Nil ü Fırat eder leyl ü Nehar
Bu ne felek ins ü
melek aşkınla buldu karar
Encüm ile şems-ü
kamer âteşlere düşmüş yanar,
Yer oturup gökler döner arz-u semâ halvettedir.
Nâm-u
nişânın kalmasın bildiklerin cümle bırak
Gel
giy fenânın câmesin[443]
ola fenâ sana durak
Âşk
ehlisin gel ey gönül meydana gel yalın ayak
Aç
gözünü ibretle bak birdir kamu yakın ırak,
Deprenmez olur dil dudak vasl u likâ halvettedir.
Kâr eylesin derd u
elem âlemde devlet isteyen
Canın verip vuslat alır
hikmetle himmet isteyen
Meydana gel zilletle
izzetle rif’ât isteyen
Firkâtte vuslat
isteyen mihnette rahat isteyen,
Vuslatta işret isteyen ayş-ü bekâ halvettedir.
Gülşen
bilirsen Azbi’ya âlemde zecr[444]
külhanî[445]
Kulhanda
kesret vahdetten eyle safây-ı gülşenî
Gafil
yabanda gezme gel senden iste sen seni
Terket
Niyâzî sen seni bir eyle gel cân-u teni,
Duysam diyen Hakk sırrını sırr-ı Hüdâ halvettedir.
41
Dersi onun “leyse fî-‘d-diyâr”i[446] olur
Hemdemi
yâri onun dildâr olur
Kesret
içre yârana ağyar olur
Kim ki aşkın dârına
ber-dâr olur,
Cümle uşşâk içre ol serdâr olur.
Olmasa ehli şeriat
ahret
Merhamet Hakk’tan
yeter Hakk merhamet
Ehl-i aşk eyler rivayet sende et
Bunda uşşâkı yakan od
âkibet,
Nâr-ı İbrahim gibi gülzâr olur.
Arife
bu söz iyandır ârifan
Ben
tevekkül bendesiyim Hakk beyan
İbn-i
vaktim bilmezem ıssı ziyanı
Bunda
ağyâr kesretinden kurtulan,
Vahdet illerinde vâsl-ı yâr olur.
Derdine em [447]bilmedin
hazık isen
Ehl-i derd olmakla layık
isen
Dinle dersim aşık-ı sâdık
isen
Korkma Tâmudan eğer
âşık isen,
Bülbül olanın yeri
gülzâr olur.
Pirinin
sözü ile amil olanın
Devlet-i
irfana nail olanın
Sırrı
yezdân ile kâmil olan
Cennet-i
irfâna dâhil olanın,
Kande baksa gördüğü didâr olur.
Bilmeyen Hakk’tan
cevabı veremez
Gitmeyen maksuda asla
eremez
Ol hakikat güllerini
deremez
Gözsüz olanlar o yüzü
göremez,
Anı gören hep “ulül-ebsâr“ olur.
Bed-
endiş [448]kimse
ile hâllenme kim
Aklın
ile kavlini[449]
kullanma kim
Tellili
dibalar[450]
giyip sallanma kim
Dünyânın
lezzâtına aldanma kim,
Bir gün ola cümle zehr-i mâr olur.
Çün nasihat
dinlemezmiş ru-siyah[451]
Hem demi yâri olur
hicriyle âh
Akibet bu saltanat
ola tabah [452]
Sen gerekse ol
cihânda pâdişâh,
Bir beş on günde o târümâr olur.
Hızır
ola daim refikin hem rehin
Subhdem[453]
bekledim habibin dergehin
Yüzünü
görmek dilersen o mehin[454]
Tâc-ü
tahtı kulluğuna ol şehin,
Verir isen devletin tekrâr olur.
Masiva bendine olma
kayd u bend
Gel necasetten
taharet kıl Meded
Kim ola adın senin
ferd ü vahid
Ger kabul oldunsa şâh
oldun ebed,
Kande böyle assılı bazâr olur.
Bu
sözümü arif olan okuryazar
Ehl-i
hal yoklukta olmuş şehriyar
Cümle
varlığın sen ile târumar [455]
İllâ
tâc-u taht’a olmaz vasl-ı yâr,
Âdet oldur ona cân işâr olur.
Hayr ile şerri bilirsin
mameza[456]
Ki tecelliden
teselliden ola
Mısrî’den sana
nasihat Azbî’ya
Kim ki kendin yoğ
ederse, Mısriyâ,
Yokluğun tâ gâyetinde vâr olur.
42
Yezid [457]mezid[458]
doğar bir vasi’ yerdir
Bu dünya dedikleri
zeyb[459] bî ferdir[460]
Münkir ezelden köreltmiş
kördür
Erimiz erdir Pîrimiz
Pîrdir,
Karamız nûrdur yerimiz Tûr’dur.
Her
yerde zahir görmeyin piri
Zan
eder başkadır şeytan piri
Kimine
özünden yoksa haberi
İsteyen
yâri izlesun Pîri,
Pîrden ayrılan Hakk’dan ayrıdır.
Mest u hayranım eğlenmez kârım
Sırsız bilmez zahid esrârım
Hakk’tan söylerim Hakk’tır güftarım[461]
Pîrdir envârım Hakk’dır etvârım,
Düşmanım bî-şek Hakk’dan ol dûrdur.
Taşradan
ister dilde mihmânı
Kâmil
geçinir gör şu seyranı
Kaplamış
anı küfrün ısyanı
Şol
ki Süfyânî arttı tuğyânî,
Oldur şeytânî bir gözü kördür.
Yerde gökte yok gözedir Hakk’ı
Zi-ruh bî-ruhsuz[462] durur
Hakk’ı
Şeytana dönmüş ere, der Hakkı[463]
Azdırır halkı bezdirir Hakk’ı,
Kizbi çok sıdkı bindebir yokdur.
Hubbu
sivâyı at er ol sende
Olma
sa’[464] et
yek-dil [465]
efgende[466]
Azbî meyli
koy dehri[467]
ferzende[468]
Mısrî’nin
dinde izzeti zinde,
Cümle millette Hamzavî hordur.
43
Olanlar âşkla fâni olur elbette meydanı
Bu rahın mest u hayranı verir esrarı vicdanı
Kimin kim vardır irfanı ol kadri insanı
O yolların mugeylânı âşıkların gülistânı,
Hicâzın yolu karbânı ne güzeldir, ne güzeldir.
Ayağı tozunu görmek ne güzeldir, ne güzeldir,
Habibini can ile sevmek ne güzeldir, ne
güzeldir,
Onun vaslına ermek ne güzeldir, ne
güzeldir,
Çıkıp hüccâc ile gitmek ne güzeldir,
ne güzeldir,
Yolunda cânı terketmek ne güzeldir, ne güzeldir.
Eden arz-ı kemâlatı bulur gönlünde ol zatı
Bulanlar aşkta halâtı bilir fenni [469]
kerâmatı[470]
Bilen sırrı Makâlat’ı[471]
talep eyler cehâlatı
O yolların riyâzâtı eritir hep hatî’âtı,
Visâlin haccı lezzâtı ne güzeldir, ne güzeldir.
N’ola
kim âşıkım dersem sivanın[472]
leşkerin[473]
kırsam
Cemâlin
bağına girsem açılmış güllerin dersem
Hakikat
menzile ersem yoluna can u baş versem
Medine şehrine varsam Habîbin ravzasın görsem
Eşiğine
yüz sürsem ne güzeldir, ne güzeldir.
Cefâsı yaktı dilleri bana güldürdü elleri
Kokar hakikat gülleri ağlar bu can bülbülleri
Hüdâ’nın bazı kulları gelir mahlûka yalvarı[474]
Geçip ol yüce belleri çıkarsak başa yolları
Görünse Kâ’be illeri ne güzeldir, ne güzeldir.
Görenler nur-i siyah’ı olur aşıkların mâhı
Bulanlar
doğruca râh-ı vücudunun olur şâhı
Figân
u zâr edip gâhi nice ben etmem ahı
Nebilerin
nazargâhı, Velîlerin karargâhı,
Görürsem Kâbetullahı ne güzeldir, ne güzeldir.
Gözüm ağlarken gülse her işi Azbî’nin bilse
Sivânın cündünü[475]
kırsa sinemde yâreler olsa
Niyazî’ye nasip olsa varıp maksudunu bulsa
Bana yârim merhamet kılsa salınsa yanıma gelse
Safâ u zevk ile dolsa ne güzeldir, ne güzeldir.
44
Rasülün şerini gütmek ne güzeldir, ne güzeldir,
Netice ahdin gözetmek
ne güzeldir, ne güzeldir,
Fenâ ve bekâyı terk
etmek ne güzeldir, ne güzeldir,
Ey Allâhım seni
sevmek ne güzeldir, ne güzeldir,
Yolunda baş ve cân vermek ne güzeldir ne güzeldir.
Dilî
maksuda ermek gönülden ağlar iken gülmek
Ayağı
izini görmek tozuna yüzünü sürmek
Visali
dilbere ermek yoluna vârını vermek
Şol
ism-i zâtını sürmek visâlin gülün dirmek,
Cemâl-i pâkini görmek ne güzeldir ne güzeldir.
Beyan olsa kamu sırlar bilinse cümle sözler
Eğer kışlar ve ger yazlar gönülse vaslını özler
Aradan kalksa bu nazlar murada erse dilbazlar [476]
Sürüp dergâhına yüzler döküp yaşı yere gözler,
Bir olsa gice gündüzler ne güzeldir, ne
güzeldir.
Bu
dehrin varına düşmek yoğu var ile değişmek
Dahî
yar ile barışmak varıp menzile erişmek
Senin
derdine sataşmak firakın narına düşmek
Visâlin
derdine düşmek yanup aşk oduna pişmek,
Sonunda sana erişmek ne güzeldir, ne
güzeldir.
Bu Azbî’ye cefa kılmak varıp bir gayrısın bulmak
Gözüm yaşını çağlatmak sinemi nâz ile dağlatmak
Var mı beni ağlatmak dahi ferdalara salmak
Niyâzî yârini bulmak yanında eğlenüp kalmak,
Varup bir ile bir olmak ne güzeldir ne güzeldir.
45
Celâli kibriyayı vârına cebbâr olandan sor
Hüdânın ism-i
settârın dahi settar olandan sor
Dil-i biçâre ki derdi
dili bimar [477] olandan sor
Rumuz-u Enbiyâ-yı
vâkıf esrâr olandan sor,
Enel-Hakk sırrını candan geçüp ber-dâr olandan sor.
Hazne-i
hâceti doldur hedeften gözünü ayırma
Erince
vaslı dildâre gece gündüz hemân[478]
durma
Yapış
dâmeni maksuda meded bi-ma’na[479]
yorulma
Yürü
var ehl-i tecridi alâik ehline sorma,
Anı cân u cihânı terk edüp deyyâr olandan sor.
Tariki aşkta ey çengi düdüğünü çalmak istersen
Heman bir özüne oyna dürüst kul salmak istersen
Vücudun kaydını çekme eğer var olmak istersen
Gâhi kahr-ü gâhi lutfun kemâlin bilmek istersen,
Fenâ ender fenâda yoğ olup hem var
olandan sor.
Bu
vechu’llâhı âdemden ihanet ehli anlamaz
Evi
olsa sekiz cennet kasavet ehli anlamaz
Hakikat
sırrını zâhit kabahat ehli anlamaz
Dilâ
bu Mantık’ut-tayrı fesâhat ehli anlamaz,
Bunu ancak ya Attâr veyahut Tayyâr olandan sor.
Eşeklik etme yüklenme riyayı zahid u takvayı
Feragat eyle kavgadan veli buldun müsemmayı
Çü gördün Azbî mevlâyı müsemma sorma esmayı
Anadan doğma gözsüzler kemâhi görmez eşyâyı
Niyâzî vech-i dildârı ulül-ebsâr olandan sor.
46
Her ahdine sadıkların eğlencesi tevhid olur
Vaslına dil yanıkların eğlencesi tevhid olur
İhsanına layıkların eğlencesi tevhid olur
Hakk’ı seven
âşıkların eğlencesi tevhid olur,
Aşk oduna
yanıkların eğlencesi tevhid olur.
Zâr
etmede can bülbülü arz olmakta Hakk’ın gülü
Eser
onun için aşk yeli akar gözümden gam seli
Şeyhin
görür Hakk’tan veli candan olur onun kulu
Durmaz
isim sürer dili sorar müdâm doğru yolu.
Gerçek ere diyen belî eğlencesi tevhid olur.
Bilen hakikat sözünü yârinden dönmez yüzünü
Bulan gönül yıldızını bayram eder gündüzünü
Hakk eyler onun yüzünü bulur yolun düzünü
İzinden ayırmaz gözünü canla tutar sözünü,
Görmeğe iver yüzünü eğlencesi tevhid olur.
Meydanı
aşkta şehri yâr cân ile hem başı kıyar
Çevkanla
topu kapar “enel hakk” dava kılar
Doğru
yolu daim sorar yarasına merhem arar
Halkın
arasından çıkar tevhidi görmeye can atar,
Bülbül gibi daim öter eğlencesi tevhid olur.
Mâh ile sâlı [480]terk
eder hayr u bali[481]
terk eder
Berr [482]
ile bahri terk eder ehli iyalı terk eder
Mal ü menâlin terk eder ehl ü iyâlin terk eder,
Eldeki kali terk eder eğninde şalı terk eder
Hâl ile kâlin terk eder eğlencesi tevhid olur.
Veli
kapısın beklesin Allah gülünden koklasın
Kalbinde
yâri yoklasın sırrı gönülden saklasın
Derdin
kime ya söylesin bilmez ne edip hem neylesin
Dünya
u ukbâ perdesin ardına atar cümlesin,
Ko mâsivâ eğlencesin, eğlencesi tevhid
olur.
Kulu olur yoldaşının hiç yâri olmaz nâşının
Kaydı gerekmez başının din ü iman teşvişinin
Azbî gibi dilrişinin[483]
canla Hakk dervişinin
Mısrî’ye uyan kişinin
gider çürüğü işinin,
İçindeki can kuşunun eğlencesi tevhid olur.
47
Âh dil düz çeker sanma ki kalakana[484]
değer
Böyle karşı komadın aşıka ah yânedir
Çünkü can almaz vermez ya niçin kâne değer
Esecek bâd-ı sabâ aklıma san şâne değer,
Zirâ ol esrâr-ı dil zülf-ü perîşâne değer.
Hali ahvali beyan her
kişinin er kişinin
Çünkü averesi oldu
görünen cünbüşünün
Rehi aşkında senin
derdinle dervişinin
Leb-ü dendânı
hevâsiyle akan gözyaşının,
Birisi mâ’nâda bin lü’lü ü mercâna değer.
Rehi
aşkında senin olmayı dava kılanın
Bellidir
her kişinin gerçi varmı yalanın
Aşık
hasta dilin derdli canın alanın
Gam-ı
hicrî ile âhı ona âşık olanın,
Çıkar eflâke iner tâ yedi nîrâna değer.
Tâc ile tahtı dağladı
nice peyk [485]
gurrelerinin[486]
Ola mı cahil ile
farkı bu dem terrelerin[487]
Arkası çün yere
gelmez bilirem harrelerin[488]
Yüzünün mihrine karşu
dolaşan dürlerinin,
Birinin nûru nice mihr-i dirâhşâne değer.
Yüce
gör kadrini sen aşkla etmek basanın
Birliğe
postu döşer adettir pek basanın
Yüzünü
görmeğe gel aşkla sen basanın
Eşiğinde
baş urup sıdk ayağın berk basanın,
Başı arşa ayağı kürsî-i Rahmâna değer.
İşidir her ne desen fehm
ile hayvan kulağı
Vardır âşıkta dilâ
din ile iman kulağı
Kimde gem olsa şehâ hubbeli[489]
irfan kulağı
“Limen-il mülk“ nidâsın işiten can kulağı,
Anı cânından işitir yine cânâne değer.
Sırrı
esrarı ilâhî bu dem dilde bulan
Eremez
Kâbe’ye ol Şam’ı bulup yolda kalan
Bir
olur aşıka çün hayr ile şer küfr ü iman
Ol
nidâyı işitir “men arefe“ vâkıf olan,
Lîk ol mâ’rifeti sanma her insâna değer.
Görüp ol yârini yârin
göre yârin bilişe
Göre ol yârini ân dem
ona yaran alışa
Azbî yarınden erer
yârini yarın görüşe
Sana bir cezbe Niyâzî
ki o dosttan yetişe
Dükeli ins ile cinne olan ihsana değer.
48
İhsânı feravan et cennet yolunu göster
Hem sohbetim irfan et zillet yolunu göster
Gel derd ile derman et rahat yolunu göster
Yâ Rab bize ihsân et vuslat yolunu göster,
Sûrette koma cân et uzlet yolunu göster.
Ey Mâliki kudret sen
kıl bendene kim şefkat
Feth ola bana hikmet
ihsanına yok gayet
Lutfunla edip himmet
halime ola rahmet
Eyledi hevâ gâret
oldu işimiz âdet,
Dergâhın ulu gâyet kudret yolunu göster.
Meylimi
safâdan kes yârimi cefâdan kes
Gönlümü
nizadan kes hırsımı beladan kes
Kalbimi
devadan kes zevk ile sefadan kes
Nefsimi
hevâdan kes, kalbimi riyâdan kes,
Meylimi sivâdan kes halvet yolunu göster.
Lutfunla münasip kıl
yolunda mücazip[490]
kıl
Nâili merâtib[491]
kıl sırrına sahip kıl
İhsanına vacip kıl aşkım
dahi galip kıl
Candan sana tâlip kıl
her tâate râğıp kıl
Bir Pîre musâhib kıl hizmet yolunu göster.
Bahşet
dem-i İsâ’yı der görmeğe mevtayı[492]
Arzet
bana câyı[493]
göster tene Mûsâ’yı
Arz
ile müsemmâyı geldim sana ağlayı
Tâ’lim
edip esmâyı bildir bize eşyâyı,
Duymaya “Ev ednâ” yı hikmet yolunu göster.
Kimde görüne deyyâr[494]
derviş olur ahir-kâr
Zevk olur ona efkâr
yâr olur ona ağyar
Göründü ona her var
kim oldu ülü’l ebsar[495]
Hâr içre biter
gülzâr, zâr içre doğar envâr,
Her şeyde tecellîn var rü’yet yolunu göster.
Yârin
bula gurbette sahip-kadem ülfette
Âlim
ede sohbette arif olan elbette
Azbî
gam mihnette rahat bula zillette
Şu
kim ola vuslatta, halvet bula celvette,
Bu Mısrî’ye kesrette vahdet yolunu göster.
49
Ânın kim yoksa salâhı kuru meydânı neylerler
Acep nefsinden acizler gam-ı şeytanı neylerler
Selâmet menzili çün kim fenâdır şânı neylerler
Bilenler vech-i cânânı bu cism ü cânı neylerler,
Görünse şemsin envârı meh-i tâbânı neylerler.
Niçin gizlenmedi
belli sıfatından münafıklar
Görür heer yerde şerrin
ehli Habibinden cüdalıklar[496]
Sülûk arsa-i aşkta
vücudu gamla yanıklar
Bugünkü cennet-i
irfâna dâhil olsalar uşşâk,
Yarınki va’d olan hûri veya gılmanı neylerler.
Ne
sırdandır ki cinsi ile kişi eyler acep sohbet
Garibi
vaslı dilberden beyandır âteşi garib
Kamu
zerrat ile zâtın sıfatından ulu hikmet
Bugün
âmâ olan yarın dahi âmâ olur elbet,
Aça gör cân gözün kim bî-basar nâdânı neylerler.
Neden içinde derc
oldu ulûm-u hikmeti Mahmud
Niçin esma müsemmadır
müsemma hücceti mevcûd
Niçin her yerde
zahirdir hakikat cismi nâ-mevcud[497]
Sülûk ehline insan
sohbetin bulmak durur maksud,
O sohbet kim bulunsa sohbet-i hayvânı neylerler.
Bulanlar
merdi meydandır veli postun tarikçe
Veli
der kim göründü ise hakikatten şeriatçe
Bulan
ey dil tarikatte kemali sa’yi hizmette
Gönül
duymazsa vicdân ile Allah’ı hakîkatçe,
Mücerred dildeki ilmi veya irfânı neylerler.
Elin çek böyle
himmetten riya ve ucb ola onda
Kemal gösterse
sohbetten riya ve ucb ola onda
N’olur bu arzı
hikmetten riya ve ucb ola onda
Ne hâsıl şol
ibâdetten riyâ ve ucb ola anda,
Gider şirki gönülden Hakk’a kim tuğyânı neylerler.
Özündür
Mescid-i Aksa sözündür “Gul kefa bi’llâh”[498]
Eğer
hemrenk oldunsa hakikat hoş rasülüllâh
Görünür
sana her yüzden okursun “fî emâni’llâh”[499]
Salât-ı
ehl-irfân kıblesidir “semme vech-ullâh”
O veche kul olanlar tâat-ı noksânı neylerler.
Eğer ahının mevlâyı duyup
hem-sâza[500]
uydunsa
Sivâyi cismi hakkanî
edip düşmanı duydunsa
O rûyun sırrına Azbî
sen mahrem oldunsa
Niyâzî “küntü kenzen”
sırrını kendinde buldunsa,
Süleymen tahtını, ya hikmet-i Lokmân’ı
neylerler.
50
Kimi İsâ der kimi Mûsa acep cahil nedir
Cümlemiz Allah bir der arada batıl nedir
Ehli hikmetten sual et alemle gafil nedir
Ey gönül Mecnûn kimdir
zahiren âkil nedir
Gâhi habs u gâh ıtlak olmadan hâsıl nedir
Kim ki Hakk’ı tanıdı
Hak olmadı ehl-i acep
Kimdir Allah’ın
rızasın etmeyen eya talep
Kimdedir Hakk’ın umuru
kimdedir emri celp
Bunca kavgalar ki
oldu geldi geçdi gitdi hep
Bâ’is-i kavga nedür bildün mi hiç asıl nedir
Terk
edip cahilliğini irfana fetva verdiler
Ehli
aşkı başka hâlet içre çünkü gördüler
Her
biri kulu bulup bir yere dirildiler
Zülfi
sevdasıyla âlem birbirine girdiler
Vade-i bezm-i visale kim erer vâsıl nedir
Çünkü ol ruhu revanım[501]
kıldı isbatı makam
Kıldı kendi ehli
vecde eyledi arz-ı kelam
Kondular bir gayrı
devre eyleyüp birbir kıyam
Etdi binyüz birde bin
bir hikmetin cümle tamâm
Oldı tekmîl-i fazilet seyr edün kâmil nedir
Ömrü
Nuh ve sabrı Eyyüp ve şehidi Yahya gibi
Hükmü
Yusuf zâr-ı Yakup muciz Musa gibi
Azbî
her yüzden göründü çün yed-i beyza[502]
gibi
Meryem ü İsâ vü Mehdî Âdem ü Havva gibi
On iki yaşındadır Mısrî aceb hâmil nedir
51
Nice bir yahşi yaman söyleye bu il nice bir
Nice bir olmaya sen bendeliği al nice bir
Nice bir eyleyesin hayr işe ihmal nice bir
Nice
bir mekr-ü hiyel nikbet-i Deccâl nice bir,
Nice bir ey dini yok mezhebi yok dâl nice bir.
Nice bir putun ola dinde bu hal ile nice bir
Nice bir şayi’[503]
ola halka bu ahval nice bir
Nice bir kârın n’ola haltla [504]
ef’âl nice bir
Nice bir adlü katl fitne-i ihyâ edesin,
Beni öldür sunayım boynumu gel çâl nice bir.
Âlemin halkına kalk nevale doldur
dense
Köhne-i dünyayı alıp dinini öldür
dense
Zülümle ahireti cenneti kaldır
dense
Hükmü şer-i dahi kendine uydurdun
ise,
Hâkimin hükmü yeter fitne ile âl nice bir.
Terk edip fıskı bugün taatıyla alışalım
Gel şeriatla seninle biricik buluşalım
Arsa-i Hakk’ta salât gürzünü gel salışalım
Hâzırım ben hünerin var ise gel görüşelim,
İlm-i Ledün okunu gürzünü gel sâl nice bir.
Zahida oldu cihanın şerefi gündüz
ile
Görmüşem Hakk’ı bugün Hakk
gözüyüm Hakk gözüyle
Azbî ya hemdem ola kimki netice
öz ile
Şerr-i Deccâli def-i mümkün ola
mı söz ile
Mısrıyâ var ise hâlin o yeter kâl nice bir.
52
Âşıkım eyler isem iftihar
Gördü gözüm çünkü
yüzün âşikâr
Etme kerem eyle beni Şir
[505] mesar[506]
Oldu yüzün subh-i
senin ey nigâr,
اِنْـفَجَـر
يَـنْفَجِرُ اِنْـفِجَارٌ
Oldu gönül şerha gibi yareli
Ben sır ile sır evine gireli
San [507] ölüyüm
sana gönül vereli
Kalmadı bu dilde seni göreli,
اِصْطَـبَـرَ يَصْـطَبِرُ
اِصْطـِبَارٌ
Sana yakın oldu iman küfr ile
Seni arar her biri bir emr ile
Yakar tenim hicr ü gamı kahr ile
Lutfedüp etme beni bin cevr ile
اِخْـتَبـَرَ يَخـْتَـبِرُ
اِخْتِـبَارٌ
Kimse senin karışamaz vermene
Mâil imiş can ile dil handene [508]
Kılma cefâ bend u efgendene
Sana atâlar yaraşur bendene,
اِفْتَـخَرَ يَفْـتَخِرُ
اِفْــتِـخَارٌ
Bab-ı tevekkülde durup bekledin
Gerçi gönül hayli zaman inledin
Bunca zaman oldu nedip neyledin
Yetmişe vardı yaş eyledin,
اِخْتَـيَرَ يَخْتَـيِرُ
اِخْتِـيـَارٌ
Ferd ü ehad Azbî’ye birdir ehad
Zahir u batında ehad hem ebed
Lutfuna çün olmaya hadd ü ehad
İtme Niyâzî gedâyî meded,
اِنْـتَظَــرَ
يَنْـتَظِـرُ اِنْـتِـظَارٌ
53
Ey
gönül namusu arın kandedir
Şadumansın[509] âh u zarın kandedir
Vaslı yarsın elde
varın kandedir
Ey garib bülbül diyârın
kândedir,
Bir haber ver gülizârın kândedir,
Çünkü
sen âşk ile berdâr [510]
olmadın
Yok
iline varuben vâr olmadın
Mâil
yâri vefâdar olmadın
Sen
bu ilde kimseye yâr olmadın,
Var senin elbette yârin kândedir.
Bilmedi hiç kimse hoş adın senin
Arttı günden güne feryadın senin
Âh u efgânın oldu mu’tadın senin
Aşk içinde kimdir üstâdın senin,
Bu senin sabr-u karârın kândedir.
Vahdet-i
fehm eyleyip halvettesin
Bir
enisin yok aceb hasrettesin,
Rahatı terk eyledin mihnettesin,
Gece gündüz bilmeyüp hayrettesin,
Yâ senin leyl-ü nehârın kândedir.
Cümle âlem mâil olmuş sözüne
Ne göründü güle karşı gözüne,
Ne büründü baktığınca özüne,
Kimse mahrem olmadı hiç râzına,
Bilmediler şeh-süvârın kândedir.
Azbî’i
ağlar iken güldür diler
Gökte
uçarken seni indirdiler,
Çâr-ı unsur bendlerine urdular,
Nûr iken adın Niyâzî dediler,
Şol ezelki itibârın kândedir.
54
Kimi inkâr eder beni kimi Yezdân görür
Kimi puthâne der beni
kimi zıllı [511] rahman görür
Münkerlere put
kendiyim ârif olan kur’ân görür
Halk içre bir
âyineyim herkes bakar bir an görür,
Her ne görür kendi yüzün ger yahşi ger yaman görür.
Bu
dilberi kân u kerem bu san’atı her bâr [512]
eder
Hiç
suçu yok bir kimsenin sorsak ona deyyar [513]
eder
Görse
beni bir ehli hal Hakk’tır bana ikrar eyler
Şol
câhil-ü nâdânı gör örter Hakk’ı inkâr eder,
Kâmil olanlar kâmilin herbir sözü bürhân görür.
Nefsimledir cenkim gönül münkirlerle cidal [514]değil
Her ne ceza kılsın bana kimdir bana mahal değil
Ne zem olsam zarar değil ne medh olsam efdal değil
Medh ile zemmi âlemin kıymette bir hardal değil,
Hâr o durur harmanda ol buğdayı kor saman görür.
Umura [515]
nazar eylersen Hakk’tan onu anla dolu
Can u
gönülden zerrenin bekle kapısın ol kulu
Bir
pirin tut dâmenini hizmet eyle anla yolu
Tuttu
rikâbın ârifin nice salâtin-i ulu
Kâmil olan sultânı gör dervişi ol sultân görür.
Hayvanı görse bu gözün hayvanı ko insana bak
Olmak dilersen ehl-i aşk âşk ehline bir tane bak
Her gördüğün kemter kula arif isen merdane bak
Dervişi Hakk yakmış iken anı yakan sultâna bak,
Hamam içinde dilberi görmez gözü külhân görür.
Kuş
dilini fehm eyledi ki âşık kitabın okudu
Çünkü
eminim âdemim Mevla sırrı bende
Azbî
cevlân ederdin sen kevn u mekân hiç yoktu
Ol
dilberin Mehdî adı sükker durur halka tadı,
Mısrî çeker bu mihneti ol râhatı Rahmân görür.
55
Gönlümde benim nefsle hayli kederim var
Dünyada dahi hırsla [516]yer yer eserim var
Bidim feleğin devrini
ondan haberim var
Esmâ-i ilâhiyyede
bî-had hünerim var,
Her demde semâvat-ı hurûfa seferim var.
Mevlâyı
o kim bilmedi dini ebedi yok
Bir
duzaha[517]
düşmüş ki halasa mededi yok
Her
kim ki Hakk’ı bilmedi onun ahadi [518]
yok
Gönlüm
göğünün yıldızıdır hiç adedi yok,
Her burçta benim bin güneş bin kamerim var.
Âşık olana hak nazarın vermese iz’an [519]
Devri feleği anlamayan devr ile hayvan
Derc oldu kamu âleme bu ilmile irfan
Âlimler ebced hacesi olmak olur âr,
Alçak görünen ebced’e âlî nazarım var.
Âdem
yüzüne can gözünü açtı gelip bak
Hep
bildiğini ârif isen cümle bırak yak
Mestane
olan elbet eder keşfi “enel hakk”
Arş
u semâvatı ulûmun budur el-hak,
Hem dahi zemininde tükenmez güherim var.
Fehm eyleyemez âşık olan zülümle kesri
Taş yağsa ne eder fehm edemez mucib zecri [520]
Her can bu dili anlayamaz epsem[521] ol
Azbî
Bununla bir oldu dem-i Îsâ ile Mısrî,
Gönlüme dahi ne gelirim ne giderim var.
56
Senden benim umduğum sanma bu gün vefâdır
Senden kim vefânla
bana ayni cefadır
Senin bekâ sandığın
vallâhî hep fenâdır
Vallâhi Deccâl senin
emeklerin hebâdır,
Çalıştığın sihirler ha bir kuru kavgâdır.
Âyine-i
kalbini etme paslı pür keder
Kaydı
fenâyı unut bil bu iş muteber
Zevk-i
fenadan bugün çek elini ey püser[522]
Muhittir
Allâh seni her işin ol halk eder,
Mekr-i Hüdâ’dan sakın bal sandığın belâdır.
Olma ölü kişi hâk [523]
gibi özün toz et
Bul bir kâmil ehli hal ikrar u iman kıl söz et
Nefsin ile rezil ruhunu gider bezet [524]
Müstedricün keydini keydin içinde gözet,
Kazma derin kuyuyu boyunca var kazadır.
Hırsla
nefsin unut gele Hüda’nın cezbesi
Ruhu
besle meded[525]
arşa çıka rutbesi
Dokunmasın
pek sakın sana siva güllesi
Hasmını
da bir gözet var mı sana hilesi,
Bî-hod olandan sakın kim sâhibi Hüdâdır.
Lemâyı Hakk’tan sana çünkü eser çok ise
Âyine-i kalbi sil dilde keder çok ise
Sende eğer ey kişi ilm-i haber çok ise
Dud-ı kazzın askeri her ne kadar çok ise,
Beyzâya girince ol asker ona gıdadır.
Gel bu
sivan eridir nara özün yakma kim
Âşık u
mâşuk birdir anı iki sanma kim
Azbî biçâre-i
Hakk’dan ayrı sanma kim
Çamurda
sen Mısrî’yi çok gördükçe basma kim,
Mazlûma sen kıyarsın Allâh sana kıyâdır.
57
Âkil isen ey gönül bir teftiş eyle
Evvelince pirin
dergahını bekle
Nefs haklar isen bendimi
dinle
İnile ey derdli gönül
inile,
Ehl-i derdin inleyecek çağıdır.
Döne
yaşınla değirmen aşkla
Sana
külhan ola Gülşen aşkla
Bulmaya
çünkü fenâ ten aşkla
Gel
timâr et yareni sen aşk ile
Yarelerin onulacak çağıdır.
Kim şeriat içre ol bilmez edep
Şol ki gafletle yatup etmez talep,
Gövdesinde yok mu ola canı aceb.
İşte vahdet gülleri açıldı hep,
Bülbülün efgân edecek çağıdır.
Gel
edin bülbül idin sen bülbüle
Sen
nedîm idin ezel ol şâh ile
İmtihân için gelip sen bu il’e.
İnlemek
sana yaraşur derd ile
Hem gözün kan ağlayacak çağıdır.
Vaslı yari subhdem[526]
ister bu ten
Yok kararı gönlümün bilmem neden,
Kasd eder bin pâre ola bu beden,
Var ise gitmek gerek bu areden,
Aslına azmeyleyecek çağıdır.
Oku
azbî “ve hussile mâ fî’s-sudur”[527]
Ey
Niyâzî dünyâda etmez huzûr,
Şol kişi kim olmaya ehl-i gurûr,
Hakk’ı
anla etmeden bundan ubûr,
Mevtin elçisi gelecek çağıdır.
58
Bu “ene’l hakk” davasıdır bunda oynar başlar
Onun için göremez hurşid [528] yüzün huffaşlar [529]
Hak sözü etmez kabul
münkir olan kallaşlar [530]
Âteş-i hicrinle can
durmaz figâna başlar,
Kaynayup akar ol âteşle gözümden yaşlar.
Aslı
fer’i kandedir gel sor beni yakan odun
Yerde
gökte meskeni yok gör beni yakan odun
Âlemi
ihrak [531]
ederdi bil beni yakan odun
Zerresi
zâhir olaydı ger beni yakan odun,
Âlemi uçtan uca yakaydı hep âteşler.
Herkesin halini beyan haktır kemâlin rütbesi
Yanında fânusu hayal içre hakikat şem’ası[532]
Âlemi kıldı ihata zât-ı Hakk’ın lem’âsi[533]
Harfe savte dokunaydı bu iniltim şemmesi,
İnler idi yer ü gök dağlar ile hep taşlar.
Âşıkın
bir kârı var meydân içinde gizlidir
Hırka-i
şalım gibi erkân içinde gizlidir
Küfrünle
dinim benim iman içinde gizlidir
Âteşim
yâşım iniltim cân içinde gizlidir,
Zâhirimde yok içimde hâsıl oldu yaşlar.
Nârıyım Nemrûd’un illâ Halîl’e zemzem
Bendedir sırrı Âdem Safî’den Ekrem
Yine sırrımdır benimle her demde hemdem
Bî-kesem bu âlem içre sırrıma yok mahrem,
Bilmedi derdim benim ne kavm u ne gardaşlar.
Fani dünyanın
diriğa[534]
handesine[535]
aldanan
Âlem-i
süflide kaldı devletine aldanan
Kimi
ender fenâdır buldu ulvîde mekân
Hâlime
haldâş olan hem sırrıma sırdâş olan,
Cümle dağıldı başımdan kalmadı haldaşlar.
Lâ ve illâ dan gönül geç bundadır sırrı aceb
Ne kaçâr zahm-ı[536]
habibden ne arar zahma[537]
tabib [538]
Herkes bir güzele baksa yâr ayn-ı rakîb
Mahv-ı sırra düştü çün dil bunda ben oldum garib,
Yalnız kaldım tükendi kalmadı koldâşlar.
Nuru
esrâr-ı hakikat zerreden yüz gösterir
Hak Süleymanı
ararsın katreden yüz gösterir
Afitab-ı
[539]
tab-ı âlem [540]
şem’adan yüz gösterir
Vech-i
mutlak günde yüzbin çehreden yüz gösterir,
Yerde gökte anı yazar cümleten nakkaşlar.
Azbî’yi nefsinden alır lanet senin deyü racim
Bir elifle birbirine girdi cânâ ayn ve mim
Nâs-ı hâsın maksudu çün oldu lâm mim cim
Nicesi tâkat getürsün ona karşı Mısrî kim,
Adın işitmekle düştü halka bu savaşlar.
59
Cânımız kurbandır illâ tendedir cânânımız
Çünkü mihmân oldu
dilde dilberi dermânımız
Bu sebepten fark
olunmaz vâlih[541] ü hayranımız
Sırf içirdi bize
vahdet câmını cânânımız,
Onun için bir nefes ayrılmadı mestânımız.
Düzahi
[542]cennet
kim anlar zevk gülzardan bugün
Dilber-i
rana [543]
edenler nefs emmâreden bugün
Yok
ile ol kes değişti eldeki vârın bugün
Küfr-ü
imân gussasından kurtulup Yâr’in bugün,
Şol ruh-i zülfünde bulduk küfr ile imânımız.
Sanmaki senden ve ondan yok gönül var şey umar
Ki çeşmim hayr ile şerden eyleyip yokta karar
Hamdülillah oldu tekmil u figan ve âh u zar
Lutf ile dün gice geldi bize teşrif etti Yâr,
Adın işitirken il oldu şükür mihmânımız.
Canıma
minnet bilüben gelmişim nâdanlığa[544]
İtibar
kalmadı zahid fenâ sultanlığına
Hânemizi
hâli [545]
buldu yâr mihmânlığına
Nice
geldi cânı teslim eyledik kurbanlığa,
Hamd-ü lillâh kabul oldu bugün kurbânımız.
Râdeti [546]
cüzî ise var elde zahid müşrik
“tü’tî’l-mülke men teşâ” [547]
dersi olmuş malik
Belenli [548]
âlidir hakikât menzili çün salik
Halk-ı âlem her dem okur “Küllü şey’in halikün“,
Kendi okur dâimâ “İllâ vechehu“ Subhânımız.
Sanma
kim sohbet eder gönlüm seninle anlanır
Bu
sözüm deme cihanda koş tenle anlanır
Hakk
derim Hakk’ı söylerim gönlüm benimle anlanır
Bir
aceb hatlar dürur gâh yazılur, gâh
silinir,
Vech-i bâkî levhi üzre dâimâ â’yânımız.
Olmaya hemdem fenâda âşık dil mest ile
Gönlümüz hoştur cihanda nist’le[549] ve
hesti ’ le[550]
Azbî hoştur gönlümüz bir dostla bir post ile
Aşinâlık arttığınca ey Niyâzî dost ile
Arttı bezm-i vahdet içre günbegün seyranımız
60
Geçmişiz Mecnunluğu sirette Leylâ olmuşuz
Vasılı esrâr-ı yâriz
ayn-ı eşya olmuşuz
Okuyan esma okur
bizler muamma olmuşuz
Tâ ezelden biz bu aşk içinde
rüsvâ olmuşuz,
İsmimizdir söylenen mâ’nada Ankâ olmuşuz.
Kalmışız
kesrette kavga içre cana sandılar
Sohbet-i
hâsımdır [551]
ol meh zahid el-leylü ve Nehar
Kande
baksam sevgili yârim görünüyor âşikar
Şol
izâfât-u taayyün sofların giysek ne var,
Çünkü ondan soyunup ma’nen muarrâ olmuşuz.
Genc-i istiğnaya saldık postumuz sır bekleriz
Vasl-ı hakk’al yakîniz vârı yoğu neyleriz
Hamdülillâh kande baksa yâri seyran eyleriz
Mantık-at-tayr’ın lûgâtı
muğlâkından söyleriz,
Herkes anlamaz bizi, bizler muammâ
olmuşuz
Çün
sırat-ül müstekimdir salike şeyhin izi
Nola
hizmet arz ederse şeyhine salik yüzü
Şüphesiz
onda hakikat açılır Ruşen gözü
Lafz
u sûret cism ile anlamak isterler bizi,
Biz ne elfâzız ne sûret, cümle mâ’nâ
olmuşuz.
Aynı erkânı bilmez olmatıp satir [552]
uyup
Emr u nehyi münkeri fark etmeyen paslı kalıp
Kendi kaynar kendi oynar çıktığı yerde kalır
Katreler ırmağa, ırmak erdi bahre, cem olup,
Karışup birbirine hâlâ o deryâ olmuşuz.
Yaraşır
âşıkların feryad ederse şânına
Âşıkın
çünkü bakılmaz küfrüne imanına
Her
kimin kim pertevi [553]
canânı saldı cânına
Zerreler
şemse, güneş erişti vahdet kânına,
Kalmadı aslâ taaddüd ferd-ü yektâ olmuşuz.
Sureti sırrı tarîki bellidir âyinede
Sûziş [554]
cezbe Dilara hoş sâf sinede
Bellidir künhü[555]
kanaat çünkü hatta handede
Her kesâfet kim izâfet gösterir âyînede,
Ol kudûret tozunu silüp mücellâ olmuşuz.
Herkesin
iblis yüzünün vardır isi nefsidir
Çün
elifden yaya dek Tahir habibin ismidir
Zât-ı
esmâda tecelli hem müsemma cismidir
Zâhidin
zikrettiği şol harf-i savtın resmidir,
Zâkir-u mezkûr zikre biz müsemmâ olmuşuz.
Mazi-i müstakbeli geçti vücuda kalmazız
Ehl-i hale kurbanız biz münkere râm olmazız
Biz tecelli kendiyiz zahid teselli bilmeziz
Sofunun şol hûy-u hâyi narâsından almazız,
Vasl-ı deryâyız biz, ol sesden müberrâ
olmuşuz.
Âlem-i
muayyende bir bil padişah kemteri
Yine
yek[556]
sözdür hakikat ayn-i irşadın sırrı
Âlem
surettedir yârin cemâli pertevi
“Alleme’l
esmâ”ya mazhar istersen gel berû,
Âdem u hem ona ta’lim olan esmâ olmuşuz.
Azbî’nin katline fetva bende versem deme kim
Gel muhibbi hânedân ol âşkı bulsam deme kim
Küfre erme vuslat-ı dildâra ersem deme kim
Ten gözüyle Mısrî’yi sûrette görsem deme kim,
Zirâ biz ol Kâf-ı sûret içre Ankâ olmuşuz.
61
Hakk bir imandır her nadan bilmez
Lutfunu gören ağlar gülemez
Bî-nişan olur zât ve sıfattan
Bulan özünü, gören yüzünü,
Bir yüzü dahi görmek dilemez.
Hayr
ile şerden haberdâr olan
Fâş
etmez sırrı gerçektir yalan
Kesrette
gezer vahdette duran
Vuslatta
olan, hayrette kalan,
Aklın diremez, kendin bulamaz.
Biçâre gönül bir çâre umar
Âh eyler iniler dermânın arar
Dâima ağlar derdi olanlar
Her şâm u seher odlara yanar,
Hem benzi solar ağlar gülemez.
Hakk
ilmin öğren hâzık[557]
olagör
Mestane
gözün ayık olagör
Künhü
esrâra layık olagör
Âşık
olagör, sâdık olagör,
Cehd eylemeyen menzil alamaz.
Azbî özünde Hakk’ı bulalı
Özünde özün sakla bul onu
Çeşmin yaşı akar bulalı
Meftûn olalı,
mecnûn olalı,
Bu Mısrî dahi akla gelemez.
62
Esrar sözü cahile kâmil gibi dinlemez
Hakikatin aslına
masivadan ayrılmaz
Marifetin hak yüzü tarikatsiz
görünmez
Şeriatin sözleri
hakîkatsiz bilinmez,
Hakîkatin sözleri tarîkatsiz bulunmaz.
Oku
gönül dersini ola veli muteber
Uyma
sakın aklına gelmeye ruhuna hatar [558]
“Nahnü
kasemna”[559]
dır aldın ise Hakk haberi
Savm
u salâtu zekât, günâh kirin mahveder,
Darb-ı zikir olmasa gönül pası silinmez.
Mürşide bel bağlayan izledi Hakk’tan izi
Tuttu cihan yüzünü zâhir gönül yıldızı
Bendesiyim veche var kim ki anlar bu sözü
Sil gözünü dön ondan bak göresin kendi özünü,
Hakîkatin güneşi doğmuş durur dolanmaz.
Gözle
muvafık hevâ gamda kalır kimiler
Menzili
cehd eyle gitse bulur kimiler
Zahir
icadı halas niyete bulur kimiler
“Kavseyn“e erişince varır gelir
gemiler,
“Ev-ednâ“nın bahrına hergiz
gemi salınmaz.
Sermayesi sâlikin sa’ ile bin emektir
Ona kitâb-ı kadim ıbretle felektir
Sensin seni götüren sanmaki ol semektir[560]
O deryâya dalmağa can terkin urmak gerek,
Cânına kıymayınca o deryâya dalınmaz.
Âşıka
dilber ne gam eylese ger bu nâzı
Nakş-ı
hayal eyleyen dilde görür hicâzı
Hakikatin
piridir Azbî edem mecâzi
Bu
sûretin libâsın ver gayriye Niyâzî,
Ol bahre dalar isen şâyet geri gelinmez.
63
Olmaz ankâ ile yek-dil mekes[561]
Cümlenin pâyinde âşık
oldu pes
Subhdem Hakk’tan
çağır Hakk ile ses
Vasl-ı Hakk olmağa
eylersen heves,
Aşka ulaş gayriden gönlünü kes.
Âşkla
çağlar idi derya dilâ
Âşkla
yer gök durur kâim şehâ
Âşkla
devran eder arz u semâ
Gayri
nesne sanma aşkı zâhidâ,
Kendi cennetten oluptur muktebes.
Âşk yolunda varlığı ağyara ver
Cânını terk eyleyip cânane er
Kuşe-i hayrette sana kalma der
Cism-ü cânın ko yükün yükledi-ver,
Râh-ı aşka gidemez merkeb feres.
Ol ki
âşktan gördü Hakk’ın zerresin
Tekye-i
irfanda yaktı şem’asın
Kim ki
bulduysa vücudun lem’asın
Tarfet-ül-ayn
içre yakar cümlesin,
Ger dokunsa nâr-ı aşktan bir kubes.
Aşkla yansın dahi subh u mesâ [562]
Çün san âşkı Hüdâ’dır rehnümâ[563]
Zikr u fikrin ola Hakk’tan masiva
Kârıbândır bu halâik dâimâ,
Ehl-i aşk içinde olmuşlar ceres.
Hâbı
gafletten gözün aç gel uyan
Tabiî
ki sevdâ-i hâme[564]
yok uran
Nokta-i
sırrı ilâhide ıyan[565]
Onsekizbin
âlemi tutup duran,
Kâf-u nûnun terkibiyle yek nefes.
Doldu Azbî’ye Hakk’tan iştiyak
Hakk yakîn oldubana sensin ırak
Mâsivadan yum gözün Mevlâya bak
Bağ-ı cennetde olursa oda yak,
Ey Niyâzî koma dilde hâr u has
64
Buldum aradım geldim mürşid bana Kur’an imiş
Dostum diye
çağırdığım benden yana seyranmış
Bu remzi ârif fehm
eder puşide-i [566] nâdanmış[567]
Dermân arardım
derdime derdim bana dermân imiş,
Bürhân sorardım aslıma aslım bana bürhân imiş.
Bir
mürşide muhtaç idim yârdan haber sorsam deyü
Aklı
hayal fikrimi dildârıma versem deyü
Sa’yi
beliğ eyler idim ya vaslına ersem deyü
Sağ
u solum gözler idim dost yüzünü görsem deyü,
Ben taşrada arar idim ol cân içinde cân imiş.
Hayli zamandır sevdiğim hicr u gamınla sayruyem[568]
Merğubiyem[569]
özcanımın halkın yanında horiyem[570]
Zâhir u batında elhak Hakk özüme doğruyem
Öyle sanırdım ayriyem dost gayrıdır ben gayriyem,
Benden görüp işiteni bildim ki ol cânân imiş.
Oldu
tevekkül hem rıza tesbihi âşık dervişin
Mahvi
vücud etmen gerek batında zâhir teşvişin[571]
Hakk
yoluna talip isen Hakk’tan ola her cünbüşün
Savm
u sâlât u hac ile sanma biter zâhid işin,
İnsân-ı Kâmil olmaya lâzım olan irfân imiş
Her ne tâlip eyler isen olur senin Hakk ilmin
Acep riyayı terk edip at bu fenâda emelin
Gelmez ise idrâke hayf [572]
zâtınla aslın senin
Kande gelir yolun senin ya kande varır menzilin,
Nerden gelip gittiğini anlamayan hayvân imiş.
Sanma
olur vechi Hüdâ irfanla Hakk’al-yakîn
Bildi
sülûk ile bilen nûru Hakk’ı ilm’el-yakîn
Kenz-i
fenâ ola özün ola Hüdâ’ya hem nişîn[573]
Mürşid
gerektir bildire Hakk’ı sana Hakk’al-yakîn,
Mürşidi
olmayanların bildikleri gümân imiş.
Vaslı Habibe ermek ariflere devran budur
Cennette dîdâr isteyen zemzem bilir sohbet budur
İmâna gelmekliğin üzre Allah-ü a’lem [574]söz
budur
Her mürşide dil verme kim yolun sarpa uğratır,
Mürşidi Kâmil olanın gâyet yolu âsân imiş
Herkes görüp işittiğini söyler sana bir bir
durur
“hubbul
vatan” [575]manzumunun
şerh beyân-ı bu durur
Batın
gözü görür onu sanma bu göz yüzü görür
Anla
hemen bir söz durur yokuş değildir düz durur,
Âlem
kamû bir yüz dürur gören anı hayrân imiş.
Terk etme irfân sohbetin göster bize gel Hakk yüzün
İki cihanda bil özün ârif ola hem ak yüzün
Azbî vücudun Mısrî’dir gördün ise gör bak yüzün
İşit Niyâzî’nin sözün bir nesne örtmez Hakk yüzün,
Hakk’dan ayân bir nesne yok gözsüzlere pinhân imiş
65
Her biri bir yüzde tayran [576]eylemiş
Bülbülün kârını efgân
eylemiş
Her yeri hüsnün
gülistân eylemiş,
Her tarafta bağ-u bostân eylemiş.
Bağlamış
her harfi nun kâf ile
Âlemi
bir eylemiş eltâf ile
Herkese
eyle nazar insaf ile
Ziynet
etmiş zîr-ü pes evsâf ile
Her sıfattan zâtın ilân eylemiş.
Münkirin kârı oluptur ihtimal
Zahidin kârı imiş bâri hayal
Âşıka her dem olur zevk u visal
Bunca evsaftan görünen bir cemâl,
Bir cemâli bunca elvân eylemiş.
Sırrı
esmâ-i müsemma sandığın
Masivadır
hubbu Mevla sandığın
Sureti
eşyayı mana sandığın
Hep
kitâb-ı Hakk’dır eşyâ sandığın,
Ol okur kim seyr-i evtân eylemiş.
Varı batındır selamet aynı zat
Sûret-i zâhirde çoktur müşkülât
Keşf olur bir zerre içre mümkünat
Hüsnünü izhâr eder cümle sıfât,
Zâtına insânı bürhân eylemiş.
Gördüğün
dervişe bakma câna bak
Onu
idrak bahşeden sultana bak
Mürşidi
kâmil görüp sübhâna bak
Hakk’ı
istersen yürü insâna bak,
Şems-i zât yüzünde rahşân eylemiş.
Hakk’a vuslat pir yüzünden görünür
Ehl-i hâl hal izinden görünür
Ârife mevlâ sözünden görünür
Hakk yüzü insân yüzünden görünür,
Zât-ı Rahmân şeklin insân eylemiş.
Kıldı
efkârı çeşmini pür-hun[577]
onun
Âb-ı
zemzemle vücudun yuğ onun
Aklı
fikri aldı dehrî [578]
dûn[579]
onun
Nice
görsün şems-i vechin çün onun,
Zâhidi a’mâ ki tuğyân eylemiş.
Cinsine arz etme takvayı şeha
İblis merdude [580]
dönmüş kuyuya
Bilmez eyvallâh sözün cahil dilâ
İçini almış onun zerk ü riyâ,
Gönlünü şeytân perişân eylemiş.
Künhüne
vasıl olucak arifin
Arif
isen vechine bak ârifin
Hakk
özüdür gördüğü yok arifin
Her
nazarda gördüğü Hakk ârifin,
Her görüşte nice ihsân eylemiş.
Her kime pirden atâ ihsan ola
Feyzi Hakk ondan gelip mihman ola
Kendi rabbi nefs olup sultan ola
Hakk’ı anlamak değil âsân ola,
Adetâ Hakk böyle erkân eylemiş.
Hakk’a
ulaş hile-i nefsden kesil
Ola
eşki çeşmi misli aynı sebil
Yana
âşk tennuru[581]
içre akl u dil
Sâlik erince kemâle şöyle bil,
Yüreğin baş bağrını kan eylemiş.
Azbî’nin hâli yamandır zevk ile
Merd u meydan hünerdir şevk ile
Geldi bu meydan âşka aşkı ile
Anlayınca Zât-ı Hakk’ı zevk ile
Bu Niyâzî nice seyrân eylemiş.
66
Ne sa’nat gösterir üstad onu haddin rahim etmiş
Tekebbür câmesin her kim gir onu racim etmiş
Kimin cebbâr u bed efâl [582]
kimin tab-ı selim[583]
etmiş
Gözet sun-i kadîmi kim kimin halkın azîm etmiş,
Tamam halka olan, fiilin, dilin,
gönlün kerîm etmiş.
Kimisin habbeye
muhtaç kimin sahib-i serir[584]
etmiş
Kimin pür akl-ı
eflatun kimin dehre emir etmiş
Kimini nefs-i gaddare
eli bağlı esir etmiş
Kimin bed nefsi bed
ef’âl-u bed hûyu zamîr etmiş,
Kahr evsâfına mazhar kılup anı leîm etmiş.
Veli
ki hûr [585]
sultandır bir âşık olsa ger şair
Mutahhar
âşık ol epsem [586] tekellümden olur zahir
Hakikat
arsası içre olan kahir olur kâfir
Ne
kim takdir edüptür Hakk olur elbette ol zâhir,
Ne tedbir edevüz ana ki takdîrin hakîm etmiş.
Severler can ile yâri
ederse cevr incinmez
Eder bin can ile
hizmet ne olsa emre incinmez
Hakikat ehli cahil
görürsün köre incinmez
Velî ârif olan lutfa
sevinmez kahre incinmez,
Eyü kim cümleten halka âtâsın ol amim etmiş.
Nümâyan
[587]oldu
her yerde şeriâtle görür kim Hakk
Önünde
rehnümâ [588]olmuş
tarikatle görür kim Hakk
Cihânı
pür ziya eden hidayetle görür kim Hakk
İkisin
bir bilüp doğru hakîkatle görür kim Hak,
Anınçün birini kahhar edip birini halîm etmiş.
Sana Hakk’tan sual
olsa cevâb-ı şâfii [589]bilmezsin
Rumuzu mâ-arafnâ’yı[590]
özün tahtında görmezsin
Sen Azbî “lahmüke
lahmî” [591]sözün
remzini bilmezsin
Ne hâsıl ey Niyâzî
Cennet-i irfâna girmezsen,
Tutalım Hakk yerin anda senin dâr-ı-naîm etmiş.
67
Kendini aşk ehline zahid niçin eyler çün has
Münkire derki ikrar ederken maazallah ne has
Razi olmuştur bu kavle cümleten nâs u havâs
Bu tabiat zulmetinden bulmak istersen halâs,
Gel riyâzetle arıt bu cism u cânı çün rasâs
Seni lâyık mı ede
mağlup dilâ her bâr nefs
Fark eder senden
diriğa [592]yâr
ile ağyar nefs
Fil-hakikât çünkü
birdir “leyse fi’d-diyâr-ı nefs”[593]
Nice mecruh eylediyse
rûhunu emmâre nefs,
Sen de gürz-i zikrile dön başına eyle kısâs.
Hükmüne
her kimin kâil oldu hakka hâlimin
Bende-i
ednâsı oldu hamdülillâh âlemin
Kimse
mahrum olmadı hayfa benim ahvâlimin
Her
ne vaktin gâlip olsa kes gıdâsın zâlimin,
Gece gündüz cünne-i tevhidi kıl sana menâs.
Âteşi aşk ile âşka
sen yâne gel ey gönül
Bâde-i feyz ezelden
iç kanâ kıl ey gönül
Düşman ile dostuna iyi
sana gel ey gönül
Uzlet-i halk ihtiyâr
et sen sana gel ey gönül,
Tâ bulasın uzletiyle Hakk katında ihtisâs.
Zerre
kadar kalmaya kalbin içinde hem keder
Çün
budur âlem içinde zahir u batın haber
Hem
duyar sırrı Hüdâ’dan Azbî bir mânendedir[594]
Ey
Niyâzî bu riyâzât yoluna kim gittiyse,
Buldular
şol zevki kim buldu anı ancak havâs
68
Sûre-i seb’ul mesâni Hakk’tır ayetten garaz
Mebde-i sırrı maaddir kat’ı mihnetten
garaz
Küfrüle iman oluptur
Hakk’a illetten garaz
Sen seni bilmektir
ancak Pîr’e ülfetten garaz,
Noktayı fehm eylemektir ilm-ü irfândan garaz.
Mekteb-i
ilm-i ezelden arz-ı hikmet eyledi
Küfr-ü
zülmet içre kaldı ola ki illet ede
Hayr
ile şerre veli Hakk’a şehâdet eyledi
Halkı
bunca Enbiyâ kim geldi dâvet eyledi,
Vahdedin sırrı bilinmektir o dâvetten garaz.
Lutf u Hakk’tan her nebi bürhanı hüccet gösterir
Sanma arz-ı nefs edip edip halka kerâmet göster
Her ne gösterse senâ kıl onu kudret göster
Sâni-i gör, günde
yüzbin türlü sanat gösterir,
Kendini göstermek içindir o san’attan garaz.
Zâhid
bir nokta oldu bunca elvândan [595]
murad
Hakkı
bilmektir netice cümle irfandan murad
Sen
seni bilmektir ancak emr-i Kur’andan murad
Hep
celâlin perdesidir küfr-ü isyândan murad,
Bahr-ı vücûdun katresidir fazl u rahmetten garaz.
Azbî’ya hicran ile yandın firâkı mihnete
Çünkü dostundan cüdâ düştün diyarı gurbete
Hakk’ı ikrar eyleyen eyler bakar mı hüccete
Nefsini bilen erermiş bir tükenmez devlete,
“Fakru fahrî” dir Niyâzî bil o devletten garaz.
69
Çün şerîattır hakikât ehline hâza [596] sırat
Emr u nehyi münkeri ârif gibi kıl
irtibat
Sırrını fâş etmeye özün sırrını
eyle sımat [597]
Her denînin sözüne aldanıp etme
ihtilât,
Her leîmi sırra mahrem sanma eyle ihtiyât.
Bilme
şeytandan günahı olma nefse âşina
Sonra
yüzbin pişman oldunsa yok atâ
Hâb-ı
gafletten uyar canın nasihattir sana
Şol
ki söz kadrin bilir cânın nisâr eyle ana
Ayağının altına döşe yüzünü çün bisât.
Bu vücudu Hakk’a ikrar etmeğe bir senin bilir
Ehl-i la’bin[598]
halini çün yine ehli din bilir
Ehl-i aşk mahbubunu bir çift bilir bir tekbilir
Arifin kadrin yine ol ârif olanlar bilir,
Ehl-i ulûvvun rütbesini bilmez ehl-i inhitât.
Pür
ferah olma sana geldikçe dünya ta’nesi [599]
Özünü
aldatmasın fânide sevdâ ta’nesi
Dilberin
lutfu sana hoştur ki halva [600]
ta’nesi
Güç
getirme kendine geldikçe a’dâ tâ’nesi,
Sükkeri halvâdır andan hâsıl olur inbisât.
Sana irfan ile düzah tâ ola bağ-ı irem
Yok yere çekme kasavet her işi bil muhterem
Hâtır-ı naşad-ı ki Azbî edersen pür-elem
Ey Niyâzî fâriğ-u âzâde ol var çekme gam,
Kahr u lütfu bir bilirsen gam olur sana neşât.
70
Bize ta’n eylese gam-ı özün bilmez meğer vâiz
Bu atıp tutmasın
gördüm dedim bende nedir vâiz
Sana ehli dilin cümle
duası hep budur vâiz
Bugün bir meclise
vardım oturmuş pend eder vâiz,
Okur açmış kitâbını bu halkı ağladır vâiz.
Kimini
âh ile derde kimini devlete salmış
Kimini
semt-i fetvâya kimini hüccete salmış
Kiminin
rahatın almış belâ ve mihnete salmış
İki
bölmüş cihân halkın birini cennete salmış,
Eliyle kürsüden birin Tamû’ya sarkıdır vâiz.
Okudursun hakikatçe nice nâdan mağbunu [601]
Meded ağlatma şadânı ferahnâke [602]
etme mahzunu
Yeter sattın yeter vallâh bize bu tarafa macunu
Saçar ağzından ateşler yakar şeytân-ı mel’ûnu,
Sanasın yedi Tamûnun azâbı kendidir vâiz.
Satar
bir pula cennet zevkini ol muteber yer yer
Temennâ
[603]duâ
etsin tutturduğun semadan ber[604]
Haberi
ma’ni-i[605]
Kur’andan bilen câna heber söyler
Tamûya
şöyle doldurmuş içinde yok duracak yer,
Ana yerleştirir halkı acep hizmettedir vâiz.
Gâhi havf-i Hüdâ Azbî ediptir çeşmimi pür-nem
Gâhi va’di visaliyle oluptur hâtıra hürrem [606]
Demeyin yâr olur yârin edep üzre oluvar benem
Yaraşur va’z ana hakkâ ki yanar yakılur her dem,
Niyâzî’nin hemen ancak cihanda adıdır vâiz.
71
Gel tevekkül abdi ol bî irtifâ
Kimse senden görmeye
ruy-i fera’[607]
Hak sana ihsan ede
ruzu ceza’ [608]
Sıdk ile girdünse
yola ey şücâ
Bir kati gerekli söz var kıl sima
Olmadan
evvel olup bul izz u can
Sendedir
can u cihan-ı canan u can
Zahir
u batından el çek pehlivan
Cümleden
evvel sana lâzım olan
Cümle yârânına eyle gel veda
Hakk yanında olmak istersen ulu
Özünü fehmetmede ol kaygılı
Sana yokluk illerinden gele bu[609]
Mâl u mülk ü kavm ü ihvanım dahi
Terk et anları sana virir sudâ
Mâlik
ilmi ledün sultan ede
Tende
kalmışken seni Hakk can ede
Cümle
varlıktan geçip uryan ede
Bir
gönül kalur arada anı da
Şeyhe tapşur ana eyle ittibâ
Göz kulakla gel şeriât sırrına
Eyle hizmet gel tarikat sırrına
Malik olunca vilâyet sırrına
Böyle etsen bil hakikat sırrına
Az zamanda hâsıl olur ıttıla
Cahili
görme cihanda cahili
Kâmil
görme bekâda kâmili
Dû
cihanda [610]budur
Azbî fâdılı
Sırr-ı
tevhidün Niyâzî hâsılı
Hakk ile ortada kalmaya niza
72
Âşk-ı Hakk’a dûş olup kıl iki âlemde ferağ
Cilvegâhi cismidir
onun muhakkak dâğ u dâğ
Çıkmadan fırsat elden
geçti bu senden çağ
Her kimin kim derd-i
Hakk-dan yüreğinde olsa dâğ,
Âkibet dermânına erip can gönlü ola sâğ.
Büsbütün
dünya içinde ben gibi âvere yok
Bir
yüzü kara günahkâr mücrim biçâre yok
Derdi
gamla bağrı hun olmuş dîli bimâre[611]
yok
Lik
derdi olmayanın derdine hiç çâre yok,
Gönlü olmuştur anın yanından ol dâim ırağ.
Ol sırat-ı müstekimi doğru eğri anlar ol
Padişah mâsivadır nâsa[612]
hizmet eyler ol
Bend-i zâhirde mukayyed seyri bâtın neyler ol
Habsedip şehbâz-ı rûhu zâğ-ı nefsin besler ol,
Cifeden gayri ne sayd eder havâya ağsa zâğ.
Olmaya
çün kaydı iman din mezhep tâmuda
Fâide
vermez pişman olduğun hep Tâmuda
Akl ile
dostluk eden kaldı mertebe-i Tâmuda
Şol
esir-i nefs olan dâim muazzeb Tamûda,
Nefs elinden kurtulana cennet olmuştur durağ.
Dembedem ehl-i yakîn gönlünde yoklar gönlünü
Vasılı dil eylemiştir dîle çoklar gönlünü
Ehl-i nefsin lâcerem[613]
nefsinden otlar gönlünü
Nefs odur kim cehli karanûsu kaplar gönlünü,
Rûh odur kim ilm nûru gönlüne yakar çerağ.
Dost
isen gel dost ile dosta yetiştir özünü
Mantık-ı
tayr’dan rumûzun noktadan gör yüzünü
Ayn-ı
zât olmak için zât-ından ayırma izini
Tûtiyâ-yi
ma’rifetle rûşen et cânın gözünü,
Göresin cânını her yüzden ola dâğ üzre dâğ.
Bir melek sîmâ habîbe Azbî ya üftâde[614] ol
Bâ-i bismillâh ki sensin ayn-i nokta bâ’da ol
Kendini birlikte fehmet cism ile eşyada ol
Cân-ü gönlün şâd olup her gussâdan âzâd ol,
Bir ola dâim Niyâzî gözüne yakın irağ.
73
Oldun ise âşk ile gerisine [615]
saf
Eremez maksuduna
ehl-i hilâf
Miskinin Ankâ’sı ise
der Kuh-i Kâf [616]
Gel ey sofî çıkar
sofu kıl insâf,
Ko sûret düzmeği kıl içini sâf.
Uzaktır
görmeyen sırrı emini
Tutalım
zabt ede ruy u zemini
Der
ağuş[617]
edesin bir mehcebîni [618]
Riyâ
ile bu ömr-ü nâzenini,
Nice bir sarf edip edersin isrâf.
Yüzünden zerre denli verme kini
Nice yâd edesin kalbi selimi
Kazandınsa eğer lutfu hilmi
Kuru davâ mı sandın sen bu ilmi,
Bu yola böylemi gittiler eşraf.
Okur
mevlâsına karşı yalanı
Kemal
ehlinde görme imtihânı
Mürüvvetsiz
olan bilmez imanı
Dahî
kâmilliğin bu mu nişânı,
Sana derviş ola etrâf ü eknâf.
Görünen pertevi Hakk’dır bu çeşme
Kusuru zinet cândır bu cisme
Barışma nefisle canana küsme
Değil vallâhi mürşidlik bu resme,
Kemâl ehline yakışmaz bu evsâf.
O kim
ikrah eder cevr u cefâdan
Huzuru
vechin görür sanma gedadan
Nişan
bulmaz efendi ol vefâdan
Arıt
pâk eyle kalbin eyle hâlis,
Beğenmez böyle kalbi anla sarrâf.
Tecelliden vücudun gel yuyagör
Vücudun ismi yüzbindir san gör
Özünden bil haber birdir duyagör
Hakîkat kârbânına uyagör,
Kati rûşen yola gider ol esnâf.
Oku
Hakk’tan çü âşık dilleri hep
Yerine
bağlıdır Hakk yolları hep
Açılmıştır
şeriat gülleri hep
Fenâ
Kâf’ından aşır yolları hep,
Bekâ Ankâsı’na olurlar ezyâf.
Bu sırrı cümleden zîba tutarlar
Vücudu Kâbe-i ulyâ tutarlar
Bu râhî gâf-ı dil ankâ tutarlar
Bu yolu cümleden âlâ tutarlar,
Sarây-ı vahdete erişen eslâf.
Kelâm-ı
Hakk’a koşun tâ ola sâk[619]
Vücudun
ile fânî aşkla yak
Ne
yüzden zâhir olmuş san’at-ı Hakk
Hurûfa
bakma andan içeru bak,
Nefestir can değildir nûn ile kâf.
Takılmış boynuna ikrar kimindi
Bilir haktır pirinden cümle fendi [620]
Yeter epsem [621]yeter
epsem gel Azbî
Nefs bahrında lâl olmuş Niyâzi,
Sada vü harf içinde olan urur lâf.
74
Şirin tek isbat-ı Hakk’tır kâf-ı sâf
Bir elif bir lam elif
olmuş muzâf
Aynı Hakkı zahidâ sanma güzâf
Bulan cemiyyet-i
kübrâ olur sâf,
Vücûdu olur anın “ha” ile “kâf”.
Hakk insana
kemâli hisse verdi
Bilir
kâmil olan hallak [622]
merdi [623]
Cihanda
fark eder cem ile ferdi
Diliyle
eylemez da’vâyı merdî,
Gönülde himmetidir “nûn” ile “kâf”.
Habibin vechine olan nigâhban
Olur, bizzât yanında din u iman
İrâde mahv olur ilmiyle irfan
Olur, zâtı bu mevcûdâtın ol insan,
Oluptur kevn ana âzâ vü evsâf.
Düşelden
zülfü dildârı kiminde
Olurmuş
şâh-ı âşka ayn-ı bende
Nice
sandın bu âşk-ı sırrı sende
Nitekim
can olur mahfî bedende,
Gerektir ola mahfî kutb-ı etrâf.
Meded ey Azbî bir doğru haber ver
Ki ibn-i vakt olur merdi hüner ver
Ki sahn-ı[624]
âşk-ı yarda oynadır ser
Fenâ meydânının merdi olan er,
Niyâzi gibi etmez ol kuru lâf.
75
Vech-i âşk-ı kıl temaşa suret-i insana bak
Küfr-i zülfünde
habibin gizlenen imana bak
Mevr[625] ise hem sohbetin ey dil ona mirâta bak
Zâhidâ sûret gözetme
içeri gel câna bak,
Vechi üzre gör ne yazmış defter-i Rahmâna bak.
Münkire
illet gelir arz olsa âdem hücceti
Âdem
ol İbrâhim’in aşkında bul bir milleti
Âdeme
imhâ ile bahş oldu izzet hil’ati
Mushaf-ı
hüsnünde yazmış “Kul hüvellâh” âyeti,
Gel inanmazsan geri var mekteb-i irfâna bak.
Sırrı âşk âşık olanın hân [626]
ile mânın[627]
alır
Ehl-i âşk zevkin verir feryadı hicranın alır
Hubbu dünyadan sabırsız din-i imânın alır
Çeşmini gösterdiğince âşıkın cânın alır,
Leblerin açtıkça can nefh eyleyen cânânâ bak.
Dilberâ
ihsan senindir ben gözü pür-hûnu[628]
gör
Mâcerâyı
âşkı fehmet kâse-i gerdûni[629]
gör
Ben
gamı hicrana nide hatır mahzunu gör
Zülfünün
herbir telinde bağlı bin mecnûnu gör,
Hattının leylindeki yüzbin meh-i tâbâna bak.
Şerh i mümkün olmaya yüz bin desem bir şemmesi [630]
Nice âlemler beyan eyler hakikat şem’ası [631]
Âleme pertev salınca mihr-i âşkın şu’lesi
Âteş-i ruhsar ile yanmış kararmış çehresi,
Harf libâsından soyunan nokta-i uryâna bak.
Zerre
denli ma’nidendir ehl-i isyan şehleri [632]
Kapısında
bendedir zâhir bu devrân şehleri
Bir
harabat ehli miskindir fenânın şehleri
Hep
mülâzim kulluğunda bu cihânın şehleri,
Kapusında pâdişahlar kul olan sultâna bak.
Şerhi âşk-ı yâd eder anlar isen bu çâr[633]
kitâp
Her nedenli eylesin dildâre farzdır intisâp
Azbî âşık ol heman vallah a’lem bi’s-sevab[634]
Âlem onun hüsnünün şerhinde olmuş bir kitâp,
Metnin istersen Niyâzî sûret-i insâna bak.
76
Cennet deminin demi bin ömre[635] imiş ancak
Sohbet demine tahrik bir gamze [636] imiş ancak
Bu cümle ulûm-i
Hakk’a bir zerre imiş ancak
Hakk ilmine bu âlem
bir nüsha imiş ancak,
Ol nüshada bu Âdem bir
nokta imiş
ancak.
Emrinde
olur kâim bu yerde olan eşya
Vâr
ile yoğu ârif olan bilmez mi gâmi ferdâ
Bu
kenzi hafî sırrın buldunsa eğer câna
Ol
noktanın içinde gizli nice bin deryâ,
Bu âlem o deryâdan bir katre imiş ancak.
Hâl ehline bir demdir çün âhiriyle akdem[637]
Birlikte özün her kim var ile kılır hemdem
Her Ehrimen’i [638]âdem
sanma görüben Hürrem’i[639]
Âdemliğini her kim bulduysa odur Âdem,
Yoksa görünen sûret bir gölge imiş ancak.
Âyât-ı
hüdâ remzin bilmez veli her nâkes
Ârifler
ile hemdem olmaz veli her nâkes
Cehlile
kemâl içre gelmez veli her nâkes
Bu
zevki yeler herkes bulmaz veli her nâkes
Eren anâ Âdemde bir fırka imiş ancak.
Eyler Azbî’ye bu şeş cihetten sağ u sol
Ger rûhu sultandan hemdemi olmakla buldu kese [640]
yol
Gencine-i zât-ına çıktıysa eğer Hakk yol
Kim ol deme buldu yol vasl oldu Niyâzî ol,
Nâcî denilen fırka bu zümre imiş ancak.
Mevlâyı
bilen zâhid ger fehmeylese fiilin
Cân
eder idi sûret içre görünen meylin
Mizânı
Hüdâ aklın kıldıysa Hüdâ aklın
Mef’ûlü
Mefâ’îlün Mef’ûlü Mefâ’îlün,
Âdemde
olan esrâr bu demde imiş ancak.
77
Âkıl isen batılı koy Hakk’a bak
Rûz u şeb [641] kıl yâre iştiyâk [642]
Seni derdi elemde oda
yak
Ey gönül gel olmağıl
Hakk’dan ırâk,
Tende cânın vâr iken eyle yarâk.
Bir
kemâl ehli bize verdi haber
Kendi
özün gören olur iblis haber
Aklına
aldanma sofi el-hazer[643]
Dünyada
ölmezden evvel kıl sefer,
Hiç edinme bir makâmda sen durâk.
Cürmünü fehm eyleyen şâfî değil
Vechi yârin kimine müştâki değil
Âşık-ı mest eyleyen sâkî [644]
değil
Yoksa bu fırsat bize bâkî değil,
Menzil al düşmezden ortaya firâk.
Yâre
yâr olmak için ol yâre yâr
Pây-i
mâl-i[645]
âşk isen kıl iftihâr
Yâr-i
ağyarı bilen vâr oldu vâr
Gel
bu ırz u nâmûsu kıl târ-ü mâr,
Ger yola girdinse var ârın bırâk.
Çün âhiri vâr olur cevri cefâna
Çün insana bir ola şâhı gedâna
Çün âşık bilmedi cevr-i fâna
Halkın uslu demesinden sana ne,
Âkil isen âdını Mecnûna tak.
Subhdem
ağla cihanda gülme hiç
Kimseye
arz-ı şikâyet kılma hiç
Kendini
teşvişi halta[646]
salma hiç
İlmine
mağrur olursan olma hiç,
Issı vermez sana ne kara ne âk.
Gözünü ayırma gözünden mürşidin
Sözünü seçme sözünden mürşidin
Ey bilen Hakk’ı yüzünden mürşidin
Gir sakın çıkma izinden mürşidin,
Her ne emrederse sana olma âk.
Her
yanında derd ü gam hazır ola
Hem sana hem dem gerek dâim feza
Âşıka
zecr-u sitem aynı safâ
Bir
eline gözyaşından al asâ,
Bir eline dert odundan yak çerâk.
Anladın Kur’ân içinde andımı[647]
Vech-i âdemde görünce fendimi[648]
Azbî’ya bilmek dilersen kendimi
Ey Niyâzî tutar isen pendimi,
Diye sana istediğin işte bâk.
78
Paslı dilin envârı nefsi dürur [649]
Kâmilin
Evliyânın Hakk sırrı
nefsi dürur Kâmilin
İki cihân dilberi
nefsi dürur Kâmilin
Hak yolunun rehberi
nefsi dürur [650] Kâmilin,
Dil tahtının serveri nefsi dürur Kâmilin.
Arzı
niyâz oldu çün kalbî küşad eyleyen
Müşkünü
hal eder nefsi necât eyleyen
Sözü
mezâd[651]
eyleyen sırrı kesâd [652]eyleyen
Nefsini
mat eyleyen def-i memat eyleyen,
Nefh-i hayat eyleyen nefsi dürur Kâmilin.
Bana lebin[653]
zemzemi sonuna bulam hoş demi
Bildin ise âlemi eyle müdâm [654]âlemi
Canla fehmet demi âşıkın ol mahremi
İsteyü git Âdemi Âdemde bul Âdemi,
Sırr-ı “nefahtü” dem-i nefsi dürur kâmilin.
Âşık
isen âşk ile fehm ede gör mutlakı
Secdeye
yüz verde sen kara ile at akı
Bülbül
isen gel şakı sûre-i Necm-i oku
Sûre-i
Necm-i oku gel anla vahy-i Hakk’ı,
Bilesin sen ol mantıkı nefsi dürur Kâmilin.
Görmiyemmi ben beni öldüre bu âr beni
Külhân edem meskeni tâ ki bulam gülşeni
Hakk vere anda seni mahv ola mâ-i meni [655]
Rûhu’l-kudüs demini Âdemde iste anı,
Ol imiş gönlün cânı nefsi dürur Kâmilin.
Ayn-ı
cihât eyleyen işte bu zât eyleyen
Ayn-ı
sıfat eyleyen sonra memat eyleyen
Nefsini
at[656]
eyleyen cismini âyat eyleyen
Mâye-i
zât denilen feyz-i necât denilen,
Âb-ı hayât denilen nefsi dürur Kâmilin.
Sıdk ile gelenleri hizmeti olanları
Dilberi bulanları aşk ile dolanları
Unuta hep kinleri göstere Hakk fenleri
Diri kılan tenleri zinde eden canları,
Kaldıran ölenleri nefsi dürur Kâmilin.
Derdlere
derman eden Azbî’ye ihsan eden
Derd
ile hayran eden âşk ile devrân eden
Âleme
sultan olur cehlini irfân eden
Niyâzî’yi
cân eden zerresini kân eden,
Katresîn ummân eden nefsi dürur Kâmilin.
79
Ey dil yine sen âşkla meydana mı geldin
Terk eyleyüben
cehlini irfâna mı geldin
Vechini görüp sıdk
ile imâna mı geldin
Ey bülbül-ü şeydâ
yine efgâna mı geldin,
Azm-i gül edip zârıyla giryâna mı geldin.
Medh
eylemedin kendini hep halka satarsın
Sen
kendi özünü cehlile ârif mi tutarsın
Derde
ehline derman diye sen dert mi katarsın
Pervâne
gibi âteşe dâim cân atarsın,
Evvelde bu aşk oduna sen yâna mı geldin.
Sen kendini ankâ sanuben yüksek uçarsın
Bî-ma’na[657]
yere gördün ki doğru tutarsın
Ta böyle acep teslim olup söyle n’dersin
Yağmur gibi yağarsa belâ sen baş açarsın,
Can vermeğe dost yoluna kurbâna mı geldin.
Demidir
denirse nola âşk hevâ sazına tanbur
Bir
zerre ki mirâtı Hakk’a oldu ayan nûr
Bu
sırrı sana remzle çün keşf ede santur [658]
Her
şey çalışır bir sıfatı eyleye mâ’mur,
Sen cümle sıfat ilini virâna mı geldin
Her ahsen edâ suret leylâ’da görünmüş
Çün âşk-ı Hüdâ lücce-i [659]deryâda
görünmüş
Aksi güzelin ayine-veş mâ’da[660]
görünmüş
Vech-i ahadiyyet ki şu eşyada görünmüş,
Bu kesrette ancak anı seyrâna mı geldin.
Bir yüzde
nakşı görüne bu âlem ve âdem
Ebkem
olur ashâb-ı edep fehmiyle her dem
Dildarı
seven epsem [661]olur
sırr ıle ebkem[662]
Bir
kimse senin olmadı hiç râzına mahrem,
Bilmem bu cihân için yekdâne mi geldin.
Layık mı sana Hakk’a niza’ remzin edersin
Bakaydı Hakk’a çünkü fenâ remzin edersin
Azbî kuluna küllî vefâ remzin edersin
Bu hasta Niyâzî’ye şifâ remzin edersin,
Derde düşenin derdine dermâne mi geldin.
80
Sen nefsine galip ol ihsana erem dersen
Kimdir sana kezzâb[663] ol imana erem dersen
Her haline kâtip ol
yazana erem dersen
Derd-i Hakk’a talib
ol dermâne erem dersen,
Mihnetlere râgıb ol âsâna erem dersen.
Ma’nide
zehirdir âşk amma ki şifalıdır
Sultanı
budur onun meşrepde gedâlıdır
Yâri
cefâkar satma billâh vefâlıdır
Aşk yolu belâlıdır her kârı cefâlıdır,
Canından ümidin kes cânâna erem dersen.
Âşk yoluna girdinse hizmetini çalâk[664] et
Geç lezzeti nefisden Hakk’ı sana tiryak[665] et
Çek elini dünyadan ârif gibi imsâk[666] et
Od yak sineni çâk et su gibi özün pâk et,
Yüzün yere sür hâk et ummâna erem dersen.
Akla
karayı terk et fark eyle özünü bil
Her
gördüğün esrârı can u dil matlap kıl
Bilmediğin
ahvâla dil urma sakın hem el
Bu
yolu bil andan gel deryâyı bul andan dal,
Ka’rına erüp el sal dürr-i kâna erem dersen.
Talip isen ey talip sohbette nasihat tut
Ya söyleme yâhut sen ikrarını gayet güt[667]
Nâ-hak [668]
ile gel Hakk’tan hem cismini uryan et
Pîrinle olan ahdi güt nen var ise ko git,
Bildiklerini terk et irfâna erem dersen.
Gel
ehli bulup sayd et kâmillere mensup ol
Hem
sohbetini fark et gayet eyle mergup ol
Etme
talebi zihâr [669]
sen kendine matlup ol
Sabretmede
Eyyûb ol, gam çekmede Yâ’kûb ol,
Yûsuf gibi mahbub Ken’âna erem dersen.
Âşkıyla müdâm yâr ol her dem gezip ağlayı
Mecnun zaman oldun sevdin ise Leylânı
Azbî deme ki hoş görmeğe gamı ferdâyı
Terk et kuru dâvâyı hem ucb ile riyâyı,
Mısrî ko o sevdâyı Sübhân’a erem dersen.
81
Pîr-i âşk olup bu yolda “küllü men aleyhâ fân” [670]
gerek
Vâlihi hayran gerek
sinesi püryan gerek
Sahib vain[671] dem bu dem iman olanda an gerek
Ârifin mutlak kelâmın
duymaya irfân gerek,
Sırr-ı muğlâktır gönülde zevk ile vicdân gerek.
Karadan
alır nasîbin olsa bir kes ger hasîs
Ruz u
şeb kendine lanet seyri gör eyler hasîs
Evliya
gurbunda olmazız bir yalancı bir hasîs
Bir
hazînedir tasavvuf mâlik olmaz her hasîs,
Bulmağa anı dü âlemde beğim sultan gerek.
Vuslat-ı dildarı kim mâtemde bulmak isteyen
Evliyanın sırrını her demde bulmak isteyen
Pîri Allah olduğun âdemde bulmak isteyen
Dürr-i yektâ kânını âlemde bulmak isteyen,
Bulmaz anı nehr içinde bahr-i bî-payân gerek.
Âlem ü
âdem içinde epsem ol olmaz mı kim
Bunca
yıl arzu tekellüm eyleyen duymaz mı kim
Hakk’a
karşı ma’rifet ızhâr eden sanmaz mı kim
Ma’rifet
dâ’vâsın eden müddeî bilmez mi kim,
Dildeki dâ’vâya elde hüccet ü bürhân gerek.
Hakk’a teslim rıza olanı bilirsen ağlamaz
Sabreder cevri belâya halka sırrın söylemez
Bende-i Hakk kimsenin pendin efendi dinlemez
Ârif oldur başına halkı dirüp cem eylemez
Gönlü cümle halk içinde hâk ile yeksân gerek.
Görür
aşkı er gerek meydanı aşkta salmağa
Kendiyi
terk eyler ol ferdâ gamına salmağa
Zâhir
u batın haber dil Hakk cemâlin bulmağa
Kibr-ü
ucbun illetinden kurtulup sağ olmağa,
Bil tabîbin mâ’nâda Şeyhin senin Lokmân gerek.
Ol ki halinden haberdâr oldu etmez kıl u kâl
Gel bu pendimden gözün aç merd isen bir hisse al
Ey bu gün arzı rezalet eyleyen sahibi kemal
Şöhret ıssı ma’rifet kenzini bulmaktır muhal,
Varlığın şehri senin baştan başa virân gerek.
Kendi
halin fikr edip hayret içinde ol kâle[672]
Kaydı
ukbâ ve fenâyı er gibi zevka sala
Haşr-ı
neşrin gerdeşinden [673]gönlünü
âsayiş bula
Ölmeden
evvel ölüp kabre girip haşre çıkıp,
“Mâlik-ül mülk”-ün şuhûdunda gönül hayran gerek.
Cay-i [674]
âsayiş bula ancak ona hizmet geçüp
Yetmiş iki millet içre kendini alçak seçip
Sohbeti irfan içinde hem meyi Kevser içip
Nefsi tamûsun sırât-ı şer’i ile bunda geçip,
Kalp evi hep hûr-û gilmân cennet-i rıdvân gerek.
Bu
sebepdir ehl-i irfan her sözü bikr [675]ettiği
Cevri
yâri zevk bilip her hâline şükrettiği
Âşıkın
dinlemesini rûz u şep fikrim ettiği
Söyleyip
işittiği dahî görüp zikrettiği,
Üstüvâ-i arş-ı sırda Hazret-i Rahmân gerek.
Âlemî tufân eder eşki revân ettikte ol
Cennet-i irfan eder sözün ayan ettikte ol
Mürdeler [676]ihya
edermiş bahşu can ettikte ol
Her kaçan tûtîlere feth-i dehân ettik ol,
Lezzetinden tûtîler sözlerine nedmân gerek.
Gâhice
dil hasta miskin gâhice âlicenap [677]
Gâh ol
ruyi cihâna aktab [678]
şu’le-i tâb[679]
Gâh ol
ilmi ledünden eyleye çok fethi bâb
Gâh
hamûş olup dilinden kimse almaya cevab,
Gâh açılıp şâd olup güller gibi handân gerek.
Gâh helal ola haramı gâh haram ola haram
Gâh ola aklı mükemmel gâh ede arz u celal
Gâh mümin gâh batıl gâh kâfir u gâh dalâl [680]
Gâhi üns, gâh
heybet gâh rü’yet gâh cemal,
Gâh sahv-ü gâhi mahv gâh vücûd gâh cân gerek.
Kimseye
fâni cihânda satmaya hiç takvayı ol
Tıfl
içinde hân-ı âlem ol mektebi harfe ol
İlmi
irfan ile yani ere şeyhi sırfa [681] ol
Terk
edip cümle kuyûdâtı erişe sırfa ol,
Sırfa erse bir gönül içi anın ummân gerek.
Ârif-i billâh olan elbet ola hakk’al yakîn
Ola seyran gâhî onun arş-ı kürsi kemterin
Bir olup arz-u semâvat bir ola huld u berin [682]
Aradan iskât edip cümle izâfâtı hemân,
Hakk vücûdu âşikâre gayrisi pinhân gerek.
Kadrini
fehm eyledi hâver [683]
ziya hâverin
Senin
hâr[684]
ile yeksân görme kadrin gevherin
Batının
idrâk edersen nîru Hakk’tır yerin
Çünkü
ârîdir izâfattan vücûdu dilberin,
Zevk-i küllî isteyen âşık dahi üryân gerek.
Hükmü nahvî sırfı icra etmede ehl-i güman[685]
Bilmedi şirki hafidir ilticâyı âşiyan
Azbî’ye kaydı vücûdü kaydı duhândan yemân
Mısrıyâ terk-i izâfât etmeğe lâyık olan,
Kümmel-i insân içinde bindebir insân gerek.
82
Sıdk ı pâk ile davran ahd ile peymân gerek
Hakk’ı yekdâne bilip
hem özü bir-dâne [686]gerek
Cân ile hizmet edip
kalmaya bir cân gerek
Sâlikin Mürşîdine
hizmeti şâhâne gerek,
Eşiğine koya bâşın diye şâhâ ne gerek.
Gördüğünü
bildiği onun ola ancak diyâr
Rengi [687]
dildâr ile yâri kıla rengi ızhar
Ne
çeke kaydı adviyi[688] ne
bile çünbüşü yâr
Geçe
Dünya ile ukbâyı dahî etmeye âr,
Bu yolun mihnetine ol katı merdâne gerek.
Elem ve gam deyü gamdan geçelim müşkil odur
Ola pervane gibi beste[689]
lisan bülbül odur
Lâ ve illâ yı bilen cahil ise fazıl odur
Nâ-murad olmağa tâlip ola kim menzil ala,
Dahî halk içre adı âkil-ü dîvâne gerek.
Ona bu
ilmi ledün sırrını çün bildire ol
Kimini
ağladıben kimisini güldüre ol
Kimini
vahyede ondan kimini öldüre ol
Dahî
Mûsâ gibi Hızr’a gemisin deldire ol,
Eski dıvârı yıkıp hem katl-i oğlana gerek.
Çün yolundan şaşıra nice bin avere nefs
Ede biçâre nicedir dile biçâre nefs
Kendine hem dem ede iblis mekkâre[690]
nefs
Gemi sağ olsa anı gasbeder emmâre-i nefs,
Yeni dıvar beğim eski vîrâne gerek.
Sanma
her gördüğünü sıdk ile ol âşık ol
Zahir u
batını idrak edici hâzık [691]olur
Sanma
bu ilmi ledün her kişiye layık olur
Eğer
öldürmese oğlanı sonu fâsıd olur,
Bu bağın bülbülü aşk oduna pervâne gerek.
Azbî’ya feyzi hüdâdır sana ahd u eman
Kimine her vechile Hakkı ede Hakk’tan iz’an
Cümle ikbal kanadın ola ancak uryan
Ey Niyâzî bu yola kim gire kurbân ede can,
Îyd-i ekberdir ana vuslat-ı cânâne gerek.
83
Ya Nasara’dır ya mülhid ya firenk
Ya kedidir ya köpektir ya şebek[692]
Çünkü Hakk’ı bilmedi ha bir eşek
Köstebektir köstebektir köstebek,
Ol münâfıklar vezîr olsun ya bek.
Dili zabt etmeyen bulmaz yolu
Er kişiye çün licam [693]oldu
dili
İkiyüzlüden köpek yektir [694]
veli
Kâfirin yeri cehennemdir veli,
Derk-i esfelde münâfık oldu sek.
Bâb-ı firdevsi açan müminleri
Nefsi elinden kaçan müminleri
Âb-ı kevserden içen müminleri
Hem sırât üzre geçen mü’minleri,
Şaşırandan dağdaki hınzır da yek.
Kendi bildiği yola gidenlere
Davayı merdânelik edenlere
Mâli hülya fazlasın yiyenlere
Nushuna çi fâide diyenlere,
Ger nasihat eylesen tâ haşre dek.
Seni idrâk etmeyen Hakk’ı anlamaz
Ben diyen kimseye evvallâh
diyemez
Kendi bildiğin bilen bend
eğilemez
Eylemez Deccâl’a
tesir eylemez,
Kıl ferâgat anlara çekme emek..
Hak sözü nâhak olan kes dinlemez
Karnı tokken dergâhı Allah’ı bilemez
Dönme bir nâdana tenezzül [695]eylemez
Menn ü selvâyı Yahûdî istemez,
İstediği ya basal, ya mercimek.
Mâsiva ehl-i Hüdâyı neylesin
Âşık-ı kâzip cefâyı neylesin
Sıdkıle âşık vefâyı neylesin
Sükkeri olan gıdâyı neylesin,
Aklı fikri cezb eder tuzlu semek.
Ol gıdadan doğru emri istemez
Sanmaki mal ile ömrü istemez
Âlem-i ehl cevri zecri [696]istemez
Üstüvâyı arş-ı şer’i istemez,
Çingene çuldan kara çadır gerek,
Mâsivâcı ona rahman yeter
Şehveti bahr ona umman yeter
Hemdemi olmuş ona şeytan yeter
Çenginin çengi ona Kur’ân yeter,
Cânına kelb urduğu nân u nemek..
Kıla mâsiva kalbini hubbu siva
Çünkü tahkiktir olur haşra siva
Dembe dem Hakk’ı talep kıl Azbî’ya
Doğru yoldan taşra gitme Mısrîyâ,
Enbiyâ çekti bu derdi sen de çek.
Oldu seyrangâhi ben rûyu zemin
Benden özüne görmedim bir
kemterin
Böyle idrâk eyledim Hakk’al yakîn
Çün Kitâb-ullâh durur
“hablü’l-metin”,
Pek yapış bu urvet-ül vüskâ’ya pek.
84
Bu yolda canından geçen âşık yolunda Vâmık gerek
Kâmil mürşid olan
insan cümle derde hazık gerek
Her kârından fariğ [697] olup derdi Hakk’a layık gerek
Derviş olan
âşık gerek yolunda hem sâdık gerek,
Bağrı anın yanık gerek can gözleri açık gerek.
Fehm eylemezmiş ruhunu rağbet edenler dürriye[698]
Layıkmıdır insana kim kala koyundan geriye
Sen sırrını bilmez iken sırrın cihânı bürüye
Alçaktan alçak yürüye toprak içinde çürüye
Aşk âteşinde eriye
altın gibi sızmak gerek.
Kâmil derler veli herkes
melul [699]bilmez
ola
Cahil ona derler imiş her
kârında fuzul[700]
ola
Hubbu siva koymaz seni
canın Hakk’a vasıl ola
Zikr-i Hakk’a meşgul ola
yana yana tâ kül ola,
Her kim diler makbul ola tevhide boyanmak gerek.
Bu fânide mihnet için ağlamayın çün gülemez
Bir pire teslim olmayan Hüdâ’yı bilemez
Bir noktayı fehmetmeyen bin noktaya dil
olamaz
Eyün kişi yol alamaz maksûdunu tiz bulamaz,
Yoğ olmayan vâr olamaz vârını dağıtmak gerek.
Azbî fakiri derdmend[701]
kuşandı gayret kuşağı
Bir eyledi kahri gamı
fehmeyledi balı yağı
Her birinin bir derdi var
göster bana sağdan sağı
Dervişlerin en alçağı
buğday içinde burçağı,
Bu Mısrî gibi balçığı her bir ayak basmak gerek.
85
Gel hakikat şehrine gir şâhı bul
Âşk yolunda ârif-i billâh’ı bul
Sırr-ı âşka lemyezel [702]âgahı bul
Kalbin içre ayn-ı beytullâh-ı bul
Ey gönül gel Hakk’a giden râhı bul,
Ehl-i derd olup derûnî âhı bul,
Cânın
ilindeki şems ü mâhı bul,
Âdem isen “semme vechu’llâh”ı bul,
Kande baksan ol güzel Allâhı bul.
Ehl-i vecde hoş
halâvette güzel
Gerçi zikirde
tilâvetete güzel
Terki dünyada
ferâgatta güzel
Ehl-i âşka hoş
harârette güzel
Gerçi Allah’a
ibadette güzel
Zâhid u takva kanââtta
güzel
Halvet ehline
kerâmette güzel
Âdem isen “semme vechu’llâh”ı bul.
Kande baksan ol güzel Allâhı bul.
Can
kulağı işide Hakk’ın sözünü
Aşinadır
Hak söze çünkü özün
Sırrını
fâş eyleme yoktur özün
Sana
söyler çağırır oldu gözün
Ol
sana açmış durur dâim gözün,
Sen yetirmişsin ha ararsın özün,
Bi-cihet göstermiş eşyâda yüzün,
Âdem isen “semme vechu’llâh”ı bul,
Kande baksan ol güzel Allâhı bul.
Ziyneti dehr ile
mamur olma sen
Etme benlik şâha
ma’mur olma sen
Kurbu Hakk’tan köz
göre devr olma sen
Nefsine mağlup makhur
[703]
olma sen
Devlet-i Dünyaya
mağrur olma sen,
Lezzet-i câhına mesrur olma sen,
Anları izzet sanıp hor olma sen,
Âdem isen “semme vechu’llâh”ı bul,
Kande baksan ol güzel Allâhı bul.
Azbî’ye
yâri müheyya [704]görünür
Sûreti
fânide ukbâ görünür
Gör
bu şiirimden temâşa görünür
Kande
baksa remzi illa görünür
Ârife
eşyâda esmâ görünür,
Cümle esmâda müsemmâ görünür,
Bu Niyâzi’den de Mevlâ görünür,
Âdem isen “semme vechu’llâh”ı bul,
Kande baksan ol güzel Allâhı gör.
86
Sevdâ ise yeter oldu gel Allâh’a dönelim gel
Dünya yeter oldu gel Allâh’a dönelim gel
Takvâ ise yeter uldu gel Allâh’a dönelim gel
Hevâ ise yeter gönül gel Allâh’a dönelim gel,
Sivâ ise yeter ey dil gel Allâh’a dönelim gel.
Unutalım derd-i fikri
edelim subuhdem şükrü
Nice gezelim uğru[705]
birlikte olalım doğru
Özümüzde bulup yâri
bir haber alalım bari
Nice bir sevelim
gayri, nice bir olalım ayrı,
Analım vuslat-ı yârı gel Allâh’a dönelim gel
Medet
kıyamet kopmadan İsrâfil sur urmadan
Ömür
geçip devr olmadan râh-ı aşkta yorulmadan
Hakk’ı
bulalım ölmeden gel bu tenden ayrılmadan
Bize
Hakk-dan gel olmadan ecel kösü çalınmadan,
Cânın Azrâil almadan gel Allâh’a dönelim gel.
Gelmedin Zâhid ikrara
aldandın kaldın inkâra
Yüzün yoktur hey biçâre
nice baksın Hünkâra
Âşık olsun dildâra
onmadık miskin biçâre
Özenmez misin ol yâre
ki aldanmışsın sen ağyâre,
Seni azdırmış emmâre gel Allâh’a dönelim gel.
Hakikat
şehrinin şahı değiş bu nefs-i gümrâhı[706]
Bulup
bir merd fi’lllâhı olasın sırrın âgahı
Göresin
ol yüzü mâhı sür âşıkların gâhı
Talep
kıl her sehergâhî yürekten eyle gel âhı,
Sevenler buldu Allâhı gel Allâh’a dönelim gel.
Sâhib kadem olanlara
âşk bahrine dalanlara
Hakk’tan haber
alanlara dostan nişan bulanlara
Erkân ile gelenlere
okut farzın bilenlere
Soralım gel bilenlere
gülü bûyun direnlere,
Visâline irenlere gel Allâh’a dönelim gel.
Er
ol nefsin ile savaş nâdana sır eyleme fâş
Sağ
edüp gel câha ulaş sabr eyle bağrına taş
Bulup
bir hâline haldaş Azbî sana söyler gardaş
Niyâzî’ye
olup haldâş olursun yoluna yoldâş,
Döküp gözlerimizden yâş gel Allâh’a dönelim gel.
87
Âşıka ta’n adüvden yok karar eksik değil
Âşk elinden her zaman ağlar yanar
eksik değil
Gülşeni âlemde zağ[707] u dil hezâr[708] eksik değil
Âşinâ-i aşk olandan âh u zâr eksik değil,
Keşti-i bahre demâdem rûzigâr eksik değil,
Âşık biçâre âh u zar eder dolu ve dıraz[709]
Her zaman bir derdmenddir eyleyen söz ü güzâr[710]
Sevdiğimden müptelaya dembedem arttıkta naz
Ol cemâl-i mutlakın aşkında arttıkça niyâz,
Ol kadar nâz arttırır bir gülizâr eksik değil,
Ruz u şeb fikri visâli yâr olursa
âşıkın
Veche karşı gele cismi nâr olursa
âşıkın
Hem demi hem sohbeti ol yâr
olursa âşıkın
Yeri cennet baktığı didâr olursa
âşıkın,
Vechi nûrundan anı yakmağa nâr eksik değil.
Fi’l-misli [711]âlemde kalmış câm ile
cem denilir
Âşık-ı dilber eder her yerde her dem denilir
Yârsız cennette neyler zevki âdem denilir
Bu nişânı âşıkın rahat olur gam dirilir,
Hayret ender hayreti leyl-ü nehâr eksik değil.
Cân bağışlar âşıka yâr sunsa câm-ı
lâlefam[712]
Olmasa cennette dilber bulmaya
cennette nizam
Azbî’nin sözü budur vallah a’lem
bi’s-sevab [713]
Şem-i aşka Mısrîyâ yandır özün
yoğ ol müdâm,
Âşıka her yokluğun üstünde var eksik değil.
88
Bâkî ateşle fenâda yâne gel
Bâde-i âşk-ı Hüdâd’dan kâne gel
Gel enel-Hakk sırrına boyane gel
Varlığın mahveyleyip meydâna gel,
Lâ vü illâdan geçip merdâne gel.
Gel şeriât hükmünü
sende oku
Hem tarîkat semtini
sende oku
Marifet noktasını
sende oku
Gel hakîkat ilmini
sen de oku,
Bir kadem bas mekteb-i irfâna gel.
Bulmasın
bir kimse senden inkisâr[714]
Ta’nı
a’dâdan [715]gücenme
etme âr
Yokmudur
cisminde cânın yâne vâr
Zulmete
Hızr ile gir gevher çıkar,
Âb-ı hayvandan içip hem kane gel.
Âyin hilm u hayaya
server ol
Mâ’nide şâh suretâ kim
kemter ol
İki âlem içre ruy-u
envâr ol
Şer-i başa tâç edip
İskender ol,
Geç otur taht-ı dile şahane gel.
Gevheri
fehmeyleyip ehl-i eder
Senin
hârâyı zümrüdü[716]
dûn[717]
eder
Sırrını
fâş eyleme sen bi-haber
“Küntü
kenzen” sırrını duydunsa ger,
Sakla sırrı deme her nâdâna gel.
Vuslat-ı pervânenin
hem nâr iken
Yâre ağyar olma yâre
yâr iken
Meskeni bülbüllerin
gülzâr iken
Vahdetin meydânı
sırrı var iken,
Kesret içre girme sen zindâne gel.
Âlem
içre meğer bir dânesin
Çâr
harf sana sadef dürdânesin
Azbî’ya
benzer katı mestânesin
Ey
Niyâzi baş açık divânesin,
Nice bir divânesin uslâne gel.
89
Âşk-ı yolunda bende ki merdâne kıl
Bahr-i vahdette beni yekdâne kıl
Sırrın ile sırrımı hem hâne kıl
Pâdişâha aşkını hem-hâne kıl,
Mâsivâ-yı aşkını bigâne kıl.
Gel bana göster yüzün
mesrur edip
Genci günahımdan beni
mağfur edip
Bendeki feyzinle aynı
nur edip
Zikr u fikrinle beni
pür nûr edüp,
Mest-i medhûş eyleyip dîvâne kıl.
Ey
soran derdine derman soran
Merhamet
ummak gibidir uğradığın
Hakk’a
ulaş fiilin kes gayriden
Mürg-i
ruhum meylini kes gayriden,
Şol cemâlin şem’ine pervâne kıl,
Ki çeşmim fehmettin
bendesini
Hayf diriga [718]yıktı
senlik meskeni
Mani-i vuslat kılan
bendirini[719]
Benliğimdir senden
ayıran beni,
Varlığım şehrini yık virâne kıl.
Ey
hakikat derdine olan tabib
Senlik
ve benlik hevasından geçip
Kalbimi
ferman biri hükmün kılıp
Gönlümü
mir’ât-ı vech-i zât edüp,
Ol tecellîyle beni mestâne kıl.
Kalbi Azbî’den sivâyı
kaldırıp
Hâb-ı gafletten dili uyandırıp
Lâ ve illâ
şerbetinden kandırıp
Cezb-i feyzin şarâbın
doldurup,
Bu Niyâzî bendeni meyhane kıl.
90
Hâne-i dilde gam yâr oldu mihmânım benim
Gece gündüz ağladırdı
bana hicranım benim
Gözlerimden kanlı
yaşlar akmada canım benim
Evvelimde dinmez idi
âh-u efgânım benim,
Gece gündüz bitmez idi zâr-ı giryânım benim.
Nefsini
fehmeyle cân ol ayn-ı ruh etsin seni
Kıl
ferâğat eyle zahid çeke gel kayduyetini
Dinle
hâlimden hikayet eyleyim kuş et et beni
Düştü
aşk odu bu cânâ yaktı kül etti beni,
Kül olunca yanmaz oldu nâr-ı sûzanım benim.
Mazi-i müstakbeli oldum hayali âşk ile
Su gibi didare karşı ben akalı âşk ile
Varlığım eşyası sıdkım yıkalı aşk ile
Hâr-u hâşâk-i enâniyet yanalı aşk ile
Arş-ü kürsîden geniş açıldı meydânım benim.
Dilbera
ahdin gamıyla yaralıyım yâralı
Kaydı
medh u zemmi ettim sana gönül vereli
Olmuşum
mânend mecnun veche sırrım göreli
Âr-u
nâmus şîşesin yerlere çalıp kırmadan,
Vech-i Hakk’ı olmadı her yüzde seyrânım benim.
Herkesin halin bilir hakka iltica bulmaz dua
Eylemez her âşık dil hastaya lutfun ata
Her vefâ vaktinde hazırdır sana yüzbin cefa
Râhat ile istedim vaslını kahretti bana,
Derde düşüp ağlayınca güldü cânânım benim.
Bilmeyenler
bilmedi her ânın ân luftf ile
Bilmedim
elesti eğer şeytan lutf ile
Hâne-i
tahkike hakk oldu mihman lutf ile
Top
ile çevkânı sundu bana canan lutf ile
Bendedir amma görünmez top ile çevkânım benim.
Feyz-i Hakk geldi dile haddin aşırdı beni kim
Kaldırıp bisyar [720]
sefer gam ile pişirdi beni kim
Cümle karımdan geçip şöyle şaşırdı beni kim
Hayret ender hayrete şöyle düşürdü gönlümü,
Şerh olunmaz bu dil ile şimdi hayrânım benim.
Sana
ben sen dediğim için yine sendendir bana
Tabi’
emr u safa vechi tendendir bana
Fânî
ve bâkî bir oldu iki meskendir bana
Âlem
ol vech-i âmâ’dır hayret andandır bana,
Bu vücûdum gamı örttü mihr-i rahşânım benim.
Âlemi gaybiden gelince ben ayan[721]
iklimine
Çün dolaştım tâ gelince bu zaman iklimine
Olmuşum şâh-ı muazzam ben iman iklimine
İbtidâ azmeyleyince bu cihân iklimine,
Bir libâsım yok idi kim örte uryânım benim.
Sırrımı
pinhân edip şerh eylesem bir hoş edâ
Fi’l-misli
bir tığ-ı uryana[722]
gılâf [723]olur
şehâ
Arsa-i
cisme gelince ruha cism oldu gıda
Hep
birer kaftan verildi dostlarıma hem bana,
Anların dahi durur eskidi kaftânım benim.
Çünkü nur doğdu bu zulmeti illetin kaldırdılar
Nûru nâra nârı nûra arz edip bildirdiler
Cahili ağlattılar kâmilleri güldürdüler
Suya vardık anlar ile kapların doldurdular,
Ben de vardım testimi mahvetti ummânım benim.
Hakk
benim halim bilir çün bilmeyen bilmez niçin
Der
bana n’oldu görenler bâtının gülmez niçin
Zâhir
ederdim gören der bu acep olmaz niçin
Derler
imiş halka-i zikre girip dönmez niçin,
Ben dönerdim lîk gözden mahfî devrânım benim.
Sûretim derviş edip kendime bühtan eyledim
Kendi esrarımı fâş ettim ben âh kân eyledim
Kesret içre vahdet ettim nice seyran eyledim
Halka bir gez dönmeden ben nice devreyledim,
Bilmediler devrimi yanımda yârânım benim.
Hâlime
haldaş olur yanımda yâri muharrem
Günde
bir türlü libas nâzeninin bulup kim
Kim ki
bu esrârı bildi bidi sırrına diyem
Yâr
ile ahdeyledim gâh dağılıp gâh cem olam,
Tâ ezel budur anınla ahd-ü peymânım benim.
Gam-ı giryânım efendi gâh hayran tâ ebed
Gâhi ağlar inlerim gâh-i zâr u efgân tâ ebed
Gâh vahdet gâh kesret özüne seyrân tâ ebed
Anın için gâhı cem’im gâh perîşân tâ ebed,
Döndü kaldı üstüme cem’ü perîşânım benim.
Bir
sözümden bin haber her kim arar oldu ise
Ehl-i
sır olur yâri yâr-i gâr [724]oldu
ise
Azbî’ya
her kim benimle yâr-i gâr oldu ise
Devre-i
Arşiyye’den her kim haberdâr olduysa,
Ol duyar ancak Niyâzî ilm-ü irfânım benim.
91
Dinle bu künhe sarâyıda nice mihman olur
Nice geldim nice
gittim özüne seyran olurum
Gâh olurum âbad
olurum gâhi virân olurum
Âdetim budur ezelden
kevnde bir ş’en olurum,
Dirilip gâh cem olup gâhi perîşân olurum.
Zahidâ
cân kuşu ile dinle ahvâlim benim
Nice
oldu bendenin şehri hakikat meskenim
Çok
temâşalar geçirdi cân olunca bu tenim
Bu
cihânın halkına bir bir yolum uğrar benim,
Cem edip bunca kumaşı bir bedestân olurum.
Gâh dağ u gâh taş ve gâh mahzen gâh gâr[725]
Gâh âb u gâh hâk ve gâh ateş rüzgâr
Gâh vuslat gâh firkat gâh ağyâr gâh yâr
Gâh sehâb u gâh matar gâhî doluyum gâhi kar,
Gâh nebat u gâhi hayvân gâhi insân olurum.
Gâh
rûşen gâhi zulmet gâh duman gâh pûs
Gâh
Fransız gâh Maltız [726]
gâh Hırvat Negrus[727]
Gâh
Mikril gâh Gürcü gâh İsveç gâh Rus
Gâh
Nasârâ gâh Yahûdî gâhî Tersân gâh Mecûs,
Gâhi Şia gâh olur Sünnî Müselmân olurum.
Gâh ağlar gâh güler men gâh şevka düşerim
Gâh yârim gâh ağyar gâh aşka düşerim
Gâh kasavet gâh kesâfet gâh zevka düşerim
Gâhî âbid gâhi zâhid gâhi fiska düşerim,
Gâhi ârif gâhi ma’ruf gâhi irfân olurum.
Gâh
satılmış gâh kudurmuş gâh devirmiş gâh mûş[728]
Gâh
koyun gâh keçi gâh öküz gâh kuş
Gâh
buğday gâh başak gâh ısırgân gâh yemiş
Gâh
olur bakır, kalay u gâh olur altun
gümüş,
Gâh olur âlemde her ma’denlere kân olurum.
Gâh kapristen dolaştım tez[729]
bulundum çînede[730]
Gâh Tatar tohması oldum göründüm oyunda
Gâh bağdad ki Basra ki bulundum Konya’da
Gâh olur, benden
hakîr hiç kimse olmaz dünyada,
Gâhî Kâftan Kâf’a hükmeden Süleymân olurum.
Gâh
kâmil gâh batıl gâh olur divâneyim
Gâh
güle bülbül olurum şem’aya pervâneyim
Gâhi
sarhoş ki ayık gâhi mestâneyim
Gâh
olur bu harmân-ı âlemde ben bir dâneyim,
Gâh kamûyu câmî olmuş ulu harmân olurum.
Büsbütün bu âleme gâhi özüm Hünkâr olur
Gâhi bürdinada[731]
her ne var ise bende var olur
Gâh kârım Hakk’a ikrar gâhice inkâr olur
Nâ’l tırnak arasından yerim gâh dar olur,
Gâhı Arş’u Kürsî’den yek âlî meydân olurum.
Gâhi
şâdem gâh Hürrem gâh mâtem gâh gam
Gâh
işret gâh cilve gâh sohbet gâh elem
Gâh
a’raf gâh berzâh gâhi bir bâğ-ı irem
Gâh
olur mevcûd mâ’dum gâh vücûdi ile âdem,
Gâh tecelliyle ayân u gâhı pinhân olurum.
Gâh sağ u gâh hasta ki abus [732]ve
gâh neşat
Geh misafir geh mücavir gâh sahib geh sımad [733]
Gâh bâliş[734]
gâh bister [735]gâh
câme geh bisat [736]
Gâhî Dünya gâhî ukbâ gâhî mahşer gâh sırât,
Gâhî berzah gâhî cennet gâhî nirân olurum.
Geh
hayvan gâh u pir ve gâh masum olurum
Gâh
mevcud gâh mezkûr[737] gâh
merhum[738]
olurum
Gâh
taş u gâh toprak gâh bir kum olurum
Gâhî
Mâlik gâhî âteş gâhî zakkum gâh cahîm,
Gâhî hûrî gâhî gılmân gâhî rıdvân olurum.
Gâh ateş gâh çakmak gah kiprit gâh mum
Gâh ördek gâh turna geh köpütür gâh bum
Gâh hayr u gâh şerrim gâh uğurlu gâh şûm
Gâhî zerre gâh güneş gâhî kamer gâhî nucûm,
Gâhî arz u gâh semâ gâh Arş-ı Rahmân olurum.
İki
âlem cilvegâhım gâh gelir gâh giderim
Gâh
bâki gâh fâni gâh beter gâh yiterim
Gâh
bir dilber olurum gâh dilber severim
Bunca
sûretler libâsın gâh birbir giyerim,
Gâh soyunup cümlesinden şöyle üryân olurum.
Laklakıyla Azbî’ya benzer ki gönlün eğlenir
Sözlerimin her birine nice hikmet gizlenir
Sözlerinden sahn-ı irfan içre çok söz anlanır
Şimdi kesrette olan Âdem Niyâzî söylenir,
Âlem-i vahdet içinde sırr-ı Yezdân olurum.
92
Bu bendene eyle nigah lûtfeyle açıver yolum,
Verdim benim âh oldu âh
lûtfeyle açıver yolum,
Eyle inâyet ya ilâhi lûtfeyle açıver yolum,
Ey kudret ıssı, padişâh lûtfeyle açıver yolum,
Bağlandı her yânım şehâ lûtfeyle açıver yolum.
Ol
nuru pâkin[739]
hakkıçün ol abdi âlin[740]
hakkıçün
Bu
binbir adın hakkıçün hem şemsi cihan hakkıçün
Sırrı
hakikat hakkıçün hem kainâtın hakkıçün
Şol
ism-i zâtın hakkıçün cümle sıfâtın hakkıçün,
İzz-ü şânın hakkıçün lûtfeyle açıver yolum.
Beyt-i Muazzam hakkıçün hem arşı âzam hakkıçün
Havva âdem hakkıçün feyz-i mukaddem hakkıçün
İbrahim Ethem hakkıçün hem âb-ı zemzem hakkıçün
Ol ism-i azâm hakkıçün ol nûr-i ekrem hakkıçün,
Ol Fahr-i âlem hakkıçün lûtfeyle açıver yolum.
İrsâli
[741]Kur’ân
eyledin isâli imân eyledin
Taatı
fermân eyledin yolunu âsan eyledin
Dertliye
derman eyledin lûtfu firâvan[742]
eyledin
Lütfûnla
ihsân eyledin vaslınla handân eyledin,
Hicrinle hayrân eyledin lûtfeyle açıver yolum.
Fânide tutma meskeni bakide iste gülşeni
Savruldu ömrüm harmanı biçâre kaldım gör beni
Koymam elimden dâmeni[743]
maksudumu ver bağını
Saldın şikâre hod Benî Âdem olup bulam seni,
Bağladı Dünya-yı denî lûtfeyle açıver yolum.
Verdim
ehad ferd samed Azbî sana Hkk’tan pesend
Yok
bende kibr u kin hased ey bî-zevâl bî-ebed
Çün
lütfuna yoktur aded senden kerem dahi meded
N’etsin
Niyâzî derd-mend etmiş anâsır kaydu bend,
Bilmem ilâhî gayr-i fend lûtfeyle açıver yolum.
93
Mukaddem pâkine secde eyledi beyt-ül haram
Lât
Uzza yüzü üzere yerlere düştü o dem
Şanına levlâk Hakk’tan merhaba çağrıldı hem
Doğdu ol sadr-ı Risâlet bastı arş üzre kadem,
Saldı ol nûr-i Nübüvvet pertevin fevkal–ümem.
Âleme
doldu sadâyı merhaba sad [744]merhaba
Âleme
geldin mübârek mükaddeminle dilberâ
Sana
ümmet oldu cümle enbiya ve evliyâ
Çalınıp
tabl-ı beşâret geldi şâh-ı Enbiyâ,
Gulgule doldu cihâna kondu ol sâhib âlem.
Kıldı isbat-ı nübüvvet zatını isbât-ı hacer[745]
Vech-i nûru pakine haksın diye söyler şecer[746]
Pâkine yüz sürmeye müştâk idi cümle semer[747]
Nûr-i vechinden alındı encüm ü şems ü kamer,
Bahr-ı ilminden bilindi hikmet-i levh u kalem.
Çün
senin mehdin ede ferdi[748]
Cenâb-ı Kibriya[749]
Zât-ı
pâkinçün dedi Dostum, Habibim Mustafa
Ârşla
ferş melâik [750]
mukaddeminden pür safâ
“Merhabâ
yâ Mustafâ ey nûr-i ayn-i asfiyâ,
Merhabâ ey Sâhibü’l-mi’râc-ı fi-daci’z-zulem”
Zât-ı pâkinçün beyâna geldi kaf nun ayan
Sana şahım cümle ervâh mukaddes bendegân
El-amân ben derdimende kıl şefaat el-aman
Gelmeseydin âleme sen halk olunmazdı cihân,
Dostluğuna yaratıldı ey Nebiyy-i muhterem.
Seni
idrâk etmede zâhid ki ihmal eyledi
Onu
nefsi azdırıp yolunda idlâl [751]eyledi
Seni
inkâr etmedi ol mâsiva âl eyledi
Biz
günahkâr ümmete sen Şâhı irsâl eyledi,
Hamdü-li’llâh sana ümmet eylemiş ol Zî-kerem.
“yevme tüblâ”da[752]
benimçün ümmetim değil deme
Ey tabibim sen sezâvar [753]
ile merhem yarama
Azbî’yem biçâreyim sen çâre eyle derdime
Yâ Rasûlallâh şefâat kıl Niyâzî mücrime,
Şol zaman kim baş açık yâlın ayak kan ağlıyam.
94
Cemâlin ayni Yezdandır sözündür derde dermânım
Kaşın mihrabı ümmettir benim hem dinim
imanım
Esirge bendeni lutfer
Meded ey şâh-ı hubânım
Ayağı tozunu sürme çekelden
gözüme cânım
Görünür oldu her gâhı gözüme vech-i cânânım.
Yeter
ağlattın ey dilber bu ben biçâre hayranı
Yeter
ey cefâ ettin yeter ey cismin cânı
Çün
zâtın sırrı a’zâmdır ayan fehmeyledim onu
Niçin
sevmeye cân anı ki anda buldu cânânı,
Yıkıldı kal’a-i fikrim yapıldı dinim îmânım.
Kapunda bendedir şehler veyâ âlemlerin şâhı
Cemalin pür ziya eyler hakikat şemsle mâhı
Ayan olsun bize Yâ Rabb hidayet şehrinin râhı
Çü bildim vech-i cânânı kamûda sezdim Allâhı,
Fenâyım Hakk-ta Vallâhi ne bilim kaldı ne dânım.
Yüzündür
“Vedduhâ” “Tâ-sîn” dudağın “Kâf vel Kur’ân”
Özündür
aynı beytullah sözündür camii kur’ân
Çü
cismin sure-i nur’dur kaşın hem âyeti sübhan
Buluştu
bir ten ü bir cân bu mülkü ettiler seyrân,
Niyâzî’den görünen ol ben ancak ad ile sânım.
95
Kaydı müstakbelle mazi mihnette bi gamım benim
Lâ ve illâ remzini fehm edeliden ekremim
Bir meleki simadan ayrıldım onun için sersemim
Ol menem kim vâkıf-ı esrâr-ı ilm-i Âdemim,
Kâşif-i genc-i hakikat hem hayât-ı âlemim.
Eğer uysun isteyen
zât-ı sıfâta hem nişin
Benden öğrendi bugün
ebcedi hem ehli yakîn
Bendedir harfin
sukûnu hâtemi oldu emin
Bende mahfî oldu
gaybül-gaybın esrârı hemîn,
Bendedir sır-ı emânet ana kenz-i mübhemim.
Âşıkım
bahri tevekkül içre kendim salmışım
Râh-ı
aşkta o mâhin cümle vârım vermişim
Fakr-ı
tamme sabr ile mânend[754]
mecnun olmuşum
Ben
cemâl-i Hakk’ı cümle şeyde zâhir görmüşem,
Bu merâyâya anın için baktığımca hurremim.
Maksadı ukbaya herkes
fâniden ermiştir
Ayn-ı fânidir cihanda
kefti[755]
nefs olmuş durur
Olmadan evvel nice
âşıklarınolmuş durur
Her sözüm miftâh-ı
kufl-i “küntü kenz” olmuş durur,
Hem dem-i İsâ ile herbir nefiste mahremim.
Olmadan
vâkıf benim hâl-i dil pürdür deme
Sözlerim
gûş eyleyip halt kelâm etmiş deme
Her
sözüm bin hüccet oldu sırrı Hakk’tan mahreme
Cümle
mevcûdâtı verdim ben vücûd-ü vâhide,
Zât u esmâ ve sıfâtın ile hâlâ yek demim.
Sanma bir bigâne var
benden bana hep âşina
Onsekiz âleme
âyineyim ben zâhidâ
Hem adât hem tasavvuf
Hakk bana kıldı ata
Yerde gökte her ne
kim var bağludur bâşı bana,
Âşikâre vü nihâne ben tılsım-ı â’zâmım.
Tâlibi
râhı Hüdâyım Hakk’a hem râh olmuşum
Men
ârefnâ sırrına sırrımla âgah olmuşum
Azbî
vechim âleme verdi ziyâ mâh olmuşum
Ben
o Mısrî’yem vücûdum Mısrına şâh olmuşam,
Hâdisim gerçi velî ma’nîde sırr-ı akdemim.
96
Yapılmak kasdım virâne geldim
Ezel âleme mestâne geldim
Aşkın meyine ben kana geldim,
Şevkin oduna hoş yana geldim.
Varların ve yoklarını
atmışlar
Su gibi didâra karşı
kılmışlar
Âşıklar meydana aşka
çıkmışlar
Şem’i tevhidi gördüm
yakmışlar,
Gitti kararım pervâne geldim.
Visâlî
sırrına layık layıklar
Arz
eder sıdkın sadık sadıklar
Girmiş
meydana bağrı yanıklar
Halka-i
zikri kurmuş âşıklar,
Ben de sahnında cevlâna geldim.
Yummuşum destim[756]
ferdâ[757]
derdinden
Şikâyet etmem cefâ
derdinden
Ben beni bilmem mevlâ
derdinden
Mecnûnum bugün Leylâ
derdinden,
Neylerim aklı dîvâne geldim
Bir
yere gelmiş hep biçâreler
Haddin
işitti geldi ol âvâreler
Arzuhal
etmeğe yâre vâreler
Derdi
cânânın açtı yâreler,
Bağrım üstünde dermâne geldim.
Müntazırım bir
dilberin emrine
Bel bağladım onun
cümle re’yine
Gece gündüz kul
yalvarır Rabbine
Ümmî Sinân’ın hâk-i
pâyine,
Sürmeğe yüzüm sultâna geldim.
Yâr
lutfu bana var neden imiş
Mihnetim
rahatım kârımdan imiş
Azbî’nin
dermânı zârından imiş
Yâremi
bildim Yârimden imiş,
Bunda Niyâzî Lokmân’a geldim
97
Ol şehî âlemlerin emrine kurban olayım
Lûtfuna can vereyim kâhrına kurban
olayım
Her gülü nûr saçanın hârına
kurban olayım
Kapısında bende-i mûruna [758]kurban
olayım
Ol cihânın fahrinin sırrına
kurbân olayım,
Hutbe-i levlâke inen şânına kurbân olayım,
“Kâb-ı kavseyni ev ednâ”sına kurbân olayım,
Ben anın ilmiyle irfânına kurbân olayım,
Ben anın esrâr-ı mi’râcına kurbân olayım.
Alî nurdur Muhammed nur Ebübekr ü
Ömer Osmân
Bular bir cism-i vâhiddir hakikat
perdesi ihfâ
Bu bir sırdır beyân olmaz beyân olsa
ayân olmaz
Dış ilde söyleyen bilmez iç ildedir bilen[759]
Ol Ebûbekr u Ömer Osman Ali dört yâridir,
Ol Risâlet bağının anlar gül-i gülzârıdır,
Cümle Ashâb hidâyet râhının envârıdır,
Ben anın Âline Ashâbına kurbân olayım,
Ben anın Ashâb-ü ahbâbına kurbân olayım.
Nâsı gâfilden bunlar çekti nice
cerü cefa
Hem İmâm Ali Hâdî hem o şâhı
evliya
Rehberi râhı tarikat oldu çün
Musâ Rıza
Ol Hasen Askeri der nesli pâki
Mürtezâ
Ol Hasan hazretlerine zehr içirdi
eşkiyâ,
Hem Hüseyn oldu susuzluktan şehîd-i Kerbelâ,
İkisidir asl-ü nesl-i Âl-i Mustafâ,
Ben anın Âline evlâdına kurbân olayım,
Ben anın evlad u ensâbına kurbân olayım,
Devleti uzma bilenler bu fenâda zilleti
Tâ kıyamet bellidir elhamdülillâh kıymeti
İki âlemde helâldır Hakkın ona hücceti
Ehli imânın yanında “fedhulû”[760] dur cenneti
Cümle ümmetten hayırlıdır o şâhın ümmeti,
Ümmetine cümleden artık eder Hakk rahmeti,
Enbiyâ anınla buldu bunca lûtf u izzeti,
Ben anın lûtfuna ihsânına kurbân olayım,
Ben anın envâ-i eltâfına kurbân olayım,
Hakkı ikrâr eylyenler yüce devlet
buldular
Sırrı illâ’llâhla onlar paslı
kalbi sildiler
Vechi pâkin mazharı zât ilâhî bildiler
Müjde vaslı Hüdâ’dan Azbî cümle
geldiler
Her ne denlü Enbiyâ vü mürselîn
kim geldiler,
Ümmeti olmaklığı Hakk’dan temennî kıldılar,
Evliyâ ana Niyâzî kul u kurbân oldular,
Ben anın ayağının tozuna kurbân olayım,
Yoluna gidenlerin izine kurbân olayım.
98
Mükerrem oldu çün Ahmed mukaddem
Müahhirdir
mükaddemdir mükerrem
Sıfât-ı zâtla Hakk’tır muazzam
Hüdânın sun-ına âyîne âlem,
Düşüptür sâni’in mir’âtı Âdem.
Ona Levlâke Levlâk[761] demiştir
Onun şânını muazzam eylemiştir
Özün fehmet kime ne cân demiştir
Odur Âdem ki nefsin tanımıştır,
Oluptur Hızr-ü İlyâs ile hemdem.
Basiret
ehlidir sahibi temâşa
Görür
birlikte eşya müheyya
Onun
dersi budur “nahnü kasemna”
Ne
görürse iyi kem zîr ü bâlâ,
Görür öz nefsini her baktığı dem.
Bu remzi fem eder mi ayni
bizzat
Seni idrâk içindir
cümle âyat
Gelir özü varlığından
küllü zerrât
Eğer râî eğer mer’î
vü mir’ât,
Kamunun aslıdır Âdemdeki dem.
Velilerdir
edenler nefsi islah
Eder
bir noktadan cevalan ervâh
Bulur
ıslah olanlara iflâh
Göründü
bahr-ı kândan bunca emvâc,
Olur zâhir gider yine kalır yem.
Özünü bilmeyen özdür
zevâyid[762]
Özünü bilmeyen
bulamaz fevâid [763]
Ezelden böyle kılmış
Hakk vâid [764]
Bu âlem de bahirdir
hem mevâlid,
Eder emsâlini tecdid demâdem.
Gece
gündüz yatıp içmek yemeği
Tuz
etmek[765]
hakkını bilmemeği
Acep
Mevlayı isbat eylememeği
Aceb
misli demek gayri demek mi
Yahut aynî mi, yâ cem’imi desem.
İki âlemde kârı let [766]
yemektir
Özünü bilmemek kuru
emektir
Bunu idrâke çok emek
gerektir
Bilen ayn-ü bilmeyen
gayr demek,
Budur şâfî cevap “allâh-ü â’lem”
Veli
vahdette ve kesrettedir gayr
Dahi
kesrette ve işrettedir gayr
Görür
mevlâyı ve sohbettedir gayr
Özü
evvelkidir sûretle dürür gayr,
Ki yani can odur terkib o demem.
Nedir bir veche bunca
lutf u izzet
Bu muayyenden bulandı
bunca kudret
Bize “irciî” haktan
geldi hücceti
Ki zirâ can bir oldu
çok sûret,
Budur kavl-i muhakkik hem müsellem.
Nedir
bu yerde olur hâli ûla
Niçin
illet olur yâ kâlî ûlâ
Nedir
arz ederler kâlî ûlâ
Desen
niçün bilinmez hâlî ûlâ,
Çün oldur sonra niçin der ki bilmem.
Niçin cebbâr olur
ismi gayuru[767]
Neden cânın bu cism
oldu kubûru
Bu yüzden oldu çün
sâni’[768]
umuru
Tegayyürden
bilinmezlik zuhûru,
Birlikten dürür dediği bilsem.
Mükerrem
eyledi rûh âb keblî [769]
Nitekim
bülbül ister buyu gülü
Niçin
diri ölür ya ölü diri
Niceyse
neş’e-i ulâda gönlü
O zevki arzular Sânî de bî-kem
Ezelden bize fermân
çünkü candır
Diri olmak ölüden pes
ayandır
Bu âşk ehline
maşuktan nişândır
Taleb evvelki zevkî
hükm-i candır,
Cehl terkibinin hükmü ol epsem.
Gelen
mest giden mest duran mest
Hüdânın
varlığıdır niyetle dest
Vahdet
u kesrettedir bizim elest
Kamû
bir noktadır ilm ancak ey dost,
Çoğaldıkça dolar kalbe hemm u gam.
Gönülle Azbî hayret
içre kaldı
Gönülden kuru
tecelliden ferdi buldu
Halas-ı gam olup şâd
oldu güldü
Niyâzî taht-ı “bâ”da
nokta oldu,
Ali’nin sırrına olalı mâhrem.
99
N’ola birkaç gün ey gafil yüzüne gülsün bu dünya
Pişmanlık mukarrerdir sonunda hasretâ veylâ[770]
Elinde fırsatın var iken gel ömrün eyleme fenâ
Gözün aç perdeyi kaldır duracak
yer mi gör Dünya,
Kati mecnun durur buna gönül verip duran insan.
Sana âşık olan insan
niçin canın nisâr [771]etmez
Alınmış[772] lezzeti nefse özünü Hakk’a yâr
etmez
Sana hâl ehlinin
bendi niçin bilmemeğe kâr etmez
Kafeste tutiye sükker
verirler hiç karar etmez,
Aceb niçün karar eder bu zindâna giren insan.
Fenâ
dünyaya aldanmış demi nez’înin[773]
eğmezsin
Hevâyı
nefsine uyup sen Allah’tan utanmazsın
Uyarsın
nefse şeytâna mekri haşra inanmazsın
Ne
müşkül hâl olur gaflette yatup hiç uyanmayıp,
Ölüm vaktinde Azrâil gelince uyanan insan.
Hüdâ’dan yüz çevirmiş
sen seni bende eylemiş sevda
Ne zikrin vârına
fikrin var, hanî ahdin sen uya
Sana matlup yeter
dünyana lazımdır sana ukba
Kararmış kalbin ey
gâfil nasihat neylesin sana,
Hacerden katıdır kalbi öğüt kâr etmeyen insan.
Olur,
hep dediğim bir bir görürsen akıbet elbet
Ne
özrünü tutar Mevlâ olurmu hiç Hakk’a illet
Halas
et kendini gamdan bekaya etmeden rihlet
Bu
derdin çâresin bul sen elinde var iken fırsat,
Ne ıssı sonra âh u zâr edüp hayfâ diyen insan.
Hüdâ’dan olmagıl hâli
nazr kıl ayn-i resmine
Sakın aldanma nefsine
terahhüm eyle cismine
Sözündür tatlı
sükkerden dediler Azbî ismine
Niyâzî bu öğüdü sen
ver evvel kendi nefsine,
Değil gayriye andan kim tuta her işiten insân.
100
Dilde zikri fikri Kur’ânımdır Allâh hû diyen,
Bâtınımda dinim imânımdır Allâh hû diyen,
Bana Hakk’tan lutfu ihsanımdır Allâh hû diyen,
Tende cânım canda cânânımdır Allâh hû diyen,
Dilde sırrım sırda sübhânımdır Allâh hû diyen.
Cümlede eşyada
görünmüş zahida isbatı Hakk
Her sıfatıyla göründü
âşıka bu zâtı Hakk
Zahidâ çün zat-ı haktır
ârife mirât Hakk
Dest-i kudretle
yazılmış yüzüne âyât-ı Hakk,
Gönlümün tahtında sultânımdır Allâh hû diyen.
Onsekiz
bin âlemin oldu zâtı Hakk’ın zerresi
Her
sıfat içre göründü nuru zatın şu’lesi
Her
yanından bakarsın şem’i vahid çehresi
Cümle
â’zâdan gelir zikr-i “Enel Hak” nârası,
Cism içinde zâr u efgânımdır Allâh hû diyen.
Âşk ile cennet olur
düzah[774]
olursa meskeni
Herkesin bir derdi
var yoktur meni illa seni
Âşkıyla hâk can etsem
sezâdır bu teni
Geceler tâ subh
olunca inledir bu dert beni,
Derdimin içinde dermânımdır Allâh hû diyen.
Mâye-i
sırrı Muhammed âdemin sülbündedir
Ol
veledi sırrı ebî fehm eden aslındadır
Her
kesin matlubu yine herkesin kurbundedir[775]
Yere
göğe sığmayan bir mü’minin kalbindedir,
Katremin içinde ummânımdır Allâh hû diyen.
Kim ki “mazağa’l-
basar”[776]
dır seyr eder bu sırları
Ehli âşkın lâ ve illâ
dan geçti mühtedi
Gel düşe postun hû hû
makamın ola eri
Kisve-i tenden muarrâ
seyreder bu gökleri,
Çark uran abdâl-ı uryânımdır Allâh hû diyen.
Müminin
mümin olanlara Azbî’ya mir’âtıdır
Herkese
kim yahşi yaman çün Hüdâ sıfatıdır
Her
ne söz kim söyledimse bil Hakk’ın ayatıdır
Her kişiye kendiden akreb olan
dost zâtıdır,
Ey Niyâzî dilde mihmânımdır Allâh hû diyen
101
Bu dildeki efkârım yağmadır alan alsın
Hem yâr ile ağyar yağmadır alan alsın
İmân eyle ikrar yağmadır alan alsın
Sevdim seni hep vârım yağmadır alan alsın,
Gördüm seni efkârım yağmadır alan alsın.
Âzadeyim efgende kayd-u
gam medfeninden
Düzah eyle cennetten
külhan eyle gülşenden
Hep minnetimi kesdim
elinden ve yerinden
Aldı çü beni benden
geçtim bu cân u tenden,
Aklım dahi her vârım yağmadır alan alsın.
Bu
künhüne yalancının zehriyle balın yuttum
Dünya
ile ukbayı bir pula alıp sattım
Çün
dostu ayan gördüm efkârımı dağıttım
Ben
varlığımı attım dost varlığına yettim,
Her usluya bazârım yağmadır alan alsın.
Sen canla cânâna
geçtim sır ile candan
Hem nâmla nişandan
hem küfrü ile imandan
Abâdile[777]
ve yâranım bu ahd ile peymânından
Geçtim ben âd u
sandan çıktım ben o dükkândan,
Hep ırz ile vakârım yağmadır alan alsın.
Çün
ahd ile ikrârım bir oldu kamu varım
Nur
ile budem nârım yârim eyle ağyarım
Ben
kuşdilin anlarım dil Attar’ım
Geldi
dile dildârım buldum gül-i gülzârım,
Şimden gerû hep vârım yağmadır alan alsın.
Her kande ki ey
dilber baktım ise hazırsın
Çünkü Hakk’ı özün
duydu her vechile zahirsin
Ey dil nice bir
bilmem bülbül gibi şakırsın
Sen gâib u hâzırsın
her hâlime nâzırsın,
Ahvâl ile etvârım yağmadır alan alsın.
Hakk oldu benim benim varım hiç kalmadı inkârım
Mahv oldu kamu karım şâd oldu dil zârım
Hem bir gülü bir hârım hem şeş ile hem çârım[778]
Çün buldu gönül yârim terk eyledim ağyârım,
İmân ile zünnârım yağmadır alan alsın.
Azbî ederim efgan
hicrinle olam nâlan
Kalmadı gam niran yâr
oldu bana canan
Kalmaz bana isyan bu
nefs ile hem şeytan
Mısrî’ye vücûb imkân
bir oldu kamû a’yan,
Tâat ile ezkârım yağmadır alan alsın.
102
Ne ma’niden seçer zâhid ki bilsem lâ’yı illâ’dan
Sıfat-ı zâtla Hakk’tır
göründü sırrı müsemmâdan
Ne ma’niden göründü
Hakk bilindi vechi leylâ’dan
Elâ, ey Mürşid-i âlem
haber ver ilm-i Mevlâ’dan,
Elâ, ey mânâ-i Âdem haber
ver remz-i esmâdan.
Ne
sırdır Kevseri sahbana [779]sırdır
cennet-ül me’vâ
Ne
sırdır mihnet dünyana sırdır âlemi ukba
Ne
sırdır sırrı ev-ednâna sırdır nüshâ-i kübra
Ne
sırdır Âdem ü Havvâ,
ne sırdır “allem-el esmâ”
Ne sırdır Sidre vü Tûbâ haber ver arş-ı âlâdan.
Ne sırdır ya şebi [780] isneynene[781]
sırdır Seyyid-ül Kevneyn[782]
Ne sırdır kurret’ül ayn[783] ne
ma’na nedir harfeyn [784]
Ne sırdır kuvvet-i dâreyn ne sırdır mâtem-i şadeyn
Nedir dillerdeki ilmeyn,
nedir ya remz-i Zülkarneyn,
Ne yerdir Mecmau’l-bahreyn haber Hızr u Mûsâ’dan.
Ne
sırdır bende-i ednâna sırdır şah ile dânâ [785]
Ne
sırdır dağla sahrana sırdır Nil ile derya
Ne
sırdır Künbed-i Hadra [786] ne
sırdır Mescid-i Aksa
Ne
yerdir merkez-i ednâ nedir tâ halka-i vustâ,
Bilinmez
Devr-i Kübrâ haber ver sen bu suğradan
Ne sırdır matla’i ulya[787] ne
sırdır makta’i efnâ[788]
Ne sırdır bu mehyi Garâna ne sırdır künbedi Mina
Ne sırdır nefsle man’nana sırdır tende rûh ayâ [789]
Kimindir feyz-ü hem ihyâ ne sırdır hem dem-i İsâ,
Nedir Meryem’deki deryâ haber ver
dürr-i yektâdan.
Nedir
mü’minin ikrârı nedir münkirin inkârı
Nedir
âşkın asârı [790]
nedir sırrın küfrün izhârı
Ne
sırdır âşıkın yâri ne sırdır yârin ağyârı
Nedir
Kur’ânın esrârı, nedir esrârın envârı
Nedir Mehdî’nin etvârı haber ver
sırr-ı esrâdan.
Nedir nefs ve nedir şeytan ve nedir adl ve nedir güfran
Nedir din ve nedir iman nedir ısyanla tuğyan
Nedir Azbî nedir
insan nedir insandaki bu ân
Nedir Mısrî, nedir
Ken’ân, selîm kimdir ya kimdir ân,
Haber verdi bunu Kur’an haber ver seb’i kurrâdan.
103
Teşebbühe[791]
behre[792]
mend[793]
olmaz rızadan almayın izin
Dönen mürşid izinden
ol kimin mürşid bilir izin
Gözüne sürme kim
çeker pirinin ayağı tozun
Şeha yüz döndüren
senden kime dönse gerek yüzün,
Gözün yuman cemâlinden kime açsa gerek gözün.
Recasını
kesen senden bulur mu derdine derman
Olanlar
ehli imandır cemâlin seyrine hayran
Sana
meftun olan miskin olur hem zar u sergerdân [794]
Seni
terk eyleyen insan bulur mu cismine ol can,
Yüzünde âyeti Rahmân okur her kim siler tozun.
İzini izleyin kimse himâre [795]kurtarır
başın
Münevver eyler ol izden hemişe[796] bu
için taşın
Şehâ her kim ki medh eyler gözünden akıtır yaşın
Saçınla kirpiğin kâşın heme evsâf-ı nakkâşın,
Şehüm yoktur ayakdâşın kim ileri süre ferzin.
Ebu
Cehl etmedi gitti Rasülü Ekrem’e secde
Yüzün
döndürmedi Hakk’a edenler âleme secde
Bilenler
vechi rahmânî ederler âleme secde
Buyurdu
Hakk ki Kur’ânda edeler Âdem’e secde,
Div-ü şeytân o kim bunda kabul etmez Hakk’ın sözün.
Bugün bir zerreden Hakk’ın göründü bi-hisab fendi
Bu fendi fehm eden ârif bilir esrâr-ı mânendi [797]
Çün Azbî bendeyim şimdi muhakkik kuluyum kendi
Kaşın mihrâbını şimdi Niyâzî kıble edindi,
Kati çalıştı süründü yöneldince sana özün.
104
Fenâ dünyaya mayil n’idersin
Sonunda göç olan fâlı n’idersin
Pişman olduğun hâli
n’idersin
Gönülden zikre eyle
iştiğâli
Zikirden gayrı iştiğâli n’idersin.
Eğer
tekmil edeyim dersen kemâli
Görüne
sana yârin sırrı hâli
Sana
yüz göstere nûru visâli
Yöneldigör
Hakk’a akl ü hayâli,
Bu halden gayri ahvâli n’idersin.
Hakikat bi-şeriât oldu kâfir
Hakikatle eğer olmazsa mâhir
Ne lazım sana ahvâli tefâhür[798]
İbâdet acısın bu nefse tattır,
Amelden olmağıl hâli n’idersin.
Olanlar
katil nefs oldu çün hâs
Cedel
kıl düşmanına misli kısâs
Kâtî
sa’yet tâ bula canın halâs
Amel
oldur ki anda ola ihlâs,
Hulûs olmayan â’mâli n’idersin.
Metânet hâsıl ettinse bu fende
Göründü ise muhabbet her dininde
Gözün aydın ola dâim öğünde
İç ol zehri ki bal olsun sonunda,
Sonunda zehr olan balı n’idersin.
Mal
için dünyaya olma efgende[799]
Olanlar
olamaz çün Hakk’a bende
Karıdâşın
var ise keriminde
Derüp
Dünyayı cem etme önünde,
Seninle kalmayan malı n’idersin.
Unutma kahrı Hakk’ı lutfu Hakk’ı
Vech-i yâre âyeti İhlâs oku
Sahn-ı âşka bülbül-asa[800]
gel şakı
Ko mekri aldatıp gezme bu halkı,
Bu mekr ü fitne vü âli n’idersin.
Hilâfın
eyle nefsin ola makhûr[801]
Ola
cisminde ruhun ola ma’mur
Lisanında
ola esrâr-ı Mansur[802]
Gönül
ikbâli halka olma mağrur,
Gönülsüz olan ikbâli n’idersin.
Sözü çün söyleme sohbet-i uzatma
Sakın bir söze yüz bin dâhi katma
Sakın bir kimseye sen bir dil uzatma
Riyâ ile bu halkı gel azıtma,
Ko tâc-ü hırka vü şâlı n’idersin.
Kuru
irfan ile matlup bulunmaz
Yorulmadan
beğim menzil alınmaz
Bugün
ağlamayan kes erte gülmez[803]
Kuru
lâf ile maksûd ele girmez,
Yürü hâl ehli ol kâli n’idersin.
Hüdâ yoluna doğru gittinse
Elest ikrârını gözettin ise
Bu âlem varlığından yettin ise
Fenâ ender fenâya erdin ise,
Ferâgat ehli ol hâli n’idersin.
Bu
cümle aklı milâh [804]
eyle evvel
Ruhun
ismini fettâh eyle evvel
Dilin
zabt eyle islâh eyle evvel
Ko
halkı nefsin islâh eyle evvel,
Salâh ehli ol ıdlâli n’idersin.
Bu Azbî’yi sa’yle Hakk’ı bulurmuş
Bilirmiş tâlibin matlup görürmüş
Hüdâ herkese maksudun verirmiş
Niyâzî isteyen Hakk’ı bulurmuş,
Gel imdi iste ihmâli n’idersin.
105
Ey nice nâçâre el-hak feyzini ızhâr eden
Ey nice uşşâkı zârî
zâr sergerdân [805]eden
Nokta-i esrârı zâtım
günde bin devrân eden
Ey bu cümle kâinâtın
aslını bir cân eden
Âdemi kudretle ol cana sevip cânân eden.
Oldular
ayni müsemmâ “allem-el esmâ” ile
Erdiler
zât-ı Hüdâya her sıfatından Lâ ile
Kadrimiz
idrâke geldin sırrı “mâ-evhâ” ile
“Allem-el
esmâ” ile hem tâc-ı “kerremnâ” ile
Arş-ı âlâda melekler cem’ine, Sultân
eden.
Dest-i kudretle bu vechi Âdemi tasavvur eden
Zâtına secde emrin Âdeme takdir eden
Her sıfatı Âdemin vechinde Hakk’ı ta’mir eden
Vechi Âdemle cihân fânûsunu
tenvir edip,
Künhü zâtına o vechi hüccet ü burhân eden.
Rûyuna
âyine kıldı ruyuna Hakk’ı Âdemin
Olmaya
harf u nidâsı bil bu ismi a’zamın
Çün
Elest bezmi bu demdir ettin akdemin
Evveli
Âdem, sonun hâtem kılup bu âlemin,
Hâtemi Mahmûd-u Âdemi zübde-i insan eden.
Bâisi[806]
ihyayı âlemi Ahmed’in zâtın kılıp
Hem sıfat ilmine muharrem Ahmed’in zâtın kılıp
Hem muahhir hem mukadem Ahmed’in zâtın kılıp
Nokta-i pergâr-ı âlem
Ahmed’in Zâtın kılup,
Sırrını kutb-ı hakîkat mazhar-ı Rahmân eden.
Görünür
her kande baksam çeşmime didâr-ı Hakk’ın
Şüphesiz
hakk-al yakîndir eyleyen ikrâr-ı Hakk’ı
Oldu
şeytan vechi Âdemden eden inkâr-ı Hakk’ı
Enbiya
vü Evliyâ hep mazhar-ı envâr-ı Hakk,
Mustafa’da her şuûnun cem edüp bir şe’n eden.
Çünkü cân sultânı oldu nefs-i bed mekkârenin [807]
Yani esmâsı bir oldu seb’âi seyyarenin [808]
Mısrîdır sultan Azbî kemteri âvârenin
İsmi resmi mahv iken bu âciz ü bî-çârenin,
Nâmını Mısrî verüp dillerde âd u sân eden.
106
Ormanlıktan çıkmadın bostanı arzularsın
Cehlinden kurtulmadan maanî arzularsın
Cehennemde yanımdan
cananı arzularsın
Nâdanı terk etmedin
yârânı arzularsın,
Hayvânı sen geçmedin insânı arzularsın.
Bir
bakar körsün heman zahir Hakk’ı seçmedin
Pir-i
muğani [809]
bulup bari yüze içinden
Ruhunu
sen bilmedin gizli sırrı açmadın
Sen
bu evin kapusın henüz bulup açmadın,
İçindeki kenz-i bî-pâyânı arzularsın.
Sen bir oda yapmadın kapın vârına bucak
Geldin odun kesmeğe ne baltan var ne nacak
İçmeğe geldin gibi oldu şaraba yasak
Taşra üfürmek ile yalunlanır mı ocak,
Yönün Hakk’a dönmedin ihsânı arzularsın.
Zülmete
dûş eylemiş bu nuru siyah seni
Aldadı
bu âlemin ızzî ile câh senî
İblise
yâr eyledi yâr vesveseli râh-ı seni
Dağlar
gibi kuşatmış benlik günâhı seni,
Günâhın bilmeden gufrânı arzularsın.
Nefsle bizim Hakk’a kimse yakîn olamaz
Ettiğin ki kimsenin tevbe ile bakılmaz
Zahire olup bilmedin batın ile alınmaz
Cevizin yeşil kabını yemekle dad bulunmaz,
Zâhir ile ey fakîh Kur’ânı arzularsın.
Aferin
olsun sana arz-ı hüner kılmadın
Yar
sana rahmetti ağlamadın gülmedin
Tütüne
mekrûh dedin çünkü şarab bulmadın
Şarâbı
sen içmedin sarhoş u mest olmadın,
Nice Hakk emrine fermânı arzularsın.
Mayalanıp taşmadın ocağını aşmadın
Bahri gama düşmedin öz-dil için koşmadın
Dağ ve beli eşmedin dertli olup şaşmadın
Gurbetliğe düşmedin mihnete sataşmadın,
Kebab olup pişmedin büryânı arzularsın.
Yatup
kalkacağın yok evin yok bucağın
Bucakta
nacağın[810]
yok bir ulanmış[811]
evin yok
Dilde
gam ve dağın yok kurbana bıçağın yok
Yabandasın
evin yok bir yanmış ocağın yok.
Issız dağın başında mihmânı arzularsın.
Hâli sanup meydânı arz u hüner kılmadı
Yeri göğü doluştum kendi özümü bilmedim
Subh u mesa[812]
Zâhid ağlamadın gülmedim
Ben bağı ile bostanı gezdim hıyâr bulmadım,
Sen söğüt ağacından rummânı arzularsın.
Varile
var-ı ayn olur pire çıkan iziyle
Özünü
Hakk’tan görür hemdem olan öz ile
Azbî
bugün er görür bu göz ile
Başsız
kabak gibi bir tekerleme söz ile
(Yunus) leyin Niyâzi irfânı arzularsın.
107
Bildiğinden geçmedin irfânı arzularsın
Bir pirden el almadın
rahmânı arzularsın
Derdi Hakk’ı çekmedin
dermânı arzularsın
Cânını sen terk
etmedin cânânı arzularsın,
Zünnârını kesmedin imânı arzularsın.
Bir
sözünden bin kere deli gibi dönersin
Bir
bî-ziya fersizsin san za’mınca [813]
yenersin
Telsiz
çöğür[814]
çalarsın ezgisizce uyanırsın
Şol
uşacıklar gibi binersin ağaç ata,
Çevkânı ile topun yok meydânı arzularsın.
Sen Ermeni kişisin nefsine kul olurken
Nefsine oldun nedim[815]
dar-ı Hkk’a gelirken
Bilmeyesin kendini gayriye pend[816]
verirken
Karıncalar gibi sen ufak ufak yürürsün,
Meleklerden ileri seyrânı arzularsın.
Âşkla
çün yelersen Hakk suyuna kanarsın
Her ne
ki görürsen ona elin salırsın
Sân
cennete dalarsın bulduğunu çalarsın
Topuğuna
çıkmayan suyu deniz sanırsın
Sen
katreyi geçmedin ummanı arzularsın
Kendini görme ölü cehlile kalma geri
Yer ile bugün kamu Hakk ile olmuş dolu
Etme özün gaygulu Azbî gedalık eyi
Var sen Niyâzi yürü
atma okun ileri,
Derdiyle kul olmadan sultânı arzularsın.
108
Cânımdır bu arzuyu vaslı cânan eyleyen
Dil midir dilber midir bu aklı hayrayan eyleyen
Nefsimdir ya canımdır bu tende cevlan eyleyen
Gül müdür bülbül müdür şol zâr u efgân eyleyen,
Ten midir yâ can mıdır hem arş-ı seyrân eyleyen
Eyleyen bir noktadır
bu çâr [817]
kitâbın naklini
Soyud harf içre zâhir
koydu bâtın ilmini
Ruh ile herkim
değişti aldı sultan aklını
Nâr-u bâd u âb-ü
hâk’in gel haber ver aslını,
Kim bulârın her birini emre fermân eyleyen.
Dört
kitabı vechi aşktan okudun ezber bize
Âşk
yolunda feyzi Hakk’ı eyledi rehber bize
Vaktımız
şita[818]
eyyâmı [819]hep
birdir bize
Âteşin
keremiyetinin sırrını tuygur bize
Geh hilâf üzre anı kimdir gülistân eyleyen.
Sohbeti Hakk’tan bize
lutfı atâ zevkin veren
Sâlike mürşid değil
mi bu safâ zevkin veren
Nutku Hakk’tan
gülşene neşvünema [820]zevkin
veren
Yelde kimdir geh
nesîm ü geh sabâ zevkin veren
Gâhî hışmiyle nice büldânı vîrân eyleyen.
Zâhidâ
sen kaldın ağma vech-i nûru görmeyip
Süreta
hayvana döndün zât-ı aslın sormayıp
Her
sıfatın sırrına sa’yinle mahrem olmayıp
Kimdir
anı bana göster şol sularda durmayıp,
Rûz u şeb yüz üstüne aşk ile cevlân eyleyen.
Sen özün
fehmeyledinse oldu mümkün müşkilât
Bu dürrü yektâ ve
nuru sırrı çünkü mümkünât
Bir iki ma’den bir
oldu ayn-i vücûdu iltifât
Hâk ne ma’dendir
biter andan maâdin geh nebat,
Kimdir anı gâhı hayvân gâhı insan eyleyen.
Ne
sebepten devr eder bu âleme şems u kamer
Hemdem
nehr ehl-i didar oldu miskin[821]
nilüfer[822]
Yelde
bir sun’u Hüdâ’dan arz eder kaddin semer[823]
Ay
u gün yıldızları kim döndürür ver gel haber,
Hem ne seyr için dönerler bunca devrân eyleyen.
Bindin artık müjde vaz’ı
görünüyor insanda bir
Bir yana nefsin
hücümu bir yana şeytanda bir
Ne bilâ bu nefs ve
şeytan can yeter cananda bir
Bâde birdir sâkî bir
meclisteki yârân da bir.
Bâdenin keyfiyyetini kimdir elvân eyleyen
Kimisini
ehli aşkın tâlibi tevhid eden
Kiminin
taatı makbul kimini fasık fasık eden
Kimini
takva yolunda serseri Zâhid eden
Kiminin
mescidde boynun eğdirip zâhid kılan,
Kiminin meyhânede serhoş u sekrân eyleyen.
Mâverâ aklı fehm et
bu âdemi âlem nedir?
Kimisini nutku
Hüdâ’dan söylemez ebkem[824]
nedir?
Zikru İllâ’llâhı tekrar
eyleyen herdem nedir?
Zâhidin benzin
sarartıp ağlatan kim hem nedir?
Kâfirin küfrü dahi fâsıkta isyân eyleyen.
Ayrı
bilme mürşidinden salikâ Hakk izini
Gözlerine
tutya-veş[825]
sürme çek pir tozunu
Kimine
seyran eyledi bi-perde yârin yüzünü
Halktan
ayırmış gözünü pinhâna çekmiş özünü
Ne arar kendini halktan böyle pinhân eyleyen.
Kaşların “İnna
hedeyna”[826]okuyan
kâmil olur
Vechini seb’ul mesânî
[827]anlayan
fâdıl olur.
Sanma bir mahbubi
sevse bir kişi cahil olur
Görse mahbubu gönül
bî-ihtiyâr nâil olur,
Ehl-i derd uşşâkı kimdir zâr u giryân eyleyen
Kimini
feyzi Hüdânın sırrına nail eden
Kimine
verip hayayı ilmile âkil eden
Kimine
esmâ-i talim eyleyip fâdıl eyleyen
Kim
bu sırdan kimini mahrum edüp câhil eden
Kimini mahrem edinüp ehl-i irfân eyleyen.
Arzuyu vaslı yâri
dilde mihman ettidiler
Özlerini ol sebepten
ehli vicdan ettiler
Sırrı yâri fâş
edenleri ehli isyan ettiler
Vahdet ehli cümlede
bir yüzü seyrân ettiler,
Lik görmez ol yüzü kesrette tuğyân eyleyen.
Pir
âşk-ı ben Azbî’ya âşk-ı Hüdâ’yı bildirir
Bunda
kendin ağlatanlar anda yârin güldürür
Ruhunu
ihyâ eder her kim ki nefsin öldürür
Ey
Niyâzî kim vücûdun terk ederse ol durur
Cümle yüzler içre ol bir yüzü seyrân eyleyen.
109
Kâmil-i fi’llâha cahil cehlile yâr olmasın
Yok yere âşk ehline Zâhid sitemkâr olmasın
Bi âbes vaslı Hâbibe ol talepkâr olmasın
Kim ki candan geçmez ise deyin bize yâr olmasın,
Âr u ırz ile gelüp âşıklara bâr olmasın.
Ol hakikat bahrine feleği
teni salmıştır
Âşk yolunda can verip
cânânı almıştır
Kîl u kâli terk edip ol
ehli hâl olmuştur
Gam yükün âşık olan
dâim çeke gelmiş durur,
Duymayın dost derdine aşka giriftâr olmasın.
Bilmek
istersen sözünden eyle idrâkı sâdıkı
Arz-ı
sözünden bilirsen vaslı yâre lâyıkı
Bile
bu derdin devasın buldum bir hazıkı
Derd
uyutmaz rahat etmez gece gündüz âşıkı,
Şol ki bülbüldür güle karşı nice zâr olmasın.
Âbidunda hâibîn [828]
ahvâli aşkı anlamaz
Kîl u kâli geçmeden
efâli âşk-ı anlamaz
Çekmeyen yârin
cefâsın âli âşk-ı anlamaz
Zevk-i tâatle kimesne
hâl-i aşkı anlamaz,
Tâlib-i sâdık isen belinde zünnâr olmasın.
Zâhida
aşk-ı mecâzî sanma Hakk vârı değil
Ger
mecâzî ger hakikat her kesin kârı değil
Yâr-i
ağyârı bildin yâr ağyârî değil
Remz-i
Hakk’a mahrem olmak değmenin kârı değil,
Kim dilerse aşk ile yâr olsun,
ağyâr olmasın.
Lâ’yı iskât eyleyen
cân zâhir atmacıd [829]
ile
Gecesi Kadri Berat
gündüzü hem iyd[830]
ile
Bildiğinden geçte gel
sen kul olup tevhid ile
Cümle efkârın hurûfun
cem edüp tevhid ile
Nokta-i vahdette haşr ol gayri efkâr
olmasın.
Kendini
Azbî sakın nâdana yoldaş eyleme
Hem
sana yâr olmayanı hâle haldâş eyleme
Aklı
bir güzele görüp herkesi gardaş eyleme
Ey
Niyâzî hâl-i aşkı herkese fâş eyleme,
Sırr-ı Hakk’dır ana bigâne haberdâr olmasın.
110
Bî tarikat bî hakikat olana eş neylesin
Sâhibi kibr u kîne düzahda ateş neylesin
Talib-i altun olan bimâre peşkeş[831]
neylesün
Teşne-i bahr-ı mûhît olan dile reş neylesin,
Tûti-i sükker-feşân uftâdeye keş neylesin.
Eğledim
hakikat oldu sâhib-i nüktedân
Balı
zehri bir bilip semmî [832]
helâhil [833]
irfân
Baktığı
âyinedir eyler sıfatın hoş ıyadır
Cür’a-i
sahbâ-i zât-ı nûş edip temkin bulan,
Afitâb olan gönül telvîn-i meh veş neylesin.
Etti tekmil tarikat mâlikî sırrı edep
Serbeser[834]
sırrı hakikat ona zâhir oldu hep
Gel bugün sen ayn-ı cem ol derviş eyle talep
Arifin esrârı settâr olduğun etme aceb,
Tâ’n eder zâhid denilen div-i serkeş neylesin.
Buğzla kibri haseddir
halka la’net çün hemin
Böyle idrâk
eylemiştir ârif hakk-al yakîn
Kendi nurundan vücûda
geldi âdemdir hemin
Âdemin vechinde
Hakk’ı görmedi iblîs-i lâin,
Sûretâ gördüğü bir şekl-i munakkaş neylesin.
Oldu hep ârifler içre bu haber Hakk’ı mu’teber
Tabi’ nefsi olan kes râhına yanlış gider
Dinle bu mağzı hakikat Azbî’den ma’na haber
Can Niyâzî ehl-i aşka nazikâne va’z eder,
Ehl-i nefs olan işitmez dil-i müşevveş neylesin.
111
Âdem’den alup nüsha-i kübrâ haberin sen
Fehmeyledin Mescid-i Aksâ haberin sen
Vechimden oku sırrıyla mevlâ haberin sen
Aldın mı gönül hüsn ile yektâ haberin sen,
Duydun mu hem ol Yûsuf-ı zibâ haberin sen,
Fikri Hakk’ı kendini
tâ bilmez olunca
Nefsin sana iblisi sözün
vermez olunca
Ferda gâmına can u
dil salmaz olunca
Ya’kub veş ol, dîdelerin görmez olunca,
Ağladı mı ta sorsan o bina haberin sen.
Hakk’tan
sana bir zerre eğer olmaya mahbub
Sen
olmaya sen sırrı Hüdâ vechine mensub
Hem mihnet Cercis [835]
oluben sabr eyle Eyyüb
Yûsuf
yoluna ağlayan ancak deme Ya’kub,
İşittin anın oldu Züleyhâ haberin sen.
Hakk âşkî gibi olmaya
âbid dahî bir zevk
Bir dilde ki hâsıl ola
hem âşkla bin şevk
Güyâ ki eğer lutfla
lutf ile ol hak
Kays’ı nice yıl
ağlatıp inletmedi mi aşk,
Alsan n’ola bir doğruca Leylâ haberin sen.
Ağlatma
beni hicrinle ey gözümü âhu
Gül
bir yüzüme hânde gün ey dişleri ancak
Ger
bana tecelli ede ol dilberi hûbru[836]
Dağlar
dahi dayanmaz anın yüzüne karşı,
Âlimlere sor Tûr ile Mûsâ haberin sen.
Çıkma hata ile hazer
güzele dilekden
Kimseye sakın verme
haber gonca gülünden
Sabr eyle gönül her
ne gelir yârin elinden
Sular gibi yüzün yere
sür kalma yolundan,
Alçakta alursun yürü deryâ haberin sen.
Her
âşıka vuslat sırrını etme sezâvar[837]
Hem
âşka haberin eyleme câh ile izhâr
Pişmân
olup sonra dil eyleme pür-zâr
Âlemde
nice yüzbin olur aşka giriftâr.
Gel sorma o mecnunlara dânâ haberin sen.
Divâneye sor derdiyle
bu hayret âşkî
Herkes çekmez cevr
ile bu gayret âşkî
Bir zerrede gör suret
ile seyret aşkî
Bülbüllere sorma yürü
var hâlet-i aşkı,
Pervâneden al gizlice tenhâ haberin sen.
Bir
lâm elif içre ayan anla şuhûdu
Hem
anla otuz iki huruf ile vedudî
Tevhid
ile imâna eriş anla vücudû
Tevhid
sanır “lâ” ile isbat-ı vücûdu,
Sorma güzelim anlara “illâ” haberin sen.
Dil olmaz ol derdi
derdiyle bin pâre delinmez
Bu çâr şeşi [838]
çünkü Hakk’ın mazharı bilmez
Maksudu eğer ka’be
ise ondada bulmaz
Her kim bu yola sıdk
ile girmezse yok olmaz,
Yok olmayacak Yûsuf’un umma haberin sen.
Azbî
sözünü fehm ediben anladın ise
Lakayd
oluben Hakk sesini bekledin ise
Âdem’de
Hakk’ı seyre gelip dağladın ise
Lâhût
ile nâsûtu gönül anladı ise,
Mısrî ana sor “Kâf” ile “Ankâ“ haberin sen.
112
Sıfâtu’llâhı seyr etsen kimin dürdanesiyim ben
Gedâ suret gözettimse hakkın bir şanesiyim ben
Eğer fehmeylesen sofi ne cân cânânesiyim ben
İlm-i bahrî vücûd asdâfının dürdânesiyim ben,
Maarif kenz-i dil vassâfının virânesiyim ben.
Vârımı sırrıma âgâh
olanlar hisse aldılar
Dîl-i lâl aklı mât
olup benim sırrımda kaldılar
Hakk’a teslim olan
canlar yolu erkânı buldular
Benim ilmim katında
müctehidler âciz oldular,
Veli İlm-i İlâhî’nin deli divânesiyim ben.
Kimisi
râz sergerdân olup hayrette kalmışlar
Kimisi
dârı mihnette özün kavgaya salmışlar
Kimi
yoklukta mahvolmuş kimi bu vâre gelmişler
Birer
hâle cihânın halkı bir bir râzı oldular,
Benim bir hâle meylim yok Hakk’ın bilmem nesiyim ben.
Ne izhâr eylesem
mümkün ne pünhâneylesem ey yâr
Ne bir derdimle ortak
var ne bir mislim gibi nâçâr
Er satveleri [839]
olur aciz ne merhemle olur tımar [840]
Bi-küllî âlemin halkı
bilirler bende bir dert var,
Bilinmez sevdiğim kimdir nenin mestânesiyim ben.
Hakikat
bahridir aklım reis oldum teni feleğe
Özüm
evvelden evveldir kadem basmadan eflâke
Gözüme
Hakk olur perde bakarsam mâli emlâke
Eğerki
sûreta âhirde geldim âlem-i mülke,
Ne mâziyem, ne müstakbel her ânın
ânesiyim ben.
Çün insânım ve
mekânım bu mir’ât tenliğimdendir
Ziyâ bahşâyışı bizim
bu ziynet şenliğimdendir
Bakâda fânide benlik
benimle senliğimdendir
Yitürdüm
benliği, benlik bana hak benliğindendir,
Tekellümde hitâb-ı gıybetin kârhânesiyim ben.
Ezelden
sâkiya câm bekâdan mestü hayrânem
Perişan
turresin yârin körelden dil perişânım
Ne
Azbî’yem ne şârkıyem ne gârbiyem ki ben cânım
Ne Mısrîyim, ne Mehdîyim,
ne İsâ’yım, ne insânem,
Bu yanan dâimî şem’in veli pervânesiyim ben.
113
Sırrı “sübhânellezi esrâ”[841]da
dil mihmân eden
İstivâ sırrın vücudun şehrine sultân eden
Vay benim aklım perişân gönlümü hayran eden
Ey bu gönlüm şehrini
bin kahr ile vîrân eden,
Bî-dühân odlar yakup bu sînemi külhân eden.
Herkes
cins maal cins [842]
hem demi sohbet olur
Ehl-i
Hakk’ın devleti Hakk’tan gelen zillet olur
Çâre
kıldıkça tabibler derdine mihnet olur
Ehl-i
âlem derdinin mislin görür rahat bulur,
Cins u misli olmayan derde beni dükkân eden.
Nefsle ruhun varasın fehmeden ehli zamir [843]
Tekye-i fakr-i fenâya can u dil eyler esir
Ger hakikatten haber almak dilersen âşka gir
Bir bahirdir sâhili yok mevci olmaz münkesir,
Leylinin fecrin getürmez gökteki devrân eden.
Çıktı
“mâzâgal basar”dan [844]
çeşmime kehli uyun[845]
Tıflı
dil derdinden oldu seni derdim tâze nur
Çünkü
ben biçare oldum sine püryan [846]dîde-hûn[847]
Akl-ı
fikrim zevrâkı yollarda kaldı ser-nigün,
Belki cümle akl-u fikri bende sergerdân eden.
Azbî’ya fakri rızâdır âşıka âşkı pîşesi[848]
Gel iki âlem rahatımdan çekme vakt endişesi
Talib-i fakr u fenâ ol kır bu vârın şişesi
Kimine meydân eden bu âlemin her köşesi,
Mısrî’ye uçtan uca her köşeyi zindân eden
114
Cân u dilden âşkla gel yâne yâne Hû deyu
Nefsine aldanma zinhâr yâne yâne Hû deyu
Kendini kâl ile hâl ol yâne yâne Hû deyu
Gir semâ’a zikr ile gel yâne yâne Hû deyu,
Er safâyı aşkı- Hakk’a yâne yâne Hû deyu.
Bilmeyen
imânı bulmaz küfrü imân perdesin
Âdem
olmaz geçmeyen ilmiyle hayvân perdesin
Çâk
eder âşık olan elbette isyan perdesin
Hep
erenler Hû ile kaldırırlar can perdesin,
Açtılar gözlerin anda yane yane Hû deyu.
Hû ile irşad olanlar oldu Hû nun hemdemi
Var ise Hû yok ise Hû iş bu sırrın mahremi
Evvel Hû âhiri Hû kıl temâşa âdemi
Gördüler Hû kaplamış hep On sekizbin âlemi,
Feyz alırlar cümle Hû’dan yane yane Hû deyu.
Mübtelâlar
sırrına kavuştular bu Hû ile
Evliyânın
bezmine [849]
oluştular bu Hû ile
Dostla
alıştılar buluştular bu Hû ile
Zât-ı
Hakk’ı buldular, buluştular Hû ile,
Dost göründü her taraftan yane yane Hû deyu.
Kalbine yâ Hû diyen âşıkların rahmet yağar
İki âlem mihnetten kurtulup cennet arar
Âzbi’ya feyzi Hüdâ’dan Hû deyu doğar
Ey Niyâzî gönlüne âşıkların hikmet dolar,
“Künt-ü kenz” in haznesinden yâne yâne Hû deyu.
115
Aşkıyla mest efkâr olayım şimdengerû
Cevri hicri güle
sitemkâr olayım şimdengerû
Yâre hem ağyâra hoş
yar olayım şimdengerû
Nevbahar erişti
bi-dâr olayım şimdengerû,
Andelip-i bağ-ı gülzâr olayım şimdengerû.
Lutfu
kahrından vefâsından geçip abdâl-veş
Âlemin
şahı gedâsından geçip abdâl-veş
Bu
ribat hünhünden uryân olup abdâl-veş
“Dünya
vü ukba hevâsından geçüp abdâl-veş,
Kâşif-i cilbend-i esrâr olayım şimdengerû”.
Bulmasın bir kimse bende bulmasın nâm u nişân
Kalayım yokluk içinde bî-nişân ve bî-mekân
Cümle âlem âşık olsun görmeğe vechim ıyan
Dolanayım Hızır-veş âlem gözünden bir zamân,
Mutlak olup sırr-ı settâr olayım şimdengerû.
“küllü
şeyin yerciu” [850]
nun ma’deninde kân olam
Çün
bana elzem özümden özümü özden bulam
Eyleyim
İsâ’ya ta’lim sırda eşratı[851]
kıyam
Nice
bir bu ten zemininde karar edüp kalam,
Çıkayım göklere devvâr olayım şimden gerû.
Âlemin ak ve karasından çıkar âli cenâb
Bilmedi münker suâlin çektiler onlar azâb
Hakk’a teslim olmadan özünü bekâda yok sevab
Bu izâfât u kuyûdât illerin edüp harâb,
Lâmekân ilinde seyyâr olayım şimdengerû.
Nice
birdir doğmanla subhdem feryâd edem
Kûh
sırrı âşkına ben kendimi ferhâd edem
Kayıttan
kurtulup ruhum eyle âbad edem
Mürg-i
cânı bu kafesten uçurup şâd edeyim,
Ol âdem şehrine tayyâr olayım şimdengerû.
Hâkle yeksân[852]
olan ârş üzre eyler hoş mekân
Geldi çün benden bana benlik nişânından ziyân
Geçtim ondan dahî mânendî [853]bir
olur pehlivân
Bir beden kaldı bana mensûb olan bunda hemân,
Yok edip anı dahî var olayım şimden gerû.
Her
kimin kalbinde olsa Hakk şuhudu zerrece
Gelir
elbet ona Hakk’ı lutf cudî [854]zerrece
Azbî’nin
zâhir u bâtın yok vücûdu zerrece
Kalmasın
varlıkta Mısrî’nin vücûdu zerrece,
Kurtulayım vasl-ı dildâr olayım şimde gerû.
116
Zâhid sana şerh eyleyem guş [855]
eyle bir destân kamû
Doğru haberler söyleyim fehmeylesin yâran kamû
Hiç bilmezem ki neyleyim kılam ıyan beyan kamû
Bir şehre erişti yolum dört yanı düz meydan kamû
Ona giren görmez ölüm içer âb-ı hayvan kamû.
Gaflettedir
uykusu var Hakk’tan katî korkusu var
Yirmi
dokuz bârusu [856]var
otuz iki incisi var
Itır
gibi kokusu var her yanı kaplarûsu [857]var
Bir
hoş güzel yapısı var otuz iki kapısı var,
Cümle şehirlerden ulu her yanı bağ bostan kamû.
Âşk ehli ol eyledin kesil âb-ı revân ol selsebil
Dağları sünbül zencebil çağlar akar Ceyhun Nil
Onda döğülmüş misli gül altın cevâhir fî sebil
Âb u havâsı mu’tedil giren çıkamaz ay u yıl,
Dağları lâle ak kızıl bağlar gül-i handan kamû.
Dertlilere
dermân eder âşıklara ihsan eder
Her
sırrı sır-cünban [858]eder
âb[859] u
revân efgân eder
Âşk
ehlini mestân eder hâlin perişân şân eder
Bülbülleri
nalân eder cân-u dili hayrân eder,
Bahçeleri seyrân eder her köşede hûbân kamû.
Her emrine fermân olur her ne ararsın bulunur
Bilmediğin hep bilinir görmediğin hep görünür
Dostlar başına derilir [860]canla
sohbet olunur
Eşçârda sazlar çalınır dallarda meyve salınır,
Sen sunmadan ol bulunur her emrine fermân kamû
Deryâ
misali çuş eder her ne dilersen hoş eder
Cananı
sana eş eder huriler dem-keş[861]
eder
Düşman
kaddin ham-keş[862] eder
şeytanla yâdaş[863]
eder
Kim
Selsebil’den nûş eder rahik anı bi-hûş eder,
Tesnîm ebed sarhoş eder olur içen mestân kamû.
İllet bana hüccet değil gösterdiğim illet değil
İşret ve hem sohbet değil hem işret ve sohbet değil
Hakk’tan bize rahmet değil sanma ki bu kudret değil
Bu dediğim Cennet değil anlara ol minnet değil,
Bunun safâsı zevkine ehl-i cinân hayrân kamû.
Baldan
şekerden hoş tadı can bülbülü olmuş tûtî
Oldu
beyân sırrı-ebî[864]
Hakk’tan gelen âdem gibi
Cismi
hakikatten idi Hakk âdeme dostum dedi
Şehr-i
hakîkattır adı, Hakk sırrını bunda kodu,
Ol sırra vâkıf olanı, Hak eyledi mihman
kamû.
Bu sözlerim gel levha yaz bu şehre gelmez yaz güz [865]
Bunlardır ehli temiz Hakk’tan ıyan bunlarda yüz
Hakk’tır bularda[866] Hakk’tan
öz yokuş değil her yanı düz
Özleri canlardan aziz sözleri ballardan leziz,
Yok anda sen,
ben, siz ü biz birlik ile yeksân
kamû.
Bu dediğim
ehli necat bulmaz bulur kesb kesad [867]
Ateş
değil sudan nebât bunlar değil hâk ile bâd[868]
Haktır
hakikat iş bu âd işit onu bâd şâd
Olmaz
anlarada hiç fesad buğz u hased kibr ü inad,
Cümle
biliş yok asla yâd birbirine ihvân kamû.
Bağışladımdı almadı bu sırrı bâtıl bilmedi
Âşkımdan âgah olmadı teşvişe kendin salmadı
Nefsî yüzüne gülmedi bunlar hakikat olmadı
Ol şehre Mürsel gelmedi,
anları dâvet kılmadı,
Anlar yolu yanılmadı evsafları Kur’ân kamû.
Epsemlik
[869]olmuş
dilleri iki cihan merkebleri [870]
Yok
bunların ucbları [871] iman
olur edepleri
Hakk
bunların mucipleri Hakk’tan mühürlü lebleri [872]
Hak
mezhebi mezhebleri, deryâ-yı zât
meşrebleri,
Hâsıl kamû matlableri, kadr içredir her
an kamû.
Bilmez bular lâfügüzaf [873]
Hakk bunları kılmış muâf
Bunlar kamuya sine-sâf olmuş bular Ankâ-i Gâf
Hayr ile şer bunlarda lâf her sözleri nûn ile kâf
Yoktur onlardan ihtilâf günden ayân Hakk bî hilâf,
Her işleri Hakk’a muzâf ruh eylemiş Yezdân kamû
Makbuli
Hakk olmaz rezil olmuş bulur ayn-ı Halil
Hakk
iledir bunlara eyle makbul edüprabb’ül celil
Bundan
müberra vekil canlar verirler fî sebil
Terk
eylemişler kâl u kil lâl olmuş anlarda bu dil,
Her
halleri Hakka delil hep mazharı Rahmân kamû.
Bî-din görür mezhepsiz Hakk’tan ıyandır Hakk yüzü
Bulmuş seâdet yıldızı piri izi Hakk’ın izi
Kehli uyun payi tozu birdir [874]geçile
gündüzü
Gerçi sana bakıp gözü,
sohbet eder söyler sözü,
Lâkin Hakk’ı bulmuş özü, söyleştiği
Furkân kamû.
Sarhoş
olup bayılmadı içenleri ayılmadı
Esrârları
yayılmadı hep dilleri duyulmadı
Kimseye
gönül vermedi çalışmadı yorulmadı
Dünyâya
anlar gelmedi, geldiyse de eğlenmedi,
Şeytân oları görmedi, anda olar pinhân kamû
Cândır Hüdâ’ya peşkeşi onun için yeter işi
Zâhirdedir âdem kişi doğmuş hakikat kuşu
Erkek değildir hem dişi hem hakkıyla Hakk cünbüşü
Ana girerse bir kişi gider gönülden teşvişi,
Başına bu devlet kuşu konan olur Sultan kamû.
Olmazdan
evvel çün olur maksudu candan alır
Fânide
ol bakî kalır istediği zâhir olur
Cânın
verir canan alur nefsin bilir rahman olur
Hemen
ki ol şehre gelir her korkudan azâd olur,
Yollarda bellerde kahr div u peri şeytân kamû.
Ölmezden evvel ey püser[875]
can iline kılmış sefer
Bunlara yok arzı hüner her işleri cümle biter
Mahv bulur her derdi sırrı Hakk’tan gelir ona haber
Dâr-ül emândır ol şehir lâkin girer yüzbinde bir,
Sanma ana dâhil olur hûri melek rıdvân kamü.
Aklını
kurban eyledi ol neylediyse eyledi
Bu
tahmîsim [876]kim
değildi esrar Hakk’ı anladı
Dostun
izin kim izledi Hakk’ın cemâlin gözledi
Kim
ki o şehri özledi erenler izin izledi,
Adâb-ı Hakk’ı gözledi irşâd eder Pîran kamû.
Âlemler onun kuludur onlar velinin âlidir[877]
Bî-mağrifet kim dilidir kiminki bu söze belî dir[878]
Can bülbülünün gülüdür âşk şâdînin bülbülüdür
Her semt o şehrin yoludur, lâkin girenler velidir
Anın için dopdoludur Türk ü Arab Süryan kamû
Seyr
eyledim sünbüllerin mest eylemiş bülbüllerin
Hay
oldu verdi dillerin Hû koktu cümle güllerin
Oynamaz
kâküllerin kâfir inanmaz kulların
Ehlini
bul ol illerin sarpın geçersin bellerin,
Yırtar yalnız gideni kurd u peleng arslan kamû.
Bu şehrin aslı bülbüldür kâmil olan bî-dillidir
Aşıkları kanlıdır erkânı böyle yolludur
Sünbülleri hoş tellidir bülbülleri hoş güllüdür
Ehline anlar bellidir, zirâ bilir bir illidir,
Her birisi ahsen sıfat her müşküle bürhân kamû.
Etme
muhabbet mülküne her mâl her emlâkine
Eyle
nazar eflâkına katma siva imsâkine
Sa’yeyle
nefsin terkine sultan olasın mülküne
Gir
Enbiyânın silkine bin bu vücûdun fülküne,
Kahreyle nefsin askerin gark eylesün tûfan kamû.
Gel sen özüne bende ol tâ Hakk yoluna çıka yol
Bahri hakikat içre dal ferdâ gamın ferdâya sal
Kalmaya sende kıl u kâlî dâhi taşa çal
Var “Semme vechu’llâh” ı bul tâ görüne sana ol il,
Senden sana eyle sefer kim idesin seyrân kamû.
Sa’y
eyle ol ehli ede sana misilin acep
Etme
sakın arzı nesep cehlin ıyan etme ki hep
Cümle
acem ile arab emrinde ola rûz şeb
Candan
riyâzat-ı taab çeksin anı edip taleb,
Olur riyâzat sonu derdlerine dermân kamû.
Yok onda hem bülbüle zağ [879]yok
anda matem hem ferağ
Yok onda kara yüzü ağ yok onda lâle bağ u dağ
Yok onda hem yakın irağ var anda hem nurdan çırağ
Çek sinene dağ üzre dağ şol hasta gönlün ola sağ,
Şayet ola dağ üstü bâğ yâdlar ola yârân kamû.
Bakma
kişinin fiiline onun nazar kıl nesline
Dünyayı
koymuş meyline mağrur olanlar ilmine
Cahilin
olanın fazlına düşmüş bu zulmet cehline
Can
ermeyince aslına bülbül gibi gül faslına
Hep
cenneti arz eylesen olur ana niran kamû
Cân u dil nûr
ettiğim ben kendimi çürüttüğüm
Derdimi tefsir ettiğim hâlimi tabir ettiğim
Takdirce tedbir ettiğim uşşâka tebşir ettiğim
Can ilidir vasfettiğim derd ile ta’rif ettiğim,
Bundan inip döküldüler bu tenlere her cân kamû.
İhlâs
edip imânını fehm eyle gel izânını
Nefsin
bilip düşmanını hor eyle gel şeytanını
Tâ
bulasın rahmanını dilde tutup mihmânını
Gel
tende koma cânını a’lâya çık bul kânını,
Lâyık mıdır insâna kim yeri ola zındân kamû.
Ben Azbî’nin koyma izin tâ göresin Hakk’ın yüzün
Candan işit cânım sözün payine vâr hem sür yüzün
Pendini tutma söz sözün hemdemi olma göz sözün
Tut bu Niyâzî’nin sözün bunda aça gör gözün,
Bir gün gidersin ansızın görmez seni karbân kamû.
Yuyan
imânın küfrüne bağlan Hüdâ’nın emrine
Sabr
eyle yârin cevrine kâil olup her kahrine
Tâ kim
eresin zevkine aldanma nefsin mekrine
Var
ol hakîkat şehrine er anda Hakk’ın sırrına,
Dolsun senin de gönlüne deryâ olup irfân kamû.
117
Hakikat şemsi çün doğdu zemin u esmâ içre
Güman[880] gitti ıyan içre ıyan oldu beyan
içre
Ne yüzden âdem oldum ben gülünce cismim ve cân içre
Ezelden nârına aşkın ben yâne geldim cihân içre,
Akıttım nîce dem yaşlar gözümden dolu kan içre.
Gedâ sûret iyan oldum
âtâya feyz kân iken
Libâsım rehberim oldu
anâsır bî-nişân iken
Noktâ-i kevn u mekân
içre zemin u asumân iken
Hak ile bî-nişân iken
kamû canlara cân iken,
Düşürdü bî-mekân iken beni kevn ü mekân içre.
Nice
düştüm nice kaldım nice dem ağladım güldüm
Nice
kâmil nice sâlik nice nâdan olup kaldım
Çü
benden ben cüdâ düştüm onun için derdmend oldum
Nice
geldim, nice gittim nice doğdum, nice
öldüm,
Nice açtım, nice soldum, şol gül gibi cihân içre.
Nice dem serseri
gezdim nice dem oturup kaldım
Nice dem malik oldum
ben çariğ u şeb çerağ [881]oldum
Gelince bu fena dehre
nice oldum nice doğdum
Bulut olup göğe
ağdım, matar olup yere yağdım,
Güneş olup gehi doğdum zemîn u âsumân içre.
Benimle
bâkidir bâki benimle fânidir devrân
Benimdir
sikke-i [882]efdâl
benimdir kisve-i insan
Benimle
devr eder devran benimle seyr eder seyranım
Nebat
olup nice devrân nice demde olup hayvân
Geyürdü sûret-i insân bana devr-i zamân içre.
Nice doğdum nice
oldum işit seyranımı buldum
Nice makbul merğubum[883]
ne yüzden mağrifet buldum
Hakikat şehrine
sultan olup hayli hüner aldım
Çü insân sûretin
buldum Hakk’a hamd-ü senâ kıldım,
Fenâ ender fenâ oldum bekâ-yi câvidân içre.
Vücudum
sidresin [884]bildi
bilenler Beyt-İ Ma’mur’u[885]
Bilenler
istiva nur Hüdâ’dan ittiler fahri
Hakikat
şehrine sultan ben Azbî’dir Hüdâ emri
Erişti
ma’rifet nûru gönül oldu Hakk’ın Tûru,
Niyâzi duydu çün sırrı gümân etti ayân içre.
118
Sen gayri yüze bakma yalvar güzel Allâh’a
Hem nefsine aldanma yalvar güzel Allâh’a
İzinden izin ayırma yalvar güzel Allâh’a
Uyan gözün aç durma yalvar güzel Allâh’a,
Yolundan izin ayırma yalvar güzel Allâh’a.
Gel hılye-i [886]
âlem ol hem ruhuna hâdim[887]
ol
Gel vakıf-ı hâlim ol
maksudu maalim[888]
ol
Her demde hayalim ol
lutf ile kemâl ol
Her geceyi kâim ol
her gündüzün sâim ol,
Hem zikr ile dâim ol yalvar güzel Allâh’a.
Şüphe
ile iş bitmez Hakk ehli yolu gütmez
Sırrını
öyle vermez cahille yola gitmez
Maksuduna
kim eremez evvel Hakk’ı meğer bilmez
Bir
gün bu gözün görmez hem kulağın işitmez,
Bu fırsat ele girmez yalvar güzel Allâh’a.
Sen zilleti devlet
bil bu devleti sıhhat bil
Her zerre-i kudret
bil her kudreti hikmet bil
Yen nefsini izzet bil
bu izzeti rahmet bil
Sağlığı ganîmet bil
her saatı ni’met bil,
Gizlice ibâdet kıl yalvar güzel Allâh’a.
Nefsinden
özün kurtar kendi özün âzade et
Ma’mur
ediben kalbin gel kendini âbâd et
Şehr-i
dili ma’mur et nefs ilini berbâd et
Allâh’ın
adın yâd et can ile dili şâd et,
Bülbül gibi feryâd et yalvar güzel Allâh’a.
Gel Azbî niyâz eyle
niyazı dırâz [889]
eyle
Gel hâcetin Allah’a sen
dol dırâz eyle
Kimdir sana Allah’a
niyazını az eyle
Gel imdi Niyâzi’yle
Allâh’a niyaz et,
Hâcâtı dırâz eyle yalvar güzel Allâh’a.
119
Hemen durma gece gündüz Hakk’a yalvar seherlerde
Bu cümle masivadan geç Hakk’a yalvar seherlerde
Tâ mevlâya erişince Hakk’a yalvar seherlerde
Uyan gafletten ey nâim Hakk’a yalvar seherlerde,
Döküp acı yaşı dâim Hakk’a yalvar seherlerde.
Unutup cümle efkârı
kerem eyle meded ey yâr
Eğer dildârı bildinse
senin yârin olur ağyar
Ola tâ hemdemin ey
dost hakikat dilberi hünkâr
Kapusında durup her
bâr yüzün dergâhına tut var,
Yürekten kıl demâdem zâr Hakk’a yalvar seherlerde
Eğer
sen cânı bunda verirsin fî-sebil[890]
ey dil
Hakikat
ehli olmaksa muradın var Hüdâyî[891]
bil
Eğer
zâhir eğer bâtın muradın hâsıl olsun gel
Seherlerde
açılır gül anın için zâr eder bülbül,
Uyanıp derd ile ey dil Hakk’a yalvar seherlerde.
Seher kalkıp yatğında
Meded ey zâr biçâre
Yapışıp dâmeni pirin
yakin ol lutf dildâre
Alınma nefsi gaddare
uyma sen ağyare
Gel ey miskin bi-çâre
dolaşma gezme âvâre,
Dilersen derdine çâre Hakk’a yalvar seherlerde.
Eğer
ki rûhu sultânî ederse sana ihsanî
Alırsan
âşkta meydânı eğer bildinse cânânı
Bilirsen
hükmü yezdânı müdam kıl âh u efgânı
Açılır
bâb-ı Sübhânî çekilür hân-i sultânî,
Dökülür feyz-i Rabbâni Hakk’a yalvar seherlerde
Gel Azbî âşkla her ân
edegör canla efgânı
Ede ihsan sana sultan
edersen sıdk ile vicdan
Namazda hazır ol ey
cân girerse kalbine irfân
Seherde uykudan uyan
Niyâzî durma derde yan,
Ola kim erişe dermân Hakk’a yalvar seherlerde.
120
İlişkin kalmaya alında ve turanda [892]
Ortaklığın bulunur görmez öyle
görende
Akılla hilm u edep hem bendedir hem
sende
Deme kim Hakk’ı sende
mevcûd ola ya bende,
Ne sendedir ne bende sığmaz ol bir mekânda.
Cân
belâda canândır canân mihmâna cândır
Her
mekândır nişânı her nişânı mekândır
Dinsiz
imânsız nedir hem evvel bana imandır
Mekânı
bi-mekândır nişânı bi-nişândır,
Yine zuhûr eden ol mekânda ol zamanda
Miskin ona ey kişi yer eyle gök ten olur
Ruyu Hakk’ı seyr eden ağlamadan şen olur
Hakk’ı ıyan anlamak fen içinde fen[893]
olur
Hem cân u hem ten oldur hem sen ve hem ben oldur,
Cümle görünen oldur uzakta vü yakında.
Âhu [894]dediğin
budur [895]
budur dediğin âhudur
Lü’lü-yi
inci sanan incü değil lü’lü-üdür
Aşikâre
sandığın âşikâre saklıdır
Sanır
mısın kim oldur istediğin ya budur,
O bu kamû bir Hû dur gidende vü duranda.
İbretle baktığın Allah olsun ona bâkî
Yak sinene âteşini seninle oda sen yak
Azbî irağ sandığın yakındır olmaz ırak
Niyâzî gözün aç bak her şey olup durur Hakk,
Sanma ânı kim ola nihanda ve ayanda.
121
Eder def’i keder Elhamdü-li’llâh
Kılar arz-ı hüner
Elhamdü-li’llâh
Budur doğru haber
Elhamdü-li’llâh
Hüdâ davet eder
Elhamdü-li’llâh,
Bu can Hakk’a gider Elhamdü-li’llâh.
Bugün
yek zerre hikmet oldu
Bu
hikmet dediğin hoş kudret oldu
Bize
Hakk’tan devlet oldu
Hakikat
şehrine çün rihlet oldu,
Gönül durmaz uyar Elhamdü-li’llâh.
Aramaz taşradan derde tabîbi
Özüne yâr edenler bin rakîbî
Bilür ayin erkânı adâbî
Tuyaldan cân-ü dil vasl-ı Habîbi,
Hem okur, hem yazar
Elhamdü-li’llâh.
Dilersen
olasın hayr ile merhum
Bir
öze kim edesin hırz-ı[896]
ma’sum
Hüdâ’nın
rahmetinden olma mahrum
Yakın
geldi tulûa şems-i rûhum,
Bugün kevnim doğar Elhamdü-li’llâh.
Bulundu kesret içre vahdeti yâr
Bulundu yâr ağyar celvetî yâr
Bu cennet dediğimiz sohbeti yâr
Ölüm dedikleridir halveti yâr,
Kamû ağyâr gider Elhamdülillâh.
Veliler
zümresine ola mensup
Ona
hazır ola her yerde matlup
Görüne
sana düşmanın olup hûb[897]
Şehâdet
mansıbıdır âli mansıb,
Bize veriliser Elhamdü-li’llâh.
Edenler aşka arz-ı kemal
Yezid ile yezid olmak fiâl[898]
Budur kârı velinin Hak zevâli
Göründü manâ yüzünden cemâli,
Bozuldu hep suver Elhamdü-li’llâh.
Nice
dertlilere dermanlar etti
Bu biz
âşıklara fermânları etti
Bize
ta’lim vaslı canlar etti
Biliştik
bunda hem ihsanlar etti,
Nasîbimiz kadar Elhamdü-li’llâh.
Kavme Azbî niyâzi sen dırâzı
Cefâsıyla habibin anla nazı
Budur âşıkların sözü güzârı[899]
Ne gam giderse dünyâdan Niyâzî,
Visâline erer Elhamdü-li’llâh.
122
Aklımı hayran eylesem bu halvetin şerbetine
Fikrim postunu
beklesem bu halvetin şerbetine
Kavlimi metin eylesem
bu halvetin şerbetine
Bilmem n’etsem
n’eylesem bu halvetin şerbetine,
Bu cânı teslim eylesem bu halvetin şerbetine,
Ağlar
iken güldürseler çeşmim yaşın sildirseler
Ayıklığım
bildirseler mey küpüne daldırsalar
Muradıma
erdirseler sakiler kadeh verseler
Hep
bu gökleri indirseler şerbet ile doldursalar,
Biricik bizi kandırsalar bu halvetin şerbetine.
Tulum tulum olsa arak[900]
sarhoş olsam yalın ayak
Dağlar taşlar olsa çanak meze olsa tabak tabak
Afitabı etse sancak hem bulutlar olsa yaprak
Şerbeti gönderdikte Hakk öğünce gün olsa çerak,
Yıldızlar olsa hep çanak bu halvetin şerbetine,
Sır
sözümden haber alan vahdette meskenet bulan
Münkirlere
olsa yalan bilir bunu ehli iman
Hamdülillâh
olmuş nihan[901]
bu nihan sır değil ıyan
Duysa
bunu halk-ı cihân katresine verirdi can,
Olmaz bahâ kevn ü mekân bu halvetin şerbetine.
Derûnda lezzeti kalır tadın unutulmaz anılır
Bu şerbetten kanan bilir kanmayan ahmaktan olur
Aklın olur canın verir âşk ehlinin aklın alır
Bu bir aceb ilden gelir ancak bunu içen bilir,
Kim tatsa hayrette kalır bu halvetin şerbetine,
Bu
içen görmez azap vasıl olur ol bî-nikâp[902]
Bülbüllerle
bir mi gurab [903]münkirlere
hoş ızdırap
Bu bir
şarabdır bir şarab her katresi yüzbin savab
Her
kime olsa feth-i bâb içer anı görmez azab,
Cism ü cânı eyler kebâb bu halvetin şerbetine.
Azbî hâli anlamadı hiç gafletten uyanmadı
Yar neki günü saymadı emri Hüdâ saymadı
Aşk rengine boyanmadı âşıklara inanmadı
Şerbetimiz tükenmedi içenleri usanmadı,
Niyâzî hergiz kanmadı bu halvetin şerbetine.
123
Kâmu mevcud olanın â’zamısın yâ Resûlallâh
Dilberi biçârenin sen
merhemisin yâ Resûlallâh
Kâmunun â’zamısın ekremisin
yâ Resûlallâh
Zuhûr-u kâinâtın
ma’denîsin yâ Resûlallâh,
Rumûz-u Künt-ü kenz’in mahzenîsin yâ Resûlallâh.
Atâ
bahşâyişi [904]âlem
olan ihsân feyzindir
Muhibbi
nûru yezdânısın çevsayık [905]nûru
mahzındır[906]
Sana
her vechile bende olan kes abdi hâsındır
Beşer
denen bu âlemde senin sûretle şahsındır,
Hakîkatta hüviyette değilsin yâ Resûlallâh.
Senin şanında levlâk [907]nidâsın
Hakk kıldıysa
Senin zâtı şerifinden o kim bir lem’a olduysa
İki âlemde lâ-şüphe[908]
veli olada geldiyse
Vücûdun cümle mevcûdâtı nice câmi olduysa,
Dahî ilmin muhît oldu kamûsun yâ Resûlallâh.
Hakikat
yok eden her varı ilm-i ledündür
Kaşın
mihrabı sözün her bar ilmi “min ledün”dür
Cemâlin
mazharı esrârı ilm-i “min ledün” dür
Dehânın
menba-i esrâr ilm-i “min ledünnâ”dır,
Hakâyık ilminin sen mahremîsin yâ Resûlallâh.
Senin kadrin bilen kadrin özün ağlaya biliserdir
İki âlemde teşbihin cemâlin pâkin oluserdir
“Ve yabkâ vechike” [909]remzin
bugün zâtın biliserdir
Ne kim geldi cihâna hem dahî her kim geliserdir,
İçinde cümlenin ser-askerîsin yâ Resûlallâh.
Şeriattan
elin her kim çekerse kaldı çırılçıplak
Kapında
bende-i kemter gedâdır nice bin ishâk[910]
Hakikat
âleme senden açıldı alem ile sancak
Cihân
bağında insân bir şecerdir gayriler yaprak,
Nebîler meyvedir, sen zübdesisin yâ
Resûlallâh.
Nice dem sırrını Azbî dahî ahdini gördü
Gamınla âşıkın oldum beni âşkınla yedirdi
Cefânı kessen ey dilber ölümden bana beterdi
Şefâat kılmasan varlık Niyâzî’yi yok ederdi,
Vücûdu zahmının sen merhemîsin yâ Resûlallâh.
124
Kıl ile kâlı[911]
gizlidir âşıka hâl içinde
Lutfunu gördüm ıyan [912]saklı zevâl içinde
Cehlini seyr eyledim
gizli kemâl içinde
Ey bî-misâl vâhid-i
hüsnün misâl içinde,
Âyînenin göründü bir hub cemâl içinde.
Serviyle
topu [913]senin
kaddine [914]
olmuş melil [915]
Kimki
seni görmedi cehliyle oldu zelil
Yoluna
her kim verir can u dili fî-sebil
Düştü
kamû heyâkil kâmetine mukâbil,
Cünbüşü gösteren sen şekl ü hayâl içinde.
Ârif olur er kişi bu sohbeti kim görür
Sohbetiyle cân olur bu sohbeti kim görür
Vuslatına tez erer bu farkı kim görür
Bu san’atı kim bilür,
bu kudreti kim görür,
Bu vuslatı kim bulur ceng ü cidâl içinde.
Cennet
olur tâlibe sırrın eyle külhânın
Düzâh
olur münkire müşkül eyle gülşenin
Aşkınla
âşıkın cennet eder meskenin
Kande
bulur isteyen lütfunu ey dost senin,
Çünkim anı gizledin kahr ü celâl içinde.
Ehl-i gamın pendini canla çün geldim
Hayli zamandır senin vuslatını bekledim
Tâ bilicek sırrını nice zaman eğledim
Mushaf-ı hüsnüne çün tefe’ül eyledim ben,
Burc-u belâda gördüm kendimi fâl içinde.
Derdinle
serseri sarhoş iken eyledim
Nice
nice ben sana arzı mâil eyledim
Nice
zaman âşkınla derde düşüp eğledim
Taliimi
yokladım mihnet evinde buldum,
Anın için yürürüm herdem melâl içinde.
Cevr u cefâsın çekip umma vefâ güzelin
Yâri kadîmim [916]
olmaya hiç ecilden
Olmaya herkez nasip kurtuluş bu keselden[917]
Bizim de mihnet imiş kısmetimiz ezelde,
Kaldı başım anın çün fitne vü âl içinde.
Ehl-i
dilin içinde kim ki olur hemdemi
Anlar
Elest emrini fehm ediben bu demi
Sırrı
Hakk’ın sen onu sanma sakın mahremi
Gamsız
olan adamı sanma anı âdemi,
Hayvandan ol edaldir kaldı dalâl içinde.
Hayr ile şer haktır âdemi sanma deli
Cismi şeriât olur dili hakikat ili
Dîli olandır veli kimine velidir beli
Şadlık ehl-i aşka,
aşkın gamıdır veli,
Şol ayrılık güzeldir ola visal içinde.
Hayli
zamandır senin âşkınla giryanım
Senden
olur derdime lutfunla dermanım
Meded
müddam eyle bana meded sultanım
Haddin
tecellîsine müştak olur bu cânım,
Görmedi çoktan anı şol zülf ü hâl içinde.
Hakk’a giden râhı ger bana soraydı zâhid
Hubbu sivâ eğer Hakk’a vereydi zâhid
Baktığına Hakk deyü doğru göreydi zahid
Mescide varmak ile zevke ereydi zâhid,
Kılmazdı da’vâyı ol bu kîl ü kâl içinde.
Çünkü
Hakk’ı bilmişim yahşi yaman yermezem
Hakk’ı
ıyan görmüşem kimseye yol sormazam
Kendi
özümü kimseden çünkü gani görmezem
Meyhânede
bir kadeh nûş etmeği vermezem,
Bin şuğluna sofinin tekyede şâl içinde.
Cennet oluptur bana kûşe-i fakr u rıza
Hayr şerri bu dem Hakk’tan okudum şehâ
Kande ki baksa gözüm Hakk’ı görüp bî-riya
Mescidi meyhâneyi fark eylemem zâhidâ,
Göründüm ise ne var hâ ile dâl içinde.
Ver
serini Niyâzî sırrını verme yâda
Nadâna sırrın veren kalur vebâl içinde
125
Devre-i ârşı oku bu halka-i tevhid ile
Tâ cihâna şâh olasın
kise-i[918] tevhid ile
Gel budem tevhidi
Hakk’a kisve-i[919] tevhid ile
Kalbini bâğ-ı cinân
et ravza-i tevhid ile
Can dimâğın kıl muattar nefha-i tevhid ile.
Âşıkı
kurbu Hüdâ’ya çekti zillet yolları
Kasrı
işret gâhiçıktı anla gurbet yolları
Oldu
bin birden ziyâde yâre vuslat yolları
Kâbe-i
nûr-i siyâhın bî-nihâyet yolları,
Kat’eder erbâb-ı aşk bir lemha-i tevhid ile.
Ger kıla Mührü Süleymânı ahd ü peymânın seni
Ola canından azizin sana cânânın seni
İrgörür[920]
dermâna âhir derde dermânın seni
Her ne denlü rû siyâh ettiyse isyânın seni,
Ağarır bî-şek yüzün bu garra-i tevhid ile.
Vuslatın
sırrın bilir ilmi ledünden hoş habâr[921]
Sırrını
fâş eylemez munis olur ona yâr
Evliya
ve enbiyanın kadrini okuryazar
Mâ-verâ-i
ins ü cinni seyredip arşa çıkar,
Kim ki mi’râç eylediyse cezbe-i tevhid ile.
Azbî’yi mıknatıs âşkı feyz Hakk’ı cezb eder
Sanma Hakk’tan söyleyen kudretin sözünü kizb [922]
eder
Masivâyı terk eder hubbu Hüdâ’yı kesb eder
Ey Niyâzî Ârif-i billâh gönülden selb eder,
Onsekizbin perdeyi bir lem’a i tevhid ile.
126
Ehl-i âşk mesti mey olmaz âşk şarabı olmasa
Gülemezdi sırrı
Hakk’ı dilde tâbi olmasa
Ger bu zülmetten
bezerdi ızdırâbı olmasa
Zerreler zâhir mi
olurdu afitâbı olmasa,
Katreler kande yağardı hiç sehâbı olmasa.
Dertden
özüne hangi derttir derdi var dermanı yok
Yârine
âşık yakîn olsa dîni imânı yok
Her
kimin ısyanı çok kadr bil onun gufranı yok
Bahr-ı
zâtın mevcinin hiç haddi vü payânı yok,
Zâhir olmazdı cihân anın habâbı olmasa.
Ten kulağıyla işittim sözünü ey dost senin
Koymaz elden ölünce izini ey dost senin
Kim koyup gitmiş ayağı tozunu ey dost senin
Herkes anlar hem görürdü yüzünü ey dost senin,
Kibriyâ-yı “len terâni”den nikâbı olmasa.
Lâ ile
ilâ’nın idrâk eyleyen aksâsını[923]
Ehli
iman oldu bildi hazreti mevlâsını
Kim
bilirdi lâm- elif ten âşıkın esmâsını
Kim
bilürdü zülfün ile kaşların ma’nâsını,
İki âlem gibi şerh eyler kitâbı olmasa.
Âb u hayvandan ne fark var bu âb’dan zülfünün
Yok rehâyab [924] olmağa
baisi mekandan zülfünün
Bir teli yektir keserse bin tuvandan[925]
zülfünün
Ukdesin kim halledeydi ol kitâbdan zülfünün,
Anın insan denilen âhirki bâbı olmasa.
Ehrimen
sırrı nebiye haşâ mahrem mi olur
Âdemi
inkâr eden şeytandır âdem mi olur
Cahile
kâmil bu yüzden oldum ekrem mi olur
Haşri
inkâr eyleyen mülhidler ilzam mı olur,
Sâl-be-sâl evrâk-ı eşcâr inkılâbı olmasa.
Mûnisi yâri refikî Azbî’nin Allah idi
Âşıkın hâli mükedder münkirin gümrâh idi
Bu fenâ dünyada olmak Hakk’a doğru râh idi
Kabri vahdet kûşesi haşri temâşâgâh idi,
Ey Niyâzi kimde kim cehlin azâbı olmasa.
127
Cevrine âşık Habibin bende-i ferman ola
Tâ ezel âdet oluptur
kâmile pünhân ola
Kimine bu söz
gümandır[926] kimine imân ola
Devredüp geldim
cihâna yine bir devrân ola,
Ben gidem bu ten sarâyı yıkıla virân ola.
Ötmeye
cân bülbülü bu ten gülü bir gün sola
Yine
haldâşım gelip bu sırrıma vakıf ola
Yıkulup
bu dert deyü vârım bir kuru âdem kala
Cûş
edüp ummân-ı can cismim gemisin dağıda,
Yerler altında tenim toprak ile yeksân ola.
Olmadı bu sırra mahrem hamdülillâh ecnebi
Kandedir sırrı ilâhî kandedir sırrı nebi
Çünkü bir zıllı hayaldir bende bu sırrı ebî
Bu vücudum dağı kalka atıla yünler gibi,
Şeş cihâtım açıla bir haddi yok meydân ola.
Mebde-i
sırrı maadı fehmeder ehli hüner
Dört
kitabın remzini bir noktadan ezber eder
Er
kişi maksudun ister eyleyüp azmi sefer
Yevm-i
Tüblâ’dır o gün her mânâ bir sûret giyer,
Kimi nebat ve kimi hayvan, kimisi insân
ola.
Bir imiş savm u zekât hac sücüd ile kıyam
Böyle bir hâli vücudum olmaya rûşen zalâm [927]
Harf u savtım kalmaya tekmil ola külli kelâm
Dağıla terkibim otuziki harf ola tamâm,
Nokta-i sırrım kamûnun
cevherine kân ola.
Edeler
yağma olmadan cümle kîl u kâli
Cübbe
ve destâr[928]
ile zâhir görenler şâlımı
Ben
bile fark etmez olam hâli mâ fî’l bâlimi
Kabrime
dostlar gelip fikredeler ahvâlimi,
Her biri bilmekte halim vâlih ü hayrân ola.
Derviş Azbî bir olur hâl ehline ıssı ziyan[929]
Ehli hâl olan kişiye sığmıya şek ve güman
Tâ gire bir şehire salik olmaya gerçek yalan
Her
kim ister bu Niyâzi derdimendi ol zaman,
Sözlerini okusun kim sırrına mihmân ola.
128
Bildim nice gezdim bu hikmete erince
Cân ile sülûk ettim
ben hizmete erince
Kaldım nice hizmet tâ
rahata erince
Ahvâl-i serencâmım bu
saate erince,
Demem sana icmâlin tâ gâyete erince.
Bu
âleme yol bulduk hep vârımız yüzdük
Ser seddini
bir kesdin maksudumuza erdin
Suret
yine bir oldu zulmet evi nur oldu
Biz
beş er idik çıktık bir demde yola girdik,
Kırk yılda Pîr’e erdik bu sohbete erince.
Çün Hakk ile Hakk’landık yayan iken atlandık
Birlik ile bağlandık bir fend ile avlandık
Sanma bize aldandık ikrar ile sağlandık
Her yanına çalındık çok adları takındık,
Dört tekbiri bir kıldık ta kâmete erince.
Çar
ile şeşe baktık ol nur ile uyandık
İmam
Hakk’a erdik esrârı duyduk
Akıl
ile dil verdik maksudumuza erdik
Çün
kâmet alıp durduk divânına el bağlı,
Veçhini
ayân gördük bu hayrete erince.
Hikmet bu imiş ancak kudret bu imiş ancak
Rahmet bu imiş ancak hüccet bu imiş ancak
Şefkat bu imiş ancak zillet bu imiş ancak
Tâat bu imiş ancak, râhat bu imiş ancak,
İzzet bu imiş ancak bu hizmete erince.
Münkir
gözü kör oldu ikrar eden er oldu
Pirim
bana pir oldu sâlik bana mûr [930]
oldu
Sûret
yine bir oldu zulmet evi nûr oldu
Kesret
idi bir oldu, sûret idi sır oldu,
Zulmet idi nûr oldu bu âyete erince.
Esrârı Hakk’ı açtım derya dil olup taştım
Hep berzahımı eştim aklım ile barıştım
Yârim ile buluştum hasretime kavuştum
Bindörtyüz kanat açtım altıyüz dani koştum,
Tâ onbeşe dek uçtum bu hâlete erince.
Mestâne
idik gamdan âşkın ile ayıldık
Birden
bine dek yüzbin tâ bire değin sayıldık
Çün
mahvi vücud ettin hem ferd ile yayıldık
Çün
cân ile bir idik ebdân ile dağıldık,
Âhirki deme erdik bu vahdete erince.
Lutfî ile çün halk Azbî ola uyanık
Derdinle olup hâzık dermâna ola layık
Nefsim yolu karanlık ruhum yolu aydınlık
Dünyâyı n’ider âşık,
ukbâyı n’ider sâdık,
Mısrî ola gör ayık, sen vuslata erince.
129
Eyle eziyet nefsine rûhun dilek bilmez ola
Âşık olan vuslat için kaydı gerek bilmez ola
Hakk’al yakîn îzan bula âşk ehli şek bilmez ola
Devrân odur kim devrini devr-i felek bilmez ola,
İnsân odur kim sırrını ins ü melek bilmez ola.
Yârin cefâsın
çekmedin âşık gerek usanmasın
Mevlâdan özüne kimse
yok hiç kimseye dayanmasın
Ârif o derdimin göre
ferdâ safâsın ekmesin
Merkep izinde su
görüp deryâyı gördüm sanmasın,
Deryâ odur kim ka’rını aslâ semek bilmez ola.
Ehli
sulukun şartıdır bâkî ten ile cân ola
Her
ne gelir dostundan gelir cân ile bir fermân ola
Sahn-ı
rıza içre girip hem hâk ile yeksan ola
Âdem odur kim nârı ola hem mâ u hem zemân ola,
Hayvandan ol adal durur nân ü nemek bilmez ola.
Dâim ede mestânelik
âşk meyini içmiş ola
Dehrin bu ak ve
karasın atıp kamu geçmiş ola
Tâ kim vâra ılliyyine
Hakk’tan kanad açmış ola
Kâmil odur kim aç
susuz çok çok emek çekmiş ola,
Nâkıs o çiğdür bunda kim hergiz emek bilmez ola.
Âşkın
elinden Azbî’ya mesken kafesdir bülbüle
Duymaz
cefâ senden onun cânın verir bülbül güle
Bu
remzi kâmil gerek zâhir ile batın bile
Herbir
Nebî, herbir velî zilletle erdi menzile,
Mısrî’ye söğsün şol ağız Allâh demek bilmez ola
130
Şerha şerha yareler bu sinemde hicrânımdır
Başka başka kan mıdır
bu damlayan mercân mıdır?
Katre
katre dökülenler dürr müdür bârân mıdır?
Zerre zerre görünenler hat mıdur
reyhan mıdır?
Karâr etmez bu cânım kalmadı hîç dermanım
Cemâlimi göresim geldi dîvânında durasım geldi
Kana kana kan mı içmek hâlin
senin
Yare yare bu vücudum oldu çün
derman mıdır?
Taze taze açılan gül mü cemâlin
mi senin
Yane yane inleyen bülbül mü yahud
cân mıdır?
Karâr etmez bu cânım kalmadı hîç dermanım
Cemâlimi göresim geldi dîvânında durasım geldi
Sîğe sîğe yâre varmak yâr olmak
hemnişin[931]
Sîne sine girmek ister koynuna
yaşan mıdır?
Halka halka salınan kâkül mü yâ
hablü’l-metîn
Sûre sûre yazılanlar hat mıdur
Kur’ân mıdır?
Karâr etmez bu cânım kalmadı hîç dermanım
Cemâlimi göresim geldi dîvânında durasım geldi
Çeke çeke cevrini kadîmi gümân eyledin
Sala sala bendeni ferdâya bu
ihsan mıdır?
Pare pare eyleyüp bağrum kızıl
kan edeli
Kana kana içdigim sahbâ mıdır yâ
kan mıdır?
Karâr etmez bu cânım kalmadı hîç dermanım
Cemâlimi göresim geldi dîvânında durasım geldi
Ura ura [932]
taşlara şişe-i nâmusu
Güle güle hâlime hâz eyleyen
insan mıdır?
Dâne dâne görünen hâl mi yâ
vahdet sırrı mı?
Lâle lâle kızaran haddün mi yâ
mercan mıdır?
Karâr etmez bu cânım kalmadı hîç dermanım
Cemâlimi göresim geldi dîvânında durasım geldi
Geze geze buldum bir yâr mahrem sırrıma
Dolu dolu içtiğim sır bâdesi ya
can mıdır?
Döne döne yanmadan derman umardım
derdime
Gûne gûne mihnetin derd mi yâ
derman mıdır?
Karâr etmez bu cânım kalmadı hîç dermanım
Cemâlimi göresim geldi dîvânında durasım geldi
Dile dile bağrını çün Azbî’ya giryan[933]
senin
Yâne yâne bâliş[934]
mihnet bana denmi ya pister [935]midir?
Ata ata kirpik okun bu Niyâzînin
dilin
Şerha şerha eyleyen cânum mı yâ
cânan mıdır?
Karâr etmez bu cânım kalmadı hîç dermanım
Cemâlimi göresim geldi dîvânında durasım geldi
131
Bihamdillâh vel’minne[936]
ki dermandan haber geldi
Bu derdin çaresin buldum çü Lokman’dan haber geldi
Bugün mısrı dile [937]adl işi sultandan haber geldi
Bugün Ya’kûb-ı kalbe Yûsuf-ı cândan geldi,
Kâmîsi pur- nesîm ile o cânândan haber geldi.
Göründü çün ıyan bize
hüner arz-ı kemâlinden
Özümdür vuslatın
dilde hakikat hâli hayalinden
Dîli bîçare zâr eder
temenâyı visâlinden
Açıl ey gözlerim
envâr-ı vech-i zül-celâlîden,
Dilâ bedr ol kim mehr-i dırahşândan haber geldi.
Özümü
eyledim tasdik hayal ehlini gördükçe
Ona
hemdem olur gönlüm visal ehlini gördükçe
Temâşayı
cemal eyler cemâl ehlini gördükçe
Yerinme
nâkısım deyu kemâl ehlini gördükte,
Kamû noksânı tekmil eden insanlardan haber geldi.
Bugün oldum
emîn-i’llah emânettir bana esrâr
Eriştim ilmi Yezdân’a
inâyet eyledi settâr
Çü feyzin eyledi ihsan
cenâbı Hazret-i Gaffâr
Ne kim yağma olundu
çekme gam şimden geru sen var,
Dil-i vîrandaki ol kenz-i vîrândan haber geldi.
Bu
hasret iştiyâkından sana sanma ziyân ede
Sana
ihsan ere Hakk’tan vücudun ayn-ı can ede
Kâmu
derdi dile dermân ola bâkîde fânîde
Edip
dilhâneyi tamir otur bu beyt-ül ahzanda,
Bu şeb bana seher vaktinde mihmândan haber geldi.
Müsemma ola ta esma
bırakma dilden Allah’ı
Yorulup kalma gel
yolda gece gündüz edüp ahı
Ben Azbî’nin
vücudundan eser kalmadı vallâhi
Bu Mısrî’nin vücûdu
Mısrî’nin oldur şehinşâhı,
Ezelden tâ ebed hükm-i Süleyman’dan haber geldi.
132
Bir menzilde kalındı arzı hüner kalındı
Bahri ilme dalındı sana haber olundu
Nusret kösü çalındı aşikâre kılındı
Zevâle
gün salındı, kal’a-i Vân alındı,
Bâtıl vücûd dolandı, vücûd-ı Hakk
bulundu.
Lütfu Hüdâ’ya tapan gafleti ko gel uyan
Sana rivayet beyan eyleyeyim dâsitan[938]
Bu sözüme gel ıyan sanma bunu sen yalan
Vücûd-ı insâna cân,
muhakkak oldu Sultân,
Şeytânı sürdü Rahman, levhinden ol
silindi.
Hem demi hünkâr idi her sözü
inkâr idi
Münkiri inkâr idi zalim gaddâr
idi
İbkis ile yâr idi çün inâdı var idi
Bir mahfî sahhâr idi, kattâl u cebbâr idi,
Câdü-yı mekkâr idi, caduluğu
bilindi.
Güneşi sorma köre haberi eğri verir
Bin yıl olursa ömrü dayanıp etme garre[939]
Tanrı cezasın vere sanma murada ere
Tevbe ederdi hayre,
niyet ederdi şerre,
Küp olmuş idi hamre hamrin küpü delindi.
Batıl idi hüneri mala idi seferi
Yok idi hiç hazeri sevmez idi
geri
Girmiş ona dipdiri oluru cehennem
yeri
Sevmezdi ol beşeri, eâm idi hep
zararı,
Ehl-i Hakk’ın ciğeri, dilim dilim dilindi.
Sordum onun halinden geçmez idi malından
Zahid kıl u kâlinden bülbül cüda gülünden
Bezmiş idi kavlinden âlem onun dilinden
Ol zâlimin elinden, çıktı çoğu yolundan,
Cüdâ düşüp ilinden, defterleri
çalındı.
Kendin bednam eyledi san eyi nâm
eyledi
Arzı meram eyledi azmi zülam
eyledi
Azbî kelam eyledi ona düşnâm [940]eyledi
Yezîd-i bed-nâm idi, ilimde haham idi,
İt idi Bel’am idi taşra dili salındı.
133
Böyle idrâk eylemiş Hakk’tan bunu can bülbülü
Fî’lmisli hârdır müzeyyen eyleyen nâzın gülü
Kim hakikatle şeriat emrine etmez beli [941]
Kıldan ince ve kılıçtan keskin ol şâhın yolu,
Her kemâl ehli, kapusunda anın ednâ
kulu.
İki âlem rağbeti
yanında ednâ yolu olur
Âleme sultan olan bir
zereye bin kul olur
Yine kendi emrine
hâkim meğer ol olur
Okları kavs-i kazânın
kuvvetince yol alır,
Putesine kalb-i sultandan geçer okun yolu.
Sahibi
genç nübüvvet şâh sultanı’r-rusûl
Padişâhî
ba’si kevn ve mekâni’r-rasûl
Büsbütün
âlemlere sultân şâhi’r-rasûl
Çün
mukaddem “Fakr-i fahri” dedi sultânı’r- rusûl,
Yâ aceb mi “fahr-i züllî” dese bu âhir veli.
Gel rumuzun eyle
idrâk hâb-ı gafletten uyan
Acı tatlı yanındadır oldu
bir sûr[942]
îkân[943]
Kim bu dem iksire sa’
edenlere olmaz yalan
Ferha terha iki deryâ
“Mecmail Bahreyn” olan,
Taht-ı akdâm-ı erâzil Arş-ı Rahmân menzili.
Kâmilin
bir nutku pâki oldu vechi intizâm
Ger
hakikat ger şeriat bî-sebeb olmaz kelâm
Hakk
teâla ılmini çün kim tamam etmiş
Ârifin
bir himmeti var ana arş olmaz makâm,
Sidre vü Tûbâ gözetmez kâmilin cân u dili.
Nice bin gördüm
cihânda hâle hâldaş olmadı
Kimsenin ahvâline hiç
kimse âgah olmadı
Bir kimsenin hiç
kimseden hiç ricâsı kalmadı
Âkilin mizân-ı aklın
mâverâsın almadı
Âşıkın âkiller içre adı mülhid ya deli.
Şerha
şerha olsa sinen dön yüzün Hakk’tan yana
Lem’a
lem’a zât-ı pâktir Hüdâ’ya rûşena[944]
Yâne
yâne âşıkın olmuş bu kemter Azbi’ya
Zerre
zerre kıldı Mısrî’nin vücûdunu kaza,
Katre katre kıldı zâtını anın aşkın yeli.
134
Zâhid yola ben kâilim ya sen beni, ya ben seni
Kurban için gelmiştim
ya sen beni, ya ben seni
Sanma beni hâinim ya
sen beni, ya ben seni
Kasab elinde koynum, ya
sen beni, ya ben seni,[945]
Cellâd önüde boynum, ya sen beni, ya ben seni
Sırrımı
hâs eyle âmm[946]
çünkü geliptir cümlesi
Merdi
târikât olduğum zâhid biliptir cümlesi
Cânile
bâşım cümle bâkî kalıptır cümlesi
Irz
u vakâr mal menâl yağma olundu cümlesi,
Soyunmuşum bu yolda ben, ya sen beni, ya ben seni
Seyrângâhımdır bu zemin dönmem yemin ettim yemin
Halvette oldum hemnişin zât-ı Hakk’a oldum yâkin
Anlar sözüm illâ leîn [947]kurbanı
Hakk oldum hemin
Habsüm bugün kırk erbâîn oldu tamam Deccâl laîn,
Kıldı beni Rabbim emîn, ya sen beni, ya
ben seni
Münkirlere
görünmezem meydandayım bilinmezem
Hakk’tan
olup ayrılmazam nâdana sırrım vermezem
Tallı hayalim
olmazam billâh sözümden dönmezem
Vallâhi
senden korkmazam dâ’vâyı bâtıl kılmazam,
Hak-tır yolum yanılmazam ya sen beni, ya ben seni
Âşık gerek kalbe gire âşk ehli kalmam sırra
Filden büyük oldu pire üçyüzyirmiden göre
İniş yokuş düpdüz ova sırrımı açım münkire
Vardı çıkalı göklere Binaltıyüzdoksanbir’e,
İndim senin için ben yere ya sen beni, ya ben seni
Tığ u
teber [948]
hılmimdir hem çûşunam[949]
ilmimdürür
Isyan
benim kâlemdir yer gök benim zulmüm dürür
Hakkı
Mustafa teslim dürür hem Murtaza aslım dürür
Mehdî benim adlim durur, İsâ benim fazlım dürür,
Âhir amel katlim durur, ya sen beni, ya
ben seni
Azbî sana Hakk’tan atâ olmuş bu ilm-i verâ
Kaydı beka kaydı fenâ gelmez bana bir zerre mâ
Merdâne geldim ben sana varsa hüner göster bana
Meydâna çık gel ey kaba avret gibi giyme kaba,
Ben Mısrî’yem geydim abâ, ya sen beni,
ya ben seni
135
Zâhid talebi Hakk’ta iken mal göründü
Şimden geri bu söylemeğe
lâl [950]göründü
Pirimle olan ahdi diyemem
dâl [951]göründü
Dost illerinden
menzili key âli göründü,
Derd-i dile dermân olan Elmalı göründü.
Bir
yerde gönül kanmadı dünyayı gezerken
İdrâk
ile bu Lâ ile İllâ yı gezerken
Bin
derd ile bu zât tecellâyı gezerken
Mecnûn gibi sahralara ağlayı gezerken,
Leylâ dağının lâlesinin alı göründü.
Derd ile gezip yâri bulup gelse aceb mi?
Cân ile dil şâd u ferah olsa aceb mi?
Dil hal dili derde nihân kalsa aceb mi?
Ten Yakûbunun gözleri açılsa aceb mi?
Can Yûsuf’unun gül yüzünün hâli göründü.
Gel
sevdiğine Azbî Meded eyleme nazı
Yoklukta
özün var ediben anla bu râzı
Nâz
etme sakın yârin terk etme niyâzı
Kâl
ehlinin ahvâlini terk eyle Niyâzî,
Şimden gerû hâl ehlinin ahvâli göründü
136
Ten gemisin süremezliğin atsın yokluğu
Taşradan pâk görürsün
içi murdar kabağı
Poyraz ile doldurmuş
meze için tabağı
Ey kefere o ığrıb
avlar mı bu balığı
Yanlış haber söylemiş size viren salıgı
Çünkü
karnın aç imiş rüzgarla doyar mı
Tarhanesiz
gemide deniz suyu yanar mı
Kıla
binse karınca karınca kıl duyar mı
Yer
ile göğe sığmayan bir iğrıbe sıgar mı
Karnı içiyken anun deryâların yatağı
Serendipten [952]
bin arşın tufan gibi aşırdı
Kuvvetinden yer çekip gök silkinip düşerdi
Yerde gökte her ne var gölgesine üşürdü
Ver ile gök arası dolar dahi taşardı
Eğer zahir olaydı cihâna bir tırnağı
Cennet
ile cehennem bir zeredir işinde
Bad-ı
sarsar[953]
kim eser senin kovar başında
Yüzyirmibin
ay güneş ıyandır bir kaşında
Yer
götüren sarı öküz ondörtyüzbin yaşında
Ondan
dahi büyüktür bu balığın kulağı
Bundan artık söyleme âşık yeri değildir
Eğer Hakk’ın kuluysan adın diri değil
Kimse onun vasfının mehdi eri değil
Ne denlü vasf edersem binde biri degildir
Zîra bunun alnıdır levh u kalem durağı
Âşıka
lazım olan emr olan bir nefhadır
Münkir
sanma bu emri puhte[954]
olmuş lokma
Men u
selva kudret Hakk’tan bize nüshâdır
Merkezi
de belirsiz zahir küçük noktadır
Arş ile kürsî anın gıdâsının çanağı
Âleme eyler atâ bunu Hakk cânın gülü
Medhini onun dilâ Hakk’tan okur Hakk’ı veli
Azbî dolu her cihan kudret feyzi Ali
Bu Mısrî’nin sureti
aldar bu halkı velî
Manîde her bir kılı bu dünyânın kâf dağı
137
Küfr-ü zülfü yâr ile hayran olan anlar bizi
Zahidâ yek din olup
imân olan anlar bizi
Vâkia dürr-ü yetime
kân olan anlar bizi
Zât-ı Hakk’da
mahrem-i irfân olan anlar bizi,
İlm-i sırda bahr-ı bî-pâyân olan anlar bizi.
İlm-i
sırrın hâlini zahir bilenler anlamaz
Feyzi Hakk’ı
davâ-i ırfan olanlar gelemez
Mâsiva
sultanını ten-bin[955]
olanlar anlamaz
Bu
fenâ gülzârına bülbül olanlar anlamaz,
Vech-i bâkî hüsnüne hayrân olan anlar bizi.
Hamdülillâh dahme-i [956] İsfendiyâr’i
[957]açmaz
Ol sebebten âleme dürlü cevâhir saçmaz
Âlemin ak ve karasından onun için kaçmaz
Dünyâ vü ukbâyı ta’mir eylemekten geçmişiz,
Her taraftan yıkılıp vîrân olan anlar bizi.
Hamdülillâh
kimseye ma’lum değil ahvalimiz
Kalmadı
elde iradet dilde kıl u kâlimiz
Oldu
bir dostla bir post dü-cihanda [958]malımız
Biz
şol abdalız bıraktık eğnimizden şâlımız,
Varlığından soyunup üryân olan anlar bizi.
Arife geldi emirden bu hitap müstetâb[959]
Katresin nûş eylemektir feyzi Hakk’ın bin sevap
Her işi Hakk’tan bilen cân şüphesiz görmez ıtab[960]
Kahr u lûtfü şey’i vâhid bilmeyen çekti azab,
Ol azabdan kurtulup sultân olan anlar bizi.
Hakk’ın
yüzü pîrin yüzü pîrin sözü Hakk’ın sözü
“İnnâ
fetehnâ” [961]ayetin
yârin okur kaşı gözü
Bu
remzi idrâke gel Hakk’tır yine Hakk’ın yüzü
Zâhidâ
ayık dururken anlamazsın sen bizi,
Cür’ayı sâfî içüp mestân olan anlar bizi.
Zâhirin Kur’ân ma’na sırrına mihman gerek
Bâtının esrârı hikmet sahnına meydan gerek
Hem tarikattir şeriat sıdk ile merdân gerek
Ârifin her bir sözünü duymaya insân gerek,
Bu cihânda sanmanız hayvân olan anlar bizi.
Başımız
bir olmadık sevdâya saldık biz bugün
Aklımız
haddi yok sahraya saldık biz bugün
Varımız
Azbi’ya yağmaya saldık biz bugün
Ey
Niyâzî katremiz deryâya saldık biz bugün,
Katre nice anlasın ummân olan anlar bizi.
Var idim âlemden evvel âlem âdem olalı
Bî-nişandır sohbetin zâtın tecellî kılalı
Aklı ile fikri hayali bahri ferde salalı
Halkı koyup lâ mekân ilinde menzil tutalı,
Mısrıyâ şol canlara canân olan anlar bizi.
138
Vârı idrâk eyledinse orda vâr kalmadı
Yoğu vâr eyledinse
gayrı efkâr kalmadı
Bir kişi sultan olunca
onda deyyâr[962] kalmadı
Ben sanırdım âlem
içre bana hiç yâr kalmadı,
Ben beni terk eylerim bildim ki ağyâr kalmadı.
Zâhida
çünkü ezelden aslıla efkârı yok
Hem Hakk’a
birdir dedin hem misline uyar yok
Bilmedin
inkâr ile ikrârı sende yâd yok
Cümle
eşyâda görürdüm hâr var gülzâr yok,
Hep gülistân oldu âlem şimdi hiç hâr kalmadı.
Kûşei kuyu ceybî[963]
subhdem beklerdi dil
Hasreti ruyun gummetinden[964]âh
edip ağlardı dil
Sırrını bizim ezelden cân gibi saklardı dil
Gece gündüz zâr u efgân eyleyüb inlerdi dil,
Bilmezem n’oldu kesildi âh ile zâr kalmadı.
Çünkü
yâr oldu ezelden bana zillet dost ile
Rahatım
zevkim çü bildim cümle mihnet dost ile
Ara
yerde kalmadı nefsimle ülfet dost ile
Gitti
kesret, geldi vahdet oldu halvet dost
ile
Hep Hakk oldu cümle âlem çarşı pâzar kalmadı.
Kaşların gözlerin Azbî’ye verdi galgale [965]
Vechini gülden görenler oydu aşkı bülbüle
Geldi çün yârin hayali sırrı Hakk’tan Hakk güle
Dîn diyânet âdet ü şöhret kamu vardı yele,
Ey Niyâzî n’oldu sende kayd-ı dindâr kalmadı.
139
Kıl u kâli zâhidin hâl ehline hâl oldu
Âşk hâlini ne bilsin
zâhide hâl kâl oldu
Bir âlemden ayrıldım
yüzyetmiş bin sâl [966]oldu
Can yine bülbül oldu
hâr açılıp gül oldu,
Göz kulak oldu hep bir her ne ki vâr ol oldu.
Akl u
fikri cânla kapladı her vâr âşk
İkrâr
ile inkârdan çekti ilk yâri âşk
Kimde
nümâyan olur feyz ile esrârı aşk
Uyandı
çün nâr-ı aşk kaynadı ebhâr-ı aşk,
Her yanaya çağlayup aktı gözüm sel oldu.
Firakından dilbera benzim hazâna döndü
Kaşlarının derdinden belim kat kat büküldü
Cemâlinmiş bülendi mağzı kur’ân bulundu
Gönül ol bahre daldı dilim tutuldu kaldı,
Girdim anın zikrine azâlarım dil oldu.
Bana
muhabbet eden gönül içre bulundum
Kendimi
onda görüp zâtım için kılındım
Zâtla
sıfatla gizli iken bilindim
Ferhâd
bugün ben oldum varlık dağını deldim,
Şirin’ime varmaya her cânibim yol oldu.
Kânde imiş bilmedin seni beni yaratan
Ata ana hakkı kimdir Azbî vâr eden
Hakk’ı bilen geçmedi münkire müdâradan
Geç ak ile karadan halkı bırak aradan,
Niyâzî dön buradan durma sana gel oldu.
140
Hasretin ben derdmendi zârı giryân eyledi
Başıma uçtan uca
dünyayı zindan eyledi
Hâlimi illeti perişân
kârım efgân eyledi
Dilberâ gamzen oku
içim dolu kan eyledi,
Şol siyah zülfün teli aklım perişân eyledi.
Ebcedi
hevvez[967]
bilirsen ahdine gelmez zarar
Dört
kitabın remzini bir noktadan okuryazar
Gel
bugün dâr’üş-şifâdan[968]
anlasın doğru haber
Türlü
türlü fitneler saçından oldu âşikâr,
Halk-ı âlem sandılar kim anı şeytân eyledi.
Gel bir ibret gözle seyret kâribânın[969]
halkını
Sanma mahrem-i Hakk’tan bu zamanın halkını
Anla sen Hakk ehlidir sûd [970] ziyânın
halkını
Hatt-ü hâlin iki bölmüş bu cihânın halkını,
Birini kâfir, birini ehl-i îmân eyledi.
Mahrem-i
esrârı Ahmedî’ya velidir Yâ Ali
Çün
Ali’dir sırrı Hakk’ın yâ velidir Yâ Ali
Rûhu
sultânı enel Hakk sırrına dedi beli
Gizli
sırrından haber verdikçe uşşâkın dili,
Âbid ve zâhidlerin aklını hayrân eyledi.
Dilberin vechinden nûrun ayeti seyr etmeye
Kaşlarında Hakk Teâla sanatı seyretmeye
Vahdet-i aşkında yârin kesreti seyr etmeye
Gör ne gayrettir ki sırr-ı vahdeti seyretmeğe,
Cem u tafsîli o gayret kul u sultân eyledi.
Hayr
şerde Hakk’tan özüne cümlede hiç ayrı yok
Yani
bu âlemde eğri görmedim hiç doğru yok
Ilm-i
zâtından habîbin hem gamından ağrı yok
Cümle
esmâ ve sıfâtındır görünen gayri yok,
Her biri bir vechile hûb zâtın ilân eyledi.
Gel imân getir o mâhin cünbüş pür tâbana
Kalma kesret âleminde aldanıp lezzâtına
Çün bedel olmaz cihanda zâtının mir’âtına[971]
Kudretin insanı mazhar kıldığı için zâtına,
Yüzünün nakşını hep âyât-ı Kur’ân eyledi.
Aldanır
mı zıllı [972]dünyaya
beni ve Hakk veli
Mâ
sivallâhı ıyan bil böyledir Hakk’ın yolu
Sırrı
Hakk’ın mahreminin lâl olur aklı dili
Örttü
bu bâzâr-ı kesret gözlerin halkın veli,
Ârif olan cümle yüzden seni seyrân eyledi.
Münkire inkâr âdem ulu illettir görün
Hizmeti irfana ârif veche sohbettir görün
Bu ne izzet bu ne ülfet bu ne hüccettir görün
Bu ne hikmet bu ne kudret, bu ne san’atır görün,
Zerreyi kevn, katreyi deryâyı ummân
eyledi.
Âdemi
inkâr eden kes ehl-i hâcetinden olur
Evliyâullahı
sanma sırrı kâşifden olur
Ahmed
u Mahmud bende çünkü ma’nîden olur
Kim
ki bu sırdan haberdâr oldu âriften olur,
Kurtulup hayvân adından kendin insân eyledi.
Âyine erkân-ı Hakk’tan sana ihsandır dinin
Çü mutaf kudsiyândır ehl-i âşka mektebin
Ehl-i imân mezhebidir Azbî’ya hak mezhebin
La’l-i cânân olalıdan
ey Niyâzî meşrebin,
Sözlerin uşşâk içinde âb-ı hayvân eyledi.
141
Onun için başıma bu kavga düştü
Zahidâ başıma hem
sevdâ düştü
Vefâ sana cefâ bana
düştü
Çün sana gönlüm
mübtelâ düştü,
Derd ü gam bana âşinâ düştü.
Cehdinle
sevdiğim nâr idim evvel
Hem
senin âşkınla zâr idim evvel
Cümleden
akdem vâr idim evvel
Zühd
ü takvâya yâr idim evvel,
Aşkla benden hep cüdâ düştü.
Ârif isen âşık gel doğru söyle
Âşık isen âşık bunda değil
Subhdem âşkla âşık ol inle
Vâiz eder gel aşkı terk eyle,
Nideyim sabrım bî-vefâ düştü.
Her
kim bu yolda olduysa sadık
Ol
olur lutfuyla ihsana layık
Bî
ihtiyar olur âşk ehl-i Vâmık[973]
Nice
terk etsin aşkı şol âşık,
Ana karşı sen meh-likâ düştü.
Yerlere göklere yayılır aklım
Âlemden büyük sayılır aklım
Âşkını rehber bulunur aklım
Vechini görsem dağılır aklım,
Zülfün ona çün muktedâ düştü.
Kim
gaib oldu ol seni buldu
Dünyâyı
terk eden âşkınla doldu
Derdinle
âşık divâne oldu
Kim
seni buldu kendi yok oldu,
Vaslına ey dost can bahâ düştü.
Dilber vechin hüccet etmişsin
Tâlibe arz-ı âyet etmişsin
Âşk için âdeme izzet etmişsin
Aşka, uşşâkın
dâvet etmişsin,
Can kulağına ol sadâ düştü.
Pirinle
olan ahdini güde
Doğru
yol bilmem kim Hakk’a gide
Azbî
derdmend [974]bilmezem
kim bende
Bu
Niyâzî’nin hiç vücûdunda,
Zerre komadı hep bekâ düştü.
142
Ol dilberin nâzın tenin mecnun olur divânesi
Her kim yüzün seyrân
eder asrın olur hayrânesi
Düzâh ise cennet olur
âşk ehlinin kâşânesi
Bir yüze dûş oldu
gözüm yüzbin gezer divânesi,
Olmuş cemâli şem’nin ayı ile gün pervânesi.
Söyler
enel-hakk sözünü âşık olan lâyıklara
Etme sakın
mestânelik mestânesin ayıklara
Her
kim olursa cânıyla hemdem bugün sâdıklara
Kendi
sunar dolu dolu peymâneler âşıklara,
Bir kez elinden nûş eden olur ebed mestânesi.
Her kim hakikat anladı aşk hakikat lem’asın
Nuru hakikat ondır seyr eyledim Hakk şu’lesin
İstek eyle kim ki giyer Hakk’tan melâmet hırkasın
Şunlar ki tatmadı ezel bezminde anın cür’asın,
Tatmaya dahi bunda ol aşk ehlinin bigânesi.
Çünkü
Süleyman hükmünü etmiş ıyan ol padişâh
Sırrı
hakikat resmini ihfâ eden ol padişâh
Geçtinse
nefsin eyledin dü-cihân ol padişâh
Bir
mülke mâlik eylemiş uşşâkını ol pâdişâh,
Mülk-i Süleymân onların yanında bir virânesi.
Azbî cemâli yâr sana Hakk’tan olur hüccet yeter
Ruhsar ile bu kaşları hem kavline âyet yeter
Vulat içinde râhatım düzah bana cennet yeter
İki cihanda Mısrî’ye devlet dahi izzet yeter,
Geldikçe yâr’in sunduğu gevherlerin her dânesi.
Her
kimin sırrında vardır sırrı Ahmed mayesi
Mahv
olur cismi olur nûr nûrun olmaz sâyesi[975]
Çünkü
levlâk dedi Hakk Cebrâil’dir dâyesi
Tâlib-i
Hakkın devâsızdır olur sermâyesi
Onun
için âh u zâr olur hemîn hemsâyesi
İçindekiler
AZBÎ BABA kaddese’llâhü sırrahu’l azîz
Oldu nokta bâ-i bismillahda kenzi Hûda
Duyunca sırrı ednâ ona hünkâr olur peyda
Zihi kenz-i hafî ki ondan
gelür her var olur peydâ, Gâhi zulmet
zuhur eder, gâhi envar olur peydâ.
Ey din ve imân isteyen besdir demi insan sana
Vechin oldu dostum “İnnâ hedeyna” “ kul kefâ”
Peykânın oldu âşina şekvâ idim senden sana
Gel evi akl-ı maada geç maaş gafletinden dâna
“La tahâfû” “irciî” çün oldu mevlâdan nida
Hû deyü feryâd edersin mâsivâdan şöyle bil
Aşk meyinden hayranım hayr ender hayran bana
Essalâ hûbân gönülden bâd-ı aşkâ essalâ
Hem ebu’l vakit olmadan
ibn-i vakit ol bî-nikab
Sure-i seb’ul mesânî çünkü
oldu dört kitap
Hayli talep kıldım
menzilgehim savm-u salât
Onsekiz bin âlem içre devr eder zât sıfat
Zerre iken şemsi cihan hünkârıdır varidât
Hakikat âlemin idrak edüp arzuyu Tevhid et
Bülbül olup gülzar çağırıram dost dost
Kakül müşkînin eyler buy’i reyhâniyle bahs
Fehm edip tahkik ilmin şanı bulmazsa ne güç
Ey! deyin kimdir ki derde çünkü olmaz ilaç
Geçe gör kibri
riyadan bul ferah
Zahidin savmı hevası kıldı Hakk’tan anı yâd
Dil u cân sırrını bekler Muhammed
Ben sanırdım yârim ağyar olmuşum Yâ Rab
Kimisi güle bülbül olup zâre gelirler
Eğer zahir eğer batın gönül hak haseb halindir
Kime ki sırrın gele yoktan ona var olur
Bahr-i nefesinde senâverlik eden can bî-haber
Ebcedde olan noktai ba’dan haberim var
Bu sözümü cana yaz ehli dilin perveri
Aşk haberin cahile söyleme küfr eyleme
Kimi hiç gelmeyip mekri âl eyler
Sure-i seb-ul mesânî vechinin şanındadır
Kal ile kıl ehlinin hali perişan olur
Hakk ile Hak olmak için ayn-ı vefa halvettedir
Dersi onun “leyse fî-‘d-diyâr”i olur
Yezid mezid doğar bir vasi’ yerdir
Olanlar âşkla fâni olur elbette meydanı
Rasülün şerini gütmek ne güzeldir, ne güzeldir,
Celâli kibriyayı vârına cebbâr olandan sor
Her ahdine sadıkların eğlencesi tevhid olur
Âh dil düz çeker sanma ki kalakana değer
İhsânı feravan et cennet yolunu göster
Ânın kim yoksa salâhı kuru meydânı neylerler
Kimi İsâ der kimi Mûsa acep cahil nedir
Nice bir yahşi yaman söyleye bu il nice bir
Ey garib bülbül diyârın
kândedir,
Kimi inkâr eder beni kimi Yezdân görür
Gönlümde benim nefsle hayli kederim var
Senden benim umduğum sanma bu gün vefâdır
Âkil isen ey gönül bir teftiş eyle
Bu “ene’l hakk” davasıdır bunda oynar başlar
Cânımız kurbandır illâ tendedir cânânımız
Geçmişiz Mecnunluğu sirette Leylâ olmuşuz
Hakk bir imandır her nadan bilmez
Esrar sözü cahile kâmil gibi dinlemez
Buldum aradım geldim mürşid bana Kur’an imiş
Her biri bir yüzde tayran eylemiş
Ne sa’nat gösterir üstad onu haddin rahim etmiş
Kendini aşk ehline zahid niçin eyler çün has
Sûre-i seb’ul mesâni Hakk’tır ayetten garaz
Çün şerîattır hakikât ehline hâza sırat
Bize ta’n eylese gam-ı özün bilmez meğer vâiz
Gel tevekkül abdi ol bî irtifâ
Âşk-ı Hakk’a dûş olup kıl iki âlemde ferağ
Oldun ise âşk ile gerisine saf
Şirin tek isbat-ı Hakk’tır kâf-ı sâf
Vech-i âşk-ı kıl temaşa suret-i insana bak
Cennet deminin demi bin ömre imiş ancak
Âkıl isen batılı koy Hakk’a bak
Paslı dilin envârı nefsi dürur Kâmilin
Ey dil yine sen âşkla meydana mı geldin
Sen nefsine galip ol ihsana erem dersen
Pîr-i âşk olup bu yolda “küllü men aleyhâ fân”
Sıdk ı pâk ile davran ahd ile peymân gerek
Ya Nasara’dır ya mülhid ya firenk
Bu yolda canından geçen âşık yolunda Vâmık
Gel hakikat şehrine gir şâhı bul
Sevdâ ise yeter oldu gel Allâh’a dönelim gel
Âşıka ta’n adüvden yok karar eksik değil
Âşk-ı yolunda bende ki merdâne kıl
Hâne-i dilde gam yâr oldu mihmânım benim
Dinle bu künhe sarâyıda nice mihman olur
Bu bendene eyle nigah lûtfeyle açıver yolum,
Mukaddem pâkine secde eyledi beyt-ül haram
Cemâlin ayni Yezdandır sözündür derde dermân
Kaydı müstakbelle mazi mihnette bi gamım ben
Ol şehî âlemlerin emrine kurban olayım
Mükerrem oldu çün Ahmed mukaddem
N’ola birkaç gün ey gafil yüzüne gülsün bu düny
Dilde zikri fikri Kur’ânımdır Allâh hû diyen,
Bu dildeki efkârım yağmadır alan alsın
Ne ma’niden seçer zâhid ki bilsem lâ’yı illâ’dan
Teşebbühe behre mend olmaz rızadan almayın
Ey nice nâçâre el-hak feyzini ızhâr eden
Ormanlıktan çıkmadın bostanı arzularsın
Bildiğinden geçmedin irfânı arzularsın
Cânımdır bu arzuyu vaslı cânan eyleyen
Kâmil-i fi’llâha cahil cehlile yâr olmasın
Bî tarikat bî hakikat olana eş neylesin
Âdem’den alup nüsha-i kübrâ haberin sen
Sıfâtu’llâhı seyr etsen kimin dürdanesiyim ben
Sırrı “sübhânellezi esrâ”da dil mihmân eden
Cân u dilden âşkla gel yâne yâne Hû deyu
Aşkıyla mest efkâr olayım şimdengerû
Zâhid sana şerh eyleyem guş eyle bir destân
Hakikat şemsi çün doğdu zemin u esmâ içre
Sen gayri yüze bakma yalvar güzel Allâh’a
Hemen durma gece gündüz Hakk’a yalvar seher
İlişkin kalmaya alında ve turanda
Eder def’i keder Elhamdü-li’llâh
Aklımı hayran eylesem bu halvetin şerbetine
Kâmu mevcud olanın â’zamısın yâ Resûlallâh
Kıl ile kâlı gizlidir âşıka hâl içinde
Devre-i ârşı oku bu halka-i tevhid ile
Ehl-i âşk mesti mey olmaz âşk şarabı olmasa
Cevrine âşık Habibin bende-i ferman ola
Bildim nice gezdim bu hikmete erince
Eyle eziyet nefsine rûhun dilek bilmez ola
Şerha şerha yareler bu sinemde hicrânımdır
Bihamdillâh vel’minne ki dermandan haber geldi
Bir menzilde kalındı arzı hüner kalındı
Böyle idrâk eylemiş Hakk’tan bunu can bülbülü
Zâhid yola ben kâilim ya sen beni, ya ben seni
Zâhid talebi Hakk’ta iken mal göründü
Ten gemisin süremezliğin atsın yokluğu
Küfr-ü zülfü yâr ile hayran olan anlar bizi
Vârı idrâk eyledinse orda vâr kalmadı
Kıl u kâli zâhidin hâl ehline hâl oldu
Hasretin ben derdmendi zârı giryân eyledi
Onun için başıma bu kavga düştü
Ol dilberin nâzın tenin mecnun olur divânesi
[1]
(EROL, 2002), s.3-30 den istifade
edilmiştir.
[2] Azb: Tatlı, lâtif, hoş ve şirin olan yiyilecek ve
içilecek şey. Fazla susuzluktan yemek
yemeği terketme. Men'etme. Feragat.
[3] (Bağdatlı İsmail Paşa, Hadiyyât al-Ârifin, Esma al-Müellifîn ve
Âsârü 'l-Musannifin, İstanbul, Maarif Basımevi, 1955 : II, 446);
[4]
(Bağdatlı İsmail Paşa, Keşf ez
Zünün Zeyli, M.E.B, 1947, s. 225);
[5] (Mehmet Tahir (Efendi), Osmanlı Müellifleri, Meral Yayınları,
İstanbul,
2000 : 1 , 128)
[6]
(Vassâf: V, 85),
[7] (Kamil BEKİ, İbrahim Rakım Efendi, Vâkıat-ı Niyâzî Mısrî (İnceleme-Metin) Bursa Uludağ Ü.
Basılmamış Yüksek Lisans Tezi, 1997, s.
XX)
[8] (Mustafâ KARA, Bursa 'da Tarikatlar ve Tekkeler I, II Bursa, Uludağ Yayını
1993, s. 183)
[9] Süleymaniye Kütüphânesi, Tahmis-i Divan-ı Mısri / Mustafa Dede-Kütahyalı- Azbi
(1284)
Hacı Mahmud Efendi 894,35 003620
İstanbul Büyük Şehir Belediyesi Atatürk Kitaplığı Tahmis-i
Derviş Azbî Divan-ı Mısrî / Derviş Mustafa Azbî T811.2
1284 H./1868 - Osmanlıca
Kitaplar - BEL_OSM_K.01920 MC_OSM_O.00871
[10]
(EROL, 2002)
[11] Zevrak: Kayık, sandal. Mekke'de yapılan ve
içine zemzem koymaya mahsus olan kap, ibrik
[12] وَاِلَيْهِ يُرْجَعُ الاَمْرُ
كُلُّهُ “Bütün işler O'na döndürülür.” Hud, 123
[13] Karz-ı hasen: Sadece Allah rızâsı için verilen ödünç. Faizsiz verilen borç.
[14] Memat: Ölüm. Ahirete göç etmek.
[15] Garik: Suda boğulmuş.
[16] Har: Yıkılmış,
hedmolmuş.
[17] Akik: Meşhur ve
kıymetli, ekseriya kırmızı renkte olan ve yüzük gibi şeylere takılan taş. Hicaz vilâyetinde bir vâdi. Yolunu yaran gür su.
[18] Tarîk: Yol. Tarz, usûl. Vâsıta.
Meslek. Bir maksada nâil olmak için
icrâsı lâzım olan husus veya bu hususların hey'et-i mecmuası.
[19] Kîl-ü kâl: (I ve A, uzun okunur) Dedikodu.
[20] Sahn : Tabak; yemek; tercih; güzel kız; piliç Tabak, plaka, plaket, şilt, isim...
Avlu. Cami ve medreselerde umumun toplanmasına mahsus üstü kubbeli yer.
[21]
Her-kâr: Bütün işler
[22]
Gâh (i): Ara sıra
[23]
Zihî: Zehî “Şu, bu” mânasına gelen müennes işaret zamiri.
[24] Bâc: f. Vergi. Kudretli hükümdarın zayıf olan hükümdardan
aldığı vergi. Eskiden halktan alınan
öşür veya haraç ve gümrük vergisi.
Renk. Çeşit
[25] Raci: sıfat, eskimiş (ra:ci) Arapça Geri dönen. Dokunan,
ilgilendiren, dayanan.
[26] Nihan: f. Gizli, saklı. Bulunmayan. Mevcut olmayan. Sır.
[27] İzhâr: açığa çıkarma, ortaya koyma, gösterme, belirtme
[28] Rumuzat: remizler, işaretler, ince nükteler.
[29] Pinhan: f. Gizli, saklı, hafi, mahfi,
mestur, müstetir
[30] Çarh: Çark,
tekerlek. Felek, gök, sema. Ok yayı.
Elbisede yaka. Tef. Devreden, dönen. Çakır doğan. Talih
[31] Aviz: f. Asılan,
asılı bulunan.
[32]
Dilâ: f. Gönül, kalb, niyet.
Cesâret, yürek.
[33]
ﻻ da ﺍﻻ da
[34] Verd: (Vürd - Vird)
Gül
[35]
Ber-kâr: f. Her iş üzere, üzerine,
[36] Sekr:(Sekir)
Sarhoşluk
[37] Sevad: Karaltı. Uzakta karaltı halinde görülen kalabalık. Ekseri insanlar. Şehir. Kasaba. Karye. Köy. Karartı. Yazı karalama
[38] Çeşm: f. Göz. Ayn.
Dide.
[39] BÜRUC: (Burc. C.) Burç, aslında âşikar şey
mânasına gelir. Her bakanın gözüne çarpacak şeklide zâhir olan yüksek köşk
mânasına da kullanılmıştır. Bunlara
teşbihen veya zuhur mânâsıyla semâdaki bir kısım yıldızlara veya bazı yıldızların
toplanmasından meydana gelen şekillere ve farazi suretlere burc denilmiştir.
Bilindiği gibi yıldız kümelerini felekiyatçılar muayyen bâzı suretlere
benzeterek her mevsim ve ayda göründükleri şekillere göre
isimlendirmişlerdir.Bunların altısı şimal (kuzey) altısı cenub (güney)
cihetinde olarak oniki burç kabul edilmiştir. Bu burçların bulundukları sahaya
da mıntıkat-ül burûc ismi verilmiştir. Burçların isimleri Hamel, Sevr, Cevzâ,
Seretan, Esed, Sünbüle, Mizan, Akrep, Kavs, Cedi, Delv ve Hut'tur.
[40]
ﻻ sını ﺍﻻ
[41] Genc (Gencine): f. Define, hazine. Gömülü hazine. Kenz:
mahfi: gizli.
[42] Gevher: f. Akıl ve edeb. Asıl ve
neseb. Elmas, cevher, mücevher.
İnci. Bir şeyin künhü ve esası.
Hakikat. Noktalı olan harf.
[43] Kân: f. Bir şeyin
menbaı. Kuyu. Kaynak. Mâden ocağı. Bir keyfiyetin. (niteliğin) bol olarak
bulunduğu kimse
[44]
Tayyar: Uçan. Uçucu. Uçma kabiliyeti olan. Havaya kalbolup gaib olan.
[45] Attar: (Itr. dan) Güzel koku veya iğne iplik gibi şeyler satan
[46] Kün: Cenâb-ı Hakkın
"Ol, Olsun" mânâsındaki emri.
[47] Güman: f. Zan. Tahmin. Sanmak. şüphe
[48]
Mân: Men (vezin gelişi)
[49] Mürg: f. Merg. Kuş.
[50]
in tu cevab mürselan: senin için
gönderilen cevap
[51] Müşgîn: f. Misk kokulu, miskli. Siyah şey.
[52] Tizî: f. Çabukluk, tezlik. Keskinlik.
Sıklık.
[53] Faş: Meydana
çıkmış. Yayılmış. Anlaşılmış olan
[54] Irmak: Büyük akarsu, doğrudan doğruya denize dökülen nehir
[55]
Ak: beyaz
[56] Beli: f. Evet.
[57]
اِنَّا
هَدَيْنَاهُ السَّبِيلَ “Şüphesiz ona yol gösterdik;” (İnsan, 3)
[58] Neşv ü nemâ: büyüme ve yetişme, gelişme.
[59]جَنَّاتُ عَدْنٍ تَجْرِى مِنْ تَحْتِهَا اْلاَنْهَارُ خَالِدِينَ
فِيهَا “İçinde
ebedî kalacakları, zemininden ırmaklar akan Adn cennetleri!” (Tâhâ, 76)
[60]
Huld-u Berin: Ebedilik Cennet-i
[61] وَاسْجُدْ وَاقْتَرِبْ “Sen secde et, Rabbine yaklaş.”
(Alak, 19)
[62] Harir: İpek. İpekten yapılmış. Harâretli.
Sıcak.
[63] Meda: Mesafe,
nihâyet. Son.
[64] Hâk: f. Toprak.
[65] Bâd: f. Yel.
Rüzgâr. Soluk. Nefes
[66] Ab: f. Su. Mc : Yağmur. Letâfet, güzellik. İtibar.
Irz, nâmus. Vakar. Cilâ.
Keskinlik.
[67]
Peykâ: f. Bir şeyin etrafında, ona tabi olarak dönen. Seyyare. Haber ve mektup getirip götüren.
[68]
Şekva: Şikâyet, âciz kaldığını ve zayıflığını haber vermek. Su kabının ağzını açmak
[69]
Cah: (Câhe) f. Makam, mansıb. Kadr, itibar
[70] Galgale: Sür'atle gitmek. Gecenin
gitmesi. Haber vermek
[71] Kelim: (Kelime. C.) Kelimeler, kelâmlar, lâkırdılar.
[72] Nagâh: f. Birdenbire, ansızın, hemen. (Nâgeh, nâgehan, nagehâne, nagehânî)
[73] Mah: (Meh) f.
Senenin onikide birisi. Yirmisekiz, yirmidokuz, otuz veya otuzbir günlük
zaman. Gökteki ay. Kamer.
[74] Semm: Zehir, ağu
[75] Em: medicine,
remedy ilaç, deva, çare
[76] Duzah: f. Cehennem. Tamu. Mc: Keder.
Külfet.
[77] Galgale: Sür'atle gitmek. Gecenin
gitmesi. Haber vermek.
[78] Râz: f. Gizli sır,
saklı şey. Mimar. Marangozların işini tanzim eden.
[79]
Maad: (Meâd) (Avdet. den) Âhiret. Dönülüp gidilecek
yer. Dönüş. Ahiret işleri. Uhrevi işler
[80]
Maaş: Geçinilecek dünya.
[81]
Dânâ: f. Bilgili, bilen, malûmatlı, âlim.
[82] Şeyda: f. Tutkun. Divane. Çok sevgiden
hâsıl olan hal
[83] Men: f. Ben.
(Farsçada birinci şahıs zamiri)
[84] Ben: (Bak: Ene) t.
Psk: Şuurlu kişiliğimiz.
[85] Mervan: (ara.) er. - Emevi sülalesinin mervan kolu.
[86] Zari: f. Ağlayıp
sızlama. Hakirlik ve itibarsızlık.
[87] Settar: (ara.) er. - örten. Günahları örten, Allah.- Allah’ın isimlerinden
"abd" takısı alarak kullanılır. abdüssettar.
[88] قَالَ لاَ تَخَافَا اِنَّنِى
مَعَكُمَا اَسْمَعُ وَاَرَى “Buyurdu ki:
Korkmayın, çünkü ben sizinle beraberim; işitir ve görürüm.” (Tâhâ,
46)
[89]
اِرْجِعِى اِلَى رَبِّكِ رَاضِيَةً مَرْضِيَّةً “O, senden, sen de O'ndan hoşnut olarak Rabbine dön!”
(Fecr, 28)
[90] Lâ-yefna: Bitmez, tükenmez. Fenaya gitmez. Yok olmaz
[91] Lika: Kavuşmak. Rast
gelip buluşmak. Görüşmek. Yalnız görüşmek.
Yüz, sima, çehre.
[92] Fena: (Beka'nın
zıddı) Yokluk. Yok olma. Geçici
dünya. Geçip gitme. Tas: Kendi varlığından geçmek. Kötü.
Devamlı olmayan. Çok kocamış
olmak
[93] Bes: f. Kâfi.
Yeter. Yetişir. (Allah bes, gayri heves)
[94] Ruz u şeb: Gece ve gündüz.
[95] Çâr: f. Dört. Cihâr
Çâr Unsur: Ateş- su- hava- toprak
[96] Rü'yet: Görmek, bakmak. İdare etmek. Göz ile veya kalb gözü ile görmek. Akıl ile müşahede derecesinde bilmek, idrak
etmek, tefekkür etmek, düşünmek.
Araştırmak
[97] Taban: f. Işıklı. Parlak. Parlayan güneş.
[98] Cemil: Güzel. Cenab-ı Hakk'ın
isimlerinden biri
[99] Ru (Ruy): f. Yüz, cihet. Sebep. Çehre
[100] Licam: (Ligâm) f. Dizgin. Gem.
[101] Kemterîn: f. Pek âciz ve güçsüz. Çok
hakir. En küçük, en âşağı. Pek çok
noksan veya eksik
[102] Cercis: aleyhisselâm : (Circis) Taberi tarihine göre: İsâ aleyhisselâmdan sonra
gelmiş ve Filistinde yaşamış ve onun şeriatı ile amel etmiş olan bir nebidir.
Yedi sene içersinde tebliğde bulunarak çok işkencelere maruz kalmış, müteaddid
defalar öldürülmüş ve mu'cize ile dirilerek tekrar tebliğ vazifesine devam
etmiştir. Kendisine düşmanlık eden kavim ateşle helâk edilmiştir. En sonunda
yine Cercis aleyhisselâm şehid edilmiştir.
[103] Hirmen: f. Harman
[104] Güman: f. Zan. Tahmin. Sanmak. şüphe
[105] Lahm: Et. Her şeyin
içi ve üzeri. Bir işi sağlam
kılmak. Kırık şeyi kuyumcunun
yapıştırması. Lehimlemek. Bir yerde
ilişip kalmak
[106] Haricî: Dışarıya âit olan. İçeriye âit olmayan. Dış ile alâkalı. Ecnebiye
âit. Zorba ve âsi olan. Seyyid olmadığı halde seyyidlik iddia
eden. Vaktiyle Hazret-i Ali
Kerremallâhü veche'ye âsi olan fırka-i dâlle ashabından herbiri. (Bak: Havaric
Vak'ası)
[107] Huban: f. Güzeller, iyiler
[108] Â’lâ: üstün, yüce,
çok yüksek, kıymetli.
[109] Melah: f. Çekirge
[110] Nikab: yüz örtüsü, peçe, perde, örtünme.
[111] Havf ve reca:Korku ve ümid. (Hem yaşama ümidi, hem de ölüm korkusu. Yahut, affedilmesi
ümidi veya cehenneme gitmek korkusu.)
[112]
Tâb: Güç ve kuvvet
[113] Mal-i hulya: f. Vesvese, kara sevdâ, kuruntu, boş hayaller
[114] per (F.) پر
.kanat.
kuşların iri tüyü, yelek. Ham: (F.) خم
.eğik eğri, bükük.
[115]
نَحْنُ قَسَمْنَا “Biz taksim
ettik.” (Zuhruf, 32)
[116] Tağyir: değiştirme, başkalaştırma, bozma.
[117] Şem'a: Işık, çıra. Nur. Muma batmış fitil.
[118] Teşne: f. Susamış. Mc: İstekli, çok
arzulayan, heveskâr.
[119] Kân: f. Bir şeyin
menbaı.
[120] Tehalük: (C.: Tehâlükât) (Helâk. dan) İstekle atılma. Tehlikeye aldırış etmeden,
birbirini çiğneyecek gibi koşuşma
[121] Güman: f. Zan. Tahmin. Sanmak. şüphe
[122]
Nakilan: nakledenler
[123]
Hicr: ayrılık
[124]
sahib-kadem: Sabit ol
[125] Mey: f. şarap,
içki. (Bak: şarab)
[126] Bezm: f. Sohbet
meclisi. Muhabbet yeri. Yiyip içme, îş u nûş. Meclis.
[127] Dil: f. Gönül,
kalb, niyet. Cesâret, yürek. Mandıra, ağıl.
[128]
Fî-emânillah: Allah Teâlâ’ya emanet ol
[129]
Tınla: f. çınlamak, çıngırdamak, tıngırdamak, çınlatmak, çıngırdatmak,
tınlamak
[130] Maas: Ayağın siniri
çekilip büzülmek. Ayağın eğri olması.
[131]
Sure-i seb’ul mesânî: İki defa nazil
olan ve yedi âyetten ibaret bulunan Fâtiha Suresi. Mükerrer okunup tekrarlanan.
[132] Duzah: f. Cehennem. Tamu. Mc: Keder.
Külfet
[133] Ednâ: en küçük; en
âdi, en aşağı, en alçak.
[134] Pend: f. Nasihat,
vaaz, öğüt
[135] Lâ yezalî: Zevalsiz olana ait, sonu olmayanla ilgili.
[136] Şad:f. Sevinçli,
ferahlı, memnun, mesrur, şen, bahtiyar.
[137] Menzilgâh: konak yeri. Kalınan yer.
[138]
Savm-u salât: Oruç
namaz
[139] Mir'at: Ayine. Ayna. Meşhur bir cins lâle
[140] Menal: Yetiştirme, nâil olma, kavuşma.
Ele geçirilen şey. Nâil ve sahib olunan şey.
[141] Habib: (Hubb. dan) Sevilen. Sevgili. Seven. Dost. Loved man
[142] Halel: Bozukluk. Eksiklik. Başkası
tarafından verilen zarar. İki şeyin
aralığı. Boşluk. Açıklık.
[143] Kamu: (Kamuğ) t.
Hep, bütün, tamamen.
[144] Tul-u emel: Bitmeyen istek. Hiç ölmeyecek gibi
dünyaya dalmak ve düşünmek.
[145] Zelel: Eksiklik
[146] Kesret: Çokluk, sıklık. Bir şeyin ekserisi
ve muazzamı. Bolluk.
[147] Vahdet: Birlik. Yalnızlık. Teklik. (Kesretin zıddıdır.) Edb: İfade esnasında mevzuun haricine
çıkılmaması, maksad ne ise yalnız ondan bahsedilmesi, sözün dallandırılıp
budaklandırılmaması.
[148] Hezar: f. Bin. (1000) Pek çok. Bülbül.
[149] Devlet: isim Arapça devlet 1 . Toprak bütünlüğüne bağlı olarak
siyasi bakımdan teşkilâtlanmış millet veya milletler topluluğunun oluşturduğu
tüzel varlık.
Büyüklük, mevki.
[150] İşret: içki, içki içme, sarhoş edici içki kullanma.
[151]
Vuzu: Abdest alma. Abdest suyu. Abdest.
[152]
Dir: (C.: Dırâ'- Duru') Cevşen. Cenkte, muharebede giyilen zırh.
[153] Tarze: şekil, suret
[154] Sadhezar: f. Yüzbin.
[155] Hubb: (Hibâb - Hibb
- Mehabbet) Sevgi, muhabbet, bağlılık, dostluk. Bir şeyi birisine
sevdirmek. Hulus, lüzum ve sübut. Muhafaza ve imsâk.
[156] Ahsen: En güzel. Çok güzel.
[157] Serbeser: f. Baştan başa
[158]
Dünyada (şey) yok.
[159]
(Başkası yok) o vardır
[160] Deyyar: Bir kimse. Ehad. Yurt sahibi
birisi. Manastır sahibi
[161] Eşcar: (Şecer. C.) Ağaçlar
[162] Fer: isim Farsça fer : Parlaklık, aydınlık. (gözde) Canlılık, Kuvvet,
nüfuz.
[163]
Şule: Alev, yalım
[164] لَنْ تَرَينِى : “Mûsa
bizim tayin ettiğimiz vakte geldi ve O'na Rabbi tekellümde bulundu. Dedi ki:
"Ya Rab! Bana zâtını göster, Sana bakayım. (Cenâb-ı Hakk da) Buyurdu ki: "Sen
Beni katiyyen göremezsin. Fakat dağa bir nazar et, eğer yerinde durabilirse
sen de Beni görebilirsin." Hemen Rabbi dağa tecelli edince onu parça parça
etti. Mûsa da baygın bir halde düşüp kaldı. Vaktâ ki ayıldı, dedi ki:
"Seni tenzih ederim, Sana tövbe ettim ve ben imân edenlerin ilkiyim." (Araf,
143)
[165] Pinhan: f. Gizli, saklı, hafi, mahfi, mestur, müstetir.
[166] Muammer: Ömür süren. Çok yaşamış. Uzun ömürlü, bahtlı.
[167] Ustaz: lihat: ustadz, ustad
[168] Berbad: f. Harap. Kötü. Virâne. Bozuk. Perişan. Telef ve helâk olmuş.
[169] Hazer: Çekinme. Zarar verebilecek şeyden kaçınma. Korunma. (Takva ehli)
[170] Tamu: (Aslı:
Tamuğdur) Cehennem
[171]
Şuru’: Başlama. Mübaşeret etme.
[172] Serseri: f. Ötede beride gezen, başı boş. İşi gücü olmayıp boşta dolaşan, haylaz,
derbeder, avare. Boş söz
[173] Kemterîn: f. Pek âciz ve güçsüz. Çok hakir.
En küçük, en âşağı. Pek çok noksan veya eksik
[174] Medid: Devamlı. Çok uzun süren.
Uzatılmış. Çekilmiş.
[175] Kuy: f. Karye,
mahalle, sokak. Yol. Semt
[176] Mameza: Geçen veya geçmiş şey. Geçmiş zaman. Mazi
[177] Mebde: başlangıç baş taraf başlama, kaynak, kök, temel, esas.
[178] Maad:(Meâd) (Avdet.
den) Âhiret. Dönülüp gidilecek yer.
Dönüş. Ahiret işleri. Uhrevi
işler
[179] Vürud: Geliş. Gelme. Vârid olma. Gelip yetişme.
Suya gitme. (Verid. C.) Toplar
damarlar. Siyah kan damarları
[180] Çün: f. Gibi. Zira, çünki, madem ki. Nasıl, nice.
[181] Cünbüş: Zevk, eğlence. Hareket,
kımıldanma. Uta benzer bir çalgı.
(Doğrusu: Cünbiş'tir
[182] Mâh: ay.
[183] Pervin: f. Ülker denilen yedi yıldızın tamamı
[184] Naz: f. Bir şeyi
beğenmeyiş, şımarıklık. Beğendirmek
maksadiyle kendini ağır satmak. Celb-i
muhabbet için edilen nezâket, letâfet ve zarafet.
[185] Ziba: f. Güzel, süslü, yakışıklı.
[186] Hergâh: f. Her vakit, her an, her zaman
[187] Şeş: altı; cihât: (Cihet. C.) Cihetler, taraflar, yönler (Altı yön)
[188]
Çar unsur: Dört unsur
[189] Kıblegâh: f. Kıble tarafı. Kıblenin bulunduğu yer.
[190]
“...Nereye yönelirseniz Allah Teâlâ’nın yüzü
orasıdır.” (Bakara, 115)
[191] Gümrahî: f. Sapıtma, doğru yoldan çıkmış olma.
[192] Pür: f. Çok, dolu,
çok fazla, memlu, tekrar (mânâlarına gelir, birleşik kelimeler yapılır) Sâhib, mâlik
[193] Müdamî: Devamlı olarak şarap içen.
[194]
Çalma: vurma
[195] Mahakk: Mehenk. Ayar taşı.
[196] Merviyat: (Mervi. C.) Rivayet olunmuş şeyler. Kulaktan kulağa söylenerek gelmiş olan
sözler
[197]
Günahkârlar
[198] Sezâ: f. Lâyık,
münasip
[199] Sirac: Işık. Lâmba. Fener. Mum. Kandil.
Şevk veren şey. Güneş ve ay
mânâsına veya Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve selleme "Nur saçan"
meâlinde verilen bir isimdir..
[200] İyan: (Bak: Ayân) Aşikâr. Belli. Herkesin
bilebileceği ve görebileceği.
[201]
Önüne katıp sürmek için
[202] Serverî: f. Başlık, başkanlık, serverlik, reislik. Ululuk
[203] Şeyda: f. Tutkun. Divane. Çok sevgiden
hâsıl olan hal
[204] Müsemmâ: isimlendirilen, isim sâhibi.
[205] Metanet: Sağlamlık. Kavilik. Sözünden ve kararından dönmemeklik. İnsanın, fikrinde
sabır, azminde kavi ve akidesinde rüsuh sahibi olması.
[206] Zerrat: (Zerre. C.) Zerreler. Pek ufak parçalar. Moleküller.
[207] Lücc(e): Engin sular. Gümüş.
Ayna. Kalabalık cemaat
[208] Künh: Bir şeyin
aslı, cevheri, mikdarı. Dip. Kök. Özü, nihâyeti, vechi. Vakit, zaman
[209] Merrat: Kerrât. Kerreler. Birçok def'alar.
[210] Berbad: f. Harap. Kötü. Virâne. Bozuk. Perişan. Telef ve helâk olmuş.
[211] قُلْ اَطِيعُوا اللهَ
وَالرَّسُولَ فَاِنْ تَوَلَّوْا فَاِنَّ اللهَ لا يُحِبُّ الْكَافِرِينَ “De
ki: “Allah'a ve Peygambere itaat edin”. Yüz çevirirlerse bilsinler ki, Allah
inkar edenleri sevmez.” (Âl’i
İmran, 32)
[212] Sebak: (C.: Esbâk) Ders. Yarış. Koşu yapanların aralarında koydukları ödül
[213]
“onu düzenlediğim - insan şekline koyduğum ve ona ruhumdan
üflediğim zaman, siz hemen onun için secdeye kapanın” Hicr, 29
[214] Şir: f. Aslan. Süt.
[215] Müretteb: Tertib edilmiş, dizilmiş, yerli yerine konulmuş, sıralanmış. Kasden uydurulmuş. Tayin edilmiş. Bir şey, bir yer için
ayrılmış. Sonradan kurulmuş
[216] İz'an: Basiret. Anlayış. Teslim olup
itaat etmek. Akıl. Zekâ. İnanç. İdrak.
Bilmek. (Bak: Dimağ)
[217] Raz: f. Gizli sır,
saklı şey. Mimar. Marangozların işini tanzim eden
[218] Helva: Şeker, yağ, un veya irmikle yapılan tatlı.
[219] Lâyefna: Bitmez, tükenmez. Fenaya gitmez. Yok olmaz
[220] Bî-neva: f. Zavallı, nasibsiz, muhtaç, çaresiz
[221] Hubb: (Hibâb - Hibb
- Mehabbet) Sevgi, muhabbet, bağlılık, dostluk. Bir şeyi birisine
sevdirmek. Hulus, lüzum ve sübut.
[222] Dürr-i yetim: f. Sadef içinde tek olan inci. Mc:
Hz. Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellem
[223] Sîne: göğüs, sadr,
kalb.
[224] Yasak: isim Bir işin yapılmasına karşı olan yasal veya yasa dışı engel,
memnuiyet.
[225] Lag: Lâtife, şaka. Oyun Lagv: Faydasız çirkin söz. Köpeğin ürkmesi. Deve avazı.
Rağbet olunmayan nesne.
Hükümsüz. Kaldırmak. Hata etmek.
İbtâl etmek
[226] Ferag: Vaz geçmek. Hiç bir şeyle meşgul olmayıp dinlenmek. Boşaltma.
[227] ÇERAG: f. Işık. kandil. Lâmba. Mum.
Kutlu, mutlu. Otlak. Mer'a. Otlama.
Tekaüd. Talebe
[228] Aynî: (arap.) er. 1.
ayn'a ait. 2. pınar, kaynak, göz.
[229] Rakîb: Gözeten, bekleyen. Her şeyi görüp gözeten, kontrol
eden Allah Teâlâ.
[230]
Genc-i Hüdâ: Allah Teâlâ hazinesi
[231]
Şehr-i sivâ: Boş, Allah Teâlâ’dan başka şeyler
[232]
Kande: Nerededir?
[233] Sahn: Kırma. Kesr.
[234] Perver: (Pervar) f. "Besleyen, yetiştiren, velinimet, koruyan" mânâsında
birleşik kelimeler yapılır.
[235] Tîg: f. Kılıç, seyf
[236] Berran: f. Kesen, kesici, keskin
[237] Bahs: bir şey
hakkında etrafıyla söz söyleyip, hakikati araştırmak, söz etmek, konuşulan şey.
[238] Kuy: f. Karye,
mahalle, sokak. Yol. Semt.
[239] Sacid: Secde eden, Allah Teâlâ’nın huzurunda başını yere koyarak dua eden. Hâdis
meâli: "Bir kulun Rabbine en yakın olduğu an: O'na secde ettiği
zamandır."
[240] Iyd: bayram. Bayram
günü.
[241] Abid: İbadet eden.
Zâhid. Çok ibadet eden. Köle
[242] Kün: Cenâb-ı Hakkın "Ol, Olsun"
mânâsındaki emri.
[243] Kâne: (Kevn. den)
İdi, oldu...mânasında, fiilin geçmiş zamanı.
[244] Bud: f. Varlık
[245] Fehm: anlamak;
anlayış, zihnen kavrayış.
[246] Kân: f. Bir şeyin
menbaı. Kuyu. Kaynak. Mâden ocağı. Bir keyfiyetin. (niteliğin) bol olarak
bulunduğu kimse.
[247] Veş: Gibi (mânâsına
teşbih edatı.) Mah-veş Ay gibi.
[248] Mağz: öz, iç.
[249] Ârî: Pâk, pislikten uzak. Hür.
[250] Ruz u şeb: Gece ve gündüz.
[251] Mihman: f. Misafir
[252] Fehm: anlamak;
anlayış, zihnen kavrayış.
[253] Terahhum: Merhamet etme, acıma. Şefkatte bulunma, esirgeyip besleme.
[254] Verd: (Vürd - Vird)
Gül
[255] Manend: f. Benzer. Denk. Eş. Gibi
[256] Sirac: ışık; lâmba, fener.
[257]
Güman: f. Zan. Tahmin. Sanmak. şüphe
[258] Câvidâne: f. Câvidân, ebedi, sonsuza âit, sonsuza müteallik.
[259] Tekye: f. Zikir veya ders için toplanılan yer.
Dervişlerin meskeni ve mâbedi.
Yaslanılacak, dayanılacak şey.
İtimâd etmek, dayanmak.
[260] Mehr: Aşk, şefkat,
muhabbet. Güneş. Huk: Mihr. Evlenme muamelesinde erkek
tarafından kadına verilen nikâh bedeli
[261] Hâzık: Mehâretli, işinin ehli, mütehassıs.
[262] Mestane: Sarhoşcasına. Sarhoş bir kimseye yakışır surette.
[263] Dûş: f. Omuz.
Ketif. Dün gece. Âlem-i
menâm, rüya âlemi. Mütesadif ve
mütelâki olan.
[264] Mu'tad: Âdet. Âdet edilen iş. İtiyad edilen. Alışılmış olan.
[265] Taharet: Temizlik. Nezafet. Temizlenmek.
Fık: Habes, necaset denilen maddeten en pis şeylerin veya hades denilen
şer'î bir mâninin zevalidir
[266]
Burada namaz anlamında kullanılmış olsa gerek.
[267] Teşviş: Karıştırma. Karma karışık etme. Bulandırma.
[268] Giryan: f. Gözyaşı döken. Ağlayan.
[269] Zar: f. İnleyen,
sesle ağlayan. Zayıf, dermansız
[270]
Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve selleme salâtü selam
[271] Zalâm: Karanlık. Zulmet.
[272] Ruz: f. Gün,
Gündüz.
[273] Kıyam: ayakta durma, ayağa kalkma; ayaklanma; ölümden sonra tekrar dirilme;
[274] Ayine:ayna, görüntü.
[275] Sebak: (C.: Esbâk) Ders. Yarış. Koşu yapanların aralarında koydukları ödül
[276] Lem'a: ışık, parıltı, parlama, parıldama.
[277] Habeş: Afrika'nın Kızıldeniz sâhili güneyinde müstakil bir memleket. Bu memleket
ahalisinden olan. Beyaz ve siyah
arasında koyu esmer adam. Köle
[278] Hakî: f. Toprak
rengi. Toprakla alâkalı Hakiyan: (Hâki. C.) İnsanlar, nev'-i beşer,
dünya halkı
[279] Tab: f.
"Parıldayan, parlayan, parlatan, aydınlatan" anlamlarına gelir ve
birleşik kelimeler yapılır.
[280] Ferş: Fer. Yeryüzü. Döşeme. Döşeyiş.
Yaymak. Yayılmak. Döşenmiş şey.
[281] Misil: (Misl) Benzer. Eş. Nâzır. Tıpkısı
[282] Mari: koca
[283] Havl: Güç.
Kuvvet. Muhit, etraf. Yıl, sene.
Tahavvül, inkılâb. Geçmek. Bir hâlden bir hâle dönmek. Rücu etmek.
Sıçramak. Hile.
[284] Kuçmak(t):Kucaklamak, sarılmak, deraguş etmek.
[285] Irâk: (Irah)Su
kenarı. Kökler, asıllar,
bünyadlar. Uzak.
[286] Salah: Bir şeyin en iyi hâli. Rahatlık, sulh, iyileşme, düzelme, iyilik.
[287] Sımah: Kulak deliği, kulak.
[288] Nakş: Bir şeyi çeşitli renklerle
boyamak. Resim. Tezyin etmek. Bedene batmış dikeni çıkarmak. Bir şeyin esasını araştırmak. Yaymak.
Suda ıslanmış hurma. İpekle,
sırma ile işleme. Mc: Hile
[289] İbtida: Baş taraf. Evvel. Başlangıç. En önce, başta.
[290] Âhir: Biten. Hitam
bulan. Sonra gelen. Son. Sonraki
[291] Gınâ: zenginlik,
yeterlik, tok gözlülük.
[292] Havb: Fakir ve
muhtaç olmak.
[293] Dest: f. El,
yed. Mc: Kudret, fayda, nusret,
galebe. Düstur. Tasallut.
İkmâl. Âlî makam. Meclisin
şerefli yeri
[294] يَوْمَ تُبْلَى السَّرَائِرُ “Gizli
işlerin ortaya çıkarıldığı günde.” (Tarık, 9)
[295] Eya: f. Acaba
mânasına nidâdır. "Hey, ey" gibi çağırma, nidâ, seslenme edatı olarak
da kullanılır.
[296]
“Vatan sevgisi imandandır.”
[297] Meskenet: Miskinlik. Tembellik. Uyuşukluk. Bitkinlik. Beceriksizlik. Fakirlik.
Yoksulluk.
[298] Guş: f. Kulak. Mc: İşitmek.
[299]
Dört unsur: Toprak-su-hava-ateş
[300]
Altı yön
[301] Vechî: (Vechiye) Yüz ile ilgili.
[302]
قُلْ اَطِيعُوا اللهَ وَالرَّسُولَ فَاِنْ تَوَلَّوْا فَاِنَّ اللهَ
لا يُحِبُّ الْكَافِرِينَ “De ki:
“Allah'a ve Peygambere itaat edin”. Yüz çevirirlerse bilsinler ki, Allah inkar
edenleri sevmez.” (Âl’i İmran, 32)
[303] Genc (gencine): f. Define, hazine. Gömülü hazine. Kenz
[304] Musalla: Namaz kılınan yer. Cami avlusunda
cenaze namazı kılmaya aid yer.
[305]
Kün fe kân: Ol dediği olur
[306] Efza: f. (Sonlarına
eklenen kelimelere) Artıran, çoğaltan mânasını verir. Meselâ: Hayret-efzâ:
Hayret verici, hayret artıran.
[307] Top(t):Hep, tekmil, büsbütün.
[308]
سُبْحَانَ
الَّذِى اَسْرَى بِعَبْدِهِ لَيْلاً مِنَ الْمَسْجِدِ الْحَرَامِ اِلَى
الْمَسْجِدِ الاقْصَاالَّذِى بَارَكْنَا حَوْلَهُ لِنُرِيَهُ مِنْ اَيَاتِنَا
اِنَّهُ هُوَالسَّمِيعُ الْبَصِيرُ “Bir gece, kendisine âyetlerimizden bir
kısmını gösterelim diye (Muhammed) kulunu Mescid-i Harâm'dan, çevresini mübarek
kıldığımız Mescid-i Aksâ'ya götüren Allah Teâlâ noksan sıfatlardan münezzehtir;
O, gerçekten işitendir, görendir.” (İsra, 1)
[309] Yemin: Sağ taraf, sağ el
[310] Gulam: Esir, hizmetçi, köle.
[311] Cürüm: :suç, isyan, günah.
[312] İnâyet: yardım, lütuf, medet etmek.
[313] Külli: bütüne mensup parçalardan ve fertlerden meydana gelen, umumî, bütün, çok
fazla.
[314] Pür: f. Çok, dolu,
çok fazla, memlu, tekrar (mânâlarına gelir, birleşik kelimeler yapılır) Sâhib, mâlik. Hâr: f. Diken.
[315] Abâ: Ekseriyetle
yünden yapılmış, bol giyimli bir libas. (Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve
sellemde bu libası giyerlerdi.)
[316] Dil-ber: f. Gönül alan, kalbi çeken. Güzel, dilber
[317] Dânâ: f. Bilgili, bilen, malûmatlı, âlim
[318] Kuy: f. Karye,
mahalle, sokak. Yol. Semt
[319] Perest: (C.: Perestân) f. Tapan, tapınan, taparcasına seven.
[320] Şikest: f. Kırma, kırılma. Kıran. Yenilme, mağlubiyet.
[321] Cünbüş: Zevk, eğlence. Hareket,
kımıldanma. Uta benzer bir çalgı.
(Doğrusu: Cünbiş'tir )
[322] Tıfl: Küçük
çocuk. Her şeyin cüz ve parçası. Batmaya yakın güneş. Kıvılcım.
[323] Badaş: f. Mükâfat
[324] La-şek: şüphesiz.
[325] EBU: Peder, baba,
ata,
[326] Dil-nüvaz: Gönül okşayan
[327] Asiyana: isyan edenlere
[328] Çâre-sâz: f. Çâre bulan
[329] Tul: Boy.
Uzunluk. Ömür ve hayat. Uzamak.
Zaman çokluğu. Çokluk, bolluk.
[330] Dıraz: f. Uzun.
[331]
İkrema-i ihrama: Bize ikram ve merhamet eden
[332] Hasîb: Cömert kimse. Hayır sahibi ve eli açık adam. Bolluk yer, ucuzluk.
[333] Hem-dem: f. Canciğer arkadaş.
[334] Münkir: inkâr eden, kabul etmeyen, inkârcı,
görmezden gelen.
[335] kâl-i ilâhî: İlâhî söz
[336] Abdal: evliyâdan ziyâde nûraniyet kazanmış ve bir anda bir kaç yerde görünebilen
zatlar, dünyai alâkasını kesen ve Allah'ın sevgisiyle yoğrulmuş kişiler.
[337] Derya-yı Muhit: ihâta eden, her şeyi kuşatan ve her
şeyi içerisine alan; etraf, çevre; büyük deniz, okyanus.
[338] Hane: Meyhane.
[339] Eyvan: f. Köşk. Büyük salon. Büyük sofa.
Divanhâne
[340]
Tûl: Uzatma
[341] Tıraz: f. " Süsleyen, donatan" anlamlarına gelir ve birleşik kelimeler
yapılır.
[342] Haseb: dolayı, cihetince, gereğince.
[343] Ber-kemal: f. Mükemmel.
[344] Zebun: f. Zayıf, güçsüz, âciz.
Alışverişte aldanan.
[345] Ayn: tıpkısı, tâ
kendisi ; Lütuf: Rıfk ve nevâziş. İltifatla mülâyemet üzere muâmele
eylemek.
[346] Mehr: Aşk, şefkat,
muhabbet. Güneş.
[347] Cihan-bân: f. Cihanın bekçisi, dünyanın koruyucusu olan. Allah TeâlâHükümdar
[348]
Kemâyin: yay gibi eğri (gizli)
[349] Reva: f. Lâyık,
uygun. Meydana gelmek. Gidici
[350] اِنْ كُلُّ نَفْسٍ لَمَّا
عَلَيْهَا حَافِظٌ “Hiçbir
kimse yoktur ki, üzerinde bir gözetleyici olmasın.” (Tarik, 4)
[351]
فَاَوْحَى اِلَى عَبْدِهِ مَا اَوْحَى “Allah o anda kuluna
vahyedeceğini etti.” (Necm, 10)
[352] Meh: f. Ay. Kamer.
(Bak: Mah) Senenin onikide biri. Ay.
[353]
Şule: alev, hiddet, parlaklık, alev kırmızısı, sevgili, göz ağrısı
[354] Izhar: açığa çıkarma, ortaya koyma, gösterme, belirtme.
[355] Kelle: f. Kafa, baş. Ekinlerde
başak. Baş gibi yuvarlak olan nesne
[356] Püryan: f. (Bak: Biryan) Biryan f. Kebabın bir nev'i. Piran. Pürân
[357] Hun: f. Kan,
dem. Öç, intikam, öldürme
[358] Diger-gun: f. Değişmiş, başkalaşmış, bozuk.
[359] MÜŞK: (Müşg) f.
Misk. Misk kokulu
[360] Teşviş: Karıştırma. Karma karışık etme. Bulandırma
[361] Mâil: Eğik. Bir
tarafa eğilmiş. Eğri. Meyilli. Hevesli.
İstekli. Düşkün. Benzer
[362] Abâ: Ekseriyetle
yünden yapılmış, bol giyimli bir libas.
[363] Puşt: (isim, kaba konuşmada Farsça puşt )1 . Eş cinsel
erkeklerin cinsel zevklerine hizmet eden sapık erkek çocuk. 2 .
Ağır ve kaba sövgü sözü.
[364] Güman: f. Zan. Tahmin. Sanmak. şüphe
[365] Na'ra: (C.: Na'rât) Yüksek sesle uzun uzun bağırma.
[366] Yaman: 1.(güç, etki veya beceri) Alışılmışın üzerinde olan:2 .
Kötü, korkulan:
[367]
Bîgüman: Şüphesiz, doğru
[368] Uşşak: (Âşık. C.) Âşıklar
[369] Ferda: (far.) ka. 1. yarın. 2. gelecek zaman, ati. 3. ahiret, öbür dünya.
[370] Senaver: f. Medheden, öven; Çam fıstığı kozalağı veya onun şeklinde olan.
Çam fıstığı.
[371] ehl-i tuğyan: Allah Teâlâ'ya isyan eden, azgın ve sapkın kişiler.
[372]
Bî-haber: Habersiz
[373] Mesel: Bir umumi kaideye delâlet eden meşhur söz. Ata sözü. İbretli ve küçük
hikâye. Dokunaklı ve mânalı söz. Benzer. Misil. Delil. Hüccet.
[374]
“Ey Rabbimiz! sen bizim mevlamızsın, Yâ İlâhî ikrâm et”
[375] قَالاَ رَبَّنَا ظَلَمْنَا
اَنْفُسَنَا وَاِنْ لَمْ تَغْفِرْ لَنَا وَتَرْحَمْنَا لَنَكُونَنَّ مِنَ
الْخَاسِرِينَ “Rabbena,
dediler, nefsilerimize zulmettik, eğer sen bize mağfiret etmez, merhamet buyurmazsan
şüphe yok ki husrâna düşenlerden oluruz” (Araf, 23)
[376] رَبَّنَا لا تَجْعَلْنَا
فِتْنَةً لِلَّذِينَ كَفَرُوا وَاغْفِرْ لَنَا رَبَّنَا اِنَّكَ اَنْتَ
الْعَزِيزُ الْحَكِيمُ “Rabbimiz!
Bizi, inkar edenlerle deneme; bizi bağışla, doğrusu Sen, güçlü olan, Hakim
olansın.” (Mümtehine, 5)
[377] Mücib: İcabet eden. Cevap veren. Sebeb kabul eden. İstenileni kabul eden, duâya cevap veren
(Allah Teâlâ)
Sail(E): (Sual. den) Dilenci. Fakir. Soran.
İsteyen. Akan, seyelan eden
[378] Haza: Bu. Şu.
O. Gr: İşaret zamiri
[379] Tar ü mar: f. Dağınık, karmakarışık, perişan
[380] İnkıyad: Boyun eğme. Muti olma. Teslim olma. İtaat etme. İmtisal
[381] Issı/ısı/isi(t):Sahip
[382]
ب ba harfi
[383]
Mahruh: Ayperi
[384] Ferağ: 1 . (bir işten) Vazgeçme, çekilme, el çekme, terk etme. 2
. hukuk (bir mülkü) Başkasına bırakma, başkasının üstüne
geçirme:
[385] Duzah: f. Cehennem. Tamu. Mc: Keder.
Külfet
[386]
Bedelsiz
[387] Lemyezel: zâil olmaz, bâkî, dâimî olan.
[388] Ferd: Tek, bir,
yekta.
[389] Ehad: Bir olan, her bir şeyde birliği tecelli eden Allah Teâlâ
[390] Şeha: f. Ey pâdişah!
Ey şâh
[391] Razı: Hoşnud, rıza
gösteren, kabul eden. Boyun eğen, itaat
eden
[392]
Ab-ı hayvan: Hayat suyu
[393] Pertev: (Pertav) f. Ziya, ışık. Atılma,
sıçrama, hız
[394] Kân: f. Bir şeyin
menbaı. Kuyu. Kaynak. Mâden ocağı. Bir keyfiyetin. (niteliğin) bol olarak
bulunduğu kimse.
[395]
Tiz-ru: Tez olan
[396] Hamra: (Müennes) Çok kırmızı, kızıl renk.
Şiddet ve meşakkatli geçen yıl.
Şiddetle olan ölüm. Arap olmayan
cinsten. Yüzü kızarmış kadın.
[397]
A’da: En zâlim, en çok düşmanlık eden.
[398] Na-murad: f. Mahrum kalan, muradına eremeyen
[399] Ayan: (İyân) Aşikâr. Belli. Herkesin
bilebileceği ve görebileceği.
[400] Fer: bir aslın
neticesi, uzantısı.
[401] Ahsen: En güzel. Çok güzel
[402] Bais: (Ba's. dan)
Gönderen. Sebeb olan. İcab ettiren.
Yeniden yaratan. Ölüleri tekrar dirilten.
[403]
Mâ-i meni: Erlik suyu
[404] Âl: Sülâle, soy,
hânedan. Akrabâ ve taallukat. Yaz
sıcaklarında su gibi görünen serap.
Hile, tuzak
[405] Şadüman: (şâd-mân) f. Mesruriyet, sevinçlilik.
Mesrur, bahtiyar
[406] Deyyar: Bir kimse. Ehad. Yurt sahibi
birisi. Manastır sahibi.
[407] Hun: f. Kan,
dem. Öç, intikam, öldürme
[408] Sükker: şeker.
[409] Dil-şad: f. Sevinmiş. Kalbi hoş olmuş
[410] Şeyda: f. Tutkun. Divane. Çok sevgiden
hâsıl olan hal.
[411] Tüvana: f. Güçlü, kuvvetli.
[412]
Dünyada (şey) yok
[413] Gamm: Keder, tasa,
dert, elem, kaygı
[414]
Bahr-i maânî: Manalar Denizi
[415] Reşad: Hak yolda yürümek. Doğru yolda olmak. Doğru yolu bulup ondan
sapmamak. Aklın kuvvetli olması.
[416] Hurrem: f. Sevinçli. Mesrur. Şen. Ferahlık veren. Taze ve hoş. Güler yüzlü.
[417] Semm: Zehir, ağu
[418] Kerdem: Şişman ve kısa boylu olan adam.
[419]
Kem: f. Az, noksan, eksik. Kötü.
Fenâ. Ayarı bozuk. Fakir, hakir.
[420]
Cim: Gulamperest olan kimse.
[421] Cem: toplama
[422]
Hem: f. Birlikte, beraber olmak mânasını ifade eder.
[423]
Bezer :Gevezelik, boşboğazlık, çok konuşmaklık.
[424] Hayme: Çadır.
[425] Od: t. Ateş, nar
[426] A'ma: Kör. Gözü
görmeyen. Manevi körlük,
[427] Çİ: (Çe) f. Ne?
Nasıl? (Soru edatı) Taaccüb ve hayret
yerinde de kullanılır
[428] Efza: f. (Sonlarına
eklenen kelimelere) Artıran, çoğaltan mânasını verir.
[429] Duhul: İçeri girme. İçeri dahil oluş.
[430]
Fatiha Suresi
[431] Kibar: (ara.) ka. 1. duygu, davranış ve hareket bakımından ince, zarif, nazik,
çelebi. 2. büyük cömert, asil, zengin. 3. şık, seçkin. 4. büyükler, ulular. 5.
kibirli.
[432] Ceyhun: (tür.) er. 1. orta asya’da Amu-derya'ya arap ve farslıların vermiş olduğu
ad. 2. Tevrat'a göre cennetin 4 nehrinden biri.
[433] Halt:1 .
Bir şeyi başka bir şeyle karıştırma. 2 . teklifsiz
konuşmada Uygunsuz söz söyleme, uygunsuz iş yapma. 3 .
teklifsiz konuşmada Uygun olmayan, beğenilmeyen şey: Atasözü,
deyim ve birleşik fiiller :halt etmek; halt karıştırmak : halt yemek
[434] اَهُمْ يَقْسِمُونَ رَحْمَةَ
رَبِّكَ نَحْنُ قَسَمْنَا بَيْنَهُمْ مَعِيشَتَهُمْ فِى الْحَيَوةِ
الدُّنْيَا وَرَفَعْنَا بَعْضَهُمْ فَوْقَ بَعْضٍ دَرَجَاتٍ لِيَتَّخِذَ
بَعْضُهُمْ بَعْضًا سُخْرِيًّا وَرَحْمَتُ
رَبِّكَ خَيْرٌ مِمَّا يَجْمَعُونَ “Rabbinin rahmetini onlar mı taksim edip
paylaştırıyorlar? Dünya hayatında onların geçimliklerini aralarında Biz taksim
ettik; birbirlerine iş gördürmeleri için kimini kimine derecelerle üstün
kıldık; Rabbinin rahmeti, onların biriktirdikleri şeylerden daha iyidir.” (Zuhruf, 32)
[435] Rehnüma: f. Yol gösteren. Kılavuz.
[436] Kal u kîl: "Dedi denildi" şeklindeki nakiller. Dedikodu, boş konuşmalar
[437] Subhdem: f. Sabah vakti.
[438] Ayan: (İyân) Aşikâr.
Belli. Herkesin bilebileceği ve görebileceği.
[439] Vâlih: Keder ve hüzünle aklı gitmiş, şaşırmış, hayrette kalmış.
[440]
Taşı: Dışı
[441] Kiba: Süprüntü.
[442]
Âb u ateş hâk-i bad: Su, ateş, toprak ve hava
[443] Came: f. Evde
giyilen bol elbise. Elbise, çamaşır. Sevb, libas
[444] Zecr: Menetme, engel
olma. Nehyetme. Zorlama, zorla
yaptırma. Önleme. Sıkma. Kovma. Eziyet etme. Angarya olarak çalıştırma. Köpek balığı. Çağırma.
Sürme
[445] Külhani: f. Serseri, çapkın, âvâre Külhan: f. Hamam ocağı. Hamamda su
ısıtmak için ateş yakılan yer.
[446]
Dünyada (şey) yok.
[447] Em:İlâç, merhem.
[448] Bed-endiş: f. Kötü fikir sahibi, fena düşünen.
[449] Kavl: Anlaşma.
Sözleşme. Konuşulan söz. Söz
cümlesi. İtikad, delâlet. Tarif.
İlham
[450] Dîbâ: f: ipekli kumaş.
[451] Ru-siyah: f. Kara yüzlü. Ayıbı olan
[452] Tabah: Kuvvet
[453] Subhdem: f. Sabah vakti.
[454] Mah: (Meh) f.
Senenin onikide birisi. Yirmisekiz, yirmidokuz, otuz veya otuzbir günlük
zaman. Gökteki ay. Kamer. sevgili
[455] Târümâr: dağınık, karmakarışık, perişan
[456]
Mameza: Geçen veya geçmiş şey. Geçmiş zaman. Mazi
[457] YEZİD: (H: 26-64) Hz. Muaviye radiyallâhü anhın oğlu ve Emeviye Devletinin ikinci
halifesi. Şam'da doğdu. Zamanında Kerbelâ hâdise-i elîmesin meydana gelmesine
sebeb olandır.
[458] Mezid: yezidin tekrarıdır.
İlâveli
tekrarlar, bir kelimenin
başına ilâve ses veya bir hece getirilerek yapılır: adam madam, ev mev;
apaçık, büsbütün, dümdüz, kapkara, mosmor, yemyeşil vb.
[459] Zeyb: ( Zîb): Zinet, süs. Düzgün, iyi elbise.
[460] Fer: f. Işık,
parlaklık, zinet, süs. Fazl ve
vakar. İktidar; şevket, kuvvet. bir
aslın neticesi, uzantısı.
[461] Güftar: f. Sözler, lâkırdılar
[462]
Zi-ruh, bî-ruh: ruh sahibi, ruhsuz
[463]
Hakkı: Hakk’a mensup kişi
[464] Sa (-Sây) f.
Sürücü, süren. f. Benzetme edâtı olan "âsâ" nın hafifletilmişidir.
Meselâ: Anber-sâ Anber gibi.
[465] Yek-dil:f. Bir, münferid gönül
[466] Efgende: f. Yere atılmış, düşürülmüş. Yıkılmış, yıkık. Bozulmuş, tahrib
edilmiş. Biçare, zavallı, düşkün.
[467] Dehri: zamana bağlı olarak devre âit, zamanla ilgili
[468] Ferzend: (C.: Ferzendân) f. Yavru. Çocuk. Veled
[469] Fenn: Hüner.
Mârifet. San'at. Tecrübe.
İlim. Nevi, sınıf, çeşit,
tabaka.
[470] Keramat: (Keramet. C.) Kerametler.
[471] Makalat: (Makale. C.) Makaleler. Söz ve yazılar. Bahisler. Burada bahsedilen belki
Hacı Bektaş’ın Makalatı olabilir.
[472] Siva: Başka, gayrı,
diğer.
[473] Leşker: f. Asker.
[474]
Yalvarmak
[475] Cünd: Er, asker.
Ordu. Bir kimsenin yardımcıları. Şehir.
[476] Baz: f. Yeniden, tekrar
oynatan, oynayan, geri ve arka tarafa doğru... gibi manalara gelir. Kelimenin
sonuna veya baş tarafına getirilerek kullanılan bir "ek" dir. Meselâ:
Ateşbâz : Ateşle oynayan
Dilbaz: Gönül ehli; 1. etkili ve güzel söz söyleyen. 2. etkili ve güzel (sözler,
konusma tarzı)
[477] Bimar: (C.: Bimârân) f. Mariz, hasta, alil.
[478] Heman: f. Derhâl, hemen, acele olarak, çarçabuk, o anda
[479]
Bi-ma’na: Manasız
[480]Mâh: ay. Sal: Yıl, içinde
bulunulan yıl.
[481] Bali: Eski, köhne.
[482] Berr: toprak,
yeryüzü, yer
[483] Dil-riş: f. Dertli, kalbi yaralı, gönlü yaralı.
[484] Kalak: Can sıkıntısı. Gönül darlığı. Kararsızlık. Zahmet. Meşakkat
[485] Peyk: f. Bir şeyin
etrafında, ona tabi olarak dönen. Seyyare.
Haber ve mektup getirip götüren
[486] Gurre: Parlaklık. Her şeyin başlangıcı.
[487] terre (f) :yeryüzü, toprak, kara, yer, dünya
[488] Harre: (C.: Hırâr-Hırârât-Harrun) Kara taşlı yer.
[489] Hubbe: Dostluk.
[490]
Cezbeli
[491] Meratib: Mertebeler. Basamaklar. Kademeler. Dereceler
[492] Mevta: Ölüler. Ölmüşler. Cenâzeler
[493] Cây: f. Yer, makam,
mevki.
[494] Deyyar: Bir kimse. Ehad. Yurt sahibi birisi. Manastır sahibi.
[495]
Basiret sahipleri
[496] Cüda: f. Ayrılık.
Ayrılmış.
[497] Na: Farsçada nefy
edatıdır. Müsbet mânâyı menfi yapar. Kelimenin başına getirilir. Meselâ:
Nâ-ehil
[498]
Allah Teâlâ sana kafidir.
[499]
Allah Teâlâ’ya emanet olun
[500] Hem-saz: f. Uyan, uygun, muvafık, münâsib.
Arkadaş, refik, arkadaşlık.
[501] Revan: f. Giden, akıcı. Derhal. Ruh, can. Nefs-i nâtıka. Edb: Su gibi akıp giden güzel söz
[502] Yed-i beyzâ: Musa Aleyhisselâmın mu'cize olarak gösterdiği beyaz ve parlak eli. Bu
tabir mecaz olarak keramet ve hârikulâde haller ve meziyetler hakkında
kullanılır
[503]
Şayi’: (Şüyu'. dan) Duyulmuş, işitilmiş, şüyu' bulmuş, herkesçe bilinmiş.
[504] Halt: Karıştırmak.
Münasebetsiz söz söylemek. Bir şeyi bir şeye karıştırmak. Hatâ etmek
[505] Şir: f. Aslan. Süt.
[506] Mesarr: (Meserret. C.) Sevinçler, meserretler. Sürurlar. Zevkler
[507] San: f.
"Benzer, andırır" mânâlarına gelerek birleşik kelimeler yapılır.
[508] Hande: f. Gülme, gül
[509] Şadüman: (şâd-mân) f. Mesruriyet, sevinçlilik.
Mesrur, bahtiyar.
[510] Berdar: f. Asılmış, yukarı kaldırılmış.
Tutucu. İtaat edici ve ettirici.
Meyveli. Meyve verici olan.
[511] Zıllî: Gölge ile alâkalı.
[512] Her-bar: f. Her defa, her kere
[513] Deyyar: Bir kimse. Ehad. Yurt sahibi
birisi. Manastır sahibi.
[514] Cidâl: sözle mücâdele, ateşli konuşma; muhârebe; cenk; kavga, mücadele, çarpışma,
çekişme.
[515]
Umura: (Emir. C.) Emirler. İşler. Hususlar. Maddeler.
[516] Hırs: Saklamak, Aç gözlülük. Tamahkârlık. Kızgınlık.
Şiddetli istek, arzu. Azgınlık
[517] Duzah: f. Cehennem. Tamu. Mc: Keder.
Külfet.
[518] Ahadî: Tek, yalnız. Birlere âid, birlere mensub.
[519] İz'an: Basiret. Anlayış. Teslim olup
itaat etmek. Akıl. Zekâ. İnanç. İdrak.
Bilmek
[520] Zecrî: Cebren, zorlayıcı olarak.
[521] Epsem/epsera:Suskunç
[522] Püser: (C.: Püserân) f. Erkek çocuk, oğul.
[523] Hâk: f. Toprak.
Turab.
[524]Bezemek(t):Süslemek,tezyin
etmek. Bezenmek(t) Süslenmek.
[525] Meded: İnayet, yardım, imdad, eman. Eyvah.
[526] Subhdem: f. Sabah vakti.
[527] وَحُصِّلَ مَا فِى الصُّدُورِ
: “Kalplerde olanlar ortaya konulduğu zaman.” (Adiyat, 10)
[528] Hurşîd: f. Güneş. Afitab. Hur. Mihr. şems.
[529] Huffaş: Yarasa. Gece kuşu.
[530] Kallaş: Kalleş. Hileci, dönek.
[531] İhrak: yakmak, yandırmak, ateşe atmak
[532] Şem'a: Işık, çıra. Nur. Muma batmış
fitil.
[533] lem'a: ışık, parıltı, parlama, parıldama.
[534] Diriga: f. Yazık, eyvahlar olsun!
[535] Hande: f. Gülme, gül
[536]Zahm: ehli ehlileşmiş, evcil 2. alışkın,
munis 3. halim, mülayim, uysal, muti, yumuşak; boyun, eğmek
[537] Zahm: Yara, ceriha
[538] TABİB: (C.: Tabibân-Etibbâ) Doktor, hekim.
[539] Afitab: f. Güneş. Mc: Pek güzel. Çok güzel yüz.
[540] Tab: f. "Parıldayan, parlayan, parlatan,
aydınlatan" anlamlarına gelir ve birleşik kelimeler yapılır. Meselâ: Âlem-tab
: Dünyayı aydınlatan, âlemi ışıklandıran.
[541] Vâlih: Keder ve hüzünle aklı gitmiş, şaşırmış, hayrette kalmış.
[542] Duzahî: f. Cehennem'e mahsus, cehennemî, zebani.
[543] Rânâ: iyi, güzel,
hoş, lâtif; pür ve revnak olan.
[544] Nâdan: câhil, haddini bilmez.
[545] Hâli: Tenhâ. Boş. Sahipsiz. Issız. İçinde bir şey olmama
[546] Râde: Faide,
menfaat.
[547] قُــلِ
ٱلـلـّٰـهُمَّ مَالِكَ الْـمُلْكِ تُـؤْتــِي الْـمُلْـكَ مَنْ تَشـۤاءُ وَ
تَــنْزِعُ الْــمُلْكَ مِمَّنْ تَشـۤاءُ وَ تُــعِــزُّ مَنْ تَـشۤـاءُ وَ تُــذِلُّ مَنْ تَـشـۤاءُ بِيَــدِكَ
الْـخَــيْرُ اِنَّـكَ عَلَى كُــلِّ شَىْءٍ
قَــد©يرٌ تُولِـــجُ
ٱلَّــيْلَ في©
ٱلــنَّــهَارِ وَ تُولِـــجُ ٱلــنَّهَارَ في© ٱلَّــيْلِ وَ
تُخْرِجُ الْحَيَّ مِنَ الْمَـيِّتِ وَ تُخْرِجُ الْمَـيِّتَ مِنَ الْحَـيِّ وَ
تَــرْزُقُ مَنْ تَـشـۤاءُ بِــغَــيْرِ حِسَابٍ
“De ki: Ey
mülkün sahibi olan Allah Teâlâ´m!
Sen mülkü dilediğine verirsin ve mülkü dilediğinden çeker
alırsın ve dilediğini aziz edersin, dilediğini de zelil kılarsın.
Hayır, senin kudret elindedir. Şüphe yok ki, sen her şeye
fazlasıyla kadirsin.
Geceyi gündüz içine tıkarsın, gündüzü de gece içine
tıkarsın, diriyi ölüden, ölüyü de diriden çıkarırsın. Dilediğine hesapsız
olarak rızık verirsin.” (Âl-i İmran 26,27)
[548]
Belen: iki tepe arasında geçit veren kısım, bel
[549] Nist: f. Değildir, yoktur.
[550] Hestî: f. Varlık. Var olma. Mevcudiyet.
[551] Has: özel, hususi,
mahsus.
[552] Satir: Setreden, örten, kapatan.
Günahları, kusurları örten.
[553] Pertev: (Pertav) f. Ziya, ışık. Atılma,
sıçrama, hız.
[554] Suziş: f. Yakma. Yanma. Dokunma, te'sir
etme, etki yapma. Büyük acı. Yürek
yanması
[555] Künh: Bir şeyin
aslı, cevheri, mikdarı. Dip. Kök. Özü, nihâyeti, vechi. Vakit, zaman.
[556] Yek: f. Bir,
münferid. Bir oluş, birlik.
[557] Hâzık: Mehâretli, işinin ehli, mütehassıs.
[558] Hatar: Tehlike. Uçurum, Emniyetsizlik. Korku.
[559]
نَحْنُ
قَسَمْنَا “Biz taksim ettik.”
(Zuhruf, 32)
[560] Semek: Balık.
[561]
Meks: Durma, eğlenme, bekleme.
[562]
Subh u mesa: Sabah-akşam
[563] Rehnüma: f. Yol gösteren. Kılavuz
[564] Hâme: f. Yontulmuş
kalem.
[565] Ayan: (İyân) Aşikâr.
Belli. Herkesin bilebileceği ve görebileceği
[566] Puşide: (Puşe) f. Örtülmüş. Örtü. Örtülü, gizli.
[567] Nâdan: câhil, haddini bilmez.
[568] Sayruret: (Sayr. dan) Bir hâlden diğer hâle intikal etmek. Bir şeyin bir şeye
dönmesi. Olmak, edilmek. Vücud, kevn.
[569] Mergub: rağbet edilen, istenen, aranan, arzu edilen; bütün mahlukatın kendisinin
rızâsını istediği Allah.
[570] Hor: f. Kıymetsiz,
ehemmiyetsiz. Adi.
[571] Teşviş: Karıştırma. Karma karışık etme. Bulandırma.
[572] Hayf: (Hayfâ)
Emansızlık. Haksızlık. Zulüm. Cevr. (Vah vah, yazık, eyvah, yazıklar olsun
meâlinde söylenir.)
[573] Nişin: f. "Oturan, oturmuş" gibi mânâya gelir ve başka kelimelerle
birleşir
[574]
Allah-ü a’lem: Allah Teâlâ bilir ki:
[575]
“Vatan sevgisi imandandır.” Sehavî, Makasıd: s.183; Semhudî, Gammaz: s. 60; İbnü'd-Deyba\ Temyiz: s.77; Aliyyü'1-Karî, Kübra:
s.189; Aclûnî, üTesf 1/413. Hadis hafızlarına göre bunun aslı yoktur.
[576] Tayeran: (Tayrân) Uçuş. Uçma.
[577] Pür-hun: Kan içinde. Kan dolu
[578] Dehri: zamana bağlı olarak devre âit, zamanla ilgili
[579] Dûn: Aşağı, alçak.
Kolay. Zayıf. Gölgeli. Aşağılık. Altta, aşağıda.
[580] Merdud: Reddolunmuş. Kabul edilmemiş. Geri döndürülmüş. Kovulmuş.
[581] Tennur: (C.: Tenânir) Tandır. Fırın
[582]
Bed efâl: Kötü fiil
[583]
Tab-ı selim: Salim tabiatlı
[584] Serir: Tahta karyola. Üzerinde oturulan
yüksekçe yer. Taht
[585] Hur: f. Güneş, şems
[586] Epsem/epsera:Suskunç
[587] Nümayan: f. Görünen, aşikâr olan, gözükücü olan. Parlayan.
[588] Rehnüma: f. Yol gösteren. Kılavuz.
[589]
cevâb-ı şâfi: Yeterli, ikna eden cevab
[590]
Seni hakkıyla bilemedik
[591]
Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellem Hz. Ali kerremallâhü veche hakkında
“Etin etimdir” buyurduğu hadise işaret edilmektedir.
[592] Diriga: f. Yazık, eyvahlar olsun!
[593]
(Bu diyarda nefs yok)
[594] Manende: Benzeyen, mümâsil
[595] Elvan: (Levn. C.) Renkler. Muhtelif görünüşler
[596] Haza: Bu. Şu.
O. Gr: İşaret zamiri.
[597] Samt: Susma, sükût
[598]
La’b: oyun ehli
[599]
Ta'n: Hoş görmemek. Kötülemek. Birisinin ayıp ve kusurlarını beyan
etmek. Küfretmek. Muhalifin iddialarını çürütmek. Vurmak.
Duhul etmek, dâhil olmak, girmek
[600] HULV:
(Halva)Tatlı. Hoş ve güzel. İyi.
[601] Mağbun: (Gabn. dan) Alışverişte aldanmış olan.
Şaşkın. Şaşırmı
[602]
Sevindirmek
[603] Temenna: Eli alnına götürerek selâmlama işareti yapma. Minnettar olma
[604] Berr: toprak,
yeryüzü, yer.
[605]
Ma’ni: mana
[606] Hurrem: f. Sevinçli. Mesrur. Şen. Ferahlık veren. Taze ve hoş. Güler yüzlü.
[607] Ferağ: Vaz geçmek. Hiç bir şeyle meşgul olmayıp dinlenmek. Boşaltma.
[608] Ruz: Gün; Ceza:
Karşılık, mukabil, ivaz. Cürüm veya günâh
işleyenlere verilen azab. hüzünle, ümitsizlikle ağlayıp sızlanmak. Ahiret
[609]
Buy: f. Koku. Ümit, umma. Sevgi, muhabbet. Tamah.
Huy. Tabiat. Kısmet, pay, nasib
[610]
İki cihanda
[611] Bimare: f. Hasta, alil. Muharebeler veya akınlar esnasında ele
geçirilen kadın esirlerin ayrıldıkları sınıflardan birinin adı.
[612] Nas: f. İnsanlar.
[613] Lacerem: şüphesiz, elbette, besbelli.
Nâçar, zaruri.
[614] Üftade: f. Düşmüş. Fakir, biçare. Âşık,
tutkun.
[615]
Arkasına
[616] Kûh: f. Dağ.
[617] Ağuş: f. Kucak. Sığınılan yer.
[618] Mehcebin: f. Ay alınlı. Alnı ay gibi parlak olan.
[619] Sak: Bir şeyin
aslı. Topuktan baldıra doğru bacağın
incik yeri
[620] Fend: f. kendini korumak, karşı koymak
[621] Epsem/epsera:Suskunç
[622] Hallak: Yaratan, her şeyi halkeden, Kadir-i Zülcelal, Allah Teala Hazretleri
[623] Merdî: f. Erlik, erkeklik. Merdlik,
cesurluk, yiğitlik. İnsanlık, hamiyet.
[624] Sahn: Sıcaklık,
harâret
[625] Mevr: Başka te'sirle
bir şeyin dalga gibi gidip gelmesi. Çalkanmak.
Suyun yeryüzüne yayılması.
Hayvanlardan yün almak. Yol,
tarik. Toz, gubar. Rücu etmek, döndürmek.
[626] Han: zenginliğini
[627] Mâ: f. Biz
mânasınadır. (Bak: Şahıs zamiri) Mim
ile elif harfinden ibâret "Mâ". Arabçada muhtelif isimleri vardır. Ve
çeşitli mânalara gelir. Cansız şeylere işaret eder. "Şu nesne, o
şey ki..." mânâlarına gelerek kelimelerle birleşir.
[628] Pür-hun: Kan içinde. Kan dolu.
[629] Gerdun: f. Dünyâ, felek. Dönen, dönücü,
devreden, çevrilen.
[630] Şemme: Bir defa koklamak. En küçük
mikdar.
[631] Şem'a: Işık, çıra. Nur. Muma batmış
fitil. Şu'le: Alev, ateş alevi.
[632]
Şeh: Şah
[633] Çâr: f. Dört. Cihâr
[634]
Allah Teâlâ bilir, doğrusu budur.
[635]
Bin yıl
[636] Gamze: Süzgün bakış.
[637] Akdem: Daha önce. Daha ileri. Daha mühim.
[638] Ehriman: (Ehrimen, Ehremen) f. Ateşperestlerin şer ilâhının ismi. Bâtıl bir ilâh
ismi. Ehramen: f. şeytan, iblis.
Dev
[639] Hurrem: f. Sevinçli. Mesrur. Şen. Ferahlık veren. Taze ve hoş. Güler yüzlü
[640] Kese: Kısa yol,
kestirme yol
[641] Ruz u şeb: Gece ve gündüz.
[642] İştiyak: aşırı ihtiyaç duyma, aşırı istek,
özleme, arzu duyma.
[643] El-hazer: Sakın! Sakınınız!
[644] Saki: (Saky. dan) Sulayan, içecek su
veren, sucu. Kadeh sunan. İçki
sunan.SAKİ' : Kırağı, şebnem, çiğ
[645] Paymal: (Pâyimal) f. Ayak altında kalmış, mahvolmuş, telef olmuş, sürünmüş
[646] Halt: f. durdurmak,
durmak, duraksamak, tereddüd etmek, topallamak, aksamak, bocalamak, tökezlemek,
sendelemek
[647]
And: 1. yemin, ant. 2. küfür, lanet.
[648] Fend: hile yalan
dolan; (f.), (eski.) esirgemek, muhafaza etmek, korumak.
[649] Dürur: İnmek. Akmak, seyelân
[650]
Azbî Baba kaddese’llâhü sırrahu’l azîz “nefesidir” yerine “nefsi dürür”
kulamıştır.
[651] Mezad: Artırma ile yapılan satış. Tuluk,
dağarcık.
[652] Kesad: Alış veriş
durgunluğu. Kıtlık. Eksiklik. Verimsizlik.
[653]
Leb: f. Dudak. Şefe. Kenar. Sahil. Kıyı.
[654] Müdam: Devam eden. Sürekli. Dâim ve bâki olan
[655] Mâ-i Meni: Erkek veya dişinin bel suyu. Döl suyu. Nutfe. Sperma
[656]
Hayvan
[657]
Manasız
[658]
Santur: şarkıcı, tilâvetle okuyan kimse; kilise korosunda baş okuyucu.
Kanuna benzeyen telli çalgı
[659] Lücc(e): Engin sular. Gümüş. Ayna.
Kalabalık cemaat.
[660]
Suda
[661] Epsem/epsera:Suskunç
[662] Ebkem: (Bükm. den) Dilsiz. Konuşamıyan.
[663] Kezzab: Yalancı. Çok yalan söyleyen.
[664] Çalak. f. Yerinde durmayan, çabuk, oynak.
Dâima çalışan. Her bir hareketi çabuk olan.
Akıl ve ferâseti açık.
[665] Tiryâk: panzehir, zehirlenmeden veya bir hastalıktan hemen şifâ bulmaya yarayan
ilâç.
[666] İmsak: Kendini tutmak. Bir şeyden el çekme
[667]
gütmek
[668] Na-hak: f. Haksız, beyhude, boş.
[669] Zıhar: İki şey arasında münasebet ve mutabakat meydana getirmek. İki şeyi
birbirine mutabık eylemek. Arka arkaya, mukabil kılmak. Karşılıklı yardımlaşmak
[670]
“Yeryüzünde bulunan her şey fanidir.” (Rahman, 26)
[671] Vain: boş,
faydasız, gururlu, nafile, abes, anlamsız, beyhude, kendini beğenmiş, kibirli
[672]
Söze
[673] Kerd: Sürmek. Def'etmek, kovmak. Boyun
[674] Cây: f. Yer, makam,
mevki.
[675] Bikr: (Bikir)
Bozulmamış. Temiz.Bekâr.El sürülmemiş.
[676] Mürd: (Emrüd. C.)
Sakalı belirmemiş genç yiğitler.
[677] Âlicenap: yüksek ahlâklı, cömert.
[678] Aktab: kutublar, hak tarîkatlerin reisleri, şahları; bir çok Müslümanların
kendisine bağlandıkları büyük velilerden zamanın en büyük mürşidi olan
kimseler.
[679] Tab: f.
"Parıldayan, parlayan, parlatan, aydınlatan" anlamlarına gelir ve
birleşik kelimeler yapılır.
[680] Dalâl: sapıklık; doğrudan, îman ve İslâmiyet yolundan sapmak.
[681] Sırf(e): Sadece, yalnızca. Sâfi ve hâlis
şey. Karışık olmayan
[682] Huld: Ebedilik. Sonu
olmayan. Sonu olmamak Berin: f. Pek yüksek, en yüce (cennet)
[683] Haver: güneşin doğduğu gün. erkek ve kadın
adı olarak kullanılır. levent, şark,
doğu.
[684]
Hâr : Mermer
[685] Güman: f. Zan. Tahmin. Sanmak. şüphe.
[686]
Eşsiz
[687]
Renk
[688] Adüvv: Düşman, hasım
[689] Beste: f. Bağlanmış, bitiştirilmiş, bağlı.
Kapalı.
[690] Mekkâr: Hilekâr. Düzenbaz. Çok aldatıcı. Mekir yapan.
[691] Hâzık: Mehâretli, işinin ehli, mütehassıs.
[692] Şebek: 1 . Daha çok Afrika'nın dağlık bölgelerinde yaşayan, uzun veya kısa
kuyruklu türleri olan maymunlara verilen ad. 2 . sıfat,
mecaz Çirkin ve arsız
[693] Licam: (Ligâm) f. Dizgin. Gem.
[694] Yek: f. Bir, münferid. Bir oluş, birlik
[695] Tenezzül:(C.: Tenezzülât) İnme, düşme. Aşağılama.
Gönül alçaklığı.
[696] Zecrî: Cebren, zorlayıcı olarak.
[697] Farig: İşini bitirmiş, boş kalmış, alâkasını kesmiş, rahat, vazgeçmiş, çekilmiş.
[698] Dürr: inci. İnci
tanesi.
[699] Melul: Usanmış. Bıkmış. Bezmiş. Mahzun.
[700] Fuzul: (Fazl. C.) Fazla şey. Lüzumsuz söz.
[701] Derdmend: f. Tasalı, kaygılı, dertli.
[702] Lemyezel: zâil olmaz, bâkî, dâimî olan.
[703] Makhur: (Kahır. dan) Kahredilmiş.
Mahvedilmiş. Bozguna uğratılmış. Mağlub. Mahkum. Allah'ın (C.C.) gazabına
uğramış. Yenilmiş. Hakaret görmüş.
[704] Müheyya: (Hey'e. den) Hazırlanmış olan. Hey'et-i mecmuası tertib ve tesviye olunmuş
olan.
[705] Uğru:1 .
Hırsız: 2 . halk ağzında Ön veya yan:
[706] Gümrahî: f. Sapıtma, doğru yoldan çıkmış olma
[707]
Zağ: Karga
[708]
Hezâr: Bülbül
[709] Dıraz: f. Uzun.
[710] Güzar: Geçiş, geçme. Beceren, halleden, yapan. Geçiren, geçirici mânâlarına gelir ve
birleşik kelimeler yapılır. Meselâ: Dem-güzar
: Zaman geçiren, vakit öldüren.
[711]
Benzeri
[712] Lalefam: f. Lâle renginde. Rengi lâlenin rengine benzeyen.
[713]
Allah Teâlâ bilir, doğrusu budur.
[714] İnkisar: Kırılma. Gücenme. Beddua ve lânet
okuma. Şikeste olma
[715] A'da:(Adüv. C.)
Düşmanlar.
[716]
Hâra: Mermer
[717] Dûn: Aşağı, alçak.
Kolay. Zayıf. Gölgeli. Aşağılık. Altta, aşağıda.
[718] Diriga: f. Yazık, eyvahlar olsun!
[719]
Bendir: teften büyük, zilsiz,
darplı Türk musiki sazı
[720] Bisyar: f. Ziyade, çok, fazla.
[721] Ayan: (İyân) Aşikâr.
Belli. Herkesin bilebileceği ve görebileceği.
[722]
Kınından çıkmış kılınç gibi
[723] Gılâf: kılıf, mahfaza, örtü.
[724] Yâr-ı gâr: Hazret-i Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellemin en sâdık sahabesi
Hazret-i Ebubekir radiyallâhü anhın ünvanı. Hicret esnasında en tehlikeli bir
zamanda mağaraya girdiklerinde Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellema
sadakatla hizmet ettiğinden bu nam ile anılır.
[725] Gar: Mağara.
[726] Maltiz: Maltalı. 1. (a) Maltese. 2. Maltese, of Malta
[727] Negros: İslandalı,
İsland in the central Philippines
[728] Muş: f. Fare.
[729]
Seri şekilde
[730] Çine: f. Kuş yemi.
[731] Bürdî: Hurmanın iyisi.
[732] Abus: Çatık çehreli.
asık yüzlü. Yüzü ekşi
[733] Sımad: Şişe tıpası.
[734] Baliş: f. Yastık. Altın. Nakit.
[735] Bister: f. Yatak, döşek.
[736] Bisat: (C.: Büsüt) Döşek. Döşeme, kilim,
minder.
[737] Mezkûr: Zikri geçen. Zikredilmiş. Evvelce bahsi geçmiş olan.
[738] Merhum: (Rahm. den) Kendine rahmet edilmiş.
Rahmete kavuşmuş. Dünyanın sıkıcı ahvâlinden kurtulup rahmet-i İlâhiyeye
kavuşmuş olan.
[739]
Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellem
[740]
abdi âlin: Hz. Hasan ve Hüseyin aleyhimesselâm
[741] İrsal: (Resul. den) Göndermek, gönderilmek, yollamak. Havale kılma. Salıvermek. Kendi haline koymak. Sürü sahibi olmak. Elçi gönderme.
[742] Firavan: f. Bol, çok, ziyade, aşırı, fazla
[743] Dâmen: f. Etek. Kenar. Taraf. Zeyl. Elbise veya dağ eteği
[744]
Sad: yüz: 100
[745] Hacer: Taş, kaya
[746] Şecer(E): Ağaç. Kütük.
[747] Semer(E): Meyve, yemiş mahsul. Verim. Netice.
[748]
Bir olan
[749] Kibriya. Azamet. Cenab-ı Allah Teâlâ'nın
azameti ve kudreti, her cihetle büyüklüğü.
[750]
Gök yer melekleri
[751] İdlâl. saptırmak, azdırmak.
[752] يَوْمَ تُبْلَى السَّرَائِرُ “Sırların orta yere çıkarılacağı gün” (Târik, 9)
[753] sezavar: f. Münâsib, uygun, lâyık, şâyân.
[754] Mânend: benzer, eş, denk.
[755] Keft: Cem'etmek,
toplamak. Sarfetmek, harcamak. Evmek.
Katı katı sürmek.
[756] Dest: f. El,
yed. Mc: Kudret, fayda, nusret, galebe. Düstur.
[757] Ferda: (far.) ka. 1. yarın. 2. gelecek zaman, ati. 3. ahiret, öbür dünya.
[758] Mûr: olgun, kemâle
ermiş, ergin, tamam,
[759]
Bu kısım divanından tamamlandı.
[760]
“Kullarımın arasına gir.” (Fecr, 29)
[761]
Sen olmasaydın, Sen olmasaydın,
[762] zevaid: (Zâide. C.) Fazlalıklar, fazla şeyler. Faydasız şeyler
[763] fevâid: (Fayda. C.) Faydalar. Faydalı şeyler.
[764] Vaid: vaad ve tehdit
kapısı.
[765]
Tuz ekmek hakkı: İyilik görülen kimseye karşı minnettarlık
[766] let: f. Dayak,
kötek. Dövme, vurma. şiddetle çarpma
[767] Gayur: Hamiyetli. Çok çalışkan. Dayanıklı. Çok gayretli. Kıskanç. ("Gayyur" diye yazılması
yanlıştır.)
[768] Sâni: san'atla
yaratan.
[769] Kebl: Bağlamak. Kovanın ağzını iki kat edip dikmek.
[770] Vaveyla: Çığlık, yaygara, feryat. Eyvah,
yazık gibi üzüntü ifadeleri
[771] Nisar: Saçmak, dağıtmak. İ'ta etmek.
Vermek
[772]
Alışmış
[773] Nez’ (A.) 1.can çekişme. 2.sökme, koparma, zorla alma. nez’
eylemek ayırmak, çekip atmak, sökmek, koparmak.
[774] Duzah: f. Cehennem. Tamu. Mc: Keder.
Külfet
[775] Kurb: Yakınlık.
Yakında oluş. Yakın olmak. Yakınlık kazanmak.
[776]
“Gözü oradan ne kaydı ve ne de onu aştı.” (Necm, 17)
[777] Abâdile: Abdullah isimliler
[778]
Şeş: Altı, Çar: dört
[779]
Sahbâ: şarap içki
[780] Şeb: f. Gece,
karanlık. İsneyn: İki. (2)
Pazartesi günü.
[781] Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellemin doğduğu gece
[782] seyyid-ül kevneyn: İki âlemin efendisi, seyyidi. Hz. Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellemin
bir nâmı
[783] Kurre: Parlaklık. Tâzelik. Gözün parlak ve nurlu olması Ayn: Göz
[784]
İki Harfin Sırrı: Yâ-sin
[785] Dânâ: f. Bilgili,
bilen, malûmatlı, âlim
[786] Künbed: f. Kubbe. Hadra: (Müennestir) Yeşillik. Sebze. En yeşil. Pek yeşil.
[787] Matlâ: güneş veya yıldızların doğdukları yer, ufuktan çıktıkları yer; yıldız veya
güneşin zuhur etmesi. Ulya: (Müe.) Pek büyük, pek yüce, daha
yüksek. Çok yüksek olan.
[788] Maktâ: kesilen yer, kat'edilen yer, kesinti yeri. Efn: Noksan etmek.
İçmek. Sağmak. Davarın sütü az olmak
[789] Âyâ: "acaba,
nasıl oluyor, hayret' gibi mânâlara. Gelen şaşkınlık bildiren bir edattır.
[790] Âsâr: Öç almalar.
İntikamlar. Eserler. İzler. Nişanlar. Abideler. Âdetler
[791] teşebbüh: Benzemek, müşâbehet etmek. Zorla benzemeğe çalışmak.
[792] Behre: f. Nasib, pay, hisse. Tez tez
solumak. Vasat, orta.
[793] mend: f. Kelimelerin
sonuna getirilerek "sahip" mânasına edattır.
[794] Sergerdan: başı dönmüş, şaşkın, hayran.
[795] Hımare: (C.: Hamâyir) Ayak üstü. Havuzun
etrafına koydukları taş. Avcıların av
vurmak için çevrelerine ev gibi dizdikleri taşlar.
[796] Hemîşe: f. Dâima. Her zaman.
[797] Manend: f. Benzer. Denk. Eş. Gibi.
[798] Tefahur: Fahirlenmek. İftihar etmek. Kendini iyi görüp, kusurdan gaflet etmek.
[799] Efgende: f. Yere atılmış, düşürülmüş. Yıkılmış, yıkık. Bozulmuş, tahrib
edilmiş. Biçare, zavallı, düşkün.
[800] Asa: f. (Gibi)
manasına gelerek birleşik kelimeler yapılır.
[801] Makhur: (Kahır. dan) Kahredilmiş. Mahvedilmiş. Bozguna uğratılmış. Mağlub. Mahkum.
Allah'ın (C.C.) gazabına uğramış. Yenilmiş. Hakaret görmüş.
[802]
Hallâc-ı Mansur
[803] Bugün ağlamayan kimse kıyamette gülmez. Erte:
yarın
[804] Milah: (Milh. C.) Milhler, tuzlar.
Tatlandır.
[805] Sergerdan: f. Başı dönmüş, şaşkın. Hayran.
[806] Bâis: Gönderen. Sebeb olan. İcab ettiren. "Gönderen, yeniden
yaratan" mânâsında Allah Teâlâ'nın bir ismi.
[807] mekkâr: Hilekâr. Düzenbaz. Çok aldatıcı. Mekir yapan.
[808]
seb’âi seyyare: Yedi gezegen
[809] Şeyh
[810] Nacak: Bir ağaç sapa geçirilen, ağzı keskin, genişçe demir âlet. Balta.
[811]
Ulanmış: Eklenmiş- bitişmiş
[812]
Sabah akşam
[813] Za'm: Kelâm, söz
[814] Çöğür: Bir
çalgı türü. Günümüzde "kısa sap" olarak anılan, 36 ilâ 42 tekne
ölçüleri arasında değişen ve yukarıdan aşağıya la-sol-re düzeni ile çalınan
bağlamanın, bağlama ailesi içindeki adı. Çöğürün tanımı ile ilgili süregelen
tartışmalar vardır. Bir tanıma göre çöğür, bağlama ailesinin en kıdemli çalgılarından
sayılır. Divan sazı'na yakın büyüklükte, 9 ya da 6 tellidir. Çöğürle
seslendirilen dinsel eserler, âyin
havaları, semai, nefes gibi tasavvuf müziği eserleri,
etkileyici bir hava yaratır. Bir diğer yaklaşıma göre ise, çöğür belli
bir sazın adı değildir. Türkiye'nin çeşitli yerlerinde,
çeşitli sazlara çöğür denildiği öne
sürülmektedir.Güneyde(Adana, Mersin, Gaziantep, Urfa, Diyarbakır)
bozuk’a, on iki telli aşık sazlarına çöğür denilmektedir.
[815] Nedim: (C.: Nedmân - Nüdemâ) Sohbet arkadaşı, meclis arkadaşı.
[816] Pend: f. Nasihat,
vaaz, öğüt
[817]
Çâr: dört
[818] Şita: kış mevsimi.
[819]
Günler
[820] Neşv ü nema: Büyümek ve gelişmek.
[821] Misk: Bir cins güzel
koku ismi.
[822] Nilüfer: f. Beyaz, mavi ve sarı çiçekler açan bir cins su bitkisi. Bursa yakınlarında akan bir akarsu
[823] kadd: Boy, bos. Semer: Geceleyin kıssa söylemek, hikâye anlatmak
[824] Ebkem: (Bükm. den) Dilsiz. Konuşamıyan.
[825] Tutya: Çinko. Sürme. Veş: Gibi
(mânâsına teşbih edatı.) Mah-veş Ay gibi.
[826] اِنَّا هَدَيْنَاهُ
السَّبِيلَ اِمَّا شَاكِرًا وَاِمَّا كَفُورًا “Şüphesiz
biz ona (doğru) yolu gösterdik. İster şükredici olsun ister nankör.” (İnsan,3)
[827]
Fatiha-i şerif
[828] Abid(un): İbadet eden. Zâhid. Çok ibadet eden.
Köle Haib: Mahrum. Ümidsiz. Kederli. Me'yus. Bi-behre olan.
[829]
Yalandan atma ile
[830] Iyd: bayram. Bayram
günü.
[831] Peşkeş: karşılıksız vermek. Haksız yere birşeyi vermek.
[832] Semmî: (Semmiye) Zehirle alâkalı. Zehirli.
[833] Helahil: (Hülhül. C.) Tesiri pek kuvvetli ve öldürücü zehir. Panzehiri olmayan ağu
[834] Serbeser: f. Baştan başa.
[835] Cercis: (Circis) Taberi tarihine göre: İsâ Aleyhisselâmdan sonra gelmiş ve
Filistinde yaşamış ve onun şeriatı ile amel etmiş olan bir peygamberdir. Yedi
sene içersinde tebliğde bulunarak çok işkencelere maruz kalmış, müteaddid
defalar öldürülmüş ve mu'cize ile dirilerek tekrar tebliğ vazifesine devam
etmiştir. Kendisine düşmanlık eden kavim ateşle helâk edilmiştir. En sonunda
yine Cercis Aleyhisselâm şehid edilmiştir.
[836] Hubru(y): (C.: Hubruyân) Yüzü güzel olan. Güzel yüz.
[837] Sezavar: f. Münâsib, uygun, lâyık, şâyân.
[838]
Dördü altı gören şaşı
[839] Satvet: Ezici kuvvet. Hışım ve şiddetle kavrayıp almak. Birisinin üzerine şiddetle
sıçramak ve hamle etmek. Zorluluk
[840] Timar: f. Bir şeyin devam ve inkişafı için yapılan hizmet. Tedavi
[841]
İsrâ Suresi
[842]
Cins maal cins: cins cinsi ile beraber
[843] Zamir: Bir şeyi gizlemek. İç. Huk: Bir şeyin iç yüzü. Niyet.
Vicdan. Kalb.
[844]
“Gözü oradan ne kaydı ve ne de onu aştı.” (Necm, 17)
[845] Kehli uyun: Gözlere çekilen sürme.
[846] Biryan: Püryân. f. Kebabın bir nev'i. Piran.
[847]
Dîde-hûn: Gözler kanlı
[848] Pişe: f. İş, kâr.
Meşguliyet. Alışkanlık, huy, âdet. Meslek, san'at. "Huy edinmiş, alışmış" anlamlarına
gelir ve birleşik kelimeler yapılır. Meselâ: Hasenât-pişe : İyi şeyleri âdet edinmiş olan
[849] Bezm: f. Sohbet
meclisi. Muhabbet yeri. Yiyip içme, îş u nûş. Meclis.
[850] وَاِلَيْهِ يُرْجَعُ الاَمْرُ
كُلُّهُ “Bütün işler O'na döndürülür.” Hud, 123
[851] Eşrat: Nişanlar. Alâmetler. Şartlar.
[852]
Yerle bir toprak olan
[853] Manend: f. Benzer. Denk. Eş. Gibi.
[854] Cûd: cömertlik bol
verme.
[855] Guş: f. Kulak. Mc: İşitmek.
[856] Bar: i. 1. çubuk,
sirik. 2. engel. 3. bar (içki içilen yer). 4. huk. baro. 5. su içindeki kum
seti. 6. müz. ölçü çizgisi. f. (--red, --ring) 1. sürgülemek. 2. engel olmak.
3. sokmamak, almamak. edat -den baska, hariç
[857]
Kaplayan
[858] Cünbân: f. "kımıldanan, kımıldatan, sallanan, oynayan, oynatan, hareket
eden" mânâlarına gelir ve sıfatlar yapar.
[859] Ab: f. Su. Mc : Yağmur. Letâfet, güzellik. İtibar.
Irz, nâmus. Vakar. Cilâ.
Keskinlik.
[860]
Toplanır
[861] Dem-keş: f. Nefes çeken, soluk çeken.
Devamlı öten bir güvercin cinsi.
Kaval, ney gibi çalgıları devamlı üfürenler. Bazı kuşların, kübbül gibi uzun uzun
ötenleri. Şarap içen
[862] Ham-keş: f. Bükülmüş, kıvrılmış, eğrilmiş.
[863]
Anılırsın
[864]
Sırr-ı ebî: Babalık sırrı
[865]
Güz: Sonbahar
[866] ESKİ ANADOLU TÜRKÇESİ
Xlll. yy’ın sonlarına kadar tek bir koldon devam
eden Tük yazı dili, aynı yy’ın sonlarında dallanmalara uğramıştır. Doğuda Doğu
Tükçesi (çağatayca), Kuzeyde Kuzey Batı Tükçesi (Kıpçakça), Batıda ise Güney-Batı
Tükçesi (Oğuzca) adlarıyla anılan Tük yazı dilinde bugün kullandığımız yazı
dilinin temelini Batı Oğuzcası (Anadolu’ya göç eden Tükler tarafından işlenerek
yazı dili haline getirilen ) teşklil etmektedir.
Batı Oğuzca’sını gösterdiği değisimler göre devrelere
ayırdığımızda Xlll-XV. Yy’lar arasında kullanılmış olan, içine Selçuklu dönemi
Tükçesi’ni de alan Eski Anadolu Tükçesi devrinin ilk sırayı aldığını görüüz.
Değişik kaynaklarda bu devrenin “Eski Osmanlıca”, Eski Tükiye Tükçesi “
adlarını da aldığı görülmektedir.
XV, asrın ll, yarısı bir geçiş devresidir. Bununla
birlikte EAT’si devri özellikleri XVl. Yy boyunca devam etmiş ve XVll. Asırda
da etkisin sürdümüştü.
Bu dil kullanımı özellikleri ile “bunun, anın, bularnın, onlarnın, bunun, şunun, onun, bularun
(bunların), şularun (şunların), olarun onlarun) şeklinde yuvarlar
ünlülü kullanılmıştır.
[867] Kesb: Kazanç.
Çalışmak. Sa'y ve amel ile kazanmak. Elde etmek. Edinmek. Kazanç yolu.
Kesad: Alış veriş durgunluğu. Kıtlık. Eksiklik. Verimsizlik.
[868] Hâk: Toprak Bâd:
f. Yel. Rüzgâr. Soluk. Nefes
[869] Epsem/epsera:Suskunç
[870] Merkeb: (Rekb. den) Binilen vâsıta. Binilen şey.
Eşek.
[871] Ucb: kibir, gurur, kendini beğenme, ameline,
yaptıkları işe güvenme.
[872] Leb: f. Dudak.
Şefe. Kenar. Sahil. Kıyı.
[873]
Lâfügüzaf: Boş söz
[874]
Ayağının tozu göz sürmesi ile birdir
[875] Püser: (C.: Püserân) f. Erkek çocuk, oğul
[876] Tahmis: (Hums. dan) Bir şeyi beş kat veya beş köşe haline getirmek. Edb: Bir şiirin her beytine üçer mısra ilâve
ederek beşe çıkarmak
[877] Âl: Sülâle, soy,
hânedan. Akrabâ ve taallukat.
[878] Beli: f. Evet.
[879] Zag: (C.: Ziygan)
f. Karga ve kuzgun. Fitneci, gammaz
[880] Güman: f. Zan. Tahmin. Sanmak. şüphe.
[881] Çerağ: f. Işık. kandil. Lâmba. Mum.
Kutlu, mutlu. Otlak. Mer'a. Otlama.
Tekaüd. Talebe.
[882] Sikke: Damga. Nereye ve kime ait olduğunun bilinmesi için konulan işaret, mühür.
Umumi damga. Dirhem. Para üstüne vurulan damga. Düz, doğru yol. Mevlevilerin keçe külâhlarının ismi. Basılmış madeni para
[883] Mergub(E): Rağbet edilmiş. Beğenilmiş. Çok kıymet verilen. Çokları tarafından
istenen.
[884] Sidre: ağaca teşbih ile benzetilen, yedinci kat gökte bir makam ismi.
[885] Beyt-i Ma'mûr: İ'mar edilmiş ev. Melekler
Kâbe'sinin bir ismi.
[886] Hilye: Güzel sıfatlar. Süs. Zinet. Cevher. Güzel yüz. Kılıcın sapındaki veya kınındaki zinet. Suret. Hey'et. Görünüş.
[887] Hâdim: hizmet eden, hizmetkâr.
[888] Maalim: (Ma'lem. C.) Dinî inançlara, itikadlara dair mes'eleler. İzler. Nişanlar. Eserler.
[889] Dıraz: f. Uzun
[890]
Yoluna
[891] Hudayî: f. Hudâlık, uluhiyyet. Allah'lık.
Allah Teâlâ'ya mensub.
[892] Turra: (Tuğra) Alındaki saç. Tura. Mühür. Pâdişah damgası. Pâdişahın imzası. Kumaşın etrafındaki nişan ve işaret. Kumaşta
ipekten çevrilen kenar. Herşeyin ucu ve
kenarı.
[893] Fenn: Hüner.
Mârifet. San'at. Tecrübe.
İlim. Nevi, sınıf, çeşit,
tabaka.
[894] Ahu: f.
Ceylân. Gözleri çok güzel olan. Çok
güzel göz. Gazâl. Mc: Dilber. Mahbub.
[895] Bu(y): f. Koku, râyiha.
[896] Hırz: Melce'.
Sığınılacak yer. Tılsım. Cenab-ı
Hakk'ın muhafaza etmesine dair yazılı duâ.
Fık: Bir malın âdet üzere muhafazasına mahsus yer. Muhafaza etmek.
[897] Hubb: (Hibâb - Hibb - Mehabbet) Sevgi, muhabbet,
bağlılık, dostluk. Bir şeyi birisine sevdirmek. Hulus, lüzum ve sübut. Muhafaza ve imsâk.
[898] Fial: (Fiil. C.)
Fiiller, yapılan şeyler
[899] Güzar: f. Geçiş, geçme. Beceren, halleden,
yapan. Geçiren, geçirici mânâlarına
gelir ve birleşik kelimeler yapılır. Meselâ: Dem-güzar : Zaman geçiren, vakit öldüren.
[900] Arak: rakı
[901] Nihan: f. Gizli, saklı. Bulunmayan. Mevcut olmayan. Sır.
[902] Nikap: yüz örtüsü, peçe, perde, örtünme.
[903] Gurab: (C: Garbân-Egribe) Karga.
[904] Bahşayiş: f. Bağışlayış. İhsan. İhsan etmek. Afv. Atiyye
[905] Cevsak: Kasr, köşk, konak.
[906] Mahz: Safi ve hâlis. Katıksız. Sırf. Hâs. Hulus ile
muhabbet. Tâ kendisi. Sadece.
Su katılmamış hâlis süt
[907]
“Sen olmasaydın” nidası
[908]
şübhesiz
[909] وَيَبْقَى وَجْهُ رَبِّكَ ذُو الْجَلالِ وَالاِكْرَامِ “Ancak
azamet ve ikram sahibi Rabbinin zâtı bâki kalacak.” (Rahmân, 27)
[910]
İshak: nebi, resul; bilhassa Allah Teâlâ için söz söyleyen kimse, kâhin,
kehanet sahibi.
[911]
Dedikodu
[912] Ayan: (İyân) Aşikâr.
Belli. Herkesin bilebileceği ve görebileceği.
[913]
Serviyle topu: Baştan ayağa. toplam, tüm, bütün, toptan, hepten
[914] Kadd: Boy, bos.
[915] Melîl (Melile): Kül içinde pişirilen ekmek.
Hararet, sıcaklık. Üzgün,
kederli. Melul.
[916] Kadîm: Eski zaman. Başlangıcı olmayan.
Uzun zamandan beri var olan. Evveli
bilinmeyen hâl ve keyfiyet
[917] Kesel: Tembellik. Uyuşukluk.
Yorgunluk. Ağırlık.
[918] Kise: (Kis-Kese) f.
Küçük-büyük torba kab. Para kesesi.
Kumaştan çanta biçiminde torba kab.
Yoğurt kesesi. Para. Para
hesabı. Öz para. Kestirme yol.
[919] Kisve: Elbise. Kılık. Hususi kıyafet. Küsve. Kisbet
[920]
İrgörür: Ulaştırmak, götürmek
[921] Habar: (C.: Habârât) İmzâ. Mühür, damga.
[922] Kizb: yalan; yalan
söyleme.
[923] Aksa: En uzak. En
son. Kusvâ. Nihayet. Irak
[924] Rehayab: f. Kurtulan. Yolcu olan.
[925] Tuvan: f. Güç, kuvvet.
[926] Güman: f. Zan. Tahmin. Sanmak. şüphe
[927] Zalâm: Karanlık. Zulmet.
[928] Destar: f. Sarık, imâme, başa sarılan tülbent.
[929]
Azbî Baba’nın divanında burası “ümmi zebân” geçiyor
[930] Mûr: olgun
[931] Nişin: f. "Oturan, oturmuş" gibi mânâya gelir ve başka kelimelerle
birleşir
[932]
Vura vura
[933] Giryan: f. Gözyaşı döken. Ağlayan.
[934] Baliş: f. Yastık. Altın. Nakit.
[935]
Pister: f. Yatak, döşek.
[936]
Allah Teâlâ şükür minnetle beraber
[937]
mısrı dile: Gönül Şehri
[938] Dâsitân: (Dâstân) f. Destan, sergüzeşt. Geçmiş hâdiseleri anlatan nesir veya nazım
halinde yazı. Şöhret.
[939] Garre: Gafil kişi, gaflette bulunan kimse.
[940] Düşnam: f. Sövme, sövüp sayma, ta'n.
[941] Beli: f. Evet.
[942] Sûr: emin, güvenli
[943] İkan: İyi ve yakînen
bilmek. Sağlam bir iş. Yakin hasıl etmek ve edilmek suretiyle
bilmek.
[944] Rûşen: f. Parlak, aydın. Belli, âşikâr.
[945]
Azbî Baba “ya o beni, ya ben onu”
yerine “ya sen beni ya ben seni” olarak tahmiste kullanmıştır.
[946] Âmm: herkese âit,
umuma âit, umumi.
[947] Lein: Vallahi eğer
[948] Tîg: f. Kılıç,
seyf. Teber: f. Balta
[949] Cuş: f. Coşmak,
kaynamak. Taşmak. Deprenmek
[950] Lâl: f. Dilsiz. Söz
söyleyemiyen
[951] Dal: Ağacın ilk
verdiği kol. Kur'ân hattiyle yazılan ()
harfinin okunuşu (Ebcedi değeri dörttür.) Noktasız olduğundan "dâl-i
mühmele" de denir.
[952] Serendib: (Hintçe) Hindistan'ın güneyindeki Seylân adasının ismi.
[953] Sarsar: Gürültü ile gelen pek soğuk rüzgâr, yel. Kasırga.
[954] Puhte: (C.: Puhtegân) f. Pişmiş, pişkin. Olgun, kâmil insan.
[955] Bîn: f. Kelime
sonuna ilâve ile "gören, görücü" mânalarına gelir.
[956] Dahme: f. Mezar, kabir. Türbe. Donanma
geceleri atılan hava fişeği.
[957]
İsfendiyâr: Efsânevi İran Hükümdârı, Gustaps’ın Oğlu. Firdevsi’nin
Şahnâmesinde macerâları anlatılır.
[958]
İki cihanda
[959] Müstetab: İyi, güzel, âlâ. Devâ.
[960]
İtab: paylama azarlama
[961]
Fetih, 1
[962] Deyyar: Bir kimse. Ehad. Yurt sahibi
birisi. Manastır sahibi.
[963] Ceyb: (C.: Cüyûb)
Cep. Gömleğin (yarığı) açıklığı.
Yaka. Kalb. Geo: Sinüs.
[964] Gumme: Tasa, keder. Kırba, tuluk gibi
şeylerin derinliği. Belirsiz mühim
nesne.
[965] Galgale: Sür'atle gitmek. Gecenin
gitmesi. Haber vermek.
[966] Sal: f. Sene, yıl.
[967]
Ebced tekerlemesi
[968]
Şifa yurdu
[969] Kâriban: f. Kervan.
[970] Sud: (Sevda. C.)
Rengi kara olan şeyler. * Sevdalar. Ziya: parlak ak şeyler
[971] Mir'at. Ayine. Ayna. * Meşhur bir cins lâle.
[972] Zıllî: Gölge ile alâkalı.
[973] Vamık: Seven. Âşık, sevdalı. * Meşhur bir hikâyede Azra'nın âşığının ismi.
[974] Derdmend: f. Tasalı, kaygılı, dertli.
[975] Saye: f. Gölge. Dâye:
çocuk hizmetçisi,
Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.
Yorumlar