Print Friendly and PDF

TAHMİS-İ DERVİŞ AZBÎ DİVAN-I MISRÎ

بســـم الله الرحمن الرحيم

AZBÎ BABA kaddese’llâhü sırrahu’l azîz [1]

Asıl adı Mustafa Ahmet Efendi mahlası “Azb=عذب [2] olup Kütahyalı'dır. Doğum tarihi ile ilgili hiçbir kaynakta bilgi bulunmamaktadır İlköğrenimini ve medrese tahsilini Kütahya’da yapmıştır. Daha sonra bilgisini arttırmak için İstanbul’a gitmiştir. İstanbul’la geldikten sonra Dergâhı Âliye saray çavuşluğu ile görevlendirildi. Aşağıda onun, hemen hemen birbirinin tekrarı olan kısa hayat hikâyesinin geçtiği yazma ve basma kaynaklardaki kayıtlar verilmiştir:

"Mustafa Dede el-Kütahyavî el-Rûmî el-Sûfi min-halifei'ş-şeyh Niyazı el- Mısrî el-mütehallis. Be Azbî el-müteveffâ sene-i 1160"[3]

"Türkî hû Mustafa Dede el-Kütahyavî el-müteveffa sene-i 1160"[4]

"Mustafa Efendi (Derviş Azbî) : Dergâh-ı Alî çavuşlarından iken Niyâzî Mısrî Hazretlerinde gördüğü kemal eserlerine bakarak hizmetini bırakmış, adı geçen zâta intisâb etmiştir. Doğum yeri Kütahya'dır. 1160'ta vefat ederek Üsküdar'ın Nerdüban Köyü'ndeki Şahkulu Dergâhı’na defnedilmiştir. " [5]

"(Mısrî'nin Edirne'de bulunuşu anlatılırken)... hükümet tarafından Azbî Çavuş isminde bir muhafız yanma tefrik olunmuştur... Azbî Çavuş Hz. Mısri'ye refakat ettikçe kemâlâtına meftun olup arz-ı nispet etmiş ve emrine münkad olmuştur... Hizmet yönünden nâil-i lutf olup hilâfet almıştır. Erenköy'ünde Merdivân kariyesindeki Bektaşî dergâhında seccâde-nişîn olmuşdu. Orada medfundur. " [6]

 "Mısrî Rodos'a sürülürken yolda zincirlerini silkip atar ve denize atlar. Kendisini götüren Azbî çok korkar. Bu arada denizde beyaz bir ata binmiş bir er, parmağıyla Azbî'ye susmasını işaret eder. Rodos'a geldiğinde Azbî, Mısrî'yi limanda bulur." [7]

Azbî, Niyâzî Mısrî’yi 1083/1673'te Rodos'a sürgüne götüren görevli memurdur. Yanında bulunduğu süre zarfında ondan etkilenmiş ve kendisine İntisap etmiştir. Bu intisap etmede bütün kaynaklar hemfikirdir. Ancak seyr ü sülûkunu onun yanında tamamlayıp tamamlamadığı, ondan hilafet alıp almadığı hususu tartışmalıdır. Eğer Mısrî'nin Rodos'a ilk sürgünü olan 1673'te onunla beraber olduğu varsayılırsa, Mısrî'nin Hakk’a yürüyüş tarihi olan 1104/1694 tarihine kadar birlikte olmaları muhtemeldir. Bu da yaklaşık 21 yıl süre eder ki, bir sâlikin seyr ü sülûkunu tamamlaması için yeterli bir süredir. Dolayısıyla ondan hilâfet almış olması gerekir.

Mustafa Kara, Azbî'yi Mısrî'nin 9. Halifesi olarak göstermektedir.[8] Mısrî'nin ölümü üzerine İstanbul’a gelen Azbî, bugün İstanbul Üsküdar'a bağlı Merdivenköy'de bulunan Şahkulu Sultan Bektaşi Dergâhı'nda post-nişîn olur. Burada "Babalık" makamına kadar yükselir.

Baba kelimesi Şii ve Sünni tasavvuf çevrelerinde ortak kullanılan bir unvandır. Kalenderiyye Haydariyye ve Bektaşiyye gibi Şii meşrepli tarikatlara mensup şeyhlerle onların halife ve dervişlerine baba denildiği gibi Çiştiyye Kübreviyye ve Nakşibendiyye gibi Sünni tarikatlara mensup bazı şeyhlere de bu unvan verilmiştir. Baba; Bektaşi, Kalenderi ve Haydari gibi tarikatlarda şeyh yerine kullanılan ibaredir.

Kimi kaynaklara göre 1149/1736'da kimilerine göre ise 1160/1747'de Hakk’a yürümüş ve adı geçen dergâhta sırlanmıştır. Bu İki farklı tarihin verilmesinde ve hangisinin kabul edileceği hususunda kesin deliller yoktur.

Divan'da Azbî'nin sırlanışına İmam Mustafa tarafından düşürülen tarih 1149'dur. Bu tarih, yine divanda geçen eserin yazılış tarihini gösteren 1160 tarihiyle ortadaki çelişkiyi daha da artırmaktadır.

Târih-i imâm Mustafa ez-berâ-yı vefat-ı Hazret-i

Hanedana eylemiş cân bahş nedimi çâr-yâr

Bir elinde top u çevgân bir elinde zü'lfekâr

Hem 'Alî kurbânıdır hem sıdk ile teslimdir

Hazret-i'Azbîdir ol kim eylemiş uzlet karâr

-vefa dehrin elinden nice zehri nüş edip

İsteğiyle azm-i ukba eyledi bu aşikâr

Şâh Mansûrun çerâğın yandırıp pir aşkına

Hizmetini cân ü dilden eyledi leyl ü nehâr

Hem hulûs-ı kalble bir ferdi dil-gir etmedi

Vârını âlemlere mebzul edip kıldı nisar

Hâtifü'l-ğayb fevtine târihini kılmış tamâm

Sene bin yüz kırk tokuzda eyledi azm-i güzâr

Eserin telif tarihinin verildiği (21-5) aşağıdaki beyite göre eserin yazılış tarihi 1161 'dir. Bu beyitte verilen tarihin doğruluğunu kabul edersek ölüm tarihinin de 1160/1747 olması kuvvetle muhtemeldir. Çünkü tarihin geçtiği bu şiirin Azbî'nin kendi düşürdüğü tarih olması ihtimali fazladır. Hicri takvimin miladiye çevrilişinde, arada 1 yıl fark olabilmektedir,

Azbî cihanda gel bir eser ko

El-hattı bâkî ve’lömrü fanî (1161)

Azbî'nin hayatıyla ilgili geri kalan bilgileri Divan'ından elde edebilir. 39 numaralı şiirden onun, muhtemelen şâir olan "Hakir" ve "Râvî" mahlaslı iki oğlunun olduğunu tespit edebiliyoruz. Ayrıca Şahkulu Sultan Bektaşi Dergâhı’nda bulunan bir mezar taşındaki "Azbî Dede-zâde" İbaresi bu mezar taşının oğullarından birine ait olduğunu göstermektedir.

Yine şiirlerinden birinde ifade ettiği üzere Elvan Çelebi'ye de intisap etmiştir. Bektaşi geleneğinde "pîr-i sânî" olarak kabul edilen Balım Sultan'a da bağlılığını bu beyitte ifade eder.

Bu dem Elvan Efendi mürşidimdir

Balım Sultân nazarıyla diriyim

Azbî, Niyâzî Mısrî'nin Dİvanı'ndaki Türkçe şiirlerin tamamım tahmis ederek Türk Edebiyatı'nda eşine az rastlanır bir eser ortaya koymuştur. Bu, hem tasavvufî olarak hem de şâir olarak Mısrî’den etkilendiğini gösterir. Divan'da da ona bağlılığını ve sevgisini ifâde eden söyleyişler yer alır.

Bu kuş dilinin remzidir vücûdum onun şehridir

Mısri vücûdum mısrıdır Niyâzî’dir sultân bana

Azbî Hakk’dan toluyum has bâğçenin gülüyüm

Niyâzî’nin kuluyum cânımdır mihmân bana

Etkilendiği bir diğer şair de Hüseynî'dir. Hüseynî, 16.yy.'da yaşamış bir Bektaşî ozanıdır. Edirneli olup geçimini helvacılıkla kazandığı için Helvacı Hüseyin adıyla tanınmıştır.

Divan'da Hüseynî'nin bir gazeli terbî, bir gazeli de tahmis edilmiştir.

Eserleri

"Divan-ı Azbî/ Azbî Baba Derviş Mustafa"

çeşitli kütüphanelerde 18 adet nüshası vardır. Bu nüshalar arasında müellif nüshası bulunmamaktadır. Umumiyetle pek çoğunun istinsah tarihi ve müstensihi belli değildir. Divanda toplam 248 adet manzume mevcuttur. Nüshaların pek çoğunda bu sayıda şiir bulunmamaktadır. Divan Arap veya Latin harfleriyle basılmamıştır.

Divanı Tahmis-i Niyâzî-ı Mısrî

Mısrî'nin Divan-ı İlâniyât'ında bulunan Türkçe gazelleri baştan sona tahmis ettiği divanıdır. Türkiye kütüphanelerinde yazma nüshaları bulunmakla beraber H.1284 yılında eski harflerle "Kütüphâne-i Âmire"de basılmıştır. Bu eserde Mısrî'nin 142 ilâhinin tahmisi vardır. [9]

Şerh-i Gazeli Mısrî

Bu eser Niyâzî-ı Mısrî'nin "ezelden nâr-ı aşkla ben yana geldim cihan içre" matlalı gazelinin şerhidir. Süleymaniye Kütüphanesi Hacı Mahmut Efendi Kitaplığı no: 3056’da bulunan bu eser, 43 varaktır.[10]

Not: Tahmisde bulunan Niyâzî-i Mısrî kuddise sırruhu’l-azizin beyitlerini açıklamada kullandığımız ilâhileri esas aldık. Çünkü hafızlarda iki türlü okuyuş olmasın. Diğer bir hususta “ânın, ..dum, …sun, -ke -u, vb.” edat ve eklerde günümüz Türkçesi hafif derecede kullanıldı.

بســـم الله الرحمن الرحيم

1

Oldu nokta bâ-i bismillahda kenzi Hûda

Zahir ve batından el çek yokluk ola var sana

Kayd-ı ukbadan ve fenâdan dön yüzün benden yana

Ey gönül gel gayriden geç aşka eyle iktida,
Zümre-i ehl-i
hakîkat anı kılmış mukteda. 

Kılsam irfana zevrak [11]aşkla âlem dürur

Dilberi aşktır onun aşk sırrına mahrem dürur

Vâkıf-ı esrarı âlem ehl-i aşk âdem dürur

Cümle mevcudat-u malûmata aşk akdem dürur,
Zira aşkın evveline bulmadılar ibtida. 

Küllü şey’in yerciu [12] karz-ı hasen [13] vermiş olur

Mahzen-i sırrı ilâhî âdem-i kâmil olur

Aşk ile her kim memâta [14] erse ol bakî kalır

Hem dahi cümle fena buldukta aşk baki kalır,
Bu sebebden dediler kim aşka yoktur intiha. 

Mâsiva dağının eder aşk zerresi mahv-i garik[15]

Eyleyen iksir aşkdır hârayı [16] akik[17]

Şâh-ı aşkın bendesi haktır ona haktır tarik[18]

Dilerim senden Hüda’ya eyle tevfıkın refik,
Bir nefes gönlüm senin aşkından etme gel cüda. 

Sığmadı âlemlere aşk, aşka sığmaz kıyl’ü kâl [19]

Âlem hâl-i bilirsen olmaz aşk içre hayal

Hem celâlindir cemâlin hem cemâlindir celâlin

Masiva-yı aşkının sevdasını gönlümden al,
Aşkını eyle iki âlemde bana aşina. 

Hızr elindeki tasarruf himmetidir aşkın

Devlet-i hicranda bulmak minnetidir âşıkın

Menzili birlikte olmak vuslatıdır âşıkın

Aşk ile tamuda olmak cennetidir aşıkın,
Lik cennette olursa tamudur aşksız ona. 

Evveli hu âhiri hû kâinâtın aslı hu’y

Ehli aşk kelâmî oldu cümle hâyi hu’y

Gel âşık ol Azbi ya sırrı hüdâdan sırrı duy

Ey Niyazi Mürşid istersen bu yolda aşka uy,
Enbiya vü evliyaya aşk
 oluptur rehnüma. 


 

2

Duyunca sırrı ednâ ona hünkâr olur peyda

Gelirse sahn [20]-ı irfanda veli her-kâr[21] olur peyda

Gâhi Esmâ-i cebbâri gâhî [22] gaffâr olur peyda

Zihi[23] kenz-i hafî ki ondan gelür her var olur peydâ,
Gâhi zulmet zuhur eder,  gâhi envar olur peydâ.
 

Olupdur kendinin mülkî cihanın tahtla tacı

Yine kendi haracın ol verir ondan alur bacı[24]

Yine öz varlığın varlık ile etti ta raci [25]

 Zihî derya-yi vahdet kim kesilmez hergiz emvacı,
Bu kesret âlemi ondan doğup naçâr olur peydâ. 

Olursa sende bir ikrar olur yüzbin nihân[26] ızhâr[27]

Anâsır perdesin kaldır olam dersen ülü’l-ebsar

Bilindi yüzbin esmânın içinde gizlidir ikrar

Ne sihr-i bü’l-acebdir kim bu yüzden görünür ağyar,
O yüzden gayrı yok tenha gelir dildar olur peydâ. 

Kimi zevk u safa üzre kimine yâr olur mâtem

Kiminin gözüne zerre görünmez bu fenâ alem

Acep sırrı ilâhidir gelen, gelen âdem giden âdem

Taşınur günde yüzbin can âdem iklimine her dem,
Gelür yüzbin dahi ondan bulur imar olur peydâ. 

Zevâlin gösterir birbirine her bir kemâlinde

Kemâli gizlidir yârin cefâsıyla zevâlinde

Nice arz-ı hüner eyler hayâliyle visâlinde

O yüzden görüben ayan döner şem’-i cemalinden,
Felekler de görüp anı döner edvar olur peydâ. 

Eğer bildinse kâmil sen cihanda her rumûzât-ı[28]

Eğer duydunsa sen sırrı ilâhîden mulâkâtı

Cehâlet içre pinhândır [29]  ânın cümle kemâlât-ı

Dışın içe hayalatı,  için dışa zuhuratı,
Birinden ol birine tuhfeler her bar olur peydâ. 

Kimin dûr eyledi çârh-i sitem [30] aviz [31] muradınca

Yine evvel gelen geldi dilâ [32] ağyar ardınca

Niçün halk eyledi bilsin müsemmâsın yaradınca

O devriyle gelüptür Enbiya,  Mürsel meratibce,
Gâhî mü’min zuhur eder gâhi küffar olur peydâ. 

Kamu sırrı münderic oldu hakikat nokta-i yâda

Nice sırlar nihan eyler müsemma lâ da illâ da[33]

Edüptür nakşi ukbayı sarây-ı vechi dünyâda

Tecelli eyledikçe ol sarayı sırr-ı ahfada,
Bu suret âlemi içre satı pazar olur peydâ. 

Bu yolda âşık müsteban hakikat oldu çoktan çok

Derûnu dilde ey aşık müsemmâ verdini[34] gel kok

Eğer sen var var dersen sana olmaz bûyu kaddin yok

Onun zâtına gayet sığmaya hergiz nihayet yok

Onun için herbir isminden gelüp ber-kâr[35] olur peydâ

Sonunda kahr eder her kim görürse ondan ihsânı

Bilir miktarını zerre eğer baki eğer fânî

Anı ahir zeyl eyler ederse arz-ı ünvânı

Cemali zâhir olsa tiz celâli yakalar anı,
Görürsün bir gül açılsa yanında hâr olur peydâ. 

Keramât mûcizât her ne sudûr etse bu âlemde

Eğer zahir eğer batın hutûr etse bu âlemde

Bir adını kes eğer arz-ı umûr etse bu âlemde

Bu sırdandır ki bir kâmil zuhur etse bu âlemde,
Kimi ikrâr eder anı,  kime inkâr olur peydâ. 

Gedâsın habbeye muhtaç eğer dersen ki ben bayım

Taam sekri[36] terdir sevadın[37] kim olur sâim

Anâsır kalâsı içre özün şah ile kâim

Veli arif celâl içre cemâlini görür dâim,
Bu haristanın içinde ona gülzar olur peydâ. 

Kimine dost olur düşman kimi düşmanı yezid âna

kimisi yüzbin illetle çıkar bir düşmana yâne

Kimisi iki çeşmiyle[38] gelir buruca[39]  seyrane

Ne sırdır kim iki kimse nazar eyler bu ekvana,
Biri ancak görür dârı,  bire deyyar olur peydâ. 

Nizâm-ı âlem âdem bu dem emr-i şeriattır.

Ne hikmettir bu sırrı zâhid çü zillet ayn-ı devlettir

Kamû zıllı hayal ancak hakikat özüne hikmettir

İçi ummânı vahdettir yüzü sahrayı kesrettir

Bu yüzden görünür ağyar içinde yâr olur peyda

O kim tefsire kâdirdir görürse noktada mâna

Özün fark eyleyen Hakktır bilir mi lâ sını illâ[40]

Umûru kaydı ukbâdan fenâdan çek elin cana

Görür ol genc-i mahfiden[41] nice zâhir olur eşyâ,
Bilür her nakş-ü suretten nice esrâr olur peydâ. 

İki âlemde bil Azbî iyi olmazmış ikilikten

Teşebbih  hakla haktır geçen da’vayı benlikten

Olan ef’âl iblisdir bugün benlikle senlikten

Alan lezzatı birlikten halâs olur ikilikten,
Niyazi kande baksa ol hemân dîdâr olur peydâ. 


 

3

Ey din ve imân isteyen besdir demi insan sana

Kendi özün şâh isteyen şayet ola mihman sana

Ey gevher[42] kân[43] isteyen kân ola Hakk irfan sana

Ey derde dermân isteyen yetmez mi derd dermân sana,
Ey râhat-ı cân isteyen kurbân olandır cân sana.
  

Terket fenâya zarlığın kesbet bekâ hünkârlığın

Bul lezzetin ikrarlığın anma adın inkarlığın

Bil menzilin tayyarlığın[44] fehmet sözün attarlığın[45]

Yağma edersin varlığın gider gönlünden darlığın,
Mahveyle sen ağyarlığın yâr olisar mihman sana.  

Haktır rumuzu kün[46] fe kâne[47] bâtıl meğer bâtıl olan

Haktır sözüm ikrâr u imân bu hak söze etme gümân[48]

Murgi [49] dile ten âşiyan in tu cevab mürselan[50]

Sermâye bu yolda heman teslim olur buna inan,
Sıdk ile Allâh’a dayan etmez mi gör ihsân sana.  

Uçurma kuldan yazını müşgin[51] elif yaz yazını

Pişir kurtar kim sözünü alçağa indir tizini[52]

Sultana et niyazını Mısrî bilir her râzını

Tevhide tapşur özünü kimseye açma râzını,
Şeyh izine tut yüzünü Şeyhin yeter bürhân
 sana.  

Hal bulmayan sır bulamaz davayı irfân kılamaz

Kul olmayan hân olamaz ağlamayan hem gülemez

İrfâna cahil gelemez birlik gibi iş olamaz

Eyün kişi yol alamaz maksûdunu hergiz bulamaz,
Bekle maârif kapusun yüz göstere irfân sana.  

Gel mihneti  ferdâyı ko ikrâh ile takvayı ko(y)

Geç arş ile âlâyı ko Âdem ile Havva’yı ko

Hem bay ile ednâyı kohem cennet-ül me’va i ko
Dünyâ ile ukbâyı ko ûlâ ile uhrâyı ko,

Var ol kuru sevdâyı ko matlab yeter Sübhân sana.  

Tebdil edip inkârını koy yerine ikrârını

Dost ile özünde yârini fâş[53] eyleme esrârını

Aşka değiş her kârını at namus ile ârını

Candan talep kıl yârini ver canı bul didârını
Yok eyle kendi vârını kim var ola cânan sana. 

Her işinden ferağ olur masivâdan irağ olur

Derviş olan alçağ gözü yaşı ırmağ [54] olur

Vücudu dağ ve dağ olur aşk ile yüzü ağ[55] olur

Çürüklerin hep sağ olur zehrin kamû bal yağ olur,
Dağlar yemişli bağ olur cümle cihân bostân sana

Gerçi gezer çoktur veli sümbülü görür görmez gülü

Çün gül Yakub’dur bülbülü her şeyde var kudret

Herkes dedi Hakk’a beli,[56] birlikte lâl olur

Güçtür katı Hakk’ın yolu dergâhı hem gâyet ulu,
Sıdk ile olmazsan kulu etmez yolu asân sana.  

Gir bende-i Haydar isen dâim hay hay Haydar isen

Aşk ile yek Kanber isen dehre me envâr isen

Cevr ile dilber der isen zâr fakir kemter isen

Kulluğa bel bağlar isen şâm-u seher ağlar isen,
Sular gibi çağlar isen tiz bulunur ummân sana.  

Varlığı hep ata gör yokluğa ayak basa gör

Kalbini pak eyleye gör hubb-i sivâ hep gidegör

Sırrına sırrı kata gör külli sivaya atagör

Bülbül oluben öte gör gül gibi açıl tütegör,
Aşk
 oduna can atagör gülzâr olur nirân sana.  

Gel masivâdan çek elin kalbin ola Azbi çü pak

Zahid sülük ehlini gör çün mâsiva eylerde

Aşk ehli olmaz hem helak candan elin kıl iştirak

Yüzün Niyâzi eyle hâk derd ile kıl bağrını çâk,

Kalbin sarâyın eyle pâk şâyet gele Sultân sana. 

4

Vechin oldu dostum “İnnâ hedeyna” “ kul kefâ” [57]

 Buldu yüzondört kitab bu nûru vechinden ziyâ

Vech-i bâki sûretindir verdi Hakk neşv ü nema[58]

İki kaşın arasında çekti hatt-ı istiva,
(Allemel esma) yı ta’lim etti ol hattan Hüdâ.
 

Sende gösterdi kemâlin halka rabb’ül âlemin

“Hâzihî cennât-i adn, fedhûlûha halidîn” [59]

Bu sebebden Âdemi tarh eyledi huld-ü berin[60]

Zat-ı ilme Mustafa,  esmaya Âdem‘dir emin,
İkisinden zâhir olmuştur ulûm-i enbiya.

Kıldı Âdem’de emânet ayn-ı esrâr cümle

Emr-i “Vescüd vakterib” [61] hem oldu izhar cümleten

Görünür bir âyineden ağyar ile yar cümleten

 Zat-u esmâ vü sıfat ef’âl-u âsar cümleten,
Her zamanda bir velinin vechine bunlar ziya. 

Mektebi irfâna gel gir kesb-i  irfan kılasın

Arif kâmil olup hem nehy-i münker kılasın

Hızr elinden âb-ı hayvan nûş edüp can bulasın

Secde eyle Âdem‘e ta kim Hakk’a kul olasın,
Eden Âdem’den ibâ Hakk’dan dahi oldu cüdâ. 

Kenz-i la-yefna yı bilmez kandedir illa fakir,
Bahr-ı bipayanı bulmaz etmeyen terk-i siva. 

…..

Ucb ile şeytan olur zahid giyerse ger harir[62]

Görünür lâşî gözüne olsa ger yüzbin….

Zulmet içre âb-ı hayvân-ı bulan olmuş emir

Sureta gördüler Allah diyeni olmuş fakir,
Sandılar Allah fakirdir kendilerdir ağniya. 

Yâne bilsin kendisini Hakk’a sırdaş olmayan

Hazret-i İsâ gibi Mehdiye gardaş olmayan

Hal esrârı ne bilsin hâle haldaş olmayan

Ravza-yı hadrayı bilmez Hızr’a yoldaş olmayan,
Ab-ı hayvan-ı bu zulmü görmeyenler sandı mâ. 

Vakt-i şâdî derdi gam ferdâyı hicran ma- medâ [63]

Evliya ve enbiyâda münderic bây-i gedâ

Hâk[64] bâd[65] ateş ile âb[66] cem olunca sırrıma

Bil ki seddeyn iki kaş İskender ortasındadır,
Cem’i cem-ül cem ile feth oldu ebvâb-ı Hüdâ.  

Mahzen-i esrara her vâr eyleyen bu Mısrî-i

İkilikten bulmadı âr eyleyen bu Mısrî-i

Azbi’yi  haktır deyü ikrâr eden bu Mısrî’yi

Kande bulur Hakk’ı inkâr eyleyen bu Mısrîyi,
Zâhir olmuşken yüzünde nûr-i Zât-ı Kibriyâ.

5

Peykânın[67] oldu âşina şekvâ[68] idim senden sana

Cahımıza [69]lutfun atâ kâmillere cevrin seza

Zâr etmede dil mübtela nâdan bula zevk-u safa

Ey çarh- ı dûn nettim sana hiç vermedin râhat bana,
Güldürmedin önden sona ah mihnetâ vah mihneta

İmkân irşad etmedin bir kande istinad eden

Âlemde hoş âd etmedin ben kemteri yâd etmedin

Ma’muru berbâd etmedin virânı âbad etmedin

Bendinden âzad etmedin,  feryâdıma dâd etmedin. 

Bir dem beni şâd etmedin ah veyletâ vah veyletâ.  

Doldu cihâna galgalem[70] hem andelibe hoş kelim [71]

Dil yâreli kemter kulum hem mâlik kemter pulum

Müşkül olmuştur ahvalim hiçbir bulur yoktur halim

Erişmedi dosta elim Rahmân’a varmadı yolum

Çıkmadı başa menzilim ah gurbetâ vah gurbetâ

Hem yemeyim hem içmeyeyim yârime nâgah[72] edeyim

Subh-u mesâ hiç durmayım dehre özüm mâh[73] edeyim

Hal edeyim müşkülümü virdimi Allah edeyim

Mecnûn veş âh edeyim Ferhâd veş vâh edeyim,
Bu virdi her-gâh edeyim ah hasretâ vah hasretâ.  

Yüz vermeyim ağyarıma yâr olayım ol yârime

El komayım pazarıma yâdım vâre dildârıma

Ayak basıp ben kârıma yâr olmadım ol yârime

Varmazsa yolum şeyhime,  sarmazsa merhem yâreme,
Olmazsa çâre derdime ah hayretâ vah hayretâ”.  

Sunsun bana tasıyla sem [74]içeyim ânı hâşa diyemem

Ey dilber kân-ı kerem senden olur her derde em[75]

Cevrin safâdır derd diyemem düzâh[76] gamımdan yanığım

Kârımdürur derdile gam gitmez başımdan hiç elem,

Gülden cüdâ bir bülbülüm ah firkatâ vah firkatâ.  

Aşk-ı sorup bilenlere satın olurmuş galgale[77]

Gel râzını[78] açma ele, evvel değilip sonra güle

Azbî-i Niyâzi kıl bülbül olursa sen güle

Yanar Niyâzî derd ile hiç kimse yok hâlin bile,
Nâlân olup girdi yola âh rıhletâ vâh rıhletâ


 

6

Gel evi akl-ı maada[79] geç maaş[80] gafletinden dâna[81]

Ne denlü arz-ı lütf etse sonunda cevr eder câna

Cihanda âkil ü dâna geçerken olma gel şeyda[82]

Uyan gafletten ey gâfil seni aldatmasın dünyâ,
Yakanı al elinden kim seni sonra kılar rüsvâ.  

Niçin ruhu rezil ettin gözettin bu teni sevdin

Hevâyı şehvete uydun seni kodun beni sevdin

Cihanda sevmedin bir yâr seni ve kâh meni [83] sevdin

Ne sandın sen bu gaddârı ki tâ böyle anı sevdin,
Anı her kim ki sevdiyse dinini eyledi yağmâ.  

Nedendir sende bu ucbu ve riya ey zahidi devran

Meseldür kendüye eyler kişi yahşi eğer isyan

Niçin isyan edip dersine uydurdu beni [84] şeytan

Adâvet kılma kimseyle sana nefsin yeter düşmân
Ki asla senden ayrılmaz ömür âhir olunca tâ. 

Kanî ol bizim evvelde ki kıldın Hakk’a ikrarı

Yüzün yere koyup ey dil kosun yeridir  inkârî

Nice fehm ettin ol yeri nice terk ettin ağyari

İşittin Hakk Rasûlünden nice âyât-u ahbârı,
Veli nîdem ki kâr etmez bu öğütler sana aslâ. 

Bu kibir ve kin ile her dem ola Mervânla[85] gönlün

İçinden merhamet gitmiş dolu tuğyanla gönlün

Kadem bas bizim rindâne dola irfânla gönlün

Bu zâhir gözünü örtüp bana tut cân ile gönlün
Ki her bir sözün içinde duyasın cevher-i manâ.

Fenâ ender fenâ içre fenâyiden ola gör kim

Bu dem gel mebde-i sırrı maaddan sen duya gör kim

Hadis-i men arafnâke rumûzundan dola gör kim

Kelâm-ı Mustafâ zevkin dimâğında bulagör kim
Muadil olmaz ol zevke hezâran “men ile selvâ.”   

Niçin yok yerlere Azbî kılarsın ehli zârî [86]

Niçindir ism-i âzamda çü bildin ism-i settarı[87]

Yerine şadlık gelsin çıkar gönlünden efkârı

Kemâl-i devlet istersen oku ayât-ı Kur’ânı
Ki her harfin içinde var Niyâzî bin dürr-i yektâ
  


 

7

“La tahâfû”[88] “irciî”[89] çün oldu mevlâdan nida

Zât-ı lâ yefnâsı [90]  yarin eyledi arzı lika [91]

Sana da fakr-i fenâ’dan görüne ayni gına

Hatm-i cem-il mürselinin fahrıdır fakr-u fenâ,
Hatm odur kim bir ola yanında hem şâh-ü gedâ.
  

Duymanın âdın o kim bilmez ânı Hakk aç eder

Kimine verir muradın ânı sâhibi tâc eder

Kimine verir fenâ’yı[92] bâkî’ den ihrâç eder

Devlet-i dünyâ seni bir rütbeye muhtac eder,
Devlet oldur sana her bir rütbeden vere gınâ.  

Ger veliyyullâh isen arz-ı kerâmet eyleme

Vuslat-ı yâr arzuyı zevk cennet eyleme

Özünü fark eyle besdir[93]gayra minnet eyleme

Kâb’e Kavseyni ev-ednâ da ikâmet eyleme,
Zât-ı baht nûruna yan,  bul makâm-ı müntehâ.  

Geç bu hırsı nefse uyma aç kanaat kapısın

Arif isen ruz u şeb [94]pek bekle mihnet kapısın

Kamil olmaksa muradın yıkma hizmet kapısın

İzzet istersen yürü var bekle zillet kapısın,
Ateş
-i a’dâ ile kayna olunca kimya.  

Gel müsemmâya erince inle esmâdan usul

Hem erenlerde bulunmaz çâr unsur[95] sağ ve sol

Zahir ve batında teslim olmadan yok doğru yol

Belki Mûsâ’yı telemmüz eylese etmez kabûl,
Hızr ile hem-râh olan kes eylemez çün-u çerâ

Azbî bu ten gülşeninde zeyn olan dağ üzre bağ

Geç bu ak ile karadan bir ola yakın ırağ

Yakdı abdal-ı ilâhî tekye-i ten’de çırağ

Mısrîye hatm-il makâmat oldu herşeyden ferâğ,
Zâhir u bâtında kalmadı ebed illâ Hüdâ.  


 

8

Hû deyü feryâd edersin mâsivâdan şöyle bil

Kim Kemal içre ayandır ru’yet[96] tâban[97] cemil [98]

Çün rıza içre habîbi buldu İsmail Halil

Dersin aklından alursun bil sana olmaz delil,
Dersini var Hakk’dan al kim ilmin ola reh-nümâ.  

Gâhîce Gülşen olur bu sûret zindânı bana

Gâh olur rûyi [99] rakibden görünür canan bana

Sıfatın gösterdi dehrin afet devran bana

Habs için geldi,  gelür ıtlâk için fermân bana,
Evvelki kahr,  âhiri ihsân eder Sultan bana.

Otuz iki harfde harfi çâr ile Kevser seçer

Üçyüz altmış babın her sırra binbir içer

On iki burcun rumûzun ayn ile gâf lâm seçer    

Erbâin’im çün tamâm oldu dahi on gün geçer,
Hatm olur menzil merâtib can olur canân bana.  

Padişah olmak cihâna mihnettir sâlikin

Özünü fark eylemek Hakk devletidir sâlikin

Menzili ukbâ ve fâni menzilidir sâlikin

(Kâb-e kavseyn-i ev-ednâ) zilletidir sâlikin  (üçyüz ellidir bilin)
Doğdu gün mağribden açtı zulmet-i Sübhân bana. 

Sığmadı Hakk akl u fikre ve zannu hisse ve meşrebe

Hem dahî sığmaz imâna olmaz kemal mezhebe  
Verdiler altın licam[100] çün sultan bindi merkebe

Geldi Hakk batıl firar etti dolaştı mağribe

Zâhir oldu gizli sırlar verdi Hakk bürhan bana.  

Nâz edersem bin niyâz eyler bana Cibril Emin

Hüccetidir a’yeti “İnnâ hedeynâ mürselin”

Olmaya benden kimesne râh-ı aşta kemterin [101]

Oldum İsmâil gibi teslim-i Hakk etti hemin,
İki bin yüz dahi yetmişbeşte bir kurban bana. 

Hoş gazâ-i Ekber sırrı şehâdettir bu koç

Hazret-i Cercis[102] dahi olsa rivayette bu koç

Yetmiş iki millete aynı emanettir bu koç

Anladım zebh -i azîme bir işârettir bu koç,
Hem beşârettir gele Yahyâ ile mihmân bana.  

Hirmen-i [103]âlemde her ne bulsa yermeziz zaman

Aç gözün gafil kulak tut dem bu demdir bu zaman

Zâhir ve batında Azbî Hakk sözümdür her zaman

Halkı âlem dediler İsâ’ya Mısrî bir zaman,
Dahî bundan özge mâ evhâ dedi Kur’an bana.

9

Aşk meyinden hayranım hayr ender hayran bana

Hem dermandır her derdim, hem derttir derman bana

Hem cevâhir kendiyim hem cevherdir kân bana

Bahr içinde katreyim bahr oldu hayrân bana,
Ferş içinde zerreyim arş oldu seyrân bana.
  

Eyledim ikrar bu dem gitti hep şerrin güman[104]

Lahmin lahmî [105] olup yâr ile kaldım ben heman

Olalı kevn-i mekan geçmedi asla zaman

Dost göründü çün ayân kalmadı bir şey nihân,
Tûfân olursa cihân bir katre tufân bana.  

Fikri rıza içreyim Hakk ederse meskenim

Ne ölüyüm ne diri kabri tene medfenim

Zahir u batın hemân görünkü ankâ benim

Sûrette nem var benim sîrettedir ma’denim,
Kopsa kıyâmet bugün gelmez perişân bana.  

Âbid ve hem fâsıkın lâ’sıyım illâ’sıyım

Anla elif dersini Harici’nin[106] la’ sıyım

Nokta-i bayım veli her noktanın basıyım

Kâf-ı dil Ankâsıyım sırrın âşinâsıyım,
Endişeler hâsıyım ad oldu insân bana.  

Harf-i otuz ikide harf-i biri bir bilen

Er olur erden bugün postunu pek bekleyen

Himmeti Mısrî ile Azbî edip eyleyen

Niyâzî’nin dilinden Yûnus durur söyleyen,
Herkese çü can gerek Yûnus durur cân bana.  


 

10

Essalâ hûbân[107] gönülden bâd-ı aşkâ essalâ

Essalâ her kim satarsa vâr-ı aşka essalâ

Essalâ herkim girerse kârı aşka essalâ

Essalâ her kim gelür bazâr-ı aşka essalâ,
Essalâ her kim yanarsa nâr-ı aşka essalâ.
  

Aşkla zillet onda hor iken mamur olup

Hayr ile şerden elin yuv cümle senden dûr olup

Dâhi kahrından habîbin ruz-u şep mesrur olup

Essalâ dâr-ı Enel-Hak’da bugün Mansûr olup,
Can u bâşından geçen berdâr-ı aşka essalâ.  

Dört huruftan bir bilir kâmil cevâbı gelüp

Kuşdilin â’lâ[108] bilir ol sırrı duyup sır söyleyüp

Bu tasavvuftan okursun dersini ezberleyüp

İbn-i Edhem gibi tâc ü tahtını terk eyleyüp,
Soyunup abdâl olan hünkâr-ı aşka essalâ.  

Zâhir u batın gedâlık ola ayni şah gibi

Ceset vücudu her gönül abdaldır siyah gibi

Bahr-i aşka ten sefine dil ona melah[109] gibi

Kendini odlara atan şol Halilu’llâh gibi,
Cân u dilden bülbül-i gülzâr-ı aşka essalâ. 

Evvel ve ahirde bir söz olmaya gerçek yalan

Her ne söz kim söylenir Hakk’tan nihan olmaz ayan

Azbi râhı aşka girdi varını yağma kılan

Varlığı dâğın delüp Şîrin iline yol eder,
Ey Niyâzî söyle ol mi’mâr-ı aşka essalâ.

11

Hem ebu’l vakit olmadan ibn-i vakit ol bî-nikab[110]

Geçe gör havf-ı recâdan[111] ver rızae lillaha tâb[112]

Arif-i billâh olan insana eyle intisab

İster isen ma’rifette olasın âli-cenâb,
Ehl-i irfan eşiğinde yüzünü eyle türâb.
 

Ziynet-i dünyaya mağlup olmasın akıl ve dilin

Menzilin âlide derken ola esfel menzilin

Mâl-i hulyanın[113] hesabı etmesin per-hâm bilin [114]  

Çok da verme kendini dünyâya bir dem çek elin,
Döndüremezsin beğim katî ağırdır bu dolâb. 

Çünkü hacet yok imiş iksir teshir etmeye

Oldu hem “nahnü kasemnâ”[115] kısmetidir etmeğe

Çün değilsin zerre-i tedbirle tağyir [116] etmeye

Bu harâbı niceler çalıştı ma’mur etmeğe,
Bir yanın ta’mir ederken bir yanı oldu harâb. 

Niceler pervâne meseli can verir şem’a[117] yanıp

Niceler mestâne oldu âb-ı vuslattan kanıp

Teşne[118]-kân[119] ehl-i tehâluk[120] ceset vücudun usanıp

Çok seğirtti gaflet ehli bu serâbı su sanıp,
Bulmadılar hiç biri bu sahrada bir katre âb. 

Padişah olmak dilersen muğni zillette ol

Meskeni vahdette eyle sureta kesrette ol

İki âlemde dilersen izzet ve devlette ol

Bir zaman yüz verme dünya ehline uzlette ol,
Akl u fikrin bir yere cem’et yüzüne çek nikâb. 

Kimseye gösterme vechin yâre kılma hoş-güman[121]

Kim yılanı nâkilandır [122]başı ki küfrü iman

Bir ola yanında hicri [123] derd-i gam ıssı ziyan

Göz kulak dil kapıların bağla muhkem bir zaman,
Ola kim Hakk-dan yana gönlünden ola feth-i bâb. 

Ahdin üzere bu dem sahib-kadem[124] dil ayık ol

Sohbet-i rahmana gel gir nutku Hakk’tan natık ol

Her ne işitse kulağın dinle Hakk’tan, sâdık ol

Ger ölümden kurtulam dersen yürü var âşık ol,
Döne döne aşk
 oduyle cism ü cânı kıl kebâb. 

Yedi dürlü meyle [125] doldura gele gülden kâseyi

Bezm-i [126] aşkta yâr sunarsa sana gülden kâseyi

Bir nefes dilden bırakma al gönülden kâseyi

Gir bu derd meyhânesine koma elden kâseyi,
Hiç yürek kanından özge âşığa yoktur şarâb. 

İki âlemde olup aşık dilâ[127] ağlayasın

Sende Hakk zahir duruken Hakk deyü bekleyesin

Fî-emânillâh[128] sadâsın bilmeyip tınlayasın[129]

Himmetin dâim bu olsun kim Hakk’ı anlayasın,
Hakk’ı bilmekten yeğ olmaz iki âlemde sevâb. 

Gel inat ehlinden olma zâhida yayını as

Cenneti irfâna gel gir olma hem ehli maas [130]

Hazretullahâ ancak kul olandır abd-i has

Ger azâb-ı âhiretten bulmak istersen halâs,
Arif ol ki cehl odundan kopısar cümle azâb. 

Azbi pirim Hazret-i Mısrî Efendi hoş haber

Böyle bulmuştur kelâm izzetullâh eser

Seni sana kasdeder bildirmeye Hakk’tan meğer

Bu Niyâzî kendinden demez bu sözü ey püser,
Hep anı söyler duyarsın gökten inen dört kitâb.

12

Sure-i seb’ul mesânî[131] çünkü oldu dört kitap

Kalmadı âlemde zahir ehl-i demde iztırab

Çün ziya verdi hakikat şemsi âlem buldu tâb

Aç gözün dildâra bak ref oldu yüzünden nikâb,
Zulmeti sürdü çıkardı ara yerden âfitâb.
 

Hakkı Hakk’tan Hakk bilip Hakk’ı seçegör

Hubbu fâniden geçip şehr-i bekaya göçegör

Olmadan bunda sıratı mâsivayı geçegör

Şol “sakâhüm Rabbühüm” hamrın lebinden içegör,
Katresin nûş eyleyen uşşâk ebed görmez azâb. 

Zevk-i cennet nehyi münker her sevabın aslıdır

Cehl-i zulmet içre düzâh[132] her azabın aslıdır

Akl-ı kâmil bu hayat içre hitabın aslıdır.

Otuz iki harfi bildin dört kitâbın aslıdır,
Safha-i vechinde yazılmış kamû bî-irtiyâb. 

Gel gönülden geç bırak zâhirde âlem cehlini

Feyz alan sırrı Hüdâ’dan arz eder mi fazlını

Mihneti dünya içinde hak bilen Hakk vaslını

Mekteb-i irfâna gir oku bu ilmin aslını

Gör ki nice derc oluptur bu ilimde dört kitap. 

Şâdîlikden pâkî yok ol yar içre olma melul

Eğlemek istersen ey dil ilm-i hikmetten usul

Mekteb-i irfana gel gir eyle bu pendim kabul

Her ne okursan çün otuzikiden taşra değil,

Yüzünün metnini şerh eder okuyan fasl-ü bâb. 

Kendini ednâ[133] bilen kes eylemez arz-ı neseb

Duy hakikatten bu pendi [134] eyle insandan edep

Cân-u dilden sırrı Hakk’ı Lâyezalî[135] kıl talep

Her ne söz kim söylenür âlemde Türki yâ Arab,

Tut kulağın kim sanadır cümle dillerden hitâb. 

Şâdîlik[136] vaktinde Azbî gelecek efkâra bak

Ten gözüyle âlemi ruhu gözet Hünkâra bak

Yum gözün inkâra bakma aç gözün ikrara bak

Her ne kim görür gözün ondan cemâl-i yâre bak,

Çünkü gitti ey Niyâzî kalmadı asla hicâb. 

13

Hayli talep kıldım menzilgehim[137] savm-u salât[138]

Oldu karargâhım hemin âlemde hoş hac ve zekât

Gördüm yüzüm bunda âyan mir’âtım[139] oldu kâinât

Oldum çü mahv-ı mahz-ı zât, buldum vücûdumdan necât
Ben içmişem âb-ı hayât,  irmez bana hergiz memât.
 

Çıktı gönülden cümle mal u menal[140] bâkî fena

Benden bana oldu sefer geldi Habib[141] benden yana

Dostu ayan gördüm dedim Elhamdülillâh dâima

Ben dost yolunda vârımı terkeyledim önden sona,
Küfr ile îmândan geçüp a’yânda bulmuşâm sebât. 

Geldim ise gittim ise âdemdenim bilmem halel[142]

Hakk’a bedel oldu kamu[143] bende olan tul-u emel[144]

Hakk’dan doludur her yanım benden bana gelmez zelel[145]

Her kande baksam görünür gözlerime sırr-ı ezel,
Her şey ulaşup Hakk’ına çıktı aradan kâinât. 

Kahr u safadan geçmişim dost ile ülfet bulalı

Kesrette[146] vahdet[147] eyledim vahdette kesret bulalı

Can tahtına geçtim bugün sırda muhabbet bulalı

Dost ile ben dost olalı zevk ile işret bulalı,
Zayf-i mükerremdir bu can hep yediğim kand-i nebât. 

Tas tas zehirler yut rahat bulunca mihneti

Çektim hezar[148] derd ü bela devlet[149] duyunca zilleti

Yar ile buldum sohbeti her yerde kıldım ışreti [150]

Halvette ettim rıhleti,  kesrette buldum vahdeti,
Bâzarda düzdüm halveti rûz-u şebim îyd ü berât. 

Aşktan haber alan kişi kevserden eyler çün vuzu[151]

Savm u salât hac ve zekât Tevhidi ona tuttur diru[152]

Tarzem[153] ona gedalardan geda aslım ululardan ulu

Gördüm bu âlemler kamû benim vücûdumla dolu,
Bir olmuş uçmağ ve tamû cümle bana olmuş sıfât. 

Elhamdülillah sâdhezar [154]Hüdâ’yi hûb[155] bilir

Gelen gider giden gelir olan olur kalan kalır

İkrar-ı iman ahd-i iman yahşi yaman Hakk’tan gelir

Her ne yana kim eğilem ol yane her şey eğilür,
Olmuş Niyâzî hep senin sâyelerin sitt-i cihât

14

Onsekiz bin âlem içre devr eder zât sıfat

Onsekizbin kâinâtın şerhin eyler beyyinât

Gizlidir bir nokta içre onsekizbin kâinat

Sırr-ı Hakk’ı nicesi fâş eyleyem ben, ey sikât, 

Kânı ancak remz ile etmiş beyân ehl-i nikât.  

Şah olan elbet beyandır kim gedâsın arturur

Cevrine razı olana dost vefasın arturur

Kişinin ahsen[156] iddiası aşinâsın arturur

Her ne denlü âşikâr etsem hafâsın artturur,
Ol ayân iken anı örter delâil beyyinât. 

Âlemi şems-i hakikât kaplamıştır ser be ser[157]

Hey ne âdemdir ki âdem eyleye özden haber

Arzuyı vasl dilber eyleyen müşrik meğer

Anı tevhid eylemez illâ ki şirk ehli eder,
Vahdet-i Hakk’ı duyanın dili lâldir aklı mât. 

Bais zevk u selâmet muayyende efkâr durur

“Leyse fi’ddâr”[158]dır “velâ gayri”[159] beyan deyyar[160] durur

Cümle eşcarı[161] nebata fer[162] veren gülzar durur

Her ne kim fevkal-ulâ taht-es-serâda var durur,
Zât-ı vâhiddir veli göründü nice bin sıfat. 

Masiva kaydından âli cehl nefret yok durur

Terki dünya devletinden özüne devlet yok durur

Hakk’tan ayrı zahir ve batında suret yok durur

Zâtı birdir lîk evsâfına gâyet yok durur,
Gör bu fânusu ki onun şem’i oldu nûr-i zât. 

Azbiyâ sıdkı rızadır hem imânın şulesi[163]

Hem dahi Musa yüzüdür “len terâni”[164] şulesi

Nuru Pak Mustafa’dır her zamanın şulesi

Ey Niyâzî Âdem oldu çün cihânın şu’lesi,
Bahş olur Âdem deminden âleme rûh-ul hayât. 


 

15

 Zerre iken şemsi cihan hünkârıdır varidât

Olmuş heva gerçek yalan ikrar eder varidat

Her ne olur pinhan[165] ayan âsârıdır varidat

Can kuşun her zamân ezkârıdır vâridât,
Akl u hayâlin hemân efkârıdır vâridât.
 

Muammar [166] üstaz[167] ezel mamur eder berbadını[168]

Yokta yok imiş yok deyü mahveylemiş icadını

Dört yanın hep kıtlık olur hor görürsün üstadını

İşidicek Hakk adını duydu cânım hub dadını,
Bildim kamu âriflerin esrârıdır vâridât. 

Havfi recâdan geç gönül hayr eylemez ehli hazer [169]

Vuslat ona olur helal ol dilde kem yoktur keder

Ehl-i ticaret kendidir yolcu gibi yola gider

Sıdk ile gönlüm sever görmeğe hem cânım iver,
Onun içün kim Hakk’ın envârıdır vâridât. 

Elif gibi doğru olanın düşmanı hiç olmaz onun

Çok kıldı âh u inin hem yanında kalmaz

Talip Hakk olmasa dil hiçbir işi olmaz onun

Ol dürr-i yekdânenin kadri bilinmez onun,
Bu dil-i vîrânenin mi’mârıdır vâridât. 

Muradımı bulmak için gezmiş idim çün derbeder

Ben yetmiş iki milletin hem üstüne kıldım sefer

Binbir esma binbir huy göründü meğer

Gerçi kütüp çok yazar ilm-i ledünden haber,
Cümlesi bir bahçedir gülzârıdır vâridât. 

Ârife düzah gamı cennet olurmuş kamu

Cahile cennet olur cehlile cümle tamu[170]

Kalbin pak eyleyip paklaki eyle şuru[171]

İlm-i Füsûs’la tamu odları söyünür kamu

Onun yerinde biten ezhârıdır vâridât

Yar gelir yâr ile rûyi zemin

Sırrımı bilmek için sırrıma Hakk’tır emin

Çünkü benim serseri[172] Azbî fakir kemterin[173]

Muhyiddin ü Bedreddin ettiler ihyâ-yi din,
Deryâ Niyâzî Füsûs enhârıdır vâridât.

16

Hakikat âlemin idrak edüp arzuyu Tevhid et

Müdâm ezberin Hû et heman gel hu’yı tevhid et

Gece gündüz medid[174] durma tavaf kuy-i[175] tevhid et

Yakup aşk oduna cânı meşâmın bûy-i tevhid et,
Kamûya yek nazar birle şuhûdun rûy-i tevhid et.
 

Yine bugün gelür bir gün geceni mâmezâ [176] sanma

Gedâ meşreb olan şâh eder ânı canım geda sanma

Gel anla mebdei[177] sırrı maadı[178] sen heva sanma

Şu mâhiler gibi kendini deryâdan cüdâ sanma,
İhâta eylemiş her yana bak sûy-ı tevhid et. 

Değiş ismin dahi cismin vürud [179] et arş-ı tahkik

Vücudundan geçir cismin vücud et arş-ı tahkik

Kamudan yüzünü döndür sücud et arş-ı tahkik

Salınma câh-ı taklide suûd et arş-ı tahkîka,
Sana senden sefer eyle seni sen dû-yi tevhid et. 

Nasip olmuş ezelden çün[180] sana cünbüş[181] ayin

Hakikat köyüne mâh [182] ol mekânanın olmaya pervin[183]

Bekâdan fâniye şah ol görün âlemlere miskin

İzâfâtı bırak gözden açılsın dîde-i Hak-bîn,
Temâşâ-yı cemâl-i şâhid-i dil-cûy-i tevhid et. 

Bu dersi nâzin[184] zibâ[185] gelipdir hâtıra hergâh[186]

Bana bu şeş cihat[187] ile çâr unsur[188] oldu kıblegâh[189]

Çün Azbî hazır u nazır ola bir yerde bir Allah

Salât-ı ehl-i kurbun kıblesidir “Semme vech-ullâh”[190]
Niyâzî durma dâim secde-i ebruy-i tevhid et. 


 

17

Kamu derdin devâsıdır şerîat

Tarîki dost devasıdır şerîat

Fenânın hem bekâsıdır şeriat

Serây-i din esâsıdır şerîat
Tarîk-i Hak hedâsıdır ş
erîat

Kul eylerim gedâyı şahı Hakk’a

İletir kullarını hergâh Hakk’a

Yakîn eyler dil gümrâhi[191] Hakk’a

Budur evvel kapu dergâh-ı Hakk’a
Ki yolun ibtidâsıdır şerîat

Bununla geçilir bir yüce eller

Bununla aşılır bir yüce yollar

Bununla pür[192] ziyadır paslı diller

Dahi bununla hatm olur bu yollar
Bu râhın intihâsıdır şerîat

Aziz olsun azize izzet eden

Müdâmı [193]kesret içre vahdet eden

Fakiri lutfa layık devlet eden

Sırat-ı müstakîm’e davet eden
Münâdîler nidâsıdır şerîat. 

Bizi çalmış [194] mehakke [195] merviyetidir[196]

Hüda’nın nehyi münkeri hikmetidir

Günahkâran[197] sezâyı[198] cennetidir

Şeriat enbiyânın sünnetidir,
Kamûnun ihtidâsıdır şerîat. 

Gânîdir ismi her muhtaç içinde

Yazılmış noktası sirâc[199] içinde

Iyandır [200] Hakk yüzü emvâc içinde

Hüdâ’nın leyle-i Mi’râc içinde,
Habîbine atâsıdır şerîat. 

Elinde zü’l-fekârı hak Ali’nin

Yezidin katlidir kârı velinin

Atâsı bu kerim zü’l celilin

Yirmi üç yıla dek Cebrâîlin
Ona vahy-i Hüdâ’sıdır şerîat. 

Çü efâli nebi’dir lutfu hilmin

Hıtâb-ı erini dinle kelîmin

Selâmet ol oku ismin selîmin

Cihânda çoktur envâ-i ulûmun

Kamûsunun hümasıdır şerîat

Bu erkânı mükemmel gütmek[201] için

Büyüklük varlığına yetmek için

Sırat-ı müstakime gitmek için

Bu nefs-i kâfiri katletmek için
Hakk’ın hükm-i kazâsıdır şerîat. 

Gülistan içre müştak ona güller

Bu remzi anlamaz illâ ki iller

Maarif kapısın hal ehli bekler

Cihâd-ı ekber eden ehl-i diller,
Kulûbunun safâsıdır şerîat. 

Hakikat serveri [202]sultan olunca

Bulunur ona bende bend olunca

Maariften olur hisse duyunca

Tarîkat kârbânının önünce,
Önünde onun livâsıdır şerîat. 

Mecâzi aşkla mecnun u şeyda[203]

Müsemma[204] oldu ona ismi Leyla

Metânetlik[205] içre saklı mevlâ
Şerîattan velî yâd olmaz asla,
Velînin âşinâsıdır şerîat. 

Hakikatten urur dem cümle zerrât[206]

Sakın ilerisini lücâc[207] zen mât

Nice yüz gördü iş bu künhü[208] merrâtı[209]

Şerîatle durur arz u semâvat
Bu bünyânın binâsıdır şerîat. 

Uyup nefse dinini etme berbad[210]

Pişman olma sonra etme feryad

“Etîullah”[211] remzin anla ol şad

Ne bilsün şer’i pâki ehl-i ilhad
Hakîkat nûr ziyâsıdır şerîat. 

Safayı cevri bir sebak [212] bil

Eden bir, eyleyen bir, işi çok bil

Gözün ne görürse onu Hakk bil

Ziyâ olmaz ise nûru da yok bil
Hakîkatla kıyasıdır şerîat. 

Muhammed olmasa olmazdı dünya

Muhammed olmasa olmazdı ukba

Ona gel bende ol kıl emrin icra

Cihâna bir velî hiç gelmez illâ,
Elinde onun âsâsıdır şerîat. 

İtaat eyledi Hakk’tan her emre

Bitirdi ademe tâş taze meyve

Oluptur zahir ve batında cennet

Dahî başında tâcı, şâl-u kisve
Hem eğninde abâsıdır şerîat. 

Budur kavli Ali’nin Kümmelinin

“Nefahtü fîhi min ruhi”[213] delilin

Budur pendi Hüdâ şîrî [214] Ali’nin

Hakîkat cânıdır ancak velînin,
Canından mâadasıdır şerîat. 

Bu macun mürettep[215] olmaz iz’ân[216]

Sıfat-ı âdem var rûhu hayvan

Anâsır şeş cihetle etse tuğyan

Karâr etmez beden olmayıcak can
Hakîkatın bekâsıdır şerîat. 

Bu râzı[217] fehm eden ankâ gibidir

Tarikat kâmil halva[218] gibidir

Maarif kenzi la-yefnâ [219] gidir.

Hakîkat dilber-i ra’nâ gibidir
Onun zerrîn libâsıdır şerîat. 

Çün âlem gizlidir âlemler içre

Ki hoş sohbet nihandır bir dem içre

Demiyle âlem ile âdem içre

Sakın soyma anı na-mahrem içre
Yüzün suyu hayâsıdır şerîat. 

Sana nazır çü mevlâdır muhakkik

Görünen çünkü eşyadır muhakkik

Ki cazib ruy-i mevlâdır muhakkik

Hakîkat arş-ı âlâdır muhakkak
O arşın üstüvâsıdır şerîat. 

Bu eşârî okuyup hem yazanın

Fakiri kemteri her mübtelânın

Bu ben Azbî fakiri bi-nevânın[220]

Cem-i Enbiyâ vü Evliyânın
Niyâzî rehnümâsıdır şerîat.


 

18

Bülbül olup gülzar çağırıram dost dost

Tâ tapmışım yâre çağırıram dost dost

Tanrı muradım vere çağırıram dost dost

Bakup cemâl-i yâre çağırıram dost dost,
Dil oldu pâre pâre çağırıram dost dost.
 

Yâr ile yâr gelmişim yârimi yar bulmuşum

Ağlamışım gülmüşüm gönlümü hub[221] bulmuşum

Bahri gama dalmışım dürr-i yetim[222] olmuşum

Aşkın ile dolmuşam zühdümü yanılmışam,
Mest-i müdâm olmuşam çağırıram dost dost. 

Cismimi hem cân ede cânımı cânan ede

Aklımı hayran ede sabrımı kurban ede

Her ne kim ferman ede derdime derman ede

Mescid ü meyhânede hânede virânede,
Kâ’be’de puthanade çağırıram dost dost. 

Sîne sîne[223] yaksa dağ olsa şerâba yasağ[224]

Bu sözümü sanma lag [225]âşıka gamı ferağ[226]

Yakmasa yanmaz çerağ[227] bir bana yakın ırağ

Sular gibi çağ-u çağ dolaşırım dağ u dağ,
Hayran bana sayr-u sağ çağırıram dost dost. 

Çağırıram Ya-Nasip! Derdime yârim tabib

Olmuşam aynî[228] habîb, yâre olalı rakîb[229]

Aşk ile hayran olup bana sırdır garib

Geldim cihâna garib,  oldum güle andelib,
Her dem ciğerim delib çağırıram dost dost. 

Çağırıram Ya Mücib! Genc-i Hüdâ’yı[230] açıp

Şehr-i sivâdan[231] kaçıp akı karadan seçip

Aşkın şarabın içip Hakk ile Hakk’a kaçıp

Dünya gamından geçüp yokluğa kanat açup,
Aşk
 ile dâim uçup çağırıram dost dost.. 

Dersen Hüdâ kandedir[232] ikilik kandedir

Kahr ile külhandadır, zevkle gülşendedir

Canla ten zindedir, meskeni miskindedir.

Aradığım candadır canda ve hem tendedir,
Bilür iken bendedir çağırıram dost dost. 

Cânıma cân dilberim dostumu dost severim

Dilde budur ezberim ki ona sahn-ı[233] perverim[234]

Gah güler gah ağlarım bahr ve yerim dağlarım

Gökler gibi dönerem gün gibi dolanırım,
Devr ile eğlenirem çağırıram dost dost. 

Azbî Mısrî kolundan ayrılmaz yolundan

Kemteriyim kulundan kemteriyim kelbinden

Solundanım sağından sağındanım solundanım

Geldim o dost ilinden koka koka gülünden,
Niyâzî’nin dilinden çağırıram dost dost.

19

Kakül müşkînin eyler buy’i reyhâniyle bahs

Gamze-i huner yerin eyler tığ-ı[235] berrâniyle[236] bahs

Bu sözüm doğru haberdir kalma sultaniyle bahs

Bağrım pür-hûn eder şol çeşm-i mestâniyle bahs,[237]
Dağıtır aklımı şol zülf-i perişân ile bahs.
 

Hamdülillâh ki döğüştüm aşka cümle arzımı

Eyledim kuy-u[238] Habibe  can ve dilden azmimi

Bir yana  atmada geldim mal ve mülkü izzimi

Leblerin feyzine mu’tad eyledin çün ağzımı,
Dilemez kim eyleye şol âb-ı hayvân ile bahs. 

Kulunum kurbanım tek ey meh-i envâr senin

Ruz u şeb kıldım gönülde ismini ezber senin

Sineme dağlar yığındım aşkına birbir senin

Dürr-ü yâkut-ı dehânın seveli dilber senin,
Gelmez oldu dile hergiz la’l-ü mercân ile bahs. 

Kimsede bulmadı asla sende bu dil bulduğun

İstemez aşıklar içre isminin anladığın

Bana mı oldu cihanda sana yârin kıldığın

Cümle fitne kaşın ile kirpiğinden olduğun,
Bilen eder mi cihandan nefs ü şeytân ile bahs. 

 

Kıble-i hakk’al yakini ehli sacid[239] anlasa

Sırrı tevhidin rumuzun ehl-i tevhid anlasa

Ona her gün ıyd[240] olurdu zevki abid[241] anlasa

Şol ruhunla hattının sırrını zâhid anlasa,
Kürsî üzre eylemezdi küfr ü îmân ile bahs. 

Ayn-i hicranı safâdır başka küfrü imanı

Masivadan hayr ile şer eylesin ıssı ziyanı

Vech-i zatındır kıyamet hem veray kün[242] fe kan[243]

Pertev-i nûr-i cemâlin aksidir şems-i cihân,
Ne münâsib ide ol nûr mâh-ı tâbân ile bahs. 

Adem olan adem erdi dem’le adem sırrına

Her safâdır çün bedel alemde matem sırrına

Azbî ancak ermek ister bud [244] alem sırrına

Zerre iken sen Niyâzî Rûh-i âzam nûruna,
Haddini bil kılma ol şems-i dırahşân ile bahs.

20

Fehm[245] edip tahkik ilmin şanı bulmazsa ne güç

Talip dürrü yetimin kânı[246] bulmazsa ne güç

Vay ona dertli olup dermanı bulmazsa ne güç

Can bu ilden göçmedin cânânı bulmazsa ne güç
Yârini terk etmedin yârânı bulmazsa ne güç

Kıl u kâl zevk sanur hicran olursa kişinin

Sırrı gaybiye dilberin mihman olursa kişinin

Her nefesde hem demi Lokman olursa kişinin

Sûreti insan içi hayvan olursa kişinin,
Taşlar ile döğünüp insânı bulmazsa ne güç. 

Doğruluk ile elif veş[247] sırda seyran gizlidir

İstikâmet kıl elifte onunda irfan gizlidir

Mana-i harf elifte mağz-ı [248] kur’an gizlidir

Âdemin gönlü evinde bahr-ı ummân gizlidir,
Daimâ susuz gezüp ummânı bulmazsa ne güç. 

Gel bu dersimden sebak ol arif isen hem ulu

Cümleden el çek uzun tut kibri kendinden ol ârî[249]

Arif olan dârı Hakk’ta ruz u şeb[250] mihmân[251] olur

Şol fakîr olup gezenlerde hazine dopdolu,

Say’edip ol kenz-i bî-pâyânı bulmazsa ne güç. 

Her nefesde hacc-ı Ekber eyleyen kurban eyler

Kısmetin Hakk’tan olan ruhu İsâ’yi devran olur

Arif olan dârı Hakk’ta ruz u şeb mihman olur

Fakr-i fahrî devletine erişen Sultân olur,
Fakr-i tâmme erişip Sultânı bulmazsa ne güç. 

Çâr kitab-ı fehm[252] eden can sırrı ferdinden olur

Bülbüle sanma terahhum [253] dertli verdinden[254] olur

Sabreden kahr-ı cefâya şah-ı merdan olur

Herkesin derdine dermânı yine derdindedir,
Derdinin içindeki dermânı bulmazsa ne güç. 

Masivadan pak olan dil bâkî kalmaz fânidir

“Küllü şeyin yerciu”dur Hakk Hakk’ın mihmanıdır

Iyd-u Ekber oldu Azbî durma dost seyranıdır

Bunda gelmekten murat çün kim Hakk’ın irfânıdır,
Ey Niyâzi kişi ol irfânı bulmazsa ne güç. 


 

21

Ey! deyin kimdir ki derde çünkü olmaz ilaç

Gel özün bir şaha kul et umma bin derde mizac

Barekallah hup cemâlin oldu manend[255] sirac[256]

Hep güzeller arasında buldu hüsnün çün revâc,
Cem olup uşşak bir bir sana eyler ihtiyâc.
 

Sâlik esrâra birdir dostum küfr u iman

Hayr ve şerden fark eden mevlayı eyler neyin güman[257]

Her sözüm aşk ehline ayni hayat cavidan[258]

Hüsn içinde bu ne şehliktir ki şâhân-ı cihân,
Can verirler yoluna ya kande kaldı taht ü tâc. 

Tekye-i[259] fakri fenâda her sıfattan soyunup

Zahir u batın olur pak âbı aşkıyla yunup

Mehri[260] ruyun ehli aşka kâh doğup kâh dolanıp

Nice zahmetler çeküp üftâdeler vaslın umup,
Akibet dermân yerine derdini kıldını ilâç.  

Ger özün kurban edersen mürşidi hazıklara[261]

Akibet mestânelikle[262] erilir ayıklara

Lutfu ihsanın sezadır sevdiğim sadıklara

Ni’met-i vaslın atâ kılsan n’ola âşıklara,
Hân-ı fazlından ne gider doysalar ger cümle âç. 

Akibet bir gün erenler kanalar bu hizmete

Çekilir özün ileri ve dûş [263] olursa himmete

Ger özün mu’tad [264] ederse Azbî zevku farka

Ey Niyâzî eremezsin ölmeyince vuslata,
Adet oldur Yâr ilinde cân alurlar hüsne bâc.

22

Geçe gör  kibri riyadan bul ferah

Hem taharet [265] tevhidin olsun silah

Daima kârın ola savm u salah[266]

İster isen olasın ehl-i felâh,
Kulluk eyle bi’l gadatü ve-r’revâh.
 

Hakk evine kibirle dolmak neden

Kendini teşviş[267] işe salmak neden

Daima giryan [268] ve zâr[269] olmak neden

Dünya ile bağlanıp kalmak neden,
İstemez misin ki bulasın necâh.. 

Kârın olsun “Essalâtü ve’s-selâm”[270]

Gel meded, olma gönül ehl-i zalam[271]

Ettiğin izhâr olur ruz[272] kıyam[273]

Nefs-ü şeytandan emin olma müdâm,
Âdetin olsun gece gündüz salâh. 

Nur ile ey dil için envar gerek

Ayine-i[274] ruhun için sana dilber gerek

Dilde ismin dilberin ezber gerek

Yola gidersen sana rehber gerek,
Hem yanında düşmana lâzım silâh. 

Ruz u şeb tevhid zât-ı ile gel

Hem sıfatından sebaklar [275]söyle gel

Hem tecelliden teselli etse gel

Zikirle tevhide ererse gönül,
Ma’rifetle bula sadrın inşirâh. 

Hakkı Hakk’tan göster aşk cezbesi

Onsekiz bin âlem oldu lem’ası[276]

Hakk olur Hakk’ın yine bir zerresi

Açılup gönlü gözünün perdesi,
Hayretinde eyleyesin çok siyah. 

Kapısında bendedir şah, habeş[277]

Hâkiyaya[278] ola arş ve tâb[279]-ferş[280]

Gözüne zerre görüne misli[281] arş

Göresin doğmaz dolanmaz bir güneş,
Gicesi yok dâimâ olmuş sabah. 

Mâri[282] nefsim havl-i[283] arşı kuçmağa [284]

Cennet-i irfana gevher saçmağa

Cennetin Azbî kapısın açmağa

Ey Niyâzî dost iline uçmağa,
Her kelâmın oldu nûrdan bir cenâh.


 

23

Özünü nefsinden eyle gel ırah[285]

Olasın iki cihanda yüz ferah

Kim ola yarin Hakk’tan salah[286]

Ey karındaş bir sözüm var tut sımâh,[287]
Zikre meşgul ol sakın olma irâh.
 

Bir haberden nakşolur[288] yüzbin haber

Zâhirinden bâtınından her keder

Def olur elbette elbet hep gider

Kim ki zikre gice gündüz sa’y eder,
Nûr-i gönlünde ediser irtisâh. 

Müşkülü mümkün murada ere ol

Hakk cemâlin kande baksa göre ol

Aşk yolunda cümle varın vere ol

Şol gönülde kim devama ire ol,
Ermez onun sîretine infisâh. 

İptidası[289] vuslatın zillet olur

Evveli zillet sonu rahmet olur

Mihneti ahir[290] ona vuslat olur

Âşka düşüp râhat-ı mihnet olur,
Derd-i yâr ile eder dâim surâh. 

Azbî sen varsın ezelden yâr ile

Bulmadı kimse gınâyı[291] var eyle

Havb [292] geçersin iniler iken zâr ile

Ey Niyâzî âkibet ol yâr ile
Vahdet eder darlık olur insilâh.


 

24

Zahidin savmı hevası kıldı Hakk’tan anı yâd

Gel sözü ariften anla arif ol kalma inad

Her zaman aşık yüzünden feth olur müşkül murad

Müşkülüm var size ey Hakk dostları, eylen reşâd,
Kim cevâbın vere olsun Hakk katında ber-murat.
 

Zahidin destinde[293] sanma hücceti burhanı yok

Gönlü miskindir onun gerçi veli mihmanı yok

Ol ne âlemdir ki onun talep seyranı yok

Ol ne kesrettir ki onun haddi yok pâyânı yok,
Kesret içinde ne vahdettir ki ona yok idâd. 

Biri ayık biri sermest biri sekran üç bölük

“Yevme tübla”da[294] göründü ehli iman üç bölük

Ne sebepten oldu eyâ[295] ruh-i insan üç bölük

Çoktur envâı bu halkın biri insân üç bölük,
Biri ehl-i hayme,  birisi kurâ,  biri bilâd. 

Ârife bu sırrı emânet çün olunmuş ey hoca

Hakkı özünü Hakk’tır salât-ı Hakk görünmüş ey hoca

Bu rivayet âşıka Hakk’tan sunulmuş ey hoca

Üç bölükten üç bölük dâhi bölünmüş ey hoca,
Biri kâfir,  biri mü’min biri ehl-i inkıyâd. 

“El imânu hubb’ul-vatan”[296] dır gel remzi anla gel

Gel maarif kapısında meskenet[297] kıl bekle gel

İş bu nakli gûş[298] edip a’lâ mesâil anla gel

Kangısı Hakk’dan irağ olmuş bunların söyle gel,
Kangısı kâdir ki Hakk emrine eyleye inâd. 

Hakk hakikatte şeriat bu yokuş düzler nedir?

Zahidâ cananı bu can her nefes özler nedir ?

İşitir kulak ağız söyler gören gözler nedir?

Hakk’ın iken her tasarruf bu abes sözler nedir?
Nefs ü şeytân dediğin kimlerdir eylerler fesâd. 

Emr u nehyi münker üzere bendelik kalmak nedir?

Çâr unsur[299] şeş cihatla[300] hoş-safâ bulmak nedir?

Ona rahminden beyandır yok iken doğmak nedir?

Dünyâ vü ukbâ dahi hem haşr ü neşr olmak nedir?
Bunları bildir bana hem ne dürur mebde meâd. 

Zahir u batın ne dersem kendi ahvâlim denir.

Gerçi Hakk adildir illâ zalime zalim denir

Herkesin efâline Mevla veli âlem denir.

Ahirette cennet i nirân ü berzâh kim denir?
Bunların aslı nedendir olısar yevm’üt-tenâd. 

Kamilin başı belâlı câhilin fazlı nedir?

Kâmilin ikrârı haktır câhilin cehli nedir?

İşbu halkın her biri bir bend ile bağlı nedir?

Kahr-ü lûtfun illeti bir demenin aslı nedir,
Bu ikinin vahdeti midir acep râh-ı sedâd. 

Ehli aşkın maksadı dost sevmede vuslatımdır

Vuslatın aslı niçin yok oldu bu hikmetimdir.

Ehli dünyanın rumuzu devlet zilletimdir.

Yani râhat ayn-ı mihnet,  mihneti râhat mıdır,
Cümleden râzı mıdır Hakk ber târik-i ıttırâd. 

Arife vechi[301] Hüdâ her yerde zahir görünür.

Yek nefesde ol güzel elvan libaslar bürünür.

Yâri talibler bulunca bulmayanlar yerinür.

Hakk Teâlâ’dan yakın insâna bir şey yok denür,
Lik bildir kim dürur Allâh ya kimdir ibâd. 

Geç hevâdan dinle pendim içegel aşk câmını

Hem “etîullah” [302] remzin anlayup tut emrini

Gel uyandır arif isen çeşmi canın fehmini

“Men aref” le “mâ remeyt-e iz remeyte” remzini,
Fark ede gör mümkün ise ber-sebîl-i infirâd. 

Hakk Habîbin fikridir çünkü devâ her derde bu

Hamdülillâh oldu zikrim “Ya Habib” her yerde bu

Azbî’nin Mısrı vücudu Mısrıya her yerde bu

Müşkülü çoktur Niyâzî’nin veli biri de bu,
Zâhid anlasa Hakk’ı zühdü neden olur kesâd.

25

Dil u cân sırrını bekler Muhammed

Cemâlin görmek isterler Muhammed

Nidâyı men aref eyler Muhammed

Yine dil na’atını söyler Muhammed,
Dil ü can mülkünü toylar Muhammed.
 

Bana genci [303] musalla[304] olsa mesken

Görür çeşmim haccımı ayn-i mesken

Fedâ kılsam yolu ki can ve hem ten

Ne kâdirim seni meth etmeye ben,
Kemâhi methi Hakk söyler Muhammed

Her emri kün fe kânsın[305] cümle mahlûk

Kamuya bahşu cansın cümle mahlûk

Atayı din ve iman cümle mahlûk

Sen ol sultân-ı kevneynsin ki mahlûk
Senin medhinde âcizler Muhammed. 

Neler çektin hakikatsın bu ilde

Bulunca ehli sıdkı iş bu ilde

Hüdanın fiilidir fiilin kerimide

Giyip hil’at-ı “levlâk”ı giyip
Düşüptür sâye serviler Muhammed,

Fenâ âb-ı hayat oldu sözünden

Bekâ zevki bulundu Hakk izinden

Seçilmez Hakk özü Hakk’tır özünden

Alır şems-ü kamer nûru yüzünden,
Saçın “vel-leyl”-i yeldalar Muhammed. 

Cemâlin kıbledârı ruh-efza[306]

Çü bildim kâmetindir iş bu topî[307]

Gözündür sırrı “Sübhânellezi esrâ”[308]

Kaşındır “Kâb-e kavseyn-i ev-ednâ”,
Dürründen açılır güller Muhammed. 

Kapında kemterin şah yeminidir[309]

Senin derdin hezâran derde ümittir

Ayağın toprağı misk-i Hint’dir

Leb-i la’l-i dehânın ma’denidir,
Lisânın vahyi Hakk söyler Muhammed. 

Temâşâ eyledin vahyi Hüdâyı

Özünden eyleyen Hakk’tan nidayı

Gülam[310] kemter ettin enbiyayı

Şu vaktin kim çıkıp gezdin semâyı,
Seni iclâle geldiler Muhammed. 

Senin için zar ederdi bu dil anda

Senin kadrini ezel bildim ben anda

Nebiler oldular sana kul anda

Seni şâhı âlem kılıp ol anda,

Kamûsu ümmet oldular Muhammed. 

Eğer sen cürmünü[311] Azbî bilirsen

İnayetler[312] hidâyetler bulursun

Adâlet bize nazır olursa

Ne noksan ire câhına kılursan,
Niyâzî’ye şefâatler Muhammed.

26

 Ben sanırdım yârim ağyar olmuşum Yâ Rab Meded

Dil harap mest mest-i efkâr olmuşum Yâ Rab meded

Bir gül iken külli[313] pür-hâr[314] olmuşum Yâ Rab meded

Zûlmet-i hicrinle bîdâr olmuşum Yâ Rab meded,
İntizâr-ı subh-ı didâr olmuşum Yâ Rab meded.
 

Nâzeninim küllî varımdan geçip giydim aba[315]

Ve âlihi hayranın oldum derd mendim müptela

Akl u fikri sabrımı yağmaya verdim dilberâ[316]

Gülşen-i vaslın nesîmin irgürüp bâd-ı sabâ,
Andelîb-i bâğ-ı gülzâr olmuşum Yâ Rab meded. 

Hâkk olur Hâkk’tan temaşa âşık dâna[317] garib

Özünü fark eylemeyenler çağırır Mevla garib

Kimseler kuy’unda[318] dostum olmasın sevdâ garib

Kalmışam zindân-ı cism içre bugün tenhâ garib,
Bu kafeste rûz u şeb-i zâr olmuşum Yâ Rab meded. 

Kendi özüm fehm etmezem ki olmuşam efkâr-mest

Hazret-i Allah’ı sevdim sûretâ dilber-perest[319]

Şişe-i namusu ârı eyledim çünkü şikest[320]

Şol şarâbı kim anı sundun bana rûz-i Elest,
Ol zamandan mest-i hûşyâr olmuşam Yâ Rab meded. 

Âlemi pür çünbüşüyle nazlı yarin çünbüşü[321]

Ehl-i aşkın iki âlemde bitermiş her işi

Yaktı yandırdı firâkın âteşi ben dervişi

Her ne varsam yakar bu cânımı aşk âteşi,
Yana yana külli püryan olmuşum Yâ Rab meded. 

Tıflı[322] ruh söyler ki ben her oynuna bâdaş [323] edem

Sohbet-i hâs ile yârin sırrına sırdâş edem

Dilbera evvel senin her haline haldaş edem

Vahdet ilinde seninle yâr idim noldu bana,
Kesret içre bend-i ağyâr olmuşum Yâ Rab meded. 

Eyledi uryan ser-mest dilberim sırrın beni

Bende mahfî oldu lâ-şek[324] zahidâ sırrı nebi

Azbi’ye Hakk’tan görüründü oldu sırrı ebî [325]

Bu Niyâzî düştü varlık câhına Yûsuf gibi,
Al elim kurtar ki nâçâr olmuşum Yâ Rab meded.

27

El-amân ey bendegân dil-nüvâz [326]

Zatın oldu âsiyâna [327] çâre-sâz [328]

Eyleriz sana niyaz tul-i [329] dıraz[330]

Yâ İlâhî sana senden el’ıyâz,
Sensin âhir cümlemize müsteâz.
 

Din ve hem iman senindir şüphe yok

Herkese ihsan senindir şüphe yok

Bendeyiz her an senindir şüphe yok

Derd senin dermân senindir şüphe yok,
Derdli kullara yine sensin melâz. 

Her tecelliden gelir maksudumuz

Zahiru batında sen mevcudumuz

İkrema-i ihrama [331] ma’budumuz

Cem-i fark eylegil meşhûdumuz,
Cem-ul cem inden bize ver iltizâz. 

Düşmanını dostundan alıp kaldırır

Âşıka her gizli sırrı bildirir

Ağlayan biçâreyi ol güldürür

Zevk-i küllî pâdişâhım ol durur,
Bize tevhidin ola dâim melâz. 

Hem latîf, hem hasîb,[332] hem Habib

Ey! olan biçâreye hemdem [333]

Azbi’nin  verdi bu deryamın garib

Bu Niyâzî bendeni etme garîb,
Eyle gel tevhid-i sırfda onu şâz. 


 

 28

Kimisi güle bülbül olup zâre gelirler

Pervâne gibi aşka düşüp yâne gelirler

Azâde iken âlem efkâra gelirler

Şunlar ki görüp yüzünü bu dâra gelirler,
Ol ahde vefâ eyleyüp ikrâra gelirler.
  

Kiminin özünü bunda bilirler onda buluptur

Bunda seni fehm eylese göz anda buluptur

Aşkın haberin anlamayan münkir [334] oluptur

Anlar ki ezel gözleri saçında kaluptur,
Bunda seni hiç bilmeyüp inkâra gelürler.  

Zahid sana çün kısmet imiş kâl-i ilâhî [335]

Abdala[336] dahi kısmet imiş şâl-ı ilâhî

Her kime nasip oldu ise hâl-ı ilâhî

Çeşmin kadehin nûş eden abdâl-ı ilâhî,

Ol aşk ile bu âlemi devvâre gelirler.  

Derdine senin kim ki bugün uydu sataştı

Deryâ-yı muhît [337] oldu özü âlemde taştı

Bir hane[338] ki aşkın haberi geldi ulaştı

Zülfün teline anda kimin gönlü dolaştı,

Mansûr gibi meydâna girüp dâra gelirler.  

Kamil yine bu aleme kamil gelir evvel

Bunda seni bildi ise eğer ol bilir evvel

İcrayı emir eylemede ol kılır evvel

Şol dâneleri gör biter eşçâr olur,

Sırrıyle içinden yine esmâra gelirler

Bu eğer remzi arif isen can ile bil-kıl

Bülbülü niçin râz u efgân ettire hoş-kıl

Vaktında neden çuşa gelir çağlayuben Nil

Her tohumu neden aldın ise eksen anı bil,

Her cinsi yine bittiği eşçâre gelirler.  

Zahid sana bu pend-i hakikat eser etmez

Mevcut yine mevcut görünür kahr ile yetmez

Nar tohumunu niçin nar verir eyvanına [339] yetmez

Hiçbiri izinden çıkıp âher yola gitmez,

Her birisi bir yol ile bazâra giderler.  

Her biri niçin sırrı Hakk’a olmadı layık

Münkerine münkirdir olur çünkü münafık

Sadık yine çün sadık olur aşkla sadıka

Yoları ne var ayrı ise hep sana âşık,
Cümle seni ister sana didâre gelirler.  

Gel muhtasar et Azbî yeter tûl [340]tırâzi [341]

Zâr etmede hâl ehli göz etmede nâzı

Dûr eyleyüben gezse gönül Şam Hicâzı

Elbette bu bağ içine kim girse Niyâzî,
Hârın gezüp evvel sonu gülzâre gelirler.  


 

29

Eğer zahir eğer batın gönül hak haseb[342] halindir

Kemalin hem zevalindir zevalin hem kemalindir

Celâlin ile cemâlin hep bilindi ber-kemalindir. [343]

Soyup bin pâre eden şişe-i kalbi celâlindir,
Yine her pâresinden görünen rûy-ı cemâlindir.
  

Zebun [344] etti beni derdi elif lâm ile bu hem mim ( الم )

Onun için aşıka oldum veya ey dilber mim cim ( جم)

Uzaktır bana sultanım hakikat vacibu’t-tekrim

Anınçün tığını çeşmin demâdem eksik etmez kim,
Yorulup yolda kalmaya o kim azm-i visâlindir.  

Meded ey pür- cefâ dilber yeter oldu gel insaf

İnayet eyle insaf et ve dâim ayn’l-iltâfa[345]

Özüm mehri [346] cihânbânıdır [347]zıyasın salmıştır etrafa

Nicesi baksun etrâfa ya ahkâfa yahut Kâf’a,
Şu Anka kim onun gönlü nazargâh-ı hayâlindir.  

Yüzün münkirlere dostum ıyân olmaz kemâyindir [348]

İşitildin yüzün vasfın, gözüm yaşı revâyındır[349]

Yüzün aşk ehline kıble özün canın imânıdır

Bulunmaz lâ-mekânîdir bilinmez bî-nişânîdir

Hemin ancak sana kuldur senin ehl-i iyâlindir.  

Oluptur dersimiz “küllün aleyhâ hâfiz”[350] eşya

Bize feyz ehlinden beyandır “sırrı mâ evhâ”[351]

Ayn ya bâ ile zâ (Azbi)dan olupdur âlemi kübra

Dağıldı “mim” ü “sad” ü “ra” (Mısrî) bozuldu nispet-i suğrâ,
Benim bu nispetim şimdi ne mâhındır,  ne sâlindir.  


 

30

Kime ki sırrın gele yoktan ona var olur

İki cihandan geçer düşman ona yar olur

Meh [352] yüzünün şulesi[353] her kime izhar [354] olur

Aşkın kime yâr olur dâim işi zâr olur,
Dinmez gözünün yaşı yanar içi nâr olur.
  

Çünkü keremdir senin layık olan şanına

Maksudu hasıl olur kimin ki kıyar canına

Kellesini [355]top eder aşkla meydanına

Sevdâ-yı zülfün kimin takılsa gerdânına,
Mansûr gibi âkibet yolunda ber-dâr olur. 

Yüzünü her kim görür canını meftûn eder

Bağrını püryan [356] edip didesini hun [357] eder

Zâr-ı zebun eyleyip halini diger-gun [358]eder

Leylâ-yı aşkın senin her kimi mecnûn eder,
Firkât oduna yanup her gice bîmâr olur.  

Solunu hem sağ eder sağını hem sol eder

Bende olur şeyhına şeyhini ona yol eder

Kendi özün kendiye sanma ki ol kul eder

Varlık cibâlin kesüp dost iline yol eder,
Ferhatleyin gözünün yaşları pınâr olur.  

Aşıkı kamil eden nokta yazan müşkindir[359]

Hem beni mest eyleyen şevkile zevkindir

Yere göğe sığmayan zevkıyla şevkindir

Şol İbrahim Edhem’i derviş eden aşkındır,
Derdine düşen şâhın tahtı târümâr olur.  

Koymamışım gönlümü şüphe ve teşvişliğe[360]

Canla ben talibim derviş diler yeşilliğe

Sanma ki ben mâilim[361] abâ[362] puşluğa[363]

Bende ârı terkedip girdim bu dervişliğe,
Her kim senin aşkına düştüyse bi-âr olur.  

Lutf u vefa isteyen hicran olur yerine

Dertler talip olan derman alır yerine

Kahr ile ülfet çeken ihsan alır yerine

 Bu yolda cânın veren cânân alur yerine,
Aşk
 dükkânında onun canıyla bazâr olur.  

Ey gönül at şevk ile her gümanı[364]

Zerreden vechin ayan eylemişim seyrânı

Adet edindi gönül aşk ile devranı

Ey dilber-i rûhânî al koma işbu cânı,
Sevdâna düşeliden dünyâ bana dâr olur.  

Kande ki baksa gözüm yüzün olur seyranı

Nâ’ra-i [365]âhım kamu kapladı her meydanı

Azbî kılur ruz-u şeb aşkıyla devranı

Terk et Niyâzî seni, bul anda o Sultanı,
Her kim canından geçer ol vâsıl-ı yâr olur.


 

31

Yine bildim yemâne [366] kasdın var

Bi-gümanım[367] zamane kasdın var

Lutf etmek için şana kasdın var

Ey sanem n’oldun cana kasdin var,
Bağrımı deldin kana kasdin var.
  

Sultan sultanı sultan elinde

Bildim kahr ile ihsan elinde

Ben bir âşıkım ferman elinde

Başım önünde cevkân elinde,
Çelmeden gayri ya ne kasdin var.  

Esteğfirullâh cürmümü bildim

Âşıkım âşık olmağa geldim

Hicr ateşiyle yandım kül oldum

Beni gör n’oldum sararup soldum,
Vaslın umarken hicrana kasdın var.  

Dertli uşşakı [368] ferdâya[369] saldın

Akıbet beni divane kıldın

Namus şisesin taşlara çaldın

Bu vücûdumu odlara yakdın,
Ben de bildim biryana kasdin var.  

Hubbu masivâ hep gitti varım

Bâğ-ı vücudumda bir gül ararım

Senden oldu bil bu ağrım

Tiğ-i gamzenle doğradın bağrım,
Cism-u cânı kurbâna kasdin var.  

Fenâda ey dil ne bir yâr  buldun

Hiç kimse demez ya bana ne oldun

Aşkınla beni divâne kıldın

Onmadık başım kavgâya saldın,
Pâdişâhım seyrâna kasdin var.  

Azbî bendeni bağlattığından

Sinem-i aşkın dağlattığından

Gözüm yaşın çağlattığından

Bu Niyâzî’yi ağlattığından,
Anlanur kim ihsâna kasdin var

32

Bahr-i nefesinde senâverlik [370] eden can bî-haber

Lutfu kahrından Hüdâ’nın ehl-i tüğyân[371] bi-haber[372]

Fî’l-meseli[373] sırrı Hüdâdan ruhu hayvan bi-haber

Kus-i rihlet çaldı mevt ammâ henüz cân bî-haber,
Asker-i a’zâya lerze düştü Sultan bî-haber.
  

Bunda her ne gördün ise onda da onu göre

Hayrı şerri yarin suâlin soralar bir bir vere

Taş toprak arasına bu vücud âhir gire

Günde bir taşı binâ-yı ömrümün düştü yere,
Can yatur gâfil binâsı oldu virân bî-haber.  

Kim olursa kuş ibretle misafir bülbüle

Çün vücudu şehri içre düşe elbet galğale

Bunda her ne işledinse başına yarın gele

Dil bekâsın,  dost fenâsın istedi mülk-i tenin,
Bir devâsız derde düştüm ah ki Lokmân bî-haber.  

“Ente mevlâna ilâhî a’tağnâ ya rabbenâ”[374]

Sen inâyet kıl bana “Rabbî zalemna nefsena” [375]

Onun için oldu virdim “Rabbenâ ve’ğfirlena” [376]

Bir ticaret kılmadın ben nakd-i ömr oldu hebâ,
Yola geldim lîk göçmüş cümle karbân bî-haber.  

Ya Mücîbe’ssâilin [377]Allah kerimdir Ya Habib

Çünkü sensin her devasız müşküle hâze’t [378]-tabib

Çün ümidim oldu vaslın “Rabbena” ile nasip

Çün “gel” oldu yalnız girdim yola tenhâ garîb,
Dîde giryân sine büryân akıl hayrân bî-haber.  

Ömür ise gayet vefasız nefsim ise hilekâr

Vechi vardır âh u efgân eylesem leyl ü nehar

Bu sebebten akl u fikrim oldu cümle târ ü mar[379]

Azığım yok,  yazığım çok yolda türlü korku var,
Yolum alırsa n’ola ger div vu şeytân bî-haber.  

İnkıyadım[380] zerrece yok Azbiya cürmümse çok

Bana Hakk’tan ola imdad ıssı [381] vermez kara ak

Düşmüşüm bir derde onun haddi payanı yok

Yol eri yolda gerektirir çağ ve çıplak aç u tok,
Mısrıyâ gel dedi sana çünkü canân bî-haber.  


 

33

Ebcedde olan noktai ba’dan haberim var

 Amentüyü bildim ki bu ba’dan[382] haberim var

Mahruh [383]dilden zevku safadan haberim var

Âriflere esrâr-ı Hüdâdan haberim var,
Âşıklara dildâr-ı bekâdan haberim var.
  

Nefsin sıfatın şerh edemez bin yıl öğünün

Menzil alamaz kibir ile bin taşla döğünün

Derviş olamaz suretle hırka giyinenin

Ey firkât oduna yanuben bağrı delinen,
Gel kim yarane türlü devâdan haberim var.  

Ukba ile fâniden ola hep ferağın[384] kim

İrfanla cennet ola düzah[385] durağın kim

Yol eri özündür gözün aç görür ağan kim

Gel ölü isen sözlerime tut kulağın kim,
Can bahş edici nefh-i nidâdan haberim var.  

Bu tende bu dem kalmadı hiç zerre hased

Bir aşıkı dil hasta benim Hakk ede Meded

Ey bî-bedel[386] ve lemyezel [387]ve ferd [388]ve ehad [389]

Âdem yüzü ol yâre mukâbil dedi Ahmed,
Bu sözde olan remz-u îmândan haberim var.  

Kim ağlar ise derdinle zevk ile gülmüş

Varını yele verdi o kim sen şehî[390] bulmuş

Her kim ki senin âşkın ile aşık olmuş

Vechinde yedi Fâtihâ âyâtı yazılmış,
Âdemdeki âyât-ı Hüdâ’dan haberim var.  

Gel Azbî heman deprede gör aşkla sazı

Tahkik elinin rehberidir aşkı mecazi

Hal ehline bu söz yetişir anla bu râzı [391]

Âdem‘de bulup vasf-ı ilâhîyi Niyâzî,
Ol mecma-i evsâf-i amâdan haberim var. 


 

34

“Mutû kalbe en temûtû”n âb-ı hayvan[392] andadır

Pertevi [393] nurî ilâhî vechi insan ondadır

Mebde-i sırrı maadı fehm et ol kân[394] andadır

Her neye baksa gözün bil sırr-ı Sübhân andadır,
Her ne işitse kulağın mağz-ı Kur’ân andadır.
  

Kâ’be’ye varamaz o kes kim şâm’ı hoş görüp kalur

Yol eri kalmaz çün elbet haylice menzil alır

Salik tiz-ru[395] olan can zerre-i mürşid bilir

Her şeye mahlûk gözüyle baksan ol mahlûk olur,
Hak gözüyle bak ki bî-şek nûr-i Yezdân andadır.  

Arzuyu vaslı dilber her biri sevdâdır

Herkesin bir derdi var salikin mevladadır

Virdi hamranın[396] firakı bülbül şeydadadır

 Kesret-i emvâca bakma cümle bir deryâ dürur,
Her ne mevci kim görürsün bahr-ı ummân andadır.  

İzzeti sohbette bulmak sohbeti izzette hem

Firkati vuslatta bulmak vuslatı firkatte hem

Zilleti devlette bulmak devleti zillette hem

Vahdeti kesrette bulmak,  kesreti vahdette hem,
Bir ilimdir ol ki kamu ilm-ü irfân andadır.  

Ruyi dildârı görünce çehre-i a’daya[397] bak

Tâ müsemmaya erince ruz-u şeb esmaya bak

Yedi esmayı bilince gel yedi deryaya bak

İbret ile şeş cihetten görünen eşyâya bak,
Cümle bir âyînedir kim vech-i Rahmân andadır.  

Nâ -murad [398]kalıp cihanda her murada eren ol

Ağlayan ağlatan oldur hem gülen güldüren ol

Alan oldur veren oldur hem bilen bildiren ol

Söyleyen ol,  söylenen ol,  gören ol, görünen ol, 
Her ne var âlâ ve esfel bil ki cânân andadır.  

Herkese kendiye öz özüdür şüphesiz

Hem etî’ullâh rumuzu pir özüdür şüphesiz

Her ne söz kim işitirsen Hakk sözüdür şüphesiz

Mazhar-ı tammı veli Âdem yüzüdür şüphesiz,
Künh-ü zâtı hem sıfâtı cümle yeksân andadır.  

Vechi kâmilden ıyandır[399] kâmile levh u kalem

Yedi ayetle hakikat şerh eder Kur’ânı hem

Fehm eden bu remzi oldu hâcı –i beyt-ül haram

Haşr u neşr ile Sırât u dûzah u mâlik azab,
Hem dahi Rıdvân u cennet hûr u gılmân andadır.  

Âşıkân bir zerre içre seyr eder cân mülkünü

Cân olan seyran eder elbette bütün mülkünü

Aradan kaldır yıkılsın Azbî sen ten mülkünü

Görünen sanma Niyâzî’ nin heman sen mülkünü,
Gönlü bir virânedir genc-i pinhân andadır. 


 

35

Bu sözümü cana yaz ehli dilin perveri

Büsbütün âlem geçer aşk yolunda kemteri

Ey şeriât rehberi ve mağfiret serveri

Ey târikat erleri ey hakîkat Pîrleri,
Bir haber verin ol bî-nişân kandedir.
  

Kandedir Hakk’ın ile kim dedi Hakk’ bil

Kandedir yârin gülü kandedir âşk bülbülü

Kandedir sırrı Ali kandedir vechi veli

Kandedir dostun ili kande açılur gülü,
Dost bahçesi bülbülü gül-i handân kandedir.  

Ey Hakkı birdir kimden aldın haberi

Kimdir olan Âdemin aklı ile rehberi

Kandedir sırrın nuru kandedir nurun feri[400]

Aradım bahr-u berri bulmadım ben bu sırrı,
Cism ü candan içeri gizli sultân kandedir.  

Bende niçin bendeye bende olur bendedir

Küfrü ile sıdkın yeri söyle bana kandedir

Süret-i ahsen[401] niçin erde değil zindedir

Mademki can tendedir ten canla zindedir,
Amma nidem bilmedim câna cânân kandedir.  

Azbi’ye mihmân olan sîne sîne can olan

Mümine ihsan olan kafire tuğyan olan

Bâis-i [402]hicran olan dertlere derman olan

Niyâzî’ ye can olan sırrında sultân olan,
Din-ü hem imân olan ol bî-mekân kandedir.  


 

36

Aşk haberin cahile söyleme küfr eyleme

Sen özüne hidmet et el kapısın bekleme

İkrarını muhkem kıl her bir sözü dinleme

Ey gönül gel ağlama zâri zâri inleme,
Pîrden aldım haberi ol bî-nişân sendedir.
  

Sendedir Hakk’ın ili Hakk demiş Hakk’a beli

Sendedir canın gülü sendedir aşk bülbülü

Sendedir sırrı Ali sendedir vechi veli

Sendedir dostun ili sende açılır gülü,
Söyler bu can bülbülü gül-i handân sendedir.  

Nefsi her kimin aklı ola rehberi

Nefs ile aklı nider Hakk’tan olan haberi

Sendedir Hakk’ın nuru sendedir nurun feri

Gezme gel bahr-u berrî kendinden iste sırrı,
Cism-ü câna hükmeden gizli sultân sendedir.  

İkilikten geçüpte bir bildinse meskeni

Kaldın ise aşkla can gibi bakîyetini

Mahvettinse özünden gittiyse mâ-i meni[403]

Anladınsa sen seni,  bildin ise cân u teni,
Gayri ne var ey gönül cân u canân sendedir.  

Canla kim dinledi şiirini ben hayrânın

Ol dahî nûş eyledi katresini vicdânın

Azbî yüzünden oku manasını Ku’ânın

Ten tahtıdır bu cânın,  can tahtıdır cânânın,
Ey Niyâzî şüphesiz ol bî-mekân sendedir.  


 

37

Kimi hiç gelmeyip mekri âl eyler[404]

Kimisin güldürüp sâhibi mâl eder

Kiminin gözü yaşını sel eyler

Hakk’ın kullarını bâzı kul eyler,
Anı kul eylemez yine ol eyler.
  

Görenler yârini ağyar içinde

Olurlar şaduman[405] efkâr içinde

Bu remzi fehmeden deyyâr [406] içinde

Alan veren O dur bâzâr içinde,
Kimin bây ve kimini yoksul eyler.  

Kimini aşkla kılmış o mecnun

Kiminin gözlerinden akıtır hûn[407]

Kimini eylemiş bin derde meftun

Kiminin bakırını eder altun,
Kiminin altunun kara pul eyler.  

Kimin kılmış durur küfr ü gümanda

Kimin ikrar ile ahd ü imanda

Kimini rûz u şeb âh u figanda

Kimini güldürür dâim cihânda,
Kiminin âh u efgânın bol eyler.  

Kiminin akıtır sükker [408] dilinden

Kiminin hep cihan aciz elinden

Kiminin hiç kaza gitmez yolundan

Kiminin sevdiğin alur elinden,
Kiminin erini alır dul eyler.  

Kimisi dâima kılmakta feryad

Kimisi bendeye bend olmaz azad

Kimini eylemiş izzetle dîl-şâd [409]

Kimine istemezken verir evlad,
Kimi ister ona yâd oğul eyler.  

Kimini eylemiş derd ile şeyda[410]

Kimin bir habbe için halka rüsvâ

Kimini akılla kılmış tüvana[411]

Kimi bulmaz giye culdan abayı,
Kiminin atına atlas çul eyler. 

Kimi muhtaç iken verir haracı

Kiminin derdi yok a’la mizacı

Kiminin derdi var bulamaz ilacı

Kiminin tatlı balın eder acı,
Kiminin acısın tatlı bal eyler.  

Kimi mihnet bucağında eder razı

Kimi yar ile hem dem “leyse fî-d’dârı”[412]

Kimi mâlın gamma[413] kimisi dinara

Kimin bülbül eder güle kılur zâr,
Kimin pervâne-veş yakıp kül eyler.  

Gönül bahr-i maânîye[414] talip çık

Cevâhir bul çıkarma alma boncuk

Hakikat katresin bul ona gir çık

Eder ak güneşin gâh kara balçık,
Kara bakçığı açar gâh göl eyler.  

Kimisi zabtu rabtı eyler icra

Kimisi bende olmuş halka dâna

Kiminin yok elinde nesne asla

Kimi İsâ nefestir eder ihyâ,
Kimi Deccâl olup sağa öl eyler.  

Kiminin hem demidir derd ü matem

Kimini eylemiştir reşâd [415] u hürrem[416]

Kimine sükkeri helvâ olur sem[417]

Çürüğü sâğ edip sâğı çürük hem,
Solu sâğ ve sâğı gâhı sol eyler

Gâhi âdem eder gâhi devi kerdem[418]

Gâhi iyi kem[419] olur kâhi olur cim[420]

Gedâyı cem[421] eder gâhi gedâ hem[422]

Ayağı baş eder,  başı gâh ayak,
Dili kulak,  kulağı hem dil eyler.  

Ayırır bülbülü gâhi gülünden

Sular gülü gâhi bu can bülbülünden

Kimin malını alır elinden

Çıkarır gâhî yoldan nice yolcu,
Gahî yolcuyu göstermez yol eyler.  

Biliriz münkeri bize inse senden

Bezer [423] olduk sofinin hevesinden

Göründüm şeş cihâtın haymesinden[424]

Anâsır ipliğin tab iğnesinden,
Geçirüp onu bu bunu şol eyler.  

Cefâsı dilberin oddan beter od

Bu remzi bil yine yine oddan beter od [425]

Cehennemde meğer bulunmazmış od

Yeli gâhî letâfetle eder od,
Odu gâhî kesâfetle yel eyler. 

Sana esma görünmezse müsemma

İki âlemde kaldın gitti a’ma [426]

Çi- fâyda [427] sonra kalsın âh u efzâ [428]

Hurûf-ı carre gibi cümle eşyâ,
Birbirine uzanıp el eyler.  

Hüner maksuduna Azbî vusuldür

Hicab olan kişide bu gönüldür

Bu cennet dediğim kalbe duhuldür[429]

Bu sözün Yunus’u Mısrî değildir,
Lûgaz bunda muammâsın ol eyler.

38

Sure-i seb-ul mesânî[430] vechinin şanındadır

Her ne var  âlî ve esfel sırrı iz’ânındadır

Suret-i mahşer görürsün cümle seyranındadır

Kandedir cehl ile zulmet nefs-i su’bânındadır,
Kandedir ilmiyle hikmet bil anı cânındadır.
  

Bir bilir âşık olan can rahatı ile zilleti

Her işin bite özünden kutba etme minneti

Dersini gel Hakk’tan öğren at bu zahir hücceti

Zûlmet-i cehli bırak sen iste nûr-i hikmeti,
Cennetin zevkin dilersen cümle irfânındadır.  

Yâr ile yardır özün sen ben dedin beyana sen

Çün şarabı sırrı içtin aşkla mestane sen

Mazharı Nur-i Hüdâ’sın şemine pervane sen

Sûreta bu harman-ı âlemde sen bir dânesin,
Mâ’na yüzünde ne kim var cümle harmânındadır.  

Ölmedinse olmadın sen rahmetin mahrumusun

Alleme’l esma-i öğren fâninin kamusun

Kabri tende çünkü oldun rahmetin mahrumusun

Zâhirâ ahkâm-ı eflâkin velî mahkûmusun,
Bâtınâ ây gün felekler cümle fermânındadır.  

Gel şeriattan kuşan tığın kibar [431]ol nefsine

Her ne emreylese aksin ile var ol nefsine

Çâr anasır kalasında hem karar ol nefsine

Al ele çevkân-ı zikri hem süvâr ol nefsine,
Kapa gör tevhid topunu çünkü meydânındadır.  

Sen siva deryasına ceyhun[432] gibi akmayı ko

 Kimseyi kimseden alıp kimseye çıkmayı ko

Kendi özün idrake gel sen hem ili yıkmayı ko

Saykal ur mir’ât-ı kalbe taşraya bakmağı ko,
Sen sana bak cümle âlem halkı divânındadır.  

Şeyhin izin bırakma Hakk izin bir hoş gözet

Dilberi görmek dilersen yüzün bir hoş gözet

Söylme halt [433]kelâmı her sözün bir hoş gözet

Bil ki vech-i Hakk’a mir’âttır özün bir hoş gözet,
Men aref sırrındaki ma’den senin kânındadır.  

Çün sana “nahnü kasemna”[434] remzi oldu rehnüma[435]

Dilberin cevri hakikat ehline ayn-ı vefa

Arif isen sırrını nadan verme Azbî’ya

“Küntü kenzen” remzini buldunsa sen Mısrîyâ,
“Külle yevmin hû” yu anla kim senin şânındadır.  


 

39

Kal ile kıl [436]ehlinin hali perişan olur

Derdi hicre sabr eden malik derman olur

Pirine teslim olan kabil-i erkân olur

Derviş olan kişinin sözleri ümrân olur,
Sâlik
-i Hakk olanın râhına bürhân olur.  

Nefsine uyan kişi özünü şeytan eder

Yüzünü görsem diyen subhdem[437] efgan eder

Yokluğu her kim duyar özünü sultan eder

Her seher efgân edüp bülbülü hayrân eder,
Dideyi giryân edüp sinesi büryân olur.  

Çünkü tecelli eder dostunu anar iken

Onun işi  ah olur hem demi hicri figan

Kande bakar yârini anda görür ol ıyan[438]

Şem-i cemâle döner pervânedir âşıkûn,
Zanneder ol câhilün devriyle isyân olur.  

Hırs iline şah olan nefse uyan kişiler

Valih[439] hayran olur âşkı tuğyan kişiler

Yok ile varlık eder sırra dolan kişiler

İlm-i ledün dersini ârif olan kişiler,
Hasta dil olanların derdine Lokman olur.  

Kâmil olur şüphesiz ahd ile kulu güden

Kendi özün bir eder pirin yoluna giden

Dilber imiş fark eden hayr ile şerri eden

Beyt-i dili pâk olur zikr-i Hakk’ı işiten,
Sabr-u karârı gider işleri devrân olur.  

Azbî yüzün isteyen kande bulupdur senin

Kendi özün bilmeze kande kaluptur senin

İçi ile taşını[440] aşkın oluptur senin

Sanma Niyâzî özün derviş oluptur senin,
Derviş
 olan kişiler şöylece sultân olur.  


 

40

Hakk ile Hak olmak için ayn-ı vefa halvettedir

Pes bil anâsır habbesi rengin kıba [441]halvettedir

Gel geç bu ak karadan terk-i siva halvettedir

Bu halvete bakma güzâf zevk-u safâ halvettedir,
Halvetle kıl içini sâf nûr-i ziyâ halvettedir.
  

Kaydı fenâ ve bâki çün aradan evvel kaldırır

Sana hakikat sazını teslim eder Hakk çaldırır

Evvel seni çok ağladır ammaki sonra ki güldürür

Nefsini sana bildirir ölmezden evvel öldürür,
Yokluk yolunu duygurur fakr-u fenâ halvettedir.  

Ak ve karayı önünden alır mekânsız bî-eser

Bin yıl çağırsın bak divanda sana olmaz nazar

Bu manayı her kim duyar verir hakikatten haber

Deryâ olup durmaz coşar talazlanup baştan aşar,
Kendisini bilmez şaşar aşk
-ü hevâ halvettedir.  

Bu âb u ateş hâk-i bad [442]verilip vaslın arar

Hem dağ ve sahra içre Nil ü Fırat eder leyl ü Nehar

Bu ne felek ins ü melek aşkınla buldu karar

Encüm ile şems-ü kamer âteşlere düşmüş yanar,
Yer oturup gökler döner arz-u semâ halvettedir.  

Nâm-u nişânın kalmasın bildiklerin cümle bırak

Gel giy fenânın câmesin[443] ola fenâ sana durak

Âşk ehlisin gel ey gönül meydana gel yalın ayak

Aç gözünü ibretle bak birdir kamu yakın ırak,
Deprenmez olur dil dudak vasl u likâ halvettedir.  

Kâr eylesin derd u elem âlemde devlet isteyen

Canın verip vuslat alır hikmetle himmet isteyen

Meydana gel zilletle izzetle rif’ât isteyen

Firkâtte vuslat isteyen mihnette rahat isteyen,
Vuslatta işret isteyen ayş-ü bekâ halvettedir.  

Gülşen bilirsen Azbi’ya âlemde zecr[444] külhanî[445]

Kulhanda kesret vahdetten eyle safây-ı gülşenî

Gafil yabanda gezme gel senden iste sen seni

Terket Niyâzî sen seni bir eyle gel cân-u teni,
Duysam diyen Hakk sırrını sırr-ı Hüdâ halvettedir.  


 

41

Dersi onun “leyse fî-‘d-diyâr”i[446] olur

Hemdemi  yâri onun dildâr olur

Kesret içre yârana ağyar olur

Kim ki aşkın dârına ber-dâr olur,
Cümle uşşâk içre ol serdâr olur.
  

Olmasa ehli şeriat ahret

Merhamet Hakk’tan yeter Hakk merhamet

Ehl-i  aşk eyler rivayet sende et

Bunda uşşâkı yakan od âkibet,
Nâr-ı İbrahim gibi gülzâr olur.  

Arife bu söz iyandır ârifan

Ben tevekkül bendesiyim Hakk beyan

İbn-i vaktim bilmezem ıssı ziyanı

Bunda ağyâr kesretinden kurtulan,
Vahdet illerinde vâsl-ı yâr olur.  

Derdine em [447]bilmedin hazık isen

Ehl-i derd olmakla layık isen

Dinle dersim aşık-ı sâdık isen

Korkma Tâmudan eğer âşık isen,

Bülbül olanın yeri gülzâr olur.  

Pirinin sözü ile amil olanın

Devlet-i irfana nail olanın

Sırrı yezdân ile kâmil olan

Cennet-i irfâna dâhil olanın,
Kande baksa gördüğü didâr olur.  

Bilmeyen Hakk’tan cevabı veremez

Gitmeyen maksuda asla eremez

Ol hakikat güllerini deremez

Gözsüz olanlar o yüzü göremez,
Anı gören hep “ulül-ebsâr
“ olur.  

Bed- endiş [448]kimse ile hâllenme kim

Aklın ile kavlini[449] kullanma kim

Tellili dibalar[450] giyip sallanma kim

Dünyânın lezzâtına aldanma kim,
Bir gün ola cümle zehr-i mâr olur.  

Çün nasihat dinlemezmiş ru-siyah[451]

Hem demi yâri olur hicriyle âh

Akibet bu saltanat ola tabah [452]

Sen gerekse ol cihânda pâdişâh,
Bir beş on günde o târümâr olur.  

Hızır ola daim refikin hem rehin

Subhdem[453] bekledim habibin dergehin

Yüzünü görmek dilersen o mehin[454]

Tâc-ü tahtı kulluğuna ol şehin,
Verir isen devletin tekrâr olur. 

Masiva bendine olma kayd u bend

Gel necasetten taharet kıl Meded

Kim ola adın senin ferd ü vahid

Ger kabul oldunsa şâh oldun ebed,
Kande böyle assılı bazâr olur.  

Bu sözümü arif olan okuryazar

Ehl-i hal yoklukta olmuş şehriyar

Cümle varlığın sen ile târumar [455]

İllâ tâc-u taht’a olmaz vasl-ı yâr,
Âdet oldur ona cân işâr olur.  

Hayr ile şerri bilirsin mameza[456]

Ki tecelliden teselliden ola

Mısrî’den sana nasihat Azbî’ya

Kim ki kendin yoğ ederse, Mısriyâ,
Yokluğun tâ gâyetinde vâr olur. 


 

42

Yezid [457]mezid[458] doğar bir vasi’ yerdir

Bu dünya dedikleri zeyb[459] bî ferdir[460]

Münkir ezelden köreltmiş kördür

Erimiz erdir Pîrimiz Pîrdir,
Karamız nûrdur yerimiz Tûr’dur.
  

Her yerde zahir görmeyin piri

Zan eder başkadır şeytan piri

Kimine özünden yoksa haberi

İsteyen yâri izlesun Pîri,
Pîrden ayrılan Hakk’dan ayrıdır.  

Mest u hayranım eğlenmez kârım

Sırsız bilmez zahid esrârım

Hakk’tan söylerim Hakk’tır güftarım[461]

Pîrdir envârım Hakk’dır etvârım,
Düşmanım bî-şek Hakk’dan ol dûrdur.  

Taşradan ister dilde mihmânı

Kâmil geçinir gör şu seyranı

Kaplamış anı küfrün ısyanı

Şol ki Süfyânî arttı tuğyânî,
Oldur şeytânî bir gözü kördür.  

Yerde gökte yok gözedir Hakk’ı

Zi-ruh bî-ruhsuz[462] durur Hakk’ı

Şeytana dönmüş ere, der Hakkı[463]

Azdırır halkı bezdirir Hakk’ı,
Kizbi çok sıdkı bindebir yokdur.  

Hubbu sivâyı at er ol sende

Olma sa’[464] et yek-dil [465] efgende[466]

Azbî meyli koy dehri[467] ferzende[468]

Mısrî’nin dinde izzeti zinde,
Cümle millette Hamzavî hordur.
 

43

Olanlar âşkla fâni olur elbette meydanı

Bu rahın mest u hayranı verir esrarı vicdanı

Kimin kim vardır irfanı ol kadri insanı

O yolların mugeylânı âşıkların gülistânı,
Hicâzın yolu karbânı ne güzeldir, ne güzeldir.

Ayağı tozunu görmek ne güzeldir, ne güzeldir,

Habibini can ile sevmek ne güzeldir, ne güzeldir,

Onun vaslına ermek ne güzeldir, ne güzeldir,

Çıkıp hüccâc ile gitmek ne güzeldir, ne güzeldir,
Yolunda cânı terketmek ne güzeldir, ne güzeldir.
  

Eden arz-ı kemâlatı bulur gönlünde ol zatı

Bulanlar aşkta halâtı bilir fenni [469] kerâmatı[470]

Bilen sırrı Makâlat’ı[471] talep eyler cehâlatı

O yolların riyâzâtı eritir hep hatî’âtı,
Visâlin haccı lezzâtı ne güzeldir, ne güzeldir.  

N’ola kim âşıkım dersem sivanın[472] leşkerin[473] kırsam

Cemâlin bağına girsem açılmış güllerin dersem

Hakikat menzile ersem yoluna can u baş versem

Medine şehrine varsam Habîbin ravzasın görsem

Eşiğine yüz sürsem ne güzeldir, ne güzeldir.

Cefâsı yaktı dilleri bana güldürdü elleri

Kokar hakikat gülleri ağlar bu can bülbülleri

Hüdâ’nın bazı kulları gelir mahlûka yalvarı[474]

Geçip ol yüce belleri çıkarsak başa yolları

Görünse Kâ’be illeri ne güzeldir, ne güzeldir.

 Görenler nur-i siyah’ı olur aşıkların mâhı

Bulanlar doğruca râh-ı vücudunun olur şâhı

Figân u zâr edip gâhi nice ben etmem ahı

Nebilerin nazargâhı,  Velîlerin karargâhı,
Görürsem Kâbetullahı ne güzeldir, ne güzeldir.  

Gözüm ağlarken gülse her işi Azbî’nin bilse

Sivânın cündünü[475] kırsa sinemde yâreler olsa

Niyazî’ye nasip olsa varıp maksudunu bulsa

Bana yârim merhamet kılsa salınsa yanıma gelse

Safâ u zevk ile dolsa ne güzeldir, ne güzeldir.


 

44

Rasülün şerini gütmek ne güzeldir,  ne güzeldir,

Netice ahdin gözetmek ne güzeldir,  ne güzeldir,

Fenâ ve bekâyı terk etmek ne güzeldir,  ne güzeldir,

Ey Allâhım seni sevmek ne güzeldir,  ne güzeldir,
Yolunda baş ve cân vermek ne güzeldir ne güzeldir.
  

Dilî maksuda ermek gönülden ağlar iken gülmek

Ayağı izini görmek tozuna yüzünü sürmek

Visali dilbere ermek yoluna vârını vermek

Şol ism-i zâtını sürmek visâlin gülün dirmek,
Cemâl-i pâkini görmek ne güzeldir ne güzeldir.  

Beyan olsa kamu sırlar bilinse cümle sözler

Eğer kışlar ve ger yazlar gönülse vaslını özler

Aradan kalksa bu nazlar murada erse dilbazlar [476]

Sürüp dergâhına yüzler döküp yaşı yere gözler,
Bir olsa gice gündüzler ne güzeldir,  ne güzeldir.  

Bu dehrin varına düşmek yoğu var ile değişmek

Dahî yar ile barışmak varıp menzile erişmek

Senin derdine sataşmak firakın narına düşmek

Visâlin derdine düşmek yanup aşk oduna pişmek,
Sonunda sana erişmek ne güzeldir,  ne güzeldir.  

Bu Azbî’ye cefa kılmak varıp bir gayrısın bulmak

Gözüm yaşını çağlatmak sinemi nâz ile dağlatmak

Var mı beni ağlatmak dahi ferdalara salmak

Niyâzî yârini bulmak yanında eğlenüp kalmak,
Varup bir ile bir olmak ne güzeldir ne güzeldir. 

45

Celâli kibriyayı vârına cebbâr olandan sor

Hüdânın ism-i settârın dahi settar olandan sor

Dil-i biçâre ki derdi dili bimar [477] olandan sor

Rumuz-u Enbiyâ-yı vâkıf esrâr olandan sor,
Enel-Hakk sırrını candan geçüp ber-dâr olandan sor.
  

Hazne-i hâceti doldur hedeften gözünü ayırma

Erince vaslı dildâre gece gündüz hemân[478] durma

Yapış dâmeni maksuda meded bi-ma’na[479] yorulma

Yürü var ehl-i tecridi alâik ehline sorma,
Anı cân u cihânı terk edüp deyyâr olandan sor.  

Tariki aşkta ey çengi düdüğünü çalmak istersen

Heman bir özüne oyna dürüst kul salmak istersen

Vücudun kaydını çekme eğer var olmak istersen

Gâhi kahr-ü gâhi lutfun kemâlin bilmek istersen,
Fenâ ender fenâ
da yoğ olup hem var olandan sor.  

Bu vechu’llâhı âdemden ihanet ehli anlamaz

Evi olsa sekiz cennet kasavet ehli anlamaz

Hakikat sırrını zâhit kabahat ehli anlamaz

Dilâ bu Mantık’ut-tayrı fesâhat ehli anlamaz,
Bunu ancak ya Attâr
 veyahut Tayyâr olandan sor.  

Eşeklik etme yüklenme riyayı zahid u takvayı

Feragat eyle kavgadan veli buldun müsemmayı

Çü gördün Azbî mevlâyı müsemma sorma esmayı

Anadan doğma gözsüzler kemâhi görmez eşyâyı
Niyâzî vech-i dildârı ulül-ebsâr
 olandan sor.  


 

46

Her ahdine sadıkların eğlencesi tevhid olur

Vaslına dil yanıkların eğlencesi tevhid olur

İhsanına layıkların eğlencesi tevhid olur

Hakk’ı seven âşıkların eğlencesi tevhid olur,
Aşk
 oduna yanıkların eğlencesi tevhid olur.  

Zâr etmede can bülbülü arz olmakta Hakk’ın gülü

Eser onun için aşk yeli akar gözümden gam seli

Şeyhin görür Hakk’tan veli candan olur onun kulu

Durmaz isim sürer dili sorar müdâm doğru yolu. 
Gerçek ere diyen belî eğlencesi tevhid olur.  

Bilen hakikat sözünü yârinden dönmez yüzünü

Bulan gönül yıldızını bayram eder gündüzünü

Hakk eyler onun yüzünü bulur yolun düzünü

İzinden ayırmaz gözünü canla tutar sözünü,
Görmeğe iver yüzünü eğlencesi tevhid olur.  

Meydanı aşkta şehri yâr cân ile hem başı kıyar

Çevkanla topu kapar “enel hakk” dava kılar

Doğru yolu daim sorar yarasına merhem arar

Halkın arasından çıkar tevhidi görmeye can atar,
Bülbül gibi daim öter eğlencesi tevhid olur.  

Mâh ile sâlı [480]terk eder hayr u bali[481] terk eder

Berr [482] ile bahri terk eder ehli iyalı terk eder

Mal ü menâlin terk eder ehl ü iyâlin terk eder,
Eldeki kali terk eder eğninde şalı terk eder

Hâl ile kâlin terk eder eğlencesi tevhid olur.  

Veli kapısın beklesin Allah gülünden koklasın

Kalbinde yâri yoklasın sırrı gönülden saklasın

Derdin kime ya söylesin bilmez ne edip hem neylesin

Dünya u ukbâ perdesin ardına atar cümlesin,
Ko mâsivâ eğlencesin,  eğlencesi tevhid olur.  

Kulu olur yoldaşının hiç yâri olmaz nâşının

Kaydı gerekmez başının din ü iman teşvişinin

Azbî gibi dilrişinin[483] canla Hakk dervişinin

Mısrî’ye uyan kişinin gider çürüğü işinin,
İçindeki can kuşunun eğlencesi tevhid olur. 

47

Âh dil düz çeker sanma ki kalakana[484] değer

Böyle karşı komadın aşıka ah yânedir

Çünkü can almaz vermez ya niçin kâne değer

Esecek bâd-ı sabâ aklıma san şâne değer,
Zirâ ol esrâr-ı dil zülf-ü perîşâne değer.
 

Hali ahvali beyan her kişinin er kişinin

Çünkü averesi oldu görünen cünbüşünün

Rehi aşkında senin derdinle dervişinin

Leb-ü dendânı hevâsiyle akan gözyaşının,
Birisi mâ’nâda bin lü’lü ü mercâna değer.  

Rehi aşkında senin olmayı dava kılanın

Bellidir her kişinin gerçi varmı yalanın

Aşık hasta dilin derdli canın alanın

Gam-ı hicrî ile âhı ona âşık olanın,
Çıkar eflâke iner tâ yedi nîrâna değer.  

Tâc ile tahtı dağladı nice peyk [485] gurrelerinin[486]

Ola mı cahil ile farkı bu dem terrelerin[487]

Arkası çün yere gelmez bilirem harrelerin[488]

Yüzünün mihrine karşu dolaşan dürlerinin,
Birinin nûru nice mihr-i dirâhşâne değer.  

Yüce gör kadrini sen aşkla etmek basanın

Birliğe postu döşer adettir pek basanın

Yüzünü görmeğe gel aşkla sen basanın

Eşiğinde baş urup sıdk ayağın berk basanın,
Başı arşa ayağı kürsî-i Rahmâna değer.  

İşidir her ne desen fehm ile hayvan kulağı

Vardır âşıkta dilâ din ile iman kulağı

Kimde gem olsa şehâ hubbeli[489] irfan kulağı

“Limen-il mülk“ nidâsın işiten can kulağı,
Anı cânından işitir yine cânâne değer.  

Sırrı esrarı ilâhî bu dem dilde bulan

Eremez Kâbe’ye ol Şam’ı bulup yolda kalan

Bir olur aşıka çün hayr ile şer küfr ü iman

Ol nidâyı işitir “men arefe“ vâkıf olan,
Lîk ol mâ’rifeti sanma her insâna değer.  

Görüp ol yârini yârin göre yârin bilişe

Göre ol yârini ân dem ona yaran alışa

Azbî yarınden erer yârini yarın görüşe

Sana bir cezbe Niyâzî ki o dosttan yetişe
Dükeli ins ile cinne olan ihsana değer.  


 

48

İhsânı feravan et cennet yolunu göster

Hem sohbetim irfan et zillet yolunu göster

Gel derd ile derman et rahat yolunu göster

Yâ Rab bize ihsân et vuslat yolunu göster,
Sûrette koma cân et uzlet yolunu göster.
  

Ey Mâliki kudret sen kıl bendene kim şefkat

Feth ola bana hikmet ihsanına yok gayet

Lutfunla edip himmet halime ola rahmet

Eyledi hevâ gâret oldu işimiz âdet,
Dergâhın ulu gâyet kudret yolunu göster.  

Meylimi safâdan kes yârimi cefâdan kes

Gönlümü nizadan kes hırsımı beladan kes

Kalbimi devadan kes zevk ile sefadan kes

Nefsimi hevâdan kes,  kalbimi riyâdan kes,
Meylimi sivâdan kes halvet yolunu göster.  

Lutfunla münasip kıl yolunda mücazip[490] kıl

Nâili merâtib[491] kıl sırrına sahip kıl

İhsanına vacip kıl aşkım dahi galip kıl

Candan sana tâlip kıl her tâate râğıp kıl
Bir Pîre musâhib kıl hizmet yolunu göster.  

Bahşet dem-i İsâ’yı der görmeğe mevtayı[492]

Arzet bana câyı[493] göster tene Mûsâ’yı

Arz ile müsemmâyı geldim sana ağlayı

Tâ’lim edip esmâyı bildir bize eşyâyı,
Duymaya “Ev ednâ” yı hikmet yolunu göster. 

Kimde görüne deyyâr[494] derviş olur ahir-kâr

Zevk olur ona efkâr yâr olur ona ağyar

Göründü ona her var kim oldu ülü’l ebsar[495]

Hâr içre biter gülzâr,  zâr içre doğar envâr,
Her şeyde tecellîn var rü’yet yolunu göster.  

Yârin bula gurbette sahip-kadem ülfette

Âlim ede sohbette arif olan elbette

Azbî gam mihnette rahat bula zillette

Şu kim ola vuslatta,  halvet bula celvette,
Bu Mısrî’ye kesrette vahdet yolunu göster.  


 

49

Ânın kim yoksa salâhı kuru meydânı neylerler

Acep nefsinden acizler gam-ı şeytanı neylerler

Selâmet menzili çün kim fenâdır şânı neylerler

Bilenler vech-i cânânı bu cism ü cânı neylerler,
Görünse şemsin envârı meh-i tâbânı neylerler.
  

Niçin gizlenmedi belli sıfatından münafıklar

Görür heer yerde şerrin ehli Habibinden cüdalıklar[496]

Sülûk arsa-i aşkta vücudu gamla yanıklar

Bugünkü cennet-i irfâna dâhil olsalar uşşâk,
Yarınki va’d olan hûri veya gılmanı neylerler.  

Ne sırdandır ki cinsi ile kişi eyler acep sohbet

Garibi vaslı dilberden beyandır âteşi garib

Kamu zerrat ile zâtın sıfatından ulu hikmet

Bugün âmâ olan yarın dahi âmâ olur elbet,
Aça gör cân gözün kim bî-basar nâdânı neylerler.  

Neden içinde derc oldu ulûm-u hikmeti Mahmud

Niçin esma müsemmadır müsemma hücceti mevcûd

Niçin her yerde zahirdir hakikat cismi nâ-mevcud[497]

Sülûk ehline insan sohbetin bulmak durur maksud,
O sohbet kim bulunsa sohbet-i hayvânı neylerler.  

Bulanlar merdi meydandır veli postun tarikçe

Veli der kim göründü ise hakikatten şeriatçe

Bulan ey dil tarikatte kemali sa’yi hizmette

Gönül duymazsa vicdân ile Allah’ı hakîkatçe,
Mücerred dildeki ilmi veya irfânı neylerler.  

Elin çek böyle himmetten riya ve ucb ola onda

Kemal gösterse sohbetten riya ve ucb ola onda

N’olur bu arzı hikmetten riya ve ucb ola onda

Ne hâsıl şol ibâdetten riyâ ve ucb ola anda,
Gider şirki gönülden Hakk’a kim tuğyânı neylerler.  

Özündür Mescid-i Aksa sözündür “Gul kefa bi’llâh”[498]

Eğer hemrenk oldunsa hakikat hoş rasülüllâh

Görünür sana her yüzden okursun “fî emâni’llâh”[499]

Salât-ı ehl-irfân kıblesidir “semme vech-ullâh”
O veche kul olanlar tâat-ı noksânı neylerler.  

Eğer ahının mevlâyı duyup hem-sâza[500] uydunsa

Sivâyi cismi hakkanî edip düşmanı duydunsa

O rûyun sırrına Azbî sen mahrem oldunsa

Niyâzî “küntü kenzen” sırrını kendinde buldunsa,
Süleymen tahtını,  ya hikmet-i Lokmân’ı neylerler


 

50

Kimi İsâ der kimi Mûsa acep cahil nedir

Cümlemiz Allah bir der arada batıl nedir

Ehli hikmetten sual et alemle gafil nedir

Ey gönül Mecnûn kimdir zahiren âkil nedir
Gâhi habs u gâh ıtlak olmadan hâsıl nedir

Kim ki Hakk’ı tanıdı Hak olmadı ehl-i acep

Kimdir Allah’ın rızasın etmeyen eya talep

Kimdedir Hakk’ın umuru kimdedir emri celp

Bunca kavgalar ki oldu geldi geçdi gitdi hep
Bâ’is-i kavga nedür bildün mi hiç asıl nedir

Terk edip cahilliğini irfana fetva verdiler

Ehli aşkı başka hâlet içre çünkü gördüler

Her biri kulu bulup bir yere dirildiler

Zülfi sevdasıyla âlem birbirine girdiler
Vade-i bezm-i visale kim erer vâsıl nedir

Çünkü ol ruhu revanım[501] kıldı isbatı makam

Kıldı kendi ehli vecde eyledi arz-ı kelam

Kondular bir gayrı devre eyleyüp birbir kıyam

Etdi binyüz birde bin bir hikmetin cümle tamâm
Oldı tekmîl-i fazilet seyr edün kâmil nedir

Ömrü Nuh ve sabrı Eyyüp ve şehidi Yahya gibi

Hükmü Yusuf zâr-ı Yakup muciz Musa gibi

Azbî her yüzden göründü çün yed-i beyza[502] gibi

Meryem ü İsâ vü Mehdî Âdem ü Havva gibi
On iki yaşındadır Mısrî aceb hâmil nedir

51

Nice bir yahşi yaman söyleye bu il nice bir

Nice bir olmaya sen bendeliği al nice bir

Nice bir eyleyesin hayr işe ihmal nice bir

Nice bir mekr-ü hiyel nikbet-i Deccâl nice bir,
Nice bir ey dini yok mezhebi yok dâl nice bir.
  

Nice bir putun ola dinde bu hal ile nice bir

Nice bir şayi’[503] ola halka bu ahval nice bir

Nice bir kârın n’ola haltla [504] ef’âl nice bir

Nice bir adlü katl fitne-i ihyâ edesin,
Beni öldür sunayım boynumu gel çâl nice bir.  

Âlemin halkına kalk nevale doldur dense

Köhne-i dünyayı alıp dinini öldür dense

Zülümle ahireti cenneti kaldır dense

Hükmü şer-i dahi kendine uydurdun ise,
Hâkimin hükmü yeter fitne ile âl nice bir.  

Terk edip fıskı bugün taatıyla alışalım

Gel şeriatla seninle biricik buluşalım

Arsa-i Hakk’ta salât gürzünü gel salışalım

Hâzırım ben hünerin var ise gel görüşelim,
İlm-i Ledün okunu gürzünü gel sâl nice bir.  

Zahida oldu cihanın şerefi gündüz ile

Görmüşem Hakk’ı bugün Hakk gözüyüm Hakk gözüyle

Azbî ya hemdem ola kimki netice öz ile

Şerr-i Deccâli def-i mümkün ola mı söz ile
Mısrıyâ var ise hâlin o yeter kâl nice bir.  


 

52

Âşıkım eyler isem iftihar

Gördü gözüm çünkü yüzün âşikâr

Etme kerem eyle beni Şir [505] mesar[506]

Oldu yüzün subh-i senin ey nigâr,
اِنْـفَجَـر  يَـنْفَجِرُ  اِنْـفِجَارٌ

Oldu gönül şerha gibi yareli

Ben sır ile sır evine gireli

San [507] ölüyüm sana gönül vereli

Kalmadı bu dilde seni göreli,
اِصْطَـبَـرَ  يَصْـطَبِرُ  اِصْطـِبَارٌ

Sana yakın oldu iman küfr ile

Seni arar her biri bir emr ile

Yakar tenim hicr ü gamı kahr ile

Lutfedüp etme beni bin cevr ile
اِخْـتَبـَرَ  يَخـْتَـبِرُ  اِخْتِـبَارٌ

Kimse senin karışamaz vermene

Mâil imiş can ile dil handene [508]

Kılma cefâ bend u efgendene

Sana atâlar yaraşur bendene,
اِفْتَـخَرَ  يَفْـتَخِرُ  اِفْــتِـخَارٌ

Bab-ı tevekkülde durup bekledin

Gerçi gönül hayli zaman inledin

Bunca zaman oldu nedip neyledin

Yetmişe vardı yaş eyledin,
اِخْتَـيَرَ  يَخْتَـيِرُ  اِخْتِـيـَارٌ

Ferd ü ehad Azbî’ye birdir ehad

Zahir u batında ehad hem ebed

Lutfuna çün olmaya hadd ü ehad

İtme Niyâzî gedâyî meded,
اِنْـتَظَــرَ يَنْـتَظِـرُ  اِنْـتِـظَارٌ

53

Ey gönül namusu arın kandedir

Şadumansın[509] âh u zarın kandedir

Vaslı yarsın elde varın kandedir

Ey garib bülbül diyârın kândedir,
Bir haber ver gülizârın kândedir,

Çünkü sen âşk ile berdâr [510] olmadın

Yok iline varuben vâr olmadın

Mâil yâri vefâdar olmadın

Sen bu ilde kimseye yâr olmadın,
Var senin elbette yârin kândedir.  

Bilmedi hiç kimse hoş adın senin

Arttı günden güne feryadın senin

Âh u efgânın oldu mu’tadın senin

Aşk içinde kimdir üstâdın senin,
Bu senin sabr-u karârın kândedir.  

Vahdet-i fehm eyleyip halvettesin

Bir enisin yok aceb hasrettesin,
Rahatı terk eyledin mihnettesin,
Gece gündüz bilmeyüp hayrettesin,
Yâ senin leyl-ü nehârın kândedir.  

Cümle âlem mâil olmuş sözüne 

Ne göründü güle karşı gözüne,
Ne büründü baktığınca özüne,
Kimse mahrem olmadı hiç râzına,
Bilmediler şeh-süvârın kândedir.  

Azbî’i ağlar iken güldür diler

Gökte uçarken seni indirdiler,
Çâr-ı unsur bendlerine urdular,
Nûr iken adın Niyâzî dediler,
Şol ezelki itibârın kândedir. 


 

54

Kimi inkâr eder beni kimi Yezdân görür

Kimi puthâne der beni kimi zıllı [511] rahman görür

Münkerlere put kendiyim ârif olan kur’ân görür

Halk içre bir âyineyim herkes bakar bir an görür,
Her ne görür kendi yüzün ger yahşi ger yaman görür.
  

Bu dilberi kân u kerem bu san’atı her bâr [512] eder

Hiç suçu yok bir kimsenin sorsak ona deyyar [513] eder

Görse beni bir ehli hal Hakk’tır bana ikrar eyler

Şol câhil-ü nâdânı gör örter Hakk’ı inkâr eder,
Kâmil olanlar kâmilin herbir sözü bürhân
 görür.  

Nefsimledir cenkim gönül münkirlerle cidal [514]değil

Her ne ceza kılsın bana kimdir bana mahal değil

Ne zem olsam zarar değil ne medh olsam efdal değil

Medh ile zemmi âlemin kıymette bir hardal değil,
Hâr o durur harmanda ol buğdayı kor saman görür.  

Umura [515] nazar eylersen Hakk’tan onu anla dolu

Can u gönülden zerrenin bekle kapısın ol kulu

Bir pirin tut dâmenini hizmet eyle anla yolu

Tuttu rikâbın ârifin nice salâtin-i ulu
Kâmil olan sultânı gör dervişi ol sultân görür.  

Hayvanı görse bu gözün hayvanı ko insana bak

Olmak dilersen ehl-i aşk âşk ehline bir tane bak

Her gördüğün kemter kula arif isen merdane bak

Dervişi Hakk yakmış iken anı yakan sultâna bak,
Hamam içinde dilberi görmez gözü külhân görür.  

Kuş dilini fehm eyledi ki âşık kitabın okudu

Çünkü eminim âdemim Mevla sırrı bende

Azbî cevlân ederdin sen kevn u mekân hiç yoktu

Ol dilberin Mehdî adı sükker durur halka tadı,
Mısrî çeker bu mihneti ol râhatı Rahmân görür.  


 

55

Gönlümde benim nefsle hayli kederim var

Dünyada dahi hırsla [516]yer yer eserim var

Bidim feleğin devrini ondan haberim var

Esmâ-i ilâhiyyede bî-had hünerim var,
Her demde semâvat-ı hurûfa seferim var.
  

Mevlâyı o kim bilmedi dini ebedi yok

Bir duzaha[517] düşmüş ki halasa mededi yok

Her kim ki Hakk’ı bilmedi onun ahadi [518] yok

Gönlüm göğünün yıldızıdır hiç adedi yok,
Her burçta benim bin güneş bin kamerim var.  

Âşık olana hak nazarın vermese iz’an [519]

Devri feleği anlamayan devr ile hayvan

Derc oldu kamu âleme bu ilmile irfan

Âlimler ebced hacesi olmak olur âr,
Alçak görünen ebced’e âlî nazarım var.  

Âdem yüzüne can gözünü açtı gelip bak

Hep bildiğini ârif isen cümle bırak yak

Mestane olan elbet eder keşfi “enel hakk”

Arş u semâvatı ulûmun budur el-hak,
Hem dahi zemininde tükenmez güherim var. 

Fehm eyleyemez âşık olan zülümle kesri

Taş yağsa ne eder fehm edemez mucib zecri [520]

Her can bu dili anlayamaz epsem[521] ol Azbî

Bununla bir oldu dem-i Îsâ ile Mısrî,
Gönlüme dahi ne gelirim ne giderim var. 


 

56

Senden benim umduğum sanma bu gün vefâdır

Senden kim vefânla bana ayni cefadır

Senin bekâ sandığın vallâhî hep fenâdır

Vallâhi Deccâl senin emeklerin hebâdır,
Çalıştığın sihirler ha bir kuru kavgâdır.
  

Âyine-i kalbini etme paslı pür keder

Kaydı fenâyı unut bil bu iş muteber

Zevk-i fenadan bugün çek elini ey püser[522]

Muhittir Allâh seni her işin ol halk eder,
Mekr-i Hüdâ’dan sakın bal sandığın belâdır.  

Olma ölü kişi hâk [523] gibi özün toz et

Bul bir kâmil ehli hal ikrar u iman kıl söz et

Nefsin ile rezil ruhunu gider bezet [524]

Müstedricün keydini keydin içinde gözet,
Kazma derin kuyuyu boyunca var kazadır.  

Hırsla nefsin unut gele Hüda’nın cezbesi

Ruhu besle meded[525] arşa çıka rutbesi

Dokunmasın pek sakın sana siva güllesi

Hasmını da bir gözet var mı sana hilesi,
Bî-hod olandan sakın kim sâhibi Hüdâdır.  

Lemâyı Hakk’tan sana çünkü eser çok ise

Âyine-i kalbi sil dilde keder çok ise

Sende eğer ey kişi ilm-i haber çok ise

Dud-ı kazzın askeri her ne kadar çok ise,
Beyzâya girince ol asker ona gıdadır.  

Gel bu sivan eridir nara özün yakma kim

Âşık u mâşuk birdir anı iki sanma kim

Azbî biçâre-i Hakk’dan ayrı sanma kim

Çamurda sen Mısrî’yi çok gördükçe basma kim,
Mazlûma sen kıyarsın Allâh sana kıyâdır.  


 

57

Âkil isen ey gönül bir teftiş eyle

Evvelince pirin dergahını bekle

Nefs haklar isen bendimi dinle

İnile ey derdli gönül inile,
Ehl-i derdin inleyecek çağıdır.
  

Döne yaşınla değirmen aşkla

Sana külhan ola Gülşen aşkla

Bulmaya çünkü fenâ ten aşkla

Gel timâr et yareni sen aşk ile
Yarelerin onulacak çağıdır.  

Kim şeriat içre ol bilmez edep

Şol ki gafletle yatup etmez talep,
Gövdesinde yok mu ola canı aceb.  

İşte vahdet gülleri açıldı hep,
Bülbülün efgân edecek çağıdır. 

Gel edin bülbül idin sen bülbüle

Sen nedîm idin ezel ol şâh ile
İmtihân için gelip sen bu il’e.  

İnlemek sana yaraşur derd ile
Hem gözün kan ağlayacak çağıdır.  

Vaslı yari subhdem[526] ister bu ten

Yok kararı gönlümün bilmem neden,
Kasd eder bin pâre ola bu beden, 

Var ise gitmek gerek bu areden,
Aslına azmeyleyecek çağıdır.  

 

Oku azbî “ve hussile mâ fî’s-sudur”[527]

Ey Niyâzî dünyâda etmez huzûr,
Şol kişi kim olmaya ehl-i gurûr, 

Hakk’ı anla etmeden bundan ubûr,
Mevtin elçisi gelecek çağıdır.  


 

58

Bu “ene’l hakk” davasıdır bunda oynar başlar

Onun için göremez hurşid [528] yüzün huffaşlar [529]

Hak sözü etmez kabul münkir olan kallaşlar [530]

Âteş-i hicrinle can durmaz figâna başlar,
Kaynayup akar ol âteşle gözümden yaşlar.
  

Aslı fer’i kandedir gel sor beni yakan odun

Yerde gökte meskeni yok gör beni yakan odun

Âlemi ihrak [531] ederdi bil beni yakan odun

Zerresi zâhir olaydı ger beni yakan odun,
Âlemi uçtan uca yakaydı hep âteşler.  

Herkesin halini beyan haktır kemâlin rütbesi

Yanında fânusu hayal içre hakikat şem’ası[532]

Âlemi kıldı ihata zât-ı Hakk’ın lem’âsi[533]

Harfe savte dokunaydı bu iniltim şemmesi,
İnler idi yer ü gök dağlar ile hep taşlar.  

Âşıkın bir kârı var meydân içinde gizlidir

Hırka-i şalım gibi erkân içinde gizlidir

Küfrünle dinim benim iman içinde gizlidir

Âteşim yâşım iniltim cân içinde gizlidir,
Zâhirimde yok içimde hâsıl oldu yaşlar.  

Nârıyım Nemrûd’un illâ Halîl’e zemzem

Bendedir sırrı Âdem Safî’den Ekrem

Yine sırrımdır benimle her demde hemdem

Bî-kesem bu âlem içre sırrıma yok mahrem,
Bilmedi derdim benim ne kavm u ne gardaşlar.  

Fani dünyanın diriğa[534] handesine[535] aldanan

Âlem-i süflide kaldı devletine aldanan

Kimi ender fenâdır buldu ulvîde mekân

Hâlime haldâş olan hem sırrıma sırdâş olan,
Cümle dağıldı başımdan kalmadı haldaşlar.  

Lâ ve illâ dan gönül geç bundadır sırrı aceb

Ne kaçâr zahm-ı[536] habibden ne arar zahma[537] tabib [538]

Herkes bir güzele baksa yâr ayn-ı rakîb

Mahv-ı sırra düştü çün dil bunda ben oldum garib,
Yalnız kaldım tükendi kalmadı koldâşlar.  

Nuru esrâr-ı hakikat zerreden yüz gösterir

Hak Süleymanı ararsın katreden yüz gösterir

Afitab-ı [539] tab-ı âlem [540] şem’adan yüz gösterir

Vech-i mutlak günde yüzbin çehreden yüz gösterir,
Yerde gökte anı yazar cümleten nakkaşlar.  

Azbî’yi nefsinden alır lanet senin deyü racim

Bir elifle birbirine girdi cânâ ayn ve mim

Nâs-ı hâsın maksudu çün oldu lâm mim cim

Nicesi tâkat getürsün ona karşı Mısrî kim,
Adın işitmekle düştü halka bu savaşlar.  

59

Cânımız kurbandır illâ tendedir cânânımız

Çünkü mihmân oldu dilde dilberi dermânımız

Bu sebepten fark olunmaz vâlih[541] ü hayranımız

Sırf içirdi bize vahdet câmını cânânımız,
Onun için bir nefes ayrılmadı mestânımız.
 

Düzahi [542]cennet kim anlar zevk gülzardan bugün

Dilber-i rana [543] edenler nefs emmâreden bugün

Yok ile ol kes değişti eldeki vârın bugün

Küfr-ü imân gussasından kurtulup Yâr’in bugün,
Şol ruh-i zülfünde bulduk küfr ile imânımız. 

Sanmaki senden ve ondan yok gönül var şey umar

Ki çeşmim hayr ile şerden eyleyip yokta karar

Hamdülillah oldu tekmil u figan ve âh u zar

Lutf ile dün gice geldi bize teşrif etti Yâr,
Adın işitirken il oldu şükür mihmânımız. 

Canıma minnet bilüben gelmişim nâdanlığa[544]

İtibar kalmadı zahid fenâ sultanlığına

Hânemizi hâli [545] buldu yâr mihmânlığına

Nice geldi cânı teslim eyledik kurbanlığa,
Hamd-ü lillâh kabul oldu bugün kurbânımız. 

Râdeti [546] cüzî ise var elde zahid müşrik

“tü’tî’l-mülke men teşâ” [547] dersi olmuş malik

Belenli [548] âlidir hakikât menzili çün salik

Halk-ı âlem her dem okur “Küllü şey’in halikün“,
Kendi okur dâimâ “İllâ vechehu
“ Subhânımız. 

Sanma kim sohbet eder gönlüm seninle anlanır

Bu sözüm deme cihanda koş tenle anlanır

Hakk derim Hakk’ı söylerim gönlüm benimle anlanır

Bir aceb hatlar dürur gâh yazılur,  gâh silinir,
Vech-i bâkî levhi üzre dâimâ â’yânımız. 

Olmaya hemdem fenâda âşık dil mest ile

Gönlümüz hoştur cihanda nist’le[549] ve hesti ’ le[550]

Azbî hoştur gönlümüz bir dostla bir post ile

Aşinâlık arttığınca ey Niyâzî dost ile
Arttı bezm-i vahdet içre günbegün seyranımız


 

60

Geçmişiz Mecnunluğu sirette Leylâ olmuşuz

Vasılı esrâr-ı yâriz ayn-ı eşya olmuşuz

Okuyan esma okur bizler muamma olmuşuz

Tâ ezelden biz bu aşk içinde rüsvâ olmuşuz,
İsmimizdir söylenen mâ’nada Ankâ
 olmuşuz. 

Kalmışız kesrette kavga içre cana sandılar

Sohbet-i hâsımdır [551] ol meh zahid el-leylü ve Nehar

Kande baksam sevgili yârim görünüyor âşikar

Şol izâfât-u taayyün sofların giysek ne var,
Çünkü ondan soyunup ma’nen muarrâ olmuşuz. 

Genc-i istiğnaya saldık postumuz sır bekleriz

Vasl-ı hakk’al yakîniz vârı yoğu neyleriz

Hamdülillâh kande baksa yâri seyran eyleriz

Mantık-at-tayr’ın lûgâtı muğlâkından söyleriz,
Herkes anlamaz bizi,  bizler muammâ olmuşuz

Çün sırat-ül müstekimdir salike şeyhin izi

Nola hizmet arz ederse şeyhine salik yüzü

Şüphesiz onda hakikat açılır Ruşen gözü

Lafz u sûret cism ile anlamak isterler bizi,
Biz ne elfâzız ne sûret,  cümle mâ’nâ olmuşuz. 

Aynı erkânı bilmez olmatıp satir [552] uyup

Emr u nehyi münkeri fark etmeyen paslı kalıp

Kendi kaynar kendi oynar çıktığı yerde kalır

Katreler ırmağa, ırmak erdi bahre, cem olup,
Karışup birbirine hâlâ o deryâ olmuşuz. 

Yaraşır âşıkların feryad ederse şânına

Âşıkın çünkü bakılmaz küfrüne imanına

Her kimin kim pertevi [553] canânı saldı cânına

Zerreler şemse,  güneş erişti vahdet kânına,
Kalmadı aslâ taaddüd ferd-ü yektâ olmuşuz. 

Sureti sırrı tarîki bellidir âyinede

Sûziş [554] cezbe Dilara hoş sâf sinede

Bellidir künhü[555] kanaat çünkü hatta handede

Her kesâfet kim izâfet gösterir âyînede,
Ol kudûret tozunu silüp mücellâ olmuşuz. 

Herkesin iblis yüzünün vardır isi nefsidir

Çün elifden yaya dek Tahir habibin ismidir

Zât-ı esmâda tecelli hem müsemma cismidir

Zâhidin zikrettiği şol harf-i savtın resmidir,
Zâkir-u mezkûr zikre biz müsemmâ olmuşuz. 

Mazi-i müstakbeli geçti vücuda kalmazız

Ehl-i hale kurbanız biz münkere râm olmazız

Biz tecelli kendiyiz zahid teselli bilmeziz

Sofunun şol hûy-u hâyi narâsından almazız,
Vasl-ı deryâyız biz,  ol sesden müberrâ olmuşuz. 

Âlem-i muayyende bir bil padişah kemteri

Yine yek[556] sözdür hakikat ayn-i irşadın sırrı

Âlem surettedir yârin cemâli pertevi

“Alleme’l esmâ”ya mazhar istersen gel berû,
Âdem
 u hem ona ta’lim olan esmâ olmuşuz. 

Azbî’nin katline fetva bende versem deme kim

Gel muhibbi hânedân ol âşkı bulsam deme kim

Küfre erme vuslat-ı dildâra ersem deme kim

Ten gözüyle Mısrî’yi sûrette görsem deme kim,
Zirâ biz ol Kâf-ı sûret içre Ankâ
 olmuşuz. 


 

61

Hakk bir imandır her nadan bilmez

Lutfunu gören ağlar gülemez

Bî-nişan olur zât ve sıfattan

Bulan özünü,  gören yüzünü,
Bir yüzü dahi görmek dilemez.
 

Hayr ile şerden haberdâr olan

Fâş etmez sırrı gerçektir yalan

Kesrette gezer vahdette duran

Vuslatta olan,  hayrette kalan,
Aklın diremez,  kendin bulamaz. 

Biçâre gönül bir çâre umar

Âh eyler iniler dermânın arar

Dâima ağlar derdi olanlar

Her şâm u seher odlara yanar,
Hem benzi solar ağlar gülemez. 

Hakk ilmin öğren hâzık[557] olagör

Mestane gözün ayık olagör

Künhü esrâra layık olagör

Âşık olagör,  sâdık olagör,
Cehd eylemeyen menzil alamaz. 

Azbî özünde Hakk’ı bulalı

Özünde özün sakla bul onu

Çeşmin yaşı akar bulalı

Meftûn olalı,  mecnûn olalı,
Bu Mısrî dahi akla gelemez. 


 

62

Esrar sözü cahile kâmil gibi dinlemez

Hakikatin aslına masivadan ayrılmaz

Marifetin hak yüzü tarikatsiz görünmez

Şeriatin sözleri hakîkatsiz bilinmez,
Hakîkatin sözleri tarîkatsiz bulunmaz.
 

Oku gönül dersini ola veli muteber

Uyma sakın aklına gelmeye ruhuna hatar [558]

“Nahnü kasemna”[559] dır aldın ise Hakk haberi

Savm u salâtu zekât,  günâh kirin mahveder,
Darb-ı zikir olmasa gönül pası silinmez. 

Mürşide bel bağlayan izledi Hakk’tan izi

Tuttu cihan yüzünü zâhir gönül yıldızı

Bendesiyim veche var kim ki anlar bu sözü

Sil gözünü dön ondan bak göresin kendi özünü,
Hakîkatin güneşi doğmuş durur dolanmaz. 

Gözle muvafık hevâ gamda kalır kimiler

Menzili cehd eyle gitse bulur kimiler

Zahir icadı halas niyete bulur kimiler

 “Kavseyn“e erişince varır gelir gemiler,
“Ev-ednâ
“nın bahrına hergiz gemi salınmaz. 

Sermayesi sâlikin sa’ ile bin emektir

Ona kitâb-ı kadim ıbretle felektir

Sensin seni götüren sanmaki ol semektir[560]

O deryâya dalmağa can terkin urmak gerek,
Cânına kıymayınca o deryâya dalınmaz. 

Âşıka dilber ne gam eylese ger bu nâzı

Nakş-ı hayal eyleyen dilde görür hicâzı

Hakikatin piridir Azbî edem mecâzi

Bu sûretin libâsın ver gayriye Niyâzî,
Ol bahre dalar isen şâyet geri gelinmez. 


 

63

Olmaz ankâ ile yek-dil mekes[561]

Cümlenin pâyinde âşık oldu pes

Subhdem Hakk’tan çağır Hakk ile ses

Vasl-ı Hakk olmağa eylersen heves,
Aşka ulaş gayriden gönlünü kes.
 

Âşkla çağlar idi derya dilâ

Âşkla yer gök durur kâim şehâ

Âşkla devran eder arz u semâ

Gayri nesne sanma aşkı zâhidâ,
Kendi cennetten oluptur muktebes. 

Âşk yolunda varlığı ağyara ver

Cânını terk eyleyip cânane er

Kuşe-i hayrette sana kalma der

Cism-ü cânın ko yükün yükledi-ver,
Râh-ı aşka gidemez merkeb feres. 

Ol ki âşktan gördü Hakk’ın zerresin

Tekye-i irfanda yaktı şem’asın

Kim ki bulduysa vücudun lem’asın

Tarfet-ül-ayn içre yakar cümlesin,
Ger dokunsa nâr-ı aşktan bir kubes. 

Aşkla yansın dahi subh u mesâ [562]

Çün san âşkı Hüdâ’dır rehnümâ[563]

Zikr u fikrin ola Hakk’tan masiva

Kârıbândır bu halâik dâimâ,
Ehl-i aşk
 içinde olmuşlar ceres. 

Hâbı gafletten gözün aç gel uyan

Tabiî ki sevdâ-i hâme[564] yok uran

Nokta-i sırrı ilâhide ıyan[565]

Onsekizbin âlemi tutup duran,
Kâf-u nûnun terkibiyle yek nefes. 

Doldu Azbî’ye Hakk’tan iştiyak

Hakk yakîn oldubana sensin ırak

Mâsivadan yum gözün Mevlâya bak

Bağ-ı cennetde olursa oda yak,
Ey Niyâzî koma dilde hâr u has 

64

Buldum aradım geldim mürşid bana Kur’an imiş

Dostum diye çağırdığım benden yana seyranmış

Bu remzi ârif fehm eder puşide-i [566] nâdanmış[567]

Dermân arardım derdime derdim bana dermân imiş,
Bürhân sorardım aslıma aslım bana bürhân
 imiş. 

Bir mürşide muhtaç idim yârdan haber sorsam deyü

Aklı hayal fikrimi dildârıma versem deyü

Sa’yi beliğ eyler idim ya vaslına ersem deyü

Sağ u solum gözler idim dost yüzünü görsem deyü,
Ben taşrada arar idim ol cân içinde cân imiş. 

Hayli zamandır sevdiğim hicr u gamınla sayruyem[568]

Merğubiyem[569] özcanımın halkın yanında horiyem[570]

Zâhir u batında elhak Hakk özüme doğruyem

Öyle sanırdım ayriyem dost gayrıdır ben gayriyem,
Benden görüp işiteni bildim ki ol cânân imiş. 

Oldu tevekkül hem rıza tesbihi âşık dervişin

Mahvi vücud etmen gerek batında zâhir teşvişin[571]

Hakk yoluna talip isen Hakk’tan ola her cünbüşün

Savm u sâlât u hac ile sanma biter zâhid işin,
İnsân-ı Kâmil olmaya lâzım olan irfân imiş

Her ne tâlip eyler isen olur senin Hakk ilmin

Acep riyayı terk edip at bu fenâda emelin

Gelmez ise idrâke hayf [572] zâtınla aslın senin

Kande gelir yolun senin ya kande varır menzilin,

Nerden gelip gittiğini anlamayan hayvân imiş. 

Sanma olur vechi Hüdâ irfanla Hakk’al-yakîn

Bildi sülûk ile bilen nûru Hakk’ı ilm’el-yakîn

Kenz-i fenâ ola özün ola Hüdâ’ya hem nişîn[573]

Mürşid gerektir bildire Hakk’ı sana Hakk’al-yakîn,

Mürşidi olmayanların bildikleri gümân imiş. 

Vaslı Habibe ermek ariflere devran budur

Cennette dîdâr isteyen zemzem bilir sohbet budur

İmâna gelmekliğin üzre Allah-ü a’lem [574]söz budur

Her mürşide dil verme kim yolun sarpa uğratır,

Mürşidi Kâmil olanın gâyet yolu âsân imiş

 Herkes görüp işittiğini söyler sana bir bir durur

“hubbul vatan” [575]manzumunun şerh beyân-ı bu durur

Batın gözü görür onu sanma bu göz yüzü görür

Anla hemen bir söz durur yokuş değildir düz durur,

Âlem kamû bir yüz dürur gören anı hayrân imiş. 

Terk etme irfân sohbetin göster bize gel Hakk yüzün

İki cihanda bil özün ârif ola hem ak yüzün

Azbî vücudun Mısrî’dir gördün ise gör bak yüzün

İşit Niyâzî’nin sözün bir nesne örtmez Hakk yüzün,
Hakk’dan ayân bir nesne yok gözsüzlere pinhân imiş


 

65

Her biri bir yüzde tayran [576]eylemiş

Hâl-i âşkı perişân eylemiş

Bülbülün kârını efgân eylemiş

Her yeri hüsnün gülistân eylemiş,
Her tarafta bağ-u bostân eylemiş.
 

Bağlamış her harfi nun kâf ile

Âlemi bir eylemiş eltâf ile

Herkese eyle nazar insaf ile

Ziynet etmiş zîr-ü pes evsâf ile
Her sıfattan zâtın ilân eylemiş. 

Münkirin kârı oluptur ihtimal

Zahidin kârı imiş bâri hayal

Âşıka her dem olur zevk u visal

Bunca evsaftan görünen bir cemâl,
Bir cemâli bunca elvân eylemiş. 

Sırrı esmâ-i müsemma sandığın

Masivadır hubbu Mevla sandığın

Sureti eşyayı mana sandığın

Hep kitâb-ı Hakk’dır eşyâ sandığın,
Ol okur kim seyr-i evtân eylemiş. 

Varı batındır selamet aynı zat

Sûret-i zâhirde çoktur müşkülât

Keşf olur bir zerre içre mümkünat

Hüsnünü izhâr eder cümle sıfât,
Zâtına insânı bürhân
 eylemiş. 

Gördüğün dervişe bakma câna bak

Onu idrak bahşeden sultana bak

Mürşidi kâmil görüp sübhâna bak

Hakk’ı istersen yürü insâna bak,
Şems-i zât yüzünde rahşân eylemiş. 

Hakk’a vuslat pir yüzünden görünür

Ehl-i hâl hal izinden görünür

Ârife mevlâ sözünden görünür

Hakk yüzü insân yüzünden görünür,
Zât-ı Rahmân şeklin insân eylemiş. 

Kıldı efkârı çeşmini pür-hun[577] onun

Âb-ı zemzemle vücudun yuğ onun

Aklı fikri aldı dehrî [578] dûn[579] onun

Nice görsün şems-i vechin çün onun,
Zâhidi a’mâ ki tuğyân eylemiş. 

Cinsine arz etme takvayı şeha

İblis merdude [580] dönmüş kuyuya

Bilmez eyvallâh sözün cahil dilâ

İçini almış onun zerk ü riyâ,
Gönlünü şeytân perişân eylemiş. 

Künhüne vasıl olucak arifin

Arif isen vechine bak ârifin

Hakk özüdür gördüğü yok arifin

Her nazarda gördüğü Hakk ârifin,
Her görüşte nice ihsân eylemiş. 

Her kime pirden atâ ihsan ola

Feyzi Hakk ondan gelip mihman ola

Kendi rabbi nefs olup sultan ola

Hakk’ı anlamak değil âsân ola,
Adetâ Hakk böyle erkân eylemiş. 

Hakk’a ulaş hile-i nefsden kesil

Ola eşki çeşmi misli aynı sebil

Yana âşk tennuru[581] içre akl u dil

Sâlik erince kemâle şöyle bil,
Yüreğin baş bağrını kan eylemiş. 

Azbî’nin hâli yamandır zevk ile

Merd u meydan hünerdir şevk ile

Geldi bu meydan âşka aşkı ile

Anlayınca Zât-ı Hakk’ı zevk ile

Bu Niyâzî nice seyrân eylemiş.


 

66

Ne sa’nat gösterir üstad onu haddin rahim etmiş

Tekebbür câmesin her kim gir onu racim etmiş

Kimin cebbâr u bed efâl [582] kimin tab-ı selim[583] etmiş

Gözet sun-i kadîmi kim kimin halkın azîm etmiş,
Tamam halka olan,  fiilin,  dilin,  gönlün kerîm etmiş.
 

Kimisin habbeye muhtaç kimin sahib-i serir[584] etmiş

Kimin pür akl-ı eflatun  kimin dehre emir etmiş

Kimini nefs-i gaddare eli bağlı esir etmiş

Kimin bed nefsi bed ef’âl-u bed hûyu zamîr etmiş,
Kahr evsâfına mazhar kılup anı leîm etmiş. 

Veli ki hûr [585] sultandır bir âşık olsa ger şair

Mutahhar âşık ol epsem [586] tekellümden olur zahir

Hakikat arsası içre olan kahir olur kâfir

Ne kim takdir edüptür Hakk olur elbette ol zâhir,
Ne tedbir edevüz ana ki takdîrin hakîm etmiş. 

Severler can ile yâri ederse cevr incinmez

Eder bin can ile hizmet ne olsa emre incinmez

Hakikat ehli cahil görürsün köre incinmez

Velî ârif olan lutfa sevinmez kahre incinmez,
Eyü kim cümleten halka âtâsın ol amim etmiş.

Nümâyan [587]oldu her yerde şeriâtle görür kim Hakk

Önünde rehnümâ [588]olmuş tarikatle görür kim Hakk

Cihânı pür ziya eden hidayetle görür kim Hakk

İkisin bir bilüp doğru hakîkatle görür kim Hak,
Anınçün birini kahhar edip birini halîm etmiş. 

Sana Hakk’tan sual olsa cevâb-ı şâfii [589]bilmezsin

Rumuzu mâ-arafnâ’yı[590] özün tahtında görmezsin

Sen Azbî “lahmüke lahmî” [591]sözün remzini bilmezsin

Ne hâsıl ey Niyâzî Cennet-i irfâna girmezsen,
Tutalım Hakk yerin anda senin dâr-ı-naîm etmiş. 


 

67

Kendini aşk ehline zahid niçin eyler çün has

Münkire derki ikrar ederken maazallah ne has

Razi olmuştur bu kavle cümleten nâs u havâs

Bu tabiat zulmetinden bulmak istersen halâs,
Gel riyâzetle arıt bu cism u cânı çün rasâs

Seni lâyık mı ede mağlup dilâ her bâr nefs

Fark eder senden diriğa [592]yâr ile ağyar nefs

Fil-hakikât çünkü birdir “leyse fi’d-diyâr-ı nefs”[593]

Nice mecruh eylediyse rûhunu emmâre nefs,
Sen de gürz-i zikrile dön başına eyle kısâs. 

Hükmüne her kimin kâil oldu hakka hâlimin

Bende-i ednâsı oldu hamdülillâh âlemin

Kimse mahrum olmadı hayfa benim ahvâlimin

Her ne vaktin gâlip olsa kes gıdâsın zâlimin,
Gece gündüz cünne-i tevhidi kıl sana menâs. 

Âteşi aşk ile âşka sen yâne gel ey gönül

Bâde-i feyz ezelden iç kanâ kıl ey gönül

Düşman ile dostuna iyi sana gel ey gönül

Uzlet-i halk ihtiyâr et sen sana gel ey gönül,
Tâ bulasın uzletiyle Hakk katında ihtisâs. 

Zerre kadar kalmaya kalbin içinde hem keder

Çün budur âlem içinde zahir u batın haber

Hem duyar sırrı Hüdâ’dan Azbî bir mânendedir[594]

Ey Niyâzî bu riyâzât yoluna kim gittiyse,

Buldular şol zevki kim buldu anı ancak havâs


 

68

Sûre-i seb’ul mesâni Hakk’tır ayetten garaz

Mebde-i sırrı maaddir kat’ı mihnetten garaz

Küfrüle iman oluptur Hakk’a illetten garaz

Sen seni bilmektir ancak Pîr’e ülfetten garaz,
Noktayı fehm eylemektir ilm-ü irfândan garaz.
 

Mekteb-i ilm-i ezelden arz-ı hikmet eyledi

Küfr-ü zülmet içre kaldı ola ki illet ede

Hayr ile şerre veli Hakk’a şehâdet eyledi

Halkı bunca Enbiyâ kim geldi dâvet eyledi,
Vahdedin sırrı bilinmektir o dâvetten garaz. 

Lutf u Hakk’tan her nebi bürhanı hüccet gösterir

Sanma arz-ı nefs edip edip halka kerâmet göster

Her ne gösterse senâ kıl onu kudret göster

Sâni-i gör,  günde yüzbin türlü sanat gösterir,
Kendini göstermek içindir o san’attan garaz. 

Zâhid bir nokta oldu bunca elvândan [595] murad

Hakkı bilmektir netice cümle irfandan murad

Sen seni bilmektir ancak emr-i Kur’andan murad

Hep celâlin perdesidir küfr-ü isyândan murad,
Bahr-ı vücûdun katresidir fazl u rahmetten garaz. 

Azbî’ya hicran ile yandın firâkı mihnete

Çünkü dostundan cüdâ düştün diyarı gurbete

Hakk’ı ikrar eyleyen eyler bakar mı hüccete

Nefsini bilen erermiş bir tükenmez devlete,
“Fakru fahrî” dir Niyâzî bil o devletten garaz. 


 

69

Çün şerîattır hakikât ehline hâza [596] sırat

Emr u nehyi münkeri ârif gibi kıl irtibat

Sırrını fâş etmeye özün sırrını eyle sımat [597]

Her denînin sözüne aldanıp etme ihtilât,
Her leîmi sırra mahrem sanma eyle ihtiyât

Bilme şeytandan günahı olma nefse âşina

Sonra yüzbin pişman oldunsa yok atâ

Hâb-ı gafletten uyar canın nasihattir sana

Şol ki söz kadrin bilir cânın nisâr eyle ana
Ayağının altına döşe yüzünü çün bisât. 

Bu vücudu Hakk’a ikrar etmeğe bir senin bilir

Ehl-i la’bin[598] halini çün yine ehli din bilir

Ehl-i aşk mahbubunu bir çift bilir bir tekbilir

Arifin kadrin yine ol ârif olanlar bilir,
Ehl-i ulûvvun rütbesini bilmez ehl-i inhitât. 

Pür ferah olma sana geldikçe dünya ta’nesi [599]

Özünü aldatmasın fânide sevdâ ta’nesi

Dilberin lutfu sana hoştur ki halva [600] ta’nesi

Güç getirme kendine geldikçe a’dâ tâ’nesi,
Sükkeri halvâdır andan hâsıl olur inbisât. 

Sana irfan ile düzah tâ ola bağ-ı irem

Yok yere çekme kasavet her işi bil muhterem

Hâtır-ı naşad-ı ki Azbî edersen pür-elem

Ey Niyâzî fâriğ-u âzâde ol var çekme gam,
Kahr u lütfu bir bilirsen gam olur sana neşât.  


 

70

Bize ta’n eylese gam-ı özün bilmez meğer vâiz

Bu atıp tutmasın gördüm dedim bende nedir vâiz

Sana ehli dilin cümle duası hep budur vâiz

Bugün bir meclise vardım oturmuş pend eder vâiz,
Okur açmış kitâbını bu halkı ağladır vâiz.
 

Kimini âh ile derde kimini devlete salmış

Kimini semt-i fetvâya kimini hüccete salmış

Kiminin rahatın almış belâ ve mihnete salmış

İki bölmüş cihân halkın birini cennete salmış,
Eliyle kürsüden birin Tamû’ya sarkıdır vâiz. 

Okudursun hakikatçe nice nâdan mağbunu [601]

Meded ağlatma şadânı ferahnâke [602] etme mahzunu

Yeter sattın yeter vallâh bize bu tarafa macunu

Saçar ağzından ateşler yakar şeytân-ı mel’ûnu,
Sanasın yedi Tamûnun azâbı kendidir vâiz. 

Satar bir pula cennet zevkini ol muteber yer yer

Temennâ [603]duâ etsin tutturduğun semadan ber[604]

Haberi ma’ni-i[605] Kur’andan bilen câna heber söyler

Tamûya şöyle doldurmuş içinde yok duracak yer,
Ana yerleştirir halkı acep hizmettedir vâiz. 

Gâhi havf-i Hüdâ Azbî ediptir çeşmimi pür-nem

Gâhi va’di visaliyle oluptur hâtıra hürrem [606]

Demeyin yâr olur yârin edep üzre oluvar benem

Yaraşur va’z ana hakkâ ki yanar yakılur her dem,
Niyâzî’nin hemen ancak cihanda adıdır vâiz. 


 

71

Gel tevekkül abdi ol bî irtifâ

Kimse senden görmeye ruy-i fera’[607]

Hak sana ihsan ede ruzu ceza’ [608]

Sıdk ile girdünse yola ey şücâ
Bir kati gerekli söz var kıl sima

Olmadan evvel olup bul izz u can

Sendedir can u cihan-ı canan u can

Zahir u batından el çek pehlivan

Cümleden evvel sana lâzım olan
Cümle yârânına eyle gel veda

Hakk yanında olmak istersen ulu

Özünü fehmetmede ol kaygılı

Sana yokluk illerinden gele bu[609]

Mâl u mülk ü kavm ü ihvanım dahi
Terk et anları sana virir sudâ

Mâlik ilmi ledün sultan ede

Tende kalmışken seni Hakk can ede

Cümle varlıktan geçip uryan ede

Bir gönül kalur arada anı da
Şeyhe tapşur ana eyle ittibâ

Göz kulakla gel şeriât sırrına

Eyle hizmet gel tarikat sırrına

Malik olunca vilâyet sırrına

Böyle etsen bil hakikat sırrına
Az zamanda hâsıl olur ıttıla

Cahili görme cihanda cahili

Kâmil görme bekâda kâmili

Dû cihanda [610]budur Azbî fâdılı

Sırr-ı tevhidün Niyâzî hâsılı
Hakk ile ortada kalmaya niza


 

72

Âşk-ı Hakk’a dûş olup kıl iki âlemde ferağ

Cilvegâhi cismidir onun muhakkak dâğ u dâğ

Çıkmadan fırsat elden geçti bu senden çağ

Her kimin kim derd-i Hakk-dan yüreğinde olsa dâğ,
Âkibet dermânına erip can gönlü ola sâğ.
 

Büsbütün dünya içinde ben gibi âvere yok

Bir yüzü kara günahkâr mücrim biçâre yok

Derdi gamla bağrı hun olmuş dîli bimâre[611] yok

Lik derdi olmayanın derdine hiç çâre yok,
Gönlü olmuştur anın yanından ol dâim ırağ. 

Ol sırat-ı müstekimi doğru eğri anlar ol

Padişah mâsivadır nâsa[612] hizmet eyler ol

Bend-i zâhirde mukayyed seyri bâtın neyler ol

Habsedip şehbâz-ı rûhu zâğ-ı nefsin besler ol,
Cifeden gayri ne sayd eder havâya ağsa zâğ. 

Olmaya çün kaydı iman din mezhep tâmuda

Fâide vermez pişman olduğun hep Tâmuda

Akl ile dostluk eden kaldı mertebe-i Tâmuda

Şol esir-i nefs olan dâim muazzeb Tamûda,
Nefs elinden kurtulana cennet olmuştur durağ. 

Dembedem ehl-i yakîn gönlünde yoklar gönlünü

Vasılı dil eylemiştir dîle çoklar gönlünü

Ehl-i nefsin lâcerem[613] nefsinden otlar gönlünü

Nefs odur kim cehli karanûsu kaplar gönlünü,
Rûh odur kim ilm nûru gönlüne yakar çerağ. 

Dost isen gel dost ile dosta yetiştir özünü

Mantık-ı tayr’dan rumûzun noktadan gör yüzünü

Ayn-ı zât olmak için zât-ından ayırma izini

Tûtiyâ-yi ma’rifetle rûşen et cânın gözünü,
Göresin cânını her yüzden ola dâğ üzre dâğ. 

Bir melek sîmâ habîbe Azbî ya üftâde[614] ol

Bâ-i bismillâh ki sensin ayn-i nokta bâ’da ol

Kendini birlikte fehmet cism ile eşyada ol

Cân-ü gönlün şâd olup her gussâdan âzâd ol,
Bir ola dâim Niyâzî gözüne yakın irağ. 


 

73

Oldun ise âşk ile gerisine [615] saf

Eremez maksuduna ehl-i hilâf

Miskinin Ankâ’sı ise der Kuh-i Kâf [616]

Gel ey sofî çıkar sofu kıl insâf,
Ko sûret düzmeği kıl içini sâf.
 

Uzaktır görmeyen sırrı emini

Tutalım zabt ede ruy u zemini

Der ağuş[617] edesin bir mehcebîni [618]

Riyâ ile bu ömr-ü nâzenini,
Nice bir sarf edip edersin isrâf. 

Yüzünden zerre denli verme kini

Nice yâd edesin kalbi selimi

Kazandınsa eğer lutfu hilmi

Kuru davâ mı sandın sen bu ilmi,
Bu yola böylemi gittiler eşraf. 

Okur mevlâsına karşı yalanı

Kemal ehlinde görme imtihânı

Mürüvvetsiz olan bilmez imanı

Dahî kâmilliğin bu mu nişânı,
Sana derviş ola etrâf ü eknâf. 

Görünen pertevi Hakk’dır bu çeşme

Kusuru zinet cândır bu cisme

Barışma nefisle canana küsme

Değil vallâhi mürşidlik bu resme,
Kemâl ehline yakışmaz bu evsâf. 

O kim ikrah eder cevr u cefâdan

Huzuru vechin görür sanma gedadan

Nişan bulmaz efendi ol vefâdan

Arıt pâk eyle kalbin eyle hâlis,
Beğenmez böyle kalbi anla sarrâf. 

Tecelliden vücudun gel yuyagör

Vücudun ismi yüzbindir san gör

Özünden bil haber birdir duyagör

Hakîkat kârbânına uyagör,
Kati rûşen yola gider ol esnâf. 

Oku Hakk’tan çü âşık dilleri hep

Yerine bağlıdır Hakk yolları hep

Açılmıştır şeriat gülleri hep

Fenâ Kâf’ından aşır yolları hep,
Bekâ Ankâsı’na olurlar ezyâf. 

Bu sırrı cümleden zîba tutarlar

Vücudu Kâbe-i ulyâ tutarlar

Bu râhî gâf-ı dil ankâ tutarlar

Bu yolu cümleden âlâ tutarlar,
Sarây-ı vahdete erişen eslâf. 

Kelâm-ı Hakk’a koşun tâ ola sâk[619]

Vücudun ile fânî aşkla yak

Ne yüzden zâhir olmuş san’at-ı Hakk

Hurûfa bakma andan içeru bak,
Nefestir can değildir nûn ile kâf. 

Takılmış boynuna ikrar kimindi

Bilir haktır pirinden cümle fendi [620]

Yeter epsem [621]yeter epsem gel Azbî

Nefs bahrında lâl olmuş Niyâzi,
Sada vü harf içinde olan urur lâf.

74

Şirin tek isbat-ı Hakk’tır kâf-ı sâf

Bir elif bir lam elif olmuş muzâf

 Aynı Hakkı zahidâ sanma güzâf

Bulan cemiyyet-i kübrâ olur sâf,
Vücûdu olur anın “ha” ile “kâf”.
 

Hakk insana kemâli hisse verdi

Bilir kâmil olan hallak [622] merdi [623]

Cihanda fark eder cem ile ferdi

Diliyle eylemez da’vâyı merdî,
Gönülde himmetidir “nûn” ile “kâf”. 

Habibin vechine olan nigâhban

Olur, bizzât yanında din u iman

İrâde mahv olur ilmiyle irfan

Olur, zâtı bu mevcûdâtın ol insan,
Oluptur kevn ana âzâ vü evsâf. 

Düşelden zülfü dildârı kiminde

Olurmuş şâh-ı âşka ayn-ı bende

Nice sandın bu âşk-ı sırrı sende

Nitekim can olur mahfî bedende,
Gerektir ola mahfî kutb-ı etrâf. 

Meded ey Azbî bir doğru haber ver

Ki ibn-i vakt olur merdi hüner ver

Ki sahn-ı[624] âşk-ı yarda oynadır ser

Fenâ meydânının merdi olan er,
Niyâzi gibi etmez ol kuru lâf.

75

Vech-i âşk-ı kıl temaşa suret-i insana bak

Küfr-i zülfünde habibin gizlenen imana bak

Mevr[625] ise hem sohbetin ey dil ona mirâta bak

Zâhidâ sûret gözetme içeri gel câna bak,
Vechi üzre gör ne yazmış defter-i Rahmâna bak.

Münkire illet gelir arz olsa âdem hücceti

Âdem ol İbrâhim’in aşkında bul bir milleti

Âdeme imhâ ile bahş oldu izzet hil’ati

Mushaf-ı hüsnünde yazmış “Kul hüvellâh” âyeti,
Gel inanmazsan geri var mekteb-i irfâna bak.

Sırrı âşk âşık olanın hân [626] ile mânın[627] alır

Ehl-i âşk zevkin verir feryadı hicranın alır

Hubbu dünyadan sabırsız din-i imânın alır

Çeşmini gösterdiğince âşıkın cânın alır,
Leblerin açtıkça can nefh eyleyen cânânâ bak.

 

Dilberâ ihsan senindir ben gözü pür-hûnu[628] gör

Mâcerâyı âşkı fehmet kâse-i gerdûni[629] gör

Ben gamı hicrana nide hatır mahzunu gör

Zülfünün herbir telinde bağlı bin mecnûnu gör,
Hattının leylindeki yüzbin meh-i tâbâna bak.

Şerh i mümkün olmaya yüz bin desem bir şemmesi [630]

Nice âlemler beyan eyler hakikat şem’ası [631]

Âleme pertev salınca mihr-i âşkın şu’lesi

Âteş-i ruhsar ile yanmış kararmış çehresi,
Harf libâsından soyunan nokta
-i uryâna bak.

Zerre denli ma’nidendir ehl-i isyan şehleri [632]

Kapısında bendedir zâhir bu devrân şehleri

Bir harabat ehli miskindir fenânın şehleri

Hep mülâzim kulluğunda bu cihânın şehleri,
Kapusında pâdişahlar kul olan sultâna bak.

Şerhi âşk-ı yâd eder anlar isen bu çâr[633] kitâp

Her nedenli eylesin dildâre farzdır intisâp

Azbî âşık ol heman vallah a’lem bi’s-sevab[634]

Âlem onun hüsnünün şerhinde olmuş bir kitâp,
Metnin istersen Niyâzî sûret-i insâna bak.


 

76

Cennet deminin demi bin ömre[635] imiş ancak

Sohbet demine tahrik bir gamze [636] imiş ancak

Bu cümle ulûm-i Hakk’a bir zerre imiş ancak

Hakk ilmine bu âlem bir nüsha imiş ancak,
Ol nüshada bu Âdem
 bir nokta imiş ancak.

Emrinde olur kâim bu yerde olan eşya

Vâr ile yoğu ârif olan bilmez mi gâmi ferdâ

Bu kenzi hafî sırrın buldunsa eğer câna

Ol noktanın içinde gizli nice bin deryâ,
Bu âlem o deryâdan bir katre imiş ancak.

Hâl ehline bir demdir çün âhiriyle akdem[637]

Birlikte özün her kim var ile kılır hemdem

Her Ehrimen’i [638]âdem sanma görüben Hürrem’i[639]

Âdemliğini her kim bulduysa odur Âdem,
Yoksa görünen sûret bir gölge imiş ancak.

Âyât-ı hüdâ remzin bilmez veli her nâkes

Ârifler ile hemdem olmaz veli her nâkes

Cehlile kemâl içre gelmez veli her nâkes

Bu zevki yeler herkes bulmaz veli her nâkes
Eren anâ Âdemde bir fırka imiş ancak.

Eyler Azbî’ye bu şeş cihetten sağ u sol

Ger rûhu sultandan hemdemi olmakla buldu kese [640] yol

Gencine-i zât-ına çıktıysa eğer Hakk yol

Kim ol deme buldu yol vasl oldu Niyâzî ol,
Nâcî denilen fırka bu zümre imiş ancak.

Mevlâyı bilen zâhid ger fehmeylese fiilin

Cân eder idi sûret içre görünen meylin

Mizânı Hüdâ aklın kıldıysa Hüdâ aklın

Mef’ûlü Mefâ’îlün Mef’ûlü Mefâ’îlün,

Âdemde olan esrâr bu demde imiş ancak.


 

77

Âkıl isen batılı koy Hakk’a bak

Rûz u şeb [641] kıl yâre iştiyâk [642]

Seni derdi elemde oda yak

Ey gönül gel olmağıl Hakk’dan ırâk,
Tende cânın vâr iken eyle yarâk.

Bir kemâl ehli bize verdi haber

Kendi özün gören olur iblis haber

Aklına aldanma sofi el-hazer[643]

Dünyada ölmezden evvel kıl sefer,
Hiç edinme bir makâmda sen durâk.

Cürmünü fehm eyleyen şâfî değil

Vechi yârin kimine müştâki değil

Âşık-ı mest eyleyen sâkî [644] değil

Yoksa bu fırsat bize bâkî değil,
Menzil al düşmezden ortaya firâk.

Yâre yâr olmak için ol yâre yâr

Pây-i mâl-i[645] âşk isen kıl iftihâr

Yâr-i ağyarı bilen vâr oldu vâr

Gel bu ırz u nâmûsu kıl târ-ü mâr,
Ger yola girdinse var ârın bırâk.

Çün âhiri vâr olur cevri cefâna

Çün insana bir ola şâhı gedâna

Çün âşık bilmedi cevr-i fâna

Halkın uslu demesinden sana ne,
Âkil isen âdını Mecnûna tak.

Subhdem ağla cihanda gülme hiç

Kimseye arz-ı şikâyet kılma hiç

Kendini teşvişi halta[646] salma hiç

İlmine mağrur olursan olma hiç,
Issı vermez sana ne kara ne âk.

Gözünü ayırma gözünden mürşidin

Sözünü seçme sözünden mürşidin

Ey bilen Hakk’ı yüzünden mürşidin

Gir sakın çıkma izinden mürşidin,
Her ne emrederse sana olma âk.

Her yanında derd ü gam hazır ola

 Hem sana hem dem gerek dâim feza

Âşıka zecr-u sitem aynı safâ

Bir eline gözyaşından al asâ,
Bir eline dert odundan yak çerâk.

Anladın Kur’ân içinde andımı[647]

Vech-i âdemde görünce fendimi[648]

Azbî’ya bilmek dilersen kendimi

Ey Niyâzî tutar isen pendimi,
Diye sana istediğin işte bâk.


 

78

Paslı dilin envârı nefsi dürur [649] Kâmilin

Evliyânın Hakk sırrı nefsi dürur Kâmilin

İki cihân dilberi nefsi dürur Kâmilin

Hak yolunun rehberi nefsi dürur [650] Kâmilin,
Dil tahtının serveri nefsi dürur Kâmilin.
 

Arzı niyâz oldu çün kalbî küşad eyleyen

Müşkünü hal eder nefsi necât eyleyen

Sözü mezâd[651] eyleyen sırrı kesâd [652]eyleyen

Nefsini mat eyleyen def-i memat eyleyen,
Nefh-i hayat eyleyen nefsi dürur Kâmilin. 

Bana lebin[653] zemzemi sonuna bulam hoş demi

Bildin ise âlemi eyle müdâm [654]âlemi

Canla fehmet demi âşıkın ol mahremi

İsteyü git Âdemi Âdemde bul Âdemi,
Sırr-ı “nefahtü” dem-i nefsi dürur kâmilin.

Âşık isen âşk ile fehm ede gör mutlakı

Secdeye yüz verde sen kara ile at akı

Bülbül isen gel şakı sûre-i Necm-i oku

Sûre-i Necm-i oku gel anla vahy-i Hakk’ı,
Bilesin sen ol mantıkı nefsi dürur Kâmilin. 

Görmiyemmi ben beni öldüre bu âr beni

Külhân edem meskeni tâ ki bulam gülşeni

Hakk vere anda seni mahv ola mâ-i meni [655]

Rûhu’l-kudüs demini Âdemde iste anı,
Ol imiş gönlün cânı nefsi dürur Kâmilin. 

Ayn-ı cihât eyleyen işte bu zât eyleyen

Ayn-ı sıfat eyleyen sonra memat eyleyen

Nefsini at[656] eyleyen cismini âyat eyleyen

Mâye-i zât denilen feyz-i necât denilen,
Âb-ı hayât denilen nefsi dürur Kâmilin. 

Sıdk ile gelenleri hizmeti olanları

Dilberi bulanları aşk ile dolanları

Unuta hep kinleri göstere Hakk fenleri

Diri kılan tenleri zinde eden canları,
Kaldıran ölenleri nefsi dürur Kâmilin. 

Derdlere derman eden Azbî’ye ihsan eden

Derd ile hayran eden âşk ile devrân eden

Âleme sultan olur cehlini irfân eden

Niyâzî’yi cân eden zerresini kân eden,
Katresîn ummân eden nefsi dürur Kâmilin.


 

79

Ey dil yine sen âşkla meydana mı geldin

Terk eyleyüben cehlini irfâna mı geldin

Vechini görüp sıdk ile imâna mı geldin

Ey bülbül-ü şeydâ yine efgâna mı geldin,
Azm-i gül edip zârıyla giryâna mı geldin.
 

Medh eylemedin kendini hep halka satarsın

Sen kendi özünü cehlile ârif mi tutarsın

Derde ehline derman diye sen dert mi katarsın

Pervâne gibi âteşe dâim cân atarsın,
Evvelde bu aşk
 oduna sen yâna mı geldin. 

Sen kendini ankâ sanuben yüksek uçarsın

Bî-ma’na[657] yere gördün ki doğru tutarsın

Ta böyle acep teslim olup söyle n’dersin

Yağmur gibi yağarsa belâ sen baş açarsın,
Can vermeğe dost yoluna kurbâna mı geldin. 

Demidir denirse nola âşk hevâ sazına tanbur

Bir zerre ki mirâtı Hakk’a oldu ayan nûr

Bu sırrı sana remzle çün keşf ede santur [658]

Her şey çalışır bir sıfatı eyleye mâ’mur,
Sen cümle sıfat ilini virâna mı geldin

Her ahsen edâ suret leylâ’da görünmüş

Çün âşk-ı Hüdâ lücce-i [659]deryâda görünmüş

Aksi güzelin ayine-veş mâ’da[660] görünmüş

Vech-i ahadiyyet ki şu eşyada görünmüş,
Bu kesrette ancak anı seyrâna mı geldin. 

Bir yüzde nakşı görüne bu âlem ve âdem

Ebkem olur ashâb-ı edep fehmiyle her dem

Dildarı seven epsem [661]olur sırr ıle ebkem[662]

Bir kimse senin olmadı hiç râzına mahrem,
Bilmem bu cihân için yekdâne mi geldin. 

Layık mı sana Hakk’a niza’ remzin edersin

Bakaydı Hakk’a çünkü fenâ remzin edersin

Azbî kuluna küllî vefâ remzin edersin

Bu hasta Niyâzî’ye şifâ remzin edersin,
Derde düşenin derdine dermâne mi geldin.


 

80

Sen nefsine galip ol ihsana erem dersen

Kimdir sana kezzâb[663] ol imana erem dersen

Her haline kâtip ol yazana erem dersen

Derd-i Hakk’a talib ol dermâne erem dersen,
Mihnetlere râgıb ol âsâna erem dersen.
 

Ma’nide zehirdir âşk amma ki şifalıdır

Sultanı budur onun meşrepde gedâlıdır

Yâri cefâkar satma billâh vefâlıdır

Aşk yolu belâlıdır her kârı cefâlıdır,
Canından ümidin kes cânâna erem dersen. 

Âşk yoluna girdinse hizmetini çalâk[664] et

Geç lezzeti nefisden Hakk’ı sana tiryak[665] et

Çek elini dünyadan ârif gibi imsâk[666] et

Od yak sineni çâk et su gibi özün pâk et,
Yüzün yere sür hâk et ummâna erem dersen. 

Akla karayı terk et fark eyle özünü bil

Her gördüğün esrârı can u dil matlap kıl

Bilmediğin ahvâla dil urma sakın hem el

Bu yolu bil andan gel deryâyı bul andan dal,
Ka’rına erüp el sal dürr-i kâna erem dersen. 

Talip isen ey talip sohbette nasihat tut

Ya söyleme yâhut sen ikrarını gayet güt[667]

Nâ-hak [668] ile gel Hakk’tan hem cismini uryan et

Pîrinle olan ahdi güt nen var ise ko git,
Bildiklerini terk et irfâna erem dersen. 

Gel ehli bulup sayd et kâmillere mensup ol

Hem sohbetini fark et gayet eyle mergup ol

Etme talebi zihâr [669] sen kendine matlup ol

Sabretmede Eyyûb ol,  gam çekmede Yâ’kûb ol,
Yûsuf gibi mahbub Ken’âna erem dersen. 

Âşkıyla müdâm yâr ol her dem gezip ağlayı

Mecnun zaman oldun sevdin ise Leylânı

Azbî deme ki hoş görmeğe gamı ferdâyı

Terk et kuru dâvâyı hem ucb ile riyâyı,
Mısrî ko o sevdâyı Sübhân’a erem dersen. 


 

81

Pîr-i âşk olup bu yolda “küllü men aleyhâ fân” [670] gerek

Vâlihi hayran gerek sinesi püryan gerek

Sahib vain[671] dem bu dem iman olanda an gerek

Ârifin mutlak kelâmın duymaya irfân gerek,
Sırr-ı muğlâktır gönülde zevk ile vicdân gerek.

Karadan alır nasîbin olsa bir kes ger hasîs

Ruz u şeb kendine lanet seyri gör eyler hasîs

Evliya gurbunda olmazız bir yalancı bir hasîs

Bir hazînedir tasavvuf mâlik olmaz her hasîs,
Bulmağa anı dü âlemde beğim sultan gerek.

Vuslat-ı dildarı kim mâtemde bulmak isteyen

Evliyanın sırrını her demde bulmak isteyen

Pîri Allah olduğun âdemde bulmak isteyen

Dürr-i yektâ kânını âlemde bulmak isteyen,
Bulmaz anı nehr içinde bahr-i bî-payân gerek.

Âlem ü âdem içinde epsem ol olmaz mı kim

Bunca yıl arzu tekellüm eyleyen duymaz mı kim

Hakk’a karşı ma’rifet ızhâr eden sanmaz mı kim

Ma’rifet dâ’vâsın eden müddeî bilmez mi kim,
Dildeki dâ’vâya elde hüccet ü bürhân
 gerek.

Hakk’a teslim rıza olanı bilirsen ağlamaz

Sabreder cevri belâya halka sırrın söylemez

Bende-i Hakk kimsenin pendin efendi dinlemez

Ârif oldur başına halkı dirüp cem eylemez
Gönlü cümle halk içinde hâk ile yeksân gerek.

Görür aşkı er gerek meydanı aşkta salmağa

Kendiyi terk eyler ol ferdâ gamına salmağa

Zâhir u batın haber dil Hakk cemâlin bulmağa

Kibr-ü ucbun illetinden kurtulup sağ olmağa,
Bil tabîbin mâ’nâda Şeyhin senin Lokmân gerek.

Ol ki halinden haberdâr oldu etmez kıl u kâl

Gel bu pendimden gözün aç merd isen bir hisse al

Ey bu gün arzı rezalet eyleyen sahibi kemal

Şöhret ıssı ma’rifet kenzini bulmaktır muhal,
Varlığın şehri senin baştan başa virân gerek.

Kendi halin fikr edip hayret içinde ol kâle[672]

Kaydı ukbâ ve fenâyı er gibi zevka sala

Haşr-ı neşrin gerdeşinden [673]gönlünü âsayiş bula

Ölmeden evvel ölüp kabre girip haşre çıkıp,
“Mâlik-ül mülk”-ün şuhûdunda gönül hayran gerek.

Cay-i [674] âsayiş bula ancak ona hizmet geçüp

Yetmiş iki millet içre kendini alçak seçip

Sohbeti irfan içinde hem meyi Kevser içip

Nefsi tamûsun sırât-ı şer’i ile bunda geçip,
Kalp evi hep hûr-û gilmân cennet-i rıdvân gerek.

Bu sebepdir ehl-i irfan her sözü bikr [675]ettiği

Cevri yâri zevk bilip her hâline şükrettiği

Âşıkın dinlemesini rûz u şep fikrim ettiği

Söyleyip işittiği dahî görüp zikrettiği,
Üstüvâ-i arş-ı sırda Hazret-i Rahmân gerek.

Âlemî tufân eder eşki revân ettikte ol

Cennet-i irfan eder sözün ayan ettikte ol

Mürdeler [676]ihya edermiş bahşu can ettikte ol

Her kaçan tûtîlere feth-i dehân ettik ol,
Lezzetinden tûtîler sözlerine nedmân gerek.

Gâhice dil hasta miskin gâhice âlicenap [677]

Gâh ol ruyi cihâna aktab [678] şu’le-i tâb[679]

Gâh ol ilmi ledünden eyleye çok fethi bâb

Gâh hamûş olup dilinden kimse almaya cevab,
Gâh açılıp şâd olup güller gibi handân gerek.

Gâh helal ola haramı gâh haram ola haram

Gâh ola aklı mükemmel gâh ede arz u celal

Gâh mümin gâh batıl gâh kâfir u gâh dalâl [680]

Gâhi üns,  gâh heybet gâh rü’yet gâh cemal,
Gâh sahv-ü gâhi mahv gâh vücûd gâh cân gerek.

Kimseye fâni cihânda satmaya hiç takvayı ol

Tıfl içinde hân-ı âlem ol mektebi harfe ol

İlmi irfan ile yani ere şeyhi sırfa [681] ol

Terk edip cümle kuyûdâtı erişe sırfa ol,
Sırfa erse bir gönül içi anın ummân gerek.

Ârif-i billâh olan elbet ola hakk’al yakîn

Ola seyran gâhî onun arş-ı kürsi kemterin

Bir olup arz-u semâvat bir ola huld u berin [682]

Aradan iskât edip cümle izâfâtı hemân,
Hakk vücûdu âşikâre gayrisi pinhân gerek.

Kadrini fehm eyledi hâver [683] ziya hâverin

Senin hâr[684] ile yeksân görme kadrin gevherin

Batının idrâk edersen nîru Hakk’tır yerin

Çünkü ârîdir izâfattan vücûdu dilberin,
Zevk-i küllî isteyen âşık dahi üryân gerek. 

Hükmü nahvî sırfı icra etmede ehl-i güman[685]

Bilmedi şirki hafidir ilticâyı âşiyan

Azbî’ye kaydı vücûdü kaydı duhândan yemân

Mısrıyâ terk-i izâfât etmeğe lâyık olan,
Kümmel-i insân içinde bindebir insân gerek.


 

82

Sıdk ı pâk ile davran ahd ile peymân gerek

Hakk’ı yekdâne bilip hem özü bir-dâne [686]gerek

Cân ile hizmet edip kalmaya bir cân gerek

Sâlikin Mürşîdine hizmeti şâhâne gerek,
Eşiğine koya bâşın diye şâhâ ne gerek.
 

Gördüğünü bildiği onun ola ancak diyâr

Rengi [687] dildâr ile yâri kıla rengi ızhar

Ne çeke kaydı adviyi[688] ne bile çünbüşü yâr

Geçe Dünya ile ukbâyı dahî etmeye âr,
Bu yolun mihnetine ol katı merdâne gerek. 

Elem ve gam deyü gamdan geçelim müşkil odur

Ola pervane gibi beste[689] lisan bülbül odur

Lâ ve illâ yı bilen cahil ise fazıl odur

Nâ-murad olmağa tâlip ola kim menzil ala,
Dahî halk içre adı âkil-ü dîvâne gerek. 

Ona bu ilmi ledün sırrını çün bildire ol

Kimini ağladıben kimisini güldüre ol

Kimini vahyede ondan kimini öldüre ol

Dahî Mûsâ gibi Hızr’a gemisin deldire ol,
Eski dıvârı yıkıp hem katl-i oğlana gerek. 

Çün yolundan şaşıra nice bin avere nefs

Ede biçâre nicedir dile biçâre nefs

Kendine hem dem ede iblis mekkâre[690] nefs

Gemi sağ olsa anı gasbeder emmâre-i nefs,
Yeni dıvar beğim eski vîrâne gerek. 

Sanma her gördüğünü sıdk ile ol âşık ol

Zahir u batını idrak edici hâzık [691]olur

Sanma bu ilmi ledün her kişiye layık olur

Eğer öldürmese oğlanı sonu fâsıd olur,
Bu bağın bülbülü aşk
 oduna pervâne gerek. 

Azbî’ya feyzi hüdâdır sana ahd u eman

Kimine her vechile Hakkı ede Hakk’tan iz’an

Cümle ikbal kanadın ola ancak uryan

Ey Niyâzî bu yola kim gire kurbân ede can,
Îyd-i ekberdir ana vuslat-ı cânâne gerek. 


 

83

Ya Nasara’dır ya mülhid ya firenk

Ya kedidir ya köpektir ya şebek[692]

Çünkü Hakk’ı bilmedi ha bir eşek

Köstebektir köstebektir köstebek,
Ol münâfıklar vezîr olsun ya bek.

Dili zabt etmeyen bulmaz yolu

Er kişiye çün licam [693]oldu dili

İkiyüzlüden köpek yektir [694] veli

Kâfirin yeri cehennemdir veli,
Derk-i esfelde münâfık oldu sek.

Bâb-ı firdevsi açan müminleri

Nefsi elinden kaçan müminleri

Âb-ı kevserden içen müminleri

Hem sırât üzre geçen mü’minleri,
Şaşırandan dağdaki hınzır da yek.

Kendi bildiği yola gidenlere

Davayı merdânelik edenlere

Mâli hülya fazlasın yiyenlere

Nushuna çi fâide diyenlere,
Ger nasihat eylesen tâ haşre dek.

Seni idrâk etmeyen Hakk’ı anlamaz

Ben diyen kimseye evvallâh diyemez

Kendi bildiğin bilen bend eğilemez

Eylemez Deccâl’a tesir eylemez,
Kıl ferâgat anlara çekme emek..

Hak sözü nâhak olan kes dinlemez

Karnı tokken dergâhı Allah’ı bilemez

Dönme bir nâdana tenezzül [695]eylemez

Menn ü selvâyı Yahûdî istemez,
İstediği ya basal,  ya mercimek.

Mâsiva ehl-i Hüdâyı neylesin

Âşık-ı kâzip cefâyı neylesin

Sıdkıle âşık vefâyı neylesin

Sükkeri olan gıdâyı neylesin,
Aklı fikri cezb eder tuzlu semek.

Ol gıdadan doğru emri istemez

Sanmaki mal ile ömrü istemez

Âlem-i ehl cevri zecri [696]istemez

Üstüvâyı arş-ı şer’i istemez,
Çingene çuldan kara çadır gerek,

Mâsivâcı ona rahman yeter

Şehveti bahr ona umman yeter

Hemdemi olmuş ona şeytan yeter

Çenginin çengi ona Kur’ân yeter,
Cânına kelb urduğu nân u nemek..

Kıla mâsiva kalbini hubbu siva

Çünkü tahkiktir olur haşra siva

Dembe dem Hakk’ı talep kıl Azbî’ya

Doğru yoldan taşra gitme Mısrîyâ,
Enbiyâ çekti bu derdi sen de çek.

Oldu seyrangâhi ben rûyu zemin

Benden özüne görmedim bir kemterin

Böyle idrâk eyledim Hakk’al yakîn

Çün Kitâb-ullâh durur “hablü’l-metin”,
Pek yapış bu urvet-ül vüskâ’ya pek.

84

Bu yolda canından geçen âşık yolunda Vâmık gerek

Kâmil mürşid olan insan cümle derde hazık gerek

Her kârından fariğ [697] olup derdi Hakk’a layık gerek

Derviş olan âşık gerek yolunda hem sâdık gerek,
Bağrı anın yanık gerek can gözleri açık gerek.

Fehm eylemezmiş ruhunu rağbet edenler dürriye[698]

Layıkmıdır insana kim kala koyundan geriye

Sen sırrını bilmez iken sırrın cihânı bürüye

Alçaktan alçak yürüye toprak içinde çürüye
Aşk
 âteşinde eriye altın gibi sızmak gerek.

Kâmil derler veli herkes melul [699]bilmez ola

Cahil ona derler imiş her kârında fuzul[700] ola

Hubbu siva koymaz seni canın Hakk’a vasıl ola

Zikr-i Hakk’a meşgul ola yana yana tâ kül ola,
Her kim diler makbul ola tevhide boyanmak gerek.

Bu fânide mihnet için ağlamayın çün gülemez

Bir pire teslim olmayan Hüdâ’yı bilemez

Bir noktayı fehmetmeyen bin noktaya dil olamaz

Eyün kişi yol alamaz maksûdunu tiz bulamaz,
Yoğ olmayan vâr olamaz vârını dağıtmak gerek. 

Azbî fakiri derdmend[701] kuşandı gayret kuşağı

Bir eyledi kahri gamı fehmeyledi balı yağı

Her birinin bir derdi var göster bana sağdan sağı

Dervişlerin en alçağı buğday içinde burçağı,
Bu Mısrî gibi balçığı her bir ayak basmak gerek.

85

Gel hakikat şehrine gir şâhı bul

Âşk yolunda ârif-i billâh’ı bul

Sırr-ı âşka lemyezel [702]âgahı bul

Kalbin içre ayn-ı beytullâh-ı bul

Ey gönül gel Hakk’a giden râhı bul,
Ehl-i derd olup derûnî âhı bul,

Cânın ilindeki şems ü mâhı bul,

Âdem isen “semme vechu’llâh”ı bul,
Kande baksan ol güzel Allâhı bul.

Ehl-i vecde hoş halâvette güzel

Gerçi zikirde tilâvetete güzel

Terki dünyada ferâgatta güzel

Ehl-i âşka hoş harârette güzel

Gerçi Allah’a ibadette güzel

Zâhid u takva kanââtta güzel

Halvet ehline kerâmette güzel

Âdem isen “semme vechu’llâh”ı bul.
Kande baksan ol güzel Allâhı bul.

Can kulağı işide Hakk’ın sözünü

Aşinadır Hak söze çünkü özün

Sırrını fâş eyleme yoktur özün

Sana söyler çağırır oldu gözün

Ol sana açmış durur dâim gözün,
Sen yetirmişsin ha ararsın özün,
Bi-cihet göstermiş eşyâda yüzün,

Âdem isen “semme vechu’llâh”ı bul,
Kande baksan ol güzel Allâhı bul.

Ziyneti dehr ile mamur olma sen

Etme benlik şâha ma’mur olma sen

Kurbu Hakk’tan köz göre devr olma sen

Nefsine mağlup makhur [703] olma sen

Devlet-i Dünyaya mağrur olma sen,
Lezzet-i câhına mesrur olma sen,
Anları izzet sanıp hor olma sen,

Âdem isen “semme vechu’llâh”ı bul,
Kande baksan ol güzel Allâhı bul.

Azbî’ye yâri müheyya [704]görünür

Sûreti fânide ukbâ görünür

Gör bu şiirimden temâşa görünür

Kande baksa remzi illa görünür

Ârife eşyâda esmâ görünür,
Cümle esmâda müsemmâ görünür,
Bu Niyâzi’den de Mevlâ görünür,

Âdem isen “semme vechu’llâh”ı bul,
Kande baksan ol güzel Allâhı gör.


 

86

Sevdâ ise yeter oldu gel Allâh’a dönelim gel

Dünya yeter oldu gel Allâh’a dönelim gel

Takvâ ise yeter uldu gel Allâh’a dönelim gel

Hevâ ise yeter gönül gel Allâh’a dönelim gel,
Sivâ ise yeter ey dil gel Allâh’a dönelim gel.

Unutalım derd-i fikri edelim subuhdem şükrü

Nice gezelim uğru[705] birlikte olalım doğru

Özümüzde bulup yâri bir haber alalım bari

Nice bir sevelim gayri,  nice bir olalım ayrı,
Analım vuslat-ı yârı gel Allâh’a dönelim gel

Medet kıyamet kopmadan İsrâfil sur urmadan

Ömür geçip devr olmadan râh-ı aşkta yorulmadan

Hakk’ı bulalım ölmeden gel bu tenden ayrılmadan

Bize Hakk-dan gel olmadan ecel kösü çalınmadan,
Cânın Azrâil almadan gel Allâh’a dönelim gel.

Gelmedin Zâhid ikrara aldandın kaldın inkâra

Yüzün yoktur hey biçâre nice baksın Hünkâra

Âşık olsun dildâra onmadık miskin biçâre

Özenmez misin ol yâre ki aldanmışsın sen ağyâre,
Seni azdırmış emmâre gel Allâh’a dönelim gel.

Hakikat şehrinin şahı değiş bu nefs-i gümrâhı[706]

Bulup bir merd fi’lllâhı olasın sırrın âgahı

Göresin ol yüzü mâhı sür âşıkların gâhı

Talep kıl her sehergâhî yürekten eyle gel âhı,
Sevenler buldu Allâhı gel Allâh’a dönelim gel.

Sâhib kadem olanlara âşk bahrine dalanlara

Hakk’tan haber alanlara dostan nişan bulanlara

Erkân ile gelenlere okut farzın bilenlere

Soralım gel bilenlere gülü bûyun direnlere,
Visâline irenlere gel Allâh’a dönelim gel.

Er ol nefsin ile savaş nâdana sır eyleme fâş

Sağ edüp gel câha ulaş sabr eyle bağrına taş

Bulup bir hâline haldaş Azbî sana söyler gardaş

Niyâzî’ye olup haldâş olursun yoluna yoldâş,
Döküp gözlerimizden yâş gel Allâh’a dönelim gel.


 

87

Âşıka ta’n adüvden yok karar eksik değil

Âşk elinden her zaman ağlar yanar eksik değil

Gülşeni âlemde zağ[707] u dil hezâr[708] eksik değil

Âşinâ-i aşk olandan âh u zâr eksik değil,
Keşti-i bahre demâdem rûzigâr eksik değil,

Âşık biçâre âh u zar eder dolu ve dıraz[709]

Her zaman bir derdmenddir eyleyen söz ü güzâr[710]

Sevdiğimden müptelaya dembedem arttıkta naz

Ol cemâl-i mutlakın aşkında arttıkça niyâz,
Ol kadar nâz arttırır bir gülizâr eksik değil,

Ruz u şeb fikri visâli yâr olursa âşıkın

Veche karşı gele cismi nâr olursa âşıkın

Hem demi hem sohbeti ol yâr olursa âşıkın

Yeri cennet baktığı didâr olursa âşıkın,
Vechi nûrundan anı yakmağa nâr eksik değil.

Fi’l-misli [711]âlemde kalmış câm ile cem denilir

Âşık-ı dilber eder her yerde her dem denilir

Yârsız cennette neyler zevki âdem denilir

Bu nişânı âşıkın rahat olur gam dirilir,
Hayret ender hayreti leyl-ü nehâr eksik değil.

Cân bağışlar âşıka yâr sunsa câm-ı lâlefam[712]

Olmasa cennette dilber bulmaya cennette nizam

Azbî’nin sözü budur vallah a’lem bi’s-sevab [713]

Şem-i aşka Mısrîyâ yandır özün yoğ ol müdâm,
Âşıka her yokluğun üstünde var eksik değil.


 

88

Bâkî ateşle fenâda yâne gel

Bâde-i âşk-ı Hüdâd’dan kâne gel

Gel enel-Hakk sırrına boyane gel

Varlığın mahveyleyip meydâna gel,
Lâ vü illâdan geçip merdâne gel.

Gel şeriât hükmünü sende oku

Hem tarîkat semtini sende oku

Marifet noktasını sende oku

Gel hakîkat ilmini sen de oku,
Bir kadem bas mekteb-i irfâna gel.

Bulmasın bir kimse senden inkisâr[714]

Ta’nı a’dâdan [715]gücenme etme âr

Yokmudur cisminde cânın yâne vâr

Zulmete Hızr ile gir gevher çıkar,
Âb-ı hayvandan içip hem kane gel.

Âyin hilm u hayaya server ol

Mâ’nide şâh suretâ kim kemter ol

İki âlem içre ruy-u envâr ol

Şer-i başa tâç edip İskender ol,
Geç otur taht-ı dile şahane gel.

Gevheri fehmeyleyip ehl-i eder

Senin hârâyı zümrüdü[716] dûn[717] eder

Sırrını fâş eyleme sen bi-haber

“Küntü kenzen” sırrını duydunsa ger,
Sakla sırrı deme her nâdâna gel.

Vuslat-ı pervânenin hem nâr iken

Yâre ağyar olma yâre yâr iken

Meskeni bülbüllerin gülzâr iken

Vahdetin meydânı sırrı var iken,
Kesret içre girme sen zindâne gel.

Âlem içre meğer bir dânesin

Çâr harf sana sadef dürdânesin

Azbî’ya benzer katı mestânesin

Ey Niyâzi baş açık divânesin,
Nice bir divânesin uslâne gel.

89

Âşk-ı yolunda bende ki merdâne kıl

Bahr-i vahdette beni yekdâne kıl

Sırrın ile sırrımı hem hâne kıl

Pâdişâha aşkını hem-hâne kıl,
Mâsivâ-yı aşkını bigâne kıl.
 

Gel bana göster yüzün mesrur edip

Genci günahımdan beni mağfur edip

Bendeki feyzinle aynı nur edip

Zikr u fikrinle beni pür nûr edüp,
Mest-i medhûş eyleyip dîvâne kıl.

Ey soran derdine derman soran

Merhamet ummak gibidir uğradığın

Hakk’a ulaş fiilin kes gayriden

Mürg-i ruhum meylini kes gayriden,
Şol cemâlin şem’ine pervâne kıl,

Ki çeşmim fehmettin bendesini

Hayf diriga [718]yıktı senlik meskeni

Mani-i vuslat kılan bendirini[719]

Benliğimdir senden ayıran beni,
Varlığım şehrini yık virâne kıl.

Ey hakikat derdine olan tabib

Senlik ve benlik hevasından geçip

Kalbimi ferman biri hükmün kılıp

Gönlümü mir’ât-ı vech-i zât edüp,
Ol tecellîyle beni mestâne kıl.

Kalbi Azbî’den sivâyı kaldırıp

Hâb-ı gafletten dili uyandırıp

Lâ ve illâ şerbetinden kandırıp

Cezb-i feyzin şarâbın doldurup,
Bu Niyâzî bendeni meyhane kıl.


 

90

Hâne-i dilde gam yâr oldu mihmânım benim

Gece gündüz ağladırdı bana hicranım benim

Gözlerimden kanlı yaşlar akmada canım benim

Evvelimde dinmez idi âh-u efgânım benim,
Gece gündüz bitmez idi zâr-ı giryânım benim.

Nefsini fehmeyle cân ol ayn-ı ruh etsin seni

Kıl ferâğat eyle zahid çeke gel kayduyetini

Dinle hâlimden hikayet eyleyim kuş et et beni

Düştü aşk odu bu cânâ yaktı kül etti beni,
Kül olunca yanmaz oldu nâr-ı sûzanım benim.

Mazi-i müstakbeli oldum hayali âşk ile

Su gibi didare karşı ben akalı âşk ile

Varlığım eşyası sıdkım yıkalı aşk ile

Hâr-u hâşâk-i enâniyet yanalı aşk ile
Arş-ü kürsîden geniş açıldı meydânım benim.

Dilbera ahdin gamıyla yaralıyım yâralı

Kaydı medh u zemmi ettim sana gönül vereli

Olmuşum mânend mecnun veche sırrım göreli

Âr-u nâmus şîşesin yerlere çalıp kırmadan,
Vech-i Hakk’ı olmadı her yüzde seyrânım benim.

Herkesin halin bilir hakka iltica bulmaz dua

Eylemez her âşık dil hastaya lutfun ata

Her vefâ vaktinde hazırdır sana yüzbin cefa

Râhat ile istedim vaslını kahretti bana,
Derde düşüp ağlayınca güldü cânânım benim.

Bilmeyenler bilmedi her ânın ân luftf ile

Bilmedim elesti eğer şeytan lutf ile

Hâne-i tahkike hakk oldu mihman lutf ile

Top ile çevkânı sundu bana canan lutf ile
Bendedir amma görünmez top ile çevkânım benim.

Feyz-i Hakk geldi dile haddin aşırdı beni kim

Kaldırıp bisyar [720] sefer gam ile pişirdi beni kim

Cümle karımdan geçip şöyle şaşırdı beni kim

Hayret ender hayrete şöyle düşürdü gönlümü,
Şerh olunmaz bu dil ile şimdi hayrânım benim.

Sana ben sen dediğim için yine sendendir bana

Tabi’ emr u safa  vechi tendendir bana

Fânî ve bâkî bir oldu iki meskendir bana

Âlem ol vech-i âmâ’dır hayret andandır bana,
Bu vücûdum gamı örttü mihr-i rahşânım benim.

Âlemi gaybiden gelince ben ayan[721] iklimine

Çün dolaştım tâ gelince bu zaman iklimine

Olmuşum şâh-ı muazzam ben iman iklimine

İbtidâ azmeyleyince bu cihân iklimine,
Bir libâsım yok idi kim örte uryânım benim.

Sırrımı pinhân edip şerh eylesem bir hoş edâ

Fi’l-misli bir tığ-ı uryana[722] gılâf [723]olur şehâ

Arsa-i cisme gelince ruha cism oldu gıda

Hep birer kaftan verildi dostlarıma hem bana,
Anların dahi durur eskidi kaftânım benim.

Çünkü nur doğdu bu zulmeti illetin kaldırdılar

Nûru nâra nârı nûra arz edip bildirdiler

Cahili ağlattılar kâmilleri güldürdüler

Suya vardık anlar ile kapların doldurdular,
Ben de vardım testimi mahvetti ummânım benim.

Hakk benim halim bilir çün bilmeyen bilmez niçin

Der bana n’oldu görenler bâtının gülmez niçin

Zâhir ederdim gören der bu acep olmaz niçin

Derler imiş halka-i zikre girip dönmez niçin,
Ben dönerdim lîk gözden mahfî devrânım benim.

Sûretim derviş edip kendime bühtan eyledim

Kendi esrarımı fâş ettim ben âh kân eyledim

Kesret içre vahdet ettim nice seyran eyledim

Halka bir gez dönmeden ben nice devreyledim,
Bilmediler devrimi yanımda yârânım benim.

Hâlime haldaş olur yanımda yâri muharrem

Günde bir türlü libas nâzeninin bulup kim

Kim ki bu esrârı bildi bidi sırrına diyem

Yâr ile ahdeyledim gâh dağılıp gâh cem olam,
Tâ ezel budur anınla ahd-ü peymânım benim.

Gam-ı giryânım efendi gâh hayran tâ ebed

Gâhi ağlar inlerim gâh-i zâr u efgân tâ ebed

Gâh vahdet gâh kesret özüne seyrân tâ ebed

Anın için gâhı cem’im gâh perîşân tâ ebed,
Döndü kaldı üstüme cem’ü perîşânım benim.

Bir sözümden bin haber her kim arar oldu ise

Ehl-i sır olur yâri yâr-i gâr [724]oldu ise

Azbî’ya her kim benimle yâr-i gâr oldu ise

Devre-i Arşiyye’den her kim haberdâr olduysa,
Ol duyar ancak Niyâzî ilm-ü irfânım benim. 


 

91

Dinle bu künhe sarâyıda nice mihman olur

Nice geldim nice gittim özüne seyran olurum

Gâh olurum âbad olurum gâhi virân olurum

Âdetim budur ezelden kevnde bir ş’en olurum,
Dirilip gâh cem olup gâhi perîşân olurum.

Zahidâ cân kuşu ile dinle ahvâlim benim

Nice oldu bendenin şehri hakikat meskenim

Çok temâşalar geçirdi cân olunca bu tenim

Bu cihânın halkına bir bir yolum uğrar benim,
Cem edip bunca kumaşı bir bedestân olurum.

Gâh dağ u gâh taş ve gâh mahzen gâh gâr[725]

Gâh âb u gâh hâk ve gâh ateş rüzgâr

Gâh vuslat gâh firkat gâh ağyâr gâh yâr

Gâh sehâb u gâh matar gâhî doluyum gâhi kar,
Gâh nebat u gâhi hayvân gâhi insân olurum.

Gâh rûşen gâhi zulmet gâh duman gâh pûs

Gâh Fransız gâh Maltız [726] gâh Hırvat Negrus[727]

Gâh Mikril gâh Gürcü gâh İsveç gâh Rus

Gâh Nasârâ gâh Yahûdî gâhî Tersân gâh Mecûs,
Gâhi Şia gâh olur Sünnî Müselmân olurum.

Gâh ağlar gâh güler men gâh şevka düşerim

Gâh yârim gâh ağyar gâh aşka düşerim

Gâh kasavet gâh kesâfet gâh zevka düşerim 

Gâhî âbid gâhi zâhid gâhi fiska düşerim,
Gâhi ârif gâhi ma’ruf gâhi irfân olurum.

Gâh satılmış gâh kudurmuş gâh devirmiş gâh mûş[728]

Gâh koyun gâh keçi gâh öküz gâh kuş

Gâh buğday gâh başak gâh ısırgân gâh yemiş

Gâh olur bakır,  kalay u gâh olur altun gümüş,
Gâh olur âlemde her ma’denlere kân olurum.

Gâh kapristen dolaştım tez[729] bulundum çînede[730]

Gâh Tatar tohması oldum göründüm oyunda

Gâh bağdad ki Basra ki bulundum Konya’da

Gâh olur,  benden hakîr hiç kimse olmaz dünyada,
Gâhî Kâftan Kâf’a hükmeden Süleymân olurum.

Gâh kâmil gâh batıl gâh olur divâneyim

Gâh güle bülbül olurum şem’aya pervâneyim

Gâhi sarhoş ki ayık gâhi mestâneyim

Gâh olur bu harmân-ı âlemde ben bir dâneyim,
Gâh kamûyu câmî olmuş ulu harmân olurum.

Büsbütün bu âleme gâhi özüm Hünkâr olur

Gâhi bürdinada[731] her ne var ise bende var olur

Gâh kârım Hakk’a ikrar gâhice inkâr olur

Nâ’l tırnak arasından yerim gâh dar olur,
Gâhı Arş’u Kürsî’den yek âlî meydân olurum.

Gâhi şâdem gâh Hürrem gâh mâtem gâh gam

Gâh işret gâh cilve gâh sohbet gâh elem

Gâh a’raf gâh berzâh gâhi bir bâğ-ı irem

Gâh olur mevcûd mâ’dum gâh vücûdi ile âdem,
Gâh tecelliyle ayân u gâhı pinhân olurum.

Gâh sağ u gâh hasta ki abus [732]ve gâh neşat

Geh misafir geh mücavir gâh sahib geh sımad [733]

Gâh bâliş[734] gâh bister [735]gâh câme geh bisat [736]

Gâhî Dünya gâhî ukbâ gâhî mahşer gâh sırât,
Gâhî berzah gâhî cennet gâhî nirân olurum.

Geh hayvan gâh u pir ve gâh masum olurum

Gâh mevcud gâh mezkûr[737] gâh merhum[738] olurum

Gâh taş u gâh toprak gâh bir kum olurum

Gâhî Mâlik gâhî âteş gâhî zakkum gâh cahîm,
Gâhî hûrî gâhî gılmân gâhî rıdvân olurum. 

Gâh ateş gâh çakmak gah kiprit gâh mum

Gâh ördek gâh turna geh köpütür gâh bum

Gâh hayr u gâh şerrim gâh uğurlu gâh şûm

Gâhî zerre gâh güneş gâhî kamer gâhî nucûm,
Gâhî arz u gâh semâ gâh Arş-ı Rahmân olurum.

İki âlem cilvegâhım gâh gelir gâh giderim

Gâh bâki gâh fâni gâh beter gâh yiterim

Gâh bir dilber olurum gâh dilber severim

Bunca sûretler libâsın gâh birbir giyerim,
Gâh soyunup cümlesinden şöyle üryân olurum.

Laklakıyla Azbî’ya benzer ki gönlün eğlenir

Sözlerimin her birine nice hikmet gizlenir

Sözlerinden sahn-ı irfan içre çok söz anlanır

Şimdi kesrette olan Âdem Niyâzî söylenir,
Âlem-i vahdet içinde sırr-ı Yezdân olurum. 

92

Bu bendene eyle nigah lûtfeyle açıver yolum,

Verdim benim âh oldu âh lûtfeyle açıver yolum,
Eyle inâyet ya ilâhi lûtfeyle açıver yolum,

Ey kudret ıssı,  padişâh lûtfeyle açıver yolum,
Bağlandı her yânım şehâ lûtfeyle açıver yolum.
 

Ol nuru pâkin[739] hakkıçün ol abdi âlin[740] hakkıçün

Bu binbir adın hakkıçün hem şemsi cihan hakkıçün

Sırrı hakikat hakkıçün hem kainâtın hakkıçün

Şol ism-i zâtın hakkıçün cümle sıfâtın hakkıçün,
İzz-ü şânın hakkıçün lûtfeyle açıver yolum.

Beyt-i Muazzam hakkıçün hem arşı âzam hakkıçün

Havva âdem hakkıçün feyz-i mukaddem hakkıçün

İbrahim Ethem hakkıçün hem âb-ı zemzem hakkıçün

Ol ism-i azâm hakkıçün ol nûr-i ekrem hakkıçün,
Ol Fahr-i âlem hakkıçün lûtfeyle açıver yolum. 

İrsâli [741]Kur’ân eyledin isâli imân eyledin

Taatı fermân eyledin yolunu âsan eyledin

Dertliye derman eyledin lûtfu firâvan[742] eyledin

Lütfûnla ihsân eyledin vaslınla handân eyledin,
Hicrinle hayrân eyledin lûtfeyle açıver yolum.

Fânide tutma meskeni bakide iste gülşeni

Savruldu ömrüm harmanı biçâre kaldım gör beni

Koymam elimden dâmeni[743] maksudumu ver bağını

Saldın şikâre hod Benî Âdem olup bulam seni,
Bağladı Dünya-yı denî lûtfeyle açıver yolum.

Verdim ehad ferd samed Azbî sana Hkk’tan pesend

Yok bende kibr u kin hased ey bî-zevâl bî-ebed

Çün lütfuna yoktur aded senden kerem dahi meded

N’etsin Niyâzî derd-mend etmiş anâsır kaydu bend,
Bilmem ilâhî gayr-i fend lûtfeyle açıver yolum.

93

Mukaddem pâkine secde eyledi beyt-ül haram

Lât Uzza yüzü üzere yerlere düştü o dem

Şanına levlâk Hakk’tan merhaba çağrıldı hem

Doğdu ol sadr-ı Risâlet bastı arş üzre kadem,
Saldı ol nûr-i Nübüvvet pertevin fevkal–ümem.
 

Âleme doldu sadâyı merhaba sad [744]merhaba

Âleme geldin mübârek mükaddeminle dilberâ

Sana ümmet oldu cümle enbiya ve evliyâ

Çalınıp tabl-ı beşâret geldi şâh-ı Enbiyâ,
Gulgule doldu cihâna kondu ol sâhib âlem. 

Kıldı isbat-ı nübüvvet zatını isbât-ı hacer[745]

Vech-i nûru pakine haksın diye söyler şecer[746]

Pâkine yüz sürmeye müştâk idi cümle semer[747]

Nûr-i vechinden alındı encüm ü şems ü kamer,
Bahr-ı ilminden bilindi hikmet-i levh u kalem.

Çün senin mehdin ede ferdi[748] Cenâb-ı Kibriya[749]

Zât-ı pâkinçün dedi Dostum, Habibim Mustafa

Ârşla ferş melâik [750] mukaddeminden pür safâ

“Merhabâ yâ Mustafâ ey nûr-i ayn-i asfiyâ,
Merhabâ ey Sâhibü’l-mi’râc-ı fi-daci’z-zulem”

Zât-ı pâkinçün beyâna geldi kaf nun ayan

Sana şahım cümle ervâh mukaddes bendegân

El-amân ben derdimende kıl şefaat el-aman

Gelmeseydin âleme sen halk olunmazdı cihân,
Dostluğuna yaratıldı ey Nebiyy-i muhterem.

Seni idrâk etmede zâhid ki ihmal eyledi

Onu nefsi azdırıp yolunda idlâl [751]eyledi

Seni inkâr etmedi ol mâsiva âl eyledi

Biz günahkâr ümmete sen Şâhı irsâl eyledi,
Hamdü-li’llâh sana ümmet eylemiş ol Zî-kerem.

“yevme tüblâ”da[752] benimçün ümmetim değil deme

Ey tabibim sen sezâvar [753] ile merhem yarama

Azbî’yem biçâreyim sen çâre eyle derdime

Yâ Rasûlallâh şefâat kıl Niyâzî mücrime,
Şol zaman kim baş açık yâlın ayak kan ağlıyam. 


 

94

Cemâlin ayni Yezdandır sözündür derde dermânım

Kaşın mihrabı ümmettir benim hem dinim imanım

Esirge bendeni lutfer Meded ey şâh-ı hubânım

Ayağı tozunu sürme çekelden gözüme cânım
Görünür oldu her gâhı gözüme vech-i cânânım.
 

Yeter ağlattın ey dilber bu ben biçâre hayranı

Yeter ey cefâ ettin yeter ey cismin cânı

Çün zâtın sırrı a’zâmdır ayan fehmeyledim onu

Niçin sevmeye cân anı ki anda buldu cânânı,
Yıkıldı kal’a-i fikrim yapıldı dinim îmânım. 

Kapunda bendedir şehler veyâ âlemlerin şâhı

Cemalin pür ziya eyler hakikat şemsle mâhı

Ayan olsun bize Yâ Rabb hidayet şehrinin râhı

Çü bildim vech-i cânânı kamûda sezdim Allâhı,
Fenâyım Hakk-ta Vallâhi ne bilim kaldı ne dânım. 

Yüzündür “Vedduhâ” “Tâ-sîn” dudağın “Kâf vel Kur’ân

Özündür aynı beytullah sözündür camii kur’ân

Çü cismin sure-i nur’dur kaşın hem âyeti sübhan

Buluştu bir ten ü bir cân bu mülkü ettiler seyrân,
Niyâzî’den görünen ol ben ancak ad ile sânım.


 

95

Kaydı müstakbelle mazi mihnette bi gamım benim

Lâ ve illâ remzini fehm edeliden ekremim

Bir meleki simadan ayrıldım onun için sersemim

Ol menem kim vâkıf-ı esrâr-ı ilm-i Âdemim,
Kâşif-i genc-i hakikat hem hayât-ı âlemim.

Eğer uysun isteyen zât-ı sıfâta hem nişin

Benden öğrendi bugün ebcedi hem ehli yakîn

Bendedir harfin sukûnu hâtemi oldu emin

Bende mahfî oldu gaybül-gaybın esrârı hemîn,
Bendedir sır-ı emânet ana kenz-i mübhemim.

Âşıkım bahri tevekkül içre kendim salmışım

Râh-ı aşkta o mâhin cümle vârım vermişim

Fakr-ı tamme sabr ile mânend[754] mecnun olmuşum

Ben cemâl-i Hakk’ı cümle şeyde zâhir görmüşem,
Bu merâyâya anın için baktığımca hurremim.

Maksadı ukbaya herkes fâniden ermiştir

Ayn-ı fânidir cihanda kefti[755] nefs olmuş durur

Olmadan evvel nice âşıklarınolmuş durur

Her sözüm miftâh-ı kufl-i “küntü kenz” olmuş durur,
Hem dem-i İsâ ile herbir nefiste mahremim. 

Olmadan vâkıf benim hâl-i dil pürdür deme

Sözlerim gûş eyleyip halt kelâm etmiş deme

Her sözüm bin hüccet oldu sırrı Hakk’tan mahreme

Cümle mevcûdâtı verdim ben vücûd-ü vâhide,
Zât u esmâ ve sıfâtın ile hâlâ yek demim.

Sanma bir bigâne var benden bana hep âşina

Onsekiz âleme âyineyim ben zâhidâ

Hem adât hem tasavvuf Hakk bana kıldı ata

Yerde gökte her ne kim var bağludur bâşı bana,
Âşikâre vü nihâne ben tılsım-ı â’zâmım.

Tâlibi râhı Hüdâyım Hakk’a hem râh olmuşum

Men ârefnâ sırrına sırrımla âgah olmuşum

Azbî vechim âleme verdi ziyâ mâh olmuşum

Ben o Mısrî’yem vücûdum Mısrına şâh olmuşam,
Hâdisim gerçi velî ma’nîde sırr-ı akdemim.


 

96

Yapılmak kasdım virâne geldim

Bilmeğe seni seyrâne geldim

Ezel âleme mestâne geldim

Aşkın meyine ben kana geldim,
Şevkin oduna hoş yana geldim.

Varların ve yoklarını atmışlar

Su gibi didâra karşı kılmışlar

Âşıklar meydana aşka çıkmışlar

Şem’i tevhidi gördüm yakmışlar,
Gitti kararım pervâne geldim. 

Visâlî sırrına layık layıklar

Arz eder sıdkın sadık sadıklar

Girmiş meydana bağrı yanıklar

Halka-i zikri kurmuş âşıklar,
Ben de sahnında cevlâna geldim.

Yummuşum destim[756] ferdâ[757] derdinden

Şikâyet etmem cefâ derdinden

Ben beni bilmem mevlâ derdinden

Mecnûnum bugün Leylâ derdinden,
Neylerim aklı dîvâne geldim

Bir yere gelmiş hep biçâreler

Haddin işitti  geldi ol âvâreler

Arzuhal etmeğe yâre vâreler

Derdi cânânın açtı yâreler,
Bağrım üstünde dermâne geldim.

Müntazırım bir dilberin emrine

Bel bağladım onun cümle re’yine

Gece gündüz kul yalvarır Rabbine

Ümmî Sinân’ın hâk-i pâyine,
Sürmeğe yüzüm sultâna geldim.

Yâr lutfu bana var neden imiş

Mihnetim rahatım kârımdan imiş

Azbî’nin dermânı zârından imiş

Yâremi bildim Yârimden imiş,
Bunda Niyâzî Lokmân’a geldim


 

97

Ol şehî âlemlerin emrine kurban olayım

Lûtfuna can vereyim kâhrına kurban olayım

Her gülü nûr saçanın hârına kurban olayım

Kapısında bende-i mûruna [758]kurban olayım

Ol cihânın fahrinin sırrına kurbân olayım,
Hutbe-i levlâke inen şânına kurbân olayım,

“Kâb-ı kavseyni ev ednâ”sına kurbân olayım,
Ben anın ilmiyle irfânına kurbân olayım,
Ben anın esrâr-ı mi’râcına kurbân olayım. 

Alî nurdur Muhammed nur Ebübekr ü Ömer Osmân

Bular bir cism-i vâhiddir hakikat perdesi ihfâ

Bu bir sırdır beyân olmaz beyân olsa ayân olmaz

Dış ilde söyleyen bilmez iç ildedir bilen[759]   

Ol Ebûbekr u Ömer Osman Ali dört yâridir,
Ol Risâlet bağının anlar gül-i gülzârıdır,
Cümle Ashâb hidâyet râhının envârıdır,
Ben anın Âline Ashâbına kurbân olayım,
Ben anın Ashâb-ü ahbâbına kurbân olayım.

Nâsı gâfilden bunlar çekti nice cerü cefa

Hem İmâm Ali Hâdî hem o şâhı evliya

Rehberi râhı tarikat oldu çün Musâ Rıza

Ol Hasen Askeri der nesli pâki Mürtezâ

Ol Hasan hazretlerine zehr içirdi eşkiyâ,
Hem Hüseyn oldu susuzluktan şehîd-i Kerbelâ,
İkisidir asl-ü nesl-i Âl-i Mustafâ,
Ben anın Âline evlâdına kurbân olayım,
Ben anın evlad u ensâbına kurbân olayım, 

Devleti uzma bilenler bu fenâda zilleti

Tâ kıyamet bellidir elhamdülillâh kıymeti

İki âlemde helâldır Hakkın ona hücceti

Ehli imânın yanında “fedhulû”[760] dur cenneti

Cümle ümmetten hayırlıdır o şâhın ümmeti,
Ümmetine cümleden artık eder Hakk rahmeti,
Enbiyâ anınla buldu bunca lûtf u izzeti,
Ben anın lûtfuna ihsânına kurbân olayım,
Ben anın envâ-i eltâfına kurbân olayım, 

Hakkı ikrâr eylyenler yüce devlet buldular

Sırrı illâ’llâhla onlar paslı kalbi sildiler

Vechi pâkin mazharı zât  ilâhî bildiler

Müjde vaslı Hüdâ’dan Azbî cümle geldiler

Her ne denlü Enbiyâ vü mürselîn kim geldiler,
Ümmeti olmaklığı Hakk’dan temennî kıldılar,
Evliyâ ana Niyâzî kul u kurbân oldular,
Ben anın ayağının tozuna kurbân olayım,
Yoluna gidenlerin izine kurbân olayım. 


 

98

Mükerrem oldu çün Ahmed mukaddem

Müahhirdir mükaddemdir mükerrem

Sıfât-ı zâtla Hakk’tır muazzam

Hüdânın sun-ına âyîne âlem,
Düşüptür sâni’in mir’âtı Âdem
.

Ona Levlâke Levlâk[761] demiştir

Onun şânını muazzam eylemiştir

Özün fehmet kime ne cân demiştir

Odur Âdem ki nefsin tanımıştır,
Oluptur Hızr-ü İlyâs ile hemdem. 

Basiret ehlidir sahibi temâşa

Görür birlikte eşya müheyya

Onun dersi budur “nahnü kasemna”

Ne görürse iyi kem zîr ü bâlâ,
Görür öz nefsini her baktığı dem. 

Bu remzi fem eder mi ayni bizzat

Seni idrâk içindir cümle âyat

Gelir özü varlığından küllü zerrât

Eğer râî eğer mer’î vü mir’ât,
Kamunun aslıdır Âdemdeki dem. 

Velilerdir edenler nefsi islah

Eder bir noktadan cevalan ervâh

Bulur ıslah olanlara iflâh

Göründü bahr-ı kândan bunca emvâc,
Olur zâhir gider yine kalır yem. 

Özünü bilmeyen özdür zevâyid[762]

Özünü bilmeyen bulamaz fevâid [763]

Ezelden böyle kılmış Hakk vâid [764]

Bu âlem de bahirdir hem mevâlid,
Eder emsâlini tecdid demâdem. 

Gece gündüz yatıp içmek yemeği

Tuz etmek[765] hakkını bilmemeği

Acep Mevlayı isbat eylememeği

Aceb misli demek gayri demek mi
Yahut aynî mi,  yâ cem’imi desem. 

İki âlemde kârı let [766] yemektir

Özünü bilmemek kuru emektir

Bunu idrâke çok emek gerektir

Bilen ayn-ü bilmeyen gayr demek,
Budur şâfî cevap “allâh-ü â’lem” 

Veli vahdette ve kesrettedir gayr

Dahi kesrette ve işrettedir gayr

Görür mevlâyı ve sohbettedir gayr

Özü evvelkidir sûretle dürür gayr,
Ki yani can odur terkib o demem. 

Nedir bir veche bunca lutf u izzet

Bu muayyenden bulandı bunca kudret

Bize “irciî” haktan geldi hücceti

Ki zirâ can bir oldu çok sûret,
Budur kavl-i muhakkik hem müsellem. 

Nedir bu yerde olur hâli ûla

Niçin illet olur yâ kâlî ûlâ

Nedir arz ederler kâlî ûlâ

Desen niçün bilinmez hâlî ûlâ,
Çün oldur sonra niçin der ki bilmem. 

Niçin cebbâr olur ismi gayuru[767]

Neden cânın bu cism oldu kubûru

Bu yüzden oldu çün sâni’[768] umuru

Tegayyürden bilinmezlik zuhûru,
Birlikten dürür dediği bilsem.

Mükerrem eyledi rûh âb keblî [769]

Nitekim bülbül ister buyu gülü

Niçin diri ölür ya ölü diri

Niceyse neş’e-i ulâda gönlü
O zevki arzular Sânî de bî-kem

Ezelden bize fermân çünkü candır

Diri olmak ölüden pes ayandır

Bu âşk ehline maşuktan nişândır

Taleb evvelki zevkî hükm-i candır,
Cehl terkibinin hükmü ol epsem. 

Gelen mest giden mest duran mest

Hüdânın varlığıdır niyetle dest

Vahdet u kesrettedir bizim elest

Kamû bir noktadır ilm ancak ey dost,
Çoğaldıkça dolar kalbe hemm u gam. 

Gönülle Azbî hayret içre kaldı

Gönülden kuru tecelliden ferdi buldu

Halas-ı gam olup şâd oldu güldü

Niyâzî taht-ı “bâ”da nokta oldu,
Ali’nin sırrına olalı mâhrem

99

N’ola birkaç gün ey gafil yüzüne gülsün bu dünya

Pişmanlık mukarrerdir sonunda hasretâ veylâ[770]

Elinde fırsatın var iken gel ömrün eyleme fenâ

Gözün aç perdeyi kaldır duracak yer mi gör Dünya,
Kati mecnun durur buna gönül verip duran insan.

Sana âşık olan insan niçin canın nisâr [771]etmez

Alınmış[772] lezzeti nefse özünü Hakk’a yâr etmez

Sana hâl ehlinin bendi niçin bilmemeğe kâr etmez

Kafeste tutiye sükker verirler hiç karar etmez,
Aceb niçün karar eder bu zindâna giren insan.

Fenâ dünyaya aldanmış demi nez’înin[773] eğmezsin

Hevâyı nefsine uyup sen Allah’tan utanmazsın

Uyarsın nefse şeytâna mekri haşra inanmazsın

Ne müşkül hâl olur gaflette yatup hiç uyanmayıp,
Ölüm vaktinde Azrâil gelince uyanan insan.

Hüdâ’dan yüz çevirmiş sen seni bende eylemiş sevda

Ne zikrin vârına fikrin var, hanî ahdin sen uya

Sana matlup yeter dünyana lazımdır sana ukba

Kararmış kalbin ey gâfil nasihat neylesin sana,
Hacerden katıdır kalbi öğüt kâr etmeyen insan.

Olur, hep dediğim bir bir görürsen akıbet elbet

Ne özrünü tutar Mevlâ olurmu hiç Hakk’a illet

Halas et kendini gamdan bekaya etmeden rihlet

Bu derdin çâresin bul sen elinde var iken fırsat,
Ne ıssı sonra âh u zâr edüp hayfâ diyen insan.

Hüdâ’dan olmagıl hâli nazr kıl ayn-i resmine

Sakın aldanma nefsine terahhüm eyle cismine

Sözündür tatlı sükkerden dediler Azbî ismine

Niyâzî bu öğüdü sen ver evvel kendi nefsine,
Değil gayriye andan kim tuta her işiten insân. 


 

100

Dilde zikri fikri Kur’ânımdır Allâh hû diyen,

Bâtınımda dinim imânımdır Allâh hû diyen,

Bana Hakk’tan lutfu ihsanımdır Allâh hû diyen,   

Tende cânım canda cânânımdır Allâh hû diyen,
Dilde sırrım sırda sübhânımdır Allâh hû diyen.
 

Cümlede eşyada görünmüş zahida isbatı Hakk

Her sıfatıyla göründü âşıka bu zâtı Hakk

Zahidâ çün zat-ı haktır ârife mirât Hakk

Dest-i kudretle yazılmış yüzüne âyât-ı Hakk,
Gönlümün tahtında sultânımdır Allâh hû diyen. 

Onsekiz bin âlemin oldu zâtı Hakk’ın zerresi

Her sıfat içre göründü nuru zatın şu’lesi

Her yanından bakarsın şem’i vahid çehresi

Cümle â’zâdan gelir zikr-i “Enel Hak” nârası,
Cism içinde zâr u efgânımdır Allâh hû diyen. 

Âşk ile cennet olur düzah[774] olursa meskeni

Herkesin bir derdi var yoktur meni illa seni

Âşkıyla hâk can etsem sezâdır bu teni

Geceler tâ subh olunca inledir bu dert beni,
Derdimin içinde dermânımdır Allâh hû diyen. 

Mâye-i sırrı Muhammed âdemin sülbündedir

Ol veledi sırrı ebî fehm eden aslındadır

Her kesin matlubu yine herkesin kurbundedir[775]

Yere göğe sığmayan bir mü’minin kalbindedir,
Katremin içinde ummânımdır Allâh hû diyen. 

Kim ki “mazağa’l- basar”[776] dır seyr eder bu sırları

Ehli âşkın lâ ve illâ dan geçti mühtedi

Gel düşe postun hû hû makamın ola eri

Kisve-i tenden muarrâ seyreder bu gökleri,
Çark uran abdâl-ı uryânımdır Allâh hû diyen. 

Müminin mümin olanlara Azbî’ya mir’âtıdır

Herkese kim yahşi yaman çün Hüdâ sıfatıdır

Her ne söz kim söyledimse bil Hakk’ın ayatıdır

Her kişiye kendiden akreb olan dost zâtıdır,
Ey Niyâzî dilde mihmânımdır Allâh hû diyen

101

Bu dildeki efkârım yağmadır alan alsın

Hem yâr ile ağyar yağmadır alan alsın

İmân eyle ikrar yağmadır alan alsın

Sevdim seni hep vârım yağmadır alan alsın,
Gördüm seni efkârım yağmadır alan alsın.
  

Âzadeyim efgende kayd-u gam medfeninden

Düzah eyle cennetten külhan eyle gülşenden

Hep minnetimi kesdim elinden ve yerinden

Aldı çü beni benden geçtim bu cân u tenden,
Aklım dahi her vârım yağmadır alan alsın.  

Bu künhüne yalancının zehriyle balın yuttum

Dünya ile ukbayı bir pula alıp sattım

Çün dostu ayan gördüm efkârımı dağıttım

Ben varlığımı attım dost varlığına yettim,
Her usluya bazârım yağmadır alan alsın.  

Sen canla cânâna geçtim sır ile candan

Hem nâmla nişandan hem küfrü ile imandan

Abâdile[777]  ve yâranım bu ahd ile peymânından

Geçtim ben âd u sandan çıktım ben o dükkândan,
Hep ırz ile vakârım yağmadır alan alsın.  

Çün ahd ile ikrârım bir oldu kamu varım

Nur ile budem nârım yârim eyle ağyarım

Ben kuşdilin anlarım dil Attar’ım

Geldi dile dildârım buldum gül-i gülzârım,
Şimden gerû hep vârım yağmadır alan alsın.  

Her kande ki ey dilber baktım ise hazırsın

Çünkü Hakk’ı özün duydu her vechile zahirsin

Ey dil nice bir bilmem bülbül gibi şakırsın

Sen gâib u hâzırsın her hâlime nâzırsın,
Ahvâl ile etvârım yağmadır alan alsın.  

Hakk oldu benim benim varım hiç kalmadı inkârım

Mahv oldu kamu karım şâd oldu dil zârım

Hem bir gülü bir hârım hem şeş ile hem çârım[778]

Çün buldu gönül yârim terk eyledim ağyârım,
İmân ile zünnârım yağmadır alan alsın. 

Azbî ederim efgan hicrinle olam nâlan

Kalmadı gam niran yâr oldu bana canan

Kalmaz bana isyan bu nefs ile hem şeytan

Mısrî’ye vücûb imkân bir oldu kamû a’yan,
Tâat ile ezkârım yağmadır alan alsın


 

102

Ne ma’niden seçer zâhid ki bilsem lâ’yı illâ’dan

Sıfat-ı zâtla Hakk’tır göründü sırrı müsemmâdan

Ne ma’niden göründü Hakk bilindi vechi leylâ’dan

Elâ, ey Mürşid-i âlem haber ver ilm-i Mevlâ’dan,
Elâ, ey mânâ-i Âdem
 haber ver remz-i esmâdan. 

Ne sırdır Kevseri sahbana [779]sırdır cennet-ül me’vâ

Ne sırdır mihnet dünyana sırdır âlemi ukba

Ne sırdır sırrı ev-ednâna sırdır nüshâ-i kübra

Ne sırdır Âdem ü Havvâ,  ne sırdır “allem-el esmâ”
Ne sırdır Sidre vü Tûbâ haber ver arş-ı âlâdan. 

Ne sırdır ya şebi [780] isneynene[781] sırdır Seyyid-ül Kevneyn[782]

Ne sırdır kurret’ül ayn[783] ne ma’na nedir harfeyn [784]

Ne sırdır kuvvet-i dâreyn ne sırdır mâtem-i şadeyn

Nedir dillerdeki ilmeyn,  nedir ya remz-i Zülkarneyn,
Ne yerdir Mecmau’l-bahreyn haber Hızr u Mûsâ’dan.

Ne sırdır bende-i ednâna sırdır şah ile dânâ [785]

Ne sırdır dağla sahrana sırdır Nil ile derya

Ne sırdır Künbed-i Hadra [786] ne sırdır Mescid-i Aksa

Ne yerdir merkez-i ednâ nedir tâ halka-i vustâ,

Bilinmez Devr-i Kübrâ haber ver sen bu suğradan

Ne sırdır matla’i ulya[787] ne sırdır makta’i efnâ[788]

Ne sırdır bu mehyi Garâna ne sırdır künbedi Mina

Ne sırdır nefsle man’nana sırdır tende rûh ayâ [789]

Kimindir feyz-ü hem ihyâ ne sırdır hem dem-i İsâ,
Nedir Meryem
’deki deryâ haber ver dürr-i yektâdan. 

Nedir mü’minin ikrârı nedir münkirin inkârı

Nedir âşkın asârı [790] nedir sırrın küfrün izhârı

Ne sırdır âşıkın yâri ne sırdır yârin ağyârı

Nedir Kur’ânın esrârı,  nedir esrârın envârı
Nedir Mehdî
’nin etvârı haber ver sırr-ı esrâdan. 

Nedir nefs ve nedir şeytan ve nedir adl ve nedir güfran

Nedir din ve nedir iman nedir ısyanla tuğyan

Nedir Azbî  nedir insan nedir insandaki bu ân

Nedir Mısrî,  nedir Ken’ân, selîm kimdir ya kimdir ân,
Haber verdi bunu Kur’an haber ver seb’i kurrâdan.


 

103

Teşebbühe[791] behre[792] mend[793] olmaz rızadan almayın izin

Dönen mürşid izinden ol kimin mürşid bilir izin

Gözüne sürme kim çeker pirinin ayağı tozun

Şeha yüz döndüren senden kime dönse gerek yüzün,
Gözün yuman cemâlinden kime açsa gerek gözün.
 

Recasını kesen senden bulur mu derdine derman

Olanlar ehli imandır cemâlin seyrine hayran

Sana meftun olan miskin olur hem zar u sergerdân [794]

Seni terk eyleyen insan bulur mu cismine ol can,
Yüzünde âyeti Rahmân okur her kim siler tozun. 

İzini izleyin kimse himâre [795]kurtarır başın

Münevver eyler ol izden hemişe[796] bu için taşın

Şehâ her kim ki medh eyler gözünden akıtır yaşın

Saçınla kirpiğin kâşın heme evsâf-ı nakkâşın,
Şehüm yoktur ayakdâşın kim ileri süre ferzin. 

Ebu Cehl etmedi gitti Rasülü Ekrem’e secde

Yüzün döndürmedi Hakk’a edenler âleme secde

Bilenler vechi rahmânî ederler âleme secde

Buyurdu Hakk ki Kur’ânda edeler Âdem’e secde,
Div-ü şeytân o kim bunda kabul etmez Hakk’ın sözün. 

Bugün bir zerreden Hakk’ın göründü bi-hisab fendi

Bu fendi fehm eden ârif bilir esrâr-ı mânendi [797]

Çün Azbî bendeyim şimdi muhakkik kuluyum kendi

Kaşın mihrâbını şimdi Niyâzî kıble edindi,
Kati çalıştı süründü yöneldince sana özün. 


 

104

Fenâ dünyaya mayil n’idersin

Sonunda göç olan fâlı n’idersin

Pişman olduğun hâli n’idersin

Gönülden zikre eyle iştiğâli
Zikirden gayrı iştiğâli n’idersin.
 

Eğer tekmil edeyim dersen kemâli

Görüne sana yârin sırrı hâli

Sana yüz göstere nûru visâli

Yöneldigör Hakk’a akl ü hayâli,
Bu halden gayri ahvâli n’idersin.

Hakikat bi-şeriât oldu kâfir

Hakikatle eğer olmazsa mâhir

Ne lazım sana ahvâli tefâhür[798]

İbâdet acısın bu nefse tattır,
Amelden olmağıl hâli n’idersin.

Olanlar katil nefs oldu çün hâs

Cedel kıl düşmanına misli kısâs

Kâtî sa’yet tâ bula canın halâs

Amel oldur ki anda ola ihlâs,
Hulûs olmayan â’mâli n’idersin.

Metânet hâsıl ettinse bu fende

Göründü ise muhabbet her dininde

Gözün aydın ola dâim öğünde

İç ol zehri ki bal olsun sonunda,
Sonunda zehr olan balı n’idersin.

Mal için dünyaya olma efgende[799]

Olanlar olamaz çün Hakk’a bende

Karıdâşın var ise keriminde

Derüp Dünyayı cem etme önünde,
Seninle kalmayan malı n’idersin.

Unutma kahrı Hakk’ı lutfu Hakk’ı

Vech-i yâre âyeti İhlâs oku

Sahn-ı âşka bülbül-asa[800] gel şakı

Ko mekri aldatıp gezme bu halkı,
Bu mekr ü fitne vü âli n’idersin.

Hilâfın eyle nefsin ola makhûr[801]

Ola cisminde ruhun ola ma’mur

Lisanında ola esrâr-ı Mansur[802]

Gönül ikbâli halka olma mağrur,
Gönülsüz olan ikbâli n’idersin.

Sözü çün söyleme sohbet-i uzatma

Sakın bir söze yüz bin dâhi katma

Sakın bir kimseye sen bir dil uzatma

Riyâ ile bu halkı gel azıtma,
Ko tâc-ü hırka vü şâlı n’idersin.

Kuru irfan ile matlup bulunmaz

Yorulmadan beğim menzil alınmaz

Bugün ağlamayan kes erte gülmez[803]

Kuru lâf ile maksûd ele girmez,
Yürü hâl ehli ol kâli n’idersin.

Hüdâ yoluna doğru gittinse

Elest ikrârını gözettin ise

Bu âlem varlığından yettin ise

Fenâ ender fenâya erdin ise,
Ferâgat ehli ol hâli n’idersin.

Bu cümle aklı milâh [804] eyle evvel

Ruhun ismini fettâh eyle evvel

Dilin zabt eyle islâh eyle evvel

Ko halkı nefsin islâh eyle evvel,
Salâh ehli ol ıdlâli n’idersin.

Bu Azbî’yi sa’yle Hakk’ı bulurmuş

Bilirmiş tâlibin matlup görürmüş

Hüdâ herkese maksudun verirmiş

Niyâzî isteyen Hakk’ı bulurmuş,
Gel imdi iste ihmâli n’idersin.


 

105

Ey nice nâçâre el-hak feyzini ızhâr eden

Ey nice uşşâkı zârî zâr sergerdân [805]eden

Nokta-i esrârı zâtım günde bin devrân eden

Ey bu cümle kâinâtın aslını bir cân eden
Âdemi kudretle ol cana sevip cânân eden.
  

Oldular ayni müsemmâ “allem-el esmâ” ile

Erdiler zât-ı Hüdâya her sıfatından Lâ ile

Kadrimiz idrâke geldin sırrı “mâ-evhâ” ile

“Allem-el esmâ” ile hem tâc-ı “kerremnâ” ile
Arş-ı âlâda melekler cem’ine,  Sultân eden.

Dest-i kudretle bu vechi Âdemi tasavvur eden

Zâtına secde emrin Âdeme takdir eden

Her sıfatı Âdemin vechinde Hakk’ı ta’mir eden

Vechi Âdemle cihân fânûsunu tenvir edip,
Künhü zâtına o vechi hüccet ü burhân eden.  

Rûyuna âyine kıldı ruyuna Hakk’ı Âdemin

Olmaya harf u nidâsı bil bu ismi a’zamın

Çün Elest bezmi bu demdir ettin akdemin

Evveli Âdem,  sonun hâtem kılup bu âlemin,
Hâtemi Mahmûd-u Âdemi zübde-i insan eden.  

Bâisi[806] ihyayı âlemi Ahmed’in zâtın kılıp

Hem sıfat ilmine muharrem Ahmed’in zâtın kılıp

Hem muahhir hem mukadem Ahmed’in zâtın kılıp

Nokta-i pergâr-ı âlem Ahmed’in Zâtın kılup,
Sırrını kutb-ı hakîkat mazhar-ı Rahmân eden. 

Görünür her kande baksam çeşmime didâr-ı Hakk’ın

Şüphesiz hakk-al yakîndir eyleyen ikrâr-ı Hakk’ı

Oldu şeytan vechi Âdemden eden inkâr-ı Hakk’ı

Enbiya vü Evliyâ hep mazhar-ı envâr-ı Hakk,
Mustafa’da her şuûnun cem edüp bir şe’n eden. 

Çünkü cân sultânı oldu nefs-i bed mekkârenin [807]

Yani esmâsı bir oldu seb’âi seyyarenin [808]

Mısrîdır sultan Azbî kemteri âvârenin

İsmi resmi mahv iken bu âciz ü bî-çârenin,
Nâmını Mısrî verüp dillerde âd u sân eden. 


 

106

Ormanlıktan çıkmadın bostanı arzularsın

Cehlinden kurtulmadan maanî arzularsın

Cehennemde yanımdan cananı arzularsın

Nâdanı terk etmedin yârânı arzularsın,
Hayvânı sen geçmedin insânı arzularsın.
  

Bir bakar körsün heman zahir Hakk’ı seçmedin

Pir-i muğani [809] bulup bari yüze içinden

Ruhunu sen bilmedin gizli sırrı açmadın

Sen bu evin kapusın henüz bulup açmadın,
İçindeki kenz-i bî-pâyânı arzularsın.  

Sen bir oda yapmadın kapın vârına bucak

Geldin odun kesmeğe ne baltan var ne nacak

İçmeğe geldin gibi oldu şaraba yasak

Taşra üfürmek ile yalunlanır mı ocak,
Yönün Hakk’a dönmedin ihsânı arzularsın.  

Zülmete dûş eylemiş bu nuru siyah seni

Aldadı bu âlemin ızzî ile câh senî

İblise yâr eyledi yâr vesveseli râh-ı seni

Dağlar gibi kuşatmış benlik günâhı seni,
Günâhın bilmeden gufrânı arzularsın.  

Nefsle bizim Hakk’a kimse yakîn olamaz

Ettiğin ki kimsenin tevbe ile bakılmaz

Zahire olup bilmedin batın ile alınmaz

Cevizin yeşil kabını yemekle dad bulunmaz,
Zâhir ile ey fakîh Kur’ânı arzularsın.  

Aferin olsun sana arz-ı hüner kılmadın

Yar sana rahmetti ağlamadın gülmedin

Tütüne mekrûh dedin çünkü şarab bulmadın

Şarâbı sen içmedin sarhoş u mest olmadın,
Nice Hakk emrine fermânı arzularsın.  

Mayalanıp taşmadın ocağını aşmadın

Bahri gama düşmedin öz-dil için koşmadın

Dağ ve beli eşmedin dertli olup şaşmadın

Gurbetliğe düşmedin mihnete sataşmadın,
Kebab olup pişmedin büryânı arzularsın.  

Yatup kalkacağın yok evin yok bucağın

Bucakta nacağın[810] yok bir ulanmış[811] evin yok

Dilde gam ve dağın yok kurbana bıçağın yok

Yabandasın evin yok bir yanmış ocağın yok. 
Issız dağın başında mihmânı arzularsın.  

Hâli sanup meydânı arz u hüner kılmadı

Yeri göğü doluştum kendi özümü bilmedim

Subh u mesa[812] Zâhid ağlamadın gülmedim

Ben bağı ile bostanı gezdim hıyâr bulmadım,
Sen söğüt ağacından rummânı arzularsın.  

Varile var-ı ayn olur pire çıkan iziyle

Özünü Hakk’tan görür hemdem olan öz ile

Azbî bugün er görür bu göz ile

Başsız kabak gibi bir tekerleme söz ile
(Yunus) leyin Niyâzi irfânı arzularsın.

107

Bildiğinden geçmedin irfânı arzularsın

Bir pirden el almadın rahmânı arzularsın

Derdi Hakk’ı çekmedin dermânı arzularsın

Cânını sen terk etmedin cânânı arzularsın,
Zünnârını kesmedin imânı arzularsın.
  

Bir sözünden bin kere deli gibi dönersin

Bir bî-ziya fersizsin san za’mınca [813] yenersin

Telsiz çöğür[814] çalarsın ezgisizce uyanırsın

Şol uşacıklar gibi binersin ağaç ata,
Çevkânı ile topun yok meydânı arzularsın.  

Sen Ermeni kişisin nefsine kul olurken

Nefsine oldun nedim[815] dar-ı Hkk’a gelirken

Bilmeyesin kendini gayriye pend[816] verirken

Karıncalar gibi sen ufak ufak yürürsün,
Meleklerden ileri seyrânı arzularsın.  

Âşkla çün yelersen Hakk suyuna kanarsın

Her ne ki görürsen ona elin salırsın

Sân cennete dalarsın bulduğunu çalarsın

Topuğuna çıkmayan suyu deniz sanırsın

Sen katreyi geçmedin ummanı arzularsın

Kendini görme ölü cehlile kalma geri

Yer ile bugün kamu Hakk ile olmuş dolu

Etme özün gaygulu Azbî gedalık eyi

Var sen Niyâzi yürü atma okun ileri,
Derdiyle kul olmadan sultânı arzularsın.

108

Cânımdır bu arzuyu vaslı cânan eyleyen

Dil midir dilber midir bu aklı hayrayan eyleyen

Nefsimdir ya canımdır bu tende cevlan eyleyen

Gül müdür bülbül müdür şol zâr u efgân eyleyen,
Ten midir yâ can mıdır hem arş-ı seyrân eyleyen

Eyleyen bir noktadır bu çâr [817] kitâbın naklini

Soyud harf içre zâhir koydu bâtın ilmini

Ruh ile herkim değişti aldı sultan aklını

Nâr-u bâd u âb-ü hâk’in gel haber ver aslını,
Kim bulârın her birini emre fermân eyleyen.

Dört kitabı vechi aşktan okudun ezber bize

Âşk yolunda feyzi Hakk’ı eyledi rehber bize

Vaktımız şita[818] eyyâmı [819]hep birdir bize

Âteşin keremiyetinin sırrını tuygur bize
Geh hilâf üzre anı kimdir gülistân eyleyen.  

Sohbeti Hakk’tan bize lutfı atâ zevkin veren

Sâlike mürşid değil mi bu safâ  zevkin veren

Nutku Hakk’tan gülşene neşvünema [820]zevkin veren

Yelde kimdir geh nesîm ü geh sabâ zevkin veren
Gâhî hışmiyle nice büldânı vîrân eyleyen.  

Zâhidâ sen kaldın ağma vech-i nûru görmeyip

Süreta hayvana döndün zât-ı aslın sormayıp

Her sıfatın sırrına sa’yinle mahrem olmayıp

Kimdir anı bana göster şol sularda durmayıp,
Rûz u şeb yüz üstüne aşk
 ile cevlân eyleyen.  

Sen özün fehmeyledinse oldu mümkün müşkilât

Bu dürrü yektâ ve nuru sırrı çünkü mümkünât

Bir iki ma’den bir oldu ayn-i vücûdu iltifât

Hâk ne ma’dendir biter andan maâdin geh nebat,
Kimdir anı gâhı hayvân gâhı insan eyleyen. 

Ne sebepten devr eder bu âleme şems u kamer

Hemdem nehr ehl-i didar oldu miskin[821] nilüfer[822]

Yelde bir sun’u Hüdâ’dan arz eder kaddin semer[823]

Ay u gün yıldızları kim döndürür ver gel haber,
Hem ne seyr için dönerler bunca devrân eyleyen. 

Bindin artık müjde vaz’ı görünüyor insanda bir

Bir yana nefsin hücümu bir yana şeytanda bir

Ne bilâ bu nefs ve şeytan can yeter cananda bir

Bâde birdir sâkî bir meclisteki yârân da bir. 
Bâdenin keyfiyyetini kimdir elvân eyleyen

Kimisini ehli aşkın tâlibi tevhid eden

Kiminin taatı makbul kimini fasık fasık eden

Kimini takva yolunda serseri Zâhid eden

Kiminin mescidde boynun eğdirip zâhid kılan,
Kiminin meyhânede serhoş u sekrân eyleyen. 

Mâverâ aklı fehm et bu âdemi âlem nedir?

Kimisini nutku Hüdâ’dan söylemez ebkem[824] nedir?

Zikru İllâ’llâhı tekrar eyleyen herdem nedir?

Zâhidin benzin sarartıp ağlatan kim hem nedir?
Kâfirin küfrü dahi fâsıkta isyân eyleyen. 

Ayrı bilme mürşidinden salikâ Hakk izini

Gözlerine tutya-veş[825] sürme çek pir tozunu

Kimine seyran eyledi bi-perde yârin yüzünü

Halktan ayırmış gözünü pinhâna çekmiş özünü
Ne arar kendini halktan böyle pinhân eyleyen. 

Kaşların “İnna hedeyna”[826]okuyan kâmil olur

Vechini seb’ul mesânî [827]anlayan fâdıl olur.

Sanma bir mahbubi sevse bir kişi cahil olur

Görse mahbubu gönül bî-ihtiyâr nâil olur,
Ehl-i derd uşşâkı kimdir zâr u giryân eyleyen

Kimini feyzi Hüdânın sırrına nail eden

Kimine verip hayayı ilmile âkil eden

Kimine esmâ-i talim eyleyip fâdıl eyleyen

Kim bu sırdan kimini mahrum edüp câhil eden
Kimini mahrem edinüp ehl-i irfân eyleyen. 

Arzuyu vaslı yâri dilde mihman ettidiler

Özlerini ol sebepten ehli vicdan ettiler

Sırrı yâri fâş edenleri ehli isyan ettiler

Vahdet ehli cümlede bir yüzü seyrân ettiler,
Lik görmez ol yüzü kesrette tuğyân eyleyen. 

Pir âşk-ı ben Azbî’ya âşk-ı Hüdâ’yı bildirir

Bunda kendin ağlatanlar anda yârin güldürür

Ruhunu ihyâ eder her kim ki nefsin öldürür

Ey Niyâzî kim vücûdun terk ederse ol durur
Cümle yüzler içre ol bir yüzü seyrân eyleyen.

109

Kâmil-i fi’llâha cahil cehlile yâr olmasın

Yok yere âşk ehline Zâhid sitemkâr olmasın

Bi âbes vaslı Hâbibe ol talepkâr olmasın

Kim ki candan geçmez ise deyin bize yâr olmasın,
Âr u ırz ile gelüp âşıklara bâr olmasın.
 

Ol hakikat bahrine feleği teni salmıştır

Âşk yolunda can verip cânânı almıştır

Kîl u kâli terk edip ol ehli hâl olmuştur

Gam yükün âşık olan dâim çeke gelmiş durur,
Duymayın dost derdine aşka giriftâr olmasın. 

Bilmek istersen sözünden eyle idrâkı sâdıkı

Arz-ı sözünden bilirsen vaslı yâre lâyıkı

Bile bu derdin devasın buldum bir hazıkı

Derd uyutmaz rahat etmez gece gündüz âşıkı,
Şol ki bülbüldür güle karşı nice zâr olmasın. 

Âbidunda hâibîn [828] ahvâli aşkı anlamaz

Kîl u kâli geçmeden efâli âşk-ı anlamaz

Çekmeyen yârin cefâsın âli âşk-ı anlamaz

Zevk-i tâatle kimesne hâl-i aşkı anlamaz,
Tâlib-i sâdık isen belinde zünnâr olmasın.  

Zâhida aşk-ı mecâzî sanma Hakk vârı değil

Ger mecâzî ger hakikat her kesin kârı değil

Yâr-i ağyârı bildin yâr ağyârî değil

Remz-i Hakk’a mahrem olmak değmenin kârı değil,
Kim dilerse aşk
 ile yâr olsun,  ağyâr olmasın.  

Lâ’yı iskât eyleyen cân zâhir atmacıd [829] ile

Gecesi Kadri Berat gündüzü hem iyd[830] ile

Bildiğinden geçte gel sen kul olup tevhid ile

Cümle efkârın hurûfun cem edüp tevhid ile
Nokta
-i vahdette haşr ol gayri efkâr olmasın.  

Kendini Azbî sakın nâdana yoldaş eyleme

Hem sana yâr olmayanı hâle haldâş eyleme

Aklı bir güzele görüp herkesi gardaş eyleme

Ey Niyâzî hâl-i aşkı herkese fâş eyleme,
Sırr-ı Hakk’dır ana bigâne haberdâr olmasın.

110

Bî tarikat bî hakikat olana eş neylesin

Sâhibi kibr u kîne düzahda ateş neylesin

Talib-i altun olan bimâre peşkeş[831] neylesün

Teşne-i bahr-ı mûhît olan dile reş neylesin,
Tûti-i sükker-feşân uftâdeye keş neylesin.
 

Eğledim hakikat oldu sâhib-i nüktedân

Balı zehri bir bilip semmî [832] helâhil [833] irfân

Baktığı âyinedir eyler sıfatın hoş ıyadır

Cür’a-i sahbâ-i zât-ı nûş edip temkin bulan,
Afitâb olan gönül telvîn-i meh veş neylesin. 

Etti tekmil tarikat mâlikî sırrı edep

Serbeser[834] sırrı hakikat ona zâhir oldu hep

Gel bugün sen ayn-ı cem ol derviş eyle talep

Arifin esrârı settâr olduğun etme aceb,
Tâ’n eder zâhid denilen div-i serkeş neylesin. 

Buğzla kibri haseddir halka la’net çün hemin

Böyle idrâk eylemiştir ârif hakk-al yakîn

Kendi nurundan vücûda geldi âdemdir hemin

Âdemin vechinde Hakk’ı görmedi iblîs-i lâin,
Sûretâ gördüğü bir şekl-i munakkaş neylesin.  

Oldu hep ârifler içre bu haber Hakk’ı mu’teber

Tabi’ nefsi olan kes râhına yanlış gider

Dinle bu mağzı hakikat Azbî’den ma’na haber

Can Niyâzî ehl-i aşka nazikâne va’z eder,
Ehl-i nefs olan işitmez dil-i müşevveş neylesin. 

111

Âdem’den alup nüsha-i kübrâ haberin sen

Fehmeyledin Mescid-i Aksâ haberin sen

Vechimden oku sırrıyla mevlâ haberin sen

Aldın mı gönül hüsn ile yektâ haberin sen,
Duydun mu hem ol Yûsuf-ı zibâ haberin sen,
 

Fikri Hakk’ı kendini tâ bilmez olunca

Nefsin sana iblisi sözün vermez olunca

Ferda gâmına can u dil salmaz olunca   

Ya’kub veş ol,  dîdelerin görmez olunca,
Ağladı mı ta sorsan o bina haberin sen.  

Hakk’tan sana bir zerre eğer olmaya mahbub

Sen olmaya sen sırrı Hüdâ vechine mensub

Hem  mihnet Cercis [835] oluben sabr eyle Eyyüb

Yûsuf yoluna ağlayan ancak deme Ya’kub,
İşittin anın oldu Züleyhâ haberin sen.  

Hakk âşkî gibi olmaya âbid dahî bir zevk

Bir dilde ki hâsıl ola hem âşkla bin şevk

Güyâ ki eğer lutfla lutf ile ol hak

Kays’ı nice yıl ağlatıp inletmedi mi aşk,
Alsan n’ola bir doğruca Leylâ haberin sen.  

Ağlatma beni hicrinle ey gözümü âhu

Gül bir yüzüme hânde gün ey dişleri ancak

Ger bana tecelli ede ol dilberi hûbru[836]

Dağlar dahi dayanmaz anın yüzüne karşı,
Âlimlere sor Tûr ile Mûsâ haberin sen.  

Çıkma hata ile hazer güzele dilekden

Kimseye sakın verme haber gonca gülünden

Sabr eyle gönül her ne gelir yârin elinden

Sular gibi yüzün yere sür kalma yolundan,
Alçakta alursun yürü deryâ haberin sen.  

Her âşıka vuslat sırrını etme sezâvar[837]

Hem âşka haberin eyleme câh ile izhâr

Pişmân olup sonra dil eyleme pür-zâr

Âlemde nice yüzbin olur aşka giriftâr. 
Gel sorma o mecnunlara dânâ haberin sen.  

Divâneye sor derdiyle bu hayret âşkî

Herkes çekmez cevr ile bu gayret âşkî

Bir zerrede gör suret ile seyret aşkî

Bülbüllere sorma yürü var hâlet-i aşkı,
Pervâneden al gizlice tenhâ haberin sen.  

Bir lâm elif içre ayan anla şuhûdu

Hem anla otuz iki huruf ile vedudî

Tevhid ile imâna eriş anla vücudû

Tevhid sanır “lâ” ile isbat-ı vücûdu,
Sorma güzelim anlara “illâ” haberin sen.  

Dil olmaz ol derdi derdiyle bin pâre delinmez

Bu çâr şeşi [838] çünkü Hakk’ın mazharı bilmez

Maksudu eğer ka’be ise ondada bulmaz

Her kim bu yola sıdk ile girmezse yok olmaz,
Yok olmayacak Yûsuf’un umma haberin sen.  

Azbî sözünü fehm ediben anladın ise

Lakayd oluben Hakk sesini bekledin ise

Âdem’de Hakk’ı seyre gelip dağladın ise

Lâhût ile nâsûtu gönül anladı ise,
Mısrî ana sor “Kâf” ile “Ankâ
“ haberin sen.  


 

112

Sıfâtu’llâhı seyr etsen kimin dürdanesiyim ben

Gedâ suret gözettimse hakkın bir şanesiyim ben

Eğer fehmeylesen sofi ne cân cânânesiyim ben

İlm-i bahrî vücûd asdâfının dürdânesiyim ben,
Maarif kenz-i dil vassâfının virânesiyim ben.
 

Vârımı sırrıma âgâh olanlar hisse aldılar

Dîl-i lâl aklı mât olup benim sırrımda kaldılar

Hakk’a teslim olan canlar yolu erkânı buldular

Benim ilmim katında müctehidler âciz oldular,
Veli İlm-i İlâhî’nin deli divânesiyim ben. 

Kimisi râz sergerdân olup hayrette kalmışlar

Kimisi dârı mihnette özün kavgaya salmışlar

Kimi yoklukta mahvolmuş kimi bu vâre gelmişler

Birer hâle cihânın halkı bir bir râzı oldular,
Benim bir hâle meylim yok Hakk’ın bilmem nesiyim ben. 

Ne izhâr eylesem mümkün ne pünhâneylesem ey yâr

Ne bir derdimle ortak var ne bir mislim gibi nâçâr

Er satveleri [839] olur aciz ne merhemle olur tımar [840]

Bi-küllî âlemin halkı bilirler bende bir dert var,
Bilinmez sevdiğim kimdir nenin mestânesiyim ben. 

Hakikat bahridir aklım reis oldum teni feleğe

Özüm evvelden evveldir kadem basmadan eflâke

Gözüme Hakk olur perde bakarsam mâli emlâke

Eğerki sûreta âhirde geldim âlem-i mülke,
Ne mâziyem,  ne müstakbel her ânın ânesiyim ben. 

Çün insânım ve mekânım bu mir’ât tenliğimdendir

Ziyâ bahşâyışı bizim bu ziynet şenliğimdendir

Bakâda fânide benlik benimle senliğimdendir

Yitürdüm benliği,  benlik bana hak benliğindendir,
Tekellümde hitâb-ı gıybetin kârhânesiyim ben. 

Ezelden sâkiya câm bekâdan mestü hayrânem

Perişan turresin yârin körelden dil perişânım

Ne Azbî’yem ne şârkıyem ne gârbiyem ki ben cânım

Ne Mısrîyim,  ne Mehdîyim,  ne İsâ’yım,  ne insânem,
Bu yanan dâimî şem’in veli pervânesiyim ben. 

113

Sırrı “sübhânellezi esrâ”[841]da dil mihmân eden

İstivâ sırrın vücudun şehrine sultân eden

Vay benim aklım perişân gönlümü hayran eden

Ey bu gönlüm şehrini bin kahr ile vîrân eden,
Bî-dühân odlar yakup bu sînemi külhân eden.
 

Herkes cins maal cins [842] hem demi sohbet olur

Ehl-i Hakk’ın devleti Hakk’tan gelen zillet olur

Çâre kıldıkça tabibler derdine mihnet olur

Ehl-i âlem derdinin mislin görür rahat bulur,
Cins u misli olmayan derde beni dükkân eden. 

Nefsle ruhun varasın fehmeden ehli zamir [843]

Tekye-i fakr-i fenâya can u dil eyler esir

Ger hakikatten haber almak dilersen âşka gir

Bir bahirdir sâhili yok mevci olmaz münkesir,
Leylinin fecrin getürmez gökteki devrân eden. 

Çıktı “mâzâgal basar”dan [844] çeşmime kehli uyun[845]

Tıflı dil derdinden oldu seni derdim tâze nur

Çünkü ben biçare oldum sine püryan [846]dîde-hûn[847]

Akl-ı fikrim zevrâkı yollarda kaldı ser-nigün,
Belki cümle akl-u fikri bende sergerdân eden. 

Azbî’ya fakri rızâdır âşıka âşkı pîşesi[848]

Gel iki âlem rahatımdan çekme vakt endişesi

Talib-i fakr u fenâ ol kır bu vârın şişesi

Kimine meydân eden bu âlemin her köşesi,
Mısrî’ye uçtan uca her köşeyi zindân eden


 

114

Cân u dilden âşkla gel yâne yâne Hû deyu

Nefsine aldanma zinhâr yâne yâne Hû deyu

Kendini kâl ile hâl ol yâne yâne Hû deyu

Gir semâ’a zikr ile gel yâne yâne Hû deyu,
Er safâyı aşkı- Hakk’a yâne yâne Hû deyu. 

Bilmeyen imânı bulmaz küfrü imân perdesin

Âdem olmaz geçmeyen ilmiyle hayvân perdesin

Çâk eder âşık olan elbette isyan perdesin

Hep erenler Hû ile kaldırırlar can perdesin,
Açtılar gözlerin anda yane yane Hû deyu. 

Hû ile irşad olanlar oldu Hû nun hemdemi

Var ise Hû yok ise Hû iş bu sırrın mahremi

Evvel Hû âhiri Hû kıl temâşa âdemi

Gördüler Hû kaplamış hep On sekizbin âlemi,
Feyz alırlar cümle Hû’dan yane yane Hû deyu. 

Mübtelâlar sırrına kavuştular bu Hû ile

Evliyânın bezmine [849] oluştular bu Hû ile

Dostla alıştılar buluştular bu Hû ile

Zât-ı Hakk’ı buldular,  buluştular Hû ile,
Dost göründü her taraftan yane yane Hû deyu. 

Kalbine yâ Hû diyen âşıkların rahmet yağar

İki âlem mihnetten kurtulup cennet arar

Âzbi’ya feyzi Hüdâ’dan Hû deyu doğar

Ey Niyâzî gönlüne âşıkların hikmet dolar,
“Künt-ü kenz” in haznesinden yâne yâne Hû deyu.


 

115

Aşkıyla mest efkâr olayım şimdengerû

Cevri hicri güle sitemkâr olayım şimdengerû

Yâre hem ağyâra hoş yar olayım şimdengerû

Nevbahar erişti bi-dâr olayım şimdengerû,
Andelip-i bağ-ı gülzâr olayım şimdengerû.
 

Lutfu kahrından vefâsından geçip abdâl-veş

Âlemin şahı gedâsından geçip abdâl-veş

Bu ribat hünhünden uryân olup  abdâl-veş

“Dünya vü ukba hevâsından geçüp abdâl-veş,
Kâşif-i cilbend-i esrâr olayım şimdengerû”. 

Bulmasın bir kimse bende bulmasın nâm u nişân

Kalayım yokluk içinde bî-nişân ve bî-mekân

Cümle âlem âşık olsun görmeğe vechim ıyan

Dolanayım Hızır-veş âlem gözünden bir zamân,
Mutlak olup sırr-ı settâr olayım şimdengerû. 

“küllü şeyin yerciu” [850] nun ma’deninde kân olam

Çün bana elzem özümden özümü özden bulam

Eyleyim İsâ’ya ta’lim sırda eşratı[851] kıyam

Nice bir bu ten zemininde karar edüp kalam,
Çıkayım göklere devvâr olayım şimden gerû. 

Âlemin ak ve karasından çıkar âli cenâb

Bilmedi münker suâlin çektiler onlar azâb

Hakk’a teslim olmadan özünü bekâda yok sevab

Bu izâfât u kuyûdât illerin edüp harâb,
Lâmekân ilinde seyyâr olayım şimdengerû. 

Nice birdir doğmanla subhdem feryâd edem

Kûh sırrı âşkına ben kendimi ferhâd edem

Kayıttan kurtulup ruhum eyle âbad edem

Mürg-i cânı bu kafesten uçurup şâd edeyim,
Ol âdem şehrine tayyâr olayım şimdengerû. 

Hâkle yeksân[852] olan ârş üzre eyler hoş mekân

Geldi çün benden bana benlik nişânından ziyân

Geçtim ondan dahî mânendî [853]bir olur pehlivân

Bir beden kaldı bana mensûb olan bunda hemân,
Yok edip anı dahî var olayım şimden gerû. 

Her kimin kalbinde olsa Hakk şuhudu zerrece

Gelir elbet ona Hakk’ı lutf cudî [854]zerrece

Azbî’nin zâhir u bâtın yok vücûdu zerrece

Kalmasın varlıkta Mısrî’nin vücûdu zerrece,
Kurtulayım vasl-ı dildâr olayım şimde gerû. 


 

116

Zâhid sana şerh eyleyem guş [855] eyle bir destân kamû

Doğru haberler söyleyim fehmeylesin yâran kamû

Hiç bilmezem ki neyleyim kılam ıyan beyan kamû

Bir şehre erişti yolum dört yanı düz meydan kamû
Ona giren görmez ölüm içer âb-ı hayvan kamû.
 

Gaflettedir uykusu var Hakk’tan katî korkusu var

Yirmi dokuz bârusu [856]var otuz iki incisi var

Itır gibi kokusu var her yanı kaplarûsu [857]var

Bir hoş güzel yapısı var otuz iki kapısı var,
Cümle şehirlerden ulu her yanı bağ bostan kamû. 

Âşk ehli ol eyledin kesil âb-ı revân ol selsebil

Dağları sünbül zencebil çağlar akar Ceyhun Nil

Onda döğülmüş misli gül altın cevâhir fî sebil

Âb u havâsı mu’tedil giren çıkamaz ay u yıl,
Dağları lâle ak kızıl bağlar gül-i handan kamû. 

Dertlilere dermân eder âşıklara ihsan eder

Her sırrı sır-cünban [858]eder âb[859] u revân efgân eder

Âşk ehlini mestân eder hâlin perişân şân eder

Bülbülleri nalân eder cân-u dili hayrân eder,
Bahçeleri seyrân eder her köşede hûbân kamû.

Her emrine fermân olur her ne ararsın bulunur

Bilmediğin hep bilinir görmediğin hep görünür

Dostlar başına derilir [860]canla sohbet olunur

Eşçârda sazlar çalınır dallarda meyve salınır,
Sen sunmadan ol bulunur her emrine fermân kamû

Deryâ misali çuş eder her ne dilersen hoş eder

Cananı sana eş eder huriler dem-keş[861] eder

Düşman kaddin ham-keş[862] eder şeytanla yâdaş[863] eder

Kim Selsebil’den nûş eder rahik anı bi-hûş eder,
Tesnîm ebed sarhoş eder olur içen mestân kamû. 

İllet bana hüccet değil gösterdiğim illet değil

İşret ve hem sohbet değil hem işret ve sohbet değil

Hakk’tan bize rahmet değil sanma ki bu kudret değil

Bu dediğim Cennet değil anlara ol minnet değil,
Bunun safâsı zevkine ehl-i cinân hayrân kamû. 

Baldan şekerden hoş tadı can bülbülü olmuş tûtî

Oldu beyân sırrı-ebî[864] Hakk’tan gelen âdem gibi

Cismi hakikatten idi Hakk âdeme dostum dedi

Şehr-i hakîkattır adı,  Hakk sırrını bunda kodu,
Ol sırra vâkıf olanı,  Hak eyledi mihman kamû. 

Bu sözlerim gel levha yaz bu şehre gelmez yaz güz [865]

Bunlardır ehli temiz Hakk’tan ıyan bunlarda yüz

Hakk’tır bularda[866] Hakk’tan öz yokuş değil her yanı düz

Özleri canlardan aziz sözleri ballardan leziz,

Yok anda sen,  ben,  siz ü biz birlik ile yeksân kamû. 

Bu dediğim ehli necat bulmaz bulur kesb kesad [867]

Ateş değil sudan nebât bunlar değil hâk ile bâd[868]

Haktır hakikat iş bu âd işit onu bâd şâd

Olmaz anlarada hiç fesad buğz u hased kibr ü inad,

Cümle biliş yok asla yâd birbirine ihvân kamû. 

Bağışladımdı almadı bu sırrı bâtıl bilmedi

Âşkımdan âgah olmadı teşvişe kendin salmadı

Nefsî yüzüne gülmedi bunlar hakikat olmadı

Ol şehre Mürsel gelmedi,  anları dâvet kılmadı,
Anlar yolu yanılmadı evsafları Kur’ân kamû. 

Epsemlik [869]olmuş dilleri iki cihan merkebleri [870]

Yok bunların ucbları [871] iman olur edepleri

Hakk bunların mucipleri Hakk’tan mühürlü lebleri [872]

Hak mezhebi mezhebleri,  deryâ-yı zât meşrebleri,
Hâsıl kamû matlableri,  kadr içredir her an kamû. 

Bilmez bular lâfügüzaf [873] Hakk bunları kılmış muâf

Bunlar kamuya sine-sâf olmuş bular Ankâ-i Gâf

Hayr ile şer bunlarda lâf her sözleri nûn ile kâf

Yoktur onlardan ihtilâf günden ayân Hakk bî hilâf,
Her işleri Hakk’a muzâf ruh eylemiş Yezdân kamû

Makbuli Hakk olmaz rezil olmuş bulur ayn-ı Halil

Hakk iledir bunlara eyle makbul edüprabb’ül celil

Bundan müberra vekil canlar verirler fî sebil

Terk eylemişler kâl u kil lâl olmuş anlarda bu dil,

Her halleri Hakka delil hep mazharı Rahmân kamû. 

Bî-din görür mezhepsiz Hakk’tan ıyandır Hakk yüzü

Bulmuş seâdet yıldızı piri izi Hakk’ın izi

Kehli uyun payi tozu birdir [874]geçile gündüzü

Gerçi sana bakıp gözü,  sohbet eder söyler sözü,
Lâkin Hakk’ı bulmuş özü,  söyleştiği Furkân kamû. 

Sarhoş olup bayılmadı içenleri ayılmadı

Esrârları yayılmadı hep dilleri duyulmadı

Kimseye gönül vermedi çalışmadı yorulmadı

Dünyâya anlar gelmedi,  geldiyse de eğlenmedi,
Şeytân oları görmedi, anda olar pinhân kamû

Cândır Hüdâ’ya peşkeşi onun için yeter işi

Zâhirdedir âdem kişi doğmuş hakikat kuşu

Erkek değildir hem dişi hem hakkıyla Hakk cünbüşü

Ana girerse bir kişi gider gönülden teşvişi,
Başına bu devlet kuşu konan olur Sultan kamû. 

Olmazdan evvel çün olur maksudu candan alır

Fânide ol bakî kalır istediği zâhir olur

Cânın verir canan alur nefsin bilir rahman olur

Hemen ki ol şehre gelir her korkudan azâd olur,
Yollarda bellerde kahr div u peri şeytân kamû. 

Ölmezden evvel ey püser[875] can iline kılmış sefer

Bunlara yok arzı hüner her işleri cümle biter

Mahv bulur her derdi sırrı Hakk’tan gelir ona haber

Dâr-ül emândır ol şehir lâkin girer yüzbinde bir,
Sanma ana dâhil olur hûri melek rıdvân kamü. 

Aklını kurban eyledi ol neylediyse eyledi

Bu tahmîsim [876]kim değildi esrar Hakk’ı anladı

Dostun izin kim izledi Hakk’ın cemâlin gözledi

Kim ki o şehri özledi erenler izin izledi,
Adâb-ı Hakk’ı gözledi irşâd eder Pîran kamû. 

Âlemler onun kuludur onlar velinin âlidir[877]

Bî-mağrifet kim dilidir kiminki bu söze belî dir[878]

Can bülbülünün gülüdür âşk şâdînin bülbülüdür

Her semt o şehrin yoludur, lâkin girenler velidir

Anın için dopdoludur Türk ü Arab Süryan kamû

Seyr eyledim sünbüllerin mest eylemiş bülbüllerin

Hay oldu verdi dillerin Hû koktu cümle güllerin

Oynamaz kâküllerin kâfir inanmaz kulların

Ehlini bul ol illerin sarpın geçersin bellerin,
Yırtar yalnız gideni kurd u peleng arslan kamû. 

Bu şehrin aslı bülbüldür kâmil olan bî-dillidir

Aşıkları kanlıdır erkânı böyle yolludur

Sünbülleri hoş tellidir bülbülleri hoş güllüdür

Ehline anlar bellidir, zirâ bilir bir illidir,
Her birisi ahsen sıfat her müşküle bürhân
 kamû. 

Etme muhabbet mülküne her mâl her emlâkine

Eyle nazar eflâkına katma siva imsâkine

Sa’yeyle nefsin terkine sultan olasın mülküne

Gir Enbiyânın silkine bin bu vücûdun fülküne,
Kahreyle nefsin askerin gark eylesün tûfan kamû. 

Gel sen özüne bende ol tâ Hakk yoluna çıka yol

Bahri hakikat içre dal ferdâ gamın ferdâya sal

Kalmaya sende kıl u kâlî dâhi taşa çal

Var “Semme vechu’llâh” ı bul tâ görüne sana ol il,
Senden sana eyle sefer kim idesin seyrân kamû. 

Sa’y eyle ol ehli ede sana misilin acep

Etme sakın arzı nesep cehlin ıyan etme ki hep

Cümle acem ile arab emrinde ola rûz şeb

Candan riyâzat-ı taab çeksin anı edip taleb,
Olur riyâzat sonu derdlerine dermân kamû. 

Yok onda hem bülbüle zağ [879]yok anda matem hem ferağ

Yok onda kara yüzü ağ yok onda lâle bağ u dağ

Yok onda hem yakın irağ var anda hem nurdan çırağ

Çek sinene dağ üzre dağ şol hasta gönlün ola sağ,
Şayet ola dağ üstü bâğ yâdlar ola yârân kamû. 

Bakma kişinin fiiline onun nazar kıl nesline

Dünyayı koymuş meyline mağrur olanlar ilmine

Cahilin olanın fazlına düşmüş bu zulmet cehline

Can ermeyince aslına bülbül gibi gül faslına

Hep cenneti arz eylesen olur ana niran kamû

Cân u dil nûr  ettiğim ben kendimi çürüttüğüm

Derdimi tefsir ettiğim hâlimi tabir ettiğim

Takdirce tedbir ettiğim uşşâka tebşir ettiğim

Can ilidir vasfettiğim derd ile ta’rif ettiğim,
Bundan inip döküldüler bu tenlere her cân kamû. 

İhlâs edip imânını fehm eyle gel izânını

Nefsin bilip düşmanını hor eyle gel şeytanını

Tâ bulasın rahmanını dilde tutup mihmânını

Gel tende koma cânını a’lâya çık bul kânını,
Lâyık mıdır insâna kim yeri ola zındân kamû. 

Ben Azbî’nin koyma izin tâ göresin Hakk’ın yüzün

Candan işit cânım sözün payine vâr hem sür yüzün

Pendini tutma söz sözün hemdemi olma göz sözün

Tut bu Niyâzî’nin sözün bunda aça gör gözün,
Bir gün gidersin ansızın görmez seni karbân kamû. 

Yuyan imânın küfrüne bağlan Hüdâ’nın emrine

Sabr eyle yârin cevrine kâil olup her kahrine

Tâ kim eresin zevkine aldanma nefsin mekrine

Var ol hakîkat şehrine er anda Hakk’ın sırrına,
Dolsun senin de gönlüne deryâ olup irfân kamû. 


 

117

Hakikat şemsi çün doğdu zemin u esmâ içre

Güman[880] gitti ıyan içre ıyan oldu beyan içre

Ne yüzden âdem oldum ben gülünce cismim ve cân içre

Ezelden nârına aşkın ben yâne geldim cihân içre,
Akıttım nîce dem yaşlar gözümden dolu kan içre.
 

Gedâ sûret iyan oldum âtâya feyz kân iken

Libâsım rehberim oldu anâsır bî-nişân iken

Noktâ-i kevn u mekân içre zemin u asumân iken

Hak ile bî-nişân iken kamû canlara cân iken,
Düşürdü bî-mekân iken beni kevn ü mekân içre. 

Nice düştüm nice kaldım nice dem ağladım güldüm

Nice kâmil nice sâlik nice nâdan olup kaldım

Çü benden ben cüdâ düştüm onun için derdmend oldum

Nice geldim,  nice gittim nice doğdum, nice öldüm,
Nice açtım,  nice soldum,  şol gül gibi cihân içre. 

Nice dem serseri gezdim nice dem oturup kaldım

Nice dem malik oldum ben çariğ u şeb çerağ [881]oldum

Gelince bu fena dehre nice oldum nice doğdum

Bulut olup göğe ağdım,  matar olup yere yağdım,
Güneş olup gehi doğdum zemîn u âsumân içre. 

 

Benimle bâkidir bâki benimle fânidir devrân

Benimdir sikke-i [882]efdâl benimdir kisve-i insan

Benimle devr eder devran benimle seyr eder seyranım

Nebat olup nice devrân nice demde olup hayvân
Geyürdü sûret-i insân bana devr-i zamân içre. 

Nice doğdum nice oldum işit seyranımı buldum

Nice makbul merğubum[883] ne yüzden mağrifet buldum

Hakikat şehrine sultan olup hayli hüner aldım

Çü insân sûretin buldum Hakk’a hamd-ü senâ kıldım,
Fenâ ender fenâ
 oldum bekâ-yi câvidân içre. 

Vücudum sidresin [884]bildi bilenler Beyt-İ Ma’mur’u[885]

Bilenler istiva nur Hüdâ’dan ittiler fahri

Hakikat şehrine sultan ben Azbî’dir Hüdâ emri

Erişti ma’rifet nûru gönül oldu Hakk’ın Tûru,
Niyâzi duydu çün sırrı gümân etti ayân içre. 


 

118

Sen gayri yüze bakma yalvar güzel Allâh’a

Hem nefsine aldanma yalvar güzel Allâh’a

İzinden izin ayırma yalvar güzel Allâh’a

Uyan gözün aç durma yalvar güzel Allâh’a,
Yolundan izin ayırma yalvar güzel Allâh’a.
  

Gel hılye-i [886] âlem ol hem ruhuna hâdim[887] ol

Gel vakıf-ı hâlim ol maksudu maalim[888] ol

Her demde hayalim ol lutf ile kemâl ol

Her geceyi kâim ol her gündüzün sâim ol,
Hem zikr ile dâim ol yalvar güzel Allâh’a.  

Şüphe ile iş bitmez Hakk ehli yolu gütmez

Sırrını öyle vermez cahille yola gitmez

Maksuduna kim eremez evvel Hakk’ı meğer bilmez

Bir gün bu gözün görmez hem kulağın işitmez,
Bu fırsat ele girmez yalvar güzel Allâh’a.  

Sen zilleti devlet bil bu devleti sıhhat bil

Her zerre-i kudret bil her kudreti hikmet bil

Yen nefsini izzet bil bu izzeti rahmet bil

Sağlığı ganîmet bil her saatı ni’met bil,
Gizlice ibâdet kıl yalvar güzel Allâh’a.  

Nefsinden özün kurtar kendi özün âzade et

Ma’mur ediben kalbin gel kendini âbâd et

Şehr-i dili ma’mur et nefs ilini berbâd et

Allâh’ın adın yâd et can ile dili şâd et,
Bülbül gibi feryâd et yalvar güzel Allâh’a.  

Gel Azbî niyâz eyle niyazı dırâz [889] eyle

Gel hâcetin Allah’a sen dol dırâz eyle

Kimdir sana Allah’a niyazını az eyle

Gel imdi Niyâzi’yle Allâh’a niyaz et,
Hâcâtı dırâz eyle yalvar güzel Allâh’a.


 

119

Hemen durma gece gündüz Hakk’a yalvar seherlerde

Bu cümle masivadan geç Hakk’a yalvar seherlerde

Tâ mevlâya erişince Hakk’a yalvar seherlerde

Uyan gafletten ey nâim Hakk’a yalvar seherlerde,
Döküp acı yaşı dâim Hakk’a yalvar seherlerde.
 

Unutup cümle efkârı kerem eyle meded ey yâr

Eğer dildârı bildinse senin yârin olur ağyar

Ola tâ hemdemin ey dost hakikat dilberi hünkâr

Kapusında durup her bâr yüzün dergâhına tut var,
Yürekten kıl demâdem zâr Hakk’a yalvar seherlerde

Eğer sen cânı bunda verirsin fî-sebil[890] ey dil

Hakikat ehli olmaksa muradın var Hüdâyî[891] bil

Eğer zâhir eğer bâtın muradın hâsıl olsun gel

Seherlerde açılır gül anın için zâr eder bülbül,
Uyanıp derd ile ey dil Hakk’a yalvar seherlerde.  

Seher kalkıp yatğında Meded ey zâr biçâre

Yapışıp dâmeni pirin yakin ol lutf dildâre

Alınma nefsi gaddare uyma sen ağyare

Gel ey miskin bi-çâre dolaşma gezme âvâre,
Dilersen derdine çâre Hakk’a yalvar seherlerde.  

Eğer ki rûhu sultânî ederse sana ihsanî

Alırsan âşkta meydânı eğer bildinse cânânı

Bilirsen hükmü yezdânı müdam kıl âh u efgânı

Açılır bâb-ı Sübhânî çekilür hân-i sultânî,
Dökülür feyz-i Rabbâni Hakk’a yalvar seherlerde

Gel Azbî âşkla her ân edegör canla efgânı

Ede ihsan sana sultan edersen sıdk ile vicdan

Namazda hazır ol ey cân girerse kalbine irfân

Seherde uykudan uyan Niyâzî durma derde yan,
Ola kim erişe dermân Hakk’a yalvar seherlerde.  


 

120

İlişkin kalmaya alında ve turanda [892]

Ortaklığın bulunur  görmez öyle görende

 Akılla hilm u edep hem bendedir hem sende

Deme kim Hakk’ı sende mevcûd ola ya bende,
Ne sendedir ne bende sığmaz ol bir mekânda.
  

Cân belâda canândır canân mihmâna cândır

Her mekândır nişânı her nişânı mekândır

Dinsiz imânsız nedir hem evvel bana imandır

Mekânı bi-mekândır nişânı bi-nişândır,
Yine zuhûr eden ol mekânda ol zamanda

Miskin ona ey kişi yer eyle gök ten olur

Ruyu Hakk’ı seyr eden ağlamadan şen olur

Hakk’ı ıyan anlamak fen içinde fen[893] olur

Hem cân u hem ten oldur hem sen ve hem ben oldur,
Cümle görünen oldur uzakta vü yakında.

Âhu [894]dediğin budur [895] budur dediğin âhudur

Lü’lü-yi inci sanan incü değil lü’lü-üdür

Aşikâre sandığın âşikâre saklıdır

Sanır mısın kim oldur istediğin ya budur,
O bu kamû bir Hû dur gidende vü duranda. 

İbretle baktığın Allah olsun ona bâkî

Yak sinene âteşini seninle oda sen yak

Azbî irağ sandığın yakındır olmaz ırak

Niyâzî gözün aç bak her şey olup durur Hakk,
Sanma ânı kim ola nihanda ve ayanda.  


 

121

Eder def’i keder Elhamdü-li’llâh

Kılar arz-ı hüner Elhamdü-li’llâh

Budur doğru haber Elhamdü-li’llâh

Hüdâ davet eder Elhamdü-li’llâh,
Bu can Hakk’a gider Elhamdü-li’llâh.
 

Bugün yek zerre hikmet oldu

Bu hikmet dediğin hoş kudret oldu

Bize Hakk’tan devlet oldu

Hakikat şehrine çün rihlet oldu,
Gönül durmaz uyar Elhamdü-li’llâh.   

Aramaz taşradan derde tabîbi

Özüne yâr edenler bin rakîbî

Bilür ayin erkânı adâbî

Tuyaldan cân-ü dil vasl-ı Habîbi,
Hem okur,  hem yazar Elhamdü-li’llâh. 

Dilersen olasın hayr ile merhum

Bir öze kim edesin hırz-ı[896] ma’sum

Hüdâ’nın rahmetinden olma mahrum

Yakın geldi tulûa şems-i rûhum,
Bugün kevnim doğar Elhamdü-li’llâh. 

Bulundu kesret içre vahdeti yâr

Bulundu yâr ağyar celvetî yâr

Bu cennet dediğimiz sohbeti yâr

Ölüm dedikleridir halveti yâr,
Kamû ağyâr gider Elhamdülillâh. 

Veliler zümresine ola mensup

Ona hazır ola her yerde matlup

Görüne sana düşmanın olup hûb[897]

Şehâdet mansıbıdır âli mansıb,
Bize veriliser Elhamdü-li’llâh. 

Edenler aşka arz-ı kemal

Yezid ile yezid olmak fiâl[898]

Budur kârı velinin Hak zevâli

Göründü manâ yüzünden cemâli,
Bozuldu hep suver Elhamdü-li’llâh. 

Nice dertlilere dermanlar etti

Bu biz âşıklara fermânları etti

Bize ta’lim vaslı canlar etti

Biliştik bunda hem ihsanlar etti,
Nasîbimiz kadar Elhamdü-li’llâh.   

Kavme Azbî niyâzi sen dırâzı

Cefâsıyla habibin anla nazı

Budur âşıkların sözü güzârı[899]

Ne gam giderse dünyâdan Niyâzî,
Visâline erer Elhamdü-li’llâh. 


 

122

Aklımı hayran eylesem bu halvetin şerbetine

Fikrim postunu beklesem bu halvetin şerbetine

Kavlimi metin eylesem bu halvetin şerbetine

Bilmem n’etsem n’eylesem bu halvetin şerbetine,
Bu cânı teslim eylesem bu halvetin şerbetine,

Ağlar iken güldürseler çeşmim yaşın sildirseler

Ayıklığım bildirseler mey küpüne daldırsalar

Muradıma erdirseler sakiler kadeh verseler

Hep bu gökleri indirseler şerbet ile doldursalar,
Biricik bizi kandırsalar bu halvetin şerbetine.  

Tulum tulum olsa arak[900] sarhoş olsam yalın ayak

Dağlar taşlar olsa çanak meze olsa tabak tabak

Afitabı etse sancak hem bulutlar olsa yaprak

Şerbeti gönderdikte Hakk öğünce gün olsa çerak,
Yıldızlar olsa hep çanak bu halvetin şerbetine,

Sır sözümden haber alan vahdette meskenet bulan

Münkirlere olsa yalan bilir bunu ehli iman

Hamdülillâh olmuş nihan[901] bu nihan sır değil ıyan

Duysa bunu halk-ı cihân katresine verirdi can,
Olmaz bahâ kevn ü mekân bu halvetin şerbetine.  

Derûnda lezzeti kalır tadın unutulmaz anılır

Bu şerbetten kanan bilir kanmayan ahmaktan olur

Aklın olur canın verir âşk ehlinin aklın alır

Bu bir aceb ilden gelir ancak bunu içen bilir,
Kim tatsa hayrette kalır bu halvetin şerbetine,

Bu içen görmez azap vasıl olur ol bî-nikâp[902]

Bülbüllerle bir mi gurab [903]münkirlere hoş ızdırap

Bu bir şarabdır bir şarab her katresi yüzbin savab

Her kime olsa feth-i bâb içer anı görmez azab,
Cism ü cânı eyler kebâb bu halvetin şerbetine.  

Azbî hâli anlamadı hiç gafletten uyanmadı

Yar neki günü saymadı emri Hüdâ saymadı

Aşk rengine boyanmadı âşıklara inanmadı

Şerbetimiz tükenmedi içenleri usanmadı,
Niyâzî hergiz kanmadı bu halvetin şerbetine.

123

Kâmu mevcud olanın â’zamısın yâ Resûlallâh

Dilberi biçârenin sen merhemisin yâ Resûlallâh

Kâmunun â’zamısın ekremisin yâ Resûlallâh

Zuhûr-u kâinâtın ma’denîsin yâ Resûlallâh,
Rumûz-u Künt-ü kenz’in mahzenîsin yâ Resûlallâh.
 

Atâ bahşâyişi [904]âlem olan ihsân feyzindir

Muhibbi nûru yezdânısın çevsayık [905]nûru mahzındır[906]

Sana her vechile bende olan kes abdi hâsındır

Beşer denen bu âlemde senin sûretle şahsındır,
Hakîkatta hüviyette değilsin yâ Resûlallâh. 

Senin şanında levlâk [907]nidâsın Hakk kıldıysa

Senin zâtı şerifinden o kim bir lem’a olduysa

İki âlemde lâ-şüphe[908] veli olada geldiyse

Vücûdun cümle mevcûdâtı nice câmi olduysa,
Dahî ilmin muhît oldu kamûsun yâ Resûlallâh. 

Hakikat yok eden her varı ilm-i ledündür

Kaşın mihrabı sözün her bar ilmi “min ledün”dür

Cemâlin mazharı esrârı ilm-i “min ledün” dür

Dehânın menba-i esrâr ilm-i “min ledünnâ”dır,
Hakâyık ilminin sen mahremîsin yâ Resûlallâh. 

Senin kadrin bilen kadrin özün ağlaya biliserdir

İki âlemde teşbihin cemâlin pâkin oluserdir

“Ve yabkâ vechike” [909]remzin bugün zâtın biliserdir

Ne kim geldi cihâna hem dahî her kim geliserdir,
İçinde cümlenin ser-askerîsin yâ Resûlallâh. 

Şeriattan elin her kim çekerse kaldı çırılçıplak

Kapında bende-i kemter gedâdır nice bin ishâk[910]

Hakikat âleme senden açıldı alem ile sancak

Cihân bağında insân bir şecerdir gayriler yaprak,
Nebîler meyvedir,  sen zübdesisin yâ Resûlallâh. 

Nice dem sırrını Azbî dahî ahdini gördü

Gamınla âşıkın oldum beni âşkınla yedirdi

Cefânı kessen ey dilber ölümden bana beterdi

Şefâat kılmasan varlık Niyâzî’yi yok ederdi,
Vücûdu zahmının sen merhemîsin yâ Resûlallâh. 


 

124

Kıl ile kâlı[911] gizlidir âşıka hâl içinde

Lutfunu gördüm ıyan [912]saklı zevâl içinde

Cehlini seyr eyledim gizli kemâl içinde

Ey bî-misâl vâhid-i hüsnün misâl içinde,
Âyînenin göründü bir hub cemâl içinde.
  

Serviyle topu [913]senin kaddine [914] olmuş melil [915]

Kimki seni görmedi cehliyle oldu zelil

Yoluna her kim verir can u dili fî-sebil

Düştü kamû heyâkil kâmetine mukâbil,
Cünbüşü gösteren sen şekl ü hayâl içinde.  

Ârif olur er kişi bu sohbeti kim görür

Sohbetiyle cân olur bu sohbeti kim görür

Vuslatına tez erer bu farkı kim görür

Bu san’atı kim bilür,  bu kudreti kim görür,
Bu vuslatı kim bulur ceng ü cidâl içinde.  

Cennet olur tâlibe sırrın eyle külhânın

Düzâh olur münkire müşkül eyle gülşenin

Aşkınla âşıkın cennet eder meskenin

Kande bulur isteyen lütfunu ey dost senin,
Çünkim anı gizledin kahr ü celâl içinde.  

Ehl-i gamın pendini canla çün geldim

Hayli zamandır senin vuslatını bekledim

Tâ bilicek sırrını nice zaman eğledim

Mushaf-ı hüsnüne çün tefe’ül eyledim ben,
Burc-u belâda gördüm kendimi fâl içinde.    

Derdinle serseri sarhoş iken eyledim

Nice nice ben sana arzı mâil eyledim

Nice zaman âşkınla derde düşüp eğledim

Taliimi yokladım mihnet evinde buldum,
Anın için yürürüm herdem melâl içinde.  

Cevr u cefâsın çekip umma vefâ güzelin

Yâri kadîmim [916] olmaya hiç ecilden

Olmaya herkez nasip kurtuluş bu keselden[917]

Bizim de mihnet imiş kısmetimiz ezelde,
Kaldı başım anın çün fitne vü âl içinde.  

Ehl-i dilin içinde kim ki olur hemdemi

Anlar Elest emrini fehm ediben bu demi

Sırrı Hakk’ın sen onu sanma sakın mahremi

Gamsız olan adamı sanma anı âdemi,
Hayvandan ol edaldir kaldı dalâl içinde.  

Hayr ile şer haktır âdemi sanma deli

Cismi şeriât olur dili hakikat ili

Dîli olandır veli kimine velidir beli

Şadlık ehl-i aşka,  aşkın gamıdır veli,
Şol ayrılık güzeldir ola visal içinde.  

Hayli zamandır senin âşkınla giryanım

Senden olur derdime lutfunla dermanım

Meded müddam eyle bana meded sultanım

Haddin tecellîsine müştak olur bu cânım,
Görmedi çoktan anı şol zülf ü hâl içinde.  

Hakk’a giden râhı ger bana soraydı zâhid

Hubbu sivâ eğer Hakk’a vereydi zâhid

Baktığına Hakk deyü doğru göreydi zahid

Mescide varmak ile zevke ereydi zâhid,
Kılmazdı da’vâyı ol bu kîl ü kâl içinde.  

Çünkü Hakk’ı bilmişim yahşi yaman yermezem

Hakk’ı ıyan görmüşem kimseye yol sormazam

Kendi özümü kimseden çünkü gani görmezem

Meyhânede bir kadeh nûş etmeği vermezem,
Bin şuğluna sofinin tekyede şâl içinde.  

Cennet oluptur bana kûşe-i fakr u rıza

Hayr şerri bu dem Hakk’tan okudum şehâ

Kande ki baksa gözüm Hakk’ı görüp bî-riya

Mescidi meyhâneyi fark eylemem zâhidâ,
Göründüm ise ne var hâ ile dâl içinde. 

Ver serini Niyâzî sırrını verme yâda
Nadâna sırrın veren kalur vebâl içinde


 

125

Devre-i ârşı oku bu halka-i tevhid ile

Tâ cihâna şâh olasın kise-i[918] tevhid ile

Gel budem tevhidi Hakk’a kisve-i[919] tevhid ile

Kalbini bâğ-ı cinân et ravza-i tevhid ile
Can dimâğın kıl muattar nefha-i tevhid ile.
  

Âşıkı kurbu Hüdâ’ya çekti zillet yolları

Kasrı işret gâhiçıktı anla gurbet yolları

Oldu bin birden ziyâde yâre vuslat yolları

Kâbe-i nûr-i siyâhın bî-nihâyet yolları,
Kat’eder erbâb-ı aşk
 bir lemha-i tevhid ile.  

Ger kıla Mührü Süleymânı ahd ü peymânın seni

Ola canından azizin sana cânânın seni

İrgörür[920] dermâna âhir derde dermânın seni

Her ne denlü rû siyâh ettiyse isyânın seni,
Ağarır bî-şek yüzün bu garra-i tevhid ile.  

Vuslatın sırrın bilir ilmi ledünden hoş habâr[921]

Sırrını fâş eylemez munis olur ona yâr

Evliya ve enbiyanın kadrini okuryazar

Mâ-verâ-i ins ü cinni seyredip arşa çıkar,
Kim ki mi’râç eylediyse cezbe-i tevhid ile.  

Azbî’yi mıknatıs âşkı feyz Hakk’ı cezb eder

Sanma Hakk’tan söyleyen kudretin sözünü kizb [922] eder

Masivâyı terk eder hubbu Hüdâ’yı kesb eder

Ey Niyâzî Ârif-i billâh gönülden selb eder,
Onsekizbin perdeyi bir lem’a i tevhid ile. 


 

126

Ehl-i âşk mesti mey olmaz âşk şarabı olmasa

Gülemezdi sırrı Hakk’ı dilde tâbi olmasa

Ger bu zülmetten bezerdi ızdırâbı olmasa

Zerreler zâhir mi olurdu afitâbı olmasa,
Katreler kande yağardı hiç sehâbı olmasa.
  

Dertden özüne hangi derttir derdi var dermanı yok

Yârine âşık yakîn olsa dîni imânı yok

Her kimin ısyanı çok kadr bil onun gufranı yok

Bahr-ı zâtın mevcinin hiç haddi vü payânı yok,
Zâhir olmazdı cihân anın habâbı olmasa.  

Ten kulağıyla işittim sözünü ey dost senin

Koymaz elden ölünce izini ey dost senin

Kim koyup gitmiş ayağı tozunu ey dost senin

Herkes anlar hem görürdü yüzünü ey dost senin,
Kibriyâ-yı “len terâni”den nikâbı olmasa.  

Lâ ile ilâ’nın idrâk eyleyen aksâsını[923]

Ehli iman oldu bildi hazreti mevlâsını

Kim bilirdi lâm- elif ten âşıkın esmâsını

Kim bilürdü zülfün ile kaşların ma’nâsını,
İki âlem gibi şerh eyler kitâbı olmasa.  

Âb u hayvandan ne fark var bu âb’dan zülfünün

Yok rehâyab [924] olmağa baisi mekandan zülfünün

Bir teli yektir keserse bin tuvandan[925] zülfünün

Ukdesin kim halledeydi ol kitâbdan zülfünün,
Anın insan denilen âhirki bâbı olmasa.  

Ehrimen sırrı nebiye haşâ mahrem mi olur

Âdemi inkâr eden şeytandır âdem mi olur

Cahile kâmil bu yüzden oldum  ekrem mi olur

Haşri inkâr eyleyen mülhidler ilzam mı olur,
Sâl-be-sâl evrâk-ı eşcâr inkılâbı olmasa.  

Mûnisi yâri refikî Azbî’nin Allah idi

Âşıkın hâli mükedder münkirin gümrâh idi

Bu fenâ dünyada olmak Hakk’a doğru râh idi

Kabri vahdet kûşesi haşri temâşâgâh idi,
Ey Niyâzi kimde kim cehlin azâbı olmasa. 


 

127

Cevrine âşık Habibin bende-i ferman ola

Tâ ezel âdet oluptur kâmile pünhân ola

Kimine bu söz gümandır[926] kimine imân ola

Devredüp geldim cihâna yine bir devrân ola,
Ben gidem bu ten sarâyı yıkıla virân ola.
  

Ötmeye cân bülbülü bu ten gülü bir gün sola

Yine haldâşım gelip bu sırrıma vakıf ola

Yıkulup bu dert deyü vârım bir kuru âdem kala

Cûş edüp ummân-ı can cismim gemisin dağıda,
Yerler altında tenim toprak ile yeksân ola.  

Olmadı bu sırra mahrem hamdülillâh ecnebi

Kandedir sırrı ilâhî kandedir sırrı nebi

Çünkü bir zıllı hayaldir bende bu sırrı ebî

Bu vücudum dağı kalka atıla yünler gibi,
Şeş cihâtım açıla bir haddi yok meydân ola.  

Mebde-i sırrı maadı fehmeder ehli hüner

Dört kitabın remzini bir noktadan ezber eder

Er kişi maksudun ister eyleyüp azmi sefer

Yevm-i Tüblâ’dır o gün her mânâ bir sûret giyer,
Kimi nebat ve kimi hayvan,  kimisi insân ola.  

Bir imiş savm u zekât hac sücüd ile kıyam

Böyle bir hâli vücudum olmaya rûşen zalâm [927]

Harf u savtım kalmaya tekmil ola külli kelâm

Dağıla terkibim otuziki harf ola tamâm,
Nokta
-i sırrım kamûnun cevherine kân ola.  

Edeler yağma olmadan cümle kîl u kâli

Cübbe ve destâr[928] ile zâhir görenler şâlımı

Ben bile fark etmez olam hâli mâ fî’l bâlimi

Kabrime dostlar gelip fikredeler ahvâlimi,
Her biri bilmekte halim vâlih ü hayrân ola.  

Derviş Azbî bir olur hâl ehline ıssı ziyan[929]

Ehli hâl olan kişiye sığmıya şek ve güman

Tâ gire bir şehire salik olmaya gerçek yalan

Her kim ister bu Niyâzi derdimendi ol zaman,
Sözlerini okusun kim sırrına mihmân ola.

128

Bildim nice gezdim bu hikmete erince

Cân ile sülûk ettim ben hizmete erince

Kaldım nice hizmet tâ rahata erince

Ahvâl-i serencâmım bu saate erince,
Demem sana icmâlin tâ gâyete erince.
  

Bu âleme yol bulduk hep vârımız yüzdük

Ser seddini bir kesdin maksudumuza erdin

Suret yine bir oldu zulmet evi nur oldu

Biz beş er idik çıktık bir demde yola girdik,
Kırk yılda Pîr’e erdik bu sohbete erince.  

Çün Hakk ile Hakk’landık yayan iken atlandık

Birlik ile bağlandık bir fend ile avlandık

Sanma bize aldandık ikrar ile sağlandık

Her yanına çalındık çok adları takındık,
Dört tekbiri bir kıldık ta kâmete erince.  

Çar ile şeşe baktık ol nur ile uyandık

İmam Hakk’a erdik esrârı duyduk

Akıl ile dil verdik maksudumuza erdik

Çün kâmet alıp durduk divânına el bağlı,

Veçhini ayân gördük bu hayrete erince.  

Hikmet bu imiş ancak kudret bu imiş ancak

Rahmet bu imiş ancak hüccet bu imiş ancak

Şefkat bu imiş ancak zillet bu imiş ancak

Tâat bu imiş ancak, râhat bu imiş ancak,
İzzet bu imiş ancak bu hizmete erince.  

Münkir gözü kör oldu ikrar eden er oldu

Pirim bana pir oldu sâlik bana mûr [930] oldu

Sûret yine bir oldu zulmet evi nûr oldu

Kesret idi bir oldu,  sûret idi sır oldu,
Zulmet idi nûr oldu bu âyete erince.  

Esrârı Hakk’ı açtım derya dil olup taştım

Hep berzahımı eştim aklım ile barıştım

Yârim ile buluştum hasretime kavuştum

Bindörtyüz kanat açtım altıyüz dani koştum,
Tâ onbeşe dek uçtum bu hâlete erince.  

Mestâne idik gamdan âşkın ile ayıldık

Birden bine dek yüzbin tâ bire değin sayıldık

Çün mahvi vücud ettin hem ferd ile yayıldık

Çün cân ile bir idik ebdân ile dağıldık,
Âhirki deme erdik bu vahdete erince.  

Lutfî ile çün halk Azbî ola uyanık

Derdinle olup hâzık dermâna ola layık

Nefsim yolu karanlık ruhum yolu aydınlık

Dünyâyı n’ider âşık,  ukbâyı n’ider sâdık,
Mısrî ola gör ayık, sen vuslata erince.


 

129

Eyle eziyet nefsine rûhun dilek bilmez ola

Âşık olan vuslat için kaydı gerek bilmez ola

Hakk’al yakîn îzan bula âşk ehli şek bilmez ola

Devrân odur kim devrini devr-i felek bilmez ola,
İnsân odur kim sırrını ins ü melek bilmez ola.
  

Yârin cefâsın çekmedin âşık gerek usanmasın

Mevlâdan özüne kimse yok hiç kimseye dayanmasın

Ârif o derdimin göre ferdâ safâsın ekmesin

Merkep izinde su görüp deryâyı gördüm sanmasın,
Deryâ odur kim ka’rını aslâ semek bilmez ola.  

Ehli sulukun şartıdır bâkî ten ile cân ola

Her ne gelir dostundan gelir cân ile bir fermân ola

Sahn-ı rıza içre girip hem hâk ile yeksan ola

Âdem odur kim nârı ola hem mâ u hem zemân ola,
Hayvandan ol adal durur nân ü nemek bilmez ola.  

Dâim ede mestânelik âşk meyini içmiş ola

Dehrin bu ak ve karasın atıp kamu geçmiş ola

Tâ kim vâra ılliyyine Hakk’tan kanad açmış ola

Kâmil odur kim aç susuz çok çok emek çekmiş ola,
Nâkıs o çiğdür bunda kim hergiz emek bilmez ola.  

Âşkın elinden Azbî’ya mesken kafesdir bülbüle

Duymaz cefâ senden onun cânın verir bülbül güle

Bu remzi kâmil gerek zâhir ile batın bile

Herbir Nebî,  herbir velî zilletle erdi menzile,
Mısrî’ye söğsün şol ağız Allâh demek bilmez ola


 

130

Şerha şerha yareler bu sinemde hicrânımdır

Başka başka kan mıdır bu damlayan mercân mıdır?

Katre katre dökülenler dürr müdür bârân mıdır?

Zerre zerre görünenler hat mıdur reyhan mıdır?

Karâr etmez bu cânım kalmadı hîç dermanım

Cemâlimi göresim geldi dîvânında durasım geldi

Kana kana kan mı içmek hâlin senin

Yare yare bu vücudum oldu çün derman mıdır?

Taze taze açılan gül mü cemâlin mi senin

Yane yane inleyen bülbül mü yahud cân mıdır?

Karâr etmez bu cânım kalmadı hîç dermanım

Cemâlimi göresim geldi dîvânında durasım geldi

Sîğe sîğe yâre varmak yâr olmak hemnişin[931]

Sîne sine girmek ister koynuna yaşan mıdır?

Halka halka salınan kâkül mü yâ hablü’l-metîn

Sûre sûre yazılanlar hat mıdur Kur’ân mıdır?

Karâr etmez bu cânım kalmadı hîç dermanım

Cemâlimi göresim geldi dîvânında durasım geldi

Çeke çeke cevrini kadîmi gümân eyledin

Sala sala bendeni ferdâya bu ihsan mıdır?

Pare pare eyleyüp bağrum kızıl kan edeli

Kana kana içdigim sahbâ mıdır yâ kan mıdır?

Karâr etmez bu cânım kalmadı hîç dermanım

Cemâlimi göresim geldi dîvânında durasım geldi

Ura ura [932] taşlara şişe-i nâmusu

Güle güle hâlime hâz eyleyen insan mıdır?

Dâne dâne görünen hâl mi yâ vahdet sırrı mı?

Lâle lâle kızaran haddün mi yâ mercan mıdır?

Karâr etmez bu cânım kalmadı hîç dermanım

Cemâlimi göresim geldi dîvânında durasım geldi

Geze geze buldum bir yâr mahrem sırrıma

Dolu dolu içtiğim sır bâdesi ya can mıdır?

Döne döne yanmadan derman umardım derdime

Gûne gûne mihnetin derd mi yâ derman mıdır?

Karâr etmez bu cânım kalmadı hîç dermanım

Cemâlimi göresim geldi dîvânında durasım geldi

Dile dile bağrını çün Azbî’ya giryan[933] senin

Yâne yâne bâliş[934] mihnet bana denmi ya pister [935]midir?

Ata ata kirpik okun bu Niyâzînin dilin

Şerha şerha eyleyen cânum mı yâ cânan mıdır?

Karâr etmez bu cânım kalmadı hîç dermanım

Cemâlimi göresim geldi dîvânında durasım geldi


 

131

Bihamdillâh vel’minne[936] ki dermandan haber geldi

Bu derdin çaresin buldum çü Lokman’dan haber geldi

Bugün mısrı dile [937]adl işi sultandan haber geldi

Bugün Ya’kûb-ı kalbe Yûsuf-ı cândan geldi,
Kâmîsi pur- nesîm ile o cânândan haber geldi.
 

Göründü çün ıyan bize hüner arz-ı kemâlinden

Özümdür vuslatın dilde hakikat hâli hayalinden

Dîli bîçare zâr eder temenâyı visâlinden

Açıl ey gözlerim envâr-ı vech-i zül-celâlîden,
Dilâ bedr ol kim mehr-i dırahşândan haber geldi. 

Özümü eyledim tasdik hayal ehlini gördükçe

Ona hemdem olur gönlüm visal ehlini gördükçe

Temâşayı cemal eyler cemâl ehlini gördükçe

Yerinme nâkısım deyu kemâl ehlini gördükte,
Kamû noksânı tekmil eden insanlardan haber geldi. 

Bugün oldum emîn-i’llah emânettir bana esrâr

Eriştim ilmi Yezdân’a inâyet eyledi settâr

Çü feyzin eyledi ihsan cenâbı Hazret-i Gaffâr

Ne kim yağma olundu çekme gam şimden geru sen var,
Dil-i vîrandaki ol kenz-i vîrândan haber geldi. 

Bu hasret iştiyâkından sana sanma ziyân ede

Sana ihsan ere Hakk’tan vücudun ayn-ı can ede

Kâmu derdi dile dermân ola bâkîde fânîde

Edip dilhâneyi tamir otur bu beyt-ül ahzanda,
Bu şeb bana seher vaktinde mihmândan haber geldi.

Müsemma ola ta esma bırakma dilden Allah’ı

Yorulup kalma gel yolda gece gündüz edüp ahı

Ben Azbî’nin vücudundan eser kalmadı vallâhi

Bu Mısrî’nin vücûdu Mısrî’nin oldur şehinşâhı,
Ezelden tâ ebed hükm-i Süleyman’dan haber geldi. 


 

132

Bir menzilde kalındı arzı hüner kalındı

Bahri ilme dalındı sana haber olundu

Nusret kösü çalındı aşikâre kılındı

Zevâle gün salındı,  kal’a-i Vân alındı,
Bâtıl vücûd dolandı,  vücûd-ı Hakk bulundu.
  

Lütfu Hüdâ’ya tapan gafleti ko gel uyan

Sana rivayet beyan eyleyeyim dâsitan[938]

Bu sözüme gel ıyan sanma bunu sen yalan

Vücûd-ı insâna cân,  muhakkak oldu Sultân,
Şeytânı sürdü Rahman,  levhinden ol silindi.  

Hem demi hünkâr idi her sözü inkâr idi

Münkiri inkâr idi zalim gaddâr idi

İbkis ile yâr idi çün inâdı var idi

Bir mahfî sahhâr idi,  kattâl u cebbâr idi,
Câdü-yı mekkâr idi,  caduluğu bilindi.  

Güneşi sorma köre haberi eğri verir

Bin yıl olursa ömrü dayanıp etme garre[939]

Tanrı cezasın vere sanma murada ere

Tevbe ederdi hayre,  niyet ederdi şerre,
Küp olmuş idi hamre hamrin küpü delindi.  

Batıl idi hüneri mala idi seferi

Yok idi hiç hazeri sevmez idi geri

Girmiş ona dipdiri oluru cehennem yeri

Sevmezdi ol beşeri, eâm idi hep zararı,
Ehl-i Hakk’ın ciğeri, dilim dilim dilindi.  

Sordum onun halinden geçmez idi malından

Zahid kıl u kâlinden bülbül cüda gülünden

Bezmiş idi kavlinden âlem onun dilinden

Ol zâlimin elinden, çıktı çoğu yolundan,
Cüdâ düşüp ilinden,  defterleri çalındı.  

Kendin bednam eyledi san eyi nâm eyledi

Arzı meram eyledi azmi zülam eyledi

Azbî kelam eyledi ona düşnâm [940]eyledi

Yezîd-i bed-nâm idi,  ilimde haham idi,
İt idi Bel’am idi taşra dili salındı. 

133

Böyle idrâk eylemiş Hakk’tan bunu can bülbülü

Fî’lmisli hârdır müzeyyen eyleyen nâzın gülü

Kim hakikatle şeriat emrine etmez beli [941]

Kıldan ince ve kılıçtan keskin ol şâhın yolu,
Her kemâl ehli,  kapusunda anın ednâ kulu.
 

İki âlem rağbeti yanında ednâ yolu olur

Âleme sultan olan bir zereye bin kul olur

Yine kendi emrine hâkim meğer ol olur

Okları kavs-i kazânın kuvvetince yol alır,
Putesine kalb-i sultandan geçer okun yolu. 

Sahibi genç nübüvvet şâh sultanı’r-rusûl

Padişâhî ba’si kevn ve mekâni’r-rasûl

Büsbütün âlemlere sultân şâhi’r-rasûl

Çün mukaddem “Fakr-i fahri” dedi sultânı’r- rusûl,
Yâ aceb mi “fahr-i züllî” dese bu âhir veli. 

Gel rumuzun eyle idrâk hâb-ı gafletten uyan

Acı tatlı yanındadır oldu bir sûr[942] îkân[943]

Kim bu dem iksire sa’ edenlere olmaz yalan

Ferha terha iki deryâ “Mecmail Bahreyn” olan,
Taht-ı akdâm-ı erâzil Arş-ı Rahmân menzili. 

Kâmilin bir nutku pâki oldu vechi intizâm

Ger hakikat ger şeriat bî-sebeb olmaz kelâm

Hakk teâla ılmini çün kim tamam etmiş

Ârifin bir himmeti var ana arş olmaz makâm,
Sidre vü Tûbâ gözetmez kâmilin cân u dili. 

Nice bin gördüm cihânda hâle hâldaş olmadı

Kimsenin ahvâline hiç kimse âgah olmadı

Bir kimsenin hiç kimseden hiç ricâsı kalmadı

Âkilin mizân-ı aklın mâverâsın almadı
Âşıkın âkiller içre adı mülhid ya deli. 

Şerha şerha olsa sinen dön yüzün Hakk’tan yana

Lem’a lem’a zât-ı pâktir Hüdâ’ya rûşena[944]

Yâne yâne âşıkın olmuş bu kemter Azbi’ya

Zerre zerre kıldı Mısrî’nin vücûdunu kaza,
Katre katre kıldı zâtını anın aşkın yeli. 

134

Zâhid yola ben kâilim ya sen beni, ya ben seni

Kurban için gelmiştim ya sen beni, ya ben seni

Sanma beni hâinim ya sen beni, ya ben seni

Kasab elinde koynum, ya sen beni, ya ben seni,[945]
Cellâd önüde boynum, ya sen beni, ya ben seni
 

Sırrımı hâs eyle âmm[946] çünkü geliptir cümlesi

Merdi târikât olduğum zâhid biliptir cümlesi

Cânile bâşım cümle bâkî kalıptır cümlesi

Irz u vakâr mal menâl yağma olundu cümlesi,
Soyunmuşum bu yolda ben, ya sen beni, ya ben seni 

Seyrângâhımdır bu zemin dönmem yemin ettim yemin

Halvette oldum hemnişin zât-ı Hakk’a oldum yâkin

Anlar sözüm illâ leîn [947]kurbanı Hakk oldum hemin

Habsüm bugün kırk erbâîn oldu tamam Deccâl laîn,
Kıldı beni Rabbim emîn,  ya sen beni, ya ben seni 

Münkirlere görünmezem meydandayım bilinmezem

Hakk’tan olup ayrılmazam nâdana sırrım vermezem

Tallı hayalim olmazam billâh sözümden dönmezem

Vallâhi senden korkmazam dâ’vâyı bâtıl kılmazam,
Hak-tır yolum yanılmazam ya sen beni, ya ben seni 

Âşık gerek kalbe gire âşk ehli kalmam sırra

Filden büyük oldu pire üçyüzyirmiden göre

İniş yokuş düpdüz ova sırrımı açım münkire

Vardı çıkalı göklere Binaltıyüzdoksanbir’e,
İndim senin için ben yere ya sen beni, ya ben seni 

Tığ u teber [948] hılmimdir hem çûşunam[949] ilmimdürür

Isyan benim kâlemdir yer gök benim zulmüm dürür

Hakkı Mustafa teslim dürür hem Murtaza aslım dürür

Mehdî benim adlim durur,  İsâ benim fazlım dürür,
Âhir amel katlim durur,  ya sen beni, ya ben seni 

Azbî sana Hakk’tan atâ olmuş bu ilm-i verâ

Kaydı beka kaydı fenâ gelmez bana bir zerre mâ

Merdâne geldim ben sana varsa hüner göster bana

Meydâna çık gel ey kaba avret gibi giyme kaba,
Ben Mısrî’yem geydim abâ,  ya sen beni, ya ben seni 


 

135

Zâhid talebi Hakk’ta iken mal göründü

Şimden geri bu söylemeğe lâl [950]göründü

Pirimle olan ahdi diyemem dâl [951]göründü

Dost illerinden menzili key âli göründü,
Derd-i dile dermân olan Elmalı göründü.
 

Bir yerde gönül kanmadı dünyayı gezerken

İdrâk ile bu Lâ ile İllâ yı gezerken

Bin derd ile bu zât tecellâyı gezerken

Mecnûn gibi sahralara ağlayı gezerken,
Leylâ dağının lâlesinin alı göründü. 

Derd ile gezip yâri bulup gelse aceb mi?

Cân ile dil şâd u ferah olsa aceb mi?

Dil hal dili derde nihân kalsa aceb mi?

Ten Yakûbunun gözleri açılsa aceb mi?
Can Yûsuf’unun gül yüzünün hâli göründü. 

Gel sevdiğine Azbî Meded eyleme nazı

Yoklukta özün var ediben anla bu râzı

Nâz etme sakın yârin terk etme niyâzı

Kâl ehlinin ahvâlini terk eyle Niyâzî,
Şimden gerû hâl ehlinin ahvâli göründü


 

136

Ten gemisin süremezliğin atsın yokluğu

Taşradan pâk görürsün içi murdar kabağı

Poyraz ile doldurmuş meze için tabağı

Ey kefere o ığrıb avlar mı bu balığı
Yanlış haber söylemiş size viren salıgı

Çünkü karnın aç imiş rüzgarla doyar mı

Tarhanesiz gemide deniz suyu yanar mı

Kıla binse karınca karınca kıl duyar mı

Yer ile göğe sığmayan bir iğrıbe sıgar mı
Karnı içiyken anun deryâların yatağı

Serendipten [952] bin arşın tufan gibi aşırdı

Kuvvetinden yer çekip gök silkinip düşerdi

Yerde gökte her ne var gölgesine üşürdü

Ver ile gök arası dolar dahi taşardı
Eğer zahir olaydı cihâna bir tırnağı

Cennet ile cehennem bir zeredir işinde

Bad-ı sarsar[953] kim eser senin kovar başında

Yüzyirmibin ay güneş ıyandır bir kaşında

Yer götüren sarı öküz ondörtyüzbin yaşında

Ondan dahi büyüktür bu balığın kulağı

Bundan artık söyleme âşık yeri değildir

Eğer Hakk’ın kuluysan adın diri değil

Kimse onun vasfının mehdi eri değil

Ne denlü vasf edersem binde biri degildir
Zîra bunun alnıdır levh u kalem durağı

Âşıka lazım olan emr olan bir nefhadır

Münkir sanma bu emri puhte[954] olmuş lokma

Men u selva kudret Hakk’tan bize nüshâdır

Merkezi de belirsiz zahir küçük noktadır
Arş ile kürsî anın gıdâsının çanağı

Âleme eyler atâ bunu Hakk cânın gülü

Medhini onun dilâ Hakk’tan okur Hakk’ı veli

Azbî dolu her cihan kudret feyzi Ali

Bu Mısrî’nin sureti aldar bu halkı velî
Manîde her bir kılı bu dünyânın kâf dağı

137

Küfr-ü zülfü yâr ile hayran olan anlar bizi

Zahidâ yek din olup imân olan anlar bizi

Vâkia dürr-ü yetime kân olan anlar bizi

Zât-ı Hakk’da mahrem-i irfân olan anlar bizi,
İlm-i sırda bahr-ı bî-pâyân olan anlar bizi.
 

İlm-i sırrın hâlini zahir bilenler anlamaz

Feyzi Hakk’ı davâ-i ırfan olanlar gelemez

Mâsiva sultanını ten-bin[955] olanlar anlamaz

Bu fenâ gülzârına bülbül olanlar anlamaz,
Vech-i bâkî hüsnüne hayrân olan anlar bizi. 

Hamdülillâh dahme-i [956] İsfendiyâr’i [957]açmaz

Ol sebebten âleme dürlü cevâhir saçmaz

Âlemin ak ve karasından onun için kaçmaz

Dünyâ vü ukbâyı ta’mir eylemekten geçmişiz,
Her taraftan yıkılıp vîrân olan anlar bizi. 

Hamdülillâh kimseye ma’lum değil ahvalimiz

Kalmadı elde iradet dilde kıl u kâlimiz

Oldu bir dostla bir post dü-cihanda [958]malımız

Biz şol abdalız bıraktık eğnimizden şâlımız,
Varlığından soyunup üryân olan anlar bizi. 

Arife geldi emirden bu hitap müstetâb[959]

Katresin nûş eylemektir feyzi Hakk’ın bin sevap

Her işi Hakk’tan bilen cân şüphesiz görmez ıtab[960]

Kahr u lûtfü şey’i vâhid bilmeyen çekti azab,
Ol azabdan kurtulup sultân olan anlar bizi. 

Hakk’ın yüzü pîrin yüzü pîrin sözü Hakk’ın sözü

“İnnâ fetehnâ” [961]ayetin yârin okur kaşı gözü

Bu remzi idrâke gel Hakk’tır yine Hakk’ın yüzü

Zâhidâ ayık dururken anlamazsın sen bizi,
Cür’ayı sâfî içüp mestân olan anlar bizi. 

Zâhirin Kur’ân ma’na sırrına mihman gerek

Bâtının esrârı hikmet sahnına meydan gerek

Hem tarikattir şeriat sıdk ile merdân gerek

Ârifin her bir sözünü duymaya insân gerek,
Bu cihânda sanmanız hayvân olan anlar bizi. 

Başımız bir olmadık sevdâya saldık biz bugün

Aklımız haddi yok sahraya saldık biz bugün

Varımız Azbi’ya yağmaya saldık biz bugün

Ey Niyâzî katremiz deryâya saldık biz bugün,
Katre nice anlasın ummân olan anlar bizi. 

Var idim âlemden evvel âlem âdem olalı

Bî-nişandır sohbetin zâtın tecellî kılalı

Aklı ile fikri hayali bahri ferde salalı

Halkı koyup lâ mekân ilinde menzil tutalı,
Mısrıyâ şol canlara canân olan anlar bizi. 


 

138

Vârı idrâk eyledinse orda vâr kalmadı

Yoğu vâr eyledinse gayrı efkâr kalmadı

Bir kişi sultan olunca onda deyyâr[962] kalmadı

Ben sanırdım âlem içre bana hiç yâr kalmadı,
Ben beni terk eylerim bildim ki ağyâr kalmadı.
 

Zâhida çünkü ezelden aslıla efkârı yok

Hem Hakk’a birdir dedin hem misline uyar yok

Bilmedin inkâr ile ikrârı sende yâd yok

Cümle eşyâda görürdüm hâr var gülzâr yok,
Hep gülistân oldu âlem şimdi hiç hâr kalmadı. 

Kûşei kuyu ceybî[963] subhdem beklerdi dil

Hasreti ruyun gummetinden[964]âh edip ağlardı dil

Sırrını bizim ezelden cân gibi saklardı dil

Gece gündüz zâr u efgân eyleyüb inlerdi dil,
Bilmezem n’oldu kesildi âh ile zâr kalmadı.  

Çünkü yâr oldu ezelden bana zillet dost ile

Rahatım zevkim çü bildim cümle mihnet dost ile

Ara yerde kalmadı nefsimle ülfet dost ile

Gitti kesret,  geldi vahdet oldu halvet dost ile
Hep Hakk oldu cümle âlem çarşı pâzar kalmadı.  

 

Kaşların gözlerin Azbî’ye verdi galgale [965]

Vechini gülden görenler oydu aşkı bülbüle

Geldi çün yârin hayali sırrı Hakk’tan Hakk güle

Dîn diyânet âdet ü şöhret kamu vardı yele,
Ey Niyâzî n’oldu sende kayd-ı dindâr kalmadı.  


 

139

Kıl u kâli zâhidin hâl ehline hâl oldu

Âşk hâlini ne bilsin zâhide hâl kâl oldu

Bir âlemden ayrıldım yüzyetmiş bin sâl [966]oldu

Can yine bülbül oldu hâr açılıp gül oldu,
Göz kulak oldu hep bir her ne ki vâr ol oldu.
 

Akl u fikri cânla kapladı her vâr âşk

İkrâr ile inkârdan çekti ilk yâri âşk

Kimde nümâyan olur feyz ile esrârı aşk

Uyandı çün nâr-ı aşk kaynadı ebhâr-ı aşk,
Her yanaya çağlayup aktı gözüm sel oldu. 

Firakından dilbera benzim hazâna döndü

Kaşlarının derdinden belim kat kat büküldü

Cemâlinmiş bülendi mağzı kur’ân bulundu

Gönül ol bahre daldı dilim tutuldu kaldı,
Girdim anın zikrine azâlarım dil oldu. 

Bana muhabbet eden gönül içre bulundum

Kendimi onda görüp zâtım için kılındım

Zâtla sıfatla gizli iken bilindim

Ferhâd bugün ben oldum varlık dağını deldim,
Şirin’ime varmaya her cânibim yol oldu. 

Kânde imiş bilmedin seni beni yaratan

Ata ana hakkı kimdir Azbî vâr eden

Hakk’ı bilen geçmedi münkire müdâradan

Geç ak ile karadan halkı bırak aradan,
Niyâzî dön buradan durma sana gel oldu. 


 

140

Hasretin ben derdmendi zârı giryân eyledi

Başıma uçtan uca dünyayı zindan eyledi

Hâlimi illeti perişân kârım efgân eyledi

Dilberâ gamzen oku içim dolu kan eyledi,
Şol siyah zülfün teli aklım perişân eyledi.
 

Ebcedi hevvez[967] bilirsen ahdine gelmez zarar

Dört kitabın remzini bir noktadan okuryazar

Gel bugün dâr’üş-şifâdan[968] anlasın doğru haber

Türlü türlü fitneler saçından oldu âşikâr,
Halk-ı âlem sandılar kim anı şeytân eyledi. 

Gel bir ibret gözle seyret kâribânın[969] halkını

Sanma mahrem-i Hakk’tan bu zamanın halkını

Anla sen Hakk ehlidir sûd [970] ziyânın halkını

Hatt-ü hâlin iki bölmüş bu cihânın halkını,
Birini kâfir, birini ehl-i îmân eyledi. 

Mahrem-i esrârı Ahmedî’ya velidir Yâ Ali

Çün Ali’dir sırrı Hakk’ın yâ velidir Yâ Ali

Rûhu sultânı enel Hakk sırrına dedi beli

Gizli sırrından haber verdikçe uşşâkın dili,
Âbid ve zâhidlerin aklını hayrân eyledi. 

Dilberin vechinden nûrun ayeti seyr etmeye

Kaşlarında Hakk Teâla sanatı seyretmeye

Vahdet-i aşkında yârin kesreti seyr etmeye

Gör ne gayrettir ki sırr-ı vahdeti seyretmeğe,
Cem u tafsîli o gayret kul u sultân eyledi. 

Hayr şerde Hakk’tan özüne cümlede hiç ayrı yok

Yani bu âlemde eğri görmedim hiç doğru yok

Ilm-i zâtından habîbin hem gamından ağrı yok

Cümle esmâ ve sıfâtındır görünen gayri yok,
Her biri bir vechile hûb zâtın ilân eyledi. 

Gel imân getir o mâhin cünbüş pür tâbana

Kalma kesret âleminde aldanıp lezzâtına

Çün bedel olmaz cihanda zâtının mir’âtına[971]

Kudretin insanı mazhar kıldığı için zâtına,
Yüzünün nakşını hep âyât-ı Kur’ân eyledi. 

Aldanır mı zıllı [972]dünyaya beni ve Hakk veli

Mâ sivallâhı ıyan bil böyledir Hakk’ın yolu

Sırrı Hakk’ın mahreminin lâl olur aklı dili

Örttü bu bâzâr-ı kesret gözlerin halkın veli,
Ârif olan cümle yüzden seni seyrân eyledi. 

Münkire inkâr âdem ulu illettir görün

Hizmeti irfana ârif veche sohbettir görün

Bu ne izzet bu ne ülfet bu ne hüccettir görün

Bu ne hikmet bu ne kudret,  bu ne san’atır görün,
Zerreyi kevn,  katreyi deryâyı ummân eyledi. 

Âdemi inkâr eden kes ehl-i hâcetinden olur

Evliyâullahı sanma sırrı kâşifden olur

Ahmed u Mahmud bende çünkü ma’nîden olur

Kim ki bu sırdan haberdâr oldu âriften olur,
Kurtulup hayvân adından kendin insân eyledi. 

Âyine erkân-ı Hakk’tan sana ihsandır dinin

Çü mutaf kudsiyândır ehl-i âşka mektebin

Ehl-i imân mezhebidir Azbî’ya hak mezhebin

La’l-i cânân olalıdan ey Niyâzî meşrebin,
Sözlerin uşşâk içinde âb-ı hayvân eyledi.

141

Onun için başıma bu kavga düştü

Zahidâ başıma hem sevdâ düştü

Vefâ sana cefâ bana düştü

Çün sana gönlüm mübtelâ düştü,
Derd ü gam bana âşinâ düştü.
 

Cehdinle sevdiğim nâr idim evvel

Hem senin âşkınla zâr idim evvel

Cümleden akdem vâr idim evvel

Zühd ü takvâya yâr idim evvel,
Aşkla benden hep cüdâ düştü. 

Ârif isen âşık gel doğru söyle

Âşık isen âşık bunda değil

Subhdem âşkla âşık ol inle

Vâiz eder gel aşkı terk eyle,
Nideyim sabrım bî-vefâ düştü. 

Her kim bu yolda olduysa sadık

Ol olur lutfuyla ihsana layık

Bî ihtiyar olur âşk ehl-i Vâmık[973]

Nice terk etsin aşkı şol âşık,
Ana karşı sen meh-likâ düştü. 

Yerlere göklere yayılır aklım

Âlemden büyük sayılır aklım

Âşkını rehber bulunur aklım

Vechini görsem dağılır aklım,
Zülfün ona çün muktedâ düştü. 

Kim gaib oldu ol seni buldu

Dünyâyı terk eden âşkınla doldu

Derdinle âşık divâne oldu

Kim seni buldu kendi yok oldu,
Vaslına ey dost can bahâ düştü. 

Dilber vechin hüccet etmişsin

Tâlibe arz-ı âyet etmişsin

Âşk için âdeme izzet etmişsin

Aşka,  uşşâkın dâvet etmişsin,
Can kulağına ol sadâ düştü. 

Pirinle olan ahdini güde

Doğru yol bilmem kim Hakk’a gide

Azbî derdmend [974]bilmezem kim bende

Bu Niyâzî’nin hiç vücûdunda,
Zerre komadı hep bekâ düştü.

142

Ol dilberin nâzın tenin mecnun olur divânesi

Her kim yüzün seyrân eder asrın olur hayrânesi

Düzâh ise cennet olur âşk ehlinin kâşânesi

Bir yüze dûş oldu gözüm yüzbin gezer divânesi,
Olmuş cemâli şem’nin ayı ile gün pervânesi.
 

Söyler enel-hakk sözünü âşık olan lâyıklara

Etme sakın mestânelik mestânesin ayıklara

Her kim olursa cânıyla hemdem bugün sâdıklara

Kendi sunar dolu dolu peymâneler âşıklara,
Bir kez elinden nûş eden olur ebed mestânesi. 

Her kim hakikat anladı aşk hakikat lem’asın

Nuru hakikat ondır seyr eyledim Hakk şu’lesin

İstek eyle kim ki giyer Hakk’tan melâmet hırkasın

Şunlar ki tatmadı ezel bezminde anın cür’asın,
Tatmaya dahi bunda ol aşk
 ehlinin bigânesi. 

Çünkü Süleyman hükmünü etmiş ıyan ol padişâh

Sırrı hakikat resmini ihfâ eden ol padişâh

Geçtinse nefsin eyledin dü-cihân ol padişâh

Bir mülke mâlik eylemiş uşşâkını ol pâdişâh,
Mülk-i Süleymân onların yanında bir virânesi. 

Azbî cemâli yâr sana Hakk’tan olur hüccet yeter

Ruhsar ile bu kaşları hem kavline âyet yeter

Vulat içinde râhatım düzah bana cennet yeter

İki cihanda Mısrî’ye devlet dahi izzet yeter,
Geldikçe yâr’in sunduğu gevherlerin her dânesi. 

Her kimin sırrında vardır sırrı Ahmed mayesi

Mahv olur cismi olur nûr nûrun olmaz sâyesi[975]

Çünkü levlâk dedi Hakk Cebrâil’dir dâyesi

Tâlib-i Hakkın devâsızdır olur sermâyesi

Onun için âh u zâr olur hemîn hemsâyesi

İçindekiler

AZBÎ BABA kaddese’llâhü sırrahu’l azîz 2

Oldu nokta bâ-i bismillahda kenzi Hûda. 9

Duyunca sırrı ednâ ona hünkâr olur peyda. 11

Zihi kenz-i hafî ki ondan gelür her var olur peydâ,  Gâhi zulmet zuhur eder,  gâhi envar olur peydâ. 11

Ey din ve imân isteyen besdir demi insan sana. 16

Vechin oldu dostum “İnnâ hedeyna” “ kul kefâ”. 19

Peykânın oldu âşina şekvâ idim senden sana. 21

Gel evi akl-ı maada geç maaş gafletinden dâna. 23

“La tahâfû” “irciî” çün oldu mevlâdan nida. 25

Hû deyü feryâd edersin mâsivâdan şöyle bil 27

Aşk meyinden hayranım hayr ender hayran bana. 29

Essalâ hûbân gönülden bâd-ı aşkâ essalâ. 31

Hem ebu’l vakit olmadan ibn-i vakit ol bî-nikab. 32

Sure-i seb’ul mesânî çünkü oldu dört kitap. 35

Hayli talep kıldım menzilgehim savm-u salât. 37

Onsekiz bin âlem içre devr eder zât sıfat. 40

Zerre iken şemsi cihan hünkârıdır varidât. 42

Hakikat âlemin idrak edüp arzuyu Tevhid et. 44

Kamu derdin devâsıdır şerîat. 46

Bülbül olup gülzar çağırıram dost dost. 52

Kakül müşkînin eyler buy’i reyhâniyle bahs. 55

Fehm edip tahkik ilmin şanı bulmazsa ne güç. 57

Ey! deyin kimdir ki derde çünkü olmaz ilaç. 59

Geçe gör  kibri riyadan bul ferah. 61

Özünü nefsinden eyle gel ırah. 64

Zahidin savmı hevası kıldı Hakk’tan anı yâd. 66

Dil u cân sırrını bekler Muhammed. 69

Ben sanırdım yârim ağyar olmuşum Yâ Rab  72

El-amân ey bendegân dil-nüvâz 74

Kimisi güle bülbül olup zâre gelirler. 76

Eğer zahir eğer batın gönül hak haseb halindir. 78

Kime ki sırrın gele yoktan ona var olur. 80

Yine bildim yemâne  kasdın var. 83

Bahr-i nefesinde senâverlik  eden can bî-haber. 85

Ebcedde olan noktai ba’dan haberim var. 88

Bu sözümü cana yaz ehli dilin perveri 92

Aşk haberin cahile söyleme küfr eyleme. 93

Kimi hiç gelmeyip mekri âl eyler. 94

Sure-i seb-ul mesânî vechinin şanındadır. 98

Kal ile kıl ehlinin hali perişan olur. 101

Hakk ile Hak olmak için ayn-ı vefa halvettedir. 103

Dersi onun “leyse fî-‘d-diyâr”i olur. 105

Yezid mezid doğar bir vasi’ yerdir. 108

Olanlar âşkla fâni olur elbette meydanı 110

Rasülün şerini gütmek ne güzeldir,  ne güzeldir, 112

Celâli kibriyayı vârına cebbâr olandan sor. 113

Her ahdine sadıkların eğlencesi tevhid olur. 114

Âh dil düz çeker sanma ki kalakana değer. 116

İhsânı feravan et cennet yolunu göster. 118

Ânın kim yoksa salâhı kuru meydânı neylerler. 120

Kimi İsâ der kimi Mûsa acep cahil nedir. 122

Nice bir yahşi yaman söyleye bu il nice bir. 123

Âşıkım eyler isem iftihar. 124

Ey gönül namusu arın kandedir. 126

Ey garib bülbül diyârın kândedir,  126

Kimi inkâr eder beni kimi Yezdân görür. 128

Gönlümde benim nefsle hayli kederim var. 130

Senden benim umduğum sanma bu gün vefâdır. 132

Âkil isen ey gönül bir teftiş eyle. 134

Bu “ene’l hakk” davasıdır bunda oynar başlar. 136

Cânımız kurbandır illâ tendedir cânânımız. 138

Geçmişiz Mecnunluğu sirette Leylâ olmuşuz. 141

Hakk bir imandır her nadan bilmez. 144

Esrar sözü cahile kâmil gibi dinlemez. 145

Olmaz ankâ ile yek-dil mekes. 147

Buldum aradım geldim mürşid bana Kur’an imiş. 149

Her biri bir yüzde tayran eylemiş. 152

Ne sa’nat gösterir üstad onu haddin rahim etmiş. 155

Kendini aşk ehline zahid niçin eyler çün has. 157

Sûre-i seb’ul mesâni Hakk’tır ayetten garaz. 158

Çün şerîattır hakikât ehline hâza  sırat. 159

Bize ta’n eylese gam-ı özün bilmez meğer vâiz. 161

Gel tevekkül abdi ol bî irtifâ. 163

Âşk-ı Hakk’a dûş olup kıl iki âlemde ferağ. 165

Oldun ise âşk ile gerisine  saf 167

Şirin tek isbat-ı Hakk’tır kâf-ı sâf 169

Vech-i âşk-ı kıl temaşa suret-i insana bak. 170

Cennet deminin demi bin ömre imiş ancak. 172

Âkıl isen batılı koy Hakk’a bak. 174

Paslı dilin envârı nefsi dürur  Kâmilin. 176

Ey dil yine sen âşkla meydana mı geldin. 178

Sen nefsine galip ol ihsana erem dersen. 180

Pîr-i âşk olup bu yolda “küllü men aleyhâ fân”. 182

Sıdk ı pâk ile davran ahd ile peymân gerek. 186

Ya Nasara’dır ya mülhid ya firenk. 188

Bu yolda canından geçen âşık yolunda Vâmık. 190

Gel hakikat şehrine gir şâhı bul 191

Sevdâ ise yeter oldu gel Allâh’a dönelim gel 193

Âşıka ta’n adüvden yok karar eksik değil 195

Bâkî ateşle fenâda yâne gel 197

Âşk-ı yolunda bende ki merdâne kıl 199

Hâne-i dilde gam yâr oldu mihmânım benim... 201

Dinle bu künhe sarâyıda nice mihman olur. 204

Bu bendene eyle nigah lûtfeyle açıver yolum, 207

Mukaddem pâkine secde eyledi beyt-ül haram... 209

Cemâlin ayni Yezdandır sözündür derde dermân. 211

Kaydı müstakbelle mazi mihnette bi gamım ben. 212

Yapılmak kasdım virâne geldim... 214

Ol şehî âlemlerin emrine kurban olayım... 216

Mükerrem oldu çün Ahmed mukaddem... 218

N’ola birkaç gün ey gafil yüzüne gülsün bu düny. 221

Dilde zikri fikri Kur’ânımdır Allâh hû diyen, 223

Bu dildeki efkârım yağmadır alan alsın. 225

Ne ma’niden seçer zâhid ki bilsem lâ’yı illâ’dan. 227

Teşebbühe behre mend olmaz rızadan almayın. 229

Fenâ dünyaya mayil n’idersin. 231

Ey nice nâçâre el-hak feyzini ızhâr eden. 234

Ormanlıktan çıkmadın bostanı arzularsın. 236

Bildiğinden geçmedin irfânı arzularsın. 238

Cânımdır bu arzuyu vaslı cânan eyleyen. 240

Kâmil-i fi’llâha cahil cehlile yâr olmasın. 243

Bî tarikat bî hakikat olana eş neylesin. 245

Âdem’den alup nüsha-i kübrâ haberin sen. 246

Sıfâtu’llâhı seyr etsen kimin dürdanesiyim ben. 249

Sırrı “sübhânellezi esrâ”da dil mihmân eden. 251

Cân u dilden âşkla gel yâne yâne Hû deyu. 253

Aşkıyla mest efkâr olayım şimdengerû. 254

Zâhid sana şerh eyleyem guş  eyle bir destân. 256

Hakikat şemsi çün doğdu zemin u esmâ içre. 264

Sen gayri yüze bakma yalvar güzel Allâh’a. 266

Hemen durma gece gündüz Hakk’a yalvar seher. 268

İlişkin kalmaya alında ve turanda 270

Eder def’i keder Elhamdü-li’llâh. 272

Aklımı hayran eylesem bu halvetin şerbetine. 274

Kâmu mevcud olanın â’zamısın yâ Resûlallâh. 276

Kıl ile kâlı gizlidir âşıka hâl içinde. 278

Devre-i ârşı oku bu halka-i tevhid ile. 281

Ehl-i âşk mesti mey olmaz âşk şarabı olmasa. 283

Cevrine âşık Habibin bende-i ferman ola. 285

Bildim nice gezdim bu hikmete erince. 287

Eyle eziyet nefsine rûhun dilek bilmez ola. 289

Şerha şerha yareler bu sinemde hicrânımdır. 290

Bihamdillâh vel’minne ki dermandan haber geldi 292

Bir menzilde kalındı arzı hüner kalındı 294

Böyle idrâk eylemiş Hakk’tan bunu can bülbülü. 296

Zâhid yola ben kâilim ya sen beni, ya ben seni 298

Zâhid talebi Hakk’ta iken mal göründü. 300

Ten gemisin süremezliğin atsın yokluğu. 301

Küfr-ü zülfü yâr ile hayran olan anlar bizi 303

Vârı idrâk eyledinse orda vâr kalmadı 305

Kıl u kâli zâhidin hâl ehline hâl oldu. 307

Hasretin ben derdmendi zârı giryân eyledi 308

Onun için başıma bu kavga düştü. 310

Ol dilberin nâzın tenin mecnun olur divânesi 312

 



[1] (EROL, 2002), s.3-30 den istifade edilmiştir.

[2] Azb:  Tatlı, lâtif, hoş ve şirin olan yiyilecek ve içilecek şey.   Fazla susuzluktan yemek yemeği terketme.   Men'etme.   Feragat.

[3] (Bağdatlı İsmail Paşa, Hadiyyât al-Ârifin, Esma al-Müellifîn ve Âsârü 'l-Musannifin, İstanbul, Maarif Basımevi, 1955 : II, 446);

[4] (Bağdatlı İsmail Paşa, Keşf ez Zünün Zeyli, M.E.B, 1947, s. 225);

[5] (Mehmet  Tahir (Efendi), Osmanlı Müellifleri, Meral Yayınları, İstanbul,

2000 : 1 , 128)

[6]  (Vassâf: V, 85),

[7] (Kamil BEKİ, İbrahim Rakım Efendi, Vâkıat-ı Niyâzî Mısrî (İnceleme-Metin) Bursa Uludağ Ü. Basılmamış Yüksek Lisans Tezi, 1997, s.  XX)

[8] (Mustafâ KARA, Bursa 'da Tarikatlar ve Tekkeler I, II Bursa, Uludağ Yayını 1993, s. 183)

[9] Süleymaniye Kütüphânesi, Tahmis-i Divan-ı Mısri / Mustafa Dede-Kütahyalı- Azbi (1284) Hacı Mahmud Efendi 894,35 003620

İstanbul Büyük Şehir Belediyesi Atatürk Kitaplığı Tahmis-i Derviş Azbî Divan-ı Mısrî / Derviş Mustafa Azbî T811.2 1284 H./1868 - Osmanlıca Kitaplar - BEL_OSM_K.01920 MC_OSM_O.00871

[10] (EROL, 2002)

[11] Zevrak: Kayık, sandal.   Mekke'de yapılan ve içine zemzem koymaya mahsus olan kap, ibrik

[12] وَاِلَيْهِ يُرْجَعُ الاَمْرُ كُلُّهُ   Bütün işler O'na döndürülür.” Hud, 123

[13] Karz-ı hasen: Sadece Allah rızâsı için verilen ödünç. Faizsiz verilen borç.

[14] Memat: Ölüm. Ahirete göç etmek.

[15] Garik: Suda boğulmuş.

[16] Har: Yıkılmış, hedmolmuş.

[17] Akik: Meşhur ve kıymetli, ekseriya kırmızı renkte olan ve yüzük gibi şeylere takılan taş.   Hicaz vilâyetinde bir vâdi.   Yolunu yaran gür su.

[18] Tarîk: Yol. Tarz, usûl.   Vâsıta. Meslek.   Bir maksada nâil olmak için icrâsı lâzım olan husus veya bu hususların hey'et-i mecmuası.

[19] Kîl-ü kâl: (I ve A, uzun okunur) Dedikodu.

[20] Sahn : Tabak; yemek; tercih; güzel kız; piliç Tabak, plaka, plaket, şilt, isim...  Avlu. Cami ve medreselerde umumun toplanmasına mahsus üstü kubbeli yer.

[21] Her-kâr: Bütün işler

[22] Gâh (i): Ara sıra

[23] Zihî: Zehî “Şu, bu” mânasına gelen müennes işaret zamiri.

[24] Bâc: f. Vergi.   Kudretli hükümdarın zayıf olan hükümdardan aldığı vergi.   Eskiden halktan alınan öşür veya haraç ve gümrük vergisi.   Renk.   Çeşit

[25] Raci: sıfat, eskimiş (ra:ci) Arapça  Geri dönen. Dokunan, ilgilendiren, dayanan.

[26] Nihan: f. Gizli, saklı. Bulunmayan. Mevcut olmayan.   Sır.

[27] İzhâr: açığa çıkarma, ortaya koyma, gösterme, belirtme

[28] Rumuzat: remizler, işaretler, ince nükteler.

[29] Pinhan: f. Gizli, saklı, hafi, mahfi, mestur, müstetir

[30] Çarh: Çark, tekerlek.   Felek, gök, sema.   Ok yayı.   Elbisede yaka.   Tef.  Devreden, dönen.   Çakır doğan.   Talih

[31] Aviz: f. Asılan, asılı bulunan.

[32] Dilâ: f. Gönül, kalb, niyet.   Cesâret, yürek.

[33] da ﺍﻻ  da

[34] Verd: (Vürd - Vird) Gül

[35] Ber-kâr: f. Her iş üzere, üzerine,

[36] Sekr:(Sekir) Sarhoşluk

[37] Sevad: Karaltı. Uzakta karaltı halinde görülen kalabalık.   Ekseri insanlar.   Şehir. Kasaba. Karye. Köy.   Karartı. Yazı karalama

[38] Çeşm: f. Göz. Ayn. Dide.

[39] BÜRUC: (Burc. C.) Burç, aslında âşikar şey mânasına gelir. Her bakanın gözüne çarpacak şeklide zâhir olan yüksek köşk mânasına da kullanılmıştır.   Bunlara teşbihen veya zuhur mânâsıyla semâdaki bir kısım yıldızlara veya bazı yıldızların toplanmasından meydana gelen şekillere ve farazi suretlere burc denilmiştir. Bilindiği gibi yıldız kümelerini felekiyatçılar muayyen bâzı suretlere benzeterek her mevsim ve ayda göründükleri şekillere göre isimlendirmişlerdir.Bunların altısı şimal (kuzey) altısı cenub (güney) cihetinde olarak oniki burç kabul edilmiştir. Bu burçların bulundukları sahaya da mıntıkat-ül burûc ismi verilmiştir. Burçların isimleri Hamel, Sevr, Cevzâ, Seretan, Esed, Sünbüle, Mizan, Akrep, Kavs, Cedi, Delv ve Hut'tur.

[40] sını ﺍﻻ 

[41] Genc (Gencine): f. Define, hazine. Gömülü hazine. Kenz:   mahfi: gizli.

[42] Gevher: f. Akıl ve edeb.   Asıl ve neseb.   Elmas, cevher, mücevher. İnci.   Bir şeyin künhü ve esası. Hakikat.   Noktalı olan harf.

[43] Kân: f. Bir şeyin menbaı.   Kuyu. Kaynak.   Mâden ocağı.   Bir keyfiyetin. (niteliğin) bol olarak bulunduğu kimse

[44] Tayyar: Uçan. Uçucu. Uçma kabiliyeti olan. Havaya kalbolup gaib olan.

[45] Attar: (Itr. dan) Güzel koku veya iğne iplik gibi şeyler satan

[46] Kün: Cenâb-ı Hakkın "Ol, Olsun" mânâsındaki emri.

[47] Güman: f. Zan. Tahmin. Sanmak. şüphe

[48] Mân: Men (vezin gelişi)

[49] Mürg: f. Merg. Kuş.

[50] in tu cevab mürselan: senin için gönderilen cevap

[51] Müşgîn: f. Misk kokulu, miskli.   Siyah şey.

[52] Tizî: f. Çabukluk, tezlik.   Keskinlik.   Sıklık.

[53] Faş: Meydana çıkmış. Yayılmış.   Anlaşılmış olan

[54] Irmak: Büyük akarsu, doğrudan doğruya denize dökülen nehir

[55] Ak: beyaz

[56] Beli: f. Evet.

[57] اِنَّا هَدَيْنَاهُ السَّبِيلَ “Şüphesiz ona yol gösterdik;” (İnsan, 3)

[58] Neşv ü nemâ: büyüme ve yetişme, gelişme.

[59]جَنَّاتُ عَدْنٍ تَجْرِى مِنْ تَحْتِهَا اْلاَنْهَارُ خَالِدِينَ فِيهَا   İçinde ebedî kalacakları, zemininden ırmaklar akan Adn cennetleri! (Tâhâ, 76)

[60] Huld-u Berin: Ebedilik Cennet-i

[61] وَاسْجُدْ وَاقْتَرِبْ   Sen secde et, Rabbine yaklaş.”  (Alak, 19)

[62] Harir: İpek. İpekten yapılmış.   Harâretli. Sıcak.

[63] Meda: Mesafe, nihâyet. Son.

[64] Hâk: f. Toprak.

[65] Bâd: f. Yel. Rüzgâr. Soluk. Nefes

[66] Ab: f. Su.   Mc : Yağmur.   Letâfet, güzellik.   İtibar.   Irz, nâmus.   Vakar.   Cilâ.  Keskinlik.

[67] Peykâ: f. Bir şeyin etrafında, ona tabi olarak dönen. Seyyare.   Haber ve mektup getirip götüren.

[68] Şekva: Şikâyet, âciz kaldığını ve zayıflığını haber vermek.   Su kabının ağzını açmak

[69] Cah: (Câhe) f. Makam, mansıb. Kadr, itibar

[70] Galgale: Sür'atle gitmek.   Gecenin gitmesi.   Haber vermek

[71] Kelim: (Kelime. C.) Kelimeler, kelâmlar, lâkırdılar.

[72] Nagâh: f. Birdenbire, ansızın, hemen. (Nâgeh, nâgehan, nagehâne, nagehânî)

[73] Mah: (Meh) f. Senenin onikide birisi. Yirmisekiz, yirmidokuz, otuz veya otuzbir günlük zaman.   Gökteki ay. Kamer.

[74] Semm: Zehir, ağu

[75] Em: medicine, remedy ilaç, deva, çare

[76] Duzah: f. Cehennem. Tamu.   Mc: Keder. Külfet.

[77] Galgale: Sür'atle gitmek.   Gecenin gitmesi.   Haber vermek.

[78] Râz: f. Gizli sır, saklı şey.   Mimar.   Marangozların işini tanzim eden.

[79] Maad: (Meâd) (Avdet. den) Âhiret. Dönülüp gidilecek yer.   Dönüş.   Ahiret işleri. Uhrevi işler

[80] Maaş: Geçinilecek dünya.

[81] Dânâ: f. Bilgili, bilen, malûmatlı, âlim.

[82] Şeyda: f. Tutkun. Divane.   Çok sevgiden hâsıl olan hal

[83] Men: f. Ben. (Farsçada birinci şahıs zamiri)  

[84] Ben: (Bak: Ene) t. Psk: Şuurlu kişiliğimiz.

[85] Mervan: (ara.) er. - Emevi sülalesinin mervan kolu.

 

[86] Zari: f. Ağlayıp sızlama.   Hakirlik ve itibarsızlık.

[87] Settar: (ara.) er. - örten. Günahları örten, Allah.- Allah’ın isimlerinden "abd" takısı alarak kullanılır. abdüssettar.

[88] قَالَ لاَ تَخَافَا اِنَّنِى مَعَكُمَا اَسْمَعُ وَاَرَى  Buyurdu ki: Korkmayın, çünkü ben sizinle beraberim; işitir ve görürüm. (Tâhâ, 46)

[89] اِرْجِعِى اِلَى رَبِّكِ رَاضِيَةً مَرْضِيَّةً “O, senden, sen de O'ndan hoşnut olarak Rabbine dön!” (Fecr, 28)

[90] Lâ-yefna: Bitmez, tükenmez. Fenaya gitmez. Yok olmaz

[91] Lika: Kavuşmak. Rast gelip buluşmak. Görüşmek. Yalnız görüşmek.   Yüz, sima, çehre.

[92] Fena: (Beka'nın zıddı) Yokluk. Yok olma.   Geçici dünya.   Geçip gitme.   Tas: Kendi varlığından geçmek.   Kötü.   Devamlı olmayan.   Çok kocamış olmak

[93] Bes: f. Kâfi. Yeter. Yetişir. (Allah bes, gayri heves)

[94] Ruz u şeb: Gece ve gündüz.

[95] Çâr: f. Dört. Cihâr  Çâr Unsur: Ateş- su- hava- toprak

[96] Rü'yet: Görmek, bakmak. İdare etmek. Göz ile veya kalb gözü ile görmek.   Akıl ile müşahede derecesinde bilmek, idrak etmek, tefekkür etmek, düşünmek.   Araştırmak

[97] Taban: f. Işıklı. Parlak.   Parlayan güneş.

[98] Cemil: Güzel.   Cenab-ı Hakk'ın isimlerinden biri

[99] Ru (Ruy): f. Yüz, cihet. Sebep. Çehre

[100] Licam: (Ligâm) f. Dizgin. Gem.

[101] Kemterîn: f. Pek âciz ve güçsüz. Çok hakir.   En küçük, en âşağı. Pek çok noksan veya eksik

[102] Cercis: aleyhisselâm : (Circis) Taberi tarihine göre: İsâ aleyhisselâmdan sonra gelmiş ve Filistinde yaşamış ve onun şeriatı ile amel etmiş olan bir nebidir. Yedi sene içersinde tebliğde bulunarak çok işkencelere maruz kalmış, müteaddid defalar öldürülmüş ve mu'cize ile dirilerek tekrar tebliğ vazifesine devam etmiştir. Kendisine düşmanlık eden kavim ateşle helâk edilmiştir. En sonunda yine Cercis aleyhisselâm şehid edilmiştir.

[103] Hirmen: f. Harman

 

[104] Güman: f. Zan. Tahmin. Sanmak. şüphe

[105] Lahm: Et. Her şeyin içi ve üzeri.   Bir işi sağlam kılmak.   Kırık şeyi kuyumcunun yapıştırması. Lehimlemek.   Bir yerde ilişip kalmak

[106] Haricî: Dışarıya âit olan. İçeriye âit olmayan. Dış ile alâkalı. Ecnebiye âit.   Zorba ve âsi olan.   Seyyid olmadığı halde seyyidlik iddia eden.   Vaktiyle Hazret-i Ali Kerremallâhü veche'ye âsi olan fırka-i dâlle ashabından herbiri. (Bak: Havaric Vak'ası)

[107] Huban: f. Güzeller, iyiler

[108] Â’lâ: üstün, yüce, çok yüksek, kıymetli.

[109] Melah: f. Çekirge

[110] Nikab: yüz örtüsü, peçe, perde, örtünme.

[111] Havf ve reca:Korku ve ümid. (Hem yaşama ümidi, hem de ölüm korkusu. Yahut, affedilmesi ümidi veya cehenneme gitmek korkusu.)

[112] Tâb: Güç ve kuvvet

[113] Mal-i hulya: f. Vesvese, kara sevdâ, kuruntu, boş hayaller

[114] per (F.) پر .kanat. kuşların iri tüyü, yelek. Ham: (F.) خم .eğik eğri, bükük.

[115] نَحْنُ قَسَمْنَا  “Biz taksim ettik.” (Zuhruf, 32)

[116] Tağyir: değiştirme, başkalaştırma, bozma.

[117] Şem'a: Işık, çıra. Nur.   Muma batmış fitil.

[118] Teşne: f. Susamış.   Mc: İstekli, çok arzulayan, heveskâr.

[119] Kân: f. Bir şeyin menbaı.

[120] Tehalük: (C.: Tehâlükât) (Helâk. dan) İstekle atılma. Tehlikeye aldırış etmeden, birbirini çiğneyecek gibi koşuşma

[121] Güman: f. Zan. Tahmin. Sanmak. şüphe

[122] Nakilan: nakledenler

[123] Hicr: ayrılık

[124] sahib-kadem: Sabit ol

[125] Mey: f. şarap, içki. (Bak: şarab)

[126] Bezm: f. Sohbet meclisi. Muhabbet yeri. Yiyip içme, îş u nûş. Meclis.

[127] Dil: f. Gönül, kalb, niyet.   Cesâret, yürek.   Mandıra, ağıl.

[128] Fî-emânillah: Allah Teâlâ’ya emanet ol

[129] Tınla: f. çınlamak, çıngırdamak, tıngırdamak, çınlatmak, çıngırdatmak, tınlamak

[130] Maas: Ayağın siniri çekilip büzülmek.   Ayağın eğri olması.

[131] Sure-i seb’ul mesânî: İki defa nazil olan ve yedi âyetten ibaret bulunan Fâtiha Suresi.   Mükerrer okunup tekrarlanan.

[132] Duzah: f. Cehennem. Tamu.   Mc: Keder. Külfet

[133] Ednâ: en küçük; en âdi, en aşağı, en alçak.

[134] Pend: f. Nasihat, vaaz, öğüt

[135] Lâ yezalî: Zevalsiz olana ait, sonu olmayanla ilgili.

[136] Şad:f. Sevinçli, ferahlı, memnun, mesrur, şen, bahtiyar.

[137] Menzilgâh: konak yeri. Kalınan yer.

[138] Savm-u salât: Oruç namaz

[139] Mir'at:  Ayine. Ayna.   Meşhur bir cins lâle

[140] Menal: Yetiştirme, nâil olma, kavuşma.   Ele geçirilen şey. Nâil ve sahib olunan şey.

[141] Habib: (Hubb. dan) Sevilen. Sevgili. Seven. Dost. Loved man

[142] Halel: Bozukluk. Eksiklik.   Başkası tarafından verilen zarar.   İki şeyin aralığı. Boşluk. Açıklık.

[143] Kamu: (Kamuğ) t. Hep, bütün, tamamen.

[144] Tul-u emel: Bitmeyen istek.   Hiç ölmeyecek gibi dünyaya dalmak ve düşünmek.

[145] Zelel: Eksiklik

[146] Kesret: Çokluk, sıklık.   Bir şeyin ekserisi ve muazzamı. Bolluk.

[147] Vahdet: Birlik. Yalnızlık. Teklik. (Kesretin zıddıdır.)   Edb: İfade esnasında mevzuun haricine çıkılmaması, maksad ne ise yalnız ondan bahsedilmesi, sözün dallandırılıp budaklandırılmaması.

[148] Hezar: f. Bin. (1000)   Pek çok.   Bülbül.

[149] Devlet: isim Arapça devlet 1 .    Toprak bütünlüğüne bağlı olarak siyasi bakımdan teşkilâtlanmış millet veya milletler topluluğunun oluşturduğu tüzel varlık.
Büyüklük, mevki.

[150] İşret: içki, içki içme, sarhoş edici içki kullanma.  

[151] Vuzu: Abdest alma. Abdest suyu. Abdest.

[152] Dir: (C.: Dırâ'- Duru') Cevşen. Cenkte, muharebede giyilen zırh.

[153] Tarze: şekil, suret

[154] Sadhezar: f. Yüzbin.

[155] Hubb: (Hibâb - Hibb - Mehabbet) Sevgi, muhabbet, bağlılık, dostluk. Bir şeyi birisine sevdirmek.   Hulus, lüzum ve sübut.   Muhafaza ve imsâk.

[156] Ahsen: En güzel. Çok güzel.

[157] Serbeser: f. Baştan başa

[158] Dünyada (şey) yok.

[159] (Başkası yok) o vardır

[160] Deyyar: Bir kimse. Ehad.   Yurt sahibi birisi.   Manastır sahibi

[161] Eşcar: (Şecer. C.) Ağaçlar

[162] Fer: isim Farsça fer : Parlaklık, aydınlık.  (gözde) Canlılık, Kuvvet, nüfuz.

[163] Şule:  Alev, yalım

[164] لَنْ تَرَينِى  : “Mûsa bizim tayin ettiğimiz vakte geldi ve O'na Rabbi tekellümde bulundu. Dedi ki: "Ya Rab! Bana zâtını göster, Sana bakayım. (Cenâb-ı Hakk da) Buyurdu ki: "Sen Beni katiyyen göremezsin. Fakat dağa bir nazar et, eğer yerinde durabilirse sen de Beni görebilirsin." Hemen Rabbi dağa tecelli edince onu parça parça etti. Mûsa da baygın bir halde düşüp kaldı. Vaktâ ki ayıldı, dedi ki: "Seni tenzih ederim, Sana tövbe ettim ve ben imân edenlerin ilkiyim." (Araf, 143)

 

 

[165] Pinhan: f. Gizli, saklı, hafi, mahfi, mestur, müstetir.

[166] Muammer: Ömür süren. Çok yaşamış. Uzun ömürlü, bahtlı.

[167] Ustaz: lihat: ustadz, ustad

[168] Berbad: f. Harap. Kötü. Virâne. Bozuk. Perişan. Telef ve helâk olmuş.

[169] Hazer: Çekinme. Zarar verebilecek şeyden kaçınma. Korunma. (Takva ehli)

[170] Tamu: (Aslı: Tamuğdur) Cehennem

[171] Şuru’: Başlama. Mübaşeret etme.

[172] Serseri: f. Ötede beride gezen, başı boş. İşi gücü olmayıp boşta dolaşan, haylaz, derbeder, avare.   Boş söz

[173] Kemterîn: f. Pek âciz ve güçsüz. Çok hakir.   En küçük, en âşağı. Pek çok noksan veya eksik

[174] Medid: Devamlı. Çok uzun süren.   Uzatılmış. Çekilmiş.

[175] Kuy: f. Karye, mahalle, sokak.   Yol. Semt

[176] Mameza: Geçen veya geçmiş şey. Geçmiş zaman. Mazi

[177] Mebde: başlangıç baş taraf başlama, kaynak, kök, temel, esas.

[178] Maad:(Meâd) (Avdet. den) Âhiret. Dönülüp gidilecek yer.   Dönüş.   Ahiret işleri. Uhrevi işler

[179] Vürud: Geliş. Gelme. Vârid olma. Gelip yetişme.   Suya gitme.   (Verid. C.) Toplar damarlar. Siyah kan damarları

[180] Çün: f. Gibi.   Zira, çünki, madem ki.   Nasıl, nice.

[181] Cünbüş: Zevk, eğlence.   Hareket, kımıldanma.   Uta benzer bir çalgı. (Doğrusu: Cünbiş'tir

[182] Mâh: ay.

[183] Pervin: f. Ülker denilen yedi yıldızın tamamı

[184] Naz: f. Bir şeyi beğenmeyiş, şımarıklık.   Beğendirmek maksadiyle kendini ağır satmak.   Celb-i muhabbet için edilen nezâket, letâfet ve zarafet.

[185] Ziba: f. Güzel, süslü, yakışıklı.

[186] Hergâh: f. Her vakit, her an, her zaman

[187] Şeş: altı;  cihât:  (Cihet. C.) Cihetler, taraflar, yönler (Altı yön)

[188] Çar unsur: Dört unsur

[189] Kıblegâh: f. Kıble tarafı. Kıblenin bulunduğu yer.

[190] “...Nereye yönelirseniz Allah Teâlâ’nın yüzü orasıdır.” (Bakara, 115)

[191] Gümrahî: f. Sapıtma, doğru yoldan çıkmış olma.

[192] Pür: f. Çok, dolu, çok fazla, memlu, tekrar (mânâlarına gelir, birleşik kelimeler yapılır)  Sâhib, mâlik

[193] Müdamî: Devamlı olarak şarap içen.

[194] Çalma: vurma

[195] Mahakk: Mehenk. Ayar taşı.   

[196] Merviyat: (Mervi. C.) Rivayet olunmuş şeyler. Kulaktan kulağa söylenerek gelmiş olan sözler

[197] Günahkârlar

[198] Sezâ: f. Lâyık, münasip

[199] Sirac: Işık. Lâmba. Fener. Mum. Kandil.   Şevk veren şey.   Güneş ve ay mânâsına veya Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve selleme "Nur saçan" meâlinde verilen bir isimdir..

[200] İyan:  (Bak: Ayân) Aşikâr. Belli. Herkesin bilebileceği ve görebileceği.

[201] Önüne katıp sürmek için

[202] Serverî: f. Başlık, başkanlık, serverlik, reislik. Ululuk

[203] Şeyda: f. Tutkun. Divane.   Çok sevgiden hâsıl olan hal

[204] Müsemmâ: isimlendirilen, isim sâhibi.

[205] Metanet: Sağlamlık. Kavilik. Sözünden ve kararından dönmemeklik. İnsanın, fikrinde sabır, azminde kavi ve akidesinde rüsuh sahibi olması.

[206] Zerrat: (Zerre. C.) Zerreler. Pek ufak parçalar. Moleküller.

[207] Lücc(e):  Engin sular.   Gümüş.   Ayna.   Kalabalık cemaat

[208] Künh: Bir şeyin aslı, cevheri, mikdarı. Dip. Kök. Özü, nihâyeti, vechi.   Vakit, zaman

[209] Merrat: Kerrât. Kerreler. Birçok def'alar.

[210] Berbad: f. Harap. Kötü. Virâne. Bozuk. Perişan. Telef ve helâk olmuş.

[211] قُلْ اَطِيعُوا اللهَ وَالرَّسُولَ فَاِنْ تَوَلَّوْا فَاِنَّ اللهَ لا يُحِبُّ الْكَافِرِينَ  “De ki: “Allah'a ve Peygambere itaat edin”. Yüz çevirirlerse bilsinler ki, Allah inkar edenleri sevmez.” (Âl’i İmran, 32)

[212] Sebak: (C.: Esbâk) Ders.   Yarış.   Koşu yapanların aralarında koydukları ödül

[213] “onu düzenlediğim - insan şekline koyduğum ve ona ruhumdan üflediğim zaman, siz hemen onun için secdeye kapanın” Hicr, 29

[214] Şir: f. Aslan.   Süt.

[215] Müretteb: Tertib edilmiş, dizilmiş, yerli yerine konulmuş, sıralanmış.   Kasden uydurulmuş.   Tayin edilmiş. Bir şey, bir yer için ayrılmış.   Sonradan kurulmuş

[216] İz'an: Basiret. Anlayış.   Teslim olup itaat etmek.   Akıl. Zekâ. İnanç. İdrak. Bilmek. (Bak: Dimağ)

[217] Raz: f. Gizli sır, saklı şey.   Mimar.   Marangozların işini tanzim eden

[218] Helva:   Şeker, yağ, un veya irmikle yapılan tatlı.

[219] Lâyefna: Bitmez, tükenmez. Fenaya gitmez. Yok olmaz

[220] Bî-neva: f. Zavallı, nasibsiz, muhtaç, çaresiz

[221] Hubb: (Hibâb - Hibb - Mehabbet) Sevgi, muhabbet, bağlılık, dostluk. Bir şeyi birisine sevdirmek.   Hulus, lüzum ve sübut.

[222] Dürr-i yetim: f. Sadef içinde tek olan inci.   Mc: Hz. Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellem

[223] Sîne: göğüs, sadr, kalb.

[224] Yasak: isim Bir işin yapılmasına karşı olan yasal veya yasa dışı engel, memnuiyet.

[225] Lag: Lâtife, şaka.   Oyun Lagv: Faydasız çirkin söz.   Köpeğin ürkmesi.   Deve avazı.   Rağbet olunmayan nesne.   Hükümsüz.   Kaldırmak.   Hata etmek.   İbtâl etmek

[226] Ferag: Vaz geçmek. Hiç bir şeyle meşgul olmayıp dinlenmek.   Boşaltma.

[227] ÇERAG: f. Işık. kandil. Lâmba. Mum.   Kutlu, mutlu.   Otlak. Mer'a.   Otlama.   Tekaüd.   Talebe

[228] Aynî: (arap.) er. 1. ayn'a ait. 2. pınar, kaynak, göz.

[229] Rakîb: Gözeten, bekleyen. Her şeyi görüp gözeten, kontrol eden Allah Teâlâ.

[230] Genc-i Hüdâ: Allah Teâlâ hazinesi

[231] Şehr-i sivâ: Boş, Allah Teâlâ’dan başka şeyler

[232] Kande: Nerededir?

[233] Sahn: Kırma. Kesr.

[234] Perver: (Pervar) f. "Besleyen, yetiştiren, velinimet, koruyan" mânâsında birleşik kelimeler yapılır.

[235] Tîg: f. Kılıç, seyf

[236] Berran: f. Kesen, kesici, keskin

[237] Bahs: bir şey hakkında etrafıyla söz söyleyip, hakikati araştırmak, söz etmek, konuşulan şey.

[238] Kuy: f. Karye, mahalle, sokak.   Yol. Semt.

[239] Sacid: Secde eden, Allah Teâlâ’nın huzurunda başını yere koyarak dua eden. Hâdis meâli: "Bir kulun Rabbine en yakın olduğu an: O'na secde ettiği zamandır."

[240] Iyd: bayram. Bayram günü.

[241] Abid: İbadet eden. Zâhid. Çok ibadet eden.   Köle

[242] Kün:  Cenâb-ı Hakkın "Ol, Olsun" mânâsındaki emri.

[243] Kâne: (Kevn. den) İdi, oldu...mânasında, fiilin geçmiş zamanı.  

[244] Bud: f. Varlık

[245] Fehm: anlamak; anlayış, zihnen kavrayış.

[246] Kân: f. Bir şeyin menbaı.   Kuyu. Kaynak.   Mâden ocağı.   Bir keyfiyetin. (niteliğin) bol olarak bulunduğu kimse.

[247] Veş: Gibi (mânâsına teşbih edatı.) Mah-veş Ay gibi.

[248] Mağz: öz, iç.

[249] Ârî: Pâk, pislikten uzak.   Hür.

[250] Ruz u şeb: Gece ve gündüz.

[251] Mihman: f. Misafir

[252] Fehm: anlamak; anlayış, zihnen kavrayış.

[253] Terahhum: Merhamet etme, acıma. Şefkatte bulunma, esirgeyip besleme.

[254] Verd: (Vürd - Vird) Gül

[255] Manend: f. Benzer. Denk. Eş. Gibi

[256] Sirac: ışık; lâmba, fener.

[257] Güman: f. Zan. Tahmin. Sanmak. şüphe

[258] Câvidâne: f. Câvidân, ebedi, sonsuza âit, sonsuza müteallik.

[259] Tekye: f. Zikir veya ders için toplanılan yer.   Dervişlerin meskeni ve mâbedi.   Yaslanılacak, dayanılacak şey.   İtimâd etmek, dayanmak.

[260] Mehr: Aşk, şefkat, muhabbet.   Güneş.   Huk: Mihr. Evlenme muamelesinde erkek tarafından kadına verilen nikâh bedeli

[261] Hâzık: Mehâretli, işinin ehli, mütehassıs.

[262] Mestane: Sarhoşcasına. Sarhoş bir kimseye yakışır surette.

[263] Dûş: f. Omuz. Ketif.   Dün gece.   Âlem-i menâm, rüya âlemi.   Mütesadif ve mütelâki olan.

[264] Mu'tad: Âdet. Âdet edilen iş. İtiyad edilen. Alışılmış olan.

[265] Taharet: Temizlik. Nezafet. Temizlenmek.   Fık: Habes, necaset denilen maddeten en pis şeylerin veya hades denilen şer'î bir mâninin zevalidir

[266] Burada namaz anlamında kullanılmış olsa gerek.

[267] Teşviş: Karıştırma. Karma karışık etme. Bulandırma.

[268] Giryan: f. Gözyaşı döken. Ağlayan.

[269] Zar: f. İnleyen, sesle ağlayan.   Zayıf, dermansız

[270] Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve selleme salâtü selam

[271] Zalâm: Karanlık. Zulmet.

[272] Ruz: f. Gün, Gündüz.

[273] Kıyam: ayakta durma, ayağa kalkma; ayaklanma; ölümden sonra tekrar dirilme;

[274] Ayine:ayna, görüntü.

[275] Sebak: (C.: Esbâk) Ders.   Yarış.   Koşu yapanların aralarında koydukları ödül

[276] Lem'a: ışık, parıltı, parlama, parıldama.

[277] Habeş: Afrika'nın Kızıldeniz sâhili güneyinde müstakil bir memleket. Bu memleket ahalisinden olan.   Beyaz ve siyah arasında koyu esmer adam. Köle

[278] Hakî: f. Toprak rengi. Toprakla alâkalı Hakiyan: (Hâki. C.) İnsanlar, nev'-i beşer, dünya halkı

[279] Tab: f. "Parıldayan, parlayan, parlatan, aydınlatan" anlamlarına gelir ve birleşik kelimeler yapılır.

[280] Ferş: Fer. Yeryüzü.   Döşeme. Döşeyiş. Yaymak. Yayılmak. Döşenmiş şey.

[281] Misil: (Misl) Benzer. Eş. Nâzır. Tıpkısı

[282] Mari: koca

[283] Havl: Güç. Kuvvet.   Muhit, etraf.   Yıl, sene.   Tahavvül, inkılâb.   Geçmek.   Bir hâlden bir hâle dönmek.   Rücu etmek.   Sıçramak.   Hile.

[284] Kuçmak(t):Kucaklamak, sarılmak, deraguş etmek.

[285] Irâk: (Irah)Su kenarı.   Kökler, asıllar, bünyadlar.   Uzak.

[286] Salah: Bir şeyin en iyi hâli. Rahatlık, sulh, iyileşme, düzelme, iyilik.

[287] Sımah: Kulak deliği, kulak.

[288] Nakş:  Bir şeyi çeşitli renklerle boyamak.   Resim.   Tezyin etmek.   Bedene batmış dikeni çıkarmak.   Bir şeyin esasını araştırmak.   Yaymak.   Suda ıslanmış hurma.   İpekle, sırma ile işleme.   Mc: Hile

[289] İbtida: Baş taraf. Evvel. Başlangıç. En önce, başta.

[290] Âhir: Biten. Hitam bulan. Sonra gelen. Son. Sonraki

[291] Gınâ: zenginlik, yeterlik, tok gözlülük.

[292] Havb: Fakir ve muhtaç olmak.

[293] Dest: f. El, yed.   Mc: Kudret, fayda, nusret, galebe.   Düstur.   Tasallut.   İkmâl.   Âlî makam. Meclisin şerefli yeri

[294] يَوْمَ تُبْلَى السَّرَائِرُ  Gizli işlerin ortaya çıkarıldığı günde. (Tarık, 9)

[295] Eya: f. Acaba mânasına nidâdır. "Hey, ey" gibi çağırma, nidâ, seslenme edatı olarak da kullanılır.

[296] “Vatan sevgisi imandandır.”

[297] Meskenet: Miskinlik. Tembellik. Uyuşukluk. Bitkinlik. Beceriksizlik. Fakirlik. Yoksulluk.

[298] Guş: f. Kulak.   Mc: İşitmek.

[299] Dört unsur: Toprak-su-hava-ateş

[300] Altı yön

[301] Vechî: (Vechiye) Yüz ile ilgili.

[302] قُلْ اَطِيعُوا اللهَ وَالرَّسُولَ فَاِنْ تَوَلَّوْا فَاِنَّ اللهَ لا يُحِبُّ الْكَافِرِينَ  “De ki: “Allah'a ve Peygambere itaat edin”. Yüz çevirirlerse bilsinler ki, Allah inkar edenleri sevmez.” (Âl’i İmran, 32)

[303] Genc (gencine): f. Define, hazine. Gömülü hazine. Kenz

[304] Musalla: Namaz kılınan yer.   Cami avlusunda cenaze namazı kılmaya aid yer.

[305] Kün fe kân: Ol dediği olur

[306] Efza: f. (Sonlarına eklenen kelimelere) Artıran, çoğaltan mânasını verir. Meselâ: Hayret-efzâ: Hayret verici, hayret artıran.

[307] Top(t):Hep, tekmil, büsbütün.

[308] سُبْحَانَ الَّذِى اَسْرَى بِعَبْدِهِ لَيْلاً مِنَ الْمَسْجِدِ الْحَرَامِ اِلَى الْمَسْجِدِ الاقْصَاالَّذِى بَارَكْنَا حَوْلَهُ لِنُرِيَهُ مِنْ اَيَاتِنَا اِنَّهُ هُوَالسَّمِيعُ الْبَصِيرُ   “Bir gece, kendisine âyetlerimizden bir kısmını gösterelim diye (Muhammed) kulunu Mescid-i Harâm'dan, çevresini mübarek kıldığımız Mescid-i Aksâ'ya götüren Allah Teâlâ noksan sıfatlardan münezzehtir; O, gerçekten işitendir, görendir.” (İsra, 1)

[309] Yemin: Sağ taraf, sağ el

[310] Gulam: Esir, hizmetçi, köle.

[311] Cürüm: :suç, isyan, günah.

[312] İnâyet: yardım, lütuf, medet etmek.

[313] Külli: bütüne mensup parçalardan ve fertlerden meydana gelen, umumî, bütün, çok fazla.

[314] Pür: f. Çok, dolu, çok fazla, memlu, tekrar (mânâlarına gelir, birleşik kelimeler yapılır)  Sâhib, mâlik. Hâr: f. Diken.

[315] Abâ: Ekseriyetle yünden yapılmış, bol giyimli bir libas. (Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellemde bu libası giyerlerdi.)

[316] Dil-ber: f. Gönül alan, kalbi çeken. Güzel, dilber

[317] Dânâ: f. Bilgili, bilen, malûmatlı, âlim

[318] Kuy: f. Karye, mahalle, sokak.   Yol. Semt

[319] Perest: (C.: Perestân) f. Tapan, tapınan, taparcasına seven.

[320] Şikest: f. Kırma, kırılma.   Kıran.   Yenilme, mağlubiyet.

[321] Cünbüş: Zevk, eğlence.   Hareket, kımıldanma.   Uta benzer bir çalgı. (Doğrusu: Cünbiş'tir )

[322] Tıfl: Küçük çocuk.   Her şeyin cüz ve parçası.   Batmaya yakın güneş.   Kıvılcım.

[323] Badaş: f. Mükâfat

[324] La-şek: şüphesiz.

[325] EBU: Peder, baba, ata,

[326] Dil-nüvaz: Gönül okşayan

[327] Asiyana: isyan edenlere

[328] Çâre-sâz: f. Çâre bulan

[329] Tul:  Boy.   Uzunluk.   Ömür ve hayat.   Uzamak.   Zaman çokluğu.   Çokluk, bolluk.

[330] Dıraz: f. Uzun.

[331] İkrema-i ihrama: Bize ikram ve merhamet eden

[332] Hasîb: Cömert kimse. Hayır sahibi ve eli açık adam.   Bolluk yer, ucuzluk.

[333] Hem-dem:  f. Canciğer arkadaş.

[334] Münkir:  inkâr eden, kabul etmeyen, inkârcı, görmezden gelen.

[335] kâl-i ilâhî:  İlâhî söz

[336] Abdal: evliyâdan ziyâde nûraniyet kazanmış ve bir anda bir kaç yerde görünebilen zatlar, dünyai alâkasını kesen ve Allah'ın sevgisiyle yoğrulmuş kişiler.

[337] Derya-yı Muhit: ihâta eden, her şeyi kuşatan ve her şeyi içerisine alan; etraf, çevre; büyük deniz, okyanus.

[338] Hane: Meyhane.

[339] Eyvan:  f. Köşk. Büyük salon. Büyük sofa. Divanhâne

[340] Tûl: Uzatma

[341] Tıraz: f. " Süsleyen, donatan" anlamlarına gelir ve birleşik kelimeler yapılır.

[342] Haseb: dolayı, cihetince, gereğince.

[343] Ber-kemal: f. Mükemmel.  

[344] Zebun: f. Zayıf, güçsüz, âciz.   Alışverişte aldanan.

[345] Ayn: tıpkısı, tâ kendisi ; Lütuf: Rıfk ve nevâziş. İltifatla mülâyemet üzere muâmele eylemek.

[346] Mehr: Aşk, şefkat, muhabbet.   Güneş.

[347] Cihan-bân: f. Cihanın bekçisi, dünyanın koruyucusu olan. Allah TeâlâHükümdar

[348] Kemâyin: yay gibi eğri (gizli)

[349] Reva: f. Lâyık, uygun. Meydana gelmek.   Gidici

[350] اِنْ كُلُّ نَفْسٍ لَمَّا عَلَيْهَا حَافِظٌ  Hiçbir kimse yoktur ki, üzerinde bir gözetleyici olmasın. (Tarik, 4)

[351] فَاَوْحَى اِلَى عَبْدِهِ مَا اَوْحَى  “Allah o anda kuluna vahyedeceğini etti.” (Necm, 10)

[352] Meh: f. Ay. Kamer. (Bak: Mah)   Senenin onikide biri. Ay.

[353] Şule: alev, hiddet, parlaklık, alev kırmızısı, sevgili, göz ağrısı

[354] Izhar: açığa çıkarma, ortaya koyma, gösterme, belirtme.

[355] Kelle: f. Kafa, baş.   Ekinlerde başak.   Baş gibi yuvarlak olan nesne

[356] Püryan: f. (Bak: Biryan) Biryan f. Kebabın bir nev'i. Piran. Pürân

[357] Hun: f. Kan, dem.   Öç, intikam, öldürme

[358] Diger-gun: f. Değişmiş, başkalaşmış, bozuk.

[359] MÜŞK: (Müşg) f. Misk. Misk kokulu

[360] Teşviş: Karıştırma. Karma karışık etme. Bulandırma

[361] Mâil: Eğik. Bir tarafa eğilmiş. Eğri.   Meyilli. Hevesli. İstekli.   Düşkün.   Benzer

[362] Abâ: Ekseriyetle yünden yapılmış, bol giyimli bir libas.

[363] Puşt: (isim, kaba konuşmada Farsça puşt )1 .    Eş cinsel erkeklerin cinsel zevklerine hizmet eden sapık erkek çocuk.  2 .    Ağır ve kaba sövgü sözü.

[364] Güman: f. Zan. Tahmin. Sanmak. şüphe

[365] Na'ra: (C.: Na'rât) Yüksek sesle uzun uzun bağırma.

[366] Yaman: 1.(güç, etki veya beceri) Alışılmışın üzerinde olan:2 .    Kötü, korkulan:

[367] Bîgüman: Şüphesiz, doğru

[368] Uşşak: (Âşık. C.) Âşıklar

[369] Ferda: (far.) ka. 1. yarın. 2. gelecek zaman, ati. 3. ahiret, öbür dünya.

[370] Senaver: f. Medheden, öven; Çam fıstığı kozalağı veya onun şeklinde olan. Çam fıstığı.

[371] ehl-i tuğyan: Allah Teâlâ'ya isyan eden, azgın ve sapkın kişiler.

[372] Bî-haber:  Habersiz 

[373] Mesel: Bir umumi kaideye delâlet eden meşhur söz. Ata sözü. İbretli ve küçük hikâye.   Dokunaklı ve mânalı söz.   Benzer. Misil.   Delil. Hüccet.

[374] “Ey Rabbimiz! sen bizim mevlamızsın, Yâ İlâhî ikrâm et”

[375] قَالاَ رَبَّنَا ظَلَمْنَا اَنْفُسَنَا وَاِنْ لَمْ تَغْفِرْ لَنَا وَتَرْحَمْنَا لَنَكُونَنَّ مِنَ الْخَاسِرِينَ  Rabbena, dediler, nefsilerimize zulmettik, eğer sen bize mağfiret etmez, merhamet buyurmazsan şüphe yok ki husrâna düşenlerden oluruz” (Araf, 23)

[376] رَبَّنَا لا تَجْعَلْنَا فِتْنَةً لِلَّذِينَ كَفَرُوا وَاغْفِرْ لَنَا رَبَّنَا اِنَّكَ اَنْتَ الْعَزِيزُ الْحَكِيمُ   “Rabbimiz! Bizi, inkar edenlerle deneme; bizi bağışla, doğrusu Sen, güçlü olan, Hakim olansın.” (Mümtehine, 5)

[377] Mücib: İcabet eden. Cevap veren. Sebeb kabul eden.   İstenileni kabul eden, duâya cevap veren (Allah Teâlâ)

Sail(E): (Sual. den) Dilenci.   Fakir.   Soran.   İsteyen.   Akan, seyelan eden

[378] Haza: Bu. Şu. O.   Gr: İşaret zamiri

[379] Tar ü mar: f. Dağınık, karmakarışık, perişan

[380] İnkıyad: Boyun eğme. Muti olma. Teslim olma. İtaat etme. İmtisal

[381] Issı/ısı/isi(t):Sahip

[382] ب  ba harfi

[383] Mahruh: Ayperi

[384] Ferağ: 1 .    (bir işten) Vazgeçme, çekilme, el çekme, terk etme. 2 .   hukuk  (bir mülkü) Başkasına bırakma, başkasının üstüne geçirme:

[385] Duzah: f. Cehennem. Tamu.   Mc: Keder. Külfet

[386] Bedelsiz

[387] Lemyezel: zâil olmaz, bâkî, dâimî olan.

[388] Ferd: Tek, bir, yekta.

[389] Ehad: Bir olan, her bir şeyde birliği tecelli eden Allah Teâlâ

[390] Şeha: f. Ey pâdişah! Ey şâh

[391] Razı: Hoşnud, rıza gösteren, kabul eden.   Boyun eğen, itaat eden

[392] Ab-ı hayvan: Hayat suyu

[393] Pertev: (Pertav) f. Ziya, ışık.   Atılma, sıçrama, hız

[394] Kân: f. Bir şeyin menbaı.   Kuyu. Kaynak.   Mâden ocağı.   Bir keyfiyetin. (niteliğin) bol olarak bulunduğu kimse.

[395] Tiz-ru: Tez olan

[396] Hamra: (Müennes) Çok kırmızı, kızıl renk.   Şiddet ve meşakkatli geçen yıl.   Şiddetle olan ölüm.   Arap olmayan cinsten.   Yüzü kızarmış kadın.

[397] A’da: En zâlim, en çok düşmanlık eden.

[398] Na-murad: f. Mahrum kalan, muradına eremeyen

[399] Ayan: (İyân) Aşikâr. Belli. Herkesin bilebileceği ve görebileceği.

[400] Fer: bir aslın neticesi, uzantısı.

[401] Ahsen: En güzel. Çok güzel

[402] Bais: (Ba's. dan) Gönderen. Sebeb olan. İcab ettiren.   Yeniden yaratan. Ölüleri tekrar dirilten.

[403] Mâ-i meni: Erlik suyu

[404] Âl: Sülâle, soy, hânedan. Akrabâ ve taallukat.   Yaz sıcaklarında su gibi görünen serap.   Hile, tuzak

[405] Şadüman: (şâd-mân) f. Mesruriyet, sevinçlilik.   Mesrur, bahtiyar

[406] Deyyar: Bir kimse. Ehad.   Yurt sahibi birisi.   Manastır sahibi.

[407] Hun: f. Kan, dem.   Öç, intikam, öldürme

[408] Sükker: şeker.

[409] Dil-şad: f. Sevinmiş. Kalbi hoş olmuş

[410] Şeyda: f. Tutkun. Divane.   Çok sevgiden hâsıl olan hal.

[411] Tüvana: f. Güçlü, kuvvetli.

[412] Dünyada (şey) yok

[413] Gamm: Keder, tasa, dert, elem, kaygı

[414] Bahr-i maânî: Manalar Denizi

[415] Reşad: Hak yolda yürümek. Doğru yolda olmak. Doğru yolu bulup ondan sapmamak.   Aklın kuvvetli olması.

[416] Hurrem: f. Sevinçli. Mesrur. Şen. Ferahlık veren. Taze ve hoş. Güler yüzlü.

[417] Semm: Zehir, ağu

[418] Kerdem: Şişman ve kısa boylu olan adam.

[419] Kem: f. Az, noksan, eksik.   Kötü. Fenâ. Ayarı bozuk.   Fakir, hakir.

[420] Cim: Gulamperest olan kimse.

[421] Cem: toplama

[422] Hem: f. Birlikte, beraber olmak mânasını ifade eder.

[423] Bezer :Gevezelik, boşboğazlık, çok konuşmaklık.

[424] Hayme: Çadır.

[425] Od: t. Ateş, nar

[426] A'ma: Kör. Gözü görmeyen.   Manevi körlük,

[427] Çİ: (Çe) f. Ne? Nasıl? (Soru edatı)   Taaccüb ve hayret yerinde de kullanılır

[428] Efza: f. (Sonlarına eklenen kelimelere) Artıran, çoğaltan mânasını verir.

[429] Duhul: İçeri girme. İçeri dahil oluş.

[430] Fatiha Suresi

[431] Kibar: (ara.) ka. 1. duygu, davranış ve hareket bakımından ince, zarif, nazik, çelebi. 2. büyük cömert, asil, zengin. 3. şık, seçkin. 4. büyükler, ulular. 5. kibirli.

[432] Ceyhun: (tür.) er. 1. orta asya’da Amu-derya'ya arap ve farslıların vermiş olduğu ad. 2. Tevrat'a göre cennetin 4 nehrinden biri.

[433] Halt:1 .    Bir şeyi başka bir şeyle karıştırma. 2 .  teklifsiz konuşmada  Uygunsuz söz söyleme, uygunsuz iş yapma.  3 .  teklifsiz konuşmada  Uygun olmayan, beğenilmeyen şey:  Atasözü, deyim ve birleşik fiiller :halt etmek; halt karıştırmak : halt yemek

[434] اَهُمْ يَقْسِمُونَ رَحْمَةَ رَبِّكَ نَحْنُ قَسَمْنَا بَيْنَهُمْ مَعِيشَتَهُمْ فِى الْحَيَوةِ الدُّنْيَا وَرَفَعْنَا بَعْضَهُمْ فَوْقَ بَعْضٍ دَرَجَاتٍ لِيَتَّخِذَ بَعْضُهُمْ  بَعْضًا سُخْرِيًّا وَرَحْمَتُ رَبِّكَ خَيْرٌ مِمَّا يَجْمَعُونَ  Rabbinin rahmetini onlar mı taksim edip paylaştırıyorlar? Dünya hayatında onların geçimliklerini aralarında Biz taksim ettik; birbirlerine iş gördürmeleri için kimini kimine derecelerle üstün kıldık; Rabbinin rahmeti, onların biriktirdikleri şeylerden daha iyidir.” (Zuhruf, 32)

[435] Rehnüma: f. Yol gösteren. Kılavuz.

[436] Kal u kîl: "Dedi denildi" şeklindeki nakiller. Dedikodu, boş konuşmalar

 

[437] Subhdem: f. Sabah vakti.

[438] Ayan: (İyân) Aşikâr. Belli. Herkesin bilebileceği ve görebileceği.

[439] Vâlih: Keder ve hüzünle aklı gitmiş, şaşırmış, hayrette kalmış.

[440] Taşı: Dışı

[441] Kiba: Süprüntü.

[442] Âb u ateş hâk-i bad: Su, ateş, toprak ve hava

[443] Came: f. Evde giyilen bol elbise. Elbise, çamaşır. Sevb, libas

[444] Zecr: Menetme, engel olma. Nehyetme.   Zorlama, zorla yaptırma.   Önleme. Sıkma.   Kovma. Eziyet etme.   Angarya olarak çalıştırma.   Köpek balığı.   Çağırma.   Sürme

[445] Külhani: f. Serseri, çapkın, âvâre Külhan: f. Hamam ocağı. Hamamda su ısıtmak için ateş yakılan yer.

[446] Dünyada (şey) yok.

[447] Em:İlâç, merhem.

[448] Bed-endiş: f. Kötü fikir sahibi, fena düşünen.

[449] Kavl: Anlaşma. Sözleşme.   Konuşulan söz. Söz cümlesi.   İtikad, delâlet.   Tarif.   İlham

[450] Dîbâ: f: ipekli kumaş.

[451] Ru-siyah: f. Kara yüzlü. Ayıbı olan

[452] Tabah: Kuvvet

[453] Subhdem: f. Sabah vakti.

[454] Mah: (Meh) f. Senenin onikide birisi. Yirmisekiz, yirmidokuz, otuz veya otuzbir günlük zaman.   Gökteki ay. Kamer. sevgili

[455] Târümâr: dağınık, karmakarışık, perişan

[456] Mameza: Geçen veya geçmiş şey. Geçmiş zaman. Mazi

[457] YEZİD: (H: 26-64) Hz. Muaviye radiyallâhü anhın oğlu ve Emeviye Devletinin ikinci halifesi. Şam'da doğdu. Zamanında Kerbelâ hâdise-i elîmesin meydana gelmesine sebeb olandır.

[458] Mezid: yezidin tekrarıdır.

İlâveli tekrarlar, bir kelimenin başına ilâve ses veya bir hece getirilerek yapılır: adam madam, ev mev; apaçık, büsbütün, dümdüz, kapkara, mosmor, yemyeşil vb.

[459] Zeyb: ( Zîb):  Zinet, süs. Düzgün, iyi elbise.

[460] Fer: f. Işık, parlaklık, zinet, süs.   Fazl ve vakar.   İktidar; şevket, kuvvet. bir aslın neticesi, uzantısı.

[461] Güftar: f. Sözler, lâkırdılar

[462] Zi-ruh, bî-ruh: ruh sahibi, ruhsuz

[463] Hakkı: Hakk’a mensup kişi

[464] Sa (-Sây) f. Sürücü, süren. f. Benzetme edâtı olan "âsâ" nın hafifletilmişidir. Meselâ: Anber-sâ Anber gibi.

[465] Yek-dil:f. Bir, münferid gönül

[466] Efgende: f. Yere atılmış, düşürülmüş. Yıkılmış, yıkık. Bozulmuş, tahrib edilmiş.   Biçare, zavallı, düşkün.

[467] Dehri: zamana bağlı olarak devre âit, zamanla ilgili

[468] Ferzend: (C.: Ferzendân) f. Yavru. Çocuk. Veled

[469] Fenn: Hüner. Mârifet.   San'at.   Tecrübe.   İlim.   Nevi, sınıf, çeşit, tabaka.

[470] Keramat: (Keramet. C.) Kerametler.

[471] Makalat: (Makale. C.) Makaleler. Söz ve yazılar. Bahisler. Burada bahsedilen belki Hacı Bektaş’ın Makalatı olabilir.

[472] Siva: Başka, gayrı, diğer.

[473] Leşker: f. Asker.

[474] Yalvarmak

[475] Cünd: Er, asker. Ordu.   Bir kimsenin yardımcıları.   Şehir.

[476] Baz: f. Yeniden, tekrar oynatan, oynayan, geri ve arka tarafa doğru... gibi manalara gelir. Kelimenin sonuna veya baş tarafına getirilerek kullanılan bir "ek" dir. Meselâ: Ateşbâz : Ateşle oynayan

Dilbaz: Gönül ehli; 1. etkili ve güzel söz söyleyen. 2. etkili ve güzel (sözler, konusma tarzı)

[477] Bimar: (C.: Bimârân) f. Mariz, hasta, alil.

[478] Heman: f. Derhâl, hemen, acele olarak, çarçabuk, o anda

[479] Bi-ma’na: Manasız

[480]Mâh: ay. Sal: Yıl, içinde bulunulan yıl.

[481] Bali: Eski, köhne.

[482] Berr: toprak, yeryüzü, yer

[483] Dil-riş: f. Dertli, kalbi yaralı, gönlü yaralı.

[484] Kalak: Can sıkıntısı. Gönül darlığı. Kararsızlık.   Zahmet. Meşakkat

[485] Peyk: f. Bir şeyin etrafında, ona tabi olarak dönen. Seyyare.   Haber ve mektup getirip götüren

[486] Gurre: Parlaklık. Her şeyin başlangıcı.

[487] terre (f) :yeryüzü, toprak, kara, yer, dünya

[488] Harre: (C.: Hırâr-Hırârât-Harrun) Kara taşlı yer.

[489] Hubbe: Dostluk.

[490] Cezbeli

[491] Meratib: Mertebeler. Basamaklar. Kademeler. Dereceler

[492] Mevta: Ölüler. Ölmüşler. Cenâzeler

[493] Cây: f. Yer, makam, mevki.

[494] Deyyar:  Bir kimse. Ehad.   Yurt sahibi birisi.   Manastır sahibi.

[495] Basiret sahipleri

[496] Cüda: f. Ayrılık. Ayrılmış.

[497] Na: Farsçada nefy edatıdır. Müsbet mânâyı menfi yapar. Kelimenin başına getirilir. Meselâ: Nâ-ehil

[498] Allah Teâlâ sana kafidir.

[499] Allah Teâlâ’ya emanet olun

[500] Hem-saz: f. Uyan, uygun, muvafık, münâsib.   Arkadaş, refik, arkadaşlık.

[501] Revan: f. Giden, akıcı.   Derhal.   Ruh, can. Nefs-i nâtıka.   Edb: Su gibi akıp giden güzel söz

[502] Yed-i beyzâ: Musa Aleyhisselâmın mu'cize olarak gösterdiği beyaz ve parlak eli. Bu tabir mecaz olarak keramet ve hârikulâde haller ve meziyetler hakkında kullanılır

[503] Şayi’: (Şüyu'. dan) Duyulmuş, işitilmiş, şüyu' bulmuş, herkesçe bilinmiş.

[504] Halt: Karıştırmak. Münasebetsiz söz söylemek. Bir şeyi bir şeye karıştırmak. Hatâ etmek

[505] Şir: f. Aslan.   Süt.

[506] Mesarr: (Meserret. C.) Sevinçler, meserretler. Sürurlar. Zevkler

[507] San: f. "Benzer, andırır" mânâlarına gelerek birleşik kelimeler yapılır.

[508] Hande: f. Gülme, gül

[509] Şadüman: (şâd-mân) f. Mesruriyet, sevinçlilik.   Mesrur, bahtiyar.

[510] Berdar: f. Asılmış, yukarı kaldırılmış.  Tutucu. İtaat edici ve ettirici.   Meyveli. Meyve verici olan.

[511] Zıllî: Gölge ile alâkalı.

[512] Her-bar: f. Her defa, her kere

[513] Deyyar: Bir kimse. Ehad.   Yurt sahibi birisi.   Manastır sahibi.

[514] Cidâl: sözle mücâdele, ateşli konuşma; muhârebe; cenk; kavga, mücadele, çarpışma, çekişme.

[515] Umura: (Emir. C.) Emirler. İşler. Hususlar. Maddeler.

[516] Hırs: Saklamak, Aç gözlülük. Tamahkârlık.   Kızgınlık.   Şiddetli istek, arzu.   Azgınlık

[517] Duzah: f. Cehennem. Tamu.   Mc: Keder. Külfet.

[518] Ahadî: Tek, yalnız. Birlere âid, birlere mensub.

[519] İz'an: Basiret. Anlayış.   Teslim olup itaat etmek.   Akıl. Zekâ. İnanç. İdrak. Bilmek

[520] Zecrî: Cebren, zorlayıcı olarak.

[521] Epsem/epsera:Suskunç

 

[522] Püser: (C.: Püserân) f. Erkek çocuk, oğul.

[523] Hâk: f. Toprak. Turab.

[524]Bezemek(t):Süslemek,tezyin etmek. Bezenmek(t) Süslenmek.

 

[525] Meded: İnayet, yardım, imdad, eman. Eyvah.

[526] Subhdem: f. Sabah vakti.

[527] وَحُصِّلَ مَا فِى الصُّدُورِ  : Kalplerde olanlar ortaya konulduğu zaman. (Adiyat, 10)

[528] Hurşîd: f. Güneş. Afitab. Hur. Mihr. şems.

[529] Huffaş: Yarasa. Gece kuşu.

[530] Kallaş: Kalleş. Hileci, dönek.

[531] İhrak: yakmak, yandırmak, ateşe atmak

[532] Şem'a: Işık, çıra. Nur.   Muma batmış fitil.

[533] lem'a: ışık, parıltı, parlama, parıldama.

[534] Diriga:  f. Yazık, eyvahlar olsun!

[535] Hande: f. Gülme, gül

[536]Zahm: ehli ehlileşmiş, evcil 2. alışkın, munis 3. halim, mülayim, uysal, muti, yumuşak; boyun, eğmek

[537] Zahm: Yara, ceriha

[538] TABİB: (C.: Tabibân-Etibbâ) Doktor, hekim.

[539] Afitab:  f. Güneş.   Mc: Pek güzel.   Çok güzel yüz.

[540] Tab:  f. "Parıldayan, parlayan, parlatan, aydınlatan" anlamlarına gelir ve birleşik kelimeler yapılır. Meselâ: Âlem-tab  : Dünyayı aydınlatan, âlemi ışıklandıran.

[541] Vâlih: Keder ve hüzünle aklı gitmiş, şaşırmış, hayrette kalmış.

[542] Duzahî: f. Cehennem'e mahsus, cehennemî, zebani.

[543] Rânâ: iyi, güzel, hoş, lâtif; pür ve revnak olan.

[544] Nâdan: câhil, haddini bilmez.

[545] Hâli: Tenhâ. Boş. Sahipsiz. Issız. İçinde bir şey olmama

[546] Râde: Faide, menfaat.

[547]  قُــلِ ٱلـلـّٰـهُمَّ مَالِكَ الْـمُلْكِ تُـؤْتــِي الْـمُلْـكَ مَنْ تَشـۤاءُ وَ تَــنْزِعُ الْــمُلْكَ مِمَّنْ تَشـۤاءُ وَ تُــعِــزُّ مَنْ تَـشۤـاءُ  وَ تُــذِلُّ مَنْ تَـشـۤاءُ بِيَــدِكَ الْـخَــيْرُ اِنَّـكَ عَلَى كُــلِّ شَىْءٍ  قَــد©يرٌ  تُولِـــجُ ٱلَّــيْلَ في© ٱلــنَّــهَارِ وَ تُولِـــجُ ٱلــنَّهَارَ في© ٱلَّــيْلِ وَ تُخْرِجُ الْحَيَّ مِنَ الْمَـيِّتِ وَ تُخْرِجُ الْمَـيِّتَ مِنَ الْحَـيِّ وَ تَــرْزُقُ مَنْ تَـشـۤاءُ بِــغَــيْرِ حِسَابٍ

“De ki: Ey mülkün sahibi olan Allah Teâlâ´m!

Sen mülkü dilediğine verirsin ve mülkü dilediğinden çeker alırsın ve dilediğini aziz edersin, dilediğini de zelil kılarsın.

Hayır, senin kudret elindedir. Şüphe yok ki, sen her şeye fazlasıyla kadirsin.

Geceyi gündüz içine tıkarsın, gündüzü de gece içine tıkarsın, diriyi ölüden, ölüyü de diriden çıkarırsın. Dilediğine hesapsız olarak rızık verirsin.” (Âl-i İmran 26,27)

[548] Belen: iki tepe arasında geçit veren kısım, bel

[549] Nist: f. Değildir, yoktur.

[550] Hestî: f. Varlık. Var olma. Mevcudiyet.

[551] Has: özel, hususi, mahsus.

[552] Satir: Setreden, örten, kapatan.   Günahları, kusurları örten.

[553] Pertev: (Pertav) f. Ziya, ışık.   Atılma, sıçrama, hız.

[554] Suziş: f. Yakma. Yanma.   Dokunma, te'sir etme, etki yapma.   Büyük acı. Yürek yanması

[555] Künh: Bir şeyin aslı, cevheri, mikdarı. Dip. Kök. Özü, nihâyeti, vechi.   Vakit, zaman.

[556] Yek: f. Bir, münferid.   Bir oluş, birlik.

[557] Hâzık: Mehâretli, işinin ehli, mütehassıs.

[558] Hatar: Tehlike. Uçurum, Emniyetsizlik. Korku.

[559] نَحْنُ قَسَمْنَا  “Biz taksim ettik.” (Zuhruf, 32)

[560] Semek: Balık.

[561] Meks: Durma, eğlenme, bekleme.

[562] Subh u mesa: Sabah-akşam

[563] Rehnüma: f. Yol gösteren. Kılavuz

[564] Hâme: f. Yontulmuş kalem.

[565] Ayan: (İyân) Aşikâr. Belli. Herkesin bilebileceği ve görebileceği

[566] Puşide: (Puşe) f. Örtülmüş.   Örtü.   Örtülü, gizli.

[567] Nâdan: câhil, haddini bilmez.

[568] Sayruret: (Sayr. dan) Bir hâlden diğer hâle intikal etmek. Bir şeyin bir şeye dönmesi.   Olmak, edilmek.   Vücud, kevn.

[569] Mergub: rağbet edilen, istenen, aranan, arzu edilen; bütün mahlukatın kendisinin rızâsını istediği Allah.

[570] Hor: f. Kıymetsiz, ehemmiyetsiz. Adi.

[571] Teşviş: Karıştırma. Karma karışık etme. Bulandırma.

[572] Hayf: (Hayfâ) Emansızlık. Haksızlık. Zulüm. Cevr. (Vah vah, yazık, eyvah, yazıklar olsun meâlinde söylenir.)

[573] Nişin: f. "Oturan, oturmuş" gibi mânâya gelir ve başka kelimelerle birleşir

[574] Allah-ü a’lem: Allah Teâlâ bilir ki:

[575] “Vatan sevgisi imandandır.” Sehavî, Makasıd: s.183; Semhudî,  Gammaz: s. 60; İbnü'd-Deyba\   Temyiz: s.77; Aliyyü'1-Karî,  Kübra:  s.189; Ac­lûnî, üTesf 1/413. Hadis hafızlarına göre bunun aslı yoktur.

[576] Tayeran: (Tayrân) Uçuş. Uçma.

[577] Pür-hun: Kan içinde. Kan dolu

[578] Dehri: zamana bağlı olarak devre âit, zamanla ilgili

[579] Dûn: Aşağı, alçak. Kolay. Zayıf. Gölgeli. Aşağılık. Altta, aşağıda.

[580] Merdud: Reddolunmuş. Kabul edilmemiş. Geri döndürülmüş. Kovulmuş.

[581] Tennur: (C.: Tenânir) Tandır.   Fırın

[582] Bed efâl: Kötü fiil

[583] Tab-ı selim: Salim tabiatlı

[584] Serir: Tahta karyola.   Üzerinde oturulan yüksekçe yer.   Taht

[585] Hur: f. Güneş, şems

[586] Epsem/epsera:Suskunç

[587] Nümayan: f. Görünen, aşikâr olan, gözükücü olan. Parlayan.

[588] Rehnüma: f. Yol gösteren. Kılavuz.

[589] cevâb-ı şâfi: Yeterli, ikna eden cevab

[590] Seni hakkıyla bilemedik

[591] Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellem Hz. Ali kerremallâhü veche hakkında “Etin etimdir” buyurduğu hadise işaret edilmektedir.

[592] Diriga: f. Yazık, eyvahlar olsun!

[593] (Bu diyarda nefs yok)

[594] Manende: Benzeyen, mümâsil

[595] Elvan: (Levn. C.) Renkler. Muhtelif görünüşler

[596] Haza: Bu. Şu. O.   Gr: İşaret zamiri.

[597] Samt: Susma, sükût

[598] La’b: oyun ehli

[599] Ta'n: Hoş görmemek. Kötülemek. Birisinin ayıp ve kusurlarını beyan etmek.   Küfretmek.   Muhalifin iddialarını çürütmek.   Vurmak.   Duhul etmek, dâhil olmak, girmek

[600] HULV: (Halva)Tatlı.   Hoş ve güzel. İyi.

[601] Mağbun: (Gabn. dan) Alışverişte aldanmış olan.   Şaşkın. Şaşırmı

[602] Sevindirmek

[603] Temenna: Eli alnına götürerek selâmlama işareti yapma.   Minnettar olma

[604] Berr: toprak, yeryüzü, yer.

[605] Ma’ni: mana

[606] Hurrem: f. Sevinçli. Mesrur. Şen. Ferahlık veren. Taze ve hoş. Güler yüzlü.

[607] Ferağ: Vaz geçmek. Hiç bir şeyle meşgul olmayıp dinlenmek.   Boşaltma.

[608] Ruz: Gün; Ceza: Karşılık, mukabil, ivaz. Cürüm veya günâh işleyenlere verilen azab. hüzünle, ümitsizlikle ağlayıp sızlanmak. Ahiret

[609] Buy: f. Koku.   Ümit, umma.   Sevgi, muhabbet.   Tamah.  Huy. Tabiat.   Kısmet, pay, nasib

[610] İki cihanda

[611] Bimare:  f. Hasta, alil.   Muharebeler veya akınlar esnasında ele geçirilen kadın esirlerin ayrıldıkları sınıflardan birinin adı.

[612] Nas: f. İnsanlar.

[613] Lacerem: şüphesiz, elbette, besbelli.   Nâçar, zaruri.

[614] Üftade: f. Düşmüş. Fakir, biçare.   Âşık, tutkun.

[615] Arkasına

[616] Kûh: f. Dağ.

[617] Ağuş: f. Kucak.   Sığınılan yer.

[618] Mehcebin: f. Ay alınlı. Alnı ay gibi parlak olan.

[619] Sak: Bir şeyin aslı.   Topuktan baldıra doğru bacağın incik yeri

[620] Fend: f. kendini korumak, karşı koymak

[621] Epsem/epsera:Suskunç

[622] Hallak: Yaratan, her şeyi halkeden, Kadir-i Zülcelal, Allah Teala Hazretleri

[623] Merdî: f. Erlik, erkeklik.   Merdlik, cesurluk, yiğitlik.   İnsanlık, hamiyet.

[624] Sahn: Sıcaklık, harâret

[625] Mevr: Başka te'sirle bir şeyin dalga gibi gidip gelmesi. Çalkanmak.   Suyun yeryüzüne yayılması.   Hayvanlardan yün almak.   Yol, tarik.   Toz, gubar.   Rücu etmek, döndürmek.

[626] Han: zenginliğini

[627] Mâ: f. Biz mânasınadır. (Bak: Şahıs zamiri)   Mim ile elif harfinden ibâret "Mâ". Arabçada muhtelif isimleri vardır. Ve çeşitli mânalara gelir. Cansız şeylere işaret eder. "Şu nesne, o şey ki..." mânâlarına gelerek kelimelerle birleşir.

[628] Pür-hun: Kan içinde. Kan dolu.

[629] Gerdun: f. Dünyâ, felek.   Dönen, dönücü, devreden, çevrilen.

[630] Şemme: Bir defa koklamak.   En küçük mikdar.

[631] Şem'a: Işık, çıra. Nur.   Muma batmış fitil. Şu'le: Alev, ateş alevi.

[632] Şeh: Şah

[633] Çâr: f. Dört. Cihâr

[634] Allah Teâlâ bilir, doğrusu budur.

[635] Bin yıl

[636] Gamze: Süzgün bakış.

[637] Akdem: Daha önce. Daha ileri. Daha mühim.

[638] Ehriman: (Ehrimen, Ehremen) f. Ateşperestlerin şer ilâhının ismi. Bâtıl bir ilâh ismi. Ehramen: f. şeytan, iblis.   Dev

[639] Hurrem: f. Sevinçli. Mesrur. Şen. Ferahlık veren. Taze ve hoş. Güler yüzlü

[640] Kese: Kısa yol, kestirme yol

[641] Ruz u şeb:  Gece ve gündüz.

[642] İştiyak:  aşırı ihtiyaç duyma, aşırı istek, özleme, arzu duyma.

[643] El-hazer: Sakın! Sakınınız!

[644] Saki:  (Saky. dan) Sulayan, içecek su veren, sucu.   Kadeh sunan. İçki sunan.SAKİ' : Kırağı, şebnem, çiğ

[645] Paymal: (Pâyimal) f. Ayak altında kalmış, mahvolmuş, telef olmuş, sürünmüş

[646] Halt: f. durdurmak, durmak, duraksamak, tereddüd etmek, topallamak, aksamak, bocalamak, tökezlemek, sendelemek

[647] And: 1. yemin, ant. 2. küfür, lanet.

[648] Fend: hile yalan dolan; (f.), (eski.) esirgemek, muhafaza etmek, korumak.

[649] Dürur: İnmek.   Akmak, seyelân

[650] Azbî Baba kaddese’llâhü sırrahu’l azîz “nefesidir” yerine “nefsi dürür” kulamıştır.

[651] Mezad: Artırma ile yapılan satış.   Tuluk, dağarcık.

[652] Kesad: Alış veriş durgunluğu. Kıtlık. Eksiklik. Verimsizlik.

[653] Leb: f. Dudak. Şefe.   Kenar.   Sahil. Kıyı.

[654] Müdam: Devam eden. Sürekli. Dâim ve bâki olan

[655] Mâ-i Meni: Erkek veya dişinin bel suyu. Döl suyu. Nutfe. Sperma

[656] Hayvan

[657] Manasız

[658] Santur: şarkıcı, tilâvetle okuyan kimse; kilise korosunda baş okuyucu. Kanuna benzeyen telli çalgı

[659] Lücc(e): Engin sular.   Gümüş.   Ayna.   Kalabalık cemaat.

[660] Suda

[661] Epsem/epsera:Suskunç

 

[662] Ebkem: (Bükm. den) Dilsiz. Konuşamıyan.

 

[663] Kezzab: Yalancı. Çok yalan söyleyen.

[664] Çalak. f. Yerinde durmayan, çabuk, oynak. Dâima çalışan. Her bir hareketi çabuk olan.   Akıl ve ferâseti açık.

[665] Tiryâk: panzehir, zehirlenmeden veya bir hastalıktan hemen şifâ bulmaya yarayan ilâç.

[666] İmsak: Kendini tutmak. Bir şeyden el çekme

[667] gütmek

[668] Na-hak: f. Haksız, beyhude, boş.

[669] Zıhar: İki şey arasında münasebet ve mutabakat meydana getirmek. İki şeyi birbirine mutabık eylemek. Arka arkaya, mukabil kılmak.   Karşılıklı yardımlaşmak

[670] “Yeryüzünde bulunan her şey fanidir.” (Rahman, 26)

[671] Vain: boş, faydasız, gururlu, nafile, abes, anlamsız, beyhude, kendini beğenmiş, kibirli

 

[672] Söze

[673] Kerd: Sürmek.   Def'etmek, kovmak.   Boyun

[674] Cây: f. Yer, makam, mevki.

[675] Bikr: (Bikir) Bozulmamış. Temiz.Bekâr.El sürülmemiş.

[676] Mürd: (Emrüd. C.) Sakalı belirmemiş genç yiğitler.

[677] Âlicenap: yüksek ahlâklı, cömert.

[678] Aktab: kutublar, hak tarîkatlerin reisleri, şahları; bir çok Müslümanların kendisine bağlandıkları büyük velilerden zamanın en büyük mürşidi olan kimseler.

[679] Tab: f. "Parıldayan, parlayan, parlatan, aydınlatan" anlamlarına gelir ve birleşik kelimeler yapılır.

[680] Dalâl: sapıklık; doğrudan, îman ve İslâmiyet yolundan sapmak.

[681] Sırf(e): Sadece, yalnızca.   Sâfi ve hâlis şey. Karışık olmayan

[682] Huld: Ebedilik. Sonu olmayan. Sonu olmamak Berin: f. Pek yüksek, en yüce (cennet)

[683] Haver: güneşin doğduğu gün. erkek ve kadın adı olarak kullanılır. levent, şark, doğu.

[684] Hâr : Mermer

[685] Güman: f. Zan. Tahmin. Sanmak. şüphe.

 

[686] Eşsiz

[687] Renk

[688] Adüvv: Düşman, hasım

[689] Beste: f. Bağlanmış, bitiştirilmiş, bağlı.   Kapalı.

[690] Mekkâr: Hilekâr. Düzenbaz. Çok aldatıcı. Mekir yapan.

[691] Hâzık: Mehâretli, işinin ehli, mütehassıs.

[692] Şebek: 1 . Daha çok Afrika'nın dağlık bölgelerinde yaşayan, uzun veya kısa kuyruklu türleri olan maymunlara verilen ad. 2 .  sıfat, mecaz  Çirkin ve arsız

[693] Licam: (Ligâm) f. Dizgin. Gem.

[694] Yek: f. Bir, münferid.   Bir oluş, birlik

[695] Tenezzül:(C.: Tenezzülât) İnme, düşme. Aşağılama.   Gönül alçaklığı.

[696] Zecrî: Cebren, zorlayıcı olarak.

[697] Farig: İşini bitirmiş, boş kalmış, alâkasını kesmiş, rahat, vazgeçmiş, çekilmiş.

[698] Dürr: inci. İnci tanesi.

[699] Melul: Usanmış. Bıkmış. Bezmiş.   Mahzun.

[700] Fuzul: (Fazl. C.) Fazla şey. Lüzumsuz söz.

[701] Derdmend: f. Tasalı, kaygılı, dertli.

[702] Lemyezel: zâil olmaz, bâkî, dâimî olan.

[703] Makhur: (Kahır. dan) Kahredilmiş. Mahvedilmiş. Bozguna uğratılmış. Mağlub. Mahkum. Allah'ın (C.C.) gazabına uğramış. Yenilmiş. Hakaret görmüş.

[704] Müheyya: (Hey'e. den) Hazırlanmış olan. Hey'et-i mecmuası tertib ve tesviye olunmuş olan.

[705] Uğru:1 .    Hırsız: 2 .  halk ağzında  Ön veya yan:

[706] Gümrahî: f. Sapıtma, doğru yoldan çıkmış olma

[707] Zağ: Karga

[708] Hezâr: Bülbül

[709] Dıraz: f. Uzun.

[710] Güzar:  Geçiş, geçme.   Beceren, halleden, yapan.   Geçiren, geçirici mânâlarına gelir ve birleşik kelimeler yapılır. Meselâ: Dem-güzar  : Zaman geçiren, vakit öldüren.

[711] Benzeri

[712] Lalefam: f. Lâle renginde. Rengi lâlenin rengine benzeyen.

[713] Allah Teâlâ bilir, doğrusu budur.

[714] İnkisar: Kırılma. Gücenme.   Beddua ve lânet okuma.   Şikeste olma

[715] A'da:(Adüv. C.) Düşmanlar.

 

[716] Hâra: Mermer

[717] Dûn: Aşağı, alçak. Kolay. Zayıf. Gölgeli. Aşağılık. Altta, aşağıda.

[718] Diriga: f. Yazık, eyvahlar olsun!

[719] Bendir:  teften büyük, zilsiz, darplı Türk musiki sazı

[720] Bisyar: f. Ziyade, çok, fazla.

[721] Ayan: (İyân) Aşikâr. Belli. Herkesin bilebileceği ve görebileceği.

[722] Kınından çıkmış kılınç gibi

[723] Gılâf: kılıf, mahfaza, örtü.

[724] Yâr-ı gâr: Hazret-i Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellemin en sâdık sahabesi Hazret-i Ebubekir radiyallâhü anhın ünvanı. Hicret esnasında en tehlikeli bir zamanda mağaraya girdiklerinde Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellema sadakatla hizmet ettiğinden bu nam ile anılır.

 

[725] Gar: Mağara.

[726] Maltiz: Maltalı. 1. (a) Maltese. 2. Maltese, of Malta

[727] Negros: İslandalı, İsland in the central Philippines

[728] Muş: f. Fare.

[729] Seri şekilde

[730] Çine: f. Kuş yemi.

[731] Bürdî: Hurmanın iyisi.

[732] Abus: Çatık çehreli. asık yüzlü. Yüzü ekşi

[733] Sımad: Şişe tıpası.

[734] Baliş: f. Yastık.   Altın.   Nakit.

[735] Bister: f. Yatak, döşek.

[736] Bisat: (C.: Büsüt) Döşek.   Döşeme, kilim, minder.

[737] Mezkûr: Zikri geçen. Zikredilmiş. Evvelce bahsi geçmiş olan.

[738] Merhum: (Rahm. den) Kendine rahmet edilmiş.   Rahmete kavuşmuş. Dünyanın sıkıcı ahvâlinden kurtulup rahmet-i İlâhiyeye kavuşmuş olan.

[739] Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellem

[740] abdi âlin: Hz. Hasan ve Hüseyin aleyhimesselâm

[741] İrsal: (Resul. den) Göndermek, gönderilmek, yollamak.   Havale kılma.   Salıvermek. Kendi haline koymak.   Sürü sahibi olmak.   Elçi gönderme.

[742] Firavan: f. Bol, çok, ziyade, aşırı, fazla

[743] Dâmen: f. Etek. Kenar. Taraf. Zeyl. Elbise veya dağ eteği

[744] Sad: yüz: 100

[745] Hacer: Taş, kaya

[746] Şecer(E): Ağaç. Kütük.

[747] Semer(E): Meyve, yemiş mahsul. Verim. Netice.

[748] Bir olan

[749] Kibriya. Azamet. Cenab-ı Allah Teâlâ'nın azameti ve kudreti, her cihetle büyüklüğü.

[750] Gök yer melekleri

[751] İdlâl. saptırmak, azdırmak.

[752] يَوْمَ تُبْلَى السَّرَائِرُ   “Sırların orta yere çıkarılacağı gün” (Târik, 9)

[753] sezavar: f. Münâsib, uygun, lâyık, şâyân.

[754] Mânend: benzer, eş, denk.

[755] Keft: Cem'etmek, toplamak.   Sarfetmek, harcamak.   Evmek.   Katı katı sürmek.

[756] Dest: f. El, yed.   Mc: Kudret, fayda, nusret, galebe.   Düstur.

[757] Ferda: (far.) ka. 1. yarın. 2. gelecek zaman, ati. 3. ahiret, öbür dünya.

[758] Mûr: olgun, kemâle ermiş, ergin, tamam,

[759] Bu kısım divanından tamamlandı.

[760] “Kullarımın arasına gir.” (Fecr, 29)

[761] Sen olmasaydın, Sen olmasaydın,

[762] zevaid: (Zâide. C.) Fazlalıklar, fazla şeyler. Faydasız şeyler

[763] fevâid: (Fayda. C.) Faydalar. Faydalı şeyler.

[764] Vaid: vaad ve tehdit kapısı.

[765] Tuz ekmek hakkı: İyilik görülen kimseye karşı minnettarlık

[766] let: f. Dayak, kötek.   Dövme, vurma.   şiddetle çarpma

[767] Gayur: Hamiyetli. Çok çalışkan. Dayanıklı. Çok gayretli.   Kıskanç. ("Gayyur" diye yazılması yanlıştır.)

[768] Sâni: san'atla yaratan.

[769] Kebl: Bağlamak.   Kovanın ağzını iki kat edip dikmek.

[770] Vaveyla: Çığlık, yaygara, feryat.   Eyvah, yazık gibi üzüntü ifadeleri

[771] Nisar: Saçmak, dağıtmak.   İ'ta etmek. Vermek

[772] Alışmış

[773] Nez’ (A.) 1.can çekişme. 2.sökme, koparma, zorla alma. nez’ eylemek ayırmak, çekip atmak, sökmek, koparmak.

[774] Duzah: f. Cehennem. Tamu.   Mc: Keder. Külfet

[775] Kurb: Yakınlık. Yakında oluş. Yakın olmak. Yakınlık kazanmak.

[776] “Gözü oradan ne kaydı ve ne de onu aştı.” (Necm, 17)

[777] Abâdile: Abdullah isimliler

[778] Şeş: Altı, Çar: dört

[779] Sahbâ: şarap içki

[780] Şeb: f. Gece, karanlık. İsneyn: İki. (2)   Pazartesi günü.

[781] Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellemin doğduğu gece

[782] seyyid-ül kevneyn: İki âlemin efendisi, seyyidi. Hz. Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellemin bir nâmı

[783] Kurre: Parlaklık. Tâzelik. Gözün parlak ve nurlu olması Ayn: Göz

[784] İki Harfin Sırrı: Yâ-sin

[785] Dânâ: f. Bilgili, bilen, malûmatlı, âlim

[786] Künbed: f. Kubbe. Hadra:  (Müennestir) Yeşillik.   Sebze. En yeşil. Pek yeşil.

[787] Matlâ: güneş veya yıldızların doğdukları yer, ufuktan çıktıkları yer; yıldız veya güneşin zuhur etmesi. Ulya: (Müe.) Pek büyük, pek yüce, daha yüksek. Çok yüksek olan.

[788] Maktâ: kesilen yer, kat'edilen yer, kesinti yeri. Efn: Noksan etmek. İçmek.   Sağmak.   Davarın sütü az olmak

[789] Âyâ: "acaba, nasıl oluyor, hayret' gibi mânâlara. Gelen şaşkınlık bildiren bir edattır.

[790] Âsâr: Öç almalar. İntikamlar.   Eserler.   İzler. Nişanlar. Abideler.   Âdetler

[791] teşebbüh: Benzemek, müşâbehet etmek. Zorla benzemeğe çalışmak.

[792] Behre: f. Nasib, pay, hisse.   Tez tez solumak.   Vasat, orta.

[793] mend: f. Kelimelerin sonuna getirilerek "sahip" mânasına edattır.

[794] Sergerdan: başı dönmüş, şaşkın, hayran.

[795] Hımare: (C.: Hamâyir) Ayak üstü.   Havuzun etrafına koydukları taş.   Avcıların av vurmak için çevrelerine ev gibi dizdikleri taşlar.

[796] Hemîşe: f. Dâima. Her zaman.

[797] Manend: f. Benzer. Denk. Eş. Gibi.

[798] Tefahur: Fahirlenmek. İftihar etmek. Kendini iyi görüp, kusurdan gaflet etmek.

[799] Efgende: f. Yere atılmış, düşürülmüş. Yıkılmış, yıkık. Bozulmuş, tahrib edilmiş.   Biçare, zavallı, düşkün.

[800] Asa: f. (Gibi) manasına gelerek birleşik kelimeler yapılır.

[801] Makhur: (Kahır. dan) Kahredilmiş. Mahvedilmiş. Bozguna uğratılmış. Mağlub. Mahkum. Allah'ın (C.C.) gazabına uğramış. Yenilmiş. Hakaret görmüş.

[802] Hallâc-ı Mansur

[803] Bugün ağlamayan kimse kıyamette gülmez. Erte: yarın

[804] Milah: (Milh. C.) Milhler, tuzlar.  Tatlandır.

[805] Sergerdan: f. Başı dönmüş, şaşkın. Hayran.

[806] Bâis: Gönderen. Sebeb olan. İcab ettiren. "Gönderen, yeniden yaratan" mânâsında Allah Teâlâ'nın bir ismi.

[807] mekkâr: Hilekâr. Düzenbaz. Çok aldatıcı. Mekir yapan.

[808] seb’âi seyyare: Yedi gezegen

[809] Şeyh

[810] Nacak: Bir ağaç sapa geçirilen, ağzı keskin, genişçe demir âlet. Balta.

[811] Ulanmış: Eklenmiş- bitişmiş

[812] Sabah akşam

[813] Za'm: Kelâm, söz

[814] Çöğür: Bir çalgı türü. Günümüzde "kısa sap" olarak anılan, 36 ilâ 42 tekne ölçüleri arasında değişen ve yukarıdan aşağıya la-sol-re düzeni ile çalınan bağlamanın, bağlama ailesi içindeki adı. Çöğürün tanımı ile ilgili süregelen tartışmalar vardır. Bir tanıma göre çöğür, bağlama ailesinin en kıdemli çalgılarından sayılır. Divan sazı'na yakın büyüklükte, 9 ya da 6 tellidir. Çöğürle seslendirilen dinsel eserler, âyin havaları, semai, nefes gibi tasavvuf müziği eserleri, etkileyici bir hava yaratır. Bir diğer yaklaşıma göre ise, çöğür belli bir sazın adı değildir. Türkiye'nin çeşitli yerlerinde, çeşitli sazlara çöğür denildiği öne sürülmektedir.Güneyde(Adana, Mersin, Gaziantep, Urfa, Diyarbakır) bozuk’a, on iki telli aşık sazlarına çöğür denilmektedir.

[815] Nedim: (C.: Nedmân - Nüdemâ) Sohbet arkadaşı, meclis arkadaşı.

[816] Pend: f. Nasihat, vaaz, öğüt

 

[817] Çâr: dört

[818] Şita: kış mevsimi.

[819] Günler

[820] Neşv ü nema: Büyümek ve gelişmek.

 

[821] Misk: Bir cins güzel koku ismi.

[822] Nilüfer: f. Beyaz, mavi ve sarı çiçekler açan bir cins su bitkisi.   Bursa yakınlarında akan bir akarsu

[823] kadd: Boy, bos.  Semer: Geceleyin kıssa söylemek, hikâye anlatmak

[824] Ebkem: (Bükm. den) Dilsiz. Konuşamıyan.

[825] Tutya: Çinko. Sürme.  Veş: Gibi (mânâsına teşbih edatı.) Mah-veş Ay gibi.

[826] اِنَّا هَدَيْنَاهُ السَّبِيلَ اِمَّا شَاكِرًا وَاِمَّا كَفُورًا  “Şüphesiz biz ona (doğru) yolu gösterdik. İster şükredici olsun ister nankör. (İnsan,3)

 

[827] Fatiha-i şerif

[828] Abid(un): İbadet eden. Zâhid. Çok ibadet eden.   Köle Haib: Mahrum. Ümidsiz. Kederli. Me'yus. Bi-behre olan.

[829] Yalandan atma ile

[830] Iyd: bayram. Bayram günü.

[831] Peşkeş: karşılıksız vermek. Haksız yere birşeyi vermek.

[832] Semmî: (Semmiye) Zehirle alâkalı. Zehirli.

[833] Helahil: (Hülhül. C.) Tesiri pek kuvvetli ve öldürücü zehir. Panzehiri olmayan ağu

[834] Serbeser: f. Baştan başa.

[835] Cercis: (Circis) Taberi tarihine göre: İsâ Aleyhisselâmdan sonra gelmiş ve Filistinde yaşamış ve onun şeriatı ile amel etmiş olan bir peygamberdir. Yedi sene içersinde tebliğde bulunarak çok işkencelere maruz kalmış, müteaddid defalar öldürülmüş ve mu'cize ile dirilerek tekrar tebliğ vazifesine devam etmiştir. Kendisine düşmanlık eden kavim ateşle helâk edilmiştir. En sonunda yine Cercis Aleyhisselâm şehid edilmiştir.

[836] Hubru(y): (C.: Hubruyân) Yüzü güzel olan. Güzel yüz.

[837] Sezavar: f. Münâsib, uygun, lâyık, şâyân.

[838] Dördü altı gören şaşı

[839] Satvet: Ezici kuvvet. Hışım ve şiddetle kavrayıp almak. Birisinin üzerine şiddetle sıçramak ve hamle etmek.   Zorluluk

[840] Timar: f. Bir şeyin devam ve inkişafı için yapılan hizmet. Tedavi

 

[841] İsrâ Suresi

[842] Cins maal cins: cins cinsi ile beraber

[843] Zamir: Bir şeyi gizlemek.   İç.   Huk: Bir şeyin iç yüzü.   Niyet.   Vicdan. Kalb.

[844] “Gözü oradan ne kaydı ve ne de onu aştı.” (Necm, 17)

[845] Kehli uyun: Gözlere çekilen sürme.

[846] Biryan: Püryân. f. Kebabın bir nev'i. Piran.

[847] Dîde-hûn: Gözler kanlı

[848] Pişe: f. İş, kâr. Meşguliyet.   Alışkanlık, huy, âdet.   Meslek, san'at.   "Huy edinmiş, alışmış" anlamlarına gelir ve birleşik kelimeler yapılır. Meselâ: Hasenât-pişe  : İyi şeyleri âdet edinmiş olan

[849] Bezm: f. Sohbet meclisi. Muhabbet yeri. Yiyip içme, îş u nûş. Meclis.

[850] وَاِلَيْهِ يُرْجَعُ الاَمْرُ كُلُّهُ   Bütün işler O'na döndürülür.” Hud, 123

[851] Eşrat: Nişanlar. Alâmetler. Şartlar.

[852] Yerle bir toprak olan

[853] Manend: f. Benzer. Denk. Eş. Gibi.

[854] Cûd: cömertlik bol verme.

[855] Guş: f. Kulak.   Mc: İşitmek.

[856] Bar: i. 1. çubuk, sirik. 2. engel. 3. bar (içki içilen yer). 4. huk. baro. 5. su içindeki kum seti. 6. müz. ölçü çizgisi. f. (--red, --ring) 1. sürgülemek. 2. engel olmak. 3. sokmamak, almamak. edat -den baska, hariç

[857] Kaplayan

[858] Cünbân: f. "kımıldanan, kımıldatan, sallanan, oynayan, oynatan, hareket eden" mânâlarına gelir ve sıfatlar yapar.

[859] Ab: f. Su.   Mc : Yağmur.   Letâfet, güzellik.   İtibar.   Irz, nâmus.   Vakar.   Cilâ.  Keskinlik.

[860] Toplanır

[861] Dem-keş: f. Nefes çeken, soluk çeken.   Devamlı öten bir güvercin cinsi.   Kaval, ney gibi çalgıları devamlı üfürenler.   Bazı kuşların, kübbül gibi uzun uzun ötenleri.   Şarap içen

[862] Ham-keş: f. Bükülmüş, kıvrılmış, eğrilmiş.

[863] Anılırsın

[864] Sırr-ı ebî: Babalık sırrı

[865] Güz: Sonbahar

[866] ESKİ ANADOLU TÜRKÇESİ

Xlll. yy’ın  sonlarına kadar tek bir koldon devam eden Tük yazı dili, aynı yy’ın sonlarında dallanmalara uğramıştır. Doğuda Doğu Tükçesi (çağatayca), Kuzeyde Kuzey Batı Tükçesi (Kıpçakça), Batıda ise Güney-Batı Tükçesi (Oğuzca) adlarıyla anılan Tük yazı dilinde bugün kullandığımız yazı dilinin temelini Batı Oğuzcası (Anadolu’ya göç eden Tükler tarafından işlenerek yazı dili haline getirilen ) teşklil etmektedir.

Batı Oğuzca’sını gösterdiği değisimler göre devrelere ayırdığımızda Xlll-XV. Yy’lar arasında kullanılmış olan, içine Selçuklu dönemi Tükçesi’ni de alan Eski Anadolu Tükçesi devrinin ilk sırayı aldığını görüüz. Değişik kaynaklarda bu devrenin “Eski Osmanlıca”, Eski Tükiye Tükçesi “ adlarını da aldığı görülmektedir.

XV, asrın ll, yarısı bir geçiş devresidir. Bununla birlikte EAT’si devri özellikleri XVl. Yy boyunca devam etmiş ve XVll. Asırda da etkisin sürdümüştü.

Bu dil kullanımı özellikleri ile “bunun, anın, bularnın, onlarnın, bunun, şunun, onun, bularun (bunların), şularun (şunların), olarun onlarun) şeklinde yuvarlar ünlülü kullanılmıştır.

[867] Kesb: Kazanç. Çalışmak. Sa'y ve amel ile kazanmak. Elde etmek. Edinmek. Kazanç yolu. Kesad: Alış veriş durgunluğu. Kıtlık. Eksiklik. Verimsizlik.

[868] Hâk: Toprak Bâd: f. Yel. Rüzgâr. Soluk. Nefes

[869] Epsem/epsera:Suskunç

[870] Merkeb: (Rekb. den) Binilen vâsıta. Binilen şey.   Eşek.

[871] Ucb:  kibir, gurur, kendini beğenme, ameline, yaptıkları işe güvenme.

[872] Leb: f. Dudak. Şefe.   Kenar.   Sahil. Kıyı.

[873] Lâfügüzaf: Boş söz

[874] Ayağının tozu göz sürmesi ile birdir

[875] Püser: (C.: Püserân) f. Erkek çocuk, oğul

[876] Tahmis: (Hums. dan) Bir şeyi beş kat veya beş köşe haline getirmek.   Edb: Bir şiirin her beytine üçer mısra ilâve ederek beşe çıkarmak

[877] Âl: Sülâle, soy, hânedan. Akrabâ ve taallukat.

[878] Beli: f. Evet.

[879] Zag: (C.: Ziygan) f. Karga ve kuzgun.   Fitneci, gammaz

[880] Güman: f. Zan. Tahmin. Sanmak. şüphe.

[881] Çerağ: f. Işık. kandil. Lâmba. Mum.   Kutlu, mutlu.   Otlak. Mer'a.   Otlama.   Tekaüd.   Talebe.

[882] Sikke: Damga. Nereye ve kime ait olduğunun bilinmesi için konulan işaret, mühür. Umumi damga.   Dirhem.   Para üstüne vurulan damga.   Düz, doğru yol.   Mevlevilerin keçe külâhlarının ismi.   Basılmış madeni para

[883] Mergub(E): Rağbet edilmiş. Beğenilmiş. Çok kıymet verilen. Çokları tarafından istenen.

[884] Sidre: ağaca teşbih ile benzetilen, yedinci kat gökte bir makam ismi.

[885] Beyt-i Ma'mûr: İ'mar edilmiş ev.   Melekler Kâbe'sinin bir ismi.

[886] Hilye: Güzel sıfatlar. Süs. Zinet. Cevher. Güzel yüz.   Kılıcın sapındaki veya kınındaki zinet.   Suret. Hey'et. Görünüş.

[887] Hâdim: hizmet eden, hizmetkâr.

[888] Maalim: (Ma'lem. C.) Dinî inançlara, itikadlara dair mes'eleler.   İzler. Nişanlar. Eserler.

[889] Dıraz: f. Uzun

[890] Yoluna

[891] Hudayî: f. Hudâlık, uluhiyyet. Allah'lık.   Allah Teâlâ'ya mensub.

[892] Turra: (Tuğra) Alındaki saç. Tura. Mühür. Pâdişah damgası. Pâdişahın imzası.   Kumaşın etrafındaki nişan ve işaret. Kumaşta ipekten çevrilen kenar.   Herşeyin ucu ve kenarı.

[893] Fenn: Hüner. Mârifet.   San'at.   Tecrübe.   İlim.   Nevi, sınıf, çeşit, tabaka.

[894] Ahu: f. Ceylân.   Gözleri çok güzel olan. Çok güzel göz.   Gazâl.   Mc: Dilber. Mahbub.

[895] Bu(y): f. Koku, râyiha.

[896] Hırz: Melce'. Sığınılacak yer.   Tılsım. Cenab-ı Hakk'ın muhafaza etmesine dair yazılı duâ.   Fık: Bir malın âdet üzere muhafazasına mahsus yer.   Muhafaza etmek.

[897] Hubb:  (Hibâb - Hibb - Mehabbet) Sevgi, muhabbet, bağlılık, dostluk. Bir şeyi birisine sevdirmek.   Hulus, lüzum ve sübut.   Muhafaza ve imsâk.

[898] Fial: (Fiil. C.) Fiiller, yapılan şeyler

[899] Güzar: f. Geçiş, geçme.   Beceren, halleden, yapan.   Geçiren, geçirici mânâlarına gelir ve birleşik kelimeler yapılır. Meselâ: Dem-güzar  : Zaman geçiren, vakit öldüren.

[900] Arak:  rakı

[901] Nihan: f. Gizli, saklı. Bulunmayan. Mevcut olmayan.   Sır.

[902] Nikap: yüz örtüsü, peçe, perde, örtünme.

[903] Gurab: (C: Garbân-Egribe) Karga.

[904] Bahşayiş: f. Bağışlayış. İhsan. İhsan etmek. Afv. Atiyye

[905] Cevsak: Kasr, köşk, konak.

[906] Mahz:  Safi ve hâlis. Katıksız. Sırf. Hâs. Hulus ile muhabbet.   Tâ kendisi.   Sadece.   Su katılmamış hâlis süt

[907] “Sen olmasaydın” nidası

[908] şübhesiz

[909] وَيَبْقَى وَجْهُ رَبِّكَ ذُو الْجَلالِ وَالاِكْرَامِ  “Ancak azamet ve ikram sahibi Rabbinin zâtı bâki kalacak. (Rahmân, 27)

 

[910] İshak: nebi, resul; bilhassa Allah Teâlâ için söz söyleyen kimse, kâhin, kehanet sahibi.

[911] Dedikodu

[912] Ayan: (İyân) Aşikâr. Belli. Herkesin bilebileceği ve görebileceği.

[913] Serviyle topu: Baştan ayağa. toplam, tüm, bütün, toptan, hepten

[914] Kadd: Boy, bos.

[915] Melîl (Melile): Kül içinde pişirilen ekmek.   Hararet, sıcaklık.   Üzgün, kederli. Melul.

[916] Kadîm: Eski zaman.   Başlangıcı olmayan. Uzun zamandan beri var olan.   Evveli bilinmeyen hâl ve keyfiyet

[917] Kesel: Tembellik. Uyuşukluk.   Yorgunluk.   Ağırlık.

[918] Kise: (Kis-Kese) f. Küçük-büyük torba kab.   Para kesesi. Kumaştan çanta biçiminde torba kab.   Yoğurt kesesi.   Para. Para hesabı. Öz para.   Kestirme yol.

[919] Kisve: Elbise. Kılık. Hususi kıyafet. Küsve. Kisbet

[920] İrgörür: Ulaştırmak, götürmek

[921] Habar: (C.: Habârât) İmzâ. Mühür, damga.

[922] Kizb: yalan; yalan söyleme.

[923] Aksa: En uzak. En son. Kusvâ. Nihayet. Irak

[924] Rehayab: f. Kurtulan.   Yolcu olan.

[925] Tuvan: f. Güç, kuvvet.

[926] Güman: f. Zan. Tahmin. Sanmak. şüphe

[927] Zalâm: Karanlık. Zulmet.

[928] Destar: f. Sarık, imâme, başa sarılan tülbent.

[929] Azbî Baba’nın divanında burası “ümmi zebân” geçiyor

[930] Mûr: olgun

 

[931] Nişin: f. "Oturan, oturmuş" gibi mânâya gelir ve başka kelimelerle birleşir

[932] Vura vura

[933] Giryan: f. Gözyaşı döken. Ağlayan.

[934] Baliş: f. Yastık.   Altın.   Nakit.

[935] Pister: f. Yatak, döşek.

[936] Allah Teâlâ şükür minnetle beraber

[937] mısrı dile: Gönül Şehri

[938] Dâsitân: (Dâstân) f. Destan, sergüzeşt. Geçmiş hâdiseleri anlatan nesir veya nazım halinde yazı.   Şöhret.

[939] Garre: Gafil kişi, gaflette bulunan kimse.

[940] Düşnam: f. Sövme, sövüp sayma, ta'n.

[941] Beli: f. Evet.

[942] Sûr: emin, güvenli

[943] İkan: İyi ve yakînen bilmek.   Sağlam bir iş.   Yakin hasıl etmek ve edilmek suretiyle bilmek.

[944] Rûşen: f. Parlak, aydın. Belli, âşikâr.

[945] Azbî Baba “ya o beni,  ya ben onu” yerine “ya sen beni ya ben seni olarak tahmiste kullanmıştır.

[946] Âmm: herkese âit, umuma âit, umumi.

[947] Lein: Vallahi eğer

[948] Tîg: f. Kılıç, seyf. Teber: f. Balta

[949] Cuş: f. Coşmak, kaynamak. Taşmak. Deprenmek

[950] Lâl: f. Dilsiz. Söz söyleyemiyen

[951] Dal: Ağacın ilk verdiği kol.   Kur'ân hattiyle yazılan () harfinin okunuşu (Ebcedi değeri dörttür.) Noktasız olduğundan "dâl-i mühmele" de denir.

[952] Serendib: (Hintçe) Hindistan'ın güneyindeki Seylân adasının ismi.

[953] Sarsar: Gürültü ile gelen pek soğuk rüzgâr, yel. Kasırga.

[954] Puhte: (C.: Puhtegân) f. Pişmiş, pişkin. Olgun, kâmil insan.

[955] Bîn: f. Kelime sonuna ilâve ile "gören, görücü" mânalarına gelir.

[956] Dahme: f. Mezar, kabir. Türbe.   Donanma geceleri atılan hava fişeği.

[957] İsfendiyâr: Efsânevi İran Hükümdârı, Gustaps’ın Oğlu. Firdevsi’nin Şahnâmesinde macerâları anlatılır.

[958] İki cihanda

[959] Müstetab: İyi, güzel, âlâ.   Devâ.

[960] İtab: paylama azarlama

[961] Fetih, 1

[962] Deyyar: Bir kimse. Ehad.   Yurt sahibi birisi.   Manastır sahibi.

[963] Ceyb: (C.: Cüyûb) Cep. Gömleğin (yarığı) açıklığı.   Yaka.   Kalb.  Geo: Sinüs.

[964] Gumme: Tasa, keder.   Kırba, tuluk gibi şeylerin derinliği.   Belirsiz mühim nesne.

[965] Galgale: Sür'atle gitmek.   Gecenin gitmesi.   Haber vermek.

[966] Sal: f. Sene, yıl.

[967] Ebced tekerlemesi

[968] Şifa yurdu

[969] Kâriban: f. Kervan.

[970] Sud: (Sevda. C.) Rengi kara olan şeyler. * Sevdalar. Ziya: parlak ak şeyler

 

[971] Mir'at. Ayine. Ayna. * Meşhur bir cins lâle.

[972] Zıllî: Gölge ile alâkalı.

[973] Vamık: Seven. Âşık, sevdalı. * Meşhur bir hikâyede Azra'nın âşığının ismi.

[974] Derdmend: f. Tasalı, kaygılı, dertli.

[975] Saye: f. Gölge. Dâye: çocuk hizmetçisi, 

Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.

Benzer Yazılar

Yorumlar