Dağ Kültü
ÇİN VE JAPON DİNLERİNDE DAĞ KÜLTÜ
Hazırlayan: İbrahim Emre ŞAMLIOĞLU
Dağ kültü, Çin ve Japon dinlerinde diğer
dinlere nazaran daha ön plandadır. Bu dinlerden her biri dağ kültüne siyasal, dinsel
ve sosyo-kültürel alanlarda önem atfetmektedir. Dağ kültü, bu dinlerin köşe
taşlarından birini oluşturmaktadır. Bu sebeple Çin ve Japon dini anlayışını
anlayabilmek için tabiat kültlerinden biri olan dağ kültünün bilinmesi büyük
önem arz etmektedir. Dağların Çin ve Japon dinlerindeki bu önemine rağmen,
Türkiye’de konuyla ilgili akademik herhangi bir çalışmanın bulunmaması, bizi
Çin ve Japon dinlerindeki dağ kültünü yüksek lisans tezi olarak çalışmaya sevk
etmiştir. Bu çalışmada Çin ve Japon dinlerindeki anlayış ve bu anlayışa bağlı
olarak ortaya çıkan kültlerin incelendiği bu çalışmanın Çin ve Japon dinlerinin
anlaşılmasına katkı sağlayacağı ve bu dinlerle ilgilenen araştırmacılara
faydalı olacağını ümit ediyoruz.
Fenomenolojik ve deskriptif bir metotta
yaptığımız bu çalışmada Çin ve Japon dinlerindeki dağ kültüyle ilgili Türkçe
müstakil bir eserin olmaması ve kaynakların oldukça sınırlı olması hasebiyle,
yoğun bir şekilde İngilizce kitaplara, makalelere ve sitelere başvurduk. Çince
ve Japonca kaynaklar arasından sadece Japonca kitapları inceleyebildik.
Başvurduğumuz kaynaklardan hareketle, her iki coğrafyadaki dağ kültüne giriş
mahiyetinde, o coğrafyadaki dinler için de ortak olan anlayışlara ve
geleneklere genel hatlarıyla yer verdik. Akabinde o coğrafyanın yerel dinindeki
dağ kültü; sonrasında ise orada gelişen Budizm bağlamında dağ kültü hakkında
bilgi verdik. Konunun daha iyi anlaşılabilmesi için her iki dinin genel
hatlarını çizen tabiat, insan (imparator) ve kutsal varlık
kavramı ve bu kavramların birbirleriyle ilişkisi çerçevesinde ele almaya
çalıştık.
Başta Çin ve Japon dinleri olmak üzere bazı
dinler, taş, nehir, toprak, su, ağaç, gök, yer ve dağ gibi tabiat unsurlarına
kutsallık atfetmekte ve bu unsurlara bir anlam yüklemektedir. Buradan yola
çıkarak dinlerin, birçok tabiat fenomenini kutsal olarak kabul ettiği, bu
fenomenlerden birisi ve belki de en önemlisinin de dağlar olduğu görülmektedir.
Birçok dinin inançlarında kendilerine yer edinen dağlar, tarihsel süreç
içerisinde insanlar için cezbedici ve hayranlık uyandırıcı bir doğa unsuru
olarak görülmekte ve bu dinlerde çeşitli kültleri oluşturmaktadır. Bu bakımdan
dağlar, kutsal ile ilişkilendirilmesi ve bu yönüyle insanları hem cezbetmesi[1] hem de
korkutması[2] bakımından
diğer tabiat fenomenlerinden ayrılmaktadır. Yüksekliği dolayısıyla dağların,
tanrıların mekânı olarak inanılan veya düşünülen gökyüzüyle ve kutsalla
ilintilendirilmesi, çeşitli kutsal olaylara ev sahipliği yapması, bazı dini
liderlerin ve peygamberlerin bu tür mekanlarda vahiy ve vizyonları yaşaması,
ayrıca bu mekanların yaratılışın ya da evrenin merkezi kabul edilmesi gibi
hususlar dağların farklı görülmesinin temel sebepleri arasında
zikredilmektedir.
Yukarıda işaret edildiği üzere birtakım
dinlerde dağlar yüksek ve göğe yakın olmaları bakımından manevi âlemlerle
ilişkilendirilmektedir. Tanrıların ve ilahi varlıkların yaşadığı yer olarak da
görülen dağlar, bazı inanışlarda gidilmesi sakıncalı yerler, bazılarında ise
kurbanların sunulduğu ve duaların edildiği kutsal mekanlar olarak
görülmektedir. Bu bağlamda dağların, kutsal eşik rolüyle kutsal ile
kutsal olmayanı birbirinden ayırdığı da görülmektedir. Çünkü inanırların
nazarında dağların zirvesi, gök ile yerin kesiştiği noktada yer almakta ve bu,
dağların kozmik bir merkez konumunda olduğu anlamına gelmektedir. Bu bakımdan
dağlar ile ilgili düşünceler, dinlerin kendi inanışları doğrultusunda
şekillenmektedir.[3] [4]
Birçok dinde önemli bir kült unsuru olan d ağların,
diğer tabiat fenomenleriyle sıkı bir ilişki içerisinde olduğu görülmektedir.
Buna göre kutsal kabul edilen bir dağdaki suların, ağaçların, taşların ve hatta
hayvanların bile bu dağda bulunmaları sebebiyle kutsal kabul edildiği
bilinmektedir. Doğal olarak dağlarda bulunan her şey, dağın bir parçası
olduğundan dolayı, kutsal olarak görülmekte ve dağ merkezli gelişen kültlerde
önemli unsurların başında gelmektedir.
Yukarıda verdiğimiz temel bilgilerden hareketle
dağları, fenomenolojik açıdan kategorilere ayırmak mümkün görünmektedir.
Dağları üstlendiği görevler ve işlevler bakımından şu kategorilere ayırmak
mümkündür; i) kutsal ve kozmik merkez olarak dağlar, ii) vahiy ve
vizyon yeri olarak dağlar, iii) kutsal varlıkların ikamet ettiği yer
olarak dağlar, iv) ölüler alemi olarak dağlar, v) tapınak olarak
dağlar ve vi) kurban yeri olarak dağlar.14
Kutsal ve kozmik merkez olarak dağlar, yaratılışın başladığı ve yaratılışa ilk hareketin
verildiği yerlerdir. Gök ile yeri bağlayan ve ana yönleri sabitleyen dağlar,
Dünya’nın merkezi ve yaratılışın başladığı yer olmasından ötürü axis mundi,[5] yani yerin ekseni
(merkezi) olarak kabul edilmektedir.[6] Dağların özelliklerinden biri
olan axis mundi anlayışına göre kozmos (evren), belli yapıların ya da
tabiat unsurlarının bulunduğu yerden ortaya çıkarak gelişme göstermektedir.
Yani kozmos, kutsalın odaklandığı merkezden ortaya çıkarak, bu merkezden de güç
alarak meydana gelmektedir. Bu bağlamda dağlar, kozmosun devamlılığını,
düzenini sağlamakta ve kozmosun yaratılmaya başladığı ilk noktayı
oluşturmaktadır.[7] Bunun
sonucunda ise kozmostaki her şey, dağın üzerine inşa edilmektedir. Kozmik
merkez olan dağ yok olduğu takdirde, düzen ortadan kalkmakta ve kozmos, kaosa
sürüklenmektedir. Dağların kozmik merkez olmaları, onların, âlemler arasında
bir kapı vazifesi niteliği taşımasına da işaret etmektedir. Buna göre dağlar, gök,
yer ve yer altı olmak üzere kozmosun üç alemi arasındaki kesişim
noktası olmakta ve bu âlemleri birbirine bağlamaktadır. Bundan dolayı, bir
kozmik âlemden başka bir âleme geçebilmek, ancak evrenin merkezinde, yani
dağlarda mümkün olmaktadır. [8]
Vahiy ve vizyon yeri olarak dağlar, kutsal ile insan arasındaki bağlantıyı sağlayan en güçlü
yer olarak görülmüştür. Bu nedenle çeşitli inanç ve kültürlerde ilahi
varlıklarla ya da Tanrı ile iletişim kurmak çoğunlukla dağlarda olmuştur.
Birçok inanışın tebliğcisi, dönemin sıkıntılarından ve yozlaşmış hayat
sisteminden kaçmak, derin düşüncelere dalmak için dağlara çıkmıştır. Bu kişiler
dağa çıktığında kutsalı yakından hissedebilmiş ve kendisinin, sıradan insanlara
nazaran seçilmiş ve özel olduğu hissine kapılmıştır. Dağların göğe yakın
olmaları ve yer ile göğü birbirine bağlamaları, onların vahiy ve vizyon
mekânı niteliği kazanmasında etkili olmuştur. Bunun yanında birçok inanışta
önemli yeri olan hac yolculuklarında dağlara çıkılarak, ilahi varlıklarla
karşılaşmak ve belli tecrübeleri kazanmak amaç edinilmiştir. Aynı zamanda Sami
dinlerde peygamberlerin ilk vahyi genellikle dağlarda alması ve Uzakdoğu
dinlerindeki karizmatik liderlerin yüksek bir tepeye ya da dağa çıkıp çeşitli
deneyimler geçirerek yeni bir inanca öncülük etmesi, dağların vahiy ve
vizyon olaylarına ev sahibi olmasına örnek gösterilmiştir.[9]
Kutsal varlıkların ikamet yeri olarak
görülen dağlar, tanrıların ve tanrıçaların
meskeni, bazen de onların yeryüzündeki tecellisi olarak kabul edilmektedir.
Doğal olarak dağların kutsallığı, tanrıların tecellisi ya da orada bulunan
tanrıların mevcudiyetinden gelmektedir. Dağların haşmetli ve gizemli gücü,
tecellisi olduğu Tanrı’nın önemi ya da bünyesinde barındırdığı tanrıların
sayısına bağlı olarak değişmektedir. Eğer bir dağda birçok tanrı bulunursa
yahut bu dağ önemli bir Tanrı’nın tecellisiyse, bu dağın kutsallığı o oranda
artmakta; tersi bir durumda ise bu kutsallık azalmaktadır. Bunun yanısıra
dağlarda bulunduğuna inanılan tanrıların, genellikle dağ zirvelerinde ikamet
ettiğine inanılması, dağın zirvesinin göğe en yakın yer olmasıyla, yani kutsal merkez
olarak kabul edilmesiyle açıklanabilmektedir. Buradan ise kutsal merkez, gök ve
Tanrı gibi unsurların birbirleriyle ilişkili olduğu anlaşılmaktadır.[10]
Dağlar aynı zamanda ölüler alemi olarak
görülmektedir. Ölüler âlemi olarak dağlar, ata ruhları ve ölüler ile
ilişkilendirilmesi bakımından birçok inanışta oldukça önemlidir. Bu inanışlarda
dağlar, ölülerin meskeni ya da ölüleri göğe götüren yol olarak görülmektedir.
Bunun yanında dağlar, ölüler âlemine kapı aralayan bir yer olarak görülmeleri
sebebiyle mezarlarla da ilişkilendirilmektedir. Nitekim birçok gelenekte
ölüler, dağlara defnedilerek, inanışa göre kutsalın en yoğun olduğu yere, yani axis
mundiye yakın olmaları sağlanmakta, böylece ölülerin kutsalla yoğun bir
teması ve ölü ruhunun rahat bir şekilde diğer âleme geçmesi amaçlanmaktadır. Bu
özelliğiyle dağlar, ata ruhlarını ve ölü ruhlarını diğer âleme ulaştıran bir
kapı vazifesi görerek âlemler arası geçişi sağlamaktadır. Bu durumdan ötürü
mezarlar, dağların sembolik formu olarak görülmektedir. Bundan dolayı birçok
inanışta mezarlara, dağı tasvir etmesi amacıyla dağ şekli verilmektedir.
Buradan hareketle ölülerin, mezarların ve ata ruhlarının dağlar ile büyük
oranda ilişkili olduğu söylenilebilir.[11]
Tapınak olarak dağlar, birçok inanışta kendisine yer edinmektedir. Her dağ bir
tapınağı; her tapınak ise bir dağı temsil etmektedir. Tapınakların ve dağların
aynı şeyi temsil ediyor olmalarının nedeni, hem eksenlerin kesiştiği yerin
merkezi olmalarından hem de kutsalı yoğun bir şekilde hissettirmelerinden dolayıdır.
Buna göre birçok inanışta insanlar tapınakların yanında dağlara da ibadet
etmeye gitmekte veya tapınaklarını yüksek tepelere/dağlara inşa etmektedir.
Böylece insan, dağı bir tapınak olarak görüp, kutsal ile yakın bir temas
içerisinde bulunmaktadır. Dağlar, tapınaklarla eş sayılmanın yanında şehir, ev
ve insan gibi unsurlar ile de sembolik olarak axis mundi özelliğini
paylaşmaktadır. Nitekim şehir, ev ve insan, dağlar ve tapınaklar gibi evrenin
merkezi, yani axis mundi olabilmektedir. Böylece evren, dağ, şehir,
tapınak, ev ve insan arasında kozmik bir ilişki kurulmaktadır. Bunun sonucunda
her dağın bir evren; her şehrin, tapınağın, evin ve insanın sembolik olarak bir
dağ olduğu anlaşılmaktadır. Yani evren, kendini dağ üzerinde inşa etmekte,
merkezine dağı alarak oluşmakta ve başta tapınak ve insan olmak üzere diğer
unsurlar da bu evrenin merkezini oluşturan dağın farklı bir tezahürü haline
gelmektedir.
Tapınakların dağ işlevi görmesinin en iyi
örnekler olarak Mezopotamya, Aztek, Maya, İnka ve kadim Mısır uygarlıklarındaki
yapılar örnek gösterilmektedir. Bu uygarlıklardaki tapınak ve mezar olarak
bilinen piramitler ve zigguratlar, aslında kozmik dağı nitelemektedir. Bu
tapınakların ve zigguratların tepesine doğru çıkmak ile dağın zirvesine çıkmak
arasında bir fark bulunmamaktadır. Tapınağın ve zigguratın tepesine doğru
çıkıldıkça kutsal, yoğun bir şekilde hissedilmekte ve göğe, yani kutsal bir
âleme doğru geçiş yapılmaktadır. Doğal olarak basamakları çıkarken evrenin
merkezinden, yani axis mundiden de geçilmektedir. Ayrıca birçok inanışta
ve mitolojide dağları sembolize eden tapınakların dağ evi, tüm ülkelerin dağ
evi, fırtınalar dağı ve gökle yeri bağlayan bağ şeklinde
isimlendirilmeleri, onların, dağ ile olan kozmik ilişkisini açıklamaktadır. [12] Kısacası
dağların, tapınak; tapınakların ise dağ olarak görülmesi yerin ekseni
anlayışıyla ve kutsala en yakın yer olmasıyla ilişkilendirilmektedir.[13]
Dağlar, tanrısal olana yakınlıkları ve tanrısal
kabul edilmeleri sebebiyle aynı zamanda birer kurban sunum noktası olarak
görülmektedir. Kurban yeri olarak dağlar, göğe açılan yüksek yer ve
kozmik merkez olarak tanrılara ve ruhlara sunuların yapıldığı yerlerin başında
gelmektedir. Nitekim birçok inanışta kurbanlar, yerden yüksek ve maddi âlemden
uzak olan yerlerde sunulmaktadır. Özellikle dağ zirveleri bu durumun en önemli
örneklerinden birini oluşturmaktadır. Bunun sebebi ise -daha önce bahsettiğimiz
gibi- göğe, yani kutsal âleme yakın olmak istenmesinden dolayıdır. Ayrıca
dağların doğal bir tapınak vazifesi görmesi de kurbanların dağlarda
sunulmasının nedenlerinden biridir.[14]
Buraya kadar verdiğimiz bilgiler özetlenecek
olursa, dağlar, sadece, gök ile yeri, kutsal ile kutsal olmayanı, metafizik ile
fiziği ayıran; kurbanların sunulduğu, vahiy ve vizyonların gerçekleştiği,
ölüler âlemine kapı aralayan ve doğal bir tapınak olan bir yer olarak
görülmemekte, aynı zamanda kozmosun işleyişini sağlayan ve bu işleyişi devam
ettiren kutsal bir mekân olarak görülmektedir. Bu özelliğiyle dağlar, kutsalın
en çok tezahür ettiği yerlerin başında gelmekte, insanı kutsal bir alan
içerisine dâhil etmekte ve birçok inanışta kendine yer edinmektedir.
Antik Din ve Kültürlerde
Dağ Kültü
Dağ fenomeni yeryüzündeki neredeyse bütün
inanışlarda görülebilen bir unsurdur. Bu fenomen genellikle, antik din ve
kültürlerde farklı şekilde algılanmış ve çeşitli kültleri meydana getirmiştir.
Bu kültler, bulunduğu coğrafyadaki şartlar çerçevesince gelişmiştir. Dağların
bulunmadığı coğrafyalarda ise dağları temsil eden yapılar inşa edilmiştir. Bu
bağlamda antik Sümer-Babil, Mısır ve Yunan’daki dağ kültleri hakkında kısa
bilgi verilecektir.
Sümer ve Babil medeniyetlerinde dağ, çoğunlukla
coğrafi bir unsur olarak görülmemiş, birçok tanrının ikamet ettiği yer olarak
bilinmiştir. Sümer tanrılarından birisi olan Enlil, evreni yaratırken
suların içerisinde yükselen bir dağa tahtını kurmuş ve oraya yerleşmiştir. Bu
mitostan hareketle Sümerler, ayinleri gerçekleştirmek için dağ biçiminde
zigguratlar yapmış ve bu suretle göğe, tanrılara yakın olmaya çalışmışlardır.[15]
Sümer ve Babil medeniyetleri, dağları temsil
etmesi amacıyla inşa ettikleri zigguratları yedi basamaklı olarak
tasarlamıştır. Onlara göre bu zigguratlar, axis mundi özelliğini taşıyan
dağ gibi evrenin yaratılışının başladığı noktayı oluşturmuş, Sümer ve Babil
rahipleri zigguratın basamaklarını çıkarak tanrılarla iletişime geçmeyi
amaçlamışlardır. Rahiplerin, zigguratın yedi gezegeni temsil eden yedi
basamağını çıkarak alemler arası geçiş yaptığına inanılmıştır. Rahiplerin
tırmandığı bu zigguratlar, kutsallığın seviyesini belirleyen iki tapınağa sahip
olmuştur. Zigguratın son basamağında “yüksek tapınak”; ilk basamağında ise
“alçak tapınak” bulunmuştur. Rahipler, kutsal âlemle olan teması ve tanrılar
ile olan iletişimi yüksek tapınakta; ziggurata çıkış ayinlerini ise alçak
tapınakta icra etmiştir. Belirtilenlere ek olarak Sümerler ve Babillerde
yukarıda bahsettiğimiz ziggurat türü tapınaklar ile dağlar arasındaki
benzerliğin yanında tanrıların yeri olarak bilinen ve yer ile göğü birbirine
bağlayan bağ anlamına gelen Duranki adı verilen dağ tapınakları da
dağların önemine örnek gösterilmiştir.[16]
Sümer-Babil medeniyetlerindeki gibi antik Mısır
medeniyetinde de dağ kültü ile karşılaşılmaktadır. Sümer-Babil zigguratlarının
dağlar ile özdeşleştirmesine benzer bir şekilde antik Mısırlılar da piramitleri
dağ şeklinde algılamışlardır. Piramitler, antik Mısır dininin önemli
yapılarının başında gelmiştir. Çünkü bu piramitler, efsanevi krallar tarafından
yaratılış mitleri göz önüne alınarak yapılmıştır. Doğal olarak yapılışları
kutsal bir amaca yöneliktir. Nitekim antik Mısır dinine göre, yaratılış
hadisesi kaosun sularından bir tepenin yükselmesi ile başlamış ve bu inanış
doğrultusunda piramitler, göğe doğru sivrilen ve enerjiyi en üst noktada toplayan
kozmik birer tepe olarak görülmüştür. Bu piramitler yerin belli eksenlerinin
kesişme noktasında yer almış, yani axis mundi olmuş ve kozmosun düzenini
sağlamışlardır.[17]
Antik Mısırlılarda dağ kültünü karşılayan
piramitlerin yanı sıra bazı dağlara da önem atfedilmiştir. Bu dağlardan
özellikle Mısır’ın batısında bulunan Batı Dağları, Mısır dini için
oldukça önemli olmuştur. Çünkü bu dağların yer altına, yani ölüler dünyasına
uzandığına, ölülerin ruhlarının bu dağdan yer altına indiğine ve iki âlemi (yer
ve yer altı) birbirinden ayırdığına inanılmıştır.[18]
Mısır Medeniyetindeki dağ kültüne bazı
tanrıların dağlar ile birlikte anılmaları örnek verilebilir. Bu duruma en güzel
örnek tanrıça Meretseger ile tanrı Anubistvr. Kobra şeklinde
tasvir edilen tanrıça Meretseger’e, Teb (Luksor) şehrinin batısındaki Krallar
Vadisi’ndeki dağda tazim edilmiş, bu dağın onun tezahürü olduğuna inanılmıştır.
Aynı zamanda ölülerin gömüldüğü yerlerin koruyucusu olduğuna da tasavvur
edilmiştir.[19] Ölülerin,
mumyalamaların ve mezarların koruyucu tanrısı olan Anubis ise cenaze dağının
tanrısı anlamına gelen Tep-tu-f olarak isimlendirilmiştir.[20] Yukarıda
aktardığımız bilgiler, Mısır Medeniyeti için ölüm ve dağ arasında sıkı bir
ilişki bulunduğuna işaret etmektedir.
Sümer-Babil ve antik Mısır’da görülebilen dağ
kültü, antik Yunan’da da büyük öneme sahiptir. Antik Yunan’da dağlar, tanrılar
ile yakından ilişkili görülmüştür. Nitekim Hesiodos’un (M.Ö. 750-650), Theogonia
isimli eserinde belli sayıda kutsanmış ve ilahlaştırılmış dağın isminden
bahsedilmektedir. Bu dağların arasında Olimpos ve İda Dağı gibi dağlar
bulunmaktadır.[21] Bu dağlardan
biri olan Olimpos Dağı, tanrıların ikamet ettiği yer olarak bilinmektedir.
Ayrıca o, Yunan panteonuna açılan bir kapı olarak görülmektedir.
Antik Yunan medeniyetinde Olimpos Dağı yanında
başka birçok kutsal dağ bulunmakta ve bu dağlar bazı tanrılar ile
ilişkilendirilmektedir. Bu çerçevede Kyllene (Killene) Dağı’nda Hermes’in
doğduğu yer olduğuna inanılan bir mağara bulunmakta ve doğal olarak Kyllene
Dağı, Hermes’in kutsal dağı olarak kabul edilmektedir. Aynı şekilde tanrı
Herakles’e ibadet edilen dağ olarak Oite Dağı bilinmektedir.[22] Ayrıca
Lykaion Dağı’nın çoğunlukla dağlarda yaşayan Pan’ın;[23] Kithairon Dağı’nın Zeus ve
Hera’nın; Taygetos Dağı’nın Helios’un kutsal yeri olduğu ifade edilmektedir.[24] Bu dağların
tanrılar ile olan ilişkisi, tapınakların dağlarda inşa edilmesine ve
ibadetlerin bu dağlarda gerçekleştirilmesine neden olmuştur.[25] Nitekim
tarihçi Straboriun (M.Ö. 64- M.S. 24) Yunan medeniyetinde bir bölgenin
kutsal dağı olduğu takdirde, o bölgenin öneminin artacağına dair ifadeleri,
Yunan medeniyetindeki dağ kültünün önemini özetler niteliktedir.[26]
Zerdüştilik, geleneksel Türk dini, Hinduizm ve
Budizm gibi Asya dinlerinde dağlar, diğer dinlere nazaran daha fazla ön planda
gözükmektedir. Bu önemi sebebiyle Asya topluluklarında tapınaklar genellikle
dağlara inşa edilmiş ve dağlar tanrıların bizzat bu dünyadaki görünümü ya da
ikamet ettiği yer olarak görülmüştür.
Zerdüştilikte birçok kutsal dağ olmakla
beraber, bunlar arasında en bilineni Elburz Dağı (Hara Berazaiti) dır.
Anlatımlara göre Elburz Dağı, dünyanın merkezinde yer ile göğün birleştiği bir
yerde bulunmaktadır. Bu dağda tanrı Mihr’in (Mithra) makamının da olduğu
düşünülmekte, bu dağın aydınlık ve huzur yeri olduğuna inanılmaktadır. Bu
anlayışla insanların Elburz Dağı’na gelmeleri halinde maddi sıkıntılardan ve
hastalıklardan kurtularak, cennetteki yaşama benzer bir hayat süreceklerine
inanılmaktadır. Zerdüştilik’e göre ölülerin ruhları da bu dağa çıkarak kıyamet
gününü beklemektedir. Kıyamet gününde terazinin de bu dağın zirvesinde
kurulacağı ve yine bu dağda, Çinvat köprüsünü taşıyan bir sütunun
bulunduğuna da inanılmaktadır.[27]
Elburz Dağı dünyevi ve uhrevi bu önemi sebebi
ile Güneş’in doğup battığı yer, gök cisimlerinin üzerinde odaklandığı nokta ve
kozmosun ekseni olarak telakki edilmektedir. Birçok yönden kutsal olan Elburz
Dağı, hem düzen hem de cennetin yeryüzündeki yansıması-gölgesi olması
bakımından kadim İran geleneğinde önemlidir.[28] Zerdüştilik’in bir başka metni
olan Zamyad Yaşta göre, Elburz, dünyanın ilk dağıdır ve İran’ın diğer
dağlarının kaynağı onun kökleridir. Yani İran’daki bütün dağlar, Elburz
Dağı’ndan doğmaktadır. Ayrıca bu dağ, semavi suların kaynağı olarak da ifade
edilmektedir. [29] Bunun
yanında Elburz sıradağlarından biri olan Demavend Dağının da antik İran
geleneğinde önemli bir yeri vardır. Nitekim Demavend Dağı’nda kutsanmış
kişilerin ve ermişlerin bulunduğuna inanılmaktadır. Aynı zamanda cinlerin ve
perilerin, başta Demavend Dağı olmak üzere birçok dağda yaşadığı düşünülmektedir.
Bu yönüyle Demavend Dağı, birçok mite de konu olmakta ve İran geleneğinin
önemli kutsal dağlarından biri olarak görülmektedir.[30]
Zerdüştilik ve İran geleneğinde büyük bir yere
sahip olan dağ, geleneksel Türk inanışlarında da kutsal olarak kabul
edilmektedir. Özellikle ıdukyer sub (kutsal yer-su) inanışları
bağlamında dağlarda ruhların yaşadığına ve dağların, tanrıların ikametgâhı
olduğuna inanılmaktadır.[31] Bunun
yanında Kırgızistan, Türkmenistan, Özbekistan, Moğolistan ve Kazan gibi
yerlerde de dağ kültüne rastlanılmaktadır. Han Tenri, Bayan Ula, Buztağ Ata,
Bayın Ula, Iduk Art ve Nurata gibi birçok kutsal dağ, Orta Asya ve Türk
geleneğinde önemli dağların başında gelmektedir.[32]
Uygurların Kuttağ ya da Kutludağ
isimli kutsal bir dağa sahip oldukları ve bu dağın Çinliler ile yaşanan
hadiseler sonucu Çinliler tarafından götürüldüğü efsanevi bir şekilde
anlatılmaktadır. [33] Hulin adında
bir dağın da Uygurlarda bulunduğu kaynaklar tarafından zikredilmektedir.
Efsaneye göre çıkış yerleri Hulin Dağı olan Tuğla ve Selenge ırmaklarının
arasındaki bir ağaca, geceleyin mavi bir ışık inmiş ve bir süre sonra bu
ağaçtan beş çocuk çıkmış ve çocuklardan birisi Hakan olarak seçilmiştir.[34]
Uygurlar yanında diğer Türk topluluklarında
birtakım kutsal dağların olduğu görülmektedir. Bu bağlamda Başkurtlar, Tura-Tav
Dağı’nı kutsal kabul etmekte ve özellikle zahit ve erenler sık sık bu dağa
çıkmaktadır. Altaylılara bakıldığında ise yine birçok dağın kutsal olarak kabul
edildiği görülmektedir. Bu dağların başında Abu-Kaan, Süt-Köl, Ülemen ve
Ak-Kaya gibi dağlar yer almaktadır. Özellikle Abu-Kaan’a ilişkin birçok
inanış bulunmaktadır. Kaynaklara göre bu dağın iki kızının olduğu ve
Altaylıların bu kızlara dua ettikleri ve dilek diledikleri söylenmektedir.
Zikredilen bu dağlardaki ruhların, şamanlara ayinlerde kullanacakları davulları
verdiği ve onlara ruhsal güçlerle nasıl temasa geçeceklerini öğrettiği ifade
edilmektedir.[35]
Türk inanışlarında Gök Tanrı ile dağ arasında
sıkı bir ilişki kurulmaktadır. Dağlar göğe en yakın yerlerin başında geldiği
için bu topluluklar, dağlarda kurban kesmeye ve dua etmeye özen
göstermişlerdir.[36] Bu şekilde
Gök Tanrı ile yakın bir temas kurduklarına inanmışlardır. Bunun en somut
örneğini Altaylı Şor ve Beltirler’in tengere tayıg (tanrı-gök kurbanı)
isimli dağlarda yaptıkları kurban ibadeti örnek gösterilebilir.[37] Bunun
yanında Gök Türk ve diğer Türk kabileleri için Ötüken Dağı’nın da ayrı bir
önemi bulunmaktadır.[38]
Hinduizmde kutsal olarak kabul edilen birçok
dağ bulunmaktadır. Bu dağlardan en önemlisi Hinduizm’in yanısıra hem Caynizm
hem de Budizm için kutsal kabul edilen ve mitik bir dağ olarak bilinen Meru
Dağı (Sumeru Dağı)’dır.[39] Kaynaklara
göre Meru Dağı, evrenin merkezinde bulunan, gök ile yer arasındaki bağlantıyı
sağlayan, [40] üzerinde
kutup yıldızının parladığı ve gök cisimlerinin etrafında döndüğü bir dağdır. [41] Hinduizmdeki
bazı tapınaklar, Meru Dağı’nın yükselişini tasvir eder bir şekilde yapılmakta,
bu ise Meru Dağı’nın ilksel bir tapınak olarak kabul edildiğini göstermektedir.
Bununla birlikte Meru Dağı, kozmosun kilit noktasında bulunan, âlemlerin bu
dağa göre şekillendiği ve birçok mite konu olan bir dağdır. Hinduizm’in
tanrılarından biri olan İndra’nın bu dağın zirvesinde oturduğu, yanında ise
dört ilahi kralın bulunduğu ifade edilmektedir.[42]
Meru Dağı, tanrıların meskeni olmanın yanında
ölümsüzlük suyunun kaynağı olan Anavatapta Gölü'nü de içinde
barındırmaktadır. Hindu kozmolojisini tasvir eden resimlere göre Meru Dağı,
lotus çiçeğinin yaprakları gibi dört basamak ve dört yön şeklinde betimlenmekte,
ayrıca yedi kıtayı ve denizi sembolize edecek şekilde etrafında yedi halka
şeklinde gösterilmektedir. Axis mundi, yani yerin ekseni özelliğini de taşıyan
bu dağ, ölüler diyarına doğru kök salarak ve tanrılar alemine ulaşarak bir
köprü vazifesi görmektedir. Hinduizm’in kutsal metinleri arasına dâhil edilen
Puranalar’da[43] Meru
Dağı’nın zirvesinin alt kısmından daha geniş olduğu, diğer bir ifadeyle bu
dağın şeklinin “V” şeklinde olduğu geçmektedir. Yani normal bir dağın aksine
Meru Dağı’nın zirvesi yukarı doğru çıkıldıkça genişlemektedir. Hint dünyasında
Meru Dağı’nın tasviriyle ilgili sahip olunan bu anlayış, birçok alanda etkili
olmaktadır. Bu durum, bazı tapınakların ya da meditasyonda odaklanma nesnesi
olarak kullanılan mandalaların Meru Dağı ile ilgili bu kanaati sembolize
edecek şekilde yapılmasına neden olmaktadır.[44]
Meru Dağı’nın Hint kozmolojisinde bütün
karaların ve denizlerin merkezi olduğu ve insanların yaşadığı dünya olan Jambudvipa"nın
bu dağın tam ortasında bulunduğu belirtilmektedir. Diğer bir ifadeyle Meru
Dağı, evrenin düzenini ve dengesini sağlayan, ölüler dünyası ile tanrılar
dünyası arasındaki bağlantıyı kuran, maddi manevi tüm varlıkları ve alemleri
içerisine dahil eden bir konuma yerleştirilmektedir.
Meru Dağı genellikle Himalayalar’da bulunan Kailaş
Dağı ile de anılmaktadır. Dağların efendisi olan Şiva ve Şakti’nin
yaşadığına inanılan Kailaş Dağı, aynı zamanda evrenin merkezi olmakta ve bu
dağın her bir basamağı farklı bir âlemi karşılamaktadır.[45] Hinduizmde önemli
bir yere sahip olan tanrıça Parvati’nin ise dağın kızı olduğuna ve sayısız
formda dağın zirvesinde ikamet ettiğine inanılmaktadır.[46]
Hinduizmde mitolojik Meru Dağı’nın yanında
Himalaya Dağı gibi dağlar da kutsal kabul edilmektedir. Hindu münzeviler,
Himalaya Dağı’na şehir yaşantısından kaçmak için çıkmaktadır. Bu dağa
çıkıldığında mistik bir âleme girildiğine, cadıların, cinlerin ve perilerin
yine bu dağda yaşadığına inanılmaktadır.[47] Nanda Devi adında ilahi bir
varlığın meskeni olduğu düşüncesinden hareketle Nanda Devi olarak
isimlendirilen bir tepeye de kutsallık atfedilmektedir.[48] [49]
Diğer Asya dinlerinde olduğu gibi Budizmde de
dağlar önemli ve kutsal birer tabiat fenomeni olarak görülmektedir. Özellikle Buddha"nın
(Buda),4 vaazlarını verdiği
yerlerin tepelik/dağlık yerler olması ve Çin, Japonya gibi ülkelerde Budist
ilahların dağlarda yaşadığına inanılması, Budizmdeki dağ kültünü
geliştirmektedir. Bu bağlamda Budizm, Hint geleneğinin ortak kavramlarından
biri olan mitik Meru Dağı ile ilgili de çeşitli inanışlar bulunmaktadır. Buna
göre Budistler nezdinde Meru Dağı, yamaçlarında dört büyük ilahi kralın;
zirvesinde ise Trayastrimsa adı verilen tanrıların ikamet ettiği bir
yerdir. Bu tanrıların bulunduğu yerleri geçtikçe birçok cennetle
karşılaşılmaktadır. Bu cennetlerden birisi de Buda’nın dünyaya gelmeden önce
bulunduğu Tusita cennetidir. Gerek Buda’nın dünyaya gelmeden önce
bulunduğu cenneti ihtiva etmesi bakımından gerekse çeşitli Budist tanrılarına
ev sahipliği yapması bakımından Meru Dağı’nın ayrı bir öneme sahip olduğu
görülebilmektedir.[50]
Meru Dağı, Budizmde Buda’nın bedeninin
yakılmasından sonra geriye kalan kalıntılarının saklandığı stupa adı
verilen yapıların şeklinin belirlenmesinde de etkili olmuştur. Bu etki, ayrıca,
bazı Budist tapınakların Meru Dağı’nı sembolize eder bir şekilde yapılması ve
bu tapınaklara Meru Dağı’nın dört yönünü temsil eder bir şekilde dört adet
kapının konulmasında görülebilmektedir. Bu, Budist tapınakların Meru Dağı ile
aynı işlevi gördüğüne, Budist tapınaklarının kozmosun düzenini sağlayan ve
kutsalın yoğunlaştığı yerler olarak telakki edildiğine işaret etmektedir.[51] Bu durumun
en somut örneğine Endonezya, Java’daki Borobudur stupalarında rastlanabilmektedir.
[52] Bu stupalar
Meru Dağı’nın sembolize ettiği lotus çiçeğini yansıtmakta[53] ve bu stupalara basamak
basamak çıkıldıkça sembolik olarak evrenin basamaklarından çıkıldığına
inanılmaktadır. En üst basamağa ulaşıldığı zaman ise bütün maddi şeyler geride
bırakılmakta ve Budalığa ulaşıldığı düşünülmektedir. Diğer bir ifadeyle
sembolik Meru Dağı işlevini gören Borobudur stupaları, aydınlanmaya götüren
kozmik kutsal bir yerdir. Borobudur stupalarında en somut olarak görülen dağ
fenomeni, birçok Budist tapınağın Meru olarak adlandırılmasında da
görülmektedir. Bu durum, Meru Dağı’nın en ihtişamlı ve kutsal ideal bir stupa
olduğuna sembolik olarak işaret etmektedir.[54]
Çin Budizminde dağların Bodhisattvalar
(Bodisatva) ve Budalar ile ilişkilendirildiğine inanılmaktadır. Özellikle dört
kutsal Budist dağı anlayışına dahil olan dağların kendisine ait bir
Bodisatvasının ve bu Bodisatvaya adanan tapınakların olduğu bilinmektedir. Bu
dört kutsal dağa, birçok hac yolculuğu yapılmakta ve devlet kademesinden birçok
kişi tarafından bu dağlar ziyaret edilmektedir. Kore Budizmi’ne bakıldığında
birçok kutsal dağın olduğu görülmekte, bunlardan en önemlisi Namsan Dağı
olarak kabul edilmektedir. Bu dağ Buda’nın yeryüzündeki temsili olarak kabul
edilmekte ve bu sebepten, birçok Buda heykeliyle ve pagodayla donatılmaktadır.[55]
Japon Budizminde ise dağ fenomeninin yerel
Japon inanışlarıyla birlikte anılır olduğu dikkat çekmiştir. Özellikle
Budizm’in Japonya’ya gelmesiyle Japon dini anlayışına taşınan mandalalar ve hac
uygulaması Japonya’daki yerel dağ kültü ile gelişme göstermiştir. Bu gelişme
sonucunda, yeni Budist ekolleri oluşmuş ve çeşitli gelenekler meydana
gelmiştir.
Sami Kökenli Dinlerde Dağ
Anlayışı
Yahudilik, Hıristiyanlık ve İslam gibi Sami
kökenli dinlerde dağların önem taşıdığı görülmektedir. Bu dinlerin her birinde
dağların vahiy alınan ve Tanrı ile birebir görüşülen yerlerin başında geldiği
ifade edilmektedir. Bu bağlamda dağlar, diğer dinler gibi bir tanrı mekanı ve
kült merkezi olarak görülmemekte, Tanrı’nın yarattığı kutsal bir tabiat
fenomeni ve onun tecelli ettiği yerler olarak algılanmaktadır.
Yahudilikte dağ, Tanrı ile birebir görüşülen,
bazı özel ibadetlerin yapıldığı ve vahiylerin çoğunlukla indiği kutsal bir yer
olarak görülmektedir. Nitekim Tanrı, Hz. İbrahim’e oğlu Hz. İshak’ı Moriya
bölgesindeki bir dağda kurban etmesini emretmiştir.[56] Hz. Musa, sürüsünü güderken
Tanrı Dağı olarak geçen Horev Dağı’na[57] varmış ve burada
Tanrı tarafından çağrılmış ve bu dağın kutsal bir yer olduğu, çarıklarını
çıkarması gerektiği söylenmiştir.[58] Sonrasında
ise Tanrı, Musa’ya halkını Mısır’dan çıkardığında bu dağa gelerek ve kendisine
tapmalarını söyleyerek Horev Dağı’nın kutsallığını belirtmiştir.[59] Tanrı,
Musa’ya, kendisinin Sina Dağı’na[60] ineceğini,
halkın kendisini görmek için dağa gelmemesini, ancak uzun bir boru sesi
duyulduktan sonra kendi tecellisini görebileceklerini ifade etmiştir.[61] Aynı zamanda
Tanrı, Hz. Musa’ya on emri Sina Dağı’nda vermiş ve antlaşmayı bu dağda
yapmıştır.[62] Tevrat’ta
geçen bu ifadeler, Tanrı’nın Musa ve kendi halkı ile birebir konuşma yeri
olarak dağı seçtiğine ve dağın bu özelliği bakımından oldukça kutsal bir mekân
olduğuna işaret etmektedir. Nitekim dağın Tanrı ile ilişkisi Aramlıların,
İsrail’in ilahını dağ ilahı olarak tanımlamasından da anlaşılabilir.[63]
Yahudilikte yukarıda ifade ettiğimiz dağlar
yanında, Hermon, Hor,[64] Lübnan,[65] Karmel,
[66] Tabor,[67] Ararat,[68] ve Siyon[69] gibi dağ ve
tepelerin de kutsallıkları bulunmaktadır.68 69 [70] Karmel Dağı, Hz. İlyas’ın putlarla
mücadele ettiği, Baal ve Aşera’ya tapınanların inançlarının yanlışlığını
kanıtladığı yer olarak geçmektedir.[71] Filistin’deki Tabor
Dağı’nın adı omphalos (göbek), yani dünyanın göbeği anlamına
gelmekte ve bu dağ kaynaklarda Tabbur Erets olarak geçmektedir.[72]
Yahudilikteki dağ fenomeninin diğer örneği Hz.
Nuh’un gemisinin suların çekilmesinden sonra indiği ifade edilen Ararat
Dağı’dır. Tevrat’ta anlatılan Nuh tufanında suların çekilmeye başlamasında
sonra geminin, Ararat Dağı’na oturduğu geçmektedir.[73] Nerede olduğu tartışmalı olan
Ararat Dağı da Tufan ile ilişkisi sebebiyle Yahudilik ve Hıristiyanlık
açısından önemli görülmektedir.[74]
Yahudilerin kendilerinden saymadığı Samiri
mezhebine mensup Yahudiler ise Gerizim Dağı’nı kutsal kabul etmektedir.
Sâmiriler, bu dağı dünyanın merkezi ve dolayısıyla da kutsal olarak kabul
etmektedir. Sâmiriler bu dağın, Ortodoks Yahudilerin kutsal olarak kabul ettiği
Süleyman Tapınağı’nın inşa edildiği Moriya’dan[75] daha fazla kutsal olduğuna,
Tanrı’nın tahtının ve cennetinin bu dağ üzerinde bulunduğuna inanmaktadırlar.[76]
Hıristiyanlığa bakıldığında bu dinin
mensuplarının Yahudilerin kabul ettiği dağları ve bu dağlara ek olarak Zeytin
Dağı’nı[77] ve Golgota
Tepesi’ni[78] kutsal
telakki ettikleri görülmektedir. İncillerde anlatıldığına göre Hz. İsa, Zeytin
Dağı’na gidip burada öğrencilerine ve diğer insanlara yapmaları ve yapmamaları
gereken şeyler hakkında vaaz vermiş, dua etmiş ve burada dinlenmiştir.[79]
Hıristiyanlar nazarında kutsal olan bir diğer
yer de Golgota Tepesi (Kafatası Tepesi)’dir. Çünkü Hıristiyanlara göre Hz. İsa,
Golgota Tepesi’nde çarmıha gerilmiş ve ölmüştür. [80] Bazı kaynaklarda bu tepenin,
dünyanın merkezinde bulunduğu, Hz. Âdem’in yaratıldığı ve gömüldüğü yer olduğu,
dahası Hz. İsa’nın kanının çarmıhtayken akarak, toprağın altındaki Âdem’e
ulaştığı ve Âdem’in de bu şekilde asli günahtan arındığı ileri sürülmektedir.[81]
İslam geleneğinde ise dağlar, Yahudilik ve
Hıristiyanlıktaki gibi Allah’ın yarattığı tabiat unsurları olarak görülmüştür.
Kitab-ı Mukaddes’te vurgulanan Sina ve Zeytin gibi kutsal dağlar, İslam
açısından da kutsal kabul edilmektedir. Mısır’dan çıktıktan sonra Hz. Musa
dağda Allah ile görüşmüştür.[82] Hz. İsa da
aynı şekilde Zeytin
Dağı’na derin
düşüncelere dalmak ve insanlara vaaz vermek için çıkmıştır.[83]
Kur’an’da Hz. Musa’nın Allah’ı görmek istediği,
Allah’ın yakınlardaki bir dağa inerek dağı darmadağın ettiği ve Hz. Musa’nın bu
olanlar karşısında bayıldığı geçmektedir.[84] Aynı zamanda Allah, Kur’an’da
yeryüzüne sabit dağları yerleştirdiğini, düzeni ve dengeyi sağladığını ifade
etmektedir.[85] Ayrıca
Allah, Kur’an’da yeryüzünün sarsılmaması için dağları yerleştirdiğini ve daha
birçok unsuru yaratarak insanların yararına sunduğunu da belirtmektedir.[86]
Dağlar, İslam öncesi dini geleneklerde yukarıda
ifade ettiğimiz türden önemi yanında Hz. Muhammed salla'llâhü aleyhi ve
sellem’e vahyin geldiği ilk yer olması bakımından da
önemlidir. Anlatılanlara göre Hz. Muhammed salla'llâhü aleyhi ve sellem dönemin yozlaşmış toplumundan ayrılıp Nur Dağı’ndaki Hira
Mağarası’na giderek sık sık itikafa çekilmiş ve bir süre sonra ilk vahyi burada
almıştır. Doğal olarak Müslümanlar için bu dağın ve mağaranın ayrı bir önemi
vardır. Bu dağlara ek olarak Arafat Dağı[87] ile Safa ve Merve tepeleri de
kutsal sayılan dağlar ve tepelerin başında gelmektedir.[88]
BÖLÜM
ÇİN DİNİ ANLAYIŞINDA DAĞ KÜLTÜ
Çin, 5000 yıllık tarihi birikime sahip,
kültürel, felsefi, ahlaki ve dini sistemlerin ortaya çıktığı, İpek Yolu’nun
başlangıç noktası olan bir Doğu Asya ülkesidir. Çin aynı zamanda doğu bilim ve
felsefesini oluşturan uygarlıklar arasında vazgeçilmez bir öneme sahiptir.
Kâğıt, barut, pusula ve matbaa gibi önemli bilimsel gelişmeler Çin’de ortaya
çıkmış ve buradan Dünya’nın diğer bölgelerine yayılmıştır. Bu çerçevede Konfüçyüs
(M. Ö. 551-479)ün ve Lao Zi ’nın[89] oluşturduğu Konfüçyüsçülük ve
Daoizm gibi dini ve felsefi sistemler, binlerce yıldır gelişim göstererek Çin
halkının zihniyetini oluşturan temel unsurlar haline gelmiş ve birçok milleti
etkilemiştir. Hint coğrafyasında ortaya çıkmakla birlikte Çin’e geldikten sonra
bölgenin yerel inanışları ile etkileşime girerek Çin ve çevresindeki ülkeler
üzerinde büyük dini ve kültürel etkilerde bulunan Budizm de Çin açısından
önemli bir dini unsuru oluşturmuştur.
Konfüçyanizm, Daoizm ve Budizm gibi dinler,
tahta geçen imparatorların destekleri ile dönemsel olarak devlet nezdinde
etkili olmuşlardır. Mesela bir dönem Konfüçyanizm, imparatorluğun resmi
inanışıyken, bir dönem de Budizm resmi inanış olmuştur. Zikredilen bu dinlerin
tarih boyunca inişli çıkışlı bir süreç geçirmesi, Çin coğrafyasında farklı
dinlere ait kültlerin oluşmasına zemin hazırlamıştır. Çin’in farklı dinlerinden
oluşan bu kültler, özleri itibarıyla farklı dini anlayışlara dayanmışsa da esas
itibarıyla üç temel kavram üzerine inşa edilmiştir. Bunları tabiat,
imparator ve kutsal
varlıklar (tanrı, ruhlar vb.) şeklinde belirtmemiz mümkündür. [90] Bu kavramların birbirleriyle
doğrudan ya da dolaylı bir ilişki içerisine girerek Çin dini anlayışının köşe
taşlarını oluşturmaktadır.
Çin Dini Anlayışındaki
Dağ Kültünün Genel Hatları
Çin dini anlayışında dağlar, sosyal, kültürel
ve siyasal alanlar başta olmak üzere birçok alanda öneme sahiptir. Özellikle
Konfüçyanizm, Daoizm ve Çin Budizmi gibi dinler açısından dağların büyük bir
önemi bulunmaktadır. Bu dinlerde dağ bağlamında gelişen inanışlara ve kültlere
genel anlamda shan wenhua, [91] yani dağ kültürü denilmektedir.
Shan wenhua anlayışı, temelde Konfüçyanizm ve Daoizm ekseninde gelişmiş,
ancak büyük oranda gelişimine Budizm’in Çin topraklarına ulaşması ile
erişebilmiştir.[92]
Çin’de dağlar, kozmolojik düzeni yaratan ilksel
gücün ve enerjinin bedenleşmiş hali olarak düşünülmektedir. Doğal olarak
dağların, tanrıların ikamet ettiği yer ya da bizzat tanrıların bu dünyadaki
tecellisi olduğuna inanılmaktadır.[93] Ge Hong un (283343)
ünlü eseri Baopuzfda dağların yüksekliği arttıkça o oranda
maneviyatlarının arttığı geçmektedir. [94] Dağlar, ruhsal dönüşüm ve
meditasyon için uygun yer olması bakımından da ayrı bir öneme sahiptir. Bu
bağlamda Çincede ibadetlerin dağlarda yapmaya veya dini ve manevi uygulamalara
başlamaya dağlara girmek; bazı tapınaklara ise shan, yani dağ
denilmektedir. Benzer şekilde bir dağı açmak kavramı, bir manastır ya da
mezhep kurma anlamına gelmektedir. [95]
Yukarıda ifade ettiklerimize ek olarak dağ
kültü, Çincedeki bazı kullanımlarda ve insanların ettiği yeminlerde de
görülebilmektedir. Mesela Çincede Dağlar ve Denizler (shan hai) söz
öbeği Çin’in tüm bölgelerini, yani tüm Çin’i ifade etmektedir. Benzer şekilde
en önemli yeminlerden biri, dağ ve deniz üzerine ant içmek (shan men hai
shi) şeklindedir.[96]
Çin dini anlayışında dağlar, ölülerin
ruhlarının ve çeşitli varlıkların yaşadığı yer olarak bilinmektedir. Bu
varlıklar arasında shan xiao[97] olarak adlandırılan ve
maymun, tilki ya da cüce insanlar olarak görülen dağ cinleri bulunmaktadır.
Bunların dağlarda yaşadığına ve karşılaştıkları kişinin ismini öğrenerek onlara
zarar vermeye çalıştıklarına inanılmaktadır. Bu düşünceden hareketle dağların, kutsal
korkunun mekânı olduğuna inanılmış, dağlara gitmenin tehlikeli olduğu ve bu
sebeple oralara gidilmemesi gerektiği anlayışı benimsenmiştir. Dağlara
gidilmesi gereken durumlarda sihirler ve tılsımlar ile korunmaya çalışılmıştır.
Bu tılsımlar genellikle kutsal olarak kabul edilen birtakım dağların Çince
ideogram haline dönüştürülmesi ile oluşturulmuştur. İnsanlar için bu tılsımlar
ve muskalar, dağlara gidilmese bile uzun yaşam ve sağlık için de
kullanılmıştır.[98]
Çinliler, dağları bulutların, yağmurun ve hayat
veren suyun kutsal kaynağı olarak görmüşlerdir.[99] 1949’daki komünist rejime
kadar Çin’deki neredeyse her köyde yerel dağ tanrısına adanan bir tapınak
bulunmuştur. Bu tanrının, yağmurları kontrol ettiğine, selden ve kuraklıktan
koruduğuna inanılmıştır. Bu inanış, dağların ve dağın tanrısının tarım ve
bereket ile ilişkilendirildiğinin bir kanıtı olmuştur.[100]
Çin dini anlayışında dağlar, tarımsal
faaliyetlerde bereketi getirmesinin yanında, dengeyi ve düzeni de
sağlamaktadır. Çin kaynaklarına göre yeryüzünde, gök ile yeri bağlayan ve direk
olarak tanımlanan sekiz dağın bulunduğu geçmektedir. Bu dağlar, gökyüzü ile
yeryüzünün dengesini korumakta ve aynı zamanda gök ile yer arasında bir
yolculuğun yapılmasına imkân sağlamaktadır. Efsanevi anlatımlarda dağlar
vasıtasıyla göklere çıkılarak tanrılar katına ulaşmayı sağlayan yerlerin en
somut örneklerini Dengbao ve Ling gibi dağlar oluşturmaktadır. Bu
dağlardan Dengbao Dağı, büyücülerin ve ölümsüz kişilerin yeryüzü ile gökyüzü
arasındaki yolculuklarının özel bir geçidi (yolu) olarak görev yapmakta, Ling
Dağı’nın ise benzer şekilde bir köprü vazifesi görerek bu yolculuğu mümkün
kıldığına inanılmaktadır. Bu tarz anlatımlar -daha önce bahsettiğimiz gibi-
dağların manevi ile maddi dünya arasında bağlantı kurduğuna ve köprü vazifesi
gördüğüne bir kez daha işaret etmektedir.[101]
Çin dini anlayışında dağ kültünün örneklerine
Konfüçyüs’ün konuşmalarındaki sembolik anlatımlarda rastlanılabilir. Konfüçyüs,
iyiliğin ve yardımseverliğin sembolü olarak dağları kabul etmiştir. Benzer
şekilde kendi düşüncesinin köşe taşlarından bir i olan ren, yani insan
sevgisi anlayışını belirtmek için de dağ sembolizmini kullanmıştır.
Konfüçyüs, dağların sabit ve istikrarlı bir şekilde durmasından ötürü onları,
kararlı zihnin ve devamlılığın sembolü olarak görmüştür. Çünkü toplumun ve
doğanın düzeni, sürekliliğe ve kararlılığa bağlıdır.[102] [103]
Çinliler için dağlar, mükemmelliğin ve
olağanüstülüğün yeridir. Dağların mükemmel, cenneti andıran ve sessiz bir yer
olması, özellikle Budistlerin ve Daoistlerin ilgisini çekmiştir. Daoistler, Dao
ile uyum içinde yaşanılacak yer olarak dağları görmüştür. Benzer şekilde
Budistler de dağları aydınlanmaya ulaştırabilecek bir yer olarak telakki
etmişlerdir. Diğer bir ifade ile hem Daoist din adamları hem de Budist rahipler
Çin’de dağları manevi gelişimin ideal yeri olarak görmüştür.[104]
Genel anlamda Çin dini anlayışında, özel
anlamda Daoizm’e ait olan yin-yang düşüncesinde dağ kültüne
rastlanmaktadır. Bu düşünceye göre yin ve yang aslında bir dağın zirvesinin iki
tarafını ifade etmektedir. Yin, gölgeli; yang ise açık, aydınlık olan kısmını
belirtmektedir. Yin-yang anlayışı zamanla gelişerek erkek-kadın, iyi-kötü ve
sıcak-soğuk gibi zıtlıkları ifade etmiştir.[105]
Yin-yang anlayışının yanı sıra dağlar, feng
shui sisteminde de önemli bir yere sahiptir. Bu sisteme göre çeşitli
coğrafi unsurlar, bir enerji oluşturarak insanların hem dinsel hem de sosyal
hayatına etki etmektedir. Feng shui sistemindeki coğrafi unsurlardan biri olan
dağ, bulunduğu bölgenin atmosferini etkileyerek o bölgenin enerji akışını
yönlendirmektedir. Bazı tapınakların dağlarda ya da dağ yakınlarında inşa
edilmesinin sebebi olarak bu gösterilmektedir.[106]
Çin dini anlayışında dağ, imparatorluk ile
büyük bir ilişki içerisindedir. [107] İmparator,
Tanrı’ya (Tian/Tien) kurbanlarını dağlarda sunmuş, hükümranlık yetkisini
dağlarda almıştır.[108] Benzer
şekilde dağların imparatoru sembolik olarak karşıladığına inanılmış ve
imparatorlar, Göğün Oğlu olarak isimlendirilmelerinden hareketle sürekli
göğe yakın yerlere, yani dağlara giderek tanrı Tian ile görüşmek istemişlerdir.
[109] Dağların
bu önemi sebebiyle dağ kültü, bazı imparatorların mezarlarına da yansımıştır.
Bu duruma en güzel örnek, yarı tanrı yarı insan olarak bilinen efsanevi
imparator Shaohao'nun (M.Ö. yaklaşık 2600)[110] mezarının dağı andıran bir
şekilde yapılmış olmasıdır.[111]
Çin kozmolojisinde dağlar ile imparatorlar
arasında özdeşlik kurulmuş ve dağların yeryüzündeki rolü ile imparatorun
toplumdaki konumu arasında benzerlik tesis edilmiştir. Bu çerçevede yeryüzünün
dengesini sağladığına inanılan dağlarda meydana gelen herhangi bir toprak
kayması, hanedanlığın son günlerini geçirdiği ve yakın zamanda hanedanın
çökeceği şeklinde yorumlanmıştır.[112] Benzer şekilde dağın yerinde
sabit durması, imparatorluğu belli bir yerde tutan, onun dengesini sağlayan ve
kaosu engelleyen hükümdarla ilgili kutsal otoritenin ağırlığına işaret
etmektedir. Dağların Çin’i bir duvar gibi istilacılardan koruması,
imparatorların düşmanın şiddetli saldırılarından halkı korumasına
benzetilmektedir. Aynı zamanda dağların uzun yaşamı sembolize etmesi gibi
imparator da devletin bekası için çalışmaktadır. Bazı imparatorların, kendi
hükümetindeki en yüksek yetkiliye dört dağın şefi (başkanı) şeklinde bir
unvan verdiği ve bu yetkiliyi dağ ile özdeşleştirdiği kaynaklarda ifade
edilmektedir.[113]
1949’daki komünist rejimde bile dağ kültünün
imparatorluk nezdinde önemli olduğu görülmektedir. Bu rejimin kurucu şahsiyeti Mao
Zedong’un (ö. 1976) yazdığı eserlerde dağların kendilerini her türlü
yıkımdan ve felaketten kurtardığına dair birçok ifadeler bulunmaktadır. Mao’nun
dağların özelliklerini vurgulayan şiiri şu şekildedir:
Dağlar!
Mavi göğü delersiniz,
Zirvelerinizi körleştirmeden.
Desteğiniz olmasaydı,
Gök düşerdi.[114]
Mao’nun yazdığı bu şiir, dağın gökle olan
kutsal bağının ve onun durağanlığının (sabitliğinin) komünist rejimde bile
açıkça kabul edildiğinin bir göstergesidir. Bu durum dağ kültünün, Çin
tarihinin -ister din olsun ister olmasın- her alanında büyük bir etki
bıraktığına işaret etmektedir.
Dağ kültünün, Çin mitlerinde ve efsanevi
anlatımlarda önemli bir rolünün olduğu bilinmektedir. Bu durum yaratılış
hadisesinde görülebilmektedir. Zira Çin mitolojisine göre yaratılış, Pangu
adı verilen bir yaratıcı vasıtasıyla gerçekleşmiştir. Mitolojiye göre yumurta
benzeri kaostan meydana gelen Pangu, gökyüzü ve yer arasında sıkışmış bir
şekilde durmuş ve büyümeye başlamıştır. Pangu, büyümeye başlayınca gökyüzü ve
yeryüzü birbirinden ayrılmış ve evrenin çeşitli unsurlarını meydana
getirmiştir. Pangu ölünce, sol gözü Güneş’e; sağ gözü Ay’a; saçı ve sakalı
gökyüzü ve ışıldayan yıldızlara; nefesi rüzgâr ve bulutlara; sesi gök
gürültüsüne; dev gövdesi dağlara; kanı nehirlere; derisi ve ince tüyleri çiçek
ve bitkiye, bedenindeki parazitler (ya da pireler) insana dönüşmüştür.[115]
Çin mitolojisinde geçen bu yaratılış miti, bazı
kaynaklarda Pangu’nun evrenin merkezinde Kunlun Dağfnı yaratması ile
başlamıştır. Buna göre Pangu, gökle yeri birbirine bağlayan ve kozmik bir dağ
olarak bilinen Kunlun Dağı’nı evrenin merkezinde yaratmış ve yaratılış bu
şekilde devam etmiştir. Evrenin merkezinde yaratılan bu dağda, ölümsüzlük
şeftalisi ile hayat suyunun bulunduğu belirtilmiş ve bu dağa çıkanların ölümsüz
olabileceğine inanılmıştır.[116] Zhuang
Zi ve Lie Zi gibi eserlerde, Kunlun Dağı, imparator Qin Shi
Huang’ ın (M.Ö. 221-210) maddi dünyada öldüğü ve ölümsüz bir kuş-adam[117] formunda
göğe (cennete) doğru uçtuğu yer olarak geçmiştir.[118]
Çin dini anlayışında dağların, Pangu’nun yanı
sıra farklı bir kozmik varlıktan ortaya çıktığı ifade edilmektedir. Bu varlığın
ejderha olduğu kaynaklarda belirtilmektedir. Bu ejderha, bükülerek ya da
kıvrılarak yeryüzünü n birçok fenomenini yaratmıştır. Taşlar, onun kemikleri;
nehirler onun kanı; ağaçlar ve bitkiler onun saçı; bulutlar ve sis onun büyülü
nefesini ifade etmiştir. Pangu miti ile benzerlik taşıyan ejderha miti,
yaratılışı gerçekleştiren varlıkların farklı olmasının dışında büyük oranda
benzemektedir. Bu ifadeler birçok tabiat fenomeninin kozmik bir varlık
tarafından yaratıldığına, dağların yaratılış hadisesindeki konumuna ve eski
çağlarda Çinlilerin dağları ne şekilde algıladıklarına ışık tutmaktadır.118
[119]
Geleneksel Çin dini anlayışında dağ kültü,
başta imparatorluk olmak üzere birçok alanda etki bırakmış ve insanların
hayatlarını şekillendirmiştir. Bıraktığı bu etki, Konfüçyanizm, Daoizm ve
Budizm gibi dinlere büyük oranda yansımıştır. Bu dinlerden özellikle Daoizm ve
Budizmde büyük nüfuza sahip olmuş, bu dinlerdeki birçok farklı anlayışların ve
sistemlerin oluşmasına zemin hazırlamıştır. Bu üç dinden biri olan Konfüçyanizmde
ise diğer iki dine göre dağ kültünün etkisi daha az görülmektedir. Ancak
imparatorluğun dağlar ile ilişkilendirilmesi; Konfüçyüs’ün kendi öğretisini
anlatırken dağ sembolizmini kullanması; kutsallığın dağlarda yoğun olarak
bulunduğuna inanılması yönündeki inançlar (anlayışlar), Konfüçyanizm tarafından
da kabul edilmektedir. Konfüçyanizm’in dağ kültünü bu oranda kabul etmesi
sonucunda bu dinin kendi içerisinde spesifik dağ anlayışlarının oluşması
önlenmiştir.
İfade ettiklerimiz
bağlamında Çin dinlerinden Daoizm ve Budizmdeki dağ kültü hakkında bilgi
vermek, Çin dini anlayışındaki dağ kültünü anlamamızda faydalı olacaktır. Ancak
Konfüçyanizm, Daoizm ve Çin Budizmi gibi Çin toplumunun dinsel gelenekleri,
kendi gelenekleri içerisinde hem kendilerine mahsus hem de ortak kutsal dağ
anlayışlarına sahip olduğu bilinmektedir. Diğer bir ifadeyle bu üç dinsel
gelenek için ortak kutsal dağlar bulunmakla birlikte, kendi geleneklerine ait
kutsal dağların bulunduğu da kaynaklarda ifade edilmektedir.[120]
Çin dinleri arasında mistik öğretiyi savunan
Daoizm, Çin’deki dağ kültünün oluşmasında ve gelişmesinde büyük bir etkiye
sahip olmuştur. Daoizm’in kutsal olarak kabul ettiği Dao De Jing ve Zhuang
Zi gibi erken dönem Daoist metinlerde[121] dağlara pek değinilmese de
M.Ö. III. yüzyıl ile M.S. VII. yüzyıl arasında Daoistler in, dağlara oldukça
önem verdiği ve oralarda yaşamak istedikleri belirtilmiştir. Daoistler, dağlara
çileci bir hayat yaşamak, Dao’ya[122]
ulaşmak, ibadetler yapmak, enerji toplamak, simya ile uğraşmak, ölümsüz
varlıklar ve tanrılar ile karşılaşmak için gitmiştir. Dağlara bu sebeple
giden Daoistler, Dao’ya nasıl ulaşmak gerektiğini, doğanın nasıl çalıştığını,
doğanın bir parçası olan insanın doğa ile nasıl uyum içerisinde yaşayabileceğini
keşfetmeye çalışmış ve bunun sonucunda kurtuluşa erişebileceklerine
inanmışlardır.[123]
Daoizm’e göre dağlar, tanrıların, doğaüstü
varlıkların ve ölümsüzlerin (xian) yeridir. Bundan dolayı birçok Daoist, bu
varlıklar ile karşılaşmak, meditasyon ve oruç gibi uygulamaları icra etmek için
dağlara çıkmaktadır.[124] Böylece
dağın ilahları ile iletişime geçebileceklerine, Dao ile uyum içinde
yaşayabileceklerine ve bunun sonucunda ölümsüz olabileceklerine
inanmaktadırlar. Ayrıca ölümsüzlük (yaşam iksiri) yapmayı vurgulayan simya
uygulaması için gerekli bitki ve madenleri (gümüş, demir, cıva vb.) temin etmek
için de dağlara ziyaretler gerçekleştir mektedir.[125]
Daoizmdeki dağ kültü, Çincede, ölümsüz
anlamına gelen ^ (xian) kelimesinde
literal olarak görülebilmektedir. Bu kelime bir insan ile dağ ideogramından
müteşekkildir. Çincede insan anlamına gelen A (ren) kelimesi, dağ anlamına gelen A (shan) kelimesi ile birlikte kullanıldığında ölümsüz
anlamına gelen ^ (xian) kelimesi
oluşmaktadır. Çin diline bile yansıyan bu durum, Çin geleneğinde insanın, dağ
ile bir arada zikredilmesi halinde, adeta ölümsüzlüğü elde ettiğini ve manevi
bir aleme geçtiğini göstermektedir. [126]
Daoizmde dağlardaki mağaraların, dağların kalbi
olduğuna, bu mağaralarda qi, yani kutsal yaşam enerjisinin yoğun
bir şekilde bulunduğuna inanılmıştır.[127] Dağlardaki mağaralarda bu
enerjiyi almak için Daoistler, çileci ve mistik uygulamalarını çoğu zamanda bu
mağaralarda icra etmişlerdir. İcra ettikleri bu uygulamaları dağlara girmek ifadesi
ile karşılayarak, dağlarda ve buradaki mağaralarda uygulamalar ile uğraşmanın
önemine ve kutsallığına dikkat çekmişlerdir.[128]
Daoizmde dağ kültü, wu yue(Sdffl), yani beş kutsal
dağ anlayışına büyük oranda etki etmiş ve bu anlayışı Daoist öğretiler ile
ilişkilendirmiştir. Wu yue anlayışı, ilk başlarda si yue, yani dört
kutsal dağ şeklinde ortaya çıkmıştır. İlerleyen dönemlerde ise Song
Dağı’nın bu gruba dahil olması ile wu yue[129] şeklinde bilinen beş kutsal
dağ anlayışı meydana gelmiştir.[130]
Han Hanedanlığı döneminde (M. Ö. 206-M.S. 220)
ortaya çıkan ve Tang Hanedanlığı Dönemi’nde (618-907) yükselişe geçen beş
kutsal dağ anlayışına göre; kuzeyde Heng Dağı, doğuda Tai Dağı, güneyde Heng
Dağı[131], batıda Hua
Dağı[132] ve merkezde
Song Dağı olmak üzere beş kutsal dağ bulunmaktadır. 132 [133] Bu dağlar,
Daoizmde inanılan tanrıların ve ruhların mekanlarıdır. Dağların her biri siyasi
bir önderle ve tanrıyla ilişkilendirilmektedir. Doğal olarak bu beş dağ
sisteminin hem siyasi hem de dini çevrede önemi büyüktür. Nitekim hükümdarlar
kendi otoritelerini güçlendirmek için birçok ayini bu dağlarda icra ettirmiş ve
imparatorluğu bu beş dağ sistemine göre yönetime tabi tutmuştur. Aynı şekilde
bu beş dağda ayinler gerçekleştirilerek ve dualar edilerek dağlarda bulunan
güçlerin kontrol edilebileceğine inanılmış, bu sayede tarımsal üretimin
artacağı ve imparatorluğun korunacağı inanışı hâkim olmuştur. İmparatorların
siyasi ve dinsel manada desteğini alan bu beş dağ sistemi, bünyesinde
barındırdığı her bir dağa farklı bir nitelik kazandırmıştır.[134]
Wu yue sistemine
dahil olan bu beş dağ, elementler, renkler, sayılar, organlar ve semboller gibi
birtakım unsurlar ile ilişkilendirilmektedir.[135] Bu ilişkilendirmeye göre
kuzeydeki Heng Dağı, su, siyah, bir ve altı rakamları; doğudaki Tai Dağı,
tahta, mavi, yeşil, üç ve sekiz rakamları; güneydeki Heng Dağı, ateş, kırmızı,
iki ve yedi rakamları; batıdaki Hua Dağı metal, beyaz, dört ve dokuz rakamları;
merkezdeki Song Dağı ise toprak, sarı ve beş rakamı ile ilişkilendirilmektedir.
Bunun gibi özelliklerle ilişkilendirilen bu beş dağın, sembolize ettikleri
elementlerle yeryüzündeki dengeyi ve düzeni sağladığıa ve insan bedenindeki
organlar nasıl insandaki dengeyi ve düzeni sağlıyorsa, aynı şekilde bu beş
dağın da Çin toplumundaki siyasi ve dini düzeni sağladığına inanılmaktadır.
Çinli Daoist hacıların, bu beş dağı temsil etsin diye boyunlarına taktıkları
tılsımlar ile ellerinde taşıdıkları asalar, wu yue, yani beş dağ sisteminin,
dar manada Daoizmde, geniş manada Çin toplumunda oldukça önemli olduğunun
göstergesidir.[136]
Daoizmdeki beş kutsal dağ anlayışındaki
dağlardan her biri, tarihin çeşitli dönemlerinde önem kazanmış ya da
kaybetmiştir. Bu çerçevede ilk dönemlerde merkezdeki dağ olması hasebiyle, orta
ülke[137]'7 olarak da bilinen Çin’in imparatorunu sembolize eden Song
Dağı, bir süre sonra yerini doğudaki Tai Dağı’na bırakmıştır.[138] Doğal
olarak Tai Dağı, Daoizm’in beş dağ anlayışındaki en kutsal dağ olarak görülmüş
ve birçok imparatorun dikkatini çekmiştir.[139] Bu beş dağda bulunan ve yue
miao olarak adlandırılan tapınaklar arasında Tai Dağı’ndaki tapınağa
oldukça önem atfedilmiştir.[140]
Daoizm’in beş kutsal dağı, Çin toplumunda
imparatorluğu koruyan bir özelliğe sahiptir. [141] Bu nedenden ötürü birçok
imparatorlar, düzeni ve dengeyi sağlamak, güçlerini arttırmak için bu beş dağa
ziyaretler gerçekleştirmiş ve buralarda birçok ayin icra etmiştir.[142] Dağ, gök ve
yerin kesiştiği axis mundi özelliğine sahip bir yer olduğu için imparatorlar,
buralarda tanrılara daha yakın olduklarına inanmışlardır. Başta beş kutsal dağ
olmak üzere birçok dağın, sunak [143] olarak görev yapması
hasebiyle imparatorlar, Daoist rahipler ile birlikte feng ve shan
adı verilen kurban törenlerini, kendi meşruiyetlerini sağlamak ve arttırmak
amacıyla icra etmişlerd ir. [144]
Daoizm’in bu beş kutsal dağı, yıl boyunca
kaçınılması ve korunmasız gidilmemesi gereken yerler olarak görülmektedir. Bu
nedenle Daoistler, bu dağlarda ve başka birtakım dağlarda yırtıcı ve zehirli türden
zarar verici hayvanlardan ve bu dağlarda yaşadığına inanılan cin ve
şeytanlardan korunmak için bazı tılsımlar ve muskalar kullanmıştır. Daoistlerin
dağlarda karşılaşacakları tehlikelere karşı yaptığı korunma uygulamaları, dağa
ne zaman, nereden, ne şekilde çıkılması ve buralarda nasıl davranması gerektiği
yönünde talimatları içermektedir. Mesela kaynaklarda bazı dağlara çıkmanın en
uygun zamanının, genellikle mayıs ve kasım ayları olduğu ifade edilmektedir.
Böylece dağa gidildiğinde güvende kalınmış olunduğuna inanılmaktadır. Ancak bu
tür koruyucu önlemleri almalarına rağmen Daoistler arasında zikrettiğimiz
tehlikelerin, dağ ilahları tarafından kendilerini sınamak için gönderildiğine
dair bir inanış da hakimdir.[145]
Daoizmde dağ kültünün en somut örneği olarak
kabul edilen beş dağ anlayışında, hacıların ve rahiplerin karşılaşacakları
tehlikeleri önlemek için beş dağ anlayışına ait özel bir tılsımı boyunlarında
ve asalarında taşıdıkları görülmekted ir.[146] Kırmızı ipek ya da şeftali
ağacından yapılan tabletler üzerine yazılan bu tılsımlardan göze çarpanı ve beş
kutsal dağa yapılan seyahatlerde kullanılanı Wu Yue Zhen Xing Tu (Beş Dağın
Hakiki Formunun Şeması/Haritası)dur. Wu Yue Zhen Xing Tu tılsımını
yanlarında taşıyan Daoist hacılar ve rahipler, beş dağa çıktıklarında oradaki
ilahlardan ve ruhlardan saygı gördüklerine, tehlikelere karşı korunduklarına
inanmakta, aynı zamanda bu tılsımın ilahları çağırdığını ve taşıyan kişiyi
hastalıklardan koruduğunu düşünmektedir.[147]
Daoizm’in beş kutsal dağ anlayışı, Çin mitolojisindeki
yaratılış[148] mitine de
konu olmuştur. Daha önce bahsettiğimiz Pangu isimli varlık merkezinde gelişen
yaratılış mitinin başka bir versiyonuna göre beş kutsal Daoist dağı, Pangu
öldükten sonra onun beş parmağından doğmuştur.[149] Başka bir mitte ise öldüğünde
Pangu’nun başının doğu dağı (Tai Dağı), karnının merkez dağı (Song Dağı), sol
kolunun güney dağı (Heng Dağı), sağ kolunun kuzey dağı (Heng Dağı) ve
bacaklarının batı dağı (Hua Dağı) olduğuna değinilmiştir.[150] Bir diğer mite göre Pangu’nun
yerine kozmik Lao Zi geçmiştir. Merkezde Lao Zi’nın olduğu mitte beş kutsal
dağın, onun beş parmağından doğduğu kabul edilmiştir.[151]
Daoizmdeki bu beş dağdan özellikle doğudaki Tai
Dağı ile güneydeki Heng Dağı, diğer üç dağa nazaran daha çok ön plana
çıkmaktadır. Doğal olarak bu iki dağı incelemek Daoizm’in beş kutsal dağ
anlayışını ana hatları ile anlamamızı sağlayacaktır. Beş dağ anlayışına dahil
olmayan, ancak Daoizm’in kutsal olarak kabul ettiği Huang Dağı’na bakmak ise
herhangi bir dağ sistemine girmeyen bir dağın kendi başına tarihte nasıl ve ne
şekilde etki bıraktığını gözler önüne serecektir. Söylediklerimiz bağlamında
sırasıyla Tai, Heng ve Huang dağları hakkında bilgi verilecek, akabinde ise Çin
Budizmindeki dağ kültüne temas edilecektir.
Tai Dağı, Çin’in Shandong bölgesinden
bulunmakta ve kaynaklarda doğu dağı olarak bilinmektedir. Tai Dağı,
Çinliler özellikle de Daoistler tarafından kutsal varlıkların bulunduğu ve
bazen de bizzat kutsal bir varlığı karşılayan yer olarak görülmektedir. Genel
anlamda Çin’deki dağlardan özel anlamda ise Daoizmdeki beş kutsal dağdan en
kutsalı olarak bilinen Tai Dağı, kutsallığını birçok şeye borçludur. Bunlar,
Güneş’in ilk ışıklarını alması, doğal olarak bereketi ve yenilenmeyi getirmesi,
ölülerin ruhlarına ev sahipliği yapması ve imparatorluk kültü ile yakın bir
ilişki içerisinde olmasıdır.[152]
Çin’in geleneksel halk inanışlarında ve
Daoizmde yaşam ve ölüm döngüsünde Tai Dağı’nın önemli bir rolünün olduğu
görülmektedir. Nitekim Tai Dağı yaşam veren ve yenilenme gücüne sahip olarak
tarımda bereketi arttırmaktadır. Aynı zamanda o, Güneş’in ilk ışıklarına ev
sahipliği yaparak canlılara yaşam enerjisini bahşetmektedir. Yaşamın kaynağı
olarak Tai Dağı, hayat veren ve bereketi getiren bir dağ olmasının yanı sıra
ölüler ve ölüm sonrası yargılama ile de ilişkilendirilmektedir. Bu yönden Tai
Dağı’nın ölülerin ruhlarının gittikleri yer olduğuna ve burada
yargılandıklarına inanılmaktadır.[153] Buna göre Tai Dağı, yargıç
görevini üstlenerek ölüleri hayatlarında yaptığı iyi ve kötü davranışlara göre
yargılamaktadır. Tai Dağı’nın ölüler ve ölüm sonrası yargılamayla olan bu
ilişkisi, ölümü ifade eden Çince kelimelere yansımaktadır. Mesela Tai
Dağı’na gitmek, ölümü ve ölüm sonrası yargılanma ile aynı anlamları ifade
etmektedir. Bu özellik bağlamında Tai Dağı’nın geniş anlamda bütün canlıların,
dar anlamda insanların doğumunu ve ölümünü sembolize ettiği anlaşılabilir.[154]
Tai Dağı, yukarıda bahsettiğimiz yaşam kaynağı
olması, bereket getirmesi ve tarımda üretkenliği arttırması bağlamında
düşünüldüğünde, sosyo-kültürel alanda büyük bir etkiye sahip olmakta ve
üretkenlik, verimlilik hususundaki benzerlik sebebiyle kadınlar için de aynı
hitap kullanılmaktadır. Özellikle günümüzde karı koca arasındaki ilişkide erkek
karısına Tai Shan (Tai Dağı); erkekler kendi kayınvalidelerine ise Tai
Shui (Büyük Su) şeklinde hitap etmektedir. Tai Dağı ile ilişkilendirilen bu
adlandırmalar, dişil özellik bağlamında düşünüldüğünde tarım, bereket ve
üretkenlik unsurları ile doğrudan bağlantılıdır.[155]
Tai Dağı, Çin’in diğer kutsal dağları gibi
imparator ve imparatorluk ailesi ile ilişkilendirilmiştir. Onlar, Tai Dağı’nı göğün
oğlu olarak görmüştür. Kendilerinin de göğün oğlu olarak
görülmesinden ötürü imparatorlar, defalarca Tai Dağı’na çıkmıştır. Tai Dağı’na
çıkan imparatorlar, bu dağın göğe en yakın yer olmasından ve adeta gök ve yer
arasında bir köprü vazifesi görmesinden dolayı, tanrılara bu dağda yakarmış ve
istekte bulunmuşlardır. Onlar, Tai Dağı’nda kendi yönetiminin başarısı için
kurban sunmuş, [156] kuraklık,
sel ve deprem zamanlarında dua ederek tanrılardan yardım istemiştir.[157] Benzer
şekilde Tai Dağı’nın, sabit, devamlı ve kalıcı olmasından dolayı imparatorlar,
Tai Dağı’na bu sıfatlar yönünden benzetilmiştir.[158] Aynı zamanda Tian ile
iletişim, Tai Dağı vasıtasıyla gerçekleşmiş ve bu dağın Tian’in bu dünyadaki
yansıması olduğuna inanılmıştır.[159]
İmparatorların Tai Dağı ile ilgilenmelerine en
somut örnek, bu dağda gök ve yeri temsil eden feng ve shan
ayinlerini yapmış olmalarıdır. İmparatorlar kendi otoritesini ve hükümranlığını
güçlendirmek ve duyurmak için Tai Dağı’nda bu ayinleri yapmıştır. Tai Dağı ile
imparatorların bu şekilde önemli ilişki içerisinde olması, dinsel ve siyasal
amaçlar doğrultusunda yazılmış birçok şiirde görülebilir.[160]
Kurban kategorisine dahil edilen, gök ile yer adına
yapılan feng ve shan ayinleri, imparatorun yönetim gücünü arttırmak, kendi
soyunun ve başarılarının devamlılığı için icra edilmiştir. Feng ayini, göğü;
shan ayini ise yeryüzünü temsil etmiştir. İmparatorlar bu kurban ayinlerini,
birçok dağda icra etmiş, ancak bu dağlardan en çok tercih edileni Tai Dağı
olmuştur. Tai Dağı’nda yapılan feng ve shan ayinlerini, kaynaklarda yetmiş iki
imparatorun icra ettiği ifade edilmiştir. Bu imparatorlardan Qin Shi
Huangdi’nin Tai Dağı’nda bu ayinleri uygulaması daha popüler olmuştur. Qin Shi
Huangdi, Tai Dağı’nda icra ettiği feng ve shan ayinlerine dair bilgileri yeşim
taşlarına işlemiş, taşları yeşim rengindeki kutulara koymuş ve bu kutuları da
Tai Dağı’nın zirvesinde muhafaza ettirmiştir. [161]
Qin Shi Huangdi’den yüzyıllar sonra gelen
imparatorlar, feng ve shan kurban ayinlerine önem vermeye devam etmiştir. Bu
imparatorlardan birisi de Batı Han Hanedanlığına mensup imparator Wudi (M.Ö.
141-M. Ö. 87) olmuştur. İmparator Wudi, bu ayinlere çok değer vermiş ve bu
ayinlere değinen sayısız yazıt bırakmıştır. İmparator Wudi’yi takip eden birçok
imparator, önceki imparatorların yaptıkları gibi Tai Dağı’na çıkarak feng ve
shan kurban ayinlerini hükümdarlıklarının başarısını duyurmak için icra
etmişlerdir. Bu ayinleri icra eden en son kişi imparator Zhenzong (998-1022)
olmuştur. Bu süreçten sonra bu ayinler imparatorlar tarafından icra edilmemiş,
ancak bazı imparatorlar Tai Dağı’na hac amacı ile çıkmıştır. Mesela Qing
Hanedanından imparator Kangxi (1661-1722), 1684 ve 1689 yıllarında Tai Dağı’na
defalarca hac yapmıştır.[162]
Tai Dağı, hac mekanı olarak sadece
imparatorları değil, sıradan insanları da cezbetmiştir. Kaynaklarda komünist
yönetimden önce mart ve nisan aylarında günde yaklaşık 10 bin kişinin Tai
Dağı’na geldiği ve burada dua ettiği bildirilmektedir. Bu kişiler, uzun bir
merdivenden çıkarak üç kapıdan ilkini geçmekte ve böylelikle hac uygulamasına
başlamaktadır. Her kapıdan geçerek yukarılara doğru tırmanmakta ve sonunda
üçüncü kapıyı da geçerek birçok tapınağın bulunduğu alana ulaşmaktadır.[163]
Tai
Dağı’nın zirvesine çıkan hacılar, aşağıya, şehre doğru baktıklarında aslında bu
dünyanın küçük, değersiz ve gelip geçici olduğunu anlamaktadır. Bu sayede bu
hayattaki amaçlarını sorgulamaktadır. Aynı zamanda hacılar, Tai Dağı’nın en yüksek yerinde bu dağın en kıymetli tanrıçalarından biri olan Mavi
Göğün Bulutlarının Prensesi’ne ait bir tapınağı ziyaret etmektedir. Bu
tapınağın tanrıçası ya da prensesi, Tai Dağı’nın tanrısının kızı olarak
bilinmekte ve şafak, zarafet ve günlük döngü ile ilişkilendirilmektedir. Hamile
kalamayan kızları için kadınlar, torunları olması için Tai Dağı’nın zirvesinde
bu prensese ve bu prensesin yardımcıları olarak bilinen iki tanrıçaya dua
etmektedir. Tanrıçalardan birisinin kör olanları, dağa vuran Güneş’in ilk
ışıkları ile; diğerinin ise hasta olan çocukları, dağın kutsal ve güç dolu
havası ile iyileştirdiğine inanılmaktadır.[164]
Tai Dağı’nın bazı yerlerinde bu bölgelere has
birtakım özel ayinler icra edilmektedir. Hacılar ve ziyaretçiler bu bölgelerde
ayinler ile uğraşarak nihai kurtuluşa erişmek istemektedir. Mesela intihar
Uçurumu denilen yerde, bazı insanlar uçurumdan kendilerini atmakta, bu
sayede nihai kurban olarak kendi bedenlerini vermekte ve böylelikle kurtuluşa
erişeceklerine inanmaktadır.[165] Bu uygulama
XVI. yüzyılda yerel bir yönetici tarafından uçurumun kenarına duvar inşa
edilerek önlenmiş ve intiharları engellemek için eski ismi kaldırılarak yerine Yaşam
Sevgisi Uçurumu adı verilmiştir.[166]
Tai Dağı’na yapılan haclar ve ziyaretler büyük
oranda kadınlar tarafından yapılmıştır. Hac yapmak amacı ile Tai Dağı’na
tırmanan bu kadınlar, dağdaki prensesin ve onun iki yardımcısının bulunduğu
tapınağa gelerek dua etmişler ve kurban sunmuşlardır. Günümüzde halen daha
kendi ailelerinin iyiliği, sağlığı ve sıhhati için sunu yapmak ve dua etmek
için Tai Dağı’na gelmeye devam eden kişiler bulunmakta ve bu kişilerin büyük
çoğunluğunu köylü kadınlar oluşturmaktadır.[167]
Heng Dağı, Çin’in Hunan bölgesinde bulunmakta
ve kaynaklarda güneyde bulunması hasebiyle güney dağı olarak
geçmektedir. Güney dağı olarak bilinmesinden hareketle Heng Dağı, Nanyue,
yani Güneyin Kutsal Dağı olarak da ifade edilmektedir. Heng Dağı’nın
yetmiş iki[168] adet
zirveye sahip olduğuna inanılmakta ve bu zirveler, kutsal kabul edilmektedir.
Dağın bu kutsallık anlayışı tapınakların mimarisine bile yansımaktadır. Mesela
Heng Dağı’nda bulunan Nanyue Miao, yani Nanyue Tapınağı, yetmiş
iki zirveyi sembolize eden yetmiş iki sütuna sahiptir.[169]
Heng Dağı’nın yetmiş iki zirvesinden beş tanesi
diğer zirvelere nazaran daha fazla kutsal kabul edilmektedir. Bu zirveler, Zhurong
Feng, Zigai Feng, Yunmi Feng, Shilin Feng ve Tianzhu Feng
şeklindedir. Zikrettiğimiz bu beş zirvede, birçok ayin icra edilmekte ve bu
zirvelerde Daoist mistikler münzevi bir hayata çekilmektedir. Ayrıca bu
zirvelerde ölümsüzlük iksirini yapmak için gerekli bileşenlerin bulunduğuna
inanılmaktadır.[170]
Heng Dağı, Tang dönemi ile birlikte sistematik
bir kült oluşturmuştur. Bu kült içerisinde daha önce bahsettiğimiz zirvelerin
yanında bazı kutsal alanlar da dikkat çekmiştir. Bu alanlar, Xianyan Feng
(Ölümsüz Uçurum Zirvesi), Huixian Feng (Ölümsüz Toplanma Zirvesi), Lingzhi Feng
(Kutsal Mantar Zirvesi), Jiuzhen Dong (Dokuz Mükemmelin Mağarası) ve Lingjing
Dong (Kutsal Mağara) şeklinde belirtilmiş ve bu bölgelerde münzevi
uygulamalar ve meditasyon ile uğraşılmıştır. Heng Dağı - yukarıda da
bahsettiğimiz üzere- birçok mağarayı ve zirveyi bünyesinde barındırması
sebebiyle birçok Daoist mistiğini, rahibini, hacısını ve hatta bazı
imparatorları bile etkilemiştir. Böylelikle Heng Dağı’nın dinsel anlamdaki
etkisi artmaya başlamıştır.[171]
Heng Dağı, Daoistlerin ilgisini çektiği ölçüde
önemini arttırırken tarihin çeşitli dönemlerinde bazen önemini kaybederek
kutsallığını yitirme eşiğine gelmiştir. Kutsallığının azalıp ya da artması,
imparatorların zaman zaman farklı politikalar izlemesinden kaynaklanmıştır. Bu
politikalar, bu dağın Nanyue olarak isimlendirilmesi ile ilişkilidir.
Nitekim Nanyue, sadece Heng Dağı’nı belirten bir isim olmamış, aslında bir
sıfat vazifesini görerek birtakım özelliklere sahip olan dağları belirtmek için
de kullanılmıştır. Bu anlayışa, M. Ö. 107 yılında İmparator Wudi’nin,
uzaklığından dolayı güneyde bulunan Heng Dağı’na gitmemesi ve orada yapacağı
ayini yakın bir dağda yapması örnek gösterilmiştir. Buna göre imparator Wudi,
devletin bekası amacıyla yapması gereken feng ve shan ayinlerini uygulamak için
merkeze oldukça uzak olan Heng Dağı’na gitmemiş, merkezin yakınındaki Anhui
bölgesinde bulunan Huo Dağı’nda bu ayinleri yapma kararı almıştır. Böylelikle
Heng Dağı’nın sıfatı olan Nanyue, Huo Dağı’na taşınmış ve o dönemde Nanyue
denildiğinde Huo Dağı anlaşılmıştır.[172]
Huo Dağı’nın Nanyue olarak bilinmesinden bir
süre sonra Tian Tai Dağı ön planda olmuştur. Bu sefer Nanyue sıfatı, Huo
Dağı’ndan Tian Tai Dağı’na geçmiştir.[173] İmparator
Wendi’nin (581-604) hükümdarlığı ile Heng Dağı, kutsallığını ve Nanyue sıfatını
diğer dağlardan geri alarak tekrar kutsal olarak kabul edilmiş ve günümüze
kadar da bu konumunu devam ettirmiştir. Diğer bir ifadeyle Nanyue sıfatı, tarih
boyunca birçok dağa atfedilmiş ve nihai durağı ise Heng Dağı olmuştur. [174]
Heng Dağı, beş kutsal dağ anlayışında ateş
elementini ve kırmızı rengi temsil etmesi bakımından önemli bir dağdır. Bu
dağın ateş ve kırmızı renk ile özdeşleştirilmesi milattan önceki zamanlarda
yaygın olan bir kült ile ilişkilendirilmesinden kaynaklanmaktadır. Bu kült,
Çin’in Zhou hanedanlığının (M.Ö. 1045-M.Ö. 256) alt bir devleti olan ve güneyde
bulunan Chu devletindeki (M. Ö. VIII-M. Ö. III. yüzyıl) tanrı Zhurong
bağlamında gelişmiştir. Chu devletindeki insanlar, Zhurong’u ateş, bazen ise
Güneş Tanrısı olarak kabul etmiş ve onun, ejderha terbiyecisi ve ticareti ilk
ortaya çıkaran tanrı olduğuna inanmışlardır. Aynı zamanda bu insanlar, kendi
soylarını Zhurong’a dayandırmışlardır. [175] Bu ilişkilendirilme ile
birlikte Heng Dağı’nın ateş elementini ve kırmızı rengi temsil ettiğine
inanılmıştır. Hatta bu dağ, sembolik olarak kızıl kuşlar ile de
özdeşleştirilmiştir.[176] Heng
Dağı’nın Zhurong kültü ile anılması neticesinde, bu dağdaki önemli zirvelerden
birisi, Zhurong Feng, yani Zhurong Zirvesi olarak isimlendirilmiştir.[177]
İmparatorluğun sınırları güneye ulaştığında
imparatorlar, güney sınırlarının korunması ve her türlü saldırıyı geri
püskürtmesi için Heng Dağı’nda feng ve shan ayinlerini icra etmiştir.[178]
İmparatorluğun güney sınırının koruyucusunun Heng Dağı olarak bilinmesi, bu
dağın birçok şiire konu olmasına neden olmuştur. Bu şiirlerde Heng Dağı
devletin -özellikle de güney bölgesinin- yıkılmasını engelleyen bir sütuna
benzetilmiştir. Bazı şiirlerde ise Zhurong kültü ile bağlantılı olarak bu dağ,
kızıl kuşlara benzetilmiştir. Kızıl kuşlara benzetilmesi neticesinde Heng Dağı,
imparatorluğun bayrağında milli sembol/amblem olarak kullanılmıştır.[179] Bu durum,
Heng Dağı’nın devletin amblemi olarak kabul edildiğini ve bir sütun vazifesi
görerek genel anlamda imparatorluk topraklarının özel anlamda ise güney
topraklarının koruduğuna inanıldığını göstermektedir.[180]
İmparatorlar, Heng Dağı’nı birçok kez ziyaret
etmiş ve burada kurban ayinlerini icra etmişlerdir. Aynı zamanda devlet
nezdindeki statüsünü de yükselterek bu dağa çeşitli unvanlar vermiştir.
İmparator Xuanzong (712-756), bu dağa Göğün Yönetici Prensi unvanını
vermiştir. İmparatorun Heng Dağı’nı, Daoistlerin beş kutsal dağı içerisine tam
anlamı ile dahil etmesi ve burayı ölümsüzlerin ikamet ettiği yer olarak kabul
etmesi, dönemin Daoist bilgini Sima Chengzhen"in (647-735)
girişimleri ile de gelişmiş ve ilerlemiştir.[181]
Heng Dağı, yağmur ile ilişkilendirilen ünlü
Daoist ölümsüz Chi Songzi’nın efsanesine de ev sahipliği yapmaktadır. Bu
efsanelere göre Chi Songzi, kuraklık zamanında imparatorlara görünerek yağmuru
getirmektedir. Aynı zamanda imparatorlara ateş ile ilgili teknikleri
göstermektedir. Ateş ile ön plana çıkan bu kişi ateş ile bilinen Heng Dağı ile
ilişkilendirilmektedir.[182]
Heng Dağı, Zhurong kültünün kendisine güç vermesiyle
ve Han hanedanlığı döneminde imparatorlar tarafından destek almasıyla beş dağ
sistemine dahil olmuştur. Doğal olarak Heng Dağı’nın wu yue anlayışına dahil
olması siyasi gücün desteği ile meydana gelmiştir.[183]
Heng Dağı, Daoizm’in diğer dağları gibi simya
uygulamalarına ve mistiklere ev sahipliği yapmaktadır. Bu dağda Dao’yu
çalışanların kurtuluşa erişebileceğine ve ölümsüz olarak göğe/cennete
yükselebileceğine inanılmakta, aynı zamanda bu yerin qi enerjisi ile
dolu olduğu ifade edilmektedir. Heng Dağı’nda simya tekniklerinin en yoğun
şekilde uygulandığı yer -daha önce bahsettiğimiz gibi- Zhurong Zirvesi
olmuştur. Ateş tanrısı Zhurong ile ilişkilendirilmesinden ötürü bu zirve,
simyagerlerin athanor adını verdikleri ve maddeleri ısıtma işlemine
maruz bıraktıkları objeye benzetilmiştir. Aynı zamanda bu zirve, Daoistler
tarafından simyanın önemli bir maddesi olarak kabul edilen zincifre ile
ilişkilendirilmiştir. Bu yönden, Zhurong Zirvesi, Yukarı Zincifre Tarlası olarak
da isimlendirilmiştir. Ayrıca bu zirve Heng Dağı’ndaki Daoistlerin Dao’ya
ulaşarak ve ölümsüzlük iksirini içerek göğe doğru yükseldikleri yer olarak
bilinmiştir.[184] Bu
bağlamda Heng Dağı’ndaki simya geleneğinin, bu dağı diğer dağlara nazaran daha
fazla popüler yaptığı söylenebilir. Bu popülerlik, Heng Dağı’nda Dokuz
Ölümsüz olarak bilinen ve kendileri adına bir tapınak olan birtakım
Daoistlerin, simya ile uğraşarak ölümsüzlüğe kavuşması ve göğe doğru
yükselmesine bağlıdır.[185]
Heng Dağı’nın Daoizm bağlamında popüler
olmasını sağlayan bu dokuz Daoist ölümsüz, kaynaklarda, Chen Xingming,
Shicun, Yin Daoquan, Xu Lingqi, Chen Huidu, Zhang Tanyao, Zhang Shizhen, Wang
Lingyu ve Deng Yuzhi şeklinde geçmektedir.[186] Bu dokuz ölümsüz
arasında öne çıkan kişiler ise Xu Lingqi ve Deng Yuzhi olarak bilinmektedir. Xu
Lingqi ile Deng Yuzhi isimli simyagerlerin aynı dönemde yaşadıkları ve çok iyi
arkadaş oldukları belirtilmektedir.[187]
Heng Dağı’ndaki dokuz ölümsüz arasında popüler
simyagerlerden biri olan Xu Lingqi, zamanının büyük çoğunluğunu simya
teknikleri ile harcamıştır. İnanışa göre gençken bir bilge ile karşılaşmış ve
bu bilge, ona ölümsüzlük iksirinin formülünü öğretmiştir. Aynı zamanda o bilge,
Xu’ya ağzında Güneş’in ışığını nasıl tutacağını da göstermiştir. Bu olaydan
sonra Xu, denizleri ve dağları dolaşmaya başlamış ve sonunda güney dağına, yani
Heng Dağı’na yerleşmiş, burada uzun bir hayat yaşayarak göğe çıkmıştır.[188]
Xu ile birlikte anılan meşhur dokuzuncu ölümsüz
Deng Yuzhi, arkadaşı Xu gibi simya ile uğraşmış ve mucizevi yeteneklere sahip
olmuştur. Birisi hastalandığında Deng, sahip olduğu kutsal mührünü o kişiyi
iyileştirmek için kullanmıştır. Böylelikle birçok hastaya şifa vermiş ve ünü
her yere yayılmıştır. Deng, arkadaşı Xu ile birlikte kutsal dağları gezmiş,
ancak Xu, Deng’dan önce ölümsüzlüğü bularak göğe çıkmıştır. Deng, hala
ölümsüzlük iksirinin maddelerini aramış, ancak bulamamıştır. Bu malzemeleri
bulmak için kutsal dağları dolaşmaya devam etmiştir. Sonrasında kendisini Heng
Dağı’na kapatmıştır. Deng’ın ölümsüzlük iksirini üzerine olan arayışı, imparator
Liang Wudi’nin (502-549) kulağına gidince, imparator ona iksirin malzemelerini
bulma hususunda destek vermiştir. Bu sayede iksiri yapan Deng, kendisinden önce
Heng Dağı’nda ölümsüzlüğe ulaşarak göğe yükselen sekiz ölümsüz ile karşılaşmış
ve bu sekiz ölümsüz Deng’ı göğe çıkarmışlardır. Böylelikle dokuz
mükemmel/kusursuz varlık anlayışı Heng Dağı’nda ortaya çıkmış ve bu dağın bu
anlayış bağlamında meşhur olmasına sebep olmuştur.[189]
Tang Hanedanlığı döneminde Heng Dağı tam
anlamıyla önemli bir Daoist merkezi olmuştur.[190] Kaynaklar, Tang döneminde
dokuz ölümsüzün dışında on dört Daoistin Heng Dağı’nda Dao’ya ulaştığını ifade
etmiştir. [191] Birçok
Daoistin simya tekniklerini Heng Dağı’nda uygulaması ve burayı meşhur yapması
ile Tang hanedanlığından imparator Gaozong (649-683), bu dağda simya ve uzun
yaşama tekniklerinin daha rahat icra edilmesi için tapınaklar ve yapılar inşa
etmiştir.[192]
Heng Dağı’ndaki bilgelerin ve ölümsüzlerin Lao
Zi’nın tekrar bedenlenmiş hali olduklarına inanılmıştır.[193] Ayrıca bu dağda Xi Wangmu[194] gibi
tanrıça kültleri ile bağlantılı uygulamalara da önem verilmiştir.[195] Daoizm’in
Shangqing okulunun hoca- talebe silsilesi de bu dağda gerçekleşmiştir.[196]
Heng Dağı, Daoizmde olduğu
gibi Budizmde de belirli bir yere ve öneme sahip olmuştur. Çin Budist
tarihindeki önemi sebebiyle Tientai Ekolü’nden rahip Huisi (515577) bu
dağda birtakım uygulamalar icra ederek manastır kurmuş ve bu ekole mensup
Budistler hac amacıyla Heng Dağı’nı ziyaret etmiştir.[197] Özellikle VIII. yüzyılda bu dağ, Saf
Ülke Budizmi’nin önemli bir bölgesi olmuştur.[198] Doğal olarak buradan Heng Dağı’nın çok
yönlü bir dağ olduğu, hem Budistlere hem de büyük oranla Daoistlere hizmet
ettiği ve bu iki dinin etkileşime girdiği yerlerden biri olduğu anlaşılabilir.[199]
Daoistler açısından kutsal kabul edilen
dağlardan biri olan Huang Dağı, Çin’in güneydoğusunda Anhui eyaletinin Huizhou
bölgesinde bulunmaktadır. Genellikle tek bir dağ olarak belirtilen Huang Dağı,
aslında otuz altı zirveye sahiptir. Bu zirvelerden dört tanesi diğerlerine nazaran
daha kutsal ve önemlidir. Kutsal olan zirveler, Lotus Çiçeği Zirvesi, Yaşlı
Adam Zirvesi, inanmaya Başlama Zirvesi ve Semavi Kale Zirvesi şeklinde
ifade edilmektedir. Huang Dağı’ndaki zirvelerin bu şekilde isimlendirilmeleri,
onların, bazı dinsel olaylara ev sahipliği yapması ile ilişkilidir.[200]
Huang Dağı, yukarıda değindiğimiz dört önemli
zirve bağlamında mistik ve esrarengiz bir havaya sahiptir. Bu zirveler, denize
benzetilen sisin üzerinde yüzüyormuş gibi görünmektedir. Bu sebepten ötürü dört
önemli zirve, Huang Denizi olarak da isimlendirilmektedir.[201]
Diğer dağ kültlerinden ayrılan Huang Dağı,
Daoizm’in beş kutsal dağı ile Budizm’in dört kutsal dağı gibi sınıflandırmalar
içerisinde yer almamakta ve genel itibarıyla ayrı bir kült oluşturmaktadır.
Oluşan bu kült anlayışına rağmen bu dağda spesifik olarak bir ilahın yaşadığına
dair kesin bir inanç olmamaktır. İlk zamanlarda Daoistler, sonrasında hem
Daoistler hem de Budistler nezdinde kutsal olarak kabul edilen Huang Dağı, daha
sonraki dönemlerde dinsel önemini kaybetmeye başlamış[202] ve bunun yerine, sanatsal bir
önem kazanmıştır. Bunun sonucunda Huang Dağı, insanların eşsiz manzarasını
görmek için akın ettiği, özellikle sanatçıların ve edebiyatçıların, eserlerinde
yer verdiği bir mekan haline gelmiştir.[203]
Huang Dağı, yukarıda bahsettiğimiz şekilde her
ne kadar sonraki dönemde dinsel manada önemini kaybetse de eski dönemlerde
birçok inanışa ve mite ev sahipliği yapmıştır. Bu inanışlardan birisi efsanevi
Sarı İmparator’un (Huang Di) bu dağa gitmesi ile ilgilidir. Bu anlatıma göre
Sarı İmparator, Daoist simyanın amaçlarından biri olan ölümsüzlük iksirini
bulmak için Huang Dağı’na bir yolculuk yapmıştır. Yolculuk sonrasında bu dağda
çeşitli ilahi varlıkların ve yetmiş iki ölümsüzün yaşadığına inanmıştır. Sarı İmparator’un
bu dağa çıkarak simya ile uğraşması sonucunda dağda birçok Daoist tapınağı inşa
edilmiş, Budizm’in Çin coğrafyasına gelmesi ile birlikte ise VII. yüzyılda
Daoist tapınakların yanında birçok Budist tapınak da inşa edilmiştir. [204]
Huang Dağı’ndaki Daoist
gelenekler, yazarı bilinmeyen ve Song Dönemi’ne ait Huang Shan Tu Jing
isimli birçok resme yer veren metinde görülebilmektedir. Bu metin, Daoizmdeki
kehanet ve falcılık gibi anlayışlar bağlamında çeşitli ifadelere ve anlayışlara
değinmektedir. Bu anlayışların da Huang Dağı’nda iyi bir şekilde
görülebildiğini belirtmektedir. Zikrettiğimiz bu metne göre Huang Dağı, birçok
Daoist tapınağın, simya için uygun bitkilerin ve madenlerin, birçok kutsal
mağaranın ve nehrin bulunduğu bir yerdir.[205]
Budizm, Çin’e ulaştığında Çin’deki kutsal bazı
dağ anlayışlarına Budist kavramları dahil etmiştir. Budizm’e ait olan kutsal
dağlar, Çincede fojia ming shan (Budizm’in dört kutsal dağı) şeklinde
bilinmektedir.[206] Budizm’in
dört kutsal dağı anlayışı, bu dağlara dinsel amaçlarla seyahatler yapmak,
manastırlar inşa etmek gibi gelişmeler ile Çin’de sistemleşmiştir.[207] Özellikle
ünlü bir rahibin, birtakım dağlara gitmeyi kutsal bir vazife olarak görmesi,
birçok ünlü dağın kutsallaşmasına ve buralarda birçok Budist manastırının inşa
edilmesine neden olmuştur.[208] [209]
Çin Budizmindeki dağ kültü, yoğun bir şekilde Chan
Budizmi29 ve dört kutsal Budist dağ sistemi gibi
inanışlarda görülmektedir. Bu inanışlardan biri olan ve meditasyon uygulamasına
çok değer veren Chan Budizminde dağlar, hac yolculuklarının merkezi, birçok
stupanın ve Budaların kutsal kalıtlarının (bakiyelerinin) bulunduğu yer olarak
bilinmektedir.[210] [211]
Chan Budizmi, Tang Hanedanlığı döneminde,
Çin’de kuzey ve güney olmak üzere iki okuldan müteşekkil olmuştur. Dinsel
önderleri ölünce bu okullar, saygınlıklarını korumak ve taraftar kaybını
önlemek için çeşitli girişimlerde bulunmuştur. Bu girişimler, ağırlıklı olarak
dağlık bölgelerde yapılan faaliyetler ile ilgili olmuştur. Her bir okulun kendi
etkisini arttırmak için uyguladığı bu strateji sonucunda Song Dağı ve Caoqr
gibi bölgeler Çin Budistleri açısından önem kazanmıştır. Song Dağı, Daoistler
açısından beş kutsal dağ anlayışına dahil edilmekle birlikte, aynı
zamanda günümüzde önemli bir yer olarak kabul edilen ve savunma sanatları ile
Budist
öğretiyi harmanlayan Shaolin Manastırı’nın[212] bulunduğu
yerdir, doğal olarak Budistler nezdinde de kutsal bir yer olarak kabul
edilmektedir. Chan Budizmi’nin ilk dini önderi olan Bodhidharma’nın
(V-VI. yüzyıl), bu manastırın yakınlarındaki bir mağarada dokuz yıl boyunca duvar
meditasyonu adı verilen özel bir uygulamayı icra ettiğine, öğrencisi ve
aynı zamanda Chan Budizmi’nin ikinci dini lideri Huike’nın (ö. 593),
mağaranın önünde kendi kolunu keserek ustası Bodhidharma’ya takdim ettiğine
inanılmaktadır. Song Dağı, bu bağlamda, her iki Chan Budist okulu tarafından
Bodhidharma’nın çeşitli uygulamalar ile uğraşıp Chan öğretisini oluşturması
bakımından kutsal kabul edilmektedir. Belirttiğimiz bu yerler, Chan Budistleri
nezdinde hac merkezi olarak bilinmiş ve birçok hac rotası oluşmuştur. Ancak bu
yerler arasında Song Dağı’nın ayrı bir önemi bulunmaktadır.[213]
Song Dağı, Çin Budistleri nezdinde -özellikle
de Chan Budistleri arasında- dinsel açıdan önemli bir yer olarak görülmektedir.
Birçok stupanın ve stelanın (kitabenin) bulunmasından ötürü, bu dağ, ta lin,
yani stupalar ormanı ya da bei lin, yani stelalar (kitabeler)
ormanı olarak da isimlendirilmiştir. Tang Dönemi boyunca, imparatorun Chan
Budist rahibi tarafından kutsandığı takdis alanı ve birçok Chan ustasının
mezarı yine Song Dağı’nda bulunmuştur. Song Dağı’nın hem dinsel hem de siyasal
alandaki bu önemi, İmparator Xuanzong’un 728 yılında bu dağdaki Shaolin
Manastırı’nı vergiden muaf tutması ile artmıştır. Böylelikle Song Dağı,
Daoizm’in yanı sıra Chan Budizmi açısından da kutsal bir mekân olarak telakki
edilmiş ve imparatorların desteğini görmüştür.[214]
Çin Budizmi tarafından kutsal kabul edilen
dağlara sadece Çinliler ziyaret gerçekleştirmemiştir. Aynı zamanda Hintli ve
Japon rahipler de bu yerleri kutsal olarak kabul etmiş ve ziyaret etmiştir.
Mesela XIII. yüzyıldan sonra Japonya’da Zen Budizmi içerisinde ortaya çıkan Rinzai
ve Soto gibi okullar ile Zen Budistleri, Song Dağı’na uzun süren hac
yolculukları gerçekleştirmiştir. Bu hac seyahatleri, o dönemde Song Dağı’nın
Chan/Zen Budizmi’nin kutsal merkezi olduğuna işaret etmektedir.[215]
Çin Budizminde dağ kültü, Chan Budizminde yukarıda
belirttiğimiz şekilde Song Dağı bağlamında görülmektedir. Chan Budizmi
dışındaki diğer Çin Budist gelenekler de ise en somut bir şekilde Daoizm’in beş
kutsal dağ sistemine benzeyen dört kutsal dağ sisteminde
görülmektedir. Dört ana yönü temsil eden bu dört dağ, Çin Budistleri tarafından
doğuda Putuo; kuzeyde Wutai; batıda Omei ya da Emei;
güneyde Jiuhua şeklinde kabul edilmektedir. [216] Ming (1368-1644) ve Qing
(1644-1912) dönemlerinde Chan manastırları yasaklandığından dolayı rahipler,
Wutai, Emei, Putuo ve Jiuhua gibi ünlü dağları hac yeri olarak kullanmışlardır.
Yapılan bu hac seyahatleri ile kutsal dağların etkisi artarak dört kutsal
Budist dağı konsepti meydana gelmiştir.[217]
Çin Budizminde dağlara yapılan bu hacların
önemli nedenlerinden biri de, büyük Bodisatvaların kendilerini birçok dağda
gösterdiği inancıdır. Bu inançla o dağın Bodisatvası ile karşılaşmayı arzu eden
Çinli Budist hacılar öne çıkan dağlara yolculuk yapmışlardır. Yukarıda da
bahsettiğimiz bu dağlar san da dao chang, yani aydınlanmanın üç büyük
merkezi ya da si da ming shan, yani dört büyük kutsal dağ olarak
da bilinmektedir.[218] San Da
Dao Chang, Bodisatva Manjushri’nin evi Wutai’yi; Bodisatva
Samantabhadra’nın evi Emei’yi; Bodisatva Guanyin’in evi Putuo’yu karşılamakta
ve bu üç dağın, evrene benzetilen bir kazanın üç ayağı gibi evrenin dengesini,
düzenini ve devamlılığını sağladığına inanılmaktadır.[219] Si Da Ming Shan ise bu
üç dağı kabul ederek Bodisatva Ksitigarbha’nın (Dizang) evi Jiuhua Dağı’nı da
bu dağlar arasına eklemekte ve Budizm’in dört kutsal dağı oluşmaktadır.[220]
İmparator Wanli döneminden (1573-1620) itibaren
belirginleşmeye başlayan Çin Budizm’indeki dört kutsal dağ kavramı,
İmparator Kangxi döneminde çok popüler olmuştur.[221] İmparator Kangxi dönemine ait
eserlerde Manjushri, Samantabhadra, Guanyin ve Ksitigarbha gibi Bodisatvaların
aydınlanma aşamasına geldikleri, ancak diğer insanları ve canlıları kurtarma
arzusundan dolayı aydınlanma aşamasında Nirvana’ya erişmekten feragat ederek
diğer canlıları kurtarmak için bu dünyada kalmaya devam ettiklerine
inanılmıştır. Buna göre Manjushri, Wutai Dağı’nda; Samantabhadra, Emei
Dağı’nda; Guanyin, Putuo Dağı’nda; Ksitigarbha ise Jiuhua Dağı’nda ikamet
etmekte ve bu dört Bodisatvanın, doğal olarak dört kutsal dağın, toprak, su, ateş
ve rüzgar gibi elementler ile ilişkilendirildiğine inanılmaktadır. Bu
ilişkilendirilme Wutai’nin, havayı; Emei’in ateşi; Jiuhua’nın toprağı;
Putuo’nun ise suyu temsil etmesi şeklindedir. Dört kutsal dağa mensup olan
Wutai, Emei, Putuo ve Jiuhua, Budizm’in Çin’e geldikten sonra, yerel kültüre ve
inanışlara etki etmesi sürecine ışık tutmakta ve Budizm’in Çinlileşmesi
sürecinin somut örneği olarak kabul edilmektedir. [222]
Wutai Dağı, Çin Budizminde kutsal kabul edilen
dört dağ anlayışı içerisinden en önemlisini oluşturmakta ve Çin’in Shanxi
bölgesinde bulunmaktadır. Bu dağ, beş tepeye sahip olmasından ötürü literal
anlamda beş tepeli (çatılı) dağ olarak da isimlendirilmektedir. Beş
tepeli dağ olarak isimlendirilmesi, Wutai Dağı’nın aslında beş tepeden
müteşekkil olduğunu göstermektedir. Bu beş tepenin her biri, dört yönü ve
merkezi temsil ederek sembolik olarak mandala işlevi görmektedir. Bu dağ,
Çin’in kuzeyinde bulunmasından nispetle kuzey dağı; ölümsüzlerin,
ilahların, saf ve arınmışların bu dağda yaşadığına inanılmasından ötürü ise Qingliang
Dağı (Açık ve Serin/GüzelDağ) olarak da adlandırılmaktadır.[223]
Wutai Dağı, en yüksek aşkın hikmetin
bedenlenmesi olarak görülen Bodisatva Manjushri’nin ikamet ettiği, Budist
öğretiyi yaydığı ve bu dağı ziyaret eden birçok rahibe ve hacıya göründüğü yer
olarak bilinmektedir. Aynı zamanda Wutai Dağı, birçok tapınağa ve meditasyon
amacıyla kalınan birçok mağaraya ev sahipliği yapmaktadır. Bu dağdaki
tapınaklar ve manastırların çoğu Buda’nın bakiyelerinin olduğuna inanılan beyaz
büyük bir stupanın etrafında bulunmaktadır. Buddhabhadra ve Siksananda
tarafından yapılan Avatamsaka Sutra (Huayan Jing) çevirisinde,
kuzeydoğuda Qingliang Dağı (Wutai) adında Bodisatvaların meskeni olan bir dağın
bulunduğu ve şu anda Manjushri’nin orada bazı Bodisatvalarla birlikte ikamet
ettiği geçmektedir.[224] Böylece
Manjushri ile ilişkilendirilen Wutai Dağı, bu Bodisatva kültü bağlamında
popüler olmuştur.[225]
Wutai Dağı, beş tepeye sahip olmasından dolayı
kaynaklarda[226]
Manjushri’nin beş formu ile özdeşleştirilmektedir. Buna göre Wutai Dağı’nın
güney tepesinde Manjushri’nin beyaz formu Jnanasattva; batı tepesinde
aslan üstündeki Vadisimha; merkezdeki tepede Manjushri Natha;
kuzey tepesinde Vimala; doğu tepesinde ise Manjushri’nin dört kollu
formu, Manjughosa Tiksna bulunmaktadır. Bu formlar Wutai Dağı’nın her
noktasının ayrı bir öneme sahip olduğunu ve bu noktalarda farklı uygulamaların
icra edildiğini göstermektedir.[227]
Sanskrit dilinden Çince’ye tercüme edilen
metinlere göre Buda, gelecekte öğretilerinin gücünün azalacağını, Bodisatva
Manjushri’nin Çin’deki beş tepeli/çatılı dağda Budizm’i, ilahi
hikmetinin gücüyle tekrar canlandıracağını önceden söylemiştir. Çinli Budistler
de bu ifadeden yola çıkarak Buda’nın bahsettiği bu dağı, Wutai Dağı olarak
kabul etmiştir. Bunlar sonucunda Wutai Dağı, VIII. yüzyılda Çin’deki
Budistlerin sürekli ziyaret ettiği dinsel bir merkez olmuştur.[228]
Qing Hanedanlığı (1644-1911/1912) zamanında
Wutai Dağı’ndaki kutsal yerleri net bir şekilde gösteren ve hac yolculuklarına
rehberlik eden birçok harita çizilmiş, bu haritalardan Cifusi[229] daha meşhur olmuştur.[230] Bu harita
Wutai Dağı’nın 130 bölgesini içermiş, bu bölgeler Çince ve Tibetçe yazılar ile
belirtilmiş ve hac amacı ile bu dağa gelenlere yol göstermiştir. Günümüzde
Wutai Dağı’na gelen Budist hacılar ve rahipler, Cifusi haritasını
detaylı bir şekilde incelemekte ve onu kutsal olarak kabul etmektedir. Bu
haritaya bir mandalaymış gibi bakmakta ve bunu bir ayin olarak görmektedirler.[231]
Wutai Dağı’na gelen hacıların ve rahiplerin
bazı vizyonlar (görünümler) yaşadıkları iddia edilmektedir. Bu bağlamda
Bodisatva Manjushri’nin, bazen hacılara yaşlı bir rahip ya da beyaz bir aslan
üzerine oturan genç bir prens, bazen ise zirvede gökkuşağı gibi renkli bulutlar
şeklinde göründüğü ifade edilmektedir. Bazı kaynaklarda ise bulutlar arasında
duran bir ejderha olarak göründüğü belirtilmiştir. Bu tür vizyonlar ve görünümler,
rahipler ve bu dağa hac yapmaya gidenler arasında çok yaygın olmuş ve birçok
insanı Manjushri’yi görme amacı ile bu dağa çekmiştir.[232]
Wutai Dağı, imparatorluk kültü ile güçlü bir
bağlantıya sahip olmuştur. İmparatorlar, Wutai Dağı’nı oldukça kutsal kabul
etmişlerdir. Bu nedenle bu dağda özellikle Tang Hanedanlığı Dönemi’nde devletin
korunması, devamlılığı ve sürekliliği için tantrik (ezoterik) ayinler icra
edilmiştir. Bu ayinler, imparatoru ve devleti korumak ve onları düşman
karşısında üstün getirtmek için yapılmıştır.[233] İmparatorlar kendi
meşruiyetlerini Bodisatva Manjushri’ye bağlayarak Manjushri kültüne destek
vermiştir. Benzer şekilde VIII. yüzyılda Çin’de siyasal alanda güçlü bir etki
bırakan ve Orta Asyalı bir rahip olan Amoghavajra (Çince ismi: Bukong
Jingang, 705-774), Bodisatva Manjushri’yi tüm Çin’in ve imparatorun koruyucusu
olarak görmüş ve Wutai Dağı’ndaki Bodisatva ve hac kültünü geliştirmiştir. Aynı
zamanda 759 yılında imparatoru, chakravartin, [234] yani kutsanmış Budist
yönetici olarak kutsamıştır. Bu kutsama Wutai Dağı’ndaki Bodisatva
Manjushri kültü ile bağlantılı olmuştur.[235]
Wutai Dağı’nın imparatorlar tarafından kutsal
bir mekan olarak görülmesi sebebiyle burası önemli bir tapınak merkezi haline
gelmiştir. Bu bağlamda Qi Hanedanlığı (479-502) sırasında Çin’de yaklaşık dört
bin tane tapınağın olduğu, bu tapınaklardan iki yüzden fazlasının Wutai
Dağı’nda bulunduğu bilinmektedir. Ayrıca bu dağdaki tapınaklarda barınan din
adamlarına giyim ve sağlık alanında devlet desteği verilmiş ve bu insanlar
vergiden muaf tutularak onlara ayrıcalık tanınmıştır.[236] Siyasi alanda destek alması
ile Wutai Dağı, Avatamsaka Sutra’nın araştırıldığı, çalışıldığı bir merkez
olmuş ve dinsel önemi giderek artmıştır.[237]
Wutai Dağı, Çin Budistleri için kutsal bir
bölge olmasının yanında Hindistan, Kaşmir, Tibet, Kore ve Japonya[238] gibi
ülkelerde yaşayan Budistlerin de ilgisini çekmiş ve birçok rahip burayı kutsal
kabul ederek ziyaret etmiştir. Özellikle XVIII. yüzyıl ile birlikte Tibet ve
Moğol Budistleri için Wutai Dağı, önemli bir merkez haline gelmiştir. Bu
bağlamda Tibetliler ve Moğollar Wutai Dağı’nda birçok tapınak inşa etmiştir.
Tibet lamaları Wutai Dağı’na Çinlilerin atfettikleri varlıkların yanında
çeşitli Budaları, ilahları, Bodisatvaların öfkeli zuhurlarını da atfetmişlerdir.
Bu varlıkların Manjushri ile birlikte bu dağda bulunduğuna inanmışlardır. Bu,
Tibet lamalarının ezoterik, yani Tantrik bir anlayışa sahip olmasından ileri
gelmiştir. Kaynaklarda Tibet’in Wutai Dağı’na büyük oranda etki etmesinden
ötürü “Wutai Dağı, Çin’in Tibet’idir” şeklinde bir anlayışın dahi olduğuna değinilmiştir.[239]
Dört kutsal Budist dağı arasında en yükseği
olan Emei Dağı, Çin’in Sichuan bölgesinde bulunmakta ve batı dağı olarak
bilinmektedir. Bu dağ, Bodisatva Samantabhadra ile ilişkilendirilmekte ve bu
dağda Samantabhadra’nın ikamet ettiğine inanılmaktadır.[240] Genellikle beyaz bir fil
üstünde oturur vaziyette tasvir edilen ve meditasyon uygulaması ile
ilişkilendirilen Bodisatva Samantabhadra, bu dağa hac amacı ile gelen hacılara
ve rahiplere kendisini gösterebilmektedir. Bundan dolayı birçok hacı ve rahip,
bu dağa bu Bodisatva ile karşılaşma umudu ile çıkmakta ve bu dağda meditasyon
yapmaktadır.[241]
Emei Dağı, Çince kaynaklarda ayrıca Guang
Mingshan, yani Parlayan (berrak) Kutsal Dağ olarak geçmektedir. Bu
şekilde isimlendirilmesinin nedeni Emei Dağı’nın, gündüz vaktinde Buda’nın
ışığına; geceleyin ise kutsal lambalara sahip olmasından dolayıdır.[242] Emei
Dağı’nın bu tarz özelliklere sahip olması sonucunda bu dağda birçok tapınak
inşa edilmiştir. Bu tapınaklardan ilki, Rahip Huichi (337-412)’nin inşa
ettiği Puxiansi, yani Samantabhadra Tapınağı olmuştur.[243]
Samantabhadra’nın kutsal yeri olarak telakki
edilen Emei Dağı’na tarih boyunca imparatorlar tarafından destek verilmiştir.
Özellikle rahip Huichi’nin bu dağda tapınak inşa etmesinden sonra, bu dağa
yapılan hac yolculuklarında artış yaşanmıştır. Bunun sonucunda, Tang
Hanedanlığı başta olmak üzere Kuzey Song Hanedanlığına (960- 1126/1127) ait
imparatorlar bu dağa destek vermiştir. Destekler genellikle tapınak ve
Bodisatva heykeli inşa ettirmek ve o dağdaki rahiplerden vergi alınmaması
şeklinde olmuştur. 980 yılında dönemin imparatoru Taizong (976-997), Bodisatva
Samantabhadra’nın heykelinin yapılmasını ve bu heykelin Emei Dağı’ndaki
Puxiansi’ya yerleştirilmesini emretmiştir.[244]
989 yılında İmparator Taizong, Bodisatva
Samantabhadra heykelini yeniletmiş, sonraki yıllarda ise bu dağda birçok yeni
tapınak inşa ettirmiştir. İmparator Taizong’un bu dağa destek vermesi ile bu
dağın ünü hızlı bir şekilde yayılmıştır. İmparator Wanli (1573-1620) de
Samantabhadra’nın heykelinin bulunduğu tapınağa, bu heykeli korumak amacı ile
bir salon inşa ettirmiştir. Ming ve sonra gelen Qing hanedanlığına mensup
imparatorların Emei Dağı’na her yönden destek vermesiyle, tapınakların sayısı
artmış ve bu dağa giden hac yolları geliştirilmiştir. Böylelikle Emei Dağı, hac
uygulamasına daha elverişli hale gelmiş ve bu yönden popüler olmuştur.[245]
Çin Budizmi, Ming hanedanlığı zamanında Emei
Dağı’nı öğretinin merkezi olarak kabul etmiş ve bu dağ ekseninde yayılım
göstermiştir. Emei Dağı’nın yukarıda ifade ettiğimiz şekilde, devlet desteğini
alması, Çin Budistleri tarafından Bodisatva Samantabhadra’nın meskeni olarak
görülmesi ve bunun sonucunda meditasyon için vazgeçilmez bir yer olması ile
birlikte bu dağ, dört kutsal dağ sistemine dahil edilmiştir.[246]
Putuo Dağı, Çin’in Zhejiang bölgesinde bulunan
ve doğu dağı olarak kaynaklarda geçen dört kutsal Budist dağından
üçüncüsüdür.[247] Ancak bu
dağ, Tang döneminde Budizm’in kutsal bölgesi haline gelmeden önce Daoistler
tarafından Daoist cenneti olarak görülerek meşhur olmuştur. Ada olarak da
bilinen bu dağdaki bazı tepelerde milattan önceki yıllarda Daoist uygulamalar
icra edilmiştir. Mesela meşhur Daoist rahip Mei Fu, M. Ö. I. yüzyılda
Putuo Dağı’ndaki -sonrasında kendi ismiyle anılan- Mei Cen zirvesinde
yaşamış ve simya ile uğraşmıştır. Bu bağlamda birçok kaynak, Budizm’in kutsal
bölgesi olmadan önce bu bölgenin Daoistler nezdinde oldukça kutsal olduğuna
değinmiştir.[248]
Putuo Dağı, merhamet yönü ile bilinen Bodisatva
Guanyin [249] ile
özdeşleştirilmiştir. Tarih boyunca okyanusun kıyısında bulunmasından ötürü
yolculuk yapan denizciler nezdinde de çok kutsal kabul edilmiştir. Bu sebeple
birçok denizci Bodisatva Guanyin’e rahat ve kazasız bir yolculuk geçirmek için
dua etmiştir.[250]
Putuo Dağı’nın Avatamsaka Sutra’da geçen ve
Guanyin’in evi olarak kabul edilen Potalaka Dağı olduğuna inanılmıştır.
Putuo Dağı’nın Guanyin ile ilişkilendirilmesi ve bunun sonucunda Potalaka
Dağı’nı karşılaması tarih boyunca hem dini hem de siyasi olayların meydana
gelmesi ile olmuştur. Putuo Dağı’nın, mitsel Potalaka Dağı ile
ilişkilendirilmesi, Avatamsaka Sutra’da geçen genç hacı Sudhana’ nın
hayat hikayesinin Çin geneline yayılması ile meydana gelmiştir. Bu hikâyeye
göre Sudhana, hakikati aramak uğruna bir hac yolculuğuna çıkmıştır. Yolculuğu
sırasında birçok Budist tapınağına, dağlara ve dağlarda bulunan mağaralara
gitmiştir. Yolculuğunun yirmi sekizinci durağında Sudhana, Putuo Dağı’nda
Guanyin ile karşılaşmıştır. Bunun üzerine Guanyin, Sudhana’ya dharmayı,
yani Budist öğretinin hakikatlerini öğretmiştir.[251]
Bodisatva Guanyin, zaman zaman bu dağı ziyaret
eden hacılara ve rahiplere belli bir formda görünmüş ve bu dağın önemini
arttırmıştır. Özellikle merhamet yönü ile bilinen Guanyin, bu dağda birçok
kişinin sıkıntılı zamanlarında yardımına koşmuştur. Yardımına koştuğu insanlara
bazen parlak bir ışık hüzmesi; bazen de beyaz cübbe içindeki bir kadın şeklinde
görünmüştür. [252] Guanyin’in
merhamet ve yardımsever bir özelliğinin olmasından dolayı bazı insanlar bu
dağdaki mağaralar önünde Guanyin’ e çeşitli sıkıntılarına çare bulmak için
yakarmış ve dua etmiş, bunun sonucunda Bodisatvanın onlara göründüğünü
söylemişlerdir.[253]
Putuo Dağı’nın Guanyin kültü bağlamında Potalaka
Dağı ile ilişkilendirilmesi yukarıda da bahsettiğimiz üzere rahiplerin ve
hacıların başından geçen mucizevi olaylar sonucunda Çin inanışlarında
güçlenmiştir. Çin inanışlarında güçlenmesi ile birlikte Putuo Dağı’na hac
yolculukları yapılmaya başlanmıştır. Bu sayede Bodisatva Guanyin, Çin
inanışları ve kültürü ile harmanlanmıştır.[254]
Putuo Dağı’ndaki Budist manastırların artması
ve bu dağın dört kutsal dağ arasına dahil olması, imparator Wanli ve imparator
Chongzhen (1628-1644) tarafından mümkün olmuştur. İmparator Wanli, bu dağa
birçok Budist metinleri bağışlamış, imparator Chongzhen ise kraliyet ailesine o
dağda Guanyin’e dua etmesi ve tütsü yakılması yönünde emir vermiştir. İmparator
Chongzhen, Putuo Dağı’nda tapınakların yapılmasını da emretmiş ve tapınakların
inşası için büyük oranda maddi yardım yapmıştır. Ayrıca Putuo Dağı’nın bir
imparatorluk tapınağı şeklinde kabul edilmesi gerektiğine dair bir ferman
yayınlamıştır.[255]
Putuo Dağı hakkında yazılan metinler, bu
dağdaki Bodisatva Guanyin hakkında bilgi vermekte ve bu dağın coğrafi
haritasını da gözler önüne sermektedir.[256] Bu bağlamda Putuo Dağı,
yamaçlarında birçok kutsal mağaraya sahiptir. Bu mağaralar genellikle
meditasyon ve Guanyin’e yakarmak için uygun alanlardır.[257] Özellikle bu mağaralardan Chao
Yin Dong (Gelgit Sesi Mağarası), birçok çilecinin ve Budistin ilgisini
çekmiştir. Bu kişiler bu mağarayı hac amacıyla ziyaret etmiş, oruç tutarak
münzevi bir hayat sürmüş ve meditasyon ile uğraşmış, doğal olarak kendilerini
riyazet hayatına adamışlardır. Bu mağaralarda kaldıkları süre boyunca
insanların konaklayabileceği evler inşa etmişlerdir. Bunun sonucunda onlar, bu
bölgeye yapılan hac yolculuklarının gelişmesinde rol
oynamışlardır. Putuo Dağı, aslında Çinlilerin kendi topraklarında nasıl bir
kutsal Budist merkezi kurulacağının güzel bir örneğini teşkil etmiştir. [258]
Jiuhua Dağı,[259] Çin’in Anhui bölgesinde
bulunan ve dört kutsal Budist dağından sonuncusudur. Bu dağ, güneyde
bulunmasına nispetle güney dağı olarak da bilinmektedir. Kurtarıcı
yönüyle bilinen Bodisatva Ksitigarbha (Çince: Dizang)[260] ile
ilişkilendirilen ve bu Bodisatvanın meskeni olduğuna inanılan Jiuhua Dağı’nın
tanınarak kutsal bir dağ haline gelmesi, Koreli Budist rahip Kim Chijang'ın
(Çince: Jin Dizang, 705-803) bu dağa geliş hikayesi ile başlamaktadır.[261]
Hikâyeye göre Kim, prens olarak doğmuş, ancak
daha sonra rahipliği seçmiş ve Çin’e, Jiuhua Dağı’na gelmiştir. Burada dağın
tanrıçası ile karşılaşmış ve ona yiyecek ve içecek verilmiştir. Kim, tanrıça
ile karşılaştıktan bir süre sonra kendisini bu dağdaki bir mağaraya kapatmış,
meditasyonla meşgul olmuş ve katı bir oruca başlamıştır. Kim’in bu tarz
uygulamalarla uğraşması, insanları etkilemiş ve onun adına bu dağda bir tapınak
inşa edilmesine sebep olmuştur. Bu tapınak 780 yılında imparatorluk tarafından
genişletilmiş ve Huachensi şeklinde isimlendirilmiştir. Rahip Kim, 99
yaşında ölmüş ve mağaraya gömülmüştür. Rivayete göre mağara üç yıl sonra
açılınca rahibin bedeni, kendi kendine mumyalanmış ve aydınlanmış bir vaziyette
bulunmuştur. Kim gibi rahiplerin bu hikayeleri neticesinde Jiuhua Dağı, hac
merkezlerinden biri olmuş ve kutsal bir dağ olarak kabul edilmiştir.[262]
Çin Budistleri, ölmüş akrabalarını Jiuhua Dağı
ile ilişkilendirmektedir. Jiuhua Dağı’nın ölüm sonrası ve Ksitigarbha ile ilişkilendirilmesi
aslında arka planında bazı anlayışlar bulunduğunun bir göstergesidir. Nitekim,
kaynaklarda Ksitigarbha’nın cehennemdeki insanları cehenneme inerek
kurtardığına ve onları kurtuluşa ulaştırdığına değinilmektedir. Bu inanış
bağlamında ise Jiuhua Dağı cehennem ile ilişkilendirilmekte, bu dağı
tırmanmanın cehennemin basamaklarını tırmanmak gibi olduğuna inanılmaktadır.
Ksitigarbha’nın ikamet ettiği yer olarak da bilinen Jiuhua Dağı’nın zirvesine,
yani cehennemden cennete doğru çıkıldıkça acı ve ıstıraptan kurtularak
kurtuluşa erişildiğine inanılmaktadır.[263]
Jiuhua Dağı kültü, Budizm bağlamında Ming ve
Qing dönemlerinde gelişme göstermiştir. Bu dönemlerde birtakım rahiplerin
başından geçen mucizevi olaylar ile devlet desteğini alan Jiuhua Dağı’na,
imparator Wanli tarafından Budist metinleri gönderilmiş ve imparator Kangxi
tarafından da bu dağda tütsü yaktırılarak çeşitli ayinler icra edilmiştir. Bu
girişimler Jiuhua Dağı’nın hem siyasi hem de dini alanda öneminin artarak
kutsal Budist dağı içerisine dahil olmasına ve tam anlamıyla dört kutsal Budist
dağ anlayışının oluşmasına neden olmuştur.[264]
Daoizm ve Çin Budizmi başta olmak üzere Çin
dini anlayışında dağ kültü, komünist rejimin ortaya çıkışına kadar güçlü bir
şekilde devamlılığını sürdürmüş, toplumun her alanına nüfuz etmiştir. Komünist
rejim ile birlikte bu etki zayıflamış, ancak yine de birçok ziyaretçiye ev
sahipliği yapmıştır. Çin dini anlayışındaki zikrettiğimiz kutsal dağlar,
tarihsel süreç içerisinde Japon dini anlayışında da etkili olmuştur. Özellikle
Budizm’in Çin’den Kore vasıtası ile Japonya’ya gelmesi, Çin’deki kutsal dağ
kültlerinin Japonya’ya taşınması ile sonuçlanmıştır. Böylelikle Japonya’nın
yerel inanışlarında da kutsal kabul edilen dağlara, farklı motifler ve
anlayışlar eklenmiş ve bunun sonucunda Japon dini anlayışındaki dağ kültü
gelişmiştir. Dağ kültünün gelişmesi ile birlikte, birçok dinsel gelenek ve
anlayış ortaya çıkmıştır.
JAPON
DİNİ ANLAYIŞINDA DAĞ KÜLTÜ
Japonya, kendisine has geleneğe, inanışlara ve
kültüre sahip bir ülkedir. Sahip olduğu bu özellikler onu, birçok alanda ön plana
çıkarmıştır. Bu alanlardan birisi dindir. Din, Japon toplumu için hem siyasi
hem toplumsal olayların temelinde yatmaktadır.
Japonya’da dinin bu kadar ön planda olması,
kültürel her unsurun dinle ilişkilendirilmesine neden olmuştur. Bu nedenden
ötürü Japonlar için meydana gelen siyasi, kültürel ve toplumsal olayların
neredeyse hepsi dinle ilişkilendirilmiştir. Japonya’nın bünyesinde barındırdığı
inanışlar, binlerce yıl boyunca kültürün ve geleneğin temelinde yatan minzoku
shukyo[265], yani halk
geleneği (folklor) üzerine inşa edilmiştir. Japonlar için başta Şintoizm
olmak üzere Şamanizm, Budizm, Konfüçyanizm ve Daoizm gibi inanışlar bu folklor
geleneğinden beslenmiştir. Bundan dolayı Japon folklorunu bilmek ve bu folkloru
oluşturan kavramları incelemek Japon dini anlayışını anlamada oldukça önem
teşkil etmiştir. Japon folklorunu oluşturan ve birbirleriyle kesintisiz bir
şekilde bağlı olan kavramlar kami,[266] insan
ve tabiat şeklinde ifade edilmiştir.[267]
Japon dini anlayışının temelinde yatan ve
folklorun en temel kavramlarından biri olan tabiat, Japonların günlük
yaşantısında oldukça etkili olan bir unsurdur. Özellikle ateş, su, ağaç, taş,
dağ ve hayvan gibi doğada bulunan canlı-cansız unsurlar günlük yaşantıda
oldukça önemlidir. Bu unsurlardan biri olan dağ, diğer unsurlara nazaran Japon
dini anlayışının köşe taşlarından biri olması bakımından önem teşkil
etmektedir. Nitekim, doğum, ölüm ve tarım gibi başlıca unsurlarla
ilişkilendirilen dağ, hem folkloru oluşturan kavramlardan biri olan tabiat
kavramının temelinde yatmakta hem de kami ve insan kavramlarıyla tabiat kavramı
arasındaki bağı sağlamaktadır. Bu bakımdan dağ bağlamında gelişen inanışların,
Japon dini anlayışındaki ve Japonlar nezdindeki köşe taşlarından biri olduğu
söylenebilir. Bu çerçevede Japon dini anlayışında dağ kültü, bu kültün Şintoizm
ve Budizmdeki yansıması hakkında bilgi verilecektir.
Japon Dini Anlayışındaki
Dağ Kültünün (Sangaku Shinko) Genel
Hatları
Antik zamanlardan beri Japonya’daki birçok dini
fenomen dağlarla ilişkilendirilmektedir. Bu yönden Japonya’daki neredeyse bütün
dini inanışlarda dağların büyük bir role sahip olduğu görülmektedir. Japon dini
anlayışında dağlara verilen önem ve dağ bağlamında gelişen inanışlar,
literatürde sangaku shinko olarak ifade edilmektedir. Bu kavram dağ
inanışları ya da dağ inancı anlamına gelmektedir. Terim anlamda ise sangaku
shinko, Japon dini anlayışındaki dağ kültü bağlamında gelişen bütün
mitleri, ayinleri, ilahi varlıkları, halk inanışlarını, festivalleri,
tapınakları ve riyazet hayatını ifade etmektedir.[268]
Japon dini anlayışında önemli bir yere sahip
olan sangaku shinko anlayışının oldukça eski olduğu bilinmektedir.
Özellikle dağ eteklerinde yapılan arkeolojik kazılar neticesinde bulunan
tapınaklar, ayinlerde kullanılan araçlar ve yontulmuş kayalar[269] sangaku
shinko kültünün oldukça eskilere dayandığını kanıtlamaktadır. Dağ
eteklerinde bulunan tapınaklar ve tarımsal ayinlerde kullanıldığı belirtilen
ayin araçları, dağların uzun bir süre önce ibadet yeri olarak kullanıldığına
işaret etmektedir. Bu durum ilk başlarda dağların tarımla, verimlilikle ve
doğurganlıkla ilişkilendirildiğini göstermektedir. Bulunan bu arkeolojik
unsurların, Kofun Dönemi'ne (M. S. 250-500) ait olduğu tahmin edilirken,
bunların bir kısmının belirtilen dönemin de öncesine ait olduğu iddia edilmektedir.
Buradan hareketle Japon dini anlayışında dağ kültünün, yani sangaku shinko
anlayışının uzun bir geçmişe sahip olduğu ve bu geçmişin çoğunlukla tarımla
ilişkilendirildiği anlaşılmaktadır.[270]
Sangaku shinko anlayışına göre her dağın yama no kami[271]' olarak adlandırılan
bir kamisi bulunmakta ve bu kamiler bulundukları dağdaki ağaçların, taşların,
suların ve canlıların efendisi olmaktadır. Dağlardaki yaşam ve denge, bu yama
no kami sayesinde devam etmektedir. Japon anlayışına göre yama no
kamiler, yılın belli zamanlarında dağlardan köylere ve tarlalara inerek
tarlalara bereketi getirmekte, köylüleri tehlikelere karşı korumakta ve bir
süre sonra yaşadıkları dağlara tekrar dönmektedir. Bunun yanı sıra yama no
kamilerin bazen, bulundukları dağları terk ederek başka dağlara
gittiklerine de inanılmaktadır. Böyle bir durum olduğu takdirde, o dağa başka
bir kami gelmekte yahut dağ kamisiz kalmaktadır. Dağın kamisiz kalması halinde
oradaki ağaçlar, hayvanlar ölmeye ve nehirler kurumaya başlamaktadır.
Belirttiğimiz bu ifadelerden yama no kaminin başta dağlar olmak üzere
tabiat unsurlarının yenilenme ve yaşam gücünü ifade ettiği anlaşılmaktadır.[272]
Sangaku shinko anlayışında önemli bir unsur olan yama no kami,
çoğunlukla dişil olarak tasvir edilmektedir.[273] Bu nedenle dağ anlayışında
önemli bir yere sahip olan ve yama no kaminin avlanmak veya ağaç kesmek
için dağa çıkan avcı ve odunculara bir kadın biçiminde gözükerek yardımcı
olduğu/koruduğu ve bu kişilere öfkeli bir veçhe ile göründüğü ifade
edilmektedir. Bazen de bu yama no kamilerin insanlara yılan, domuz, tilki ve
tavşan gibi birtakım hayvanların formunda göründüğü belirtilmektedir.[274] Yama no
kamilerin dişil olarak tasvir edilmesi onların doğurganlıkla, bereketle ve
tarımla ilişkili olmasından kaynaklanmaktadır. Bu nedenle yama no kamiler,
kutsal anne olarak görülmektedir. Sangaku shinko anlayışına göre
dağda doğan kaynak suları yama no kami ile yakından ilişkili görülmekte
ve bu suların oluşturduğu haraegawa (arınma nehri) olarak isimlendirilen
nehirlere girmek rahme girmeye benzetilmektedir.[275] Bu anlayışa göre yama no
kamiden, yani kutsal dağdan çıkan bir nehre giren kişi, dünyadan kendisini
soyutlayıp adeta anne rahmine geri dönerek saf, duru haline ulaşmaktadır. Bu
uygulama, genellikle sangaku shinko bağlamında gelişen dağda çileci
uygulamaları icra etmeyi savunan Shugendo geleneğinin mensupları
arasında icra edilmekte ve bu geleneğin takipçileri dağı bir anne olarak
görmektedir.[276]
Yama no kami, kaynaklarda Kutsal On iki ya da Bayan On iki
olarak bilinen Juni san şeklinde de tanınmaktadır. Bunun sebebi ayların
on ikinci gününün yama no kamiler için kutsal olmasıdır. Bu inanışa göre
yama no kami yılda bir kez on iki tane çocuk doğurmakta ve bu çocuklar
yılın on iki ayına karşılık gelmektedir. Buradan hareketle Juni san’ın,
yani yama no kaminin bir yılın oluşmasında etkin bir rol oynadığı ve
oynadığı bu rolün doğumla ilişkilendirildiği söylenilmektedir. Japonlar bu
anlayışın bir yansıması olarak aralık ayının on ikisinde yama no kaminin
kendilerine zarar verebileceği korkusuyla dağlara çıkmaktan kaçınmaktadır. Bu
durum yama no kaminin öfkeli bir veçhesinin de olduğuna işaret
etmektedir.[277]
Sangaku shinko anlayışının önemli diğer bir unsuru dağlarda ikamet eden yama
no kamiye ve ata ruhlarına atfedilen tapınakların bulunmasıdır. Bu
tapınaklar dağlarda bulundukları konum itibariyle ikiye ayrılmakta ve yamamiya
ve satomiya şeklinde adlandırılmaktadır. Bunlardan yamamiya dağ
tapınaklarının genel adı olarak da kullanılmakla birlikte genellikle dağın
zirvesindeki tapınağı; satomiya ise dağın eteğindeki tapınağı ifade
etmektedir. Özellikle Budizm’in Japonya’ya girmesinden sonra yamamiya,
yani dağların zirvesinde bulunan tapınaklar inşa edilmiş ve din adamları
buralarda çeşitli ayinler icra etmiştir. Satomiyalar ise çoğunlukla
sıradan halkın yama no kamiye sunular sunduğu ve dua ettiği tapınaklar
olmuştur. Yamamzyalar, dağlarda bulunan ve yama no kamiye
atfedilen tapınakları; kamiler, Budalar ve Bodisatvalar başta olmak üzere
kutsal varlıkların en yoğun şekilde bulunduğu dağın belli yerlerini; dağlarda
tarımsal bereketlilik ve ata ruhları için yapılan ayinleri[278] ifade etmektedir. Buradan yamamiya
kavramının dağı belirten çok yönlü bir kavram olduğu anlaşılabilir.[279]
Sangaku shinko anlayışı içerisine dâhil olan dağlar, ibadete açılması ve riyazet
hayatına hizmet etmesi yönünden üç tipe sahiptir. Bunlardan ilki Koya
tipi dağlardır. Koya tipine dâhil olan dağlarda yama no kami ve
bu kaminin oğlu bulunmaktadır. Yama no kami ve oğlu, insanlara yardım
ederek bulundukları dağda bir tapınak yapılmasını istemektedir. Bu duruma en
somut örnek bu dağ tipine ismini veren Koya Dağf dır. Efsaneye göre
ezoterik Shingon Budizmi nin kurucusu olan Kukai [280] , Koya
Dağı’ndayken önce bir avcı sonra da annesi ile tanışmıştır. Kukai,
bu avcının annesiyle tanıştığında onun Koya Dağının Nibutsuhime isimli yama
no kamisi olduğunu anlamıştır. Bunun üzerine Kukai, dağa bir tapınak
yapmak istemiş ve bunun için Nibutsuhime isimli kamiden izin almıştır.
Böylece, günümüzde Shingon Budistleri için merkez konumunda olan Koya Dağı
’nda büyük bir tapınak kurulmuştur. Buraya kadar ifade ettiklerimizden
hareketle Koya tipine giren dağların kendilerine ait bir yama no kami
sinin olduğu ve bu kami ile de karşılaşılıp onun koruyuculuğu altında bir
tapınak inşa edildiği söylenebilir.[281]
Dağ tiplerinin ikincisi Nikko tipidir.
Bu tipe göre yama no kami, kendi dağında doğru bir şekilde avlanan ve
iyi eylemlerle kendisine yardım eden bazı avcıları mükâfatlandırmaktadır. Bu
tipe dâhil olan dağlar hakkında yama no kaminin ve ona yardım eden bir
avcının bulunduğu, bu avcının ona yardım ettiği takdirde ödüllendirildiği ve
zamanla bu dağın avcılık bağlamında kutsallaştığı söylenebilir. Bu duruma en
güzel örnek efsanevi bir kişi olan Banzaburo’nun yaşadığı olaydır. Buna
göre Nikko Dağknın yama no kamisi Akagi Dağknın yama no kamisine
saldırmak istemiş ve bunun için yetenekli bir avcı ve iyi bir okçu olan Banzaburo'dan
yardım istemiştir. Bu yardım teklifini kabul eden Banzaburo da Akagi
Dağı'nın yama no kamisini ok ile gözünden vurmuştur. Bunun sonucunda Nikko
Dağı' nın yama no kamisi, Banzaburo'ya Japonya’nın her dağında ve
ormanında avlanma hakkını vererek onu ödüllendirmiştir. Zamanla avcılar
arasında Banzaburo da kutsal bir varlığa dönüşerek avcılık ile ilgili
bir kamiye dönüşmüş, [282] onun
bulunduğu dağ ise kutsal dağlar kategorisine girmiştir. Özetle bu tipe dâhil
olan dağlar hakkında yama no kaminin ve ona yardım eden bir avcının
bulunduğu, bu avcının ona yardım ettiği takdirde ödüllendirildiği ve zamanla bu
dağın avcılık bağlamında kutsallaştığı söylenebilir.[283]
Dağ tiplerinin üçüncüsü ve sonuncusu Shiiba
tipidir. Bu tip genellikle Kyushu’daki Shiiba Köyü"nde yaygın
olmaktadır. Bu tipe göre yama no kami, kendisini yardıma muhtaç yaşlı
bir kadın formunda göstererek yardım istemektedir. Kendisine yardım edenleri
ise ödüllendirmektedir. Bunun gibi olayların yaşandığı dağlar bu tipe dâhil
olmaktadır.[284]
Sangaku shinko anlayışına dâhil olan dağların bu üç tipi, dağların
efsanevi geçmişlerine dayanarak ve günlük yaşamda gerçekleşen bazı olayları göz
önünde bulundurarak gelişmektedir. Bu üç tipe dâhil olmayan dağlar da
bulunmaktadır. İfade ettiğimiz üç tipe dahil olmayan dağların her biri kendi
tipini oluşturmakta ve kendisine has efsanevi bir geçmişe sahip olmaktadır.
Başka bir ifadeyle Japonya’daki dağların genelde bu üç tipi bulunmakla
birlikte, bu tiplere girmeyen dağlar da bulunmakta ve bu dağlar kendi
kültlerini oluşturmaktadır. Buradan hareketle Japonya’da bulunan hemen hemen
bütün dağların kendisine ait bir inanışının bulunduğu söylenebilir. Bu durum sangaku
shinkonun oldukça geniş bir anlayış olduğunu göstermektedir.
İfade ettiklerimiz bağlamında sangaku shinko
anlayışı içerisinde bulunan ve bunun Japon dinleri açısından önemini belirten
üç özellik hakkında bilgi vermemiz gerekmektedir. Sangaku shinko anlayışının
temelinde yatan bu özellikler, dağların kutsal varlıklarla, tarımla (bereketle)
ve ölümle ilişkili olmasından gelmektedir.[285]
Kutsal Varlıkların
İkamet Ettiği Yerler Olarak Dağlar
Sangaku shinko anlayışının ilk özelliği dağların kutsal varlıklara ev
sahipliği yapması ve insanların bu varlıklarla burada karşılaşmasıdır. Bu
anlayışa göre kamiler, Budalar, Bodisatvalar ve diğer varlıklar dağlarda
bulunmakta ya da kendi dünyalarından bu dünyaya dağlar vasıtasıyla geçmektedir.
Özellikle bu kutsal varlıkların insanların ulaşması zor olan dağ zirvelerinde
yoğun bir şekilde bulunduğu bilinmektedir. Bu yerlere oku ya da kuma
denilmektedir. Ayrıca vadilerin girişinde bulunan ve naka olarak
isimlendirilen yerlerde ve hotori olarak isimlendirilen ovalarda ve tarım
arazilerinde de bu varlıklar bulunmaktadır. Japonlar bunun gibi bölgelerde
kamiler, Budalar, Bodisatvalar ve diğer varlıklar ile iletişime
geçebilmektedir. Ancak bunlar arasındaki en kutsal yer, dağların ulaşılması zor
olan yerleridir.[286]
Japonlar, hem halk inanışlarında hem de
Şintoizm’de önemli bir yere sahip olan kamilerin gökten dağlara indiğine
inanmaktadır. Hatta dağların zirvelerinin koni biçiminde olmalarının nedenini
kamilerin dikkatlerini çekmek ve onların buraya rahat bir şekilde inmeleri olarak
bilinmektedir. Tarihsel süre boyunca avcılar, şamanlar ve çilekeşler,
ulaşılması güç olan dağ zirvelerine çıkarak kamilerle ve ruhlarla iletişime
geçmiş, bu suretle hastaları iyileştirme ve uçma (fiziki olarak)[287] gibi
birtakım doğaüstü güçlere sahip olduklarına inanılmıştır. Dağlara tırmanarak
kutsal varlıklarla karşılaşma isteği özellikle Budizm’in gelişiyle başlamıştır.
Budizm Japonya’ya geldiğinde, gidilmesi yasak olan ve gidildiği takdirde yama
no kaminin öfkesiyle karşılaşıldığına inanılan dağlara gidilmeye ve
buralarda ayinler icra edilmeye başlanmıştır. Bu süreçte dağlar sadece
kamilerin değil, aynı zamanda Budaların ve Bodisatvaların da mekânı olarak
görülmeye başlanmış ve bu mekanlar onlarla doğrudan iletişime geçilebilen
mekânlar haline gelmiştir. Böylece Japon dini anlayışında bazı dağ merkezli
gelenekler ortaya çıkmıştır.[288]
Birçok metinde Budaların ve Bodisatvaların,
Japonya’ya geldiklerinde Şinto kamilerinin formuna büründükleri ve orada ikamet
yeri olarak dağlarda kaldıkları geçmektedir.[289] Bu durum dağların,
Şinto-Budist etkileşimi sürecinde de etkin bir rol oynadığını göstermektedir.
Şinto-Budist etkileşimi bağlamında Japon Budizmi’nin önemli şahsiyetlerinden
biri olan Kukai, dağların Budaların görselleştiği yer olduğuna ve
Budaların yurdu olarak göründüğüne inanmıştır.[290] Buradan Budizm’in gelişinden
sonraki Japon dini anlayışının sangaku shinkoya birçok unsuru kattığı ve
onu Budist kavramlarla yoğurduğu anlaşılmaktadır.
Japonya’daki ezoterik geleneğe dahil olan
çilekeşler, doğaüstü varlıklarla irtibata geçmek ve üstün güçlere kavuşmak için
dağlarda çileci uygulamalar yapmaktadır. Bu bağlamda bu çilekeşler dağların
ulaşılması zor olan yerlerine giderek çileci bir hayat sürmekte ve bunun
sonucunda kamilerle, Budalarla, Bodisatvalarla ve diğer varlıklarla temas
kurmaktadır. Özellikle ezoterik geleneklerin Japonya’da yaygın olduğu Heian
Dönemi’nde (781-1191) dağlardaki çileci uygulamalar artmış ve çeşitli
gelenekler ortaya çıkmıştır. [291]
Ölüler Alemi ve Mezar Yeri Olarak Dağlar
Sangaku shinko anlayışının bir diğer özelliği dağların ölülerin
ruhlarıyla ilişkilendirilmesidir. Kaynaklara göre Japoncada dağ anlamına gelen yama
kelimesi ölüm ve mezarla ilgili kavramları ifade etmek için kullanılmaktadır.[292] Bu
kavramlardan birisine göre dağ ile kofun (höyük, tepe) arasında bir
ilişki bulunmaktadır. Özellikle kofun kelimesinin kullanılmadığı bir
dönem olan Heian Dönemi’nde hükümdarların mozolesine (mezarına) yama,
yani dağ; bu mozoleyi yapan görevlilere ise yama tsukuri no tsukasa,
yani dağı yapan (diken) görevli adı verilmektedir. Burada cenazedeki
tabuta yama oke, yani dağ kutusu; bu tabut için mezar kazma işine
yama shigoto, yani dağ işi denilmektedir. Ayrıca mezarlık
alanının içerisinde defin yerini seçmeye yama gime, yani dağı seçme
adı verilmektedir. Cenaze töreni başladığında töreni yöneten kişi yüksek sesle Dağa
gidiyoruz! Dağa gidiyoruz! anlamına gelen Yamayuki! Yamayuki! şeklinde
sözler söyleyerek ölüyü, mezarı ve cenaze merasimini dağla özdeşleştirmektedir.
Özetle tabut, mezar, mezar kazma ve cenaze merasimleri gibi ölümle ilgili olan
kavramların dağ ile belirtilmesi, dağların ölüm ve ölüler ruhlarıyla olan
ilişkisini Japon dini anlayışında açık bir şekilde ortaya koymaktadır.[293]
Bu anlamda dağların ölülerin dünyası,
yaşayanların ve ölülerin buluşma yeri, cennet ile cehennem arasındaki sınır ve
bu dünyadan, kutsal olmayandan diğerine, yani kutsal olana geçiş yolu olduğuna
inanılmaktadır. Bu özelliği ile dağlar, bir nevi ölüm ve hayat arasındaki
sınırı oluşturmaktadır. Aynı zamanda bu mekanlar kami, yaşam ve ölüm [294] gibi
unsurların bir araya gelip doğadaki düzeni sağladıkları yer olarak
görülmektedir.[295] Bu nedenle
ölüler genellikle dağlara gömülmekte ve ölmüş atalara dağlarda dua
edilmektedir. Bu bakımdan dağlar shide no yama (diğer dünyaya götüren dağ/ölüler
dağı) olarak da isimlendirilmektedir.[296]
Dağlarda, ölü ruhları, onları yama no
kamiye, yani dağ kamisine dönüştüren arındırma işlemine maruz kalmaktadır.[297] Böylece ölü
ruhları, kami yahut kami benzeri varlıklar haline gelmektedir. Ölülerin
dağlarda bu şekilde bir arınma işlemine maruz kalarak yama no kamiyle
birlikte anılması sonucunda, bu hayattaki tarımsal bereketlilik yama no kaminin
ve ölmüş ataların ruhları vasıtasıyla sağlanmaktadır. Başka bir ifadeyle doğa
olaylarının işleyişini sağlayan ve tarımda bereketi arttıran hem yama no
kami hem de onun yanında bulunan kami olan ölmüş insanlardır. Bu durum
ölmüş ataların ruhlarının kami olarak yama no kami rolüne büründüğü
şeklinde de açıklanabilir.[298]
Ölülerin ruhlarıyla dağlar arasındaki ilişki Bon
festivalinde görülebilmektedir. Bu festival genellikle Ay takviminin yedinci
ayının on üçüncü ve on altıncı günlerinde (Temmuz-Ağustos) kutlanmaktadır. Bazı
yerlerde büyük bonbi[299], yani bon
ateşleri, ölü atalarının ruhlarını karşılamak için dağ yamaçlarında
yakılmaktadır. Bu duruma paralel olarak Bon ile ilgili iki farklı
gelenek bulunmaktadır. Bunlar bon michi tsukuri ve bon bana mukae
şeklindedir. Bunlardan ilki olan bon michi tsukuri geleneğine göre
ataların ruhlarının geçişini sağlamak için dağlardan ya da yamaçlardan otlar
temizlenmekte, böylece ata ruhlarının yolculuğuna engel olan unsurlar ortadan
kaldırılarak onlara yol gösterilmektedir. İkinci gelenek olan bon bana
mukaeye göre ise çeşitli çiçekler, ata ruhlarına dağdan inmeleri ve kendi
soylarından gelenleri korumaları için sunulmaktadır. Buradan Bon
festivalinin, temelde ata ruhlarına ve ölülere yol gösterme ve saygı amacıyla
yapıldığı söylenebilir. [300]
Tarım ve Bereket
Açısından Dağlar
Sangaku shinko anlayışının bir diğer özelliği, dağların tarım ve
bereketle ilişkili olmasıdır. Buna göre dağlar, Japonlar nezdinde tarımda
bereketi arttıran, hasadın verimli geçmesini sağlayan ve bununla bağlantılı
olarak tarım arazilerine su sağlayan önemli bir unsurdur. Bu bakımdan dağların
tarımla ve bereketle ilişkili olması, yama no kami bağlamında dağlar ile
ilgili birtakım anlayışların oluşmasına neden olmaktadır. Bu anlayışlardan
birisi yama no kaminin ayrıca ta no kami (prinç tarlası kamisi)
şeklinde bilinmesidir.[301]
Sangaku shinko anlayışına göre yama no kami ilkbahar ve yaz
aylarında dağlardan, -başta pirinç tarlaları olmak üzere- tarlalara inip ta
no kami adını alarak onun rolünü üstlenmekte, verimliliği sağlamakta ve bu
tarlaları her türlü tehlikelere karşı korumaktadır. Akabinde ise ta no kami,
sonbahar ve kış aylarında tekrar dağa dönerek yama no kami halini
almaktadır. Bu döngü sürekli devam ederek doğanın dengesi sağlanmaktadır. Yama
no kaminin ta no kamiye dönüşmesi sürecinde insanlar, bu kaminin
karşılanması ve dağa gönderilmesine ilişkin çeşitli ayinler yapmaktadır. Diğer
bir ifadeyle yama no kami ilkbahar ve yaz mevsimlerinde dağlardan
tarlalara inerek tarım ve bereket kamisine, yani ta no kamiye
dönüşmekte, sonbahar ve kış aylarında ise ta no kami, yama no kamiye
dönüşerek dağlara dönmektedir.[302]
Dağlar, tarımla ve bereketle ilişkilendirilmeye
paralel olarak, suyla da yakından ilişkili görülmektedir. Nitekim hem tarımda
hem de insanların yaşamında önemli bir yere sahip olan su, dağlardan doğarak
nehirleri oluşturmakta, köylere ve kasabalara hayatı getirmektedir. Bu bakımdan
dağların, -daha önce bahsettiğimiz gibi- kaynak sularıyla ilişkilendirildiği ve
bu suların da tarımla ve verimlilikle bağlantılı olduğu anlaşılmaktadır.[303]
Ta no kami için yapılan tarımsal ayinler, sangaku shinko anlayışının
oldukça eski olduğuna işaret etmesi bakımından önemlidir. Nitekim dağ
eteklerinde bulunan ayin araçlarının, hasat, bereket ve şükran ayinleriyle
ilişkili olduğu bilinmektedir. Bu durum sangaku shinko anlayışının
eskiliğinin tarım ve verimlilik bağlamında geliştiğini işaret etmektedir.
Ayrıca tarımsal ayinlerin, -pirinç başta olmak üzere- birçok ürünün hasadı ve
yılın ilk meyveleri ile ilişkili olması ayrı bir önem teşkil etmektedir. Bu
durum sangaku shinko anlayışının temellerinden birinin tarım ve bereket
olduğunu göstermektedir. Sangaku shinkonun tarımla bu eski ilişkisi,
Şintoizm’in ayin-dua kitabı olarak bilinen Norito"da
belgelenmektedir. Sangaku shinkonun önemini ve oldukça uzun bir geçmişe
sahip olduğunu gösteren en somut örnek, dağların tarım ve bereketle ilişkili
olması ve bu amaçla çeşitli ayinlerin icra edilmesidir.[304]
Ünlü Japon halk bilimci Kunio Yanagita
(1875-1962), yama no kami ile yeni yıl ve Bon festivallerinde
evlerini dağlardan inerek ziyaret eden ve tekrar dağa dönen ata ruhları
arasında bir bağ kurmaktadır. Buna göre yama no kami, ilkbahar ve yaz
mevsimlerinde dağlardan tarlalara, köylere ve kasabalara inerken ata ruhlarını
da yanında getirmektedir. Bu ata ruhları kendi nesillerinin evlerine uğrayarak
onları her türlü tehlikelere karşı korumaktadır. Bu durum sangaku shinkonun
hem ölüm ve ata ruhlarıyla hem de tarımsal faaliyetlerle yakından ilişkili
olduğunu bir kez daha açıkça göstermektedir. Ayrıca Japonya’da erkeklerin kendi
hanımlarına kadınların doğurganlık
ve bereket ile ilişkili
olan yama no kami şeklinde hitap etmesi, yama no kami kavramının
sosyal hayattaki önemini ayrıca göstermektedir.[305]
Japon dini anlayışındaki dağ kültünü ifade eden
sangaku shinko anlayışı Japon folklorunu oluşturan ve geleneksel bir
şekilde belli bir doktrine sahip olmayan bir anlayıştır. Doktrine sahip
olmayışı, onun, birçok inanış içerisine dâhil olmasına neden olmuştur. Bunun
sonucunda ise Japonya’daki dinler bu folklordaki sangaku shinko anlayışını
bünyesinde barındırmıştır. Böylece sangaku shinko anlayışı, gelişimine
ve farklı geleneklere dönüşümüne birçok inanışa dâhil olarak
gerçekleştirmiştir. Bu bağlamda Şintoizm ve Budizmdeki sangaku shinko,
yani dağ kültü anlayışı incelenecek ve dâhil olduğu din bağlamında bilgi
verilecektir. Ancak her iki dinin birbirleriyle bazı ortak paydalara sahip
olduğu ve bunların da sangaku shinko anlayışına yansıdığı
unutulmamalıdır.
Şintoizm, Japon ulusuyla özdeşleşmiş ve Japon
olmayla eş değer olarak görülen bir dindir. Bu durum, onu, Japonlar nezdinde
folklordan beslenen milli bir din konumuna getirmiştir. Şintoizm’de Japon
folklorunun da temelinde bulunan kami, insan ve doğa kavramları arasında büyük
bir ilişki bulunmaktadır. Bu ilişki Şintoizm’in tabiat fenomenleriyle insanlar
arasında kesintisiz bir bağının bulunduğuna ve bu bağın da kamilere ulaşmak
için sağlandığına ışık tutmaktadır. Kami ile insanlar arasındaki ilişkiyi sağlayan
tabiat, birçok fenomeni ihtiva etmektedir. Bu fenomenlerden birisi olan dağ,
insanlar ile kamiler arasındaki ilişkinin en somut örneği olmaktadır.
Şintoizm’de dağ kültü, Japon folkloründeki
sangaku shinko anlayışı ile büyük oranda paralellik taşımaktadır. Sangaku
shinko anlayışındaki tarım, ölüm ve kutsal varlıklarla ilişkilendirilen dağlar
Şintoizm’de de bulunmaktadır. Özellikle Şintoizm sangaku shinko, yani dağ kültü
anlayışına kendine has birtakım unsurları dâhil etmektedir. Bu unsurlar
genellikle kutsal metinlerde geçen yaratılış, imparatorluk ve tapınak
konularıyla ilgili olmaktadır.
Şintoizm’in sangaku shinko
anlayışı bağlamında kabul ettiği şeylerden birisi dağların yaratılışla ilişkili
olmasıdır. Nitekim Şinto mitolojisine göre kamiler, evrenin yaratılışında, ilk
önce, dağları ve dağ kamilerini yaratmıştır. Özellikle Kojikide[306] geçen
bir mite göre gök ve yer oluştuğunda Takamagahara’da bulunan ilk
kamiler, çeşitli kamileri yaratmıştır. İlk kamiler tarafından yaratılan bu
kamiler de Izanagi ve Izanami ismindeki iki kamiyi yaratmıştır.
Izanagi ve Izanami, yeryüzüne inerek kutsal mızrakla Onogoro Adası ’nı
yaratmış, akabinde bu adaya ayak basmışlardır. Izanagi ve Izanami, bir sütunun
etrafında dönerek ayin yapmış, bunun sonucunda çeşitli adaları (Japon adaları),
denizler, ağaçlar, rüzgarlar, vadiler ve dağlar gibi birçok tabiat fenomenini
ve bu fenomenlerle ilişkili olan kamileri yaratmışlardır. Bunlar arasında yama no kami, yani dağ kamisi Ohoyamatsumi
(Oyamatsunakami) de yer almıştır. Bu kamilerin ve doğa unsurlarının
doğmasından sonra İzanami, son çocuğu olan ateş kamisini doğurmuş ve bu sırada
ateşler içinde kalarak ölmüştür. İzanami’nin ölümü üzerine sinirlenen İzanagi,
ateş kamisini öldürmüş ve ölen ateş kamisinden de sekiz dağ doğmuştur.[307]
Şintoizm’de dağ kültünün göze çarpan diğer bir
özelliği, aynı zamanda yaratılış mitosuyla ilişkili olan imparatorluk
anlayışıdır. Kojiki ve Nihongi gibi metinlere göre birçok kaminin
yaratılmasından sonra Izanagi ve Izanami’ni kızı Amaterasu, torunu Ninigi’yi
yeryüzüne yollamıştır. Ninigi, burada, hem Ohoyamatsumi’nin kızı hem de Fuji
Dağı’nın kamisi olan Konohana Sakuya Hime[308] ile
evlenmiştir.[309] Konohana
Sakuya Hime ile Ninigi’nin evliliğinden üç çocuk doğmuş ve bu çocukların
soyundan Jimmu gelmiştir. Jimmu, atası Ninigi’nin nesilden nesile
aktardığı bilgi ve Amaterasu’nun yardımı ile Japon topraklarını bulup
birleştirmiştir. Böylelikle Japonya’nın ilk imparatoru Jimmu olmuştur. Buradan
ise Japonya’yı birleştiren ve kuran İmparator Jimmu’nun yama no kaminin
soyundan geldiği anlaşılmıştır. Özetle Japonya’nın efsanevi ilk imparatoru
Jimmu, Konohana Sakuya Hime olarak bilinen bir yama no kaminin soyundan gelmiş
ve Japon topraklarının düzenini sağlayarak bu toprakları yönetmiştir. [310]
Şintoizm’de dağ kültü bağlamında, buraya
aktardıklarımızdan hareketle yaratılış hadisesinin dağ ile ilişkili olduğu ve
imparatorluk sülalesinin, -özellikle efsanevi ilk imparatorun- bu kamilerin
soyundan geldiği anlaşılmaktadır. [311] Şintoizm’de dağ kültünün
imparatorluk anlayışındaki önemini vurgulayan bir diğer örnek, imparatorların
kendi hükümranlık yetkilerini dağda almalarıdır. Bu anlayışa göre imparatorluk
ailesinin ve tüm Japonya’nın kamisi olan Amaterasu, tahta yeni çıkan
imparatora ruh kutusunu dağda indirmekte ve imparatorluk ruhunu, tahta
çıkışında ona vermektedir. Diğer bir ifadeyle Japon imparatorlarının kendi
yönetim gücünü aldıkları kutsal kutu, dağda verilmektedir.[312] Kaynaklarda imparatorların
dağlarda bu şekilde gizemli olaylara şahit olmalarına, imparator Jimmu’nun,
Kyushu’dan Yamato’ya giderken Yoshino Dağı’nda konaklaması örnek olarak
gösterilmiştir. Jimmu, bu bölgede kamptayken, bir gece Amaterasu görünmüş ve Jimmu’ya
büyüsel güçler bahşetmiştir. Benzer şekilde imparator Temmu’nun da tahttan
indikten sonra Yoshino Dağı’nda çeşitli uygulamalarla uğraştığı ve yine bu
dağda imparatorluğu sırasında yaptığı savaşlardan galip gelmek için
Amaterasu’dan
yardım istediği bilinmektedir.[313]
Japon imparatorluk sisteminin sangaku shinko
ile olan bağlantısına son bir örnek olarak, kofun tipi mezarlar gösterilebilir.
Nitekim kaynaklarda VII. yüzyıla kadar olan süre içerisinde imparatorların
mezarlarının dağı andıran bir tümülüse benzer şekilde yapıldığı geçmektedir. Bu
yapılara misasagi (kıymetli mezar) ya da sanryo (imparatorluk dağı)
denilmektedir.[314] Bu
yapılardan en bilineni İmparator Nintoku’nun (ö. 399) mezarıdır. İmparator
Nintoku’nun mezarı anahtar deliği şeklinde yapılmış ve mezarın girişine torii
konulmuştur. Toriiden girildiğinde ölüler alemi özelliği taşıyan dağlara
giriliyormuş gibi hissedilmiştir. İmparatorların mezarlarının dağı andıracak
şekilde yapılması, dağ ile ölüler alemi arasındaki ilişkinin somut bir örneğini
teşkil etmiştir.[315]
Şintoizm’deki dağ kültüne Şinto tapınaklarında
yoğun bir şekilde rastlanmaktadır. Nitekim Şintoizm’e göre dağlar, tapınak
işlevi görebilmektedir. Bu bağlamda dağlar, shintai (mitamashiro) olarak
nitelendirilmektedir. Kaynaklarda shintai, kami bedeni ya da kutsal
öz olarak geçmekte ve içerisinde kami bulunan obje ya da kaminin tecelli
ettiği yer olarak ifade edilmektedir. Bu kavrama göre kamilerin tecelli ettiği
yerler ya da objeler kutsal bir özellik kazanarak shintai olabilmektedir.
Shintailer, tapınaklardaki kutsal nesneler (ayna, kılıç ve mücevher), tabiatta
bulunan ağaç, nehir, taş ve dağ gibi fenomenleri ihtiva etmektedir. [316] Shintai,
dağları karşıladığında shintaizan şeklinde isimlendirilmektedir.
Kamilerin dağ olarak görülmesini ifade eden ve ilk olarak Shoku Nihongide
geçen shintaizan kavramı, bazı Şinto tapınaklarıyla - daha önce bahsettiğimiz
gibi- bir ilişki içerisindedir. Bu ilişki, tapınakların bünyesinde barındırdığı
ve kaminin kutsandığı honden, yani ana salon ile ilgilidir.[317] Bu ilişkiye
göre bazı Şinto tapınaklarının kaminin kutsandığı ana salonu olmamakta, bunun
yerine ana salon olarak tapınağın yakınındaki bir dağ kabul edilmektedir. Doğal
olarak Şinto tapınaklarındaki ana salonunun yerine dağ geçmekte ve dağ,
shintaizan olarak görülmektedir. Bir başka ifade ile bir tapınağın hondeni, dağ
olarak kabul edilmektedir.[318]
Dağların shintaizan olarak görülmesine birkaç
tapınak örnek gösterilebilir. Bu tapınaklar arasında en bilineni ve göze
çarpanı Omiwa Jinja’dır. Omiwa Jinja, kendi hondeni, yani ana salonu
olarak yakınındaki Miwa Dağı’nı kabul etmektedir. Doğal olarak bu özelliği ile
Miwa Dağı, kendi eteklerinde bulunan Omiwa Jinja’nın shintaizanı olarak kabul
edilmektedir.[319] Benzer
şekilde Kaimon Dağı’ndaki Hiragiki
Jinja'’da
da ana salon olarak bir dağ kabul edilmekte ve ibadetler bu dağda
yapılmaktadır.[320]
Şintoizm’de dağ kültü, yukarıda belirttiğimiz
üç kavram bağlamında ifade edilebilir. Bu üç kavramın yanında dağ kültünün,
başka bir durumda da önemine rastlanmaktadır. Bu, sembolik/yapay dağ ile ilgili
olan bir anlayışta görülmektedir. Bu anlayışta kutsal bir dağı sembolik olarak
karşılayan bir obje bulunmakta ve bu obje Şinto ayinlerinde ve festivallerinde
kullanılmaktadır. Kutsal bir objenin, sembolik olarak dağ kabul edildiği bu duruma
tsukuriyama, yani dağ yapmak; bu objeye ise shimeyama,
yani yapay dağ denilmektedir. Bu kavramlar insan elinden çıkan birtakım
yapıların ve objelerin sembolik bir şekilde kutsal dağ olarak görülmesi
durumudur. [321]
Yapay dağlar, Şinto
ayinlerinde ve festivallerinde kullanıldığında, kutsal enerji ile dolmakta ve
bunun sonucunda kaminin indiği bu objeler shintai ya da yorishiro[322] olabilmektedir.[323]
Festivallerde kullanılan ve tahtırevana benzeyen mikoshi ve danjiri gibi
objeler, shimeyama, yani yapay dağ işlevi görerek kamiyi çağırmakta ve kutsal
ile dolmaktadır. Festival sırasında insanlar, bu objelerin üzerine sanki dağa,
kami ile karşılaşma amacıyla çıkıyormuş gibi
çıkmaktadırlar. Bu objelerin yanı sıra bazı ayinlerde kullanılan sütun ve huni
gibi objeler de yapay dağ işlevi görmekte, doğal olarak aynı amaca
yönelik olmaktadır.[324]
Şintoizm ekseninde düşünüldüğünde Japonya’nın
belli başlı üç dağının ayrı bir kült oluşturduğu söylenebilir. Bu üç dağ,
literatürde sanreizan olarak bilinmektedir. Sanreizan, kelime manasıyla üç
kutsal dağ anlamına gelmektedir. Terim olarak ise volkanik güçle
ilişkilendirilen Fuji Dağı, ölüler diyarı olarak Tate Dağı ve su (bereket) ile
ilişkilendirilen Haku Dağı’nı ve bu dağların kültlerini ifade etmektedir.[325] Fuji, Tate
ve Haku dağları, başta Şintoistler olmak üzere Japonya’daki diğer dine mensup
kişiler için de önem arz etmektedir. Fuji Dağı, volkanik güç ve Japon
imparatorlarının atası olarak kabul edildiği için Japonya’nın hem siyasi hem
sosyal hem de dinse l sembolüdür. Benzer şekilde Tate Dağı da zirvesindeki
sıcak ve mineralli suları barındırmasından ötürü ölüler diyarı, özellikle de
cehennemle ilişkilendirilmektedir. Haku Dağı ise zengin su kaynaklarına sahip
olması ve tarihte çeşitli doğaüstü olaylara ev sahipliği yapması bakımından
önem teşkil etmektedir. Zikrettiğimiz bu üç dağ, dar anlamda Şintoistlerin
geniş anlamda Japonların kendi milli ve dinsel karakterlerini üzerlerine inşa
ettikleri sütundur. Bu dağlardan biri ve diğerlerinden daha önemli olan Fuji Dağı
hakkında bilgi vermek sanreizan anlayışını anlamada yararlı olacaktır.[326]
Fuji Dağı, Japon tarihinde sosyal,
dinsel ve siyasal her alanda etki bırakmıştır. Özellikle volkan olması
bakımından, ateşle, suyla ve verimli toprakla ilişkilendirilmiştir. Kaynaklara
göre Fuji Dağı, patladığı zamanlarda dağın zirvesinde tüten dumanlar ve çıkan lavlar
arasında kutsal bir sarayın görüldüğü ifade edilmiştir. Bunun yanında Fuji’nün
püskürmesi bu dağdaki kaminin öfkesini göstermiş ve bunun sonucunda insanlar bu
öfkeyi yatıştırmak için çeşitli ayinler icra edilmiştir.[327] 8 64 yılındaki büyük
patlamasından sonra Fuji Dağı için hükümet, sakinleştirme- şükran ayinleri icra
etmeye ve felaketlerden kaçınmak için Budist sutralarını okutmaya başlamıştır.[328] Aynı
şekilde 840 yılındaki Izu takımadasının Kozu adasındaki volkan patlaması
insanları çok etkilemiştir. İnsanlar bu volkan patlaması sırasında adaların
oluştuğunu görerek kamilerin adaları yarattığını düşündükleri bu olaya meşale
tutarak yardım etmişlerdir. Bu sırada ise bazı kamileri gördükleri
söylenmiştir.[329]
Japonya’nın sembolü olan Fuji Dağı,
yüksekliğinin ve şeklinin farklı olması bakımından insanların dikkatini çeken
bazı özelliklere sahiptir. Sahip olduğu bu özellikler, onun, hem dinsel hem de
sosyo-kültürel manada büyük bir etkiye sahip olmasına neden olmaktadır. [330] Özellikle
Japonya dışındaki ülkelerde yaşayan Japonlar, Fuji Dağı’na oldukça fazla önem
atfettikleri için bulundukları ülkelerdeki dağları Fuji Dağı olarak
görmektedir. Kaynaklarda bu duruma Fujifying, yani Fujileştirme denilmektedir.[331] Başka bir
ifadeyle Fujileştirme kavramı, Japonların kendi milletlerinin soylarının
geldiğini düşündükleri Fuji Dağı’nın, Japonya dışındaki ülkelerdeki dağların
yerini almasıdır. Bir bakıma Japon dağları dışındaki dağların Fuji Dağı gibi
kutsal ve eşsiz bir güzelliğe sahip olarak kabul edilmesidir.
Fuji Dağı, volkan olması hasebiyle, ateş ve su
gibi elementleri bünyesinde barındırmaktadır. Bundan dolayı Fuji Dağı, lav ve
kaynak suyu bağlamında da öne çıkmaktadır. Lav ve kaynak suları ile öne çıkan
Fuji, Asama ya da Sengen olarak adlandırılan tapınaklar ile bir
ilişki içerisine girmektedir.[332] Bu
tapınaklardan Fuji’nin güneyinde Fujinomiya’da bulunanı ve günümüzde en önemli
Sengen tapınaklarından biri olanı Fujisan Hongu Sengen Taisha’’dır.[333] Bu tapınak,
lav akışının durduğu yerde yapılmış ve buradan su fışkırmıştır. Kutsal olduğu
kabul edilen bu suyun tarımda bereketi arttırdığı düşünülmektedir. Ayrıca
hacılar, Fuji Dağı’na çıkarken bu suyla arınarak hac vazifelerine
başlamaktadır.[334]
Fuji Dağı ile ilgili olan inanışlara Daoist
anlayışların etki etmesi ile bu dağın manevi aleme, cennete götüren bir yol
olduğuna inanılmıştır.[335] Bu bağlamda
Fuji’nin cennete/göğe götüren bir yol ya da kapı vazifesi görmesi, onun, üç
zirveli tasvir edilmesine, bunun sonucunda üçlü dağ anlayışının ortaya
çıkmasına neden olmuş ve bu anlayışı geliştirmiştir. Bu üçlü dağ anlayışına
göre bir takım kutsal dağlar, bir yama no kamiye; bu dağda önceden avcılık ve
çeşitli uygulamalar ile uğraşmış sonradan kutsallaşmış bir lidere; bu dağın
kutsallığını halka duyuran ve bu dağ bağlamında çileci uygulamalar geliştiren
dinsel bir öndere sahip olmaktadır. Bu üçleme, Japoncada, sırasıyla, nyotai
shin, zokutai shin ve hottai shin olarak bilinmektedir. Nyotai shin,
zokutai shin ve hottai shinden oluşan bu üçleme, kutsal bir dağın ilahını ve
sonradan oldukça kutsal olarak kabul edilen dini liderleri karşılamaktadır. Bu
üçlemenin ortaya çıkması ve gelişmesi sonucunda, kutsal dağlar üç
tepeli/zirveli ya da üç ayrı dağ olarak algılanmıştır. Özellikle Budizm ve
Shugendo gibi dinsel geleneklerde üçlü dağ anlayışlarına rastlanılmıştır. Bu
tür dağlar arasında Fuji Dağı’nın yanı sıra Dewa Sanzan (Dewa’nın Üç Dağı)
ve Kumano Sanzan (Kumano’nun Üç Dağı)[336]
gibi dağlar örnek gösterilebilir.[337]
Fuji Dağı, güzelliği ile dikkat çekmesi ve bu
bağlamda insanların içerisinde farklı bir his uyandırması bakımından Japonlar
nezdinde sosyal hayata etki eden bir dağ olarak kabul edilmektedir. Japonlar,
Fuji Dağı’na bakmanın ve hayranlıkla seyretmenin bir ayin olduğuna
inanmışlardır. Bu ayine Kuni mi, yani dik dik bakma ayini
denilmiştir. Fuji Dağı, eşsesli bir sözcük olarak da kabul edilmektedir.
Eşsesli bir kelime olmasından ötürü, birçok anlama gelmektedir. Bunlardan ölümsüz
ve sonsuz gibi anlamlar, Fuji Dağı’nın insanlar nazarında ölümsüzlüğü
simgelediğini göstermektedir. Dağların karı koca arasındaki ilişkide önemi
nasıl biliniyorsa, benzer şekilde de Fuji Dağı’nın da bir önemi bulunmaktadır.
Daha önce bahsettiğimiz üzere dağların, karı ile koca arasındaki ilişkide
erkeklerin eşlerine hitap şekli olarak kullanıldığı görülmüştür. Bu bağlamda Fuji
de karı koca arasındaki ilişkide sembolik anlatımlar için kullanılmıştır.337
[338]
Fuji
Dağı, dağ kültü olarak gelişimini ve birçok mucizevi olaya ev sahibi olmasını
bazı tarihsel ve efsanevi kişilere borçludur. Bu kişiler arasında Prens
Shotoku, En no Gyoja[339] ve Matsudai
Shonin zikredilebilir. Kaynaklarda Prens Shotoku’nun ve En no Gyoja’nın Fuji Dağı’na mucizevi bir şekilde uçarak
geldiğine değinilmiştir.[340] Özellikle
de efsanevi bir kişiliğe sahip olan En no Gyoja, Fuji Dağı’nda çileci bir
geleneğin ve buraya özel bir hac uygulamasının oluşmasına zemin hazırlamıştır.[341] Prens
Shotoku’nun ve En no Gyoja’nın Fuji Dağı’na mucizevi bir şekilde gitmesi ve
burada çeşitli uygulamalar icra etmesi Fuji Dağı’nda farklı bir kültün
oluşmasına neden olmuştur. Ancak Fuji Dağı kültünün asıl gelişimi, XII.
yüzyılda yaşamış Matsudai Shonin’in girişimleri ile olmuştur. Matsudai Shonin,
zikrettiğimiz diğer iki kişinin aksine Fuji Dağı’na yürüyerek çıkmıştır. Doğal
olarak bu dağa sıradan bir şekilde ilk çıkan kişi Matsudai Shonin olmuş ve bu
yönüyle Fuji Shonin, yani Fuji Azizi olarak isimlendirilmiştir.
Matsudai, Fuji Dağı’nın zirvesinde 1149’da Dainichiji adında ezoterik
geleneği benimseyen bir Budist tapınağı kurmuştur. O dönemde ezoterik ve çileci
Budist öğretiyi Fuji Dağı’nda uygulayan Matsudai, sayısız kez Fuji’ye çıkmış,
burada oruç tutmuş ve meditasyon yapmıştır. Matsudai’in Fuji Dağı’nda yaptığı
bu faaliyetler neticesinde, kami ve Buda anlayışları bir arada kabul
edilmiştir. Yani Matsudai, birbiriyle artık ayrı anlayış olarak kabul edilen
kami-Buda anlayışını bir kabul etmiş ve bunları Fuji Dağı’na taşımıştır. Bu
anlayışların Fuji’de hâkim olması, Fuji’deki ilahi varlık anlayışının senkretik
bir hal almasına neden olmuştur.
Kaynaklarda Matsudai’in aslında ölmediği Fuji
Dağı’nın koruyucusu olduğu ifade edilmiştir. Tüm bu gelişmeler sonucunda Fuji
Dağı bağlamında Fujiko, yani Fuji Kültü adında bir kült ortaya
çıkmıştır. Söylediklerimizden yola çıkılarak Fuji Dağı’nın, dini ve
sosyo-kültürel hayatta önemli olduğu görülmüş, ancak asıl önemini Şinto ve
Budist ayrımının birleştiği yer olarak görülmesinden almıştır.[342]
Budizm’in, Japonya’ya Nara Dönemi’nde (710-794)
girmesiyle, Japon kültürü ve inanışları büyük ölçüde bu durumdan etkilenmiştir.
Budist doktrin, Japonların inanışlarına ters düşmemiş, aksine Budist unsurlar
geleneksel Japon inanışlarına dâhil olmuştur. Bunun sonucunda eskiden beri
süregelen halk inanışları ve Şintoizm, Budist motifleri içermeye başlamıştır.
Özellikle bu süreç, Heian Dönemi’nde ezoterik Budizm’in ortaya çıkmasıyla iyice
ilerlemiştir. Zamanla Japon halk inanışlarındaki ve Şintoizm’deki anlayışlar,
Budist anlayışlarla ortak paydada bir araya gelmiştir. Bu durum, halk
inanışlarının, Şintoizm’in ve Budizm’in bir araya gelerek etkileşimine neden
olmuş ve birçok dinsel anlayış ortaya çıkmıştır. [343]
Budizm’in Japonya’ya gelmesiyle ve sonraki
süreçte ezoterik doktrini Japon dinsel anlayışlarına sokmasıyla ortaya çıkan
anlayışlar, özellikle çeşitli fenomenler bağlamında gelişmiştir. Bu fenomenlerden
birisi de Japon halk inanışlarında ve Şintoizm’de önemli bir yere sahip olan
dağdır. Dağ, Budizmde önemli bir yere sahip olan ve Budist tapınakların inşa
edilmesinde sembolik tapınak işlevi gören önemli bir unsurdur. Bu durum,
Buda’nın bazı vaazlarını tepeler gibi yüksek yerlerde vermesinden ve Budist
kozmolojinin merkezinde dağın olmasından kaynaklanmaktadır. Dağ fenomeninin
Budizmde önemli bir unsur olması, Japon dini anlayışı ile ortak bir nokta
oluşturmuştur. Bu nedenle Budizm, Japonya’ya geldiğinde mevcut olan dağ
kültünü, yani sangaku shinkoyu Budist motiflerle süslemiştir. Bu
motiflerin Japon dini anlayışını süslemesiyle de axis mundi, hac, mandala
ve riyazet hayatı gibi bazı unsurlar Japon dini anlayışında görülmeye
başlamıştır.[344]
Japon Budizminde dağ, sangaku shinko
anlayışında geçtiği şekliyle ölülerle, mezarla ve ata ruhlarıyla
ilişkilendirilmektedir. Bu bağlamda Japonya’daki Budistler için ölünün
gömüldüğü dağlardaki tapınakların çevresindeki yerler, cehennem ve cennet
olarak görülmektedir. Özellikle gök, yer ve yer altı gibi Budist kozmolojisine
ait olan unsurlar çerçevesince Budistler nezdinde dağlar, bu üç âlemin
kesiştiği noktadır. Nitekim Budizmde on âlemin bulunması ve her âlemde birtakım
varlıkların yaşaması, dağların öteki âleme kapı araladığı anlayışına büyük
oranda katkı sağlamıştır. Yani dağlara gidilerek cehenneme ya da cennete
geçilebilmektedir. Bundan dolayı birçok imparatorun ve dini şahsiyetin mezarı
dağlardadır.[345]
Japon Budistleri arasında dağlar, dünyadaki
birçok kutsal dağın da özelliklerinden biri olan axis mundi, yani yerin
ekseni olarak görülmektedir. Budistler açısından dağların axis mundi
olarak görülmesi, Heian Dönemi’ne dayanmaktadır. Nitekim Heian Dönemi, Çin
kültürünün ve inanışlarının yoğun bir şekilde Japonya’ya geldiği dönemdir,
doğal olarak dağlar da bu anlayıştan etkilenmektedir. Bu durum özellikle
Çin’deki Wutai Dağı'nın Budist kozmolojisinin altın dağı olduğuna ve
cenneti temsil ettiğine dair görüş ile gelişmektedir. Bunun sebebi Çinliler
arasında Wutai Dağı’nın ölümsüzlerin, tanrıların yaşadığı yer olduğuna
ve evrenin merkezinde bulunduğuna dair olan inançtır. Bu inanç, Çin kültürünün
Heian Dönemi’yle nüfuz etmesi ile birlikte Japonya’ya ulaşarak benzer
anlayışların doğmasına neden olmuştur. Heian Dönemi’nde Japonya’ya ulaşan Çin
kültürü ve inanışları, dağların axis mundi olduğuna ilişkin bazı
inanışların gelişmesine zemin hazırlamıştır. Japon dini anlayışının antik
zamanlarında Yoshino Dağının, özellikle bu dağda bulunan Kimpusen
Tapınağı’nın, kozmik dağ merkezi olduğuna inanılmıştır. Bununla ilgili
Budist rahip Doken’in Yoshino Dağı’nda başından geçen şu hikâyesi
oldukça ilginçtir.[346] Bu hikâye
şu şekildedir:
[941 yılının]
Sekizinci ayının ikinci gününde öğlen vaktinde, Doken çileci uygulamalarla
meşgulken, aniden içinde inanılmaz bir soğukluk hissetti. Boğazı ve dili
susuzluktan kurudu. Nefesi neredeyse durdu. Nefesi kesildikten sonra, ruhu
bedeninden ayrıldı ve dolaşmaya başladı. Sonra mağaradan çıkan bir Budist
rahiple karşılaştı. Bu rahip, Doken’in ruhuna bir kap kutsal su verdi. Budist
rahip, kendisinin Vajradhara (Japonca: Shukongo-jin) olduğunu ve
sürekli mağarada Sakyamuni ’nin Yasası’nı korumak için durduğunu
söyledi... Bu rahip zirveden bütün evrenin aşağısını gözetleyebiliyordu. Bu dağ
çok yüksekti ve dağın zemini saftı, tamamen düzdü ve altından ışık o dağın
üzerinde görünüyordu. Kuzeyde yedi hazineden yapılmış bir sunağa sahip olan
altından bir dağ vardı. İkinci rahip bu sunağa oturdu ve Doken’e, kendisinin Zao-bosatsu,
yani Sakyamuni’nin bir görünümü ve Yoshino Dağı’nın asıl ilahı olduğunu
söyledi. Ayrıca bu dünyanın Altın Zirve Dağı’nın, yani Kimpusen'm Saf
Diyarı olduğunu ifade etti. Zao-bosatsu Doken’e Hozo şeklinde
yeni bir isim verdi ve Doken’e bu dağdaki cehenneme götüren bir hac uygulaması
yaptırdı. Zao-bosatsu ayrıca Doken’e güçlü büyüler, sırlar ve bu
dünyadaki felaketlerin nedenleri gibi gerçek bilgiyi öğretti.[347]
Bu hikâyede Doken’in Yoshino Dağı’nda çeşitli
vizyonlar görüp bu dağın ilahlarıyla karşılaşması ve bunun sonucunda bir hac
yapması, Yoshino Dağı gibi dağların hac, ölüler dünyası, kutsal varlıkların
görüldüğü yer ve en önemlisi de axis mundi ile ilişkilendirildiğine
güzel bir örnektir.
Budizm’in ve Çin kültürünün Japonya’ya girişi sangaku
shinko anlayışını oldukça farklı bir forma sokmuştur. Bu süreçte kutsal dağlar
ortadan kalkmayarak kendi geleneklerine Çin kültüründen ve Budizmden unsurlar
dâhil etmişlerdir.[348] Sangaku
shinko anlayışının Heian Dönemi’nde başlayan ve Kamakura Dönemi’nde
(1192-1333) devam eden bu değişikliği, onun, tamamen farklılaşması demek değildir.
Sangaku shinko, zikrettiğimiz bu dönemlerde, Budizmden oldukça
etkilenmiş, diğer bir ifadeyle Budist motifleri bünyesine katmıştır. Heian
Dönemi’nde Tendai Budizmi’nin ve Shingon Budizmi’nin ortaya çıkarak yükselişe
geçmesiyle birlikte çıkılması yasak ve tehlikeli olan dağlar insanlara
duyrulmuş ve bu dağlarda tapınaklar yapılmaya başlanmıştır. Dağların bu süreçte
her türlü uygulamalara, çileci faaliyetlere ve tapınak yerleri olarak kullanıma
açılması neticesinde sangaku bukkyo, yani Dağ Budizmi anlayışı
doğmuştur.[349] Sangaku
bukkyo, sangaku shinkonun Budist motifleri içeren hali olmasından ve
Daoizm’in de gelişiyle sonraki süreçte oluşan Shugendo geleneğine zemin
oluşturmasından dolayı önemli olmuştur.[350]
Sangaku Bukkyo, sangaku shinkonun Budist motiflerle süslenmiş
halidir. Özellikle ezoterik Budizm’in Japonya’da gelişmesiyle birlikte sangaku
bukkyo, iki Budist ekolü ile gelişimine devam etmiştir. Bu ekoller Kukafnin
öğretileriyle oluşan Shingon Budizmi ve Saicho'nun öğretileriyle
oluşan Tendai Budizmidir. Bu iki Budist ekolü, dağlara büyük önem
vermekte ve Japonya’daki bazı dağları kutsal mekanlar olarak kabul etmektedir.
Bu bağlamda Shingon Budizmi’nin kutsal dağı ve merkezi Koya Dağı, Tendai
Budizmi’nin kutsal dağı ve merkezi ise Hiei Dağı’dır.[351]
Shingon Budizmi’nin kutsal dağı olan Koya Dağı,
bu ekolün kurucusu olan Kukai tarafından merkeze alınarak ekolün en önemli yeri
haline getirilmiştir. Koya Dağı’nın kutsal bir dağ haline gelerek Japon dini
anlayışında önemli bir konuma gelmesi Kukai’nin başından geçen bir hikâyeye
dayanmıştır. Bu hikâyeye göre Kukai, Çin’e Budizm üzerine çalışmaya gittiği
sırada gemisi bir fırtınaya yakalanmıştır. Kukai, bunun üzerine bu fırtınadan
sağ salim çıktığı takdirde Japonya’da bir tapınak yapacağına dair yemin
etmiştir. Bunun üzerine fırtına dinmiş ve Kukai, Çin’e ulaşarak Budizm üzerine
çalışmaya başlamıştır. Birkaç yıl sonra eğitimini tamamlayan Kukai, Çin’den
Japonya’ya dönmek üzereyken sahilde durmuş ve Japonya’nın bulunduğu tarafa
dönerek elindeki üç dişli vajrayı[352] göğe doğru fırlatmış ve bu vajra
ortadan kaybolmuştur. Japonya’ya dönen Kukai, fırlattığı bu vajrayı
aramaya koyulmuştur. 816 yılında Yoshino bölgesinden başlayıp Batı’ya
doğru bir yolculuk yapan Kukai, vajrasını ararken, isimleri Kuro ve Shiro
olan siyah ve beyaz renkteki iki köpeğe sahip bir avcıyla (Karibamyojin)
karşılaşmıştır. Bu avcı, Kukai’ye, aradığı vajranın Koya Dağı’nda
olduğunu ve orasının iyi bir inziva ve meditasyon yeri olduğunu söylemiştir.
Kukai, bunun üzerine, Koya Dağı’na gitmiş, vajrasını aramaya koyulmuş ve
sonunda vajrayı üç iğneli çam ağacında asılı bir halde bulmuştur. Bu
sırada Kukai’ ye mavi elbiseli bir kadın görünmüştür. Bu kadın, kendisinin bu
dağın kamisi (yama no kami) olduğunu ve isminin de Nibutsuhime olduğunu
söylemiştir. Koya Dağı’nın bu kamisi, Kukai’nin, bu dağda tapınak yapmasına
izin vermiş ve bu dağı Kukai’nin emrine vermiştir. Hatta bu kami, kendisinin ve
Kukai’ye avcı olarak görünen oğlunun, bu dağda yapılan tapınakları Maitreya
Buda’nın[353] gelişine
kadar koruyacağını söylemiştir. Kukai, yaşadığı bu olay neticesinde, dönemin
imparatoru Saga (786-842)ya bir mektup yazarak, Koya Dağı’nda tapınak
yapma yönünde bir izin istemiş, imparator da bu izni vermiş ve Kukai’yi
desteklemiştir. Kukai, imparator Saga’dan da izni alınca öğrencilerini
Koya Dağı’na göndermiş ve öğrencileri birkaç ufak tapınak inşa etmiştir. Bir
süre sonra Koya Dağı’na tekrar gelen Kukai, bu dağda günümüzde de Shingon
Budizmi’nin merkez tapınağı olan Kongobuji’yi inşa etmiştir. Böylelikle
Kukai, Shingon Budizmi’ni Koya Dağı’na yaptığı bu tapınakla ve burada
gerçekleştirdiği uygulamalarla sistemleştirmiştir.[354]
Kukai, yukarıda aktardığımız olay sonucunda,
Koya Dağı’nı insanların ziyaret etmesini ve burada çilecilerin riyazet hayatına
başlamalarını istemiş ve bu amaçla birçok ezoterik ayini bu dağda icra
etmiştir.[355] Özellikle,
Koya Dağı’nda bulunan sekiz tepenin tıpkı lotus çiçeğinin sekiz yaprağı gibi
olduğunu ve bu sekiz tepenin ortasında da Kongobuji tapınağının olduğunu
söylemiştir.[356] Ayrıca, yine
Kukai’ye göre Koya Dağı, ezoterik Budizmde önemli bir yere sahip olan Dainichi
Nyorai (Büyük Güneş Budasıf nin meskeni olmasından ötürü de kutsal olarak
görülmüştür. [357] Buradan
Kukai’nin öğretisinin sistemleşmesi ve yayılması bakımından Koya Dağı’nın oldukça
önemli olduğu anlaşılmıştır.
Kukai, Koya Dağı’na
ilişkin şu ifadeleri kullanmıştır:
Tanrılar bu
yüzden memnun olsunlar ve tanrılar korusunlar... Kötü şeytanlar orta, yukarı ve
aşağı kısımlar olarak dört ana noktası yedi ri uzunluğunda olan Köyasan
sınırlarından dışarı çıksınlar. Ezoterik Budizm’e avantaj sağlayan tüm iyi
tanrılar ve şeytanlar, lütfen burada istediğiniz gibi kalın. Gökyüzünün ve
yeryüzünün tanrıları ile birlikte Japonya Devletinin kuruluşundan beri imparatorların
ve imparator içelerin kutsal ruhları(Yardımınızı umuyorum). Sizden tüm ölen
kişilerin ruhlarını bu mabette korumanızı ve böylece dileğimin gerçekleşmesini
dilemek istiyorum. [358]
Kukai, başta Koya Dağı olmak üzere Japonya’daki
birçok dağın kutsal olduğunu, kamilerin ve Budaların burada yaşadığını ve
doğaüstü güçlere ve aydınlanmaya dağlık yerlerde ulaşılabileceğini
belirtmiştir. [359] Ayrıca Koya
Dağı, Shingon Budizmi’nin merkezi olmasının yanı sıra Kukai’nin mezarını
barındırması bakımından da öneme sahip olmuştur. Nitekim Kukai, 835 yılında
Koya Dağı’nda ölmüş ve öğrencileri Kukai’nin aslında ölmediğini, derin bir
meditasyona geçtiğini ve bu sürede Koya Dağı’yla bir olduğunu söylemiştir.
Kukai’nin bu şekilde derin bir meditasyona girerek aslında ölmeyip Koya Dağı’na
katılmasına nyuzan (dağa girmek) denilmiştir. Buradan bir kez daha Japon
Budizmindeki dağların hem ölüler ile hem de Buda’nın diyarıyla
ilişkilendirildiği Koya Dağı örneğiyle anlaşılmıştır. [360]
Tendai Budizmi’ne geldiğimizde ise bu ekolün
kutsal dağının Hiei Dağı olduğu görülmektedir. Hiei Dağı, Tendai
Budizmi’nin ortaya çıkmasından önce kutsal bir dağ olarak görülmüş, ancak asıl
önemini Saicho’nun girişimleriyle kazanmıştır. Nitekim Saicho, Çin’e ezoterik
doktrin üzerine çalışmaya gittikten sonra Japonya’ya dönmüş, hocasından
öğrendiği doktrinleri uygulamaya başlamıştır. Saicho, bu doktrinlerden birisi
olan dağlara çekilme uygulamasına oldukça önem vermiştir. Özellikle o,
dönemin sıkıntılarından ve iç karışıklıklardan kendisini soyutlamak için dağlara
inzivaya çekilmiş ve buralarda meditasyon yapmıştır. Bu dağlar arasında ise en
önemlisi Hiei Dağı olmuştur. Saicho, Hiei Dağı’nda bulunduğu sıralarda Lotus
Sutra başta olmak üzere Mahayana Budizmi’nin diğer önemli sutralarını
okumuştur. Ayrıca Saicho, bu süreçte dağlara çekilmeyi ve dağların kutsallığını
anlatan Ganmon[361] isimli
eserini yazmıştır.[362]
Saicho, Hiei Dağı’nda çileci uygulamaları ve
meditasyonları icra ettiği sürede Enryakuji tapınağını yapmış ve burada
Tendai öğretisini yaymaya başlamıştır. Saicho’nun bu girişimi Hiei Dağı’nın
halka açılarak Tendai öğretisinin yayılmasını hızlandırmıştır. Özellikle
Saicho’nun öğrencisi Ennin, Hiei Dağı’nda irili ufaklı birçok tapınak
yaparak ve birçok sutrayı çoğaltarak Hiei Dağı’ndaki tapınak kompleksini
sistemleştirmiş ve Tendai Budizmi’nin Japonya’nın hem siyasi hem de sosyal
alanında etkili olmasını sağlamıştır.[363]
Saicho, 822 yılında öldüğünde, öğrencisi Ennin,
onun yaptığı çalışmaları daha ileri götürmüş ve Hiei Dağı’ndaki ezoterik
doktrini geliştirmiştir. Özellikle Ennin’in öğrencisi Soo Osho (831-918),
bu bakımdan oldukça önem teşkil etmiştir. Bunun sebebi Soo’nun günümüzdeki
Tendai Budizminde oldukça önemli olan kaihogyo uygulamasının temellerini
atmış olmasıdır. Kaynaklara göre Soo, genç yaşta et yemekten sakınmış ve
sürekli Hiei Dağı’na gitmiştir.[364] Soo, Hiei
Dağı’nda bulunduğu sıralarda kendisini riyazet hayatına adamış ve bu sürede
çeşitli mistik tecrübeler yaşamıştır. Yaşadığı tecrübeler sonucunda Soo, kaihogyo
uygulamasının temellerini atmıştır.[365] Bu uygulama, kişinin Hiei
Dağı etrafında yüzlerce hatta binlerce gün yürümesi, bu dağa çıkması ve burada
ezoterik uygulamalar yaparak ağır bir riyazet hayatına başlaması olarak
bilinmiştir. Soo, kaihogyo uygulamasını icra ederek bu uygulamayı tanıtmış,
kendisinden sonra gelen Tendai keşişleri ise bu uygulamayı sistemleştirmiştir.
Soo’nun ortaya çıkardığı kaihogyo uygulaması, Hiei Dağı’nda çileci bir dağ
haccının oluşmasına ve Japon Budizmindeki dağ inanışlarının gelişmesine katkı
sağlamıştır. [366]
Tendai Budizmi’nin sistemleşmesinde ve çeşitli
ezoterik uygulamalarının icra edilmesinde Hiei Dağı’nın önemli bir yer teşkil ettiği
görülmektedir. Buradan hareketle Tendai geleneğinin günümüze kadar gelmesinde
Hiei Dağı’nın önemli olduğu ve bu dağın Japon Budizmindeki kutsal dağ
anlayışlarını geliştirdiği söylenebilir.
Heian Dönemi’yle Japonya’ya giren Tendai ve
Shingon ekolleri olarak bilinen ezoterik Budizm, kutsal dağlar üzerine iki
önemli unsuru getirmiştir. Bu unsurlar hac ve mandala şeklinde
bilinmektedir.[367] Bu
unsurlardan ilki hac uygulamasıdır. Japon Budizmi’ne göre hac, yeniden doğmak
ve büyüsel güçlere kavuşmaktır. Hacılar, evden dışarıya ilk adımlarını
attıklarında yabancı olmakta ve diğer insanlardan kendilerini
farklılaştırmaktadır. Yürümeye başladıklarında kendilerini bu dünyadan
soyutlayarak kutsal bir dünyaya girmekte ve aştıkları her geçit ve geçtikleri
her nehir onları arındırmaktadır. Hacılar ne kadar fazla yürürse o oranla
kutsal dünyaya yaklaşmakta ve kutsal bir kişilik kazanmaktadır. Bu bakımdan
hacılar özellikle gidilmesi zor olan ve uzun süren yerlere giderek bu
kutsallığı arttırmaktadır. Bu yerlerin başında ise dağlar gelmektedir. Nitekim
bir hacıya göre dağlara gitmek ve dağlara giderken karşılaşılan birtakım
tapınaklara uğramak Nirvana’ya erişmekten farksız olmaktadır. Bu bağlamda
hijiri, upasaka ve gyoja şeklinde isimlendirilen keşişler, Nirvana’ya ulaşmak için
kutsal dağlara gitmekte, burada meditasyon yapmakta ve büyüsel güç kazanmayı
amaç edinmektedir. Buradan Japon Budizmi açısından hac uygulamasının hijiri,
upasaka ve gyoja şeklinde isimlendirilen birtakım keşişler vasıtasıyla
özellikle dağlarda geliştiği anlaşılmaktadır.[368]
Hac uygulaması, Budizm’in gelişinden önce
Japonya’da icra edilmiş, ancak asıl gelişimine Budizm ile başlamıştır. İlk
başlarda kutsal varlıkların yaşadığı tabiat unsurlarına (dağ, nehir, ağaç, taş)
ziyaretler gerçekleştirilmiştir. Çin ve Kore kültürüyle harmanlanmış olarak
Japonya’ya sirayet eden Budizm’in Japon toplumunda yayılmasıyla birlikte hac
amacıyla bu ziyaretler günlerce sürmeye ve bu ziyaretler sırasında birçok
tapınaklara uğranmaya başlanmıştır. Hac uygulaması tarihsel süreç içerisinde
devlet kademesinden de destek alarak sistemleşmiş hem Şintoizm’de hem de
Budizmde önemli bir yere sahip olmuştur. Günümüzde de ibadet amaçlı bu
ziyaretler büyük oranda devam etmektedir. Japonya’daki hac uygulaması tarihsel
süreç içerisinde yukarıda aktardığımız şekilde gelişim gösterirken üç tür
mekâna hac ziyaretleri yapılmıştır. Bunlar kutsal dağlara hac, ilahi
varlıkların meskeni ve tapınaklara hac ve kutsal kişilerin ziyaret
ettikleri yere hac şeklinde ifade edilmiştir. Bu türlerden özellikle kutsal
dağlara yapılan hac, sangaku shinko, yani dağ kültü bağlamında gelişme
göstermiş ve dağ anlayışının Japon Budizmi’ne yansıması bağlamında somut
örneklerin başında gelmiştir.[369]
Japon Budizmindeki hac uygulamasına göre
dağlar, ilahi varlıkların meskeni olduğu için bu yerlere uzun yolculuklar
yapmak ve buralarda bir süre kalmak oldukça önemlidir. Nitekim Budizm’in
gelişinden önce kutsal dağlara kamilerle karşılaşmak için gidilmiştir. Budizm’
in gelişiyle birlikte ise dağlara bu gidip gelmeler daha da sistemleşmiş ve
birtakım hac güzergâhları ortaya çıkmıştır. [370] Özellikle bu hac
güzergâhlarında hijiri, gyoja ve upasaka (ubasoku) şeklinde
isimlendirilen keşiş sınıfları yolculuklar yapmış, yolculuklarını yaparken köy
köy dolaşmış ve insanlara yardım etmiştir.[371] Ayrıca bu keşişler dağlara
giderek burada doğaüstü güçlere sahip olmayı amaç edinmiş ve şifacılıkla ün
kazanmışlardır. Heian Dönemi’yle bu keşişler ezoterik Budizm’in de ortaya
çıkmasıyla birçok alanda etkin olmuş ve hac uygulamasının gelişmesini
hızlandırmıştır. Bunun sonucunda ise Shugendo ve Onmyodo [372] gibi mistik,
büyüsel-dinsel ve ezoterik gelenekler ortaya çıkmaya başlamıştır.[373]
Japonya’daki dağ hacları arasında Shingon ile
Tendai Budizmi’nin uygulamaları örnek gösterilmektedir. Ancak burada Tendai
Budizmi, dağ haccına en somut örneği teşkil etmektedir. Bu durum Tendai
Budizmindeki -daha önce de bahsettiğimiz gibi- kaihogyo uygulamasında net bir
şekilde görülmektedir. Kaihogyo uygulaması, Hiei Dağı’na gidilerek ve bu dağ
etrafında tavafa benzer daireler çizilerek yapılmakta ve dağlara yapılan haccın
en önemli örneğini teşkil etmektedir. Kaihogyo uygulaması, daha önce de
bahsettiğimiz üzere Soo tarafından ortaya çıkarılmıştır. Bu uygulamanın ortaya
çıkması Soo’nun başından geçen birkaç olaya dayandırılmıştır. Bu olaylardan
birine göre Soo, Hiei Dağı’nda her şeyden uzak bir mekânda meditasyon yapmaya
başlamıştır. Meditasyon yaptığı yerde ufak bir inziva yeri inşa etmiştir. Soo,
dağda kaldığı süre boyunca hastalıkları iyileştirmeye ve doğaüstü güçlere sahip
olmaya başlamıştır. Böylece Soo, her kesimde tanınır olmuş ve imparatordan da
destek almıştır. Bir gün rüyasında Soo’ya Bodisatvalar ve dağ kamileri görünmüş
ve bu varlıklar ona birtakım bilgiler vermişlerdir. Bunun üzerine Soo, sutralar
üzerine çalışmalar yapmış ve sutraları anlamak için çaba sarf etmiştir. Bu
olaydan bir süre sonra Soo, Hiei Dağı ve Hira Dağı gibi kutsal dağlarda riyazet
hayatına kendini adamış ve ezoterik Budizmde koruyucu ilahi varlıklardan biri
olarak bilinen Fudo Myoo’yu [374] görme arzusuyla yanıp
tutuşmuştur. Soo, Hira Dağı’nda bir şelalenin tepesinde yedi gün boyunca
meditasyon yapmış ve dua etmiştir. Bu uygulamalarla meşgulken Soo’ya yaşlı bir
adam görünmüştür. Yaşlı adam kendisini Shikobuchi Myojin olarak tanıtmış
ve bu bölgenin efendisi olduğunu söylemiştir. Bu bölgede birçok uygulama
yaptığı için Soo’ya bu bölgeyi takdim etmiş ve Soo’nun emrine vermiştir.
Akabinde bu bölgede doksan beş tane şelalenin olduğunu, her birinin oldukça
kutsal olduğunu belirtmiş ve uygulamalarına devam etmesi gerektiğini
söylemiştir.[375]
Soo, yaşadığı bu tecrübeden sonra çileci
hayatına ve uygulamalarına devam etmiştir. Yine bir gün şelaledeyken her zaman
görmeyi arzu ettiği Fudo Myoo ile karşılaşmıştır. Fudo Myoo, ateşle kaplı bir
şekilde Soo’ya görünmüş ve Soo, bundan oldukça etkilenmiştir. Bunun üzerine
Soo, Fudo Myoo’ya doğru atlamış, ancak Fudo Myoo ortadan kaybolmuş ve Soo bir
ağaç kütüğüne çarpmıştır. Akabinde bu ağaç kütüğünü kutsayarak o bölgenin
kutsal bir yer olduğu sonucuna varmıştır. Soo’nun başından geçen bu hadise
zamanla tecrübe yaşadığı yerlerde çeşitli yapıların inşa edilmesine sebep
olmuştur. Özellikle dağlarda kaldığı sürede yaşadığı tecrübeler neticesinde
birtakım güçlere sahip olan Soo, imparatorlar da dâhil olmak üzere birçok kişinin
hastalıklarını iyileştirmiş ve bunun sonucunda imparatorların desteğini
almıştır. Böylelikle kaihogyo uygulaması gelişmiş ve Soo’dan sonra gelen Budist
rahipler tarafından da iyice sistemleşerek günümüzdeki halini almıştır.[376]
Kaihogyo uygulaması gelişimini sürdürüp
günümüzdeki halini aldığında iki farklı türe ayrılmıştır. Bunlar hyaku
nichi, yani 100 gün ile sen nichi, yani 1000 gün uygulamalarıdır.
Kaihogyo uygulamasının bu iki türünden çoğunlukla yüz günlük olanı icra
edilmektedir. Bu uygulamayı özellikle Tendai rahibi olacak her aday yapmak
zorundadır. Buna göre rahip adayı, Fudo Myoo’yu temsil eden bir elbise giyerek
yüz günlük bir yolculuğa çıkmakta, bu yolculuk sırasında Hiei Dağı’na gitmekte,
akabinde Soo’nun tecrübe yaşadığı yerleri ziyaret etmekte ve dairesel bir
şekilde bu eylemi tekrarlamaktadır. Tendai Budizmi’ne mensup her rahip kaihogyo
uygulamasını yaparak Tendai Budizmi’nin rahipler topluluğuna dâhil olmaktadır.
Ayrıca sıradan insanlar da kaihogyo uygulamasını yapabilmekte ve bu sırada birçok
ezoterik ayinleri icra etmektedir. Böylece Hiei Dağı başta olmak üzere birçok
kutsal dağ, Tendai Budistleri nezdinde haccın bir türü olan kaihogyo
uygulamasının güzergâhına dâhil olmaktadır.[377]
Dağ hacları, Nara Dönemi’yle yavaş yavaş ortaya
çıkmış, Heian Dönemi ve Kamakura Dönemi’yle de sistemleşerek gelişme
göstermiştir. Özellikle devlet kademesindeki birçok şahsiyet Yoshino ve Kumano
gibi kutsal dağları ziyaret etmiş, burada meditasyonla meşgul olmuş ve çileci
bir hayat sürmüştür. Devlet kademesindeki kişilerin bu şekilde dağlık yerlere
hacca gitmesi, dağlara yapılan haccın ve dağlar ile ilgili olan inanışların
gelişmesine ve yayılmasına imkân sağlamıştır.[378]
Japon Budizminde dağlara yapılan haclar,
Japonya’ya Budizm’in gelişiyle tanınan mandala anlayışına da katkı sağlamıştır.
Mandalalar, başta dağlar olmak üzere kutsal coğrafyaların sembolik tasviri
şeklinde oluşturulmuştur. Meditasyonda sanki dağlar izleniyormuş gibi
mandalalara bakılmıştır.
Japoncada mandara olarak bilinen
mandalalar, Budizm ve Çin kültürünün Japonya’ya gelmesiyle Japonya’da
tanınmıştır. Bu süreçte mandalalar, neşet eden farklı Budist ekollerinde yer
edinmiş ve şekillenmiştir. Özellikle ezoterik Budizm’ in yükselişe geçmesiyle
birlikte mandalalar, daha da ön plana çıkmış ve başta ezoterik Budizm olmak
üzere birçok Japon Budist ekollerinde önemli unsurların başında gelmiştir.
Mandalalar, Japon dini anlayışında üç farklı şekilde bilinmiştir. Bunlar ezoterik,
Saf Ülke ve kami tapınımı şeklindedir.[379] Bu mandalalar kabul edildiği
Budist ekolün öğretisi ve diğer inanışlar bağlamında şekillenmiştir. Mesela
ezoterik Budizm için bir mandala kutsal dünyayla insanların dünyası arasında
bir köprüyken ve evrenin bütün sırrını barındıran bir resimken, saf ülke Budist
ekolleri için Saf Ülke olarak bilinen ve Budaların yaşadığı yurt olan kutsal
bir mekân üzerine yoğunlaşan bir resim olarak bilinmiştir. Şintoizm ve halk
dini için ise kami tapınımı mandalaları, bir kamiyi temsil etmiş ve torii
geçitlerini bünyesinde barındırarak kutsal bölgeleri göstermiştir.[380]
Yukarıda zikrettiğimiz mandala çeşitlerinden
dağ mandalalarına Budizm bağlamında en iyi örnek ezoterik mandalalardır.
Ezoterik mandalalar, Kukai’nin Çin’e giderek oradan ezoterik doktrini öğrenip
Japonya’ya dönmesiyle tanınmıştır. Bu tür mandalalar, kozmik Buda olarak
bilinen Dainichi Nyorai’nin bu dünyadaki sembolü olmuş ve evrenin sırlarını ve
işleyişini barındırmıştır. Ayrıca, sayısız Budaları, Bodisatvaları, Budist
alemleri, kutsal mekanları ve meditasyon aşamaları gibi mistik unsurları tasvir
etmiştir. Ezoterik mandalalar, Japonya’da iki farklı şekilde bilinmiştir.
Bunlar taizokai (Rahim Dünyası) ve kongokai (Elmas Dünyası)
şeklindedir. Rahim Dünyası ile Elmas Dünyası mandalaları şeklinde bilinen
ezoterik mandalalar, doğal meditasyon ve riyazet yeri olarak bilinen dağlar ile
ilgili birçok unsuru ihtiva etmiştir. Dağlar, ezoterik mandalaların
yeryüzündeki somut hali olarak görülmüş ve dağlara yapılan hac yolculukları bu
mandalalarda dolaşılıyormuş gibi anlaşılmıştır. Örneğin, Kukai, Shingon
Budizmi’ni sistemleştirdiği yer olan Koya Dağı’nı Rahim Dünyası mandalası
olarak görmüş ve bu yerin rahim gibi kusursuz, mükemmel ve temiz olduğunu ifade
etmiştir. Ayrıca Kukai, Elmas Dünyası mandalasının Rahim Dünyası mandalasının
içinde olduğunu, Elmas Dünyası’nın tam ortasında ise sekiz yapraklı lotus
çiçeğinin bulunduğunu, lotusun ortasında ise Shingon Budizmi’nin en önemli
tapınağı olan Kongobuji’nin bulunduğunu belirtmiştir. Kongobuji’nin ise Elmas
Dünyası mandalasının ortasında tasvir edilen dört büyük yön Budası tarafından
dört yönden korunduğunu belirtmiştir. Diğer bir ifadeyle Kukai, Elmas ve Rahim
Dünyası olarak bilinen ezoterik mandalaları Koya Dağı ile özdeşleştirmiş ve
Koya Dağı’nın Rahim ve Elmas mandalalarının ortasında bir lotusun merkezinde
olduğunu belirtmiştir. Bu durum başta dağ olmak üzere kutsal alanların
mandalalar ile ifade edilmesine örnek teşkil etmiştir.[381]
Taizokai ve kongokai olarak da bilinen Rahim ve
Elmas Dünyası mandalaları Shozan Engfde Koya Dağı’nın yanı sıra birçok
dağla da ilişkilendirilmektedir. Bunlardan özellikle Yoshino, Omine ve Kumano
dağları Elmas Dünyası ve Rahim Dünyası mandalaları olarak gösterilmektedir. Bu
dağlar, kutsal bölgelerin mandalalaştırılmasına [382] en somut örnek olarak
kaynaklarda ifade edilmektedir. Yoshino/Kimpusen dağı, Elmas Dünyası mandalası;
Kumano bölgesi ise Rahim Dünyası mandalası olarak gösterilmektedir.[383]
Ezoterik mandalalara bakıldığında bir hac
güzergâhı, sanki mandala üzerine işlenmiş gibi görülmektedir. Nitekim bu
mandalalara göre, mandalanın kapısından girilmekte, Buda ve Bodisatvalar’la
iletişime geçilerek merkeze doğru belli bir güzergahta ilerlenmektedir.
İlerlerken bazı Budalar ve Bodisatvalar ile karşılaşılmakta ve kişi, onlarla
bir olup Dainichi Nyorai’nin bilgisini elde etmektedir. Akabinde ise kişi
mandaladan çıkıp Nirvana’ya ulaşmaktadır. Kişinin mandaladaki bu yolculuğu
zihinsel ve sembolik olmakla birlikte, dağa yapılan hac yolculuklarının birebir
yansıması olmaktadır. Nitekim bir kişi dağa Budalar alemine ulaşma amacıyla
girmekte, dağın zirvesine doğru bir yolculuk yapmakta ve bu süreçte Budalar ile
Bodisatvalar ile karşılaşarak çeşitli deneyimler kazanmaktadır. Akabinde ise
dağın zirvesine ulaşmakta ve nihai kurtuluşa, yani Nirvana’ya ermektedir.
Buradan bir kez daha ezoterik mandalaların bir dağı ya da dağa yapılan haccı
sembolize ettiği anlaşılmaktadır.[384]
Ezoterik Budizm’in yanı sıra birçok Budist
ekolünde dağlarla ilgili önemli inanışlara ve ifadeler rastlanmaktadır.
Bunlardan özellikle sakin ve dingin bir hayata önem veren ve meditasyon uygulamasına
diğer ekollerden çok daha değer veren Zen Budizmi, dağlara önem atfetmektedir.
Zen Budizmi’nin meditasyon okullarının manastırlarına kaynaklarda dağ
adı verildiği geçmektedir. Özellikle Zen Budizmi’nin Soto Okulu'nun
kurucusu olan Dogen[385] (1200-1253), dağları
ve nehirleri yücelten eserlerinde şu ifadeleri yazmıştır: “Çok eski zamanlardan
beri dağlar, büyük bilgelerin ikamet ettiği yer olmuştur. Âlimler ve bilgeler
kendi ekollerini, bedenlerini ve zihinlerini tamamen dağ yapmıştır.”[386]
Dogen’in dağlar ve sular sutrası
anlamına gelen ve Shobogenzo [387]
isimli eserinin bir bölümü olan Sansuikyo’da başta dağlar olmak üzere
birçok tabiat fenomeninin kutsallığına ilişkin ifadeler bulunmaktadır. Dogen,
eserinde dağların Buda’nın çizdiği yolun maddi dünyada hayata geçirilmesi ve
kurtuluşun kendisi olduğunu söylemiştir.[388] Aynı zamanda dağların,
geçmişten bugüne kadar büyük bilgelerin mekânı olduğunu, bilge insanların
tamamının kendi bedenlerini ve zihinlerini dağlarla özdeşleştirdiğini
belirtmiştir. [389] Dogen, yine
eserinde, Zen öğretisindeki paradoksal anlatımlar (mondo ve koan) [390] bağlamında
hazinelerde, bataklıkta, gökyüzünde ve hatta dağlarda dağların gizlendiğini
ifade etmiştir. Dogen’in eserinde değindiği dağlarla ilgili olan paradoksal ve
sembolik ifadeler, Zen Budistleri nezdinde dağların bilgelerin, arayışta
olanların ve aydınlanmaya erişmek isteyenlerin yeri olduğunu açıklar
niteliktedir.[391]
Bazı kaynaklarda Budizm ile yakından ilişkili
olan birtakım dağların ve tepelerin olağanüstü bir şekilde uçup Japonya’ya
geldiklerine ilişkin öyküler yer almıştır. Bu öykülerden birine göre Omine Dağı
aslında Buda’nın doğduğu yerin güneydoğusunda yer alan Akbaba Tepesi’nin
yakınlarında yer almış, ancak daha sonra bu dağ uçarak Japonya’ya gelmiştir. Bu
olay, 538 yılında geceleyin yıldırımların çakması şeklinde ve depremler
eşliğinde meydana gelmiştir. Diğer bir öykü Kimpusen Dağı ile ilgili olandır.
Bu öyküye göre ise Çin’deki Kimpusen ismindeki bir dağ, okyanusun üzerinden
uçarak Japonya’ya gelmiştir. Aynı şekilde Kumano Dağları da Hindistan’dan
uçmuş, Çin’de bir süre durup Japonya’ya gelmiştir.[392]
Yukarıda belirttiğimiz Japon dağlarıyla ilgili
olan anlatımlar, Japon Budizmindeki dağ bağlamında gelişen inanışların en somut
örneklerindendir. Buraya kadar söylediklerimizden hareketle bir Japon Budisti
için dağlar, Buda’nın vaaz verdiği, Elmas ve Rahim Dünyası mandalalarının maddi
dünyadaki tecellisi, aydınlanmanın kendisi ve Dainichi Nyorai’nin tezahürü
olmaktadır.
Dağların dinler açısından yukarıda işaret
ettiğimiz önemi sebebiyle tarihten günümüze birçok din ve kültürde özel bir
öneminin olduğu görülmektedir. Bu bağlamda antik Mezopotamya ve Mısır
inanışlarında dağlar, tapınak olarak tasvir edilmiş, bunun sonucunda inşa
edilen tapınaklar ve anıt mezarlar sembolik dağ işlevi görmüştür. Bu yerlerin
göğün ve yerin birleşme noktası olduklarına inanılmıştır. Antik Mezopotamya ve
Mısır’da olduğu gibi Zerdüştilik, Hinduizm, Budizm ve geleneksel Türk
inanışlarında da dağlar, tanrılar ile tanrıçaların yaşadığı yer, dünyanın
dengesini sağlayan bir sütun (kazık) ve evrenin yaratılmaya başladığı ilk nokta
olarak algılanmıştır. Sami dinler ise dağı, peygamberlerin vahiy aldığı ve
halka vaaz verdiği yer olarak kabul etmişlerdir. Bu sonuçlar dağ fenomeninin,
kutsalın daha fazla hissedildiği bir mekan olarak telakki edildiğine işaret
etmiştir.
Dağ fenomeni, diğer dinlere nazaran daha açık
bir şekilde Çin ve Japon dinlerinde görülmüştür. Çin dini anlayışında dağ
kültü, birçok yönden öneme sahip olmuştur. Bu bağlamda dağların, evrenin
yaratılışında önemli bir konumda, ilahi varlıkların yaşadıkları yer, tarımın,
bereketin ve yağmurun kaynağı olduğuna inanılmıştır. Bu inanç doğrultusunda
siyasi ve sosyo-kültürel yaşantıda dağların önemini ve kutsallığını belirten
kavramlar kullanılmış, dağlar ile ilgili olan kelimeler ayinlerde,
meditasyonda, mezhep kurma ve karı-kocanın birbirlerine hitaplarında bile
tercih edilmiştir. Benzer şekilde dağların Çin imparatorlarının hükümranlık
yetkilerini aldıkları ve tanrılar ile iletişime geçtikleri yer olduğuna,
imparatorların başta feng ve shan kurban ayini olmak üzere imparatorluğun
bekası için birçok ayini dağlarda icra ettiklerine ve sembolik olarak dağ
vazifesi görerek imparatorluğu koruduklarına inanılmıştır.
Çin topraklarında ortaya çıkan Konfüçyanizm ve
Daoizm, yukarıdaki anlayışları kabul etmekle birlikte kendi içlerinde farklı
birçok anlayışı da barındırmaktadır. Bunlardan Konfüçyanizm’in kurucusu
Konfüçyüs, ifadelerinde dağ sembolizmini sık sık kullanmış ve dağın yeryüzünde
Tian’e (Gök Tanrı) yakın yerlerden biri olduğuna değinmiştir. Ancak yine de
Konfüçyanizmde kutsal dağ inancı ve dağ kültü fazla gelişmemiştir. Çin’de
ortaya çıkan bir diğer din olan Daoizmde ise kutsal dağ anlayışı ve dağ kültü
büyük bir öneme sahip olmuş, tarih boyunca birçok siyasi ve dini olayın merkezi
olarak görülmüştür. Dağların Daoizmdeki bu önemi sebebiyle Daoistler, Dao’ya
ulaşmanın yolunun kutsal dağlara gitmek olduğuna, bu dağlarda kendilerini
münzevi bir hayata adamaları gerektiğine, bu süreçte simya uygulamaları ile
uğraşarak Dao’ya ulaşacaklarına ve böylece ölümsüz olarak göğe yükseleceklerine
inanmışlardır. Ayrıca Daoistler, ölümsüz olabilmek için uyguladıkları simya
tekniklerinden biri olan ölümsüzlük iksirinin maddelerinin dağlarda bulunduğunu
düşünmüşlerdir. Daoizmdeki
dağ kültü, tarih boyunca bazı dağlar bağlamında
gelişen anlayışlarda net bir şekilde görülmüştür.
Daoizm’in kabul ettiği wu yue, yani beş kutsal
dağ olarak bilinen anlayış, bünyesinde Tai, Heng, Song, Heng ve Hua dağlarını
barındırmakta ve her bir dağ birçok unsurla ilişkilendirilmektedir. Özellikle
bu dağlardan biri olan Tai Dağı’nın, ölüm ve ölüm sonrası yargılanmaya ev
sahipliği yaptığına inanılmaktaydı. Bu önemi sebebiyle bu dağ önemli bir hac
mekânı haline gelmişti. Tai Dağı hac mekânı olmanın yanında imparatorların icra
ettiği feng ve shan ayinlerinin merkezi olmuştur. Heng Dağı ise simya
teknikleri ve birtakım Daoist ölümsüz kültleri ile meşhur hale gelmiştir. Tarih
boyunca bu anlayış içerisindeki dağların hepsi, imparatorlar tarafından maddi
ve manevi destek görmüş, bu dağlar ile ilgili imparatorluk nezdinde gerekli
düzenlemeler yapılmış ve kanunlar çıkarılmıştır.
Çin Budizminde dağlar, hac yolculuklarının
merkezi, meditasyon için uygun bir mekân, Budaların ve Bodisatvaların insanlara
göründüğü ve onlara yardım ettiği yerler olarak telakki edilmiştir. Özellikle
Çin’de büyük nüfuz sahibi olan Chan Budizmi’nin hac yerlerinin büyük
çoğunluğunu dağların ve burada bulunan tapınakların oluşturduğu bilinmektedir.
Çin Budizmindeki dağlar bağlamında gelişen anlayışlardan biri olan dört
kutsal Budist dağı anlayışında, Daoizm’in beş kutsal dağındaki gibi birçok
dağ ön plana çıkmış ve bu dağlardan her biri, kendi kültlerini ve cemaatlerini
oluşturmuştur.
Dört Budist dağı, tarih boyunca birçok
imparatordan destek görmüştür. İmparatorlar, bu dağlarda tapınaklar,
manastırlar, Buda ve Bodisatva heykelleri inşa ettirmiş ve bu dağdaki rahipleri
vergiden muaf tutmuştur. Aynı zamanda bu dört dağa yapılan hac yolculukları
için kullanılan yolları yeniletmişlerdir. Böylece hac yolculuklarının sayısı
artmıştır. Çin Budistlerince kutsal kabul edilen Wutai, Emei, Putuo ve Jiuhua
dağlarının kültleri temelde benzer olmakla birlikte bazı yönlerden 132 birbirlerinden ayrılmıştır. Bu ayrılık genellikle Bodisatva
kültleri bağlamında olmuştur. Bu çerçevede Wutai Dağı, Manjushri’nin; Emei
Dağı, Samantabhadra’nın; Putuo Dağı, Guanyin’in; Jiuhua Dağı ise Dizang’ın
ikamet ettiği yer olarak telakki edilmiştir.
Daoizm ve Çin Budizmi, kendilerine özgü kutsal
dağlar yanında bazı dağları da ortak şekilde kutsal kabul etmiş ve bu dağlar,
hem Daoizm hem de Budizm açısından önemli olarak görülmüştür. Bu tür dağlar
arasında en dikkat çekeni beş kutsal Daoist dağları arasına giren Song Dağı
olmaktadır. Chan Ekolü’nün ortaya çıkmasını sağlayan Bodhidharma’nın meditasyon
yaptığı ve ilk öğrencisine bu öğretiyi açıkladığı Shaolin Manastırı’nın
bulunması sebebiyle bu dağ Chan Budistleri nezdinde kutsal kabul edilmektedir.
Dinlerdeki dağ kültünün en somut görüldüğü yer
lerden birisi de Japon inanışları olmuştur. Japon dini anlayışı, Şintoizm,
Budizm, Daoizm ve Konfüçyanizm gibi dinlerin yanında halk inanışlarını ve
şamanizm gibi gelenekleri bünyesinde barındırmaktadır. Bünyesinde barındırdığı
bu inanışlar Japonya’nın kompleks bir dini yapıya sahip olduğuna işaret
etmektedir. Japon dinlerinin doğaya ve doğa fenomenlerine verdiği önem, başta
dağlar olmak üzere bazı tabiat objelerinde daha fazla dikkat çekmektedir. Bu
nedenle dağlar, Japonya’nın neredeyse bütün inanışlarında kendine yer
edinmiştir. Özellikle halk inanışları, Şintoizm ve Japon Budizmi gibi
inanışlarda dağ fenomeni ciddi oranda ön plana çıkmıştır. Bu dinlerdeki
efsaneler, kutsal kişiler, kutsal varlıklar ve ibadetler genellikle dağ
fenomeni bağlamında sunulmuştur. Başka bir ifadeyle dağ fenomeni ve bu fenomen
bağlamında gelişen sangaku shinko anlayışı, Japon dini anlayışının köşe
taşlarından biri olmuştur.
Sangaku shinko
geleneğinin Japon dini anlayışındaki önemini gösteren örnekler tarım,
verimlilik ve üretkenliktir. Japonlar, temel geçim kaynağı olarak tarımsal
faaliyetlerini birçok dinsel unsurlara dayandırmış ve bu yönde ayinler icra
etmişlerdir. Bunun Japonlar için önemli olmasının sebebi dağlarda bulunan yama
no kaminin yılın 133
belirli dönemlerinde dağlardan inerek ta no
kami formunda tarlalara gelmesi ve tarlalara bereketi ve verimliliği
getirmesi olmuştur. Yine aynı şekilde, tarlaları sulamak için yararlanılan
nehirlerin dağlardan çıkması ve çiftçilerin dağlara giderek bu suyun kurumaması
için dualar etmesi, dağların tarımla olan ilişkisini açıklamıştır.
Sangaku shinko anlayışının Japon dini
anlayışındaki bir diğer önemi ise onun, ölüm ve ölüm sonrasıyla ilişkili
olmasıdır. Japon dini anlayışına göre ölüm ve mezar ile ilgili olan neredeyse
her şey dağlarla bağlantılı bir şek ilde isimlendirilmiştir. Bunun sebebi
ölülerin, ölüler âlemine dağlar vasıtasıyla geçebildiğine dair inançtır. Buna
göre kişi, hayattayken kamiler ve Budalar gibi kutsal varlıkların rızasını
kazanabildiyse öldükten sonra dağlar vasıtasıyla ölüler alemine geçen ruhu,
kamiye ya da Buda’ya dönüşebilmektedir.
Japonya’nın milli dini olan Şintoizm’de dağ
kültü, yaratılış miti, imparatorluk ve tapınak kavramları yönünden de önem
taşımaktadır. Japon yaratılış mitine göre başlangıçta birtakım dağlar ve dağ
kamileri yaratılmış, bu dağ kamilerinin soyundan ise Japonya’nın ilk imparatoru
Jimmu gelmiştir. Jimmu’nun soyundan gelen imparatorlar, hükümranlık güçlerinin
bulunduğu ruh kutusunu dağda Amaterasu’dan almıştır. Ayrıca yine imparatorların
zaman zaman çeşitli dağlık yerlere hac vazifesini yapmak için gittiği, bu
yerlerde çileci uygulamalarla uğraştığı ve bazı kutsal dağlara tapınak yaptırdıkları
belirtilmiştir. Bu durum genel anlamda Japon dini anlayışında, özel anlamda
Şintoizm’de dağ geleneğinin siyasetle ve imparatorlukla yakından ilişkili
olduğuna örnek teşkil etmektedir.
Şintoizm’in yanı sıra Japon Budizminde dağ
kültünün önemine rastlanılmaktadır. Çin ve Kore üzerinden Japonya’ya ulaşan
Budizm, bu bölgelere ait kutsal dağ anlayışlarını da beraberinde getirmiştir.
Bu anlayışın etkisiyle Japon Budizminde dağlarda Budalar ve Bodisatvalar ile
karşılaşarak nirvanaya ulaşılabileceği anlayışı yerleşmiş ve insanlar dağlara
yaptıkları hac seyahatleri ve buralarda sürdürdükleri riyazet hayatıyla Japon
Budizmindeki dağ kültünün temellerini oluşturmuştur. Özellikle Koya Dağı’nı
kutsal kült merkezi haline getiren Shingon Budizmi ile Hiei Dağı’nı kült merkezi
haline getiren Tendai Budizmi, Japon Budizmindeki dağ kültünün en belirgin
örneklerini oluşturmaktadır.
Çin ve Japon dinlerindeki dağ kültü, bazı
farklı anlayışlar olmakla birlikte genel hatları ile tarih boyunca benzer
süreçlerden geçmiştir. Her iki coğrafyanın dinlerinde de önceden beri süregelen
kutsal dağ anlayışı ön planda olmuş ve Budizm’in gelişiyle bu anlayışlar
farklılaşmıştır. Aynı şekilde her iki gelenek de imparatorlardan destek almış,
bu şekilde dağlara yapılan hac yolculukları gelişmiş ve dağ kültleri sistematik
bir hal almıştır. Ayrıca her iki gelenekte dağların, evrenin düzenini
sağladığına, bereketi getirdiğine, ölüm ve ölüm sonrası ile
ilişkilendirildiğine inanılmıştır.
Sonuç olarak Çin ve Japon dini anlayışında
dağlar, o coğrafyaya ait olan dinler ile ülkeye sonradan gelen Budizm’in bir
araya geldiği ve etkileşime girdiği bir yer olmuştur. Bu durum, dağın Çin ve
Japon dinlerinin yabancı bir inanış ile etkileşime girdiği yerler olduğuna ve
Budizm ile yeni bir öğretiyi meydana getiren kutsal bir fenomen haline
geldiğine işaret etmektedir. Bu bağlamda Çin’in ve Japonya’nın dinsel
anlayışını iyi anlayabilmek için dağ kültünün bilinmesi gerekmektedir.
Ambros, Barbara. Emblacing a Pilgrimage: The
Oyama Cult and Regional Religion in Early Modern Japan. Cambridge: Harvard
University Press, 2008.
Andersen, Poul. “A Visit to Hua-shan,” Cahiers
dExtreme-Asie, S. 5 (1989), ss. 349354.
Andreeva, Anna. “Saidaiji Monks and Esoteric
Kami Worship at Ise and Miwa,” Japanese Journal of Religious Studies,
C.33, S. 2 (2006), ss. 349-377.
. “The Karmic Origins
of the Great Bright Miwa Deity: A Transformation of the Sacred Mountain in
Premodern Japan,” Monumenta Nipponica, C.65, S. 2 (2010), ss. 245-271,
273-296.
Arık, Durmuş. “Geleneksel Türk Dini,” Dinler
Tarihi El Kitabı. Ed. Baki Adam (Ankara: Grafiker Yayınları, 2015), ss.
479-500.
Ashkenazi, Michael. Handbook of Japanese
Mythology. Oxford: ABC-CLIO, 2003.
Aston, William G. Shinto (The Way of the
Gods). London: Longmans, Greens and Co., 1905.
. Shinto: The
Ancient Religion of Japan. Chicago: The Open Court Publishing Company,
1921.
Avcı, İsmail. “İblisin Kurduğu Üç Tuzak,” Çin
Edebiyatından Seçme Öyküler. Der. Gürhan Kırilen, Ankara: Gece Kitaplığı,
2017, ss. 50-68.
Avi-Yonah, Michael. “Moriah,” Encyclopedia
Judaica.
Ed. by Fred Skolnik, New York: Thomson Gale,
2007, C. 14, s. 491.
Bauber, Wolfgang. “Çin Felsefesi’nin Genel
Özellikleri,” terc. Tolga İnsel, Doğu Batı Dergisi, C.15, S. 61 (2012)
ss. 199-214.
Bayat, Fuzuli. “Türk Mitolojisinde Dağ Kültü,” Folklor
Edebiyat, C.12, S. 46 (2006), ss. 47-60.
Bechert, Heinz. “Buddha, Life of The,” Encyclopedia
of Buddhism. Ed. by Robert E. Buswell, New York: Thomson Gale, 2004, C. 1,
ss. 82-88.
Bekki, Salahaddin. “Nevruz-Kurban İlişkisi ve
Kurbana Bağlı Olarak Yapılan Ritler- Pratikler,” Türk Kültürü ve Hacı Bektaş
Veli Araştırma Dergisi, S. 29 (2004), ss. 11-18.
Bernbaum, Edwin. “Sacred Mountains: Themes and
Teachings,” Mountain Research andDevelopment, C.26, S. 4 (2006), ss.
304-309.
Bernbaum, Edwin. Sacred Mountains of the
World. Hong Kong: University of California Press, 1997.
Birnbaum, Raoul. “Avalokitesvara,” Encyclopedia
of Religion. Ed. By Mircea Eliade, New York: Macmillian Publishing Company,
1987, C. 2, ss. 11-14.
. “Secret Halls of the
Mountain Lords: The Caves of Wu-t'ai shan,” Cahiers d'Extreme-Asie, C. 5
(1989), ss. 115-140.
. “The Manifestation of
a Monastery: Shen-Ying’s Experiences on Mount Wu- t’ai in T’ang Context,” Journal
of the American Oriental Society, C.106, S. 1 (1986), ss. 119-137.
Birrell, Anne. Çin Mitleri. Terc. Melisa
Pancar, Ankara: Phoenix Yayınevi, 2016.
Blacker, Carmen. “Supernatural Abductions in
Japanese Folklore,” Asian Folklore Studies, C.26, S.2 (1967), ss.
111-147.
. The Catalpa Bow: A
Study of Shamanistic Practices in Japan. Richmond:
Taylor&Francis e-Library, 2005.
Bocking, Brain. A Popular Dictionary of
Shinto. Richmond Surrey: Curzon Press, 2005.
Breen, John, Mark Teewuen. A New History of
Shinto. Oxford: Wiley-Blackwell, 2010.
Brown, Delmer M. The Cambridge History of
Japan. Ed. by John Whitney Hall, Cambridge: Cambridge University Press,
1993, C.1.
Bruun, Ole. An Introduction to Feng Shui.
Cambridge: Cambridge University Press, 2008.
Budge, Ernest Alfred Wallis. The Gods of the
Egyptians. New York: Dover Publications, 1969, C. 1.
Cahili, James. “Huang Shan Paintings as
Pilgrimage Pictures,” Pilgrims and Sacred Sites in China. Ed. by Susan
Naquin - Chün-fang Yü (California: University of California Press, 1992), ss.
246-292.
Cali, Joseph - John Dougill. Shinto Shrines.
Honolulu: University of Hawai’i Press, 2013.
Chan, Alan. K. L. “The Daode Jing and Its
Tradition,” Daoism Handbook. Ed. by Livia Kohn (Leiden: Brill, 2000),
ss. 1-29.
Charleux, Isabelle. “Chinese, Tibetan and
Mongol Buddhists on Mount Wutai (China) from the Eighteenth to the Twenty-first
Century,” Pilgrimage and Ambiguity Sharing the Sacred. Ed. by Angela
Hobart - Thierry Zarcone (Ascona: Sean Kingston Publishing, 2017), ss. 8 7-118.
. “Mongol Pilgrimages
to Wutai Shan in the Late Qing Dynasty,” Journal of the International
Association of Tibetan Studies, S.4 (2011), ss. 275-326.
Chou, Wen-shing. “Ineffable Paths: Mapping
Wutaishan in Qing Dynasty China,” The ArtBulletin, C.89, S.1 (2007), ss.
108-129.
. “Maps of Wutai Shan:
Individuating the Sacred Landscape through Color,” Journal of the
International Association of Tibetan Studies, S.6 (2011), ss. 372-388.
Cooper, J. C. Taoculuk Nedir?. Terc.
İsmet Zeki Eyuboğlu, İstanbul: Omega Yayınları, 2003.
Crouse, Bill. “Five Reasons Noah's Ark Did not
Land on Mt. Ararat; Five Reasons Why It Did Land on Cudi Dagh,” Uluslararası
Hz. Nuh Ve Cudi Dağı Sempozyumu, ed.
Hamdi Gündoğar - Ömer Ali Yıldırım - M. Ata Az
(Şırnak: Şırnak Üniversitesi, 2013), ss. 393-409.
Curtis, Vesta Sarkhosh. Iran Mitleri.
Terc. Fatma Esra Aslan, Ankara: Phoenix Yayınevi, 2016.
Czaja, Michael. God of Myth andStone.
New York: Weatherhill, 1974.
Deal, William E. Handbook to Life in
Medieval and Early Modern Japan. New York: Oxford University Press, 2007.
Debreczeny, Karl. “Wutai shan: Pilgrimage to
Five-Peak Mountain,” Journal of the InternationalAssociation of Tibetan
Studies, S.6 (2011), ss. 1-133.
Doub, William. “Mountains in Early Taoism,” The
Mountain Spirit. Ed. by Michael Charles Tobias - Harold Drasdo (London:
Victor Gollancz Ltd, 1980), ss. 29-136.
Drakasis, Athanasios. “Omyodo and Esoteric
Buddhism,” Esoteric Buddhism and Tantras in East Asia. Ed. by Charles D.
Orzech - Henrik H. Sorensen - Richard K. Payne (Boston: Brill, 2011), ss.
683-690.
DuBose, Hampden Coit. The Dragon, Image
andDemon: The Three Religions of China: Confucianism, Buddhism, and Taoism.
New York: A. C. Armstrong & Son, 1887.
Dudbridge, Glen. “Women Pilgrims to T’ai Shan:
Some Pages from a Seventeenth- Century Novel,” Pilgrims and Sacred Sites in
China. Ed. by Susan Naquin - Chün- fang Yü (California: University of
California Press, 1992), ss. 39-64.
Dumoulin, Heinrich. Zen Buddhism: A History
Japan. Delhi: Motilal Banarsidass Publishers, 2005, c. 2.
Earhart, H. Byron. “Mount Fuji
and Shugendo,” Japanese Journal of Religious Studies,
16, S. 2-3 (1989), ss.
205-226.
. “Sacred Mountains in
Japan: Shugendo as ‘Mountain Religion’,” The Mountain Spirit. Ed. by
Michael Charles Tobias - Harold Drasdo (London: Victor Gollancz Ltd, 1980), ss.
107-116.
. A Mount Haguro
Sect of Shugendo: An Example of Japanese Mountain Religion. Tokyo: Sophia University,
1970.
. Religion in Japan:
Unity and Diversity. Boston: Wadsworrth Cengage Learning, 2014.
. “Mount Fuji and
Shugendo,” Japanese Journal of Religious Studies, C.16, S.2-3, ss.
205-226.
Eberhard, Wolfram. Çin Simgeleri Sözlüğü.
Terc. Aykut Kazancıgil - Ayşe Bereket, İstanbul: Kabalcı Yayınları, 2000.
Eck, Diana L. “Mountains,” Encyclopedia of
Religion. Ed. By Mircea Eliade, New York: Macmillian Publishing Company,
1987, C. 9, ss. 130-134.
Edwards, Walter. “Contested Access: The
Imperial Tombs in the Postwar Period,” The Journal of Japanese Studies,
C.26, S.2 (2000), ss. 371-392.
el-Bîrûnî, Ebû Reyhân Muhammed b. Ahmed. Tahkîku
Mâ Li’l-Hind. Terc. Kıvameddin Burslan, tah. Ali İhsan Yitik, Ankara: Türk
Tarih Kurumu Yayınları, 2015.
Eliade, Mircea, E. Sullivan. “Center of the
World,” Encyclopedia of Religion. Ed. By Mircea Eliade, New York:
Macmillian Publishing Company, 1987, C. 3, ss. 166-171.
Eliade, Mircea. Dinler Tarihine Giriş.
Terc. Lale Arslan, İstanbul: Kabalcı Yayınevi, 2009.
. Dinsel inançlar ve
Düşünceler Tarihi. Terc. Ali Berktay, İstanbul: Kabalcı Yayınevi, 2003, c.
2.
. Ebedi Dönüş
Mitosu. Terc. Ümit Altuğ, Ankara: İmge Kitabevi, 1994.
. İmgeler ve Simgeler. Terc. Mehmet Ali Kılıçbay,
Ankara: Doğu Batı Yayınları, 2017.
. Kutsal ve Dindışı.
Terc. Mehmet Ali Kılıçbay, Gece Yayınları: Ankara, 1991.
Eliot, Charles. Japanese Buddhism. New
York: Routledge, 2013.
Fairchild, William P. “Shamanism in Japan,” Folklore
Studies, C. 21 (1962), ss. 1-122.
Faure, Bernard. “Relics and Flesh Bodies: The
Creation of Ch’an Pilgrimage Sites,” Pilgrims and Sacred Sites in China.
Ed. By Susan Naquin - Chün-fang Yü, California: University of California Press,
1992, ss.150-189.
. Gods of Medieval
Japan. Honolulu: University of Hawai’i Press, 2016, C. 2.
Foster, Michael Dylan. Mysterious Creatures
of Japanese Folklore: The Book of Yokai. California: University of
California Press, 2015.
Gardin, Nanon - Robert Olorenshaw. Larousse
Semboller Sözlüğü. Terc. Beyza Akşit, İstanbul: Bilge Kültür Sanat
Yayınları, 2014.
Gardiner, David L. - Rolf W. Giebel. “Kukai,” Japanese
Philosophy: A Sourcebook. Ed. by James W. Heisig - Thomas P. Kasulis - John
C. Maraldo, Michigan: University of Hawai’i Press, 2011, ss. 51-74.
Gethin, Rupert. “Cosmology,” Encyclopedia of
Buddhism. Ed. by Robert E. Buswell, New York: Thomson Gale, 2004, C. 1, s.
184.
Getty, Alice. The Gods of Northern Buddhism.
[Oxford]: Oxford University Press, 1914.
Gimello, Robert M. “Chang Shang-ying on Wu-t’ai
Shan,” Pilgrims and Sacred Sites in China. Ed. by Susan Naquin -
Chün-fang Yü, California: University of California Press, 1992, ss.
89-149.
Gowland, William. “President Address. The
Burial Mounds and Dolmens of the Early Emperors of Japan,” The Journal of
the Royal Anthropological Institute of Great Britain andIreland, C.37
(1907), ss. 10-46.
Grapard, Allan G. “Flying Mountains &
Walkers of Emptiness: Sacred Space in Japanese Religions,” The Sacred
Mountain of Asia. Ed. by John Einarsen, Canada: Shambhala Publications,
1995, ss. 36-42.
Gray, Basil. “Fudö,” The British Museum
Quarterly, C.24, S.1-2 (1961), ss. 46-50.
Groner, Paul. Ryogen
andMount Hiei: Japanese Tendai in the Tenth Century. Honolulu: University
of Hawai’i, Press, 2002.
. Saicho: The Establishment of the Japanese Tendai
School. Honolulu: University of Hawai’i Press, 2000.
Grotenhuis,
Elizabeth ten. Japanese Mandalas: Representation of Sacred Geography. Honolulu:
University of Hawai’i Press, 1999.
Guenon, Rene. Alemin
Hükümdarı: Dinlerde Merkez Sembolizmi. Terc. İsmail Taşpınar, İstanbul:
İnsan Yayınları, 2014.
. Büyük Üçlü.
Terc. Veysel Sezigen, İstanbul: İz Yayıncılık, 2012.
Güngören, İlhan. Zen Budizmi: Bir Yaşama
Sanatı. İstanbul: Yol Yayınları, 2013.
Güvenç, Bozkurt. Japon Kültürü.
İstanbul: Boyut Yayıncılık, 2010.
Hahn, Thomas. “The Standard Taoist Mountain and
Related Features of Religious Geography,” Cahiers d'Extreme-Asie, C.4,
S.1 (1988), ss. 145-156.
Hakeda, Yoshito S. KukaiMajor Works. New
York: Colombia University Press, 1972.
Hardacre, Helen.
“The cave and the Womb World,” Japanese Journal Religious Studies, C.10,
S.2-3 (1983), ss. 149-176.
Headley, Joel Tyler. The SacredMountains.
New York: Gaker and Scribner, 1847.
Hiroo, Sato, Orion Klautau. “Changes in the
Concept of Mountains in Japan,” Cahiers d'Extreme-Asie, S.18 (2009), ss.
89-102.
Hiroo, Sato. “Wrathful Deities and Saving
Deities,” Buddhas and Kami in Japan: Honji Suijaku as a Combinatory
Paradigm. Ed. by Mark Teeuwen - Fabio Rambelli, London: Routledge Curzon,
2003, ss. 95-114.
. How Like A God
Deification in Japanese Religion. Terc. David Noble, Tokyo: International
House of Japan, 2016.
Hitoshi, Miyake. “Japanese Mountain Religion:
Shrines, Temples and the Development of Shugendo,” Cahiers d'Extreme-Asie,
S.18 (2009), ss. 73-88.
. “Shugendo in
History,” The Mandala of Mountain: Shugendo and Folk Religion. Ed.
Gaynor Sekimori, Tokyo: Keio University Press, 2005, ss. 45-94.
. “Shugendo: Its
History and Organization,” Shugendo: Essays on the Structure of Japanese
Religion. Ed. by H. Byron Earhart, Michigan: The University of Michigan,
2001, ss. 11-35.
Hori, Ichiro. “Mountains and Their Importance
for the Idea of the Other World in Japanese Folk Religion,” History of
Religions, C.6, S.1 (1966), ss. 7-8.
. “On the Consept of
Hijiri,” Numen, C.5, S.2 (1958), ss.128-160.
Humphreys, Christmas. A Popular Dictionary
of Buddhism. London: Curzon Press, 2005.
Hurt, George. The Routledge Dictionary of
Egyptian Gods and Godesses. New York: Routledge, 2005.
Irons, Edward A. Encyclopedia of Buddhism.
New York: Facts on Files, 2008.
Kai, Sheng. “On the Veneration of the Four
Sacred Buddhist Mountains in China,” The Eastern Buddhist, C.44, S.2
(2013), ss. 121-143.
Karataş, Hüsamettin. “Erken Dönem Japon
Budizmi,” Fırat Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, C.18, S.2
(2013), ss. 53-67.
. Nichiren Budizmi.
Ankara: Ankara Üniversitesi, Doktora tezi, 2012.
Karatosun, Musa Osman. “Çin Mitolojisi,” Doğu’dan
Batı’yaDüşüncenin Serüveni. Ed. Ali Osman Kurt, İstanbul: İnsan Yayınları,
2017, C.1, ss. 635-669.
Kasahara, Kazuo. A History of Japanese
Religion. Tokyo: Kosei Publishing, 2001.
Kasulis, Thomas B. - Carl W. Bielefeldt - Rein
Raud - William Bodiford, “Dogen,” Japanese Philosophy: A Sourcebook. Ed.
by James W. Heisig - Thomas P. Kasulis - John C. Maraldo, Michigan: University
of Hawai’i Press, 2011, ss. 141-162.
Katar, Mehmet. “Dinlerde Günlük İbadet
Uygulamaları,” Dini Araştırmalar Dergisi, C.1, sayı 1 (1998), ss. 59-75.
Kaya, Korhan. Buddhizm Sözlüğü. Ankara:
Doğu Batı Yayınları, 2017.
Kırilen, Gürhan. Budizm ve Orta Asya: Xuan
Zang Seyahatnamesi. Ankara: Gece Kitaplığı, 2015.
Kitagawa, Joseph M. On Understanding
Japanese Religion. Princeton: Princeton University Press, 1987.
Kleeman, Terry F. “Mountains Deities in China:
The Domestication of the Mountain God and the Subjugation of the Margins,” Journal
of the American Oriental Society, C.114, S.2 (1994), ss. 226-238.
Kosa, Gâbor. “Pangu’s Birth and Death as
Recorded in a Tang Dynasty Buddhist Source,” OrientalArchive, S.77
(2009), ss. 169-192.
Kroll, Paul W. “Verses from on High: The Ascent
of T'ai Shan,” T'oung Pao, C.69, S.4 (1983), ss. 223-260.
Kutlutürk, Cemil. Hindu Kutsal Metinleri
Upanişadlar. İstanbul: Dergâh Yayınları, 2014.
Langdon, Merle K. “Mountains in Greek
Religions,” The Classical World, C.93, S.5 (2000), ss. 461-470.
Leeuw, Gerardus Van der. Religion in Essence
and Manifestation. New Jersey: Princeton University Press, 2014.
Leighton, Taigen Dan. Faces of Compassion.
Somerville: Wisdom Publications, 2012.
Levering, Miriam. “Ksitigarbha,” Encyclopedia
of Religion. Ed. by Mircea Eliade, New York: Macmillian Publishing Company,
1987, C. 8, ss. 392-393.
Lin, Wei-Cheng. Building a Sacred Mountain:
The Buddhist Architecture of China’s Mount Wutai. Seattle: Art History
Publication, 2014.
Mabbett, I. W. “The Symbolism of Mount Meru,” History
of Religions, C.23, S.1 (1983), ss. 64-83.
Macculloch, J.A. “Mountains, Mountain Gods,” Encyclopedia
of Religion and Ethics. Ed. by James Hastings, New York: Charles Scribner’s
Sons, 1916, c. 8, ss. 863-868.
Mack, Karen. “The Phenomenon of Invoking Fudö
for Pure Land Rebirth in Image and Text,” Japanese Journal of Religious
Studies, C.33, S.2 (2006), ss. 297-317.
Monaghan, Patricia. “Kono-Hana-Sakuya-Hime,” Encyclopedia
of Goddesses and Heroines. California: ABC CLIO, 2010, C.1, s. 242.
Naquin, Susan, Chün- Fang Yü, “Introduction:
Pilgrimage in China,” Pilgrims and Sacred Sites in China. Ed. by Susan
Naquin - Chün-fang Yü, California: University of California Press, 1992,
ss. 1-38.
Nicoloff, Philip L. Sacred Koyasan: A
Pilgrimage to the Mountain Temple of Saint
Köbö Daishi and the Great Sun Buddha. New York: State University of New York Press, 2008.
Nihongi: Chronicles of Japan from the
Earliest Times to A.D. 697. Terc. William
George Aston, Tokyo: Tuttle Books, 1993.
Nitschke, Günter. “Building the Sacred
Mountain: Tsukuriyama in Shinto Tradition,”
The Sacred Mountains of Asia. Ed. by John Einarsen, Canada: Shambala Publications,
1995, ss. 111-112.
Okay, Bülent. Konfuçyüs ve Çin Felsefesinin
Temelleri. İstanbul: Bilge Kültür Sanat, 2017.
Olgun, Hakan. Tuz
ve Işık. İstanbul: İnsan Yayınları, 2015.
Ono, Sokyo. Şinto: Kamilerin Yolu. Terc.
Suat Ertüzün, İstanbul: Okyanus Yayınları, 2004.
Otto, Rudolf. The Idea of Holy. Terc.
John W. Harvey, London: Oxford University Press, 1936.
Paludan, Ann. Chronicle of the Chinese
Emperors. New York: Thames and Hudson, 1998.
Perkins, Dorothy. Encyclopedia of China.
New York: Routledge, 2013.
Picken, Stuart D. B. Historical Dictionary
of Shinto. Plymouth: Scarecrow Press, 2011.
Piggott, Joan R. “Sacral Kingship and
Confederacy in Early Izumo,” Monumenta Nipponica, C.44, S.1 (1989), ss.
45-74.
Powell, William.
“Literary Diversions on Mount Jiuhua,” The SacredMountains of Asia.
Ed. by John Einarsen, Canada: Shambala
Publications, 1995, ss. 22-26.
Qian, Sima. The First Emperor: Selections
from the Historical Records. Terc. Raymond Dawson. New York: Oxford University
Press, 2009.
Rhodes, Robert F. “The Kaihogyo Practice of
Mount Hiei,” Japanese Journal of Religions Study, C.14, S.2-3 (1987),
ss. 185-202.
Roberts, Jeremy. Chinese Mythology A to Z.
New York: Facts on File, 2004.
. Japanese Mythology
A to Z. New York: Chelsea House, 2010.
Robinet, Isabelle. “Shangqing,” Ecyclopedia
of Taoism. Ed. by Fabrizio Pregadio, New York: Routledge, 2008, C.2, ss.
858-866.
Robson, James. “Wuyue Zhenxing Tu,” Encyclopedia
of Taoism. Ed. by Fabrizio Pregadio, New York: Routledge, 2008, C.2, ss.
1075-1078.
. “Huang Shan: The Cult
of Site (Sight) & Representation,” The Sacred Mountains of Asia. Ed.
by John Einarsen, Canada: Shambala Publications, 1995, s.52.
. “The Marchmount
System: Chinese Geologics,” The SacredMountains of Asia. Ed. by John
Einarsen, Canada: Shambala Publications, 1995, ss. 16-17.
. “The Polymorphous
Space of the Southern Marchmount [Nanyue ^M]:
An Introduction to Nanyue’s Religious History and Preliminary Notes on
Buddhist- Daoist Interaction,” Cahiers d'Extreme-Asie, S.8 (1995), ss.
221-264.
. “Wuyue,” Encyclopedia
of Taoism. Ed. by Fabrizio Pregadio, New York: Routledge, 2008, C. 2, ss. 1072-1074.
. Power of Place:
The Religious Landscape of the Southern Sacred Peak (Nanyue ^j$) in Medieval China.
Cambridge: Harvard University Press, 2009.
Rots, Aike P. Shinto, Nature and Ideology in
Contemporary Japan: Making Sacred Forests. London: Bloomsbury, 2017.
Sarıkçıoğlu, Ekrem. Din Fenomenolojisi
(Dinlerin Mahiyeti ve Tezahür Şekilleri). Isparta: Fakülte Kitapevi, 2011.
Schattschneider, Ellen. “Family Resemblances:
Memorial Images and the Face of Kinship,” Japanese Journal of Religious
Studies, C.31, S.1 (2004), ss. 141-162.
Schimmel, Annemarie. Sayıların Gizemi.
Terc. Mustafa Küpüşoğlu, İstanbul: Kabalcı Yayınları, 2011.
Schipper, Kristofer. The Taoist Body.
California: University of California Press, 1993.
Shahar, Meir. Shaolin Monastery: History,
Religion, and the Chinese Martial Arts. Honolulu: University of Hawai‘i Press,
2008.
Shigeru, Gorai. “Shugendo Lore,” Japanese
Journal of Religious Studies, C.16, S.2-3 (1989), ss. 117-142.
. Ishi no Shukyo.
Tokyo: Kodonsha, 2007.
Shigeru, Gorai. Nihonjin no Shiseikan.
Tokyo: Kadokawa, 1994.
Sönmez, Seniha. Türklerde Dağ Kültü inancı
ve Altay, Tıva Ve Şor Destanlarında Dağ. Balıkesir: Balıkesir Üniversitesi,
2008.
Stevens, John. “The Path of the Spiritual
Athlete: The Maraton Monks of Mt. Hiei,” The Sacred Mountains of Asia.
Ed. by John Einarsen, Canada: Shambala Publications, 1995, ss. 60-66.
. The Maraton Monks
of Mount Hiei. Boston: Shambala Publications, 1988.
Störig, H. Joachim. İlkçağ Felsefesi: Hint,
Çin, Yunan. Terc. Ömer Cemal Güngören, İstanbul: Yol Yayınları, 2000.
Suzuki, Masanabu. Clans and Religion in
Ancient Japan. London: Routledge, 2016.
Şenavcu, Halil İbrahim. Dünden Bugüne Japon
Budizmi: İnanç ve Uygulamaları. İzmir: Dokuz Eylül Üniversitesi, 2015.
Tanyu, Hikmet. Dinler Tarihi Araştırmaları.
Ankara: Ankara Üniversitesi Basımevi, 1973.
Taşpınar, İsmail. Doğu Dinlerinde Hac
İbadeti: Hinduizm ve Budizm. İstanbul: Bilge Kültür Sanat Yayınları, 2014.
Torrance, Richard. “The Infrastructure of the
Gods: Izumo in the Yayoi and Kofun Periods,” JapanReview, S.29 (2016),
ss. 3-38.
Tse, Lao. Tao Te Ching. Terc. Ömer Tulgan,
İstanbul: Yol Yayınları, 2015.
Turan, Süleyman, Emine Battal. Dünya
Dinlerinde Kutsal Metinler. Rize: STS Yayınları, 2015.
Turnbull, Stephen. Japan’s Sexual Gods:
Shrines, Roles andRituals of Procreation and Protection. Leiden: Brill,
2015.
Tyler, Royall. “A Glimpse of Mt. Fuji in Legend
and Cult,” The Journal of the Association of Teachers of Japanese, C.16,
S.2 (1981), ss. 140-165.
Tzu, Lao. Tao Te Ching. Terc. Bülent
Somay, Ezgi Keskinsoy. İstanbul: Metis Yayınları, 2018.
Vance, Timothy J. “The Etymology of Kami,” Japanese
Journal Religious Studies, C.10, S.4 (1983), ss. 277-288.
Visser, M. W. De. The Bodhisattva Ti-Tsang
(Jizo) in China and Japan. Berlin: Oesterheld & Co., 1914.
Wang, Jing. The Story of Stone:
Intertextuality, Ancient Chinese Stone Lore, and the Stone Symbolism in Dream
of the Red Chamber, Water Margin, and The Journey to the West. London: Duke
University Press, 2000.
Wu, Pei-yi. “An Ambivalent Pilgrim to T’ai
Shan,” Pilgrims and Sacred Sites in China. Ed. by Susan Naquin -
Chün-fang Yü, California: University of California Press, 1992, ss.
65-88.
Yamasaki, Taiko. Shingon: Japanese Esoteric
Buddhism. Terc. Richard, Cynthia Peterson, Boston: Shambala Publications,
1988.
Yamı, Vedat Şafak. Japonya’da
Budizm. Ankara: Doğu-Batı Yayınları, 2012.
Yano, Kazuyuki.
“Sacred Mountains Where Being of ‘Kami’ is Found” ICOMOS, 2008, ss.
1-11.
Yıldırım, Nimet. Fars
Mitolojisi Sözlüğü. İstanbul: Kabalcı Yayınevi, 2008.
Youlan, Feng. Çin
Felsefesi Tarihi. Terc. Fuat Aydın, İstanbul: İstanbul Bilgi Üniversitesi
Yayınları, 2009.
Yu, David C. “The
Creation Myth and Its Symbolism in Classical Taoism,” Philosophy East and
West, C.31, S.4 (1981), ss. 479-500.
Yü, Chün-fang.
“P’u-t’o Shan: Pilgrimage and the Creation of the Chinese Potalaka,” Pilgrims
and Sacred Sites in China. Ed. by Susan Naquin - Chün-fang Yü, California:
University of
California Press, 1992, ss. 190-245.
“3 Famous Mountains
of Japan: Mount Haku, Mount Tate and Mount Takao,” https://taiken.co/single/3-famous-mountains-of-japan-mount-haku-mount-tate-
and- mount-takao
(01.03.2018).
“Cosmological Mandala with Mount Meru,”
“Fengshan
Sacrifices at Mount Tai,”
http://www.chinadaily.com. cn/ m/taian2016/2017-
02/14/content
28211098.htm (21.03.2018).
“Mandala,” http://www.toji.or.jp/mandala.shtml
(24.04.2018).
“Properties of the
number 72,”
http://www.ridingthebeast.com/numbers/nu72.php
(09.04.2018).
“Sacred Mountains
of China,”
http://www.san-shin.org/China-sacred-mtns.html
(14.03.2018).
“Sacred Mountains
of China,”
https://sacredsites.com/asia/china/sacred mountains.html (14.03.2018).
“Wutaishan 1846,” https://commons.wikimedia.Org/wiki/File:Wutaishan
1846.jpg
(24.04.2018).
Şamlıoğlu, İbrahim Emre, Çin ve Japon
Dinlerinde Dağ Kültü, Yüksek Lisans Tezi,
Danışman: Prof. Dr. Mehmet
Katar, IX + 158 s.
[1] Bkz. Rudolf Otto, The
Idea of Holy, terc. John W. Harvey (London: Oxford University Press, 1936),
ss. 12-30.
[2] Bkz. Otto, ss.
31-41.
[3] Mircea Eliade, Dinler Tarihine Giriş,
terc. Lale Arslan (İstanbul: Kabalcı Yayınevi, 2009), s. 362; Mircea Eliade, Ebedi
Dönüş Mitosu, terc. Ümit Altuğ (Ankara: İmge Kitabevi, 1994), s. 26; Ekrem
Sarıkçıoğlu, Din Fenomenolojisi (Dinlerin Mahiyeti ve Tezahür Şekilleri)
(Isparta: Fakülte Kitapevi, 2011), s. 36; Hikmet Tanyu, Dinler Tarihi
Araştırmaları (Ankara: Ankara Üniversitesi Basımevi, 1973), s. 5; Nanon Gardin
- Robert Olorenshaw, Larousse Semboller Sözlüğü, terc. Beyza Akşit
(İstanbul: Bilge Kültür Sanat Yayınları, 2014), s. 157.
[4] Diana L. Eck,
“Mountains,” Encyclopedia of Religion (ER), ed. by Mircea Eliade (New
York: Macmillian Publishing Company, 1987), C. 9, s. 130.
[5] Axis Mundi kavramı hakkında detaylı bilgi
için bkz. Lawrence E. Sullivan, “Axis Mundi,” Encyclopedia of Religion (ER),
ed. by Mircea Eliade (New York: Macmillian Publishing Company, 1987), C. 2, ss.
20-21.
[6] Mircea Eliade, Kutsal
ve Dindışı, terc. Mehmet Ali Kılıçbay (Gece Yayınları: Ankara, 1991), s. 2.
[7] Eliade, Ebedi
Dönüş Mitosu, s. 29.
[8] Bkz. Eliade, Ebedi Dönüş Mitosu, s.
27. (Axis mundi kavramının çoğunlukla kutsal dağlar için kullanılmasının yanı
sıra, şehir, tapınak, ağaç, merdiven, ip, köprü, mezar ve insan gibi unsurlar
için de kullanıldığı görülmektedir. Bu tür unsurlar, kutsalın tecelli ettiği,
kutsal ile kutsal olmayan âlemi birbirine bağladığı ya da ayırdığı ve göğe
doğru yükselmeyi temsil ettiğinden ötürü, axis mundi kavramıyla
ilişkilendirilmektedir. Buradan ise axis mundinin birçok fenomeni karşıladığı,
bu fenomenlerle birlikte ortaya çıktığı ve birçok axis mundinin var olduğu
anlaşılmaktadır. Bkz. Eliade, Kutsal ve Dindışı, ss. 17-19, 45; Eliade, Dinler
Tarihine Giriş, s. 124, 362-363; Mircea Eliade - Lawrence E. Sullivan,
“Center of the World,” Encyclopedia of Religion (ER), ed. by Mircea
Eliade (New York: Macmillian Publishing Company, 1987), C. 3, ss. 166-170; Eck,
ER, C. 9, s. 131; Edwin Bernbaum, SacredMountains of the World
(Hong Kong: University of California Press, 1997), s. 208; Edwin Bernbaum,
“Sacred Mountains: Themes and Teachings,” Mountain Research and Development C.
26, S. 4 (2006), s. 305.)
[9] Eck, ER,
C.9, ss. 131-132; Bernbaum, Sacred Mountains of the World, s. 211; J.A.
Macculloch, “Mountains, Mountain Gods,” Encyclopedia of Religion and Ethics
(ERE), ed. by James Hastings (New York: Charles Scribner’s Sons, 1916), C.
8, s. 867.
[10] Eliade, Kutsal ve Dindışı, s. 45; Eck,
ER, C.9, ss. 132-133; Bernbaum, “Sacred Mountains: Themes and
Teachings,” s. 306; Bernbaum, Sacred Mountains of the World, ss.
208-209; Macculloch, ERE, C.8, s. 863; Gerardus Van der Leeuw, Religion
in Essence and Manifestation (New Jersey: Princeton Universitiy Press,
2014), s. 55.
[11] Eliade - Sullivan, ER, C.3, ss.
166-167; Eck, ER, C.9, s. 133; Bernbaum, “Sacred Mountains: Themes and
Teachings,” s. 306; Bernbaum, Sacred Mountains of the World, s. 206,
210-211; Macculloch, ERE, C.8, s. 864. (Dağlar, ölüler âlemi ya da bu
âleme götüren bir kapı olarak görülmesinin yanında yaşamın, suyun, bereketin ve
tarımın kaynağı, aynı zamanda hastalıklara şifa olan bir yer olarak da
görülmektedir. Eck, ER, C.9, s. 133; Bernbaum, “Sacred Mountains: Themes
and Teachings,” s. 306; Bernbaum, Sacred Mountains of the World, s. 211.
Bu bakımdan dağlarda bulunduğuna inanılan taunların bereketin ve yaşamın
kaynağı olduğu kabul edilmekte ve bu bağlamda birçok kült gelişmektedir. Bu
inanış ve kültlerin Hint, Çin ve Japon dinlerinde diğer dinlere göre daha fazla
gelişme gösterdiği ve dikkat çektiği söylenebilir.)
[12] Eliade, Ebedi
Dönüş Mitosu, ss. 27-28.
[13] Eliade, Dinler Tarihine Giriş, ss.
362-363; Eliade, Ebedi Dönüş Mitosu, s. 26, 28; Eliade, Kutsal ve
Dindışı, ss. 20-21, 97, 156; Eliade - Sullivan, ER, C.3, ss.
167-168; Eck, ER, C.9, s. 131, 133; Bernbaum, “Sacred Mountains: Themes
and Teachings,” ss. 305-306; Bernbaum, Sacred Mountains of the World, s.
209, 213; Macculloch, ERE, C.8, ss. 866-867; Leeuw, s. 55. Dağ fenomeni
bağlamında şehir, ev ve insan sembolizmi hakkında detaylı bilgi için bkz.
Eliade - Sullivan, ER, C.3, ss. 168-169.
[14] Bernbaum, SacredMountains
of the World, s. 210; Macculloch, ERE, C.8, s. 866.
[15] Sarıkçıoğlu, s. 37;
Tanyu, ss. 5-6.
[16] Eliade, Kutsal
ve Dindışı, ss. 21-22; Eck, ER, C.9, s. 131; Leeuw, s. 55.
[17] Geraldine Pinch, Handbook
of Egyptian Mythology (California: ABC-CLIO Press, 2002), ss. 180-181.
[18] Macculloch, ERE, C.8, s. 865; Ernest
Alfred Wallis Budge, The Gods of the Egyptians (New York: Dover
Publications, 1969), C. 1, s. 179.
[19] George Hurt, The
Routledge Dictionary of Egyptian Gods and Godesses (New York: Routledge,
2005), ss. 91-92.
[20] Budge, s. 263.
[21] Gardin -Olorenshaw,
s. 157.
[22] Merle K. Langdon,
“Mountains in Greek Religions,” The Classical World, C.93, S. 5 (2000),
s. 463.
[23] Langdon, s. 467.
[24] Langdon, s. 469.
[25] Macculloch, ERE,
C.8, s. 867; Eck, ER, C.9, s. 132.
[26] Langdon, s. 465.
[27] Nimet Yıldırım, Fars Mitolojisi Sözlüğü
(İstanbul: Kabalcı Yayınevi, 2008), ss. 279-280; Tanyu, s. 7. Ayrıca bkz. Vesta
Sarkhosh Curtis, İran Mitleri, terc. Fatma Esra Aslan (Ankara: Phoenix
Yayınevi, 2016), ss. 27-28.
[28] Yıldırım, ss.
279-280; Tanyu, s. 7. Ayrıca bkz. Curtis, ss. 27-28.
[29] Bkz. Eck, ER,
C.9, s. 131.
[30] Macculloch, ERE,
C.8, s. 865; Yıldırım, ss. 238-240.
[31] Fuzuli Bayat, “Türk
Mitolojisinde Dağ Kültü,” Folklor Edebiyat, C.12, S. 46 (2006), s. 47,
50.
[32] Tanyu, s. 30; Durmuş Arık, “Geleneksel Türk
Dini,” Dinler Tarihi El Kitabı, ed. Baki Adam (Ankara: Grafiker
Yayınları, 2015), ss. 487-488. Türk mitolojisinde dağ kültünün yeri için bkz.
Seniha Sönmez, Türklerde Dağ Kültü İnancı ve Altay, Tıva Ve Şor
Destanlarında Dağ (Balıkesir: Balıkesir Üniversitesi, yüksek lisans tezi,
2008).
[33] Bkz. Bayat, s. 50.
[34] Tanyu, ss. 28-29;
Arık, s. 488.
[35] Tanyu, ss. 33-37;
Arık, s. 488.
[36] Bayat, s. 56.
[37] Tanyu, s. 39. Ayrıca bkz. Salahaddin Bekki,
“Nevruz-Kurban İlişkisi ve Kurbana Bağlı Olarak Yapılan Ritler-Pratikler,” Türk
Kültürü ve Hacı Bektaş Veli Araştırma Dergisi sayı 29 (2004), s. 13.
[38] Sarıkçıoğlu, s. 37;
Arık, s. 488.
[39] Eck, ER,
C.9, s. 131.
[40] Eliade, Dinler
Tarihine Giriş, s. 114; Sarıkçıoğlu, s. 37; Tanyu, s. 6.
[41] I. W. Mabbett, “The Symbolism of Mount Meru,”
History of Religions, C.23, S. 1 (1983), s. 68. (Hintli gökbilimci ve
matematikçi Brahmagupta, Meru Dağı’nın yeryüzünün en yüksek dağı olduğunu,
yıldızların onun etrafında döndüğünü ve bu dağın dikdörtgene benzediğini
söylemektedir. İslam alimi Biruni de Brahmagupta’dan hareketle Meru Dağı’nın
dört bir tarafının renginin farklı olduğunu ve her rengin kast sistemindeki bir
sınıfa işaret ettiğini Tahkik’inde belirtmektedir. Bkz. Ebû Reyhân
Muhammed b. Ahmed el-Bîrûnî, Tahkîku Mâ Li ’l-Hind, terc. Kıvameddin
Burslan, tah. Ali İhsan Yitik (Ankara: Türk Tarih Kurumu Yayınları, 2015), s.
165, 167.)
[42] Rupert Gethin, “Cosmology,” Encyclopedia
of Buddhism (EB), ed. by Robert E. Buswell (New York: Thomson Gale, 2004),
C. 1, s. 184; Edward A. Irons, Encyclopedia of Buddhism (New York: Facts
on Files, 2008), s. 475.
[43] Hinduizm’in kutsal
metinleri hakkında bilgi için bkz. Cemil Kutlutürk, Hindu Kutsal Metinleri
Upanişadlar (İstanbul: Dergâh Yayınları, 2014), ss. 37-70.
[44] Eck, ER,
C.9, s. 131; Mabbett, s. 66, 72. Meru Dağı’nın bir mandala şeklindeki tasviri
için bkz. Ekler: Resim I.
[45] Gardin -
Olorenshaw, s. 158; Eck, ER, C.9, s. 132.
[46] Eck, ER,
C.9, s. 132.
[47] Macculloch, ERE,
C.8, s. 865.
[48] Bernbaum, “Sacred
Mountains: Themes and Teachings,” s. 306.
[49] Buda’nın doğum ve ölüm tarihleri hakkında kesin bir bilgi
yoktur. Kaynaklar onun M. Ö. VI. yüzyılda doğduğunu, M. Ö. 487 ya da 486’da
öldüğünü ifade etmektedir. Bkz. Heinz Bechert, “Buddha, Life of The,” ER,
ed. Robert E. Buswell (New York: Thomson Gale, 2004), C. 1, s. 82.
[50] Mabbett, s. 68
[51] Mabbett, s. 69.
[52] Bkz. Eck, ER, C.9, s. 131.
[53] Mabbett, s. 72.
[54] Mabbett, s. 74-77.
[55] Gardin - Olorenshaw, s. 158.
[56] Yaratılış, 22:2.
[57] Bkz. Joel Tyler
Headley, The SacredMountains (New York: Gaker and Scribner, 1847), ss.
79-90.
[58] Çıkış, 3:1-5.
[59] Çıkış, 3:12.
[60] Bkz. Headley, ss.
41-54.
[61] Çıkış, 19:11-12.
Ayrıca bkz. Eck, ER, C.9, s. 132.
[62] Antlaşmanın
yapıldığı yer, Çıkış, 34: 1-27’de Sina Dağı; Yasanın Tekrarı, 29:1’de Horev
Dağı olarak geçmektedir.
[63] I. Krallar, 20:23.
[64] Bkz. Headley, ss. 55-66.
[65] Bkz. Headley, ss. 109-117.
[66] Bkz. Headley, ss. 91-108.
[67] Bkz. Headley, ss. 132-144.
[68] Bkz. Headley, ss. 13-28.
[69] Bkz. Mezmurlar 48:
1-14; Headley, ss. 118-131.
[70] Tanyu, s. 9;
Sarıkçıoğlu, s. 36.
[71] I. Krallar,
18:19-40.
[72] Gardin -
Olorenshaw, ss. 157-158.
[73] Yaratılış, 8:4;
Macculloch, ERE, C.8, s. 868.
[74] Ararat Dağları için bkz. Yasin Meral, “Yahudi
Kaynaklarında Ararat Dağları (Tekvin, 8:4),” Milel ve Nihal: İnanç, Kültür
ve Mitoloji Araştırmaları Dergisi, C.11, S. 2 (2014), ss. 83-101; Bill
Crouse, “Five Reasons Noah's Ark Did not Land on Mt. Ararat; Five Reasons Why
It Did Land on Cudi Dagh,” Uluslararası Hz. Nuh Ve Cudi Dagı Sempozyumu,
ed. Hamdi Gündoğar ve diğerleri, (Şırnak: Şırnak Üniversitesi, 2013), ss.
393-409.
[75] Bkz. Headley, ss.
29-40.
[76] Bkz. Michael
Avi-Yonah, “Moriah,” Encyclopedia Judaica, ed. by Fred Skolnik (New
York: Thomson Gale, 2007), C. 14, s. 491.
[77] Bkz. Headley, ss.
145-155.
[78] Bkz. Headley, ss.
156-167.
[79] Matta, 5-7; 24:3;
26:30; Luka, 21:37, 22:39-46. Hz. İsa’nın Zeytin Dağı’ndaki vaazı için ayrıca
bkz. Hakan Olgun, Tuz ve Işık (İstanbul: İnsan Yayınları, 2015), ss.
85-166.
[80] Bkz. Matta,
27:33-34; Markos, 15:22; Yuhanna, 19:17.
[81] Bkz. Eliade, Dinler
Tarihine Giriş, s. 362; Eliade - Sullivan, ER, C.3, s. 167.
[82] 7/Araf: 143.
[83] Yuhanna, 8:1-2.
[84] 7/Araf: 143.
[85] 15/Hicr: 19.
[86] 16/Nahl: 15-16; 27/Neml: 61.
[87] Bkz. Tanyu, s. 21.
[88] Sarıkçıoğlu, ss. 37-38.
[89] Lao Zi’nın tam
olarak hangi tarihte yaşadığı hakkında net bir bilgi bulunmakla birlikte
kaynaklar Lao Zi’nin muhtemelen M. Ö. VI. yüzyılda yaşadığını belirtmektedir.
Bkz. Alan. K. L. Chan, “The Daode Jing and Its Tradition,” Daoism Handbook,
ed. by Livia Kohn (Leiden: Brill, 2000), s. 4.
[90] Çin anlayışında
tabiat kavramını yer; kutsal varlıklar kavramını da gök olarak
kabul ettiğimizde gök, insan (imparator) ve yer şeklinde bir üçleme karşımıza
çıkmaktadır. Bu üçlemeyi geniş manada Çin düşüncesi, dar manada ise özellikle
Daoizm kabul etmektedir. Burada gök, manevi dünyayı, erilliği, kutsallığı,
sonsuzluğu ve yangı; yer maddi dünyayı, dişiliği, kutsal dışılığı,
sınırlılığı ve yini temsil etmektedir. İnsan ise gök ve yer arasında
bulunarak, her iki tarafın da özelliklerini bünyesinde barındırmakta ve düzeni
sağlamaktadır. Bu bağlamda insan, imparator olarak yerin düzenini de
sağlamakta, gökten gelen emirleri ve yasakları uygulamaktadır. Çin
imparatorlarının Göğün Oğlu olarak isimlendirilmeleri, aslında, onların iki
kutup arasında bulunmalarına ve köprü vazifesi gördüklerine işarettir. Genel
manada insanın, özel manada imparatorun, bu üçlemeye dahil olması ve iki zıt
kutbu bünyesinde barındırarak onları temsil etmesi, dinsel anlayışlar ile
bağlantılı olan Çin simyasında da görülebilmektedir (Bkz. J. C. Cooper, Taoculuk
Nedir?, terc. İsmet Zeki Eyuboğlu (İstanbul: Omega Yayınları, 2003), ss.
119-131; Rene Guenon, Büyük Üçlü, terc. Veysel Sezigen (İstanbul: İz
Yayıncılık, 2012), ss. 87-92, 139-146).
[91] Çincede Pinyin ve Wade-Giles olmak üzere iki
yazı sistemi bulunmaktadır. Bunlardan Pinyin Çinlilerin Wade-Giles ise
Batılıların geliştirdikleri yazı sistemidir. Biz, tezimizde Çince özel isimler
ve kavramları Pinyin yazı sistemine göre ifade etmeyi tercih ettik.
[92] Wei-Cheng Lin, Building
a Sacred Mountain: The Buddhist Architecture of China’s Mount Wutai (Seattle:
Art History Publication, 2014), s. 1.
[93] Wolfram Eberhard, Çin
Simgeleri Sözlüğü, terc. Aykut Kazancıgil - Ayşe Bereket (İstanbul: Kabalcı
Yayınları, 2000), s. 89.
[94] Lin, s. 1; Terry F. Kleeman, “Mountains
Deities in China: The Domestication of the Mountain God and the Subjugation of
the Margins,” Journal of the American Oriental Society, C. 114, S. 2
(1994), ss. 230-231; James Robson, Power of Place: The Religious Landscape
of the Southern Sacred Peak (Nanyue ^^) in Medieval China
(Cambridge: Harvard University Press, 2009), s. 45.
[95] Bernbaum, SacredMountains
of the World, s. 28. (Çin’deki II. yüzyıla ait olan en eski sözlükte
dağlar,
on bin şeyi doğuran yaşam soluğu şeklinde ifade edilmektedir. Yaşam soluğu, Çincede qi;
Japoncada ise ki olarak geçmektedir. Bkz. James Robson, “Huang Shan: The
Cult of Site (Sight) & Representation,” Sacred Mountains of Asia,
ed. by John Einarsen (Canada: Shambala Publications, 1995), s. 52).
[96] Eberhard, s. 89.
[97] Bkz. Kleeman, s.
232.
[98] Bernbaum, Sacred Mountains of the World,
s.26; Robson, Power of Place, s. 17; Eberhard, s. 89; Eberhard, s. 270;
Kleeman, s. 230. (Dağlara gidildiğinde birtakım koruyucu duaların söylenmesine
ve tılsım taşınmasına ilişkin bilgiler Çin’den Hindistan’a Budist kutsal
metinlerini almak için gelen rahip Aitanzang'm (ö. 664) Batı’ya
Yolculuk isimli eserinde görülebilmektedir. Bu eserde Xuanzang, günümüzde
Kırgızistan sınırları içerisinde yer alan Issık Gölü’nün bulunduğu
dağların ejderhaların ve ruhların mekânı olduğunu ve buraya gidildiğinde
koruyucu duaların okunması gerektiğini belirtmektedir. Bkz. Gürhan Kırilen, Budizm
ve Orta Asya: Xuan Zang Seyahatnamesi (Ankara: Gece Kitaplığı, 2015), ss.
55-56. Rahip Xuanzang’ın ve ona rehberlik eden maymun kral Sun Wukong'un yolculuğu
için bkz. İsmail Avcı, “İblisin Kurduğu Üç Tuzak,” Çin Edebiyatından Seçme
Öyküler, der. Gürhan Kırilen (Ankara: Gece Kitaplığı, 2017), ss. 50-68.)
[99] Eberhard, s. 89.
[100] Bernbaum, SacredMountains
of the World, s. 24; Robson, Power of Place, s. 19.
[101] Chen Lianshan, Çin
Mitolojisi: Efsanelerin Kökeni, terc. Hasan Bögün, (İstanbul: Kaynak
Yayınları, 2015), ss. 38-39.
[102] Bkz. Bülent Okay, Konfüçyüs
ve Çin Felsefesinin Temelleri (İstanbul: Bilge Kültür Sanat, 2017), ss.
31-32.
[103] Bernbaum, SacredMountains
of the World, s. 26.
[104] Bernbaum, SacredMountains
of the World, s. 27.
[105] Bernbaum, SacredMountains
of the World, s. 40.
[106] Bernbaum, Sacred Mountains of
the World, s.40. Feng-shui için bkz. Ole Bruun, An Introduction to Feng
Shui (Cambridge: Cambridge University Press, 2008); Bernbaum, Sacred
Mountains of the World, ss. 40-41.
[107] Bernbaum, SacredMountains
of the World, s. 24.
[108] Karl Debreczeny,
“Wutai shan: Pilgrimage to Five-Peak Mountain,” Journal of the International
Association of Tibetan Studies, S. 6 (2011), ss. 6-7.
[109] Bernbaum, SacredMountains
of the World, s. 26.
[110] Aksi belirtilmediği sürece Çin
imparatorlarının doğum ve ölüm tarihlerine değil, tahta çıkış ve tahttan iniş
tarihlerine yer verilecektir. Bu tarihlendirme yapılırken ise Ann Paludan’ın Chronicle
of the Chinese Emperors kitabı esas alınacaktır. Bkz. Ann Paludan, Chronicle
of the Chinese Emperors (New York: Thames and Hudson, 1998).
[111] Lianshan, s. 98.
[112] Eberhard, ss. 88-90; Robson,
“Huang Shan: The Cult of Site (Sight) & Representation,” s. 52.
[113] Bernbaum, SacredMountains
of the World, s. 26.
[114] Bernbaum, SacredMountains
of the World, s. 28.
[115] Mircea Eliade, Dinsel İnançlar
ve Düşünceler Tarihi, terc. Ali Berktay (İstanbul: Kabalcı Yayınevi, 2003),
C. 2, s. 21; Lianshan, ss. 19-21; Anne Birrell, Çin Mitleri, terc.
Melisa Pancar (Ankara: Phoenix Yayınevi, 2016), ss. 25-26. (Pangu bağlamında
gelişen mitler için bkz. Gabor Kosa, “Pangu’s Birth and Death as Recorded in a
Tang Dynasty Buddhist Source,” Oriental Archive, S. 77 (2009), ss.
169-192; Musa Osman Karatosun, “Çin Mitolojisi,” Doğu’dan Batı’ya Düşüncenin
Serüveni, ed. Ali Osman Kurt (İstanbul: İnsan Yayınları, 2017), C.1, ss.
645-647.)
[116] Bernbaum, SacredMountains
of the World, s. 209; Eberhard, s. 89. Bu dağ hakkında detaylı bilgi için
bkz. Lianshan, ss. 41-44.
[117] Yarı kuş yarı insan şeklinde
tasvir edilen bu form, ağırlıklı olarak Daoizm’in kutsal kabul ettiği dağlarda
bulunmaktadır. Burada kast edilen şey aslında kuşların kanadı gibi bir kanada
sahip olmaktır. Bu durum ise manevi ölümsüzlük durumuna ulaşmayı sembolize
etmektedir. Ölümsüzlüğe ulaşan bir kişi, yuren adı verilen kanatlı bir
varlığa doğru evrilmekte ve gökyüzüne doğru uçmaktadır(Kleeman, s. 232; William
Doub, “Mountains in Early Taoism,” The Mountain Spirit, ed. by Michael
Charles Tobias ve Harold Drasdo (London: Victor Gollancz Ltd, 1980), s. 134).
[118] Eck, ER, C. 9,
ss. 132-133. (Kunlun Dağı, aynı zamanda tanrıların cenneti olarak
bilinmektedir. Bu dağdaki cennette mücevherler, tatlı sular, bitki ve hayvanlar
bulunmaktadır. Bu dağda birçok tanrıçanın yaşadığına inanılmaktadır. Bkz.
Birrell, ss. 44-45, 83-84.)
[119] Bernbaum, SacredMountains
of the World, s. 24
[120] Bkz. Bernbaum, SacredMountains
of the World, ss. 24-41.
[121] Daoizm’in kutsal metinleri
hakkında bilgi için bkz. Süleyman Turan, Emine Battal, Dünya Dinlerinde
Kutsal Metinler (Rize: STS Yayınları, 2015), ss. 100-107. Ayrıca bkz. Lao
Tzu, Tao Te Ching, terc. Bülent Somay, Ezgi Keskinsoy (İstanbul: Metis
Yayınları, 2018); Lao Tse, Tao Te Ching, terc. Ömer Tulgan (İstanbul:
Yol Yayınları, 2015).
[122] Çin Felsefesi’ne göre Dao (yol),
evrenin yaratıcısı, temeli ve düzenidir. Dao, evrenin üzerine inşa edildiği
adeta bir şablon gibidir. Dao kavramı hiçbir şekilde tanımlanamayan, insanların
kelimelerde ifade etmekte aciz kaldığı bir kavramdır. Aynı zamanda Dao evrenin
kaynağıdır, her şey ona göre şekillenmiştir. Çin geleneğinde Dao kavramı sadece
Daoizm’e ait bir kavram olarak bilinmemekte, Konfüçyüs’ün ve Çin’in diğer
düşünürlerinin öğretisinde de bulunmaktadır. Dharma, Hint dinlerinde nasıl
kilit noktayı oluşturuyorsa, Çin Felsefesi’nde -özellikle Lao Zi’nın
düşüncesinde- Dao, o derece önemli bir kavramdır (Feng Youlan, Çin Felsefesi
Tarihi, terc. Fuat Aydın (İstanbul: İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları,
2009), ss. 128-133; H. Joachim Störig, İlkçağ Felsefesi: Hint, Çin, Yunan,
terc. Ömer Cemal Güngören (İstanbul: Yol Yayınları, 2000), ss. 143-148). Çin
Felsefesi’nin genel
özellikleri için bkz. Wolfgang Bauber, “Çin Felsefesi’nin
Genel Özellikleri,” terc. Tolga İnsel, Doğu
Batı
Dergisi, C.15, S. 61 (2012), ss. 199-214.
[123] Doub, s. 129, 134-135.
[124] Robson, Power of Place, s.
49.
[125] Bernbaum, Sacred
Mountains of the World, s. 26. Bkz. Robson, Power of Place, s. 22,
47. Ayrıca bkz.
Doub, s. 129.
[126] Bernbaum, SacredMountains
of the World, s. 28.
[127] Thomas Hahn, “The Standard Taoist
Mountain and Related Features of Religious Geography,” Cahiers
d'Extreme-Asie, C.4, S. 1 (1988), s. 147. Mağaraların dağların kalbi olması
hakkında bkz. Rene Guenon, Alemin Hükümdarı: Dinlerde Merkez Sembolizmi,
terc. İsmail Taşpınar (İstanbul: İnsan Yayınları, 2014), ss. 57-58.
[128] Robson, Power of
Place, s. 47. Dağ ve mağara arası ilişki için bkz. Guenon, Alemin
Hükümdarı: Dinlerde Merkez Sembolizmi, s. 73.
[129] Ge Hong’un
Baopuzi’sında wu yueye, yani beş kutsal dağa simya uygulaması için en
uygun yer olarak değinilmektedir. Baopuzi’ya göre ölümsüzlük iksiri olarak
bilinen jindan, yani altın iksir, bu dağlarda bulunduğuna
inanılmaktadır (Robson, Power of Place, s. 44).
[130] Kleeman, ss. 227-228;
James Robson, “Wuyue,” Encyclopedia of Taoism (ET), ed. by Fabrizio
Pregadio (New York: Routledge, 2008), C. 2, s. 1072.
[131] Kuzeydeki Heng Dağı, Shanxi;
güneydeki Heng Dağı ise Hunan bölgesinde bulunmaktadır. Doğal olarak bu iki dağ
isim yönüyle aynı olmakla birlikte, tamamen farklıdır. Bkz. Robson, Power of
Place, s. 26.
[132] Bkz. Poul Andersen,
“A Visit to Hua-shan,” Cahiers d'Extreme-Asie, S. 5 (1989), ss. 349-354.
[133] Bernbaum, Sacred
Mountains of the World, s. 28; Eberhard, s. 88; Robson, “Wuyue,” ET,
C.2, ss. 1072-1074.
[134] James Robson, “The
Marchmount System: Chinese Geologics,” The Sacred Mountains of Asia, ed.
by John Einarsen (Canada: Shambala Publications, 1995), s. 16.
[135] Kleeman, s. 228;
Robson, Power of Place, s. 27; Robson, “The Marchmount System: Chinese
Geologics,” s. 17.
[136] Robson, “The
Marchmount System: Chinese Geologics,” s. 17.
[137] Çincede Çin, Zhong
Guo (BB), yani Orta Ülke olarak isimlendirilmektedir. Bu
isimlendirilme, tarih boyunca Çin’in kendisini dünyanın merkezinde görmesi ile
ilişkidir. Detaylı bilgi için bkz. Dorothy Perkins, Encyclopedia of China
(New York: Routledge, 2013), s.324.
[138] Kleeman, s. 237.
[139] Kleeman, s. 230.
[140] Hahn, s. 149.
[141] Robson, Power of Place, ss.
25-26. Ayrıca bkz. Paul W. Kroll, “Verses from on High: The Ascent of T'ai
Shan,” T'oung Pao, C.69, S. 4 (1983), s. 225.
[142] Robson, Power of
Place, ss. 26-27.
[143] Kristofer Schipper, The
Taoist Body (California: University of California Press, 1993), s. 91.
[144] Robson, “The
Marchmount System: Chinese Geologics,” s. 16; Robson, Power of Place, s.
50. Bkz.
Kleeman, s. 226.
[145] Doub, s. 130.
[146] Robson, “The
Marchmount System: Chinese Geologics,” s. 17.
[147] Doub, ss. 131-134; Robson,
“Wuyue,” ET, C.2, s. 1074; Robson, Power of Place, ss. 43-44. Bu
tılsım hakkında detaylı bilgi için bkz. James Robson, “Wuyue Zhenxing Tu,” Encyclopedia
of Taoism (ET), ed. by Fabrizio Pregadio (New York: Routledge, 2008), C. 2,
ss. 1075-1078. Wu Yue Zhen Xing Tu tılsımı için bkz. Ekler: Resim II.
[148] Daoizmdeki yaratılışa
ilişkin anlatılar, diğer mitlere göre farklılık arz etmektedir. Daoizmdeki
yaratılış ile ilgili ifadeler için bkz. David C. Yu, “The Creation Myth and Its
Symbolism in Classical Taoism,” Philosophy East and West, C.31, S. 4
(1981), ss. 479-500.
[149] Robson, Power of
Place, s. 27.
[150] Kosa, s. 176.
[151] Susan Naquin - Chün- Fang Yü,
“Introduction: Pilgrimage in China,” Pilgrims and Sacred Sites in China,
ed. by Susan Naquin - Chün-fang Yü (California: University of California Press,
1992), s. 17; Robson, Power of Place, s. 47.
[152] Bernbaum, Sacred
Mountains of the World, s. 30; Eberhard, s. 289; “Sacred Mountains of
China,” https://sacredsites.com/asia/china/sacred_mountains.html
(14.03.2018); “Sacred Mountains of China,” http://www.san-shin.org/China-sacred-mtns.html
(14.03.2018).
[153] Bernbaum, SacredMountains
of the World, s. 210.
[154] Bernbaum, SacredMountains
of the World, s. 32; Kleeman, s. 230.
[155] Eberhard, s. 289
[156] Bernbaum, Sacred Mountains of
the World, s. 210; Hampden Coit DuBose, The Dragon, Image and Demon: The
Three Religions of China: Confucianism, Buddhism, and Taoism (New York: A.
C. Armstrong & Son, 1887), s. 273.
[157] Bernbaum, SacredMountains
of the World, ss. 31-32.
[158] Bernbaum, SacredMountains
of the World, s. 30.
[159] Bernbaum, SacredMountains
of the World, s. 32.
[160] Kroll, s. 225; Bkz. Bernbaum, SacredMountains
of the World, s. 30. (Tai Dağı’nın dinsel ve sosyokültürel yönünü
vurgulayan şiirler için bkz. Kroll, s. 226, 228, 230, 232, 238, 240-241,
248-249, 251255, 257-258).
[161] Jing Wang, The
Story of Stone: Intertextuality, Ancient Chinese Stone Lore, and the Stone
Symbolism
in Dream of the Red Chamber, Water Margin, and The Journey
to the West (London: Duke University
Press, 2000), ss. 66-67; “Fengshan Sacrifıces at Mount Tai,”
http://www.chinadaily.com.Cn/m/taian2016/2017-02/14/content_28211098.htm (21.03.2018);
Bernbaum, Sacred Mountains of the World, s. 31. Bkz. Sima Qian, The
First Emperor: Selections from the Historical Records, terc. Raymond Dawson
(New York: Oxford University Press, 2009), s. 65, 96.
[162] Bernbaum, Sacred
Mountains of the World, s. 31. Bkz. Schipper, s. 91; Pei-yi Wu, “An
Ambivalent Pilgrim to T’ai Shan,” Pilgrims and Sacred Sites in China,
ed. by Susan Naquin - Chün-fang Yü (California: University of California Press,
1992), s. 66.
[163] Bernbaum, Sacred
Mountains of the World, s. 32. Tai Dağı’na yapılan hac yolculukları
hakkında detaylı bilgi için bkz. Wu, ss. 68-81.
[164] Bernbaum, SacredMountains
of the World, s. 34.
[165] Bernbaum, SacredMountains
of the World, s. 34.
[166] Bernbaum, SacredMountains
of the World, s. 35.
[167] Bernbaum, Sacred Mountains of
the World, s. 34. Tai Dağı’na hac yapmak ve dua etmek için giden kadınlar
hakkında bkz. Glen Dudbridge, “Women Pilgrims to T’ai Shan: Some Pages from a
Seventeenth-Century Novel,” Pilgrims and Sacred Sites in China, ed. by
Susan Naquin - Chün-fang Yü (California: University of California Press, 1992),
ss. 39-64.
[168] 72 sayısı birçok dinde ve kültürde
önemlidir. Bu sayı aynı zamanda Çin dini anlayışında da önemli ve kutsal kabul
edilmektedir. Nitekim Konfuçyüs’ün 72 müridinin olduğuna ve benzer şekilde
Daoizm’in 72 meşhur ölümsüze sahip olduğuna inamlmaktadır(Annemarie Schimmel, Sayıların
Gizemi, terc. Mustafa Küpüşoğlu (İstanbul: Kabalcı Yayınları, 2011), ss.
284-288; Properties of the number 72 http://www.ridingthebeast.com/numbers/nu72.php
(09.04.2018)).
[169] James Robson, “The
Polymorphous Space of the Southern Marchmount [Nanyue W^
]: An Introduction to Nanyue’s Religious
History and Preliminary Notes on Buddhist-Daoist Interaction,” Cahiers
d'Extreme-Asie, S. 8 (1995), s. 224; Robson, Power of Place, s. 97.
[170] Robson, “The
Polymorphous Space of the Southern Marchmount,” s. 225; Robson, Power of
Place, s.
[171] Robson, “The
Polymorphous Space of the Southern Marchmount,” s. 236. Heng Dağı’nın yetmiş
iki zirvesi için bkz. Ekler: Resim III.
[172] Robson, Power of
Place, s. 59.
[173] Robson, Power of
Place, ss. 79-83.
[174] Robson, Power of
Place, ss. 60-61.
[175] Robson, Power of
Place, s. 112-113; Jeremy Roberts, Chinese Mythology A to Z (New
York: Facts on File, 2004), s. 248.
[176] Robson, Power of
Place, ss.101-102.
[177] Robson, Power of
Place, s. 114; Robson, “The Polymorphous Space of the Southern Marchmount,”
ss. 230-231. Zhurong’un Nanyue ile olan ilişkisi için bkz. Robson, Power of
Place, ss. 117-122.
[178] Robson, “The
Polymorphous Space of the Southern Marchmount,” s. 232; Robson, Power of
Place, s. 65.
[179] Bkz. Eberhard, ss.
147-148.
[180] Robson, “The
Polymorphous Space of the Southern Marchmount,” s. 233.
[181] Robson,
“The Polymorphous Space of the Southern Marchmount,” s. 235; Robson, Power
of Place, s.
161.
[182] Robson, “The
Polymorphous Space of the Southern Marchmount,” ss. 236-237; Chi Songzi için
bkz.
Roberts, s. 17.
[183] Robson, “The
Polymorphous Space of the Southern Marchmount,” s. 231.
[184] Robson, Power of
Place, s, 130, 133-134, 160-161.
[185] Robson, “The
Polymorphous Space of the Southern Marchmount,” s. 238.
[186] Robson, Power of
Place, s. 129. Dokuz ölümsüzün her birinin Heng Dağı’na gelişi ve burada
ölümsüzlüğe ulaşması için bkz. Robson, Power of Place, ss. 136-147.
[187] Robson, “The
Polymorphous Space of the Southern Marchmount,” s. 238.
[188] Robson, “The
Polymorphous Space of the Southern Marchmount,” s. 238; Robson, Power of
Place, s. 139.
[189] Robson, Power of
Place, ss. 145-146.
[190] Robson, “The
Polymorphous Space of the Southern Marchmount,” s. 238.
[191] Tang
döneminde Heng Dağı’nda Dao’ya ulaşanların listesi için bkz. Robson, Power
of Place, ss. 161
162.
[192] Robson, “The
Polymorphous Space of the Southern Marchmount,” s. 239.
[193] Robson, Power of
Place, s. 133.
[194] Bkz. Robson, Power of Place,
ss. 185-204. Heng Dağı’na gelen kadın Daoistler için bkz. Robson, Power of
Place, ss. 204-212.
[195] Robson, “The
Polymorphous Space of the Southern Marchmount,” s. 237.
[196] Robson, “The Polymorphous Space of
the Southern Marchmount,” s. 239. Bu silsile için bkz. Robson, “The
Polymorphous Space of the Southern Marchmount,” ss. 240-241; Robson, Power
of Place, s.
170. Shangqing okulu için bkz.
Robson, Power of Place, ss. 167-173; Isabelle Robinet, “Shangqing,” Ecyclopedia
of Taoism (ET), ed. by Fabrizio Pregadio (New York: Routledge, 2008), C.2,
ss. 858-866.
[197] Robson, Power of
Place, s. 215.
[198] Heng Dağı’nın Budizm
bağlamında önemi hakkında detaylı bilgi için bkz. Robson, Power of Place,
ss.
213-318.
[199] Robson, “The Polymorphous Space of
the Southern Marchmount,” ss. 223-224, 243-245. Daoizm ve Budizm’in Heng
Dağı’ndaki etkileşimi için bkz. Robson, “The Polymorphous Space of the Southern
Marchmount,” ss. 247-263.
[200] Robson, “Huang Shan:
The Cult of Site (Sight) & Representation,” s. 52.
[201] Robson, “Huang Shan:
The Cult of Site (Sight) & Representation,” s. 52.
[202] James Cahill, “Huang
Shan Paintings as Pilgrimage Pictures,” Pilgrims and Sacred Sites in China,
ed. by Susan Naquin - Chün-fang Yü (California: University of California Press,
1992), s. 250.
[203] Cahill, s. 247; Robson,
“Huang Shan: The Cult of Site (Sight) & Representation,” s. 52.
[204] Robson, “Huang Shan:
The Cult of Site (Sight) & Representation,” s. 52; Cahill, s. 247.
[205] Cahill, s. 250.
Huang Dağı’nın edebiyatta ve sanatta bıraktığı etki için bkz. Cahill, “ss. 250-286.
[206] Sheng Kai, “On the
Veneration of the Four Sacred Buddhist Mountains in China,” The Eastern
Buddhist, C.44, S. 2 (2013), s. 121.
[207] Dağ ve dağlarda bulunan tapınaklar, Budistler nezdinde
meditasyon ve hac yeri olarak bilinmiştir. Hindistan ve Tibet’teki Budistler,
kutsal Kailaş Dağı gibi dağların etraflarında dolaşarak hac yaparken Çin’deki
Budistler, kutsal dağlara tırmanmak ve burada meditasyon vb. uygulamaları
yapmak gerektiğini savunmuşlardır. Bkz. Bernbaum, SacredMountains of the
World, s. 35.
[208] Kai, s. 121. (Budizm, Çin’e gelip bazı kutsal
dağ kültlerine Budist anlayışları dahil etmiş, ancak bu dağlarda eskiden beri
Daoist anlayışlar devamlılığını sürdürmüştür. Bu durum Daoistler ile
Budistlerin kutsal dağlarda karşılaşmalarına ve bunun sonucunda birbirlerinden
etkilenmelerine yol açmıştır).
[209] Chan Budizmi, Japonya’da Zen;
Kore’de ise Son Budizmi şeklinde bilinmektedir. Chan, Zen ve Son şeklindeki
isimlendirmeler çoğunlukla bu ekolün bulunduğu coğrafya bağlamında
farklılaşmaktadır.
[210] Bernard Faure, “Relics and Flesh
Bodies: The Creation of Ch’an Pilgrimage Sites,” Pilgrims and Sacred Sites
in China, ed. by Susan Naquin - Chün-fang Yü (California: University of
California Press, 1992), s. 151.
[211] Caoqi, altıncı Chan lideri Huineng’ın
bedeninin öldükten sonra muhafaza edildiği Nanhua (Paolin) Manastırf nın
bulunduğu yerdir. Caoqi hakkında detaylı bilgi için bkz. Faure, “Relics and
Flesh Bodies,” ss. 165-180.
[212] Shaolin Manastırı, Budistlerin ve
Daoistlerin hac yolu üzerinde bulunan Song Dağı’nın eteklerinde, Hindistan’dan
Çin’e gelen ve Dhyana (chan, zen) geleneğini benimseyen Batuo
tarafından kurulmuştur(Meir Shahar, Shaolin Monastery: History, Religion,
and the Chinese Martial Arts (Honolulu: University of Hawai‘i Press, 2008),
ss. 9-12); Faure, “Relics and Flesh Bodies,” s. 156).
[213] Faure, “Relics and
Flesh Bodies,” ss. 152-153, 161.
[214] Faure, “Relics and
Flesh Bodies,” s. 158.
[215] Faure, “Relics and
Flesh Bodies,” ss. 164-165.
[216] Bernbaum, SacredMountains of
the World, s. 35; Eck, ER, C. 9, s. 132. Ayrıca bkz. The Four Sacred
Mountains of Buddhism in China,
http://www.worldatlas.com/articles/the-four-sacred-mountains-of- buddhism-in-china.html
(26.10.2017).
[217] Kai, s.122.
[218] Robson, Power of
Place, ss. 53-54.
[219] Kai, s. 125.
[220] Chün-fang Yü, “P’u-t’o Shan:
Pilgrimage and the Creation of the Chinese Potalaka,” Pilgrims and Sacred
Sites in China, ed. by Susan Naquin - Chün-fang Yü (California: University
of California Press, 1992), s. 190. Zikrettiğimiz bu Bodisatvaların önceki
hayatlarını nerede ve ne zaman yaşadıkları bilinmemektedir. Bu Bodisatvalar,
ilahi varlık olarak kabul edilince tarihte yaşamış olmaktan çıkarak mitsel bir
hüviyet kazanmışlardır.
[221] Kai, s.127.
[222] Bkz. Kai, ss.
127-129; Kleeman, s. 238; Yü, s. 190; Robson, Power of Place, ss. 53-54.
[223] Debreczeny, s. 4;
Kai, s. 134; Lin, s. 4; Bernbaum, Sacred Mountains of the World, s. 35;
Isabelle
Charleux, “Chinese, Tibetan and Mongol Buddhists on Mount
Wutai (China) from the eighteenth to the twenty-first century,” Pilgrimage
and Ambiguity Sharing the Sacred, ed. by Angela Hobart - Thierry Zarcone
(Ascona: Sean Kingston Publishing, 2017), s. 89. Ayrıca bkz. Robson, Power
of Place, ss. 53-54; “Sacred Mountains of China,”
https://sacredsites.com/asia/china/sacred_mountains.html
(14.03.2018); “Sacred Mountains of China,” http://www.san-shin.org/China-sacred-mtns.html
(14.03.2018).
[224] Kai, s. 133; Debreczeny, s. 7.
[225] Kai, s. 123;
Wen-shing Chou, “Ineffable Paths: Mapping Wutaishan in Qing Dynasty China,” The
Art Bulletin, C.89, S. 1 (2007), s. 108; Lin, s.1.
[226] Wutai Dağı’nın dört kutsal Budist
dağı olmasına ve bu bağlamda dinsel bir öneme sahip olmasına ilişkin veriler
iki temel kaynaktan öğrenilmektedir. Bunlardan en eskisi Gu Qingliang Zhuan
(Serin ve Güzel Dağın Kayıtları)dır. Bu metin 667 yılında bu dağa seyahat
eden rahip Hui Xiang tarafından yazılmıştır. İkincisi ise 1060’da dağ
rahibi Yan Yi tarafından yazılan Guang Qingliang Zhuan (Serin ve
Güzel Dağın Büyütülmüş Kayıtları) isimli metindir. Bkz. Raoul Birnbaum,
“The Manifestation of a Monastery: Shen-Ying’s Experiences on Mount Wu-t’ai in
T’ang Context,” Journal of the American Oriental Society, C. 106, S. 1
(1986), s. 120. Ayrıca bkz. Robert M. Gimello, “Chang Shang-ying on Wu-t’ai
Shan,” Pilgrims and Sacred Sites in China, ed. by Susan Naquin -
Chün-fang Yü (California: University of California Press, 1992), s. 101. Chang
Shang-ying’in Wutai Dağına ilişkin anlatımları için bkz. Gimello, ss. 103-115.
[227] Debreczeny, s. 3.
[228] Bernbaum, SacredMountains
of the World, s. 38.
[229] Bu harita hakkında
detaylı bilgi için bkz. Chou, ss. 108-129; Wen-shing Chou, “Maps of Wutai Shan:
Individuating the Sacred Landscape through Color,” Journal of the
International Associationof Tibetan Studies, S. 6 (2011), ss. 372-388.
[230] Chou, s. 108.
[231] Debreczeny, s. 49.
Wutaishan’ın haritası ve bu haritadaki yer isimlendirmelerinin detaylı bilgisi
için bkz. Debreczeny, s. 5. Bu haritanın analizi ve açıklamaları için bkz.
Debreczeny, ss. 49-93. Wutai Dağı’nı gösteren kutsal harita için bkz. Ekler:
Resim IV.
[232] Bernbaum, SacredMountains
of the World, s. 37; Birnbaum, s. 123. Wutai Dağı’nın önemi ve mitsel
konumu için bkz. Kai, s. 130.
[233] Charleux, “Chinese, Tibetan and
Mongol Buddhists on Mount Wutai,” s. 90; Bernbaum, Sacred Mountains of the
World, s. 38.
[234] Bkz. Korhan Kaya, Buddhizm
Sözlüğü (Ankara: Doğu Batı Yayınları, 2017), s. 62. Ayrıca bkz. Guenon, Alemin
Hükümdarı: Dinlerde Merkez Sembolizmi, s. 18.
[235] Debreczeny, s. 6.
[236] Kai, s. 137.
[237] Kai, ss. 138-139;
Bernbaum, SacredMountains of the World, s. 38.
[238] Wutai Dağı, Japonlar için de önemli bir yerdir. Japon
hacılar da Budist öğretiyi iyi bir şekilde uygulayabilmek amacı ile bu dağı
Tibetliler gibi sık sık ziyaret etmiştir. Benzer şekilde Japon No tiyatro
oyunlarında Manjushri’nin bu dağdaki efsanesine ve vizyonlarına atıf
yapılmıştır.238 Japon Tendai Budizmi’nin önemli şahsiyetlerinden
biri olan Budist rahip Ennin (794-864) 840 yılında Wutai Dağı’na gelmiş
ve kutsal dağı gördüğünde hayretler içerisinde kalmıştır. Ennin, bu dağı
gördüğünde yere kapanarak saygıda bulunmuş, burasının Manjushri’nin yönettiği
bir alem olduğu kanaatine varmıştır. Aynı zamanda burada yetişen bitkilerin de
çok kutsal ve gizemli olduğunu belirtmiştir(Bernbaum, Sacred Mountains of
the World, ss. 38-39; Gimello, s. 100; Lin, s. 5; Birnbaum, ss. 126-127).
Ayrıca bkz. Eck, ER, C. 9, s. 132.
[239] Charleux, “Chinese, Tibetan and
Mongol Buddhists on Mount Wutai,” s. 89, 91; Gimello, s. 101; Debreczeny, s. 1,
7-47. Bkz. Bernbaum, SacredMountains of the World, s. 38. Ayrıntılı bilgi
için bkz. Isabelle Charleux, “Mongol Pilgrimages to Wutai Shan in the Late Qing
Dynasty,” Journal of the International Association of Tibetan Studies,
S. 4 (2011), ss. 275-326.
[240] Kai, ss. 123-124.
[241] Bernbaum, Sacred
Mountains of the World, s. 35. Ayrıca bkz. Robson, Power of Place,
ss. 53-54; “Sacred Mountains of China,”
https://sacredsites.com/asia/china/sacred_mountains.html (14.03.2018); “Sacred Mountains of China,”
http://www.san-shin.org/China-sacred-mtns.html (14.03.2018).
[242] Kai, s. 135.
[243] Kai, s. 138.
[244] Kai, s. 139.
[245] Kai, s. 140.
[246] Kai, s. 138.
[247] Ayrıca bkz. Robson, Power of
Place, ss. 53-54; “Sacred Mountains of China,” https://sacredsites.com/asia/china/sacred_mountains.html
(14.03.2018); “Sacred Mountains of China,” http://www.san-shin.org/China-sacred-mtns.html
(14.03.2018).
[248] Yü, s. 204.
[249] Hindistan’da Avalokiteshvara;
Çin’de Guanyin; Japonya’da ise Kannon ya da Kanzeon
şeklinde bilinen bu Bodisatva, merhamet yönüyle ön plana çıkmaktadır.
Kaynaklara göre Avalokitesvara, gözetleyen efendi, görülenlerin efendisi
ve dünyanın haykırışlarını dikkate alan anlamlarına gelmektedir. Terim
anlamı olarak ise Guanyin, bütün varlıklara sıkıntılı zamanlarda yardım eden ve
merhamet duygusuyla özdeşleşen bir Bodisatva olarak bilinmektedir(Taigen Dan
Leighton, Faces of Compassion (Somerville: Wisdom Publications, 2012),
s. 150; Raoul Birnbaum, “Avalokitesvara,” Encyclopedia of Religion (ER)
(New York: Macmillian Publishing Company, 1987), C. 2, s. 11).
[250] Kai, s. 124; Yü, s.
202.
[251] Yü, s. 191. (Putuo Dağı’nın
Potalaka olduğuna ilişkin bilgiler, dağ atlaslarında (fasiküllerinde)
geçmektedir. Bunlar Qing döneminde dört tane olarak tamamlanmış ve Nanhai
Putuo Shan Zhi, yani Güney Denizi ’nin Potalaka Atlası olarak
isimlendirilmiştir. Böylece Putuo ile Potalaka aynı yer olarak kabul
edilmiştir. Bkz. Yü, s. 212.)
[252] Bkz. Yü, ss. 220-226.
[253] Yü, ss. 216-220; Bernbaum, Sacred
Mountains of the World, s. 35. Bodisatva Guanyin’in bu dağda görünmesine
ilişkin mitler için bkz. Yü, ss. 214-216.
[254] Yü, s. 192.
[255] Kai, s. 140.
[256] Kai, s. 131.
[257] Kai, s. 135.
[258] Yü, ss. 231-235.
[259] Jiuhua, kelime manasıyla dokuz
çiçek anlamına gelmektedir. Dokuz çiçek ile ilişkilendirilmesi, onun, lotus
çiçeğinin dokuz yaprağı gibi dokuz zirveye sahip olmasından kaynaklanmaktadır.
Buradan Jiuhua Dağı’nın isminde bile Budizm’in izlerini görmek mümkün
olmaktadır(Kai, s. 135; M. W. De Visser, The Bodhisattva Ti-Tsang (Jizo) in
China and Japan (Berlin: Oesterheld & Co., 1914), s. 49).
[260] Hindistan’da Ksitigarbha;
Çin’de Dizang; Japonya’da ise Jizo şeklinde bilinen Bodisatva
Ksitigarbha, annelerin ve çocukların koruyucusu olarak ön plana çıkan bir
Bodisatvadır. Kaynaklara göre Ksitigarbha, yerin rahmi ve yerin
sepeti gibi anlamlara gelmektedir. Terim anlamı olarak ise Ksitigarbha,
Bodisatva Avalokitesvara (Guanyin) gibi merhamet yönü ön planda olan ve
çocukların, annelerin, bebeklerin ve seyahatçilerin koruyucusu olarak görülen
bir Bodisatvadır(Miriam Levering, “Ksitigarbha,” Encyclopedia of Religion
(ER) (New York: Macmillian Publishing Company, 1987), C.8, s. 392; Taigen
Dan Leighton, Faces of Compassion (Somerville: Wisdom Publications,
2012), s. 185). Çin’deki Ksitigarbha (Dizang) kültü için bkz. Visser, ss.
25-64; Zhiru, The Making of a Savior Bodhisattva: Dizang in Medieval China
(Honolulu: University of Hawai‘i Press, 2007).
[261] Kai, s. 124. Ayrıca bkz. Robson, Power
of Place, ss. 53-54; “Sacred Mountains of China,” https://sacredsites.com/asia/china/sacred_mountains.html
(14.03.2018); “Sacred Mountains of China,” http://www.san-shin.org/China-sacred-mtns.html
(14.03.2018). Jiuhua Dağı hakkında ayrıca bkz.
William Powell, “Literary Diversions on Mount Jiuhua,” The Sacred Mountains
of Asia, ed. by John Einarsen (Canada: Shambala Publications, 1995), ss.
22-26.
[262] Kai, s. 124; Visser, ss. 48-50;
Zhiru, ss. 216-217.
[263] Bernbaum, SacredMountains
of the World, s. 35.
[264] Kai, ss. 140-141;
Zhiru, ss. 218-219.
[265] Bkz. Shinno
Toshikazu, “From Minkan-shinko to Minzoku-shukyo Reflections on the Study of
Folk Buddhism,” Japanese Journal of Religious Studies, C.20, S. 2-3
(1993), ss. 187-206.
[266] Kami,
Şintoizm’de ilahi varlıkları, tabiat fenomenlerini (ağaç, su, taş, dağ, Güneş
vb.), öldükten sonra
kutsallaşan
imparatorları ve insanları ifade etmektedir. Kamiler, kutsal varlıkları ve
fenomenleri karşılamanın yanı sıra kami olma potansiyeline sahip her varlık
için de kullanılmaktadır. Bir diğer ifadeyle, sıradan insanlar kendi
içlerindeki güç ile dünyadaki amelleri sonucunda öldükten sonra kami
olabilmektedir. Bu durum, kami anlayışının sadece ilahi varlıkları ve tabiat
fenomenlerini karşılamadığını göstermektedir. Kami, yukarıda bahsettiğimiz
şekilde ilahi ya da kutsal varlıkları karşılamasının yanında insana hayranlık
veren ve onu dehşete düşüren bir kavram olarak da kullanılmaktadır. Nitekim
Motoori Norinaga (1730-1801), bu bağlamda, kamiyi insanın içini korku ve
ihtişamla doldurması olarak tanımlamaktadır. Buradan hareketle kami
anlayışının, hem Şintoizm’deki kutsal varlıkları hem de Japon dini
anlayışındaki kutsal gücü ifade ettiği söylenebilir. Bkz. Jeremy
Roberts, Japanese Mythology A to Z (New York: Chelsea House, 2010), s.
66; Stuart D. B. Picken, Historical Dictioanary of Shinto (Plymouth:
Scarecrow Press, 2011), s. 146; Brain Bocking, A Popular Dictionary of
Shinto (Richmond Surrey: Curzon Press, 2005), s. 65; William George Aston, Shinto
(The Way of the Gods) (London: Longmans, Greens and Co., 1905), s.7, 9.
Ayrıca bkz. William George Aston, Shinto: The Ancient Religion of Japan
(Chicago: The Open Court Publishing Company, 1921), ss. 35-54; Timothy J.
Vance, “The Etymology of Kami,” JJRS, C.10, S.4 (1983), ss. 277-288;
Sokyo Ono, Şinto: Kamilerin Yolu, terc. Suat Ertüzün, (İstanbul: Okyanus
Yayınları, 2004), ss.17-19; Joseph Cali - John Dougill, Shinto Shrines
(China: University of Hawai’i Press, 2013), ss. 13-17.
267
Kazuyuki Yano, “Sacred Mountains Where Being of ‘Kami’ is
Found” ICOMOS, 2008, ss. 1-2. Ayrıca bkz. H. Byron Earhart, Religion
in Japan: Unity and Diversity (Boston: Wadsworrth Cengage Learning, 2014),
ss. 9-10; Michael Ashkenazi, Handbook of Japanese Mythology (Oxford:
ABC- CLIO, 2003), ss. 4-5. Japon halk dini için bkz. Bozkurt Güvenç, Japon
Kültürü (İstanbul: Boyut Yayıncılık, 2010), ss. 138-144.
[268] Bkz. H. Byron Earhart, A Mount
Haguro Sect of Shugendo: An Example of Japanese Mountain Religion (Tokyo:
Sophia University, 1970), ss. 7-8; Picken, s. 249.
[269] Sangaku shinko
anlayışı, taş kültü ile bir ilişki içerisindedir. Kaynaklarda taş kültüne ishi
no shukyo denilmektedir. Ishi no shukyo, başta sangaku shinko
olmak üzere birçok anlayışta ve gelenekte ön plandadır. Taş kültü hakkında
detaylı bilgi için bkz. Gorai Shigeru, Ishi no Shukyo (Tokyo: Kodonsha,
2007); Michael Czaja, God of Myth and Stone (New York: Weatherhill,
1974).
[270] Earhart, A Mount
Haguro Sect of Shugendo, ss. 8-10.
[271] Japonya’da ilk başlarda sadece
dağ eteklerine gidilerek ayinler yapılmış ve yama no kamilere bu şekilde
ibadet edilmiştir. Ancak Budizm’in ve Çin kültürünün Japonya’ya gelişiyle
birlikte dağların yeri ve önemi artmıştır. Böylece daha önce sadece eteklerine
kadar gidilen dağların zirvelerine çıkılmaya ve buraya tapınaklar inşa dilmeye
başlanmıştır. Buradan ise Budizm’in sangaku shinko anlayışına dağa
çıkma, dağa giderek ayinleri icra etme ve çileci uygulamalar gibi unsurları
eklediği anlaşılmıştır(Earhart, A Mount Haguro Sect of Shugendo, s. 10,
s. 15). Ayrıca bkz. Bernbaum, Sacred Mountains of the World, ss. 58-60;
H. Byron Earhart, “Sacred Mountains in Japan: Shugendo as ‘Mountain Religion’,”
The Mountain Spirit, ed. by Michael Charles Tobias - Harold Drasdo
(London: Victor Gollancz Ltd, 1980), s. 110.
[272] Earhart, A Mount Haguro Sect of
Shugendo, s. 11. Ayrıca bkz. Günter Nitschke, “Building the Sacred
Mountain: Tsukuriyama in Shinto Tradition,” The Sacred Mountain of Asia,
ed. by John Einarsen (Canada: Shambala Publications, 1995), ss. 111-112; Ichiro
Hori, “Mountains and Their Importance for the Idea of the Other World in
Japanese Folk Religion,” History of Religions, C.6, S.1 (1966), ss. 7-8.
[273] Hori, “Mountains and
Their Importance,” s. 16.
[274] Yama no kamilerin avlanmak
veya odun ihtiyacı için ağaç kesmek amacıyla dağlara giden kişilere
gözüktükleri ve onlara yardım ettiği anlayışı, bu inancın önce avcılar ve
oduncular arasında ortaya çıktığının kanıtı olarak görülmüştür. Nitekim sangaku
shinko anlayışı ilk gelişimine dağlardaki avcılar ve oduncular arasında
başlamıştır. Avcılar ve oduncular yama no karniye karşı dağda
bulundukları süre boyunca sunular sunmuş ve saygı göstermişlerdir(Earhart, A
Mount Haguro Sect of Shugendo, ss. 13-14; Nitschke, ss. 111-112; Bernbaum, Sacred
Mountains of the World, ss. 57-58; Gorai Shigeru, “Shugendo Lore,” Japanese
Journal of Religious Studies, C.16, S. 2-3 (1989), s. 125).
[275] Allan G. Grapard, “Flying
Mountains & Walkers of Emptiness: Sacred Space in Japanese Religions,” The
SacredMountain of Asia, ed. by John Einarsen (Canada: Shambala
Publications, 1995), s. 40.
[276] Earhart, A Mount
Haguro Sect of Shugendo, s. 14. Ayrıca bkz. Hori, “Mountains and Their
Importance,” s. 7, 15; Blacker, ss. 185-186.
[277] Earhart, A Mount Haguro Sect of
Shugendo, s. 14; Hori, “Mountains and Their Importance,” s. 17. (Yama no
kami, yılda on iki çocuk doğurması ve bu sayede tarımla, doğurganlıkla ve
yıllık döngüyle ilişkili olmasının yanında kadınların doğum yapmalarıyla da
ilişkilidir. Nitekim Japon halk inanışlarında yama no kamiye sağlıklı ve
kolay bir doğum olması için dua edildiği ve bu istek doğrultusunda çeşitli
ayinlerin icra edildiği ifade edilmektedir. Bkz. Hori, “Mountains and Their
Importance,” 52. dipnot, s. 17.)
[278] Japon dini anlayışında atalara
saygı göstermek ve bereketin artması amacıyla yapılan ayinler hakkında bilgi
için bkz. Mehmet Katar, “Dinlerde Günlük İbadet Uygulamaları,” Dini
Araştırmalar Dergisi, C.1, S.1 (1998), ss. 67-69.
[279] Hori, “Mountains and Their
Importance,” ss. 9-10; Earhart, A Mount Haguro Sect of Shugendo, ss. 1112.
Ayrıca bkz. Grapard, s. 36; Nitschke, s. 112. (Dağlardaki tapınaklara suyun
dağıtıcısı anlamına gelen mikumari denildiği de kaynaklarda
geçmektedir. Bunun sebebi ise tapınakların genellikle suların kenarında inşa
edilmesidir. Bkz. Grapard, s. 36.)
[280] Kukai’nin hayatı ve öğretisi için
bkz. David L. Gardiner - Rolf W. Giebel, “Kukai,” Japanese Philosophy: A
Sourcebook, ed. by James W. Heisig ve diğerleri (Michigan: University of
Hawai’i Press, 2011), ss. 51-74.
[281] Hori, “Mountains and Their
Importance,” s. 17. (Koya Dağı’nınyama no kamisi olan Nibııtsıthime'nin
avcıların koruyucusu olan bir oğlunun bulunduğu belirtilmektedir. Bu oğlunun
adı av alanlarının efendisi anlamına gelen Karibamyojin"dir.
Bkz. Hori, “Mountains and Their Importance,” 54. dipnot, s. 17.)
[282] Japon dini anlayışında
fenomenlerin ve kişilerin kutsallaşmasına ilişkin bilgiler için bkz. Sato
Hiroo, How Like A God Deification in Japanese Religion, terc. David
Noble (Tokyo: International House of Japan, 2016).
[283] Hori, “Mountains and
Their Importance,” ss. 17-18.
[284] Hori, “Mountains and Their
Importance,” s. 18.
[285] Earhart, Religion
in Japan: Unity and Diversity, s. 121.
[286] Hori, “Mountains and
Their Importance,” s. 22; Earhart, A Mount Haguro Sect of Shugendo, ss.
8-9;
Grapard, s. 36. Bkz. Sato Hiroo -
Orion Klautau, “Changes in the Concept of Mountains in Japan,” Cahiers
d'Extreme-Asie, S. 18 (2009), s. 94.
[287] Japon inanışında uçmak,
daha önce Çin dini anlayışında dağ kültü bölümünde bahsettiğimiz kuş-adam, yani
kanatlı insan formunu ifade etmektedir. Buradan Japon dini anlayışındaki kutsal
dağlarda birtakım uygulamalar yaptıktan sonra uçma yeteneği kazanıp göğe doğru
yükselen kişilerin, Daoist öğretiden etkilendiği söylenebilir.
[288] Bernbaum, Sacred Mountains of
the World, ss. 58-60. Ayrıca bkz. Barbara Ambros, Emblacing a
Pilgrimage: The Oyama Cult and Regional Religion in Early Modern Japan
(Cambridge: Harvard University Press, 2008), s. 20.
[289] Grapard, s. 41.
[290] Grapard, s. 38.
[291] Hori, “Mountains and Their
Importance,” ss. 10-11.
[292] Sangaku shinko
anlayışının ölüler ile ilişkisi VIII. yüzyılda tamamlanan ve Japonya’nın en
eski şiir antolojisi olan Manyoshu’&a da görülmektedir. Manyoshu’da
ölüler ve atalar ile ilgili birçok şiir bulunmaktadır. Bu şiirlerden birisi
Prenses Oku’nun, erkek kardeşi Prens Otsu’nun ölümü üzerine
yazdığı şiirdir. Bu şiir şu şekildedir:
Bu dünyada yaşayan ben, Yarından itibaren
Kardeşim Futakami Dağı ’nı seyrediyorum Bu
şiirde görüldüğü üzere Prenses Oku, ölen kardeşi Prens Otsu’yu Futakami Dağı
ile özdeşleştirmektedir. Bu, ölülerin dağla yakından bir ilişkisinin
bulunduğuna güzel bir örnektir.
Manyoshu’mtn elli bir şiiri ölülerin ruhlarının dağda, kayada ve dağ
vadisinde, yirmi üçü bulutlarda ya da gökyüzünde, bir kısmı da adalarda ve
denizlerde bulunduğunu belirterek ölüler ile başta dağ olmak üzere birçok
tabiat fenomeni arasındaki ilişkiyi göstermektedir(Hori, “Mountains and Their
Importance,” s. 8; Earhart, Religion in Japan: Unity and Diversity, s.
80). Ayrıca bkz. Earhart, A Mount Haguro Sect of Shugendo, s. 12; Hiroo
- Klautau, “Changes in the Concept of Mountains in Japan,” ss. 93-94.
[293] Hori, “Mountains and
Their Importance,” 28. dipnot, s. 9; Bernbaum, SacredMountains of the World,
s. 58; Hiroo, ss. 31-33.
[294] Dağ kültünün, Japon
dini anlayışındaki ölüm sonrasına dair inanışlar ile olan ilişkisi için bkz.
Gorai Shigeru, Nihonjin no Shiseikan (Tokyo: Kadokawa, 1994).
[295] Earhart, A Mount
Haguro Sect of Shugendo, s. 12.
[296] Hori, “Mountains and Their
Importance,” s. 8, 22. Ayrıca bkz. Grapard, ss. 36-37; Bernbaum, Sacred
Mountains of the World, s. 58; Nitschke, s. 112; Hori, “Mountains and Their
Importance,” ss. 10-11; Hiroo, “Changes in the Concept of Mountains in Japan,”
ss. 95-97. Japonya’da guguk kuşunun bu dünya ile diğer dünya arasında
habercilik yaptığına inanılmaktadır. Buradan hareketle guguk kuşunun dağlarda
âlemler arası habercilik yaptığı söylenebilir. Bu inanış kırsal kesimlerde
oldukça güçlüdür(Hori, “Mountains and Their Importance,” s. 11).
[297] Grapard, ss. 36-37.
[298] Bernbaum, Sacred
Mountains of the World, s. 58. Ayrıca bkz. William P. Fairchild, “Shamanism
in Japan,” Folklore Studies, C. 21 (1962), ss. 33-34. Ayrıca bkz. Hiroo,
ss. 29-31.
[299] Bon ateşlerinden en
bilinenlerinden birisi Kyoto’daki dai monji yakidir. Bu ateş binlerce
meşaleden oluşmakta ve bu ateşle Japoncada büyük anlamına gelen dai
karakteri yazılmaktadır. Bazı yerlerdeki Bon festivallerinde çocuklar,
tepelerde, büyük bir ateşi ya da bir ipi tutuşturmakta ve Büyükbaba!
Büyükanne^ bu ateşe
bakın ve bizi ziyarete gelin! diyerek atalarına yol göstermektedir(Hori,
“Mountains and Their Importance,” 37. dipnot, s. 11).
[300] Hori, “Mountains and Their
Importance,” ss. 11-12. Ayrıca bkz. Nitschke, s. 112. Japon dini anlayışında
dağların ölüler ve ata ruhlarının dünyası/alemi olmasına ilişkin anlayış,
özellikle Budizm’in Japonya’ya gelmesinden sonra gelişmiştir. Bunun sebebi
bölgede yayılan Mahayana ekolüne ait Japon Budizmi’nin güçlü bir öte dünya
inancına sahip olmasıdır.
[301] Earhart, A Mount
Haguro Sect of Shugendo, s. 12.
[302] Hori, “Mountains and Their
Importance,” ss. 7-8; Earhart, A Mount Haguro Sect of Shugendo, s. 11;
Grapard, ss. 37-38. Ayrıca bkz. Bernbaum, Sacred Mountains of the World,
s. 56; Nitschke, s. 112; Stuart D. B. Picken, Historical Dictionary of Shinto
(Plymouth: Scarecrow Press, 2011), s. 296; Fairchild, s. 33.
[303] Grapard, s. 36;
Earhart, A Mount Haguro Sect of Shugendo, s. 8.
[304] Earhart, A Mount
Haguro Sect of Shugendo, s. 10.
[305] Earhart, A Mount
Haguro Sect of Shugendo, s. 13. Yama kelimesi bağlamında Fuji Dağı’nın da
bu anlamda kullanıldığı kaynaklarda geçmektedir. Detaylı bilgi için bkz. Byron
H. Earhart, Mount Fuji: Icon of Japan (South Carolina: The University of
South Carolina Press, 2011), s. 13. Karı koca arasındaki ilişkide erkeğin eşine
bu şekilde hitap etmesi, önceki bölümlerde bahsettiğimiz Çin’deki karı koca
arasındaki ilişkiye benzemektedir. Nitekim bu ilişkiye göre Çin’de karı koca
arasındaki ilişkide erkek, eşine Tai Dağı’nı nispetle Taishan olarak hitap
etmektedir.
[306] “Antik Meselelerin Kaydı” olarak çevrilebilen Kojiki, 712
yılında imparatorun emriyle O no Yasumaro tarafından sözlü aktarımdan
yazıya geçirilmiştir. Bu metin, tarihsel bir kayıt olarak değerlendirilmekle
birlikte dinsel bir önem de taşımaktadır. Özellikle Şintoizm için Japon
adalarının, kamilerin ve tabiat fenomenlerinin yaratılışına değinmesi
bakımından bu metin oldukça önemlidir. Ayrıca imparatorların tahta geçişi ile
ilgili ifadelere de yer vermektedir. Diğer bir ifadeyle yaratılış ile başlayıp
imparatorların tahta geçiş süreci ile devam etmektedir. Bkz. Bocking, s. 76; Translation
of “Ko-ji-ki” of “Records of Ancient Matters”, terc. Basil Hall Chamberlain
(Kobe: J. L. Thompson & Co. Ltd., 1932), ss. i-ii; John Breen - Mark
Teewuen, A New History of Shinto (Oxford: Wiley- Blackwell, 2010), ss.
28-29.
[307] Translation of
“Ko-ji-ki” of “Records of Ancient Matters” ss. 17-40; Nitschke, s. 111.
Ayrıca bkz. Earhart, A Mount Haguro Sect of Shugendo, s. 9.
[308] Konohana Sakuya Hime, Asama
adı verilen bazı volkanik dağlardaki tapınaklar ile ilişkilendirilmektedir.
Ayrıca bu kami, kadınların acısız ve kolay bir doğum yapmak için dua ettiği ve
çeşitli isteklerde bulunduğu bir kamidir. Bereket ve üretkenlik ile
ilişkilendirilen bu kami, fallus kültü bağlamında çeşitli anlayışlarla da
bağlantılıdır. Bkz. Stephen Turnbull, Japan’sSexual Gods: Shrines, Roles
andRituals of Procreation and Protection (Leiden: Brill, 2015), ss. 154-157.
[309] Bkz. Earhart, Mount
Fuji: Icon of Japan, s. 7.
[310] Bkz. Translation
of “Ko-ji-ki”, ss.138-156; Nihongi: Chronicles of Japan from the
Earliest Times to
A.D. 697, terc.
William George Aston (Tokyo: Tuttle Books, 1993), ss. 70-85; Patricia Monaghan,
“Kono-Hana-Sakuya-Hime,” Encyclopedia of Goddesses and Heroines (EGH)
(California: ABC CLIO, 2010), C.1, s.242; Mori Mizue, Konohanasakuyahime,
http://eos.kokugakuin.ac.jp/modules/xwords/entry.php?entryID=93
(14.12.2017).
[311] Japonya’nın ilk imparatorunun
mitsel atalarının dağlar olduğundan hareketle, dağ kültünün sahip olduğu axis
mundi özelliğinin, günümüzdeki Japon imparatorları için de geçerli olduğu
söylenebilir. İmparator, Japon topraklarının dengesini, düzenini ve birliğini
sağlamaktadır. Bir başka ifadeyle Japonya’nın devamlılığı axis mundi olan
imparatora bağlıdır. Buradan yola çıkılarak günümüzdeki Japon imparatoru Akihito’nun
(d. 1933) yama no kaminin soyundan geldiği ve bu özelliği ile Japon ulusunu
birleştirici ve düzeni sağlayıcı bir özelliğe sahip olduğu anlaşılmaktadır.
[312] Hori, “Mountains and
Their Importance,” s. 16.
[313] Nihongi,
ss.109-130; Translation of “Ko-ji-ki”, ss. 112-130. Ayrıca bkz. Hori,
“Mountains and Their Importance,” s. 13.
[314] William Gowland, “President
Address. The Burial Mounds and Dolmens of the Early Emperors of Japan,” The
Journal of the Royal Anthropological Institute of Great Britain andIreland,
C. 37 (1907), s. 12.
[315] Nitschke, s. 114.
Bkz. Hiroo, ss. 94-95; Miyake Hitoshi, “Japanese Mountain Religion: Shrines,
Temples and the Development of Shugendo,” Cahiers d’Extreme-Asie, S. 18
(2009), s. 75. İmparator Nintoku’nun anahtar deliği şeklindeki mezarı için bkz.
Ekler: Resim V.
[316] Bkz. Bocking, s. 128;
Picken, s. 96.
[317] Şintoizm’de jinja olarak
isimlendirilen tapınaklar honden, haiden, sando, torii ve temizuya
gibi yapıları içermektedir. Bu yapılardan honden, ana salonu; haiden,
ibadet salonunu; sando, fenerle çevrilmiş giriş yolunu; torii,
kutsal bir dünyaya girildiğini hatırlatan sembolik girişi; temizuya, arınmak
için kullanılan çeşmeyi karşılamaktadır. İfade ettiğimiz yapılardan biri olan
honden, Şinto tapınaklarının en kutsal yeridir. Bu yerde en kutsal objeler
bulunmaktadır. Honden, ayrıca, o tapınağın kamisinin ikamet ettiği salondur.
Bkz. Cali - Dougill, Shinto Shrines, ss. 32-34.
[318] Grapard, s. 36.
[319] Bocking, s. 128;
Picken, s. 271; Nitschke, s. 113; Delmer M. Brown, The Cambridge History of
Japan,
ed. by John Whitney Hall (Cambridge:
Cambridge University Press, 1993), C.1, s. 117; Aike P. Rots, Shinto, Nature
and Ideology in Contemporary Japan: Making Sacred Forests (London:
Bloomsbury, 2017), ss. 107-110. Miwa Dağı hakkındaki mitolojik anlatımlar için
bkz. Masanabu Suzuki, Clans and Religion in Ancient Japan (London:
Routledge, 2016). Miwa Dağı’nın Japon dini ve siyasi tarihindeki yeri için bkz.
Anna Andreeva, “Saidaiji Monks and Esoteric Kami Worship at Ise and Miwa,” Japanese
Journal of Religious Studies, C.33, S. 2 (2006), ss. 349-377; Anna
Andreeva, “The Karmic Origins of the Great Bright Miwa Deity: A Transformation
of the Sacred Mountain in Premodern Japan,” Monumenta Nipponica, C.65,
S. 2 (2010), s. 250. Miwa Dağı ve Omiwa Jinja hakkında daha fazla bilgi için
bkz. Andreeva, “The Karmic Origins of the Great Bright Miwa Deity,” ss.
273-296.
[320] Hori, “Mountains and
Their Importance,” ss. 6-7.
[321] Nitschke, ss.
111-118. Bkz. Ellen Schattschneider, “Family Resemblances: Memorial Images and
the Face of Kinship,” Japanese Journal of Religious Studies, C.31, S.1
(2004), s. 145. Şintoizm’deki yapay dağ uygulamasını gösteren resim için bkz.
Ekler: Resim VI.
[322] Yorishiro, kaminin
bir objeye ya da bir tabiat fenomenine tezahür etmesi olarak ifade edilebilir.
Bu kavram, shintai kavramının eş anlamlısıdır.
[323] Nitschke, s. 114.
[324] Nitschke, ss. 116-117.
Tsukuriyama, -daha önce de bahsettiğimiz gibi- dağı andıran ve tümülüs şeklinde
yapılan imparator mezarlarında da sık sık uygulanmıştır. İmparatorların mezarı,
dağı andıran bir şekilde yapılarak yapay dağ görevi görmüştür. Bu konu hakkında
bkz. Gowland, ss. 10-46; Joan R. Piggott, “Sacral Kingship and Confederacy in
Early Izumo,” Monumenta Nipponica, C.44, S. 1 (1989), ss. 45-74; Richard
Torrance, “The Infrastructure of the Gods: Izumo in the Yayoi and Kofun
Periods,” Japan Review, S.29 (2016), ss. 12-27. Bu tür mezarların
listesi için bkz. Walter Edwards, “Contested Access: The Imperial Tombs in the
Postwar Period,” The Journal of Japanese Studies, C.26, S.2 (2000), s.
375.
[325] William E. Deal, Handbook
to Life in Medieval and Early Modern Japan (New York: Oxford University
Press, 2007), ss. 57-58.
[326] Fuji Dağı dışındaki diğer iki dağ
için bkz. 3 Famous Mountains of Japan: Mount Haku, Mount Tate and Mount
Takao,
https://taiken.co/single/3-famous-mountains-of-japan-mount-haku-mount-tate-and- mount-takao
(01.03.2018).
[327] H. Byron Earhat,
“Mount Fuji and Shugendo,” Japanese Journal of Religious Studies, C.16,
S. 2-3 (1989), ss. 206-207.
[328] Earhart, Mount
Fuji: Icon of Japan, s. 6.
[329] Hori, “Mountains and
Their Importance,” ss. 6-7.
[330] Earhart, Mount
Fuji: Icon of Japan, s. 4.
[331] Earhart, Mount
Fuji: Icon of Japan, s. 3.
[332] Earhart, Mount
Fuji: Icon of Japan, ss. 5-6.
[333] Fujisan Hongu
Sengentaisha, sayısı 1300 olan Asama (Sengen) tapınakları arasında ayrıca öneme
sahip olan bir
tapınaktır. Fuji Dağı’na hacıların ve ziyaretçilerin tırmanış rotası, bu
tapınağın olduğu yerden başlamaktadır. Fujisan Hongu Sengentaisha, -daha önce
de bahsettiğimiz gibi- Konohana Sakuya Hime ile ilişkilendirilmektedir.
Konohana Sakuya Hime’ye bu tapınakta yangınlardan korunma, kolay doğum,
balıkçılık ve tarımda bereket amacıyla dua edilmektedir. Tarihsel süreç
içerisinde birçok imparator da düşmanlarını alt etmek için Fuji Dağı ve dolaylı
olarak bu tapınak ile yakından ilgilenmiş ve dualar etmiştir. Bkz. “Fujisan
Hongu Sengentaisha,”
http://fuji- hongu.or.jp/sengen/english/ (01.03.2018); “Fujisan Sengen Shrine,” https://www.japan-
guide.com/e/e6367.html
(01.03.2018). Asama-Sengen tapınakları için bkz.
Royall Tyler, “A Glimpse of Mt. Fuji in Legend and Cult,” The Journal of the
Association of Teachers of Japanese, C.16, S. 2 (1981), ss. 142-143.
[334] Earhart, Mount
Fuji: Icon of Japan, s. 7; H. Byron Earhart, “Mount Fuji and Shugendo,” Japanese
Journal of Religious Studies, C.16, S. 2-3 (1989), s. 207.
[335] Earhart, Mount
Fuji: Icon of Japan, s. 17.
[336] Kumano’nun Üç Dağı
isimlendirilmesi dağları belirtmesinin yanında Kumano’daki üç tapınağı da ifade
etmektedir. Bu tapınaklar Hongu, Shingu ve Nachi şeklindedir.
Kumano Sanzan, Şintoizm, Budizm ve Shugendo geleneğine mensup kişiler açısında
oldukça önemli bir yerdir. Bu bağlamda bu yere, günümüzde de hala devam etmekte
olan hac yolculukları yapılmaktadır. Kumano Sanzan’a yapılan hac yolculuklarına
Japoncada Kumano Kodo denilmektedir. Kumano Sanzan hakkında detaylı
bilgi için bkz. Miyake Hitoshi, “Shugendo: Its History and Organization,” Shugendo:
Essays on the Structure of Japanese Religion, ed. by H. Byron Earhart
(Michigan: The University of Michigan, 2001), ss. 13-27; Shinichi Nagai, Gods
of Kumano: Shinto and the Occult (Tokyo: Kodansha International, 1968).
[337] Earhart, Mount
Fuji: Icon of Japan, s. 19; Shigeru, “Shugendo Lore,” s. 124.
[338] Earhart, Mount
Fuji: Icon of Japan, ss. 12-13. Karı koca arasındaki sembolik anlatımlarda
Fuji Dağı’nın kullanılmasına şu örnek verilebilir: Sana olan sevgim, Fuji
Dağı ’ndan yükselen duman gibi sonsuzdur(Earhart, Mount Fuji: Icon of Japan,
s. 13).
[339] Kaynaklarda En no Ozunu
olarak da geçen En no Gyoja, VII. yüzyılın sonlarına doğru Katsuragi
Dağları’nda yaşamış, zamanının büyük çoğunluğunu bu dağda geçirmiş ve bu süre
sonunda Shugendo geleneğinin kurulmasına öncülük etmiştir. Katsuragi
Dağları’nda kaldığı süre boyunca o, birçok çileci ve mistik tekniklerle
uğraşmıştır. Ayrıca doğaüstü varlıkları emri altına almış, bu varlıklara odun
ve su getirme ve Katsuragi Dağı ile Kimpu Dağı (Yoshino) arasında bir yol (köprü)
yapmaları yönünde emirler vermiştir. En no Gyoja, bir gün mağarada inziva
halindeyken Kujaku O (Tavus Kuşu Kral) ile
karşılaşmış ve ondan
büyüsel öğretileri almıştır. Bunun sonucunda ise bir takım doğaüstü güçlere
kavuşmuş ve hastaları iyileştirmeye, kötü ruhları kovmaya ve uçmaya
başlamıştır(Miyake Hitoshi, “Shugendo in History,” The Mandala of Mountain:
Shugendo and Folk Religion, ed. by Gaynor Sekimori (Tokyo: Keio University
Press, 2005), s. 48; Earhart, “Sacred Mountains in lapan.'' ss. 111112; Earhart,
A Mount Haguro Sect of Shugendo, s. 5, 16-17; Hitoshi, “Shugendo in
History,” s. 47; Ichiro Hori, “On the Consept of Hijiri,” Numen, C.5, S.
2 (1958), ss. 141-142; Kazuo Kasahara, A History of Japanese Religion
(Tokyo: Kosei Publishing, 2001), s. 57; Earhart, “Sacred Mountains in lapan,”
ss. 111-112. Ayrıca bkz. Earhart, Mount Fuji: Icon of Japan, s. 25;
Hitoshi, “Japanese Mountain Religion,” s. 78.
340
Earhart, Mount Fuji: Icon of Japan, s. 24.
[342] Earhart, Mount
Fuji: Icon of Japan, ss. 26-28.
[343] Japon Budizmi’nin
geçirdiği aşamalar hakkında bilgi için bkz. Hüsamettin Karataş, “Erken Dönem
Japon Budizmi,” Fırat Üniversitesi ilahiyat Fakültesi Dergisi, C.18, S.
2 (2013), ss. 53-67; Vedat Şafak Yamı, Japonya’da Budizm (Ankara:
Doğu-Batı Yayınları, 2012); Halil İbrahim Şenavcu, Dünden Bugüne Japon
Budizmi: İnanç ve Uygulamaları (İzmir: Dokuz Eylül Üniversitesi, 2015).
[344] Japon Budizminde hem
Hinduizm’in hem de Budizm’in kutsal olarak telakki ettikleri Meru Dağı’nın da
önemi vardır. Meru Dağı’nın yeri ve önemi için bkz. Ashkenazi, s. 101.
[345] Hori, “Mountains and
Their Importance,” s. 12.
[346] Hori, “Mountains and
Their Importance,” ss. 21-22.
[347] Hori, “Mountains and
Their Importance,” 63. dipnot, ss. 21-22.
[348] Earhart, A Mount
Haguro Sect of Shugendo, s. 10.
[349] Bkz. Earhart, “Sacred
Mountains in Japan,” s. 110.
[350] Earhart, A Mount
Haguro Sect of Shugendo, s. 16.
[351] Bkz. Grapard, s. 37;
Hiroo, s. 92; Hitoshi, “Japanese Mountain Religion,” ss. 75-76.
[352] Tibetçe dorje ve Japonca kongosho
olarak bilinen vajra, kelime manası ile yıldırım ya da elmas anlamlarına
gelmektedir. Terim anlamı olarak ise vajra, ezoterik Budizmde ayinlerde
kullanılan, büyüsel bir özelliğe ve her iki tarafında yabaya benzeyen üç dişe
sahip olan bir objedir. Özellikle ezoterik Budizmdeki Budaların ve
Bodisatvaların resimlerinde ve heykellerinde genellikle vajra da yer
almaktadır(Taiko Yamasaki, Shingon: Japanese Esoteric Buddhism, terc.
Richard - Cynthia Peterson (Boston: Shambala Publications, 1988), ss. 163-165;
Christmas Humphreys, A Popular Dictionary of Buddhism (London: Curzon
Press, 2005), s. 60; Humphreys, s. 248.
[353] Budizm’e göre Maitreya (Palice:
Metteyya), Dharma’nın yozlaştığı ve kaosun hâkim olduğu zamanda, insanların her
türlü sıkıntısını gidermek için dünyaya inecek ve onları nirvanaya ulaştıracak
olan bir Buda’dır. Bu bağlamda Maitreya Buda, tarihsel süreçte gelen Budalar’ın
sonuncusu olmakta ve merhamet duygusuyla sembolleşmiş bir Buda olarak da ayrıca
bilinmektedir(Humphreys, s. 133). Maitreya hakkında detaylı bilgi için bkz.
Alice Getty, The Gods of Northern Buddhism, ([Oxford]: Ofxord University
Press, 1914), ss. 20-22.
[354] Philip L. Nicoloff, Sacred
Koyasan: A Pilgrimage to the Mountain Temple of Saint Köbö Daishi and the Great
Sun Buddha (New York: State University of New York Press, 2008), ss. 59-60.
Ayrıca bkz. Yoshito S. Hakeda, Kukai Major Works (New York: Colombia
University Press, 1972), ss. 48-49; Bernbaum, SacredMountains of the World,
s. 69.
[355] Hakeda, s. 49.
[356] Nicoloff, s. 60;
Hakeda, s. 50.
[357] Bernbaum, SacredMountains
of the World, ss. 69-70.
[358] Nicoloff, ss. 58-59.
[359] Bkz. Hori, “On the
Consept of Hijiri,” s. 152; Grapard, s. 37.
[360] Bernbaum, SacredMountains
of the World, s. 69; Grapard, s. 38.
[361] Saicho’nun Ganmon’da
değindiği beş yemin için bkz. Paul Groner, Saicho: The Establishment of the
Japanese
Tendai School (Honolulu: University of
Hawai’i Press, 2000), ss. 28-29.
[362] Groner, ss. 27-31.
Ayrıca bkz. Hori, “On the Consept of Hijiri,” s. 149.
[363] John Stevens, The
Maraton Monks of Mount Hiei (Boston: Shambala Publications, 1988), ss.
29-30.
Ayrıca bkz.
Hori, “On the Consept of Hijiri,” s. 149. Rahip Ennin’in, Çin’de bulunduğu
dönemde dört kutsal Budist dağdan biri olan Wutai Dağı’na gittiği bilinmektedir.
Bu, Ennin’in Çin’deki dağ kültünden etkilendiğine işaret edebilir.
[364] Stevens, The
Maraton Monks of Mount Hiei, s. 57.
[365] Hitoshi, “Japanese
Mountain Religion,” s. 76.
[366] Stevens, The Maraton Monks of
Mount Hiei, s. 58; Robert F. Rhodes, “The Kaihogyo Practice of Mount Hiei,”
Japanese Journal of Religios Studies, C.14, S. 2-3 (1987), s. 186.
Detaylı bilgi için bkz. Rhodes, ss. 187-198. Hiei Dağı’nın Tendai Budizmi’nin
sistemleşmesindeki ve yayılmasındaki rolü için bkz. Paul Groner, Ryogen and
Mount Hiei: Japanese Tendai in the Tenth Century (Honolulu: University of
Hawai’i, Press, 2002), ss. 167-190.
[367] Grapard, s. 38.
[368] Grapard, s. 39.
Ayrıca bkz. İsmail Taşpınar, Doğu Dinlerinde Hac İbadeti: Hinduizm ve Budizm
(İstanbul: Bilge Kültür Sanat Yayınları, 2014), ss. 127-128.
[369] Joseph M. Kitagawa, On
Understanding Japanese Religion (Princeton: Princeton University Press,
1987), s. 128.
[370] Japonya’daki
Budistler, Budalar ve Bodisatvalar ile karşılaşmak için dağlara hac ziyaretinde
bulunmuştur. Özellikle Şinto-Budist etkileşiminin görüldüğü bölgelerde ise hem
Buda ve Bodisatvalar hem de kamiler için dağlara gidilmeye başlanmıştır.
[371] Hijiri, gyoja ve
upasaka gibi keşiş türleri, Çin ve Kore üzerinden gelen Çin kültürünün
Budizm’in ve Daoizm’in unsurlarını Japonya’ya taşımasıyla ön plana çıkmıştır.
Nitekim Daoizmde dağlara yolculuk yapılarak ölümsüz olmak şeklinde bir
anlayış olduğu için dağlara gidenler (xian) büyücülükle, hastaları
iyileştirmeyle ve ölümsüz yaşama kavuşmakla bilinmiştir. Diğer bir ifadeyle
Daoizmde dağlara sık sık giden büyücülerle ilgili anlayış, Çin kültürünün
Japonya’ya gelişiyle Japonya’ya taşınmış ve hac uygulamasının gelişmesine katkı
sağlamıştır(Hori, “On the Consept of Hijiri,” s. 129; Earhart, “Sacred
Mountains in Japan,” s. 110).
[372] Çin menşeili olan bu
öğreti, doğadaki beş elementin ve Yin-Yang doktrininin mahiyeti ile sırlı-
gizemli güçlere sahip olunabileceğini, gelecekteki hadiselerin
öğrenilebileceğini böylelikle de mükemmel bir insan seviyesine gelinebileceğini
ve böylece ölümsüzlüğe ulaşılabileceğini vurgulamaktadır. Bunun yanı sıra bu
öğreti kötü ruhları kovabilme ve hastaları iyileştirme gibi birtakım unsurlara
da önem verip, bunlarla ilgili çeşitli ayinleri bünyesinde barındırmaktadır.
Bkz. Athanasios Drakasis, “Omyodo and Esoteric Buddhism,” Esoteric Buddhism
and Tantras in East Asia, ed. by Charles D. Orzech ve diğerleri (Boston:
Brill, 2011), ss. 683-690.
[373] Bkz. Hori, “On the
Consept of Hijiri,” ss. 128-146; Kitagawa, ss. 128-129.
[374] Sanskrit metinlerde Acala
olarak geçen Fudoo Myoo, kozmik Buda Dainichi Nyorai’nin dharmayı, yani
öğretiyi koruduğu öfkeli zuhuru ve yardımcısı olarak tanımlanabilir. O, beş
bilge kraldan (Japonca: Myoo, Sanskrit: vidyaraja) biridir. Bu bakımdan
kaynaklarda bilge kral olarak da ifade edilmektedir. Fudo Myoo, sağ
elinde kılıç, sol elinde ip tutar vaziyette ve bedeni alevler içinde olarak
betimlenmektedir. Fudo Myoo’nun kökenleri Hint’e kadar uzanmaktadır. Detaylı
bilgi için bkz. Karen Mack, “The Phenomenon of Invoking Fudö for Pure Land
Rebirth in Image and Text,” Japanese Journal of Religious Studies, C.33,
S. 2 (2006), ss.298-299; Basil Gray, “Fudö,” The British Museum Quarterly,
C.24, S.1-2 (1961), ss. 46-50; Bernard Faure, Gods of Medieval Japan
(Honolulu: University of Hawai’i Press, 2016), C.1, ss. 115-166.
[375] Stevens, The Maraton Monks of
Mount Hiei, s. 58; Rhodes, ss. 187-188. Bkz. Faure, Gods of Medieval
Japan, ss. 138-139.
[376] Stevens, The Maraton Monks of
Mount Hiei, ss. 58-60; Rhodes, ss. 189-193. Bkz. Faure, Gods of Medieval
Japan, ss. 138-139.
[377] Stevens, The Maraton Monks of
Mount Hiei, s. 62; Rhodes, ss. 193-196. Kaihogyo uygulaması hakkında
detaylı bilgi için bkz. John Stevens, “The Path of the Spiritual Athlete: The
Maraton Monks of Mt. Hiei,” The Sacred Mountains of Asia, ed. by John
Einarsen (Canada: Shambala Publications, 1995), ss. 60-66.
[378] Kitagawa, s. 129.
Ayrıca bkz. Hori, “Mountains and Their Importance,” s. 13.
[379] Elizabeth ten
Grotenhuis, Japanese Mandalas: Representation of Sacred Geography
(Honolulu:
University of
Hawai’i Press, 1999), s. 4.
[380] Grotenhuis, ss. 4-5.
[381] Grotenhuis, ss.
79-80; Hitoshi, “Japanese Mountain Religion,” s. 78. Rahim Dünyası Mandalası
için bkz. Ekler: Resim VII.
[382] Mandalalaştırma
kavramı Allan G. Grapard tarafından İngilizce’de Mandalization şeklinde
ifade edilmiştir. Bkz. Grapard, s. 39.
[383] Grapard, s. 40. Ayrıca bkz. Helen
Hardacre, “The cave and the Womb World,” Japanese Journal Religious Studies,
C.10, S. 2-3 (1983), s. 150; Grotenhuis, s. 166; Hitoshi, “Japanese Mountain
Religion,” ss. 78-79.
[384] Grapard, ss. 39-40. Jinteki
Mondo’da bütün Japonya iki mandalaya ayrılmıştır. Bunlardan birisi doğuyu
diğeri ise batıyı ifade etmektedir. Bu durum Japonya’nın neredeyse her yerinin
mandala içerisine dâhil edildiğini açıklamaktadır(Grapard, s. 41). Ayrıca bkz.
Mircea Eliade, İmgeler ve Simgeler, terc. Mehmet Ali Kılıçbay (Ankara:
Doğu Batı Yayınları, 2017), ss. 63-64. Rahim Dünyası Mandalası üzerinde
sembolik olarak gösterilen hac durakları ve yolculuğu için bkz. Ekler: Resim
VIII.
[385] Dogen’in hayatı ve
öğretisi için bkz. Thomas B. Kasulis ve diğerleri, “Dogen,” Japanese
Philosophy: A Sourcebook, ed. by James W. Heisig ve diğerleri (Michigan:
University of Hawai’i Press, 2011), ss.
141-162.
[386] Bernbaum, SacredMountains
of the World, s. 60.
[387] Hakiki Dharma Gözünün Hâzinesi
olarak Türkçe’ye çevrilebilen Shobogenzo, Dogen’in 1231-1253 yılları arasında
yazdığı 95 bölümden oluşan en önemli çalışmasıdır. Bkz. Heinrich Dumoulin, Zen
Buddhism: A History Japan (Delhi: Motilal Banarsidass Publishers, 2005), C.
2, ss. 72-75.
[388] Stevens, “The Path
of the Spiritual Athlete,” s. 67.
[389] Stevens, “The Path
of the Spiritual Athlete,” s. 69.
[390] Mondo, bir Zen üstadı tarafından
sorulan, kişiyi düşündürmeyi amaçlayan ve bu sayede hakikatin
anlaşılabileceğini vurgulayan bir çeşit soru sorma işlemidir. Koan ise
mondolardan alınan; paradoksal ifadelere ve bulmacalara sahip tümcelerdir. Bkz.
İlhan Güngören, Zen Budizmi: Bir Yaşama Sanatı (İstanbul: Yol Yayınları,
2013), s. 172.
[391] Stevens, “The Path of the
Spiritual Athlete,” s. 70. Kukai, Saicho ve Dogen gibi Japon Budizmindeki
kutsal dağ anlayışına katkı sağlamış rahiplere Nichiren Budizmi’nin
kurucusu Nichiren eklenebilir. Nichiren, Tendai Budisti olarak doğmuş,
hayatının ileriki zamanlarında Tendai Budizmi’nin zayıf bir öğreti olduğunu
anlamış ve bunun sonucunda yeni bir öğreti ortaya koymuştur. Öğretisini ise
Tendai Budizmi’nin de kutsal kabul ettiği Hiei Dağı’nı merkeze alarak
geliştirmiştir. Nichiren hakkında detaylı bilgi için bkz. Hüsamettin Karataş,
“Nichiren Budizmi” (Ankara: Ankara Üniversitesi, 2012).
[392] Grapard, s. 41.
Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.
Yorumlar