Print Friendly and PDF

Şah İsmail İle Gülizar Hikâyesi

Bunlarada Bakarsınız

 




(MENAKIB-I ŞAH İSMAİL İLE GÜLİZAR)

Hazırlayan: Erdoğan Kara

Genel olarak Hikayenin Konusu

Acem’de, Kandihar Padişahı denilen bir padişah vardır. Bu padişahın hiç çocuğu olmaz. Bir gün padişah sabah namazım kıldıktan sonra yerine otururken çocuğu olmadığı için bir “ah” çeker. Günlerden bir gün padişah derdine derman bulmak üzere, kılık değiştirerek, veziri ile bir yolculuğa çıkar; bir dervişe rastlarlar. Derviş bunların meramım anlar, bir elma çıkarıp padişaha verir. Elmayı ortadan ikiye bölerek Hanım Sultan ile yemesini, kabuklarını da kısrağına vermesini, bir erkek evladının dünyaya geleceğim, kendisi gelmeyince çocuğa ad vermemelerini söyler ve ortadan kaybolur. Padişah hemen sarayına gelir ve Dervişin söylediklerim aynen yapar. Dokuz ay on gün sonra Hanım Sultan bir erkek çocuk dünyaya getirir. Çocuk büyür, adsız bir bey olur. Padişah çevresindeki insanların ısrarına rağmen derviş gelmeyince çocuğa ad vermez.

Padişah, Çocuğun tahsil ve terbiyesi için Hoca Danyal adında bir hoca tutar. Hoca Danyal, çocuğun okuması için yer altında, güneş görmeyen bir saray yapılmasını ister. Padişah Hoca Danyal’ın isteklerini yerine getirir. Çocuk yer altında yapılan, güneş ışığı almayan sarayda tahsil ve terbiye görür. Bir gün yemek yerken yemekten çıkan bir kemiği yukarı doğru atınca cam kırılır ve çocuk güneşi görür, şaşırır. “Bunu tutayım” diye uğraşırken Hoca Danyal içeri gelir. Çocuk Hoca Danyal’a burada olmaktan sıkıldığım, artık dışarı çıkmak istediğini söyler. Hoca Danyal, bu dileği padişaha iletir. Rical-i kibar çocuğa ad vermek için toplamr. Bu sırada padişaha elmayı veren Derviş çıkagelir. Çocuğun adım Şah İsmail, tayın adım da Kamertay koyar ve hemen ortadan kaybolur.

Şah İsmail ava gitmek isteyince bir av düzenlenir. Şah İsmail ava çıktığı bir gün bir çeşmenin başında uyuyakalır. Rüyasmda kırkların elinden aşk şarabım içer. Uykudan uyandıktan sonra karşısına bir ceylan çıkar. Ceylanın ardından koşarken bir çadıra girer. Bu çadırda rüyasında gördüğü kız ile, yani Gülizar’la, karşılaşır. Gülizar’ı görünce atından düşer ve bayılır. Aynı zamanda Gülizar da onu rüyasmda görüp âşık olmuştur. Şah İsmail’i böyle karşısında görünce şaşırır. Bu sırada orada bulunan bir Koca Kan, Gülizar’a onu ayıltmak için göğsünü açmasını, saçlarını yüzüne, gözüne sürmesini söyler. Bunun üzerine Gülizar göğsünü açar; memelerini Şah İsmail’in yüzüne, gözüne sürer. Şah İsmail’in aklı başına gelir ve dört tarafina bakmaya çalışır. Şah İsmail, Gülizar’dan aynlırken ondan altın bir tarak alır ve ona şahininden bir tüy kopanp verir.

Şah İsmail saraya gelir. Derdini kimseye söylemediği için günden güne zayıflar, hastalanır. Babası oğlunun derdini merak eder; çare aramaya başlar. Bir gün Şah İsmail’in arkadaşlarından biri olanları padişaha anlatır. Bunun üzerine padişah Gülizar’ı Şah İsmail’e ister. Türkmen Beyi Glizar’ı Şah İsmail’e vermeye razı olur. Düğün hazırlığı yapmak için padişahtan kırk gün mühlet ister. Padişah, Türkmen Beyinin bu isteğini kabul eder. Şah İsmail Türkmen Beyinin kızım kendisine verdiğini öğrenince kırk gün süren bir uykuya yatar. Fakat Gülizar’m annesi bunu kabul etmediği için çadırlarını söküp Hint ülkesine doğru yola çıkarlar.

Türkmen Beyinden bir haber alamayınca padişah bir haberci gönderir. Haberci Türkmen Beyinin oradan ayrıldığım söyleyince padişah tellallar çıkarıp oğlunun evleneceğini bildirir. Ne kadar kız varsa giyinip kuşanıp gülşen bahçesine gelirler. Şah İsmail kızlardan hiçbirisini Gülizar’a benzetemediği için beğenmez. Gülizar’ı aramaya gitmek isteyince babası ona çok kızar; buna razı olmaz. Şah İsmail Kamertaya binip Gülizar’m peşinden gider. Kapısız bir saraya gelir, burada gergef işleyen bir kız görür. Birbiriyle muhabbete başlarlar. Şeftalinin olmuşlarım yerler, olacaklarım meydana atarlar.

Şah İsmail Gülperi’den ayrılır, dağlara düşer. Gülperi’nin kardeşlerim devin elinden kurtarır. Bunlar Şah İsmail’i oturdukları yere çağırırlar. Saraylarına dönünce sarayın bir duvarının yıkılmış olduğunu görünce kız kardeşlerine söylenirler. Gülperi de sarayı yıkan kişinin, onları devin elinden kurtaran Şah İsmail olduğunu söyler. Gülperi’nin ağabeyleri kız kardeşlerim Şah İsmail’e verirler. Şah İsmail de bunu kabul eder.

Şah İsmail Gülperi’den ayrıldıktan soma atına binip yola devam eder. Kırkıncı gün Arap Üzengi’nin sarayına gelir. Orada bulunan kanlı pilavdan yerken birden bire Arap Üzengi çıkagelir. O pilavdan yiyebilmesi için onunla cenk etmesi gerektiğini söyler. Arap Üzengi ile cenk etmeye başlarlar. Şah İsmail Arap Üzengi’yi atından düşürüp göğsünün üzerine oturur. Hançerini çıkarıp onu öldüreceği sırada Arap Üzengi yüzündeki nikabı (örtüyü) çıkarır. Bunu gören Şah İsmail hemen olduğu yere yığılıp kalır. Arap Üzengi, Şah İsmail’i ayıltır. Kendisini yenebilecek yiğitle evleneceğine ahd ettiğini, onu yenen tek erkeğin de Şah İsmail olduğunu, bunun için de onunla evlenmek istediğini söyler.

Şah İsmail, ona Gülizar’ı arayıp bulmak istediğinden bahseder. Şah İsmail ile Arap Üzengi beraber yola çıkarlar. Hint ülkesine gelirler; Hint’te beraber gezerlerken virane bir evin içinde bir Koca Kan görürler ve ona misafir olurlar. Bir ara kulaklarına saz, tef sesleri gelir. Koca Kandan Hint Padişahının oğlu ile Türkmen Beyi’nin kızı Gülizar’m evlendiğini öğrenirler. Arap Üzengi, Şah İsmail’i teselli eder.

Şah İsmail, Gülizar’m kendisine verdiği altın yüzüğü Koca Kanya vererek onu düğün evine gönderir. Koca Kan bu tarağı götürüp Gülizar’a verir. Koca Kannın aracılığı sayesinde Şah İsmail ile Gülizar buluşurlar. Bu sırada Arap Üzengi, Gülizar’ı belinden kavradığı gibi atın terkisine alır, Şah İsmail’e teslim eder. Hep birlikte bir çeşme başına gelirler. Şah İsmail ile Gülizar sanlıp yatarlarken Arap Üzengi de onlan bekler. Bu sırada kara bir duman ortalığı sarar. Bunlar Hint askerleridir. Arap Üzengi âşıkları uyandırmaya kıyamaz, iki yüz batmanlık gürzünü eline ahr, aç kurt koyuna saldırır gibi onlara saldırır. Arap Üzengi Hint askerlerinin tamamım öldürür.

Arap Üzengi, Şah İsmail ve Gülizar Arap Üzengi’nin sarayına gelirler. Sarayda bir süre eğlendikten sonra yola çıkarlar; Gülperi’nin sarayına ulaşırlar. Orada da bir süre eğlendikten sonra Şah İsmail, Gülizar, Gülperi ve Arap Üzengi Kandihar’a gitmek için yola çıkarlar ve Kandihar’a gelirler. Arap Üzengi bir remil atar ve Şah İsmail’den kendilerini babasının sarayına götürmemesini ister. Şah İsmail de onları ayn bir konağa götürür. Şah İsmail’in annesi, gelinlerini görmek için onlann konağına gider. Sultan Hanım otururken sol tarafından bir sancı gelir ve oradan aynlır. Padişaha Şah İsmail’i öldürüp gelinleri almaşım söyler. Padişah bunu önce kabul etmez ama sonra o da Şah İsmail’i öldürüp gelinlerini almak ister.

Padişah Şah İsmail’i yemeğe çağınr. Arap Üzengi remil atar ve yemeklerin zehirli olduğunu öğrenir. Şah İsmail’e sihirli bir mühür (yüzük) verir. Yemekleri yemeden önce bu mührü üzerinde gezdirmesini ve ondan sonra yemeklerden yemesini ister. Şah îsmail, Arap Üzengi’nin dediklerini yapar ve bu badireyi atlatır. Padişah, oğlunu zehirleyerek öldüremeyince onu satranç oynamaya çağırır. Şah îsmail babasını iki üç defa yener. Daha sonra babasına bilerek yenilir. Padişah da yenildiği için oğlunun ellerim, kollarını bağlar. Şah İsmail bu bağlan kopannca ona sırrım sorar. Bunun üzerine Şah İsmail kendisini tutan şeyin yayının kirişi olduğunu söyler. Padişah bu sefer onun ellerini, kollarım yayının kirişiyle bağlayınca Şah İsmail bağlan koparamaz. Padişah onu cellatlara verir. Hoca Danyal ile rical-i kibarın yalvarmalan üzerine padişah gözlerine mil çekilmesini ve bir dağ başına atılmasını ister.

Cellatlar Şah İsmail’in gözlerine mil çeker ve onu bir dağ başına bırakırlar. Şah İsmail bir ağacın altında otururken ağaçtaki iki güvercin konuşurlarken onlan dinler.

Onlardan düşen bir tüyü gözüne sürmek suretiyle gözlerini iyileştirir. Sonra bir çiftçiye evlatlık olur. Bu sırada padişah Arap Üzengi ile cenk etmektedir. Padişahın askerleri Arap Üzengi ile başa çıkamadıkları için asker toplamaktadırlar. Şah İsmail de kendisini asker olarak yazdırır. Arap Üzengi ile savaş alamnda cenk ederler. Şah İsmail, o günün akşamında konağa gelerek Arap Üzengi’ye kendisini tanıtır ve ne yapacaklarım kararlaştırırlar.

Ertesi gün Arap Üzengi ile Şah İsmail tekrar cenk ederler. Padişah Şah İsmail’e Arap Üzengi’yi yenmesi için atı Kamertayı da vermiştir. Şah İsmail Arap Üzengi’yi atından düşürüp göğsünün üzerine oturur. Padişah düşmamm kendisi öldürmek ister. Şah İsmail Arap Üzengi’nin üzerinden kalkınca, Arap Üzengi bir kılıç çalarak padişahı öldürür. Halk Şah İsmail’i tanır ve onu tahta geçirir. Şah İsmail tahta geçtikten sonra Gülizar ve Gülperi ile evlenir.

Şah İsmail ile Gülizar halk hikâyesi Boratav’m deyimiyle “Kahramanı muhayyel aşk hikâyesi”dir.

HİKAYE

1.[Padişah ve Derviş]

Râvîler şöyle rivâyet ider[ler][49]  ki Acem [Ülkesin][50]de bir pâdişâh  var idi, Kandehâr Pâdişâhı dirlerdi. Amma bunun [saltanatı gayet ziyade idi ise de çe faide ki][51] dünyâda hiç zürriyyeti gelmemiş idi.

Bir gün pâdişâh sabâh namâzın kılup badehu yerine oturdukda Hanım Sultân eline endâm âyinesini alup pâdişâhın karşusında tutar iken pâdişâh bir kerre âh çeküp başını salladı. Hanım Sultân eyitdi: “Ey efendim ne dimek olsun ki âh çekersin? Elhamdülillâh bir eksiğimiz yok” didi. Pâdişâh eyitdi: “Hayır bir eksiğimiz yok amma lâkin ‘şu dünyâda bir evlâdım olaydı ben öldükden sonra tahtıma otura idi’ bu aklıma geldi bunun içün âh çekdim” didi. Hanım Sultan eyitdi: “Bu dünyâda ademde derd olur derman da bulunur, didi. Bir gün seyyehâta çıkarsınız, belki derdine dermân bulunur. Pâdişâh emreyledi: “Tîz bana vezîri çağırın gelsin” didikde birde vezîri çağırdılar. Vezîr gelüp yedi yerden temennâ idüp el pençe dîvân turdı. Pâdişâh eyitdi: “Var çarşudan iki kat dervîşân hırkası alup gel” didi. Vezîr dahî alup geldi. Şimdi pâdişâh: [3] “İmdi ey lala buyur senin ile seyyehâta çıkalım bakalım âyine-i devrân ne sûret gösterür” diyüp bunlar yerlerinden kalkup yola revân oldılar.

Üç saat yer gidüp bir çeşme var idi. Ol çeşmeye dahîl oldılar. Pâdişâh eyitdi: “Ey lala! Bu çeşmeden abdest alalım, iki rekat namâz kılalım, badehu biraz taam idüp andan yolumuza gidelüm, deyüp ol çeşmeden abdest alup namâza meşgûl oldılar.

Pâdişâh sağına, soluna selam verdiği vakit gördi ki yanında bir dervîş turur. Pâdişâh eyitdi: “Dervîş sen burada ne gezersin” didikde [Dervîş] eyitdi: “Pâdişâhım bizler seyyâhız gezeriz” deyü cevâb eyledi. Pâdişâh eyitdi: “Benim dervîş-pâdişâh oldığımı neden bildin?” didi. Dervîş eyitdi: “Bu kemter kulunuz bunca seyyâh olup görmediğim ser-encâm kalmadı, nice kerre dolduk boşaldık, senin pâdişâh ve yanıdaki vezîr olduğın bilmesem yazık ki benim dervîşliğime” didi. Pâdişâh eyitdi: “Amân dervîş baba, sen benim pâdişâh ve bunu vezîr oldığını bildikden sonra benim derdime dahî dermân olursun” didi. Dervîş eyitdi: “Pâdişâhım, derdi viren Hüdâ dermân da virür” didi ve “bizler bir ednâ dervîşiz” didi. Pâdişâh eyitdi: “Amân dervîş baba, sen benim yanıma geldiğin sûretde amân baba Mevlâdan hidâyet ihsân” didikde ol vakit hemân dervîş dağarcığına el urup bir elma çıkarup pâdişâha verdi. “Al pâdişâhım, bu elmayı hareme vardıkda yatsu namazını kıldıkdan sonra elmayı soyasın ve ol elmanın yârusın kendin, yarusın Hanım Sultana yediresin ve ol gice birlikde yatursın. İnşâ-Allahu Teâlâ Mevlânın izniyle dünyâya bir erkek evlâdın gelür. Ammâ ben gelmeyince [4] ismini komayasın. Ve hem senin âhurda bir mâhir kısrak vardır, anın da dünyâda zürriyeti gelmedi. Elmanın kabuklarını ol mâhir kısrağa viresin. İnşâ-Allah tokuz ay on gün tamâmında senden bir erkek evlâd ve mâhir kısrakdan bir erkek tay dünyâya zuhûr ider, lakin ben gelmeyince ismini komayasın, ben kendim ismini koyarım” didi.

Bu minvâl üzere kavl-i karar eylediler. Pâdişâh elini cebine sokdı, çıkarup dervîşe [bir az akçe][52] virecek yirde bakdı ki ne dervîş var, ne bir kimse var.

Pâdişâh hemân oradan kalkup sarâyına geldi. Ahşam oldı. Yatsu namazını edâ idüp badehü elmayı soymaya başladı ve elmanın kabuğın seyis başıya virüp tenbih eyledi ki: “Bu kabuğı mâhir kısrağa vir ve hem yanında kır küheylân at vardır koyuvir ve hem gözet” deyü tenbih eyledi. Ve elmanın yârusın kendi yedi, yârusın Hanım sultan yedi. Şimdi bunlar kuş tüyünden döşeğe yatdılar, sine-saf oldılar.

Ben söyleyim dil ile bunlar tokuz ay on gün dedikde pâdişâhın dünyâya bir erkek evlâdı geldi, ol vakıt mâhir kısrakdan bir erkek tay dahî dünyâya geldi. Pâdişâh sevinüp çok fâkirlere inâm ihsân eyledi.

Bundan sonra şehzâdeyi beslemeye başladılar. Bir sene, iki sene, el-hâsıl tamâm yedi yaşına girdi. Ammâ çocuklarda bile oynardı, çocuklar buna “adsız beğ” dirlerdi. Hergün böyle söylerlerdi. Şehzâde hemân oradan vâlidesinin yanına varup eyitdi: “Valide, benim ismimi niçün komazsınız?” didi. Anası eyitdi: “Ey oğlum baban bilür ana söyle” didi. Şehzâde pederine gelüp söyledi. Pâdişâh eyitdi: “Oğlum sen bana bir dervîşden himmet oldun, ol dervîş bu yana [5] gelmeyince ben sana isim koyamam” didi. Pâdişâhın yanında olan ricâl-i kibâr eyitdiler: “Pâdişâhım, senin dervîş dediğin bugün bunda ise yarın şundadır, kim bilür ne zamân gelür” didiler. Pâdişâh bunların sözlerini makûl görüp şehzâdeyi ortaya alup bir minâsib isim koymak içün müşâvereye başladılar [ise de][53] pâdişâh dahî cevab eyledi ki “ol dervîş gelmeyince ben anın ismini koyamam” deyüp emreyledi ki “varın benim şehzâdeme bir hoca bulun, okusun yazdırsın” didi. Vardılar Hâce Dâniyâli pâdişâha getürdiler. Pâdişâh eyitdi: “Hâce, benim şehzâdemi okudup yazdırmalısın” didi. Hâce-i Dâniyâl cevâb eyledi ki “emr efendimizin, amma şehzâde dünyâda okumaz” didi. Pâdişâh eyitdi: “Ey hoca! Dünyâ yüzünde bir evlâdım var, niçün okumaz, hem Ahiretde mi okur?” didikde Hâce Dâniyâl eyitdi: “Pâdişâhım öyle değil, yer altında bir mahsen yapdırırsın, ay ve güneş görmez, şehzâde ol vakit okur. Benim cevâbım size budur. Yoksa Ahiretde okusun dimedim. Bir mahfî yerde okur, birşey görmez, dersine meşgul olur” didi.

Andan pâdişâh emreyledi ki: “Varın yer altında bir mâhsen yapdırın” deyü emreyledi. Hemân yer altında bir mahsen yapdılar. Şehzâdei duâ-senâ ile getürüp ol mekâna bırakdılar. Hâce Dâniyâl eûzu besmele ile şehzâdei okutmağa başladı.

Bir sene, iki sene tamam on iki yaşına gelinceye değin okudup cümle ilmi tahsîl eyledi. Ammâ Hâce Dâniyâl tenbih eylemiş [idi][54] ki “şehzâde efendimize taâm getürdiğiniz vakit içinde kemik olmasın” deyü tenbih eylemiş idi.

Meğer bir gün şehzâdeye et gelmiş, yer iken bir kemik ağzına geldi. Ağzından çıkarup [6] yukarıya atdığı gibi tepe camına gelüp cam kırıldı. Güneş içerüye girdi. Şehzâde başladı güneşi tutayım deyü çabalamağa. Bu minvâl üzere uğraşırken kan ter içinde kaldı. Bir de Hâce-i Dâniyâl içeri girdi ki kan tere gark olmış. Eyitdi: “Şehzâdem, güleşecek şey bulamadın mı?” didi. Şehzâde eyitdi: “Hâce, canım pek sıkıldı, beni biraz taşraya çıkar” didi.

Şimdi şehzâdeyi taşra çıkarup bir alâ sandaliyye kodılar, oturdı. Dört tarafına nazar idüp bakarken gördi ki karşıdan bir kır atlu bir yiğit gelür, elinde şâhin ensesinde tazı. ‘Acaba bu ne imiş’ deyü bakarken Hâcesi eyitdi: “Şehzâdem buyurun mekânımıza gidelim” didi. Şehzâde eyitdi: “Gidelim, ammâ ben de babamdan böyle et ve tazı, şâhin isterim” didi. Hâce-i Dâniyâl: “Baş üstüne şehzâdem, mekanımıza gidelim de şâh babana söyleyim” didi.

2.[Şah İsmail ve Kamer Tay]

Andan yine mâhsene girüp andan Hâce Dâniyâl kalkup pâdişâhın huzuruna geldi. Şehzâdenin cevâbların söyledi. Ammâ şehzâde dahî on beş yaşına girmiş idi. Pâdişâh “pek eyü” diyüp vezîrini çağırup emreyledi: “Var bana ricâl-i kibârı çağır” didi. Andan ricâl-i kibâr geldiler. Pâdişâh eyitdi: “Benim şehzâdemin canı sıkılmış, ava kuşa gidecek ve hem bir minâsib isim koyalım” diyüp şehzâdeyi ol mekâna getürdiler. İşte bunlardır bir dürlü minâsib isim koyamadılar.

Birde ol zamân ol dervîş çıkageldi. Hoşbeşden sonra dervîş eyitdi: “Pâdişâhım, şehzâdenin ismi ‘Şâh İsmâîl’ olsun, tayın adı ‘Kamer Tay’ olsun” diyüp gâib oldı. Pâdişâh ihsân virecek oldı, bir dürlü bulamadılar. [7] Dört etrâfı aradılar çâre olmadı.

Şimdi pâdişâh emreyledi ki: “Varın Şâh İsmâîle minâsib âdemler bulun. On beş, yigirmi dâne beraber koşup gitsünler” didi. Vardılar on beş, yigirmi dâne Şâh İsmâîle minâsib âdemler bulup herbir alayları minâsib hâzırlayup getürdiler. Bir de bunlar ol gice müşâvere idüp irtesi gün kalkup ava gitdiler.

Beş gün, on gün, yigirmi gün avda gezüp bir çeşme başına geldiler. Şâh İsmâîl dört tarafına nazar idüp bakarken karşusında bir tağ gördi. Eyitdi: “Ey karındaş[lar][55] inşâ-Allah yârın ben şol görinen tağa gideyim, siz de gayrı yere gidin” deyüp ol aradan kalkup yerlerine geldiler. Ol gice yatup sabâh erkenden kalkup yerlerine geldiler. Ol gice yatup sabâh erkenden kalkup ol çeşmeye dahîl oldılar. Ammâ ol gice Şâh İsmâîl aşkın şerâbın Kırklar elinden nûş eylemiş idi. Ol çeşmenin başına aklı perişân gelmiş idi.

Şimdi kavl-i karar eylediler ki, ‘her biri bir tarafa gidüp yine ol çeşmede cem olacaklar idi’. Andan her biri bir tarafa gitdiler.

3.[Şah İsmail ve Gülizar]

Biz gelelim Şâh İsmâîle. Şâh İsmâîl atına binüp ol görünen tağa çıkdı. İki tarafına nazar iderken bir de gördi ki tağın eteğinde bir güzel yayla var ve bir büyük su akar. Suyın kenarında bir ceylân otlar. Hemân Şâh İsmâîl tazıı saldı. Tazı koğar, ceylân kaçar, Şâh İsmâîl ardı sıra gider. Hemân ceylân bir çadırın içine girdi. Şâh İsmâîl ardından çadırın önüne gelüp bakdı ki birçok çadır. İki tarafına nazar idüp bakarken gördi ki bir güzel kız çadırdan taşra çıkdı. Kız dahî gördi ki bir güzel oğlan çadırın önünde turur. Oğlanı gördiği [8] gibi hemân orada âşık oldı. Oğlan da kızı gördiği gibi ol dahî kıza oldı. Hemân atdan düşüp bayıldı. Ammâ kızın çadırının başında bir kocakarı var idi. Kız ol kocakarıya yalvarup eyitdi: “Hanım valide, bizim çadırın önüne bir güzel oğlan geldi ve oraya düşüp bayıldı.” Amma kızın çadırında bayıldı. “Canım nine gel şunı atına bindirüp gönderelim. Anam, babam karındaşlarım gelüp bene taın iderler”. Amma kızın yakası tutuşdı, kendinden geçdi. Niçün dirsen, meğer ol gice Şâh İsmâîli vâkıasında görmiş idi. Hayâli gözünden ayrılmaz idi.

Şimdi, kız iki gözini oğlanın yüzünden ayırmaz idi. Ol kocakarı gelüp gördi ki kızın iki gözi oğlanın yüzünde. Eyitdi: “Kızım bunun ilâcı senin diz göğsünün bendlerini çöz, reyhânların yüzine gözine sür, ol vakıt kalkar. Senin memelerin ana şifâdır” didikde hemân kızın aklı perişân olup göğsün açup oğlanın yüzine, gözine sürdi. Bir de oğlanın aklı başına gelüp mecnûn gibi dört tarafına bakmaya başladı. Şimdi bakalım oğlan kıza ne söyledi ve kız oğlana ne söyledi:

(1) Aldı Şâh

Melîl melîl bakan dilber

Dönem bir yana ayrılık

Yandı vücûdum kül oldı

Olam divâne ayrılık

(2) Aldı Kız

Bilmez idim seni ezeli

Var yiğit git, ben seninim

Döküldi bağın gazeli

Var git yiğit ben seninim.

[9]                           

 Aldı Şâh İsmâîl

 

Şâh İsmâîl geldi sana

Güzel  adın bildir  bana

Beni  koma yana  yana

Müşkildir  bana ayrılık

 

Aldı Kız

 

Gülizârdır senin yârin

Sırrımda gördüm dîdârın

Vallâh budur ikrârım

Var git yiğit ben seninim.

Şimdi bunlar böyle söyleşirken ol koca nine eyitdi: “Ey gözimin nurı, böyle olmaz. Birbirinize deve kuşı gibi karışmışsınız, vakti iki eyleyin. Kızın babası yârın senin şâh babanın huzurına otlak bitürmeğe gelür, sen babana söylersin, şâh baban dahî kızı sana alıvirir, Gülizâr senin olur. Gel oğlum, iki yanağından iki pûse al” didi. Oğlan dahî aldı. Andan sonra da atına bindi. Qız dahî oğlanın eline bir altun tarak belgüzar verdi.

Şimdi Şâh İsmâîl yola revân oldı. Toğrı ol çeşmeye geldi, gördi ki kimse gelmemiş. Yoldaşlar dahî buraya gelüp cem oldılar. Her birisi birer av vurmışlar. Bunlar eyitdiler: “Şehzâdem hani senin avın, getür görelim” didiler. Şehzâde kendi şikâr olmuş. Bakalım Şâh İsmâîl bunlara ne söyledi:

(5) Aldı Şâh İsmâîl

Hey ağalar, hey gaziler

Görün nelerden ayrıldım

Öpdüm ve hem helallaşdım

Lebi sükkerden ayrıldım.

[10]                      

Bir gün şad olup güleyim

Yârdan intikâm alayım

Bir gice mihmân olayım

Gül yüzli yârdan ayrıldım

Şâh İsmâîl ider dilek

Beni hasret koyma felek

Selvi boylu huri melek

Ben Gülizârdan ayrıldım[56]

Böyle deyüp kesdi. Şimdi bunlar çeşme başından kalkup yerlerine gelüp ol gice yatdılar. Çün sabâh oldı. Şimdi bunlar eyitdiler: “Şehzâdem bugün nereye gideceksiniz?” didikde ol vakit Şâh İsmâîl bakalım ne söyledi:

(4) Aldı Şâh İsmâîl

Kaçırdım ceylanı gene yamânım

Nigâhı gösterir nûr-ı dîdârı

Beni gark eyledi aşk deryâsına

Derûnuma saldı âh ile zârı

(5)[Aldı Kız

Nice bin avcılar gezer bu dağı

Şâhinim kekliğe sal da var yürü

Niçün gark olmuşsun aşk deryâsına

Bir zamân engine dal da var yürü

Aldı Şâh İsmâîl

Elvân elvân olmuş gördüm yanağı

Desti zer nişândan hâtem tırnağı

Elmâs cevâhirden göğsün eyağı

Açılsın seyridem gül memeleri

Aldı Kız

Şeydâ-yı bülbüle okşatdım sesin

Bülbül sedâ verir sınar kâfesin

Yâr senin içün aldım rikab perdesin

Yüzümden bir bûse al da var yürü

(6)[Aldı Şah İsmail

Menendin bulunmaz ey kaşı kemân

Öldürür âşıkın hiç vermez amân

Yanağın şulesi mâh ile tâbân

Say ki şule verir şemsî kamerî][57]

Aldı Kız

Canım kurban senin gibi civâne

Seni gördüm düşdüm aşk-ı ummana

Güle gönlün varsa yalvar bağbâna

Bağbân gül vermezse çal da var yürü

Aldı Şâh İsmâîl

Tabib gerek benim hâlimden bile

Akdı çeşmim yaşı döndi sile

Mevlâm imdâd eyle Şâh İsmâîle

Bir kez gelse görsem Gülizârı

Aldı Kız

Yiğit sensin yiğitlerin serdârı

Lebimden akıtdım miski amberi

Sana kurban olsun bu Gülizârı

Kesme yolun benden gel de var yürü][58]

Böyle deyüp kesdi. Şimdi Şâh İsmâîl eyitdi: “Bakın karındaşlarım! Şimdiden sonra buradan bir yere gitmem ve hem benim işimi Mevlâdan gayrı kimse bilmez” deyü cevâb eyledi.

Günden güne sararup solmağa başladı. Anası babası haber alup “bu oğlan bir derde giriftâr olmuş. Gelin bir hekim tayin idelim, bunun derdine derman olalım” didikde arkadaşlarının biri cevâb eyledi ki: “Pâdişâhım şehzâdenin [11] hekimlik derdi yokdır, ancak anın derdi aşkdır”[59] deyü cevâb eylediler. Babası bu cevâbı eşidince emreyledi kim “varın Şâh İsmâîle söyleyin kime âşık ise alıvireyim” didi. Şâh İsmâîl eyitdi: “Bakın ağalar hiç bir vilâyetde kimsenin kızına âşık oldığım yokdur” deyü cevab eyledi.

Şimdi Şâh İsmâîl günden güne yemekden, içmekden kesildi. Babası bunu haber alup “Ne dimek ola? Bir Kandehâr pâdişâhı olayım da benim oğlum böyle âşıklık çeke” deyüp zarı zarı ağladı. Şimdi Şâh İsmâîlin arkadaşlarından biri pâdişâhın huzuruna geldi, eyitdi: “Pâdişâhım bizler şehzâde efendimiz ile ava kuşa gitdiğimiz vakit bir Kara Tağın dibinde bir yol tutup gitdi. Birimizi berâber götürmedi. Sonra yanımıza geldikde bakdık ki benzi bozulmuş, biz cevâb eyledik ki “efendim nereye gideceğiz?” didikde cevâb eyledi ki “ben şimdiden sonra buradan bir yere gitmem ve benim işimi Mevlâdan gayrı kimse bilmez” deyü cevâb eyledi. Biz de siz efendimize ifâde-i hâl eyledik.

Şimdi pâdişâh: “Tîz varın bir Tatar çıkarın; ol, Kara Tağda ne var dir” didi. Tatar çıkup gitdi, gördi ki ol Kara Tağın önünde bir yayla vardır, gök çadırlar ile tolmış. Tatar ol çadırları görüp iki günden sonra gelüp pâdişâha cevâb eyledi ki: “Efendim Kara Tağın ardında bir büyük yayla var. Mâî çadırlar ile tolmış. Var ise Yörük Beğinin kızına âşık olmuşdur” deyü cevâb iderken bir de gördiler ki Yörük Beğinin konakcısı gelüp sarâya dahîl oldılar. Padişâha haber verdiler. Pâdişâh emreyledi: “Konak virilsin”. Konak hâzırladılar.

Şimdi pâdişâh gelen konakcıyı [12] karşusına çağırup “Türkmen Beğinin kızı var mıdır?” didi. Gelen konakcı: “Evet efendim! Gülizâr dirler bir alâ kızı vardır” didi. Bunlar bu sözde iken pâdişâha haber geldi ki ‘Türkmen Beği geldi’ deyü. Pâdişâh emreyledi: “Konak virülsün” deyü.

Üç günden sonra huzûrına çağırup şeker, şerbet nûş eylediler. Andan pâdişâh cevab eyledi ki “senin bir kızın var imiş. Allâhın emri, Peygamberin sünneti üzere oğlum Şâh İsmâîle isterem” didi. Türkmen Beği eyitdi: “Efendim baş üstüne, ben pâdişâhımdan kızımı esirgemem. Allâh mübârek eylesün” didi. Yine tekrâr şekerli şerbeti içdiler “mübarek olsun” didiler. Şâh İsmâîle acele müjde eylediler ki “Türkmen Beği kızını sana virdi” didiler. Şâh İsmâîl söze sevindi. Aldı sazı eline bakalım ne söyledi:

(7) [Aldı Şâh İsmâîl]

Herkez şad [ve mesrur][60] olup güldiler

Benim sevdiğim Gülizâr Hânım

Herkez sevdiğin ismin verdiler

Benim sevdiğim Gülizâr Hânım

Ne ola şâd olup ben de güleydim

Murâdıma maksûdıma ireydim

Bir dahî ölmedin yüzin göreydim

Benim sevdiğim Gülizâr Hânım

Kaşların benzetdim kurulı yaya

Cemâlin benzetdim gökdeki aya

Gice gündüz yalvarırım Mevlâya

Benim sevdiğim Gülizâr Hânım

Benim sevdiğim Gülizâr hâsı

Râkibler çeksin dâima yası

Şâh İsmâîl içdi aşkın ziyâsı

Benim sevdiğim Gülizâr Hanım.

Böyle deyüp kesdi.

Şimdi sen kıssaı başka yüzden dinle. Meğer mukaddemâ Şâh[13]ismaili ol kız ile görüşdüren ol koca nine kızın babası ile oraya gelmiş idi. Haber eyledi ki “Beğ kızını Şâh İsmâîle verdi”. Karı eyitdi: “Varayım kızın anasına müjde ideyim. Belki biraz bahşîş” deyüp gitdi. Toğrı obaya gelüp “Müjde, Hânım. Beğ[61] kızını oğlu Şâh İsmâîle virdi. Şimdi duyup kızın validesi eyitdi: “Bre ne dimek olsun?” Çadırları andan yıkdırup cümle âdemleri alup Hind tarafına gitdiler.

Anlar gitmede olsun Türkmen Beği dahî pâdişâha eyitdi: “Pâdişâhım, kızın biraz eksiği var. Gel bana kırk gün mühlet vir, ancak hazırlanuram” didi. Pâdişâh dahî kırk gün mühlet verdi. Türkmen Beği dahî andan izin alup obasına yakın gelüp ol Kara Tağa çıkdı. Bakdı ki obanın yerinde yeller eser, kimse kalmamış. Ancak bir çadır kalmış. Andan haber alup ol dahî arkasından yola revân oldı.

Biz gelelim Şâh İsmâîle… Şâh İsmâîl eyitdi: “Arkadaşlar! Şimdi ben uykuya yatup temâm kırk gün uyku uyuram. Kırk günden evvel beni kaldırmayın” deyüp yatdı. Kırk gün uykuda…

Şimdi biz gelelim pâdişâha. Pâdişâh dahî düğün tedâriği görmeye başladı. Ammâ bakdı ki kız tarafından bir haber zuhûr eylemedi. Pâdişâh emreyledi ki “bir Tatar göndereyim, bir haber getürsün” didi. Bir Tatar gönderdiler. Tatar gitdi bakdı ki bir kimse kalmamış. Andan pâdişâha haber verdi: “Efendim ol tarafda bir kimse kalmamış” didikde pâdişâhın bu cevâbdan keyfi bozuldı.

Şimdi şâh emreyledi ki “bana vezîri çağırın” didikde vezîri çağırdılar. Vezîr gelüp âdâb-ı şâhî icrâ eyledi. Pâdişâh Tatarın cevâbların vezîre nakleyledi. Vezîr eyitdi: “Pâdişâhım bir sözüm var. Minâsib ise [14] söyleyim” didi. “Söyle bakalım, hayrola” didikde vezîr eyitdi: “Pâdişâhım, gel bir tellâl nidâ itdirelim. Pâdişâhın oğlu Şâh İsmâîl evlenecek. Ne kadar kızlar var ise geyinüp, kuşanıp gelsünler. Cümlesi Gülşen Bağçesinde cuma güni [cem olsunlar” dedikde pâdişâh “pek iyi olur”][62] deyüp şimdi bunı eşidüp ne kadar kız var ise geyinüp kuşanup geldiler. Bu kadar kızlar gelüp Güli Gülşen bağçesine toldılar.

Bir de Şâh İsmâîl uykudan kalkup Gülşen Bağçesine gelüp köşke çıkup oturdı. Bir de gördi ki ne bakarsın, ne kadar kızlar gelmişler. Sazı eline alup bakalım kızlara ne söyledi:

(8) [Aldı Şâh İsmâîl]

Bölük bölük olmuş hûri kızları

Hiç birisi Gülizâra benzemez

Gönül kimi sevse, odur güzel[i][63]

Hiç birisi Gülizâra benzemez.

Kimi al giyinmiş, kimi kırmızı

Kimi gül devşir, kimi nergizi

Kimi Şeyhu’l-İslâmın, vezîrin kızı

Hiç birisi Gülizâra benzemez.

Kimi al giyinmiş kimi turuncu

Kiminin ağzında dişleri inci

Kiminin koynunda nari turuncu

Hiç birisi Gülizâra benzemez.

Kimi al giyinmiş kimi zerbâyi

Kiminin dünyâda yokdur erbâbı

Kiminin koynunda cevâhir kabı

Hiç birisi Gülizâra benzemez.

Şâh İsmâîl yanda yandı, tutuşdı

Kızlar ile helâllaşdı, görüşdi

Gülşen Bağçesine velvele düşdi

Hiç birisi Gülizâra benzemez.

Şimdi Şâh İsmâîl böyle söyleyüp kalkup konağa gitdi. Babası oğluna haber gönderdi, Şâh İsmâîl dahî geldi. Babası eyitdi: “Oğlum, bir Yörük [15] Beğinin kızı içün bu kadar neye melûl olursın, ve hem Yörük Kızı ol tarafdan gitmiş, bir kimse kalmamış. Biz ol kızdan ferâgat idelim. Sana andan alâ kız alıvirelim” didi. Şâh İsmâîl hemen kalkup pederinin elin pûs idüp eyitdi: “Ey benüm devletlü babam, sen şimdiden sonra ‘bu yerlerde kal’ dersen, ben buralarda kalmam. Benim bu yerlerde kimsenin kızında âşıklığım yokdır. Ben gideyim, eğer Gülizârı bulamazsam bâri yolunda öleyim” didi. Pâdişâh bunun sözlerine gazaba gelüp “var cehenneme git, senin gibi evlâd bize lâzım değil” deyüp kalkup sarâyına geldi.

Şâh gazaba gelüp var cehenneme git dedikde Şâh İsmâîl dahî oradan kalkup sarâyına gitdi. Şâh İsmâîl dahî andan hazineye girüp bir heğbe tolusı altun alup kılıç, gargu ve mızrak cümle harb âlâtını alup taşra çıkdı. Andan âhura girüp Kamer Tayı alup kendi sarâyına gelüp hâzır amade eyleyüp, böyle derken anası haber alup pâdişâha varup eyitdi: “Şâh İsmâîl Gülizârın ardından gideyor. Sen bir pâdişâh olasın da bir evlâdının çâresini görmeyesin” didikde pâdişâh kala kapularını kapucılarına haber gönderüp “kapuları kapasunlar, kendileri bir tarafa kaçsunlar” didi. Kapucılar kala kapuların kapayup her biri bir tarafa kaçdılar.

Bir de Şâh İsmâîl atına binüp giderken anası haber alup başın, saçın yolarak Şâh İsmâîlin önüne geçüp “0ğlum nereye gidersin, bir pâdişâh evlâdı olup da gidesin, girüye dön” didi. Ol vakıt Şâh İsmâîle bir fırkat gelüp aldı sazı eline, bakalım vâlidesine ne söyledi:

(9) [Şâh İsmâîl]

Ana südin helâl eyle

Gözlerinden dökme âbı

Nâil oldum ben bu derde

Asla derdimin yok hisabı

Ne babam derdime ağlar

Bu hasret cigerim tağlar

Ben giderim anam ağlar

İmdâd eyle Hak Cenâbı

Kamer Taya urdum üzengi

Bülbül öter seher vakti

Babam boş komasın tâhtı

Yıkılur tâcı mihrâbı

Kamer Tayı saldım yola

Üçler, Yediler, Kırklar bile

İmdâd eyle Şâh İsmâîle

Olayım hâkî, turâbî

Böyle deyüp kesdi. Bir de oradan gelüp gördi ki kala kapusı kapanmış. Bir kimse yokdur. Hemân Kamer Tayı o yana bu yana oynadup andan bir üzengi urup nasıl gürz urdı ise, kala kapusı târumâr oldı.

Andan yola revân oldı. Varup ol çeşmenin başına geldi. Şah İsmâîle bir gaflet gelüp bakalım ki neler söyledi:

(10) Aldı Şâh İsmâîl

Yatmış idim ben de hâb-ı gaflete

Derûnum aşk ile toldı neyleyim

Erenlerin sırrı bize gâlibdir

Sevdâsın serime saldı neyleyim

Bilmem melek midir, bilmem hûri

Arayup bulmalı ol nâzlı yâri

[17]                     

Katar katar olmış yüzinin nûrı

Anın şavkı aklım aldı neyleyim

Bir haber sorayım hâlden [bilene]

Gözlerim yaş ile toldı neyleyim

[Bakın tağlar başındaki dumana

Vücudum nâr ile yandı neyleyim][64]

Şâh İsmâîl  bilür bülbül dilinden

Ayrı düşdüm şimdi Gülizârımdan

Bâde nûş eyledim Kırklar elinden

Yolumuz gurbete düşdi neyleyim.

Böyle deyüp kesdi. Andan çeşme başından kalkup atına binüp tazıyı ceylâna saldığı yere gelüp yine bunı bir gaflet alup bakalım orada ne söyledi:

(11) Aldı Şâh İsmâîl

Ben tazımı bunda saldım ceylâna

Yandı vücûdum döndü püryâne

Yurdı boş kalmış gitmiş bir yâne

Yayla benim Gülizârım gördün mi?

Beni mecnûn itdi tağlara düşürür

Gitdiği yolları bilmez şaşırır

Ben neylerim beni tağlara düşürür

Yayla benim Gülizârımı gördün mi?

Şâh İsmâîl  kalbi mahzûn gider

Aklını başından bir hûş gider

Bu yaylada melîl melîl gideyor

Yayla benim Gülizârımı gördün mi?

Şimdi böyle söyleyüp olradan atına binüb yola revân olup gitdi. Yörük çadırlarının oldığı yere geldi. Bir de bakdı ki çadırların yerinde yeller eser. Çelik çomak oynar bir kimse yok. Yine bunı bir [gaflet alup] bakalum ki ne söyledi:

(12) [Şâh İsmâîl]

Bilmem Hinde gitdi yoksa Yemene

Akdı çeşmim yaşı döndi ummâna

Bir haber sorayım yeşil çimene

Çimen benim Gülizârım gördün mi?

[18]                      

Bilmem Mısra gitdi, bilmem Habeşe

Genç yaşımda beni saldı ateşe

Bir haber sorayım tağ ile taşa

Tağlar benim Gülizârım gördün mi?

Yükseklerden gelen geçen turnalar

[Alabilir miyim sizden bir haber][65]

Güz geldikde bağlar döker gazeli

Güller benim Gülizârım gördün mi?

Şâh İsmâîl   bendeylemiş özine

Bir ot düşmiş yüreğim üzerine

Dahî tıfl iken düşdüm izine

Yollar benim Gülizârım gördün mi?

Şimdi böyle söyleyüp oradan kalkup atına binüp yola revân olup  bir gün, beş gün, on gün deyüp temâm bir ay gitdi. Günlerde bir gün bir düz ovaya geldi. Bakdı ki ovanın ortasında bir sarây. Ol sarâya geldi. Gördi ki ne bakarsın, gözler kamaşır, ayna gibi yanar. Dört tarafına nazar idüp baktı ki girecek yer yok. Bakalım Şâh İsmâîl  ne söyledi:

(13) Aldı Şâh İsmâîl

[Kandehârdan geldim sana

Sarây senden yol isterem][66]

Aradım yokdur kapusı

Sarây senden yol isterem

Ne yüksek yapmış binasın

Lâle, yâkût ile elmassın

Bulamadım yapan ustasın

Sarây senden yol isterem

Yoktur kapusı geçeyim

Kanadım yoktur uçayım

Bir su vir kana kana içeyim

Sarây senden yol isterim

Şâh İsmâîl  geldi sana

Sendeki olan mihmâna

Beni koyma yana yana

Sarây senden yol isterem.

[19] Şimdi böyle deyüp, dört tarafına nazar idüp bakdı ki kapusı yokdur. Hemân atını sürüp sarâyın yanına gelüp bir gürz urup sarâyın bir tarafını yıkdı. İçerü girdi, atını bir tarafa bağladı. Kendi nerdübândan yukaruya çıkdı. Gördi ki sekiz oda var, bir odası perdeli, ol perdei açdı bakdı ki bir elâ gözli kız gergef işler. Gözlerinden yaş yerine kan ağlar. Şâh İsmâîl  bu kızı böyle görünce aldı sazı eline, bakalım kıza ne söyledi ve kız ana ne söyledi:

(14) Aldı Şâh İsmâîl

Benim derdim var senden beş beter

Söyle perî nedir derdin bileyim

Gizlü dertlerine dertler katayım

Söyle perî nedir derdin bileyim

(15) Aldı Perî

Sefâ geldin, otur ömrümün varı

Derdim çoktur sana nice söyleyim

Alem tabîb olsa dermân bulunmaz

Derdim çokdur sana nice söyleyim.

Aldı Şâh İsmâîl

Ben senin derdini bilsem gerekdir

Hasretini haber alsam gerekdir

Şimdi bir kılıç sana çalsam gerekdir

Söyle perî nedir derdin bileyim

Aldı Kız

Felek amân virmez ağrıyor başım

Gözümden akan kan ile yaşım

Düşmâna gönderdim yedi kardaşım

Derdim budur sana nice söyleyim.

Aldı Şâh

[20]                     

Toğrı söyle perî derdin bileyim

Uğruna bu canı fedâ kılayım

Her dürlü derdine dermân olayım

Söyle perî nedür derdin bileyim.

Aldı Perî

Dinle yiğit benden toğrı cevabı

Bilürem seversin hayır sevabı

Yedi kardaş çeker gönül azâbı

Derdim budur sana nice söyleyim

Aldı Şâh

Hayli demdir yâr cemâlin görmedim

Girüp bakcesine gülin dermedim

Şâh İsmâîlim  bir murâda irmedim

Söyle perî nedir derdin bileyim

Aldı Perî

Ne diyârdan geldin canım Azrâil

Esdür bâdı sabâ zülfümin teli

Sana kurban olsun bu Gülperi

Ağam budur derdim sana nice söyleyim

Şimdi bu Gülperi böyle deyüp bunlar başladılar muhabbete. Birbirlerine âşık olup şeftalunın olmuşların devşürdiler, olacakların meydana atdılar.

Şimdi Şâh İsmâîl söze gelüp eyitdi: “Canım perî, senin karındaşların nereye gitdi” didi. Gülperi eyitdi: “Şu karşuki koca tağın ardında dîvlerle cenk iderler ve hem bu gice vâkıâmda gördüm ki ikisi şehid olmuş. Ben ağlamayım da kim ağlasun” didi. Şâh İsmâîl eyitdi: “Gel ol tağın yolunı bana göster, gideyim bakayım nasıl olmuş, didi. Kız dahî eyitdi: “Gel ağam yolun göstereyim” deyüp aşağı inüp tağın [21] yolunı tarîf eyledi. Şâh İsmâîl toğrı ol tağa çıkup gördü ki ikisi şehid olmuş, beş karındaş cenk ideyor.

Şimdi Şâh İsmâîl kendi kendüye eyitdi: “Azlığa gitsem ‘benlik eyledi’ dirler, çoklığa gitsem ‘korkdı’ dirler, bâri iki askerin ara yerinde varayım da bir Tanrı selâmın vireyim. Her kim alursa ol tarafa gideyim” deyüp orta yerlerine varup selâm virdi. Ol beş karındaş aldı. Ol vakıt Şâh İsmâîl aldı sazı eline bakalım dîvlere ne söyledi:

(16) [Şâh İsmâîl]

Yüce tağ başında sükûn eyledim

Amân Allah amân, sen imdâd eyle

[Yokdur anam atam beni kayıra

Amân Allah amân sen imdâd eyle][67]

Yaratdın yerde insânı, havâda kuşı

Hikmeti Turna Tağında taşı

Mevlâm sen kurtar yedi kardaşı

Amân Allah amân sen imdâd eyle.

Karşıda görinür bir bölük ortu

Mevlâm bana verdi bu aşkı, derdi

Gitdi Gülizârım boş kaldı yurdı

Amân Allah amân, sen imdâd eyle

Şâh İsmâîl geldi girdi meydâna

Sürem Kamer Tayı varam düşmâna

Çalarım Zülfikarı boyansın kana

Amân Allah amân, sen imdâd eyle.

Şimdi böyle deyüp atından aşağı inüp atının yedi yerinden kolanın çeküp yine bindi. Zülfikâra el urup “Ya mabud!” diyüp dîvler içine bir giriş girdi ki cânı gönülden bir kılıç oynadı ki çayır çayır kırmağa başladı. Bir anda dîvlerin kanını yere dökdi. Bunları bölük bölük idüp dîvleri kırmağa başladı. Bir anda cümlesini kırdı ve kendi bir tarafa çekilüp [22] turdı.

Şimdi beş karındaş dahî Şâh İsmâîlden korkdılar ki bizi dahî öldirir dediler. Ol vakıt küçük karındaşları eyitdi: “Canım bu yiğit bize düşmân olsa gelüp bizim düşmânımızı kırmazdı. Şimdi bu yiğide ‘bir kahve içelim’ dimek münasib değil mi?” didikde büyük karındaşları eyitdi: “Sen davet eyle” didi. Küçük karındaşları ilerü gidüp davet eyledi.

Şimdi bunlar beraber sarâya geldiler. Ammâ sarâya yakın kalınca gördiler ki sarâyın bir tarafı yıkılmış. Böyle görince eyitdi: “Seni gidi saçı buçuk mekkâre, biz iki karındaşdan ayrıldık, sen bunda sefâ sürersin. Şimdi seni kırk parça ideyim” deyüp içerüye girdi. Gördi ki kız karındaşı gergef işler. Kız karındaşına eyitdi: “Bıre kız buraya kim geldi?” Kız eyitdi: “Bir kır atlu yiğit geldi” didi. Ol vakıt bildi ki kendilerine gelen pehlevân geldi. Andan eyitdi: “Bir ocak kahve bişür” didi. Kız dahî kahve bişürmeğe meşgul oldı. [Kız kâhve] bişürmede olsun, bu tarafdan Şâh İsmâîl dahî büyük karındaşlarıyla geldi.

Birde bunlar oturdılar, kahve tütün içdiler, keyifleri büsbütün oldı. Beş karındaş müşâvere eylediler ki “kız karındaşımızı bu yiğide virelüm” didiler ve Şâh İsmâîle dediler ki: “Şehzâdem Allahın emri üzere kız karındaşımızı sana vireceğüz ve hem virdük, mübârek ola” diyüp şekerli şerbetler içdiler.

Her ne ise… Bunlar kız ile bir arada zevk sefâda olsunlar, bir gün Şâh İsmâîl derûn-ı dîlden bir âh çeküp felek [23] âyinesin siyah eyledi. Gülperi eyitdi: “Ey efendim bu ne dimek olsun, bir eksiğimiz nedir ki âh idersin?”. “Bizim bir şeyimiz eksik değil ammâ benim senin gibi bir Gülizârdan ayrıldım, ben anı bulmadıkdan sonra benden kimseye meded olmaz ve hem anın hasreti içerimi yakdı. Eğer bu tarafdan geçdi ise bana haber vir, gideyim bulayım, seni de alayım, beraberce Kandehâra gidelim” didi. Gülperi eyitdi: “Hayır efendim, benim andan haberim yokdur” deyüp kalkup karındaşlarına haber verdi: “Enişteniz gideyor, gelin bakın” didi. Bunlar dahî geldiler: “Şehzâdem nereye gideceksin” didiklerinde Şâh İsmâîl: “Ağalar benim bu diyâra gelmemin sebebi, benim bir sevdiğim var idi, anın içün ben bu tarafa geldim. Acaba bu tarafdan geçdi mi sorayım deyü sizlere rast geldim. Lâkin karındaşınız bana kısmet imiş. Lâkin ben anı bulmadıkdan sonra bir ferde meded olmaz” didi. Bunlar eyitdiler: “Allâh selâmet virsün, ammâ şehzâdem yolunun üstünde bir Arab vardır, eli pek kanludur. Hemân seni Allaha ısmarladık” deyüp atına binüp yola revân oldı. Amma Şâh İsmâîl [o] kız karındaş ile yatdığı vakit araya kılıç koyup öyle yatarlar idi. Eli eline tokunmadı.

Artık Şâh İsmâîl yola revân oldı. Tamam kırk gün gitdi. Bir gün Arab Özenginin sarâyına yakın kaldı. Birde gördi ki ne bakarsın, bir oğanın içinde bir alâ sarây. Sarâyın önünde biraz çadırlar kurulmuş, orta yerinde ol kadar asker var ki hisâbı malûm değil.

Şimdi [24] Şâh İsmâîl ol çadırların yanına geldi. Amma bunu kimse görmedi. Hemân bir çadırın içine girdi. Gördi ki bir lenger pilav, iki kaşık ve iki dilim etmek var. Hemân lengerin kapağını açdı gördi ki pilav, lâkin kan ile bişmiş, kırmızı. Şâh İsmâîl dahî yemeğe başladı. Bu pilavı yer iken öte tarafdan Arab Özengi bağırup eyitdi: “Ey yiğit, ana kanlı pilav dirler, benim ile imtihân oldukda öyle yi” didi. Şâh İsmâîl aldı sazı eline, Arab Özengiye bakalım ne dedi:

(17) Şâh İsmâîl

Kandehârdan geldim murâd almağa

Amân Arab gel incitme beni

Koyuvir ki gideyim kendi yoluma

Amân Arab gel incitme beni

(18) Aldı Arab

Seherde bir keklik düşdi tuzağa

Evini şaşırmış düşünüp gider

Korkusından dudakları çatlamış

Aldırmış evini âşıkvâr gider

Aldı Şâh

Neylersin gelenden alursın bacı

Öldirürem Arab yokdur ilâcı

Yıkarım başına sarâyı, tâcı

Kölen olam Arab incitme beni

Aldı Arab

Çıkar yüksekden kaya bakarım

Gelen düşmânları vurur yıkarım

Tuna seli gibi kanlar saçarım

Akan çaylar coşan virür gider

Aldı Şâh

[25]                      

Canım Arab düşme benim peşime

Dime şâhin pençe urmaz leşime

Şimdi nazar eyle tez savaşıma

Amân Arab gel incitme beni

Aldı Arab

Çoğından almışam bunca şikârı

Görürsün kelleden borcı, hisâbı

Şaşırmış kendini, ider niyâzı

Buraya gelen bize başu virür gider

Aldı Şâh

Hezârân kalkanı alam elime

Çağıruram Hızır, Kırkları bile

Mevlâm imdâd eyle Şâh İsmâîle

Mevlânın aşkına öldürme beni

Aldı Arab

Çocuksın meydanın değilsin dengi

Korkusından geçdi yüzinin rengi

Hiç sen duymadın mı Arab Özengi

Buraya gelen bize baş virür gider

Şimdi bunlar böyle söyleşip dururken Şâh İsmâîl bakdı ki ne bakarsın bir Arab bir tudağı yirde, bir tudağı Keşiş Dağından nişân virir. Şâh İsmâîl Arabı görünce eyitdi: “Ne bağırup çağırırsın? İn aşağı seninle merdâne cenk idelim. Ya Allah sana virir, ya bana virir” didi. Hemân Arab Özengi tîz yerinden kalkup ahura inüp Kara Bacağın üstüne binüp[68] iki yüz elli batman gürzini eline alup meydâna geldi.

Şâh İsmâîl gördi ki Arab meydâna geldi. Hemân ol dahî yerinden sıçrayup Kamer Tayın üzerine geldi. Andan Araba karşu vardı. Şimdi Arab: “Çocuk hamle eyle” didi. [26] Şâh İsmâîl  gördi ki Arab meydâne geldi. Arab eyitdi: “Çocuk hamle eyle.” Şâh dahî “hamle senindir Arab” didi. “Bundan ne olacak, ben bunı bir hamlede aluram” deyüp bir nara urup  gürzi yedi yerinden kavrayup havâle eyledi. Şâh İsmâîl  eyitdi “Hamle senindir” didi. Arab eyitdi: “Bundan ne ola” diyüp gürzini sipere verdikde gürzi gürze tokundukda ateşler saçıldı. İkisi dahî toz içinde kaldılar. Şâh İsmâîl alup savurdı. Lâkin be-kendi anasından emdiği süd burnundan geldi. Ammâ kendine zarar gelmedi. Ammâ Arab dahî “eyvâh şu çocuğa zarar yazık  itdin” deyüp meydân başına vardı. Şâh İsmâîl  kendini derşirüp canı gönülden bir nara urdu ki cihân güm güm gümledi. Arabın korkusından dudakları çatladı.

“Bre Arab nereye gidersin, el verdiğin gibi sana [ver]mezsem anamdan emdiğim süt bana harâm olsun. İşte geldim, tur” diyüp Araba bir gürz urdı. Arab atdan aşağı teker meker oldı. Hemân Şâh İsmâîl  atından aşağı inup Arabın göğsü üstüne oturdı, belinden hançeri çıkarup Arabın göğsüne uracak mahalde Arabın yüzünden nikâbı kaldırdı. Şâh İsmâîl bakdı ki ayın on dördi gibi parlamağa başladı.

Şimdi Şâh İsmâîl Arabı böyle beyâz görünce aklı başından gidüp oraya yıkıldı. Arab Özengi  eyitdi: “Ben şimdi buldum ağamı, diyüp “bre kızlar su getürün” deyü emreyledi. Şimdi kızlar suyı getürüp Şâh İsmâîlin yüzüne serpüp aklı başına [27] geldi. Andan Arab Şâh İsmâîlin koltuğuna girüp nerdübândan yukaru çıkup has otaya oturup muhabbete başladılar.

Bunun arasından beş gün geçdikden sonra Şâh İsmâîl bir kerre âh idüp felek âyinesin siyâh  eyledi. Arab Özengi: “Efendim niye âh idersin söyle” didi. Şâh İsmâîl eyitdi: “Benim bu diyâra gelmemin sebebi budur ki benim derdim var. Bu derdi tağlara yükletsem tağlar getürmez. Ben maşûkdan ayrıldım anı bulmayınca benden kimseye  medâr olmaz” didi. Arab eyitdi: “Efendim derdini bana söyle ben senin derdine dermân oluram” dedi.  Şâh İsmâîl: “Benim derdim budur ki Türkmen Beğinin kızı Gülizâr Hânım benim nişanlım idi. Anası râzı olmayup kızı alup gitmiş, nereye gitdiği malûm değildir ben de ardına düşdüm ararken siz de bana kısmet imişsiniz. Eğer haberin var ise söyle gideyim” dedi. Arab eyitdi: “Ey efendim, seninle berâber gidelim, hem arayup bulalım, canım senin yoluna fedâ olsun” deyüp ol arada hâzırlanup ol mâhalden kalkup Hind tarafına revân oldılar.

Bir de Hind içinde gezerken Hindin üst başında bir harâbe ev içinde bir koca nine var idi. Ninenin yanına varup selâm virüp eyitdiler: “Vâlide bu gice sende müsâfir olalım” dedikde koca nine “oğlum burda sizin bargirünüzi bağlayacak yerim yokdır” didikde Şâh İsmâîl elini  cebine  sokup bir avuç altun koca ninenin eline  verdi. Koca nine altunı görünce “oğlum evin altında bir âhur  vardır oraya [28] bağla” didi. Bunlar da atlarını bağlayup ol gün anda mihmân oldılar.

Bir de ahşâm sâat iki sularında kulaklarına saz, tef âvâzı geldi. Koca nineye suâl eylediler ki “bu saz, tef âvâzı nedir?” didikde koca nine eyitdi: “Oğlum bizim Hind Şâhının bir oğlu var. Türkmen Beğinin bir kızı var imiş. Adına Gülizâr dirler imiş. Buraya geldi. Pâdişâh ol kızı oğluna alıvirecek imiş. Lâkin kız cevâb etmiş ki ‘benim kırk gün yasım vardır’ dimiş. Şehzâdei gerdeğe almadı. On beş gün oldı bu minvâl üzeredir” didi.

Şâh İsmâîl bu sözi eşitdiği gibi can başından sıçradı. Arab Özenginin yüzine bakdı. Arab Özengi eyitdi: “Allah kerîmdir şehzâdem. Mevlâ güzel yapar” deyüp ol gice bu minvâl üzere geçdi. Çün sabâh oldı, Arab Özengi kalkup kendi esvâbından bir kat esvâb çıkardı, koca nineye geydirdi. Bir aviç altun dahî verdi. Meğer Şâh İsmâîl ol tarağı çıkarup koca nineye verdi, eyitdi: “Vâlide bunı Gülizâra virüp cevâbını senden isterem” deyüp koca nineyi gönderdiler.

Şimdi koca nine düğün evine geldi. Kapuyı çalup içerüye girdi. Eyitdi: “Kızın kına tasını vireyim” diyüp kına tasını alup nerdübândan yukarı giderken Gülizâr eyitdi: “Koca cadı, elindeki fitne tasını bırak yoksa şimdi seni nerdübândan aşağı atarım da kırk parça iderim” didikde karıdır koynundan altun tarağı çıkarup kıza gösterdi.

Şimdi Gülizâr Hânım tarağı görünce [29] yanında olan kızları taşra savup eyitdi: “Gel, ben seni çokdan görmemişem, deyüp koca nineyi yanına alup suâl eyledi. [Koca nine]: “Kızım senin iftâde âşık oldığın Şâh İsmâîl bende müsâfirdir” didi. Gülizâr Hânım: “Ey vâlide-i azîzim, şekerden lezizim, ben şimdi Gülistân Bakçasına giderim, ahşâma kadar orada gezerem. Anlar da gelsünler beni orada bulsunlar” didi.

Koca nine dahî tiz kendi hânesine gelüp Şâh İsmâîle Gülizârın cevâbların haber verdi. Şimdi bunlar koca ninenin haberine binâen koca nineye harclık bir mikdâr altun verdiler.

Hele her ne ise âhşam oldı. Bunlar kalkup yola revân olup Gülistân Bakcasına geldiler. Gülizâr Hânım Şâh İsmâîli görüp Şâh İsmâîl dahî Gülizârı görüp birbirlerinin boyunlarına sarmaşup “efendim ben seni gökde ararken yerde buldum” diyüp biraz zamân can sohbeti eylediler. Ol vakit Şâh İsmâîle bir efkâr gelüp aldı sazı eline, bakalım ne söyledi, kız buna ne söyledi:

(19) [Aldı Şâh İsmâîl]

Ben de bildim taze gelin olmuşsın

Giyinmiş kuşanmış al ile geliyor

Girmiş yâr bağçesine dermiş, devşirmiş

Dosta belgüzâr virmeye gül ile gelür

(20) Aldı Gülizâr

Senden ayrılalı bir dem gülmedim

Nişânım sendedir, yâr sefâ geldin

Ben meylimi kimselere virmedim

Derdimin dermânı, yâr sefâ geldin

[30]                             Aldı Şâh İsmâîl

Yeter oldı bu sitemler yetişür

Köz köz oldı kara bağrım tutuşur

Ne sanurdum tûtî kumru ötüşür

Sevdiğim bana şîrîn dil ile gelür

Aldı Kız

Yıkılsın bağçeleri neyleyim

Dökülsün ayvalar narı neyleyim

Senden özge gayrı yâri neyleyim

Nişânım sendedir yâr sefa geldin

Aldı Şâh

Şâh İsmâîl geldi girdi gülşene

Akdı çeşmim yaşı döndi ummâna

Aduvların haber virür düşmâne

Pâdişâhdır kalkar iner gelür

Aldı Gülizâr

Sefâ geldin sefâ ömrümin varı

Uğrına çekerim âh ile zârı

Sana kurban ola bu Gülizârı

Derdimin dermânı yâr sefâ geldin

Şimdi bunlar böyle söylerken hemân Arab Özengi celâl idüp Gülizâr Hânımı el pençe idüp belinden kapdığı gibi atın terkisine aldı. Şâh İsmâîl dahî beraber yola revân oldılar.

Gider iken bir çeşme başına biraz eğlenelim deyüp muhabbete başladılar. Muhabbet idüp tururken Arab Özengi söze gelüp eyitdi: “Efendim çok zamândır Gülizâr Hanım ile birbirinizi görmediniz. Gelin efendim, şurada bir mikdar Gülizâr Hânım ile sarılın yatın, ben sizi beklerem” didi. Şimdi oğlan ile kız dahî [31] kocak kucağa sarılup yatdılar, uyudılar.

Bunlar uyumada olsun sen kıssaı başka yüzden dinle:

Birde Hind tarafından bir kara duman zuhûr eyledi. Arab Özengi bakdı ki asker geleyor. Hemân Arab Özengi hazırlanmağa başladı. Oğlan ile kızın yanına geldi. Bakdı ki ikisi de muşul muşul uyuyorlar, uyandırmağa kıyamadı. Arab Özengi hemân atının üzerine gelüp seksen batman gürzi eline aldı, askere karşu vardı. Bir nara urup aç kurt koyuna salar gibi saldı. Der-akâb cenge başladı. Bir saatda Arab Özengi bunların yanına geldi. Bakdı ki yine uyurlar, yine uyandırmağa kıyamadı. Ol vakıt Arab Özengi bakalım ne söyledi:

(21) Aldı Arab

Yine duman çökdi Hindin yoluna

Uyan hey sevdiğim gör neler oldı

Dört yanımız döndi kara dumana

Uyan hey sevdiğim gör neler oldı

Şimdi haber gitdi Hinde Yemene

Anlar da susamış bir avuç kana

Bir tilki neylesün bir aç arslana

Uyan hey sevdiğim gör neler oldı

Şimdi menzil gitdi gelür Habeşî

Anlar da iderler bizimle cengi

Dereler toldurdum kan ile leşi

Uyan hey sevdiğim gör neler oldı

Şimdi haber gitdi gelür Frengî

Anlar da iderler bizimle cengi

Gör neler işledi Arab Özengi

Uyan hey sevdiğim gör neler oldı

Şimdi Arab Özengi böyle söyleyüp tururken Şâh İsmâîl uyandı. [32] Eyitdi: “Arab biraz kâhve-altı var ise yeyelim” didi. Arab Özengi yerden kalkup “buyurun efendim, şurada beş on keklik urdum. Hadi alalım getürelim, bişürelim” didi. Arab bunı alup leşlerin yanına geldi. Şâh İsmâîl bunları böyle görünce hemândem girüye dönüp hazırlanup süvâr olup yola revân oldılar.

Günlerde birgün Arab Özenginin sarâyına dahîl oldılar. Beş gün eğlendiler. Yükde hafif bâhada ağır olan malı alup yola revân oldılar.

Bir gün Gülperînin sarâyına geldiler. Gülperînin dahî karındaşları dahî bunları karşılayup atlarından aşağı indirüp buyurun deyüp bunlardır nerdübândan yukarı çıkdılar. Gülperînin odasına oturdılar. Gülperî gelüp Şâh İsmâîlin elini öpdi ve Gülizâr Hânım ile görişdi. El-hâsıl orada dahî üç gün müsâfir oldı.

Şâh İsmâîl Gülperiye eyitdi: “Hâzır ol, gidelim” didi. Gülperi karındaşlarına gelüp eyitdi: “Ey karındaşlarım sizler de hâzır olun gidelim” dedikde, “hayır hemşîre bizler gitmeyiz, sağlık ile gidin” didi ve kalkup Şâh İsmâîlin huzuruna varup eyitdiler: “Şehzâdem sizler gidecek imişsiniz, Mevlâ selâmet virsün” didi.

Şimdi Şâh İsmâîl ve Arab ve Gülperî hâzırlandılar. Atlarına süver olup “duâdan unutmayın bizi” deyüp yola revân oldılar.

Günün birinde Kandehâr şehrine yakın geldiler. Bir çeşme başına geldiler. İki tarafa nazar idüp bakar iken bir çiftci [33] gelüp yer öpüp eyitdi: “Şehzâdem sefâ geldin, hoş geldin” didi. Şâh İsmâîl: “Hoş bulduk”. Eyitdi: “Haydi babama söyle koçı göndersin” dedi. Çiftci yola revân olup pâdişâhın sarâyına geldi. Mücde eyledi: “Mücde pâdişâhım, Şâh İsmâîl geldi” diyüp mücde eyledi. Pâdişâh dahî bir avuc altun verdi.

Şimdi koçucı başıya emreyledi. Ol dahî koçuyu getürdi. Şimdi gelüp gördi ki üç dâne kız oturur. “Varayım iki dâne koçı getüreyim” didi. Şâh İsmâîl girüye döndüğini gördi “gelsün” deyü emreyledi. Koçucı gelüp [şah İsmâîl]: “nereye gidersin?” deyi sual eyledikde “efendim iki koçu dahî getüreyim” didi. Şâh İsmâîl izin virüp iki koçu dahî alup geldi. Birine Gülizâr Hânımı ve birine Gülperîyi bindirdiler ve birine dahî Arab Özengiyi bindirdiler. Üçüni birden alup gitdi.

Şimdi giderken Arab Özengi bir remil açdı. Remilde fenâ geldi. Şâh İsmâîle: “Şehzâdem bizleri babanın sarâyına getürme, başka konağa götür” didi. Şâh İsmâîl “baş üstüne” deyüp babasına haber gönderüp başka konak hazırlandı.

Şimdi bunlara karşu çıkup konağa indirdiler. Arasından birkaç gün geçdi. Şâh İsmâîlin vâlidesi Hânım Sultan yanına beş on câriye alup eyitdi: “Varayım, bakayım gelinlerim ne iş işlerler” diyüp Şâh İsmâîlin konağına geldiler.

Şimdi kızlar bunları görüp üçi birden nerdübândan aşağı inüp koltuğına girüp yukaruya çıkardılar, oturdı. Kızların üçi birden el pençe dîvân turdılar.

Şimdi Hanım Sultân bunlara nazar iderken sol tarafdan [34] urılup sağ tarafından yalman gösterdi. Bir dürlü orada turamayup tiz yerinden kalkup sarâyına geldi. Ahşâm oldukda pâdişâh hareme geldi. Hanım eyitdi: “Bu sâat Şâh İsmâîli öldür, gelinleri al. Eger ‘olmaz’ dirsen kendi kendimi öldürüp helâk iderim” didi. Birde pâdişâh eyitdi: “Neye bana böyle söylersin, hiç evlâd öldürmek olur mı ve hem de gelin dimek evlâddır, nasıl anları alayım” deyüp kalkup sarâyına geldi. Kendi kendine fikr idüp, varayım gelinlere ben de bakayım deyüp ol dahî kalkup gitdi.

Şimdi kızlar da pâdişâhı görüp üçi birden aşağı inüp pâdişâhın koltuğına girüp nerdübândan yukaru çıkardılar, oturdı. Üçi birden el pençe dîvân turdılar. Pâdişâh bir ona, bir şuna nazar idüp ol dahî sol tarafından urılup beş karış yalman gösterdi.

Der-akab yerinden kalkup sarâyına geldi. “Vezîri çağırın gelsün” didi. Birde vezîri çağırdılar. Vezîr geldi. Pâdişâh eyitdi: “Şâh İsmâîli öldür, kızları al gel” didi. Vezîr yer öpüp eyitdi: “Pâdişâhım Şâh İsmâîl tîz kendini ele virmez, başka tertib idelim” didikde pâdişâh: “Sen bilürsin” didi. Vezîr eyitdi: “Pâdişâhım Şâh İsmâîli davet idersin. Yemekleri zehirlersin, ölür ise böyle ölür” didi.

Ol vakit Şâh İsmâîli davet eyledi. Şâh İsmâîl dahî “baş üstüne” diyüp hâzırlandı. Kalkup giderken Arab Özengi bir remil atdı, “gel şehzâdem şu mühri al, gelen yemeklerin üzerine gezdiresin [35] öyle it” didi.

Şâh İsmâîl mühri alup toğrı babasının sarâyına geldi. Pâdişâh “buyur oğlum” deyü yer gösterdi. Her ne ise, biraz musâhibet idüp yemek geldi. Yemeklerine üzerine mühri gezdirip yedikden sonra kalkup gitdi. Pâdişâh vezîri çağırup itdi: “Lala bu ölmedi.” Vezîr eyitdi: “Pâdişâhım Mevlânın öldürmediği kulı nasıl öldirelim.” Pâdişâh eyitdi: “Elbetde Şâh İsmâîli öldir” didi. Vezîr eyitdi: “Pâdişâhım sizler eyü satranc bilürsiz, Şâh İsmâîl de bilür. Oynarsınız, ol sizi yenerse sayılmaz, eğer siz anı yenerseniz ol vakıt bağlarsınız” didi.

Yine pâdişâh Şâh İsmâîli davet eyledi. Şâh İsmâîl geldi, meğer bu defa Arab Özengi keyifsiz bulundı, remel idemedi.

Şimdi pâdişâh eyitdi: “Gel oğlum, canım pek sıkıldı, seninle santıranc oynayalım” didi. Şehzâde: “Pek eyü baba” diyüp oynamağa başladı. Şimdi birbiri ardınca babasını üç defâ yendi. Pâdişâhın gazâbı ziyâdelendi. Şâh İsmâîlin yüreği acıyup kendi kendüye eyitdi “iki defa yenileyim” deyüp iki oyun yenildi. Hemân pâdişâh emreyledi: “Şehzâdeyi bağlayın” didikde hemân şehzâdenin elin arkasına bend eylediler. Şâh eyitdi: “Oğlum kır bakalım” dedi. Şâh İsmâîl bir kerre zor eylediği vakit kütür kütür bendlerini kırdı.

Pâdişâh eyitdi: “Oğlum seni dünyâda ne tutar” didi. Şâh İsmâîl eyitdi: “Baba beni bu dünyâda yayımın kirişi tutar” didikde pâdişâh emreyledi, vardılar yayının kirişini getürdiler. Şâh İsmâîl eyitdi: “Barmaklarım kırılur, bu kırılmaz” didi. Ol vakit pâdişâh [36] emreyledi: “Tiz cellâd gelsün” didikde “ağalarım kerem inâyet idin, babama bir iki mısra türki söyleyim andan sonra öldürün. Emir böyle imiş” deyüp aldı sazı eline bakalım ne söyledi:

(22) [Şâh İsmâîl]

Kurbân olam eşiğinin taşına

Zulûmdür şâh baba öldürme beni

Götür beni vâlidemin yanına

Zulümdür şâh baba öldürme beni.

Uyma baba uyma düşmân sözine

Evlâd da babanın ser-firâzıdır

Yiğidin şöhreti iki gözidir

Zulûmdür şâh baba öldürme beni.

Yeni başdan düşdüm âh u figâna

Hiç âdem kıyâr mı öz evlâdına

[Yazıkdır hey peder düşmez şanına

Zulûmdür şâh baba öldürme beni][69]

Yine Şâh İsmâîl çeker bir acı

Baba sensin benim başımın tacı

Keserler mi bağda biten ağacı?

Zulümdür şâh baba öldürme beni.

Şimdi böyle deyüp söyledikde babası eyitdi: “Haydi şunı katl eyleyin” didikde şehzâdei alup siyasetgâha getürür iken birde hacılar hocalar birden eyitdiler: “Pâdişâhım şehzâdei bize bağışla” deyi recâ eylediler. Pâdişâh eyitdi: “Ölümün sizlere bağışladım, iki gözlerine mil çekin” didi. Şâh İsmâîlin gözlerine mil çekdiler. Şâh İsmâîl eyitdi: “Ağalar sizlere vasiyyetim ol ki, sağ gözimi sol cebime, sol gözimi sağ cebime koyun” didi. Öyle eylediler. Götürüp bir küçük tağa bırakdılar.

Bunun üzerine iki gün geçdi. Bu tarafdan Arab Özengi bakdı ki iki gün oldı şehzâde gelmedi. “Acaba ne oldı?” diyüp bir remel eyledi: Kan gördi.

Şimdi [37] Arab “hoş imdi” deyüp turdı. Şimdi pâdişâh emreyledi ki: “Varın gelinleri alın gelin” didi. Pâdişâh tarafından üç âdem geldi ve pâdişâhın cevâbını Arab Özengiye söyledi. Arab Özengi: “Varın pâdişâha selâm idin bizim arımız var bizlere yüz hanım göndersin, ol zamân ben de bunları göndereyim.” Pâdişâha gelüp haber verdiler.

Şimdi pâdişâh yüz hânım tertib eyledi. Gelüp “buyurun sizleri pâdişâh ister” didikde Arab Özengi eyitdi: “Güzel amma bizlere yüz hammâl da gelmeli. Yükümüzi dahî beraberce alup gitmeli” didi. İçlerinden hanımın biri gidüp pâdişâha haber verdi.

Şimdi hamallar gelmekde olsun bu tarafda Arab Özengi toksan tokuz kızının başlarını kesüp hararlara toldırdı. Kendi yüzine nikâb çeküp sandaliyyede oturdı. Birde alup ağızlarını bağlayup temâm oldı. Arab Özengi eyitdi, hamâllar içerüye gönderdi.

Şimdi pâdişâh mal gelecek deyü bakarken hamâllar gelüp hararları dîvân-hâneye bırakdılar. Ricâl-ı kibârlar geldiler. Pâdişâh eyitdi. Çuvalların ağızlarını aşağı idüp bir de hanımların leşleri meydâna çıkdı. Pâdişâh gazaba gelüp eyitdi: “Varın şunların öldüreni memleketden sürün gitsünler” didikde Arabın üzerine hücûm eylediler.

Ol vakit kendine çeki düzen virüp bunlara bir giriş girdi ki kırk elli kırış kırdı ki, kırk elli âdem harâbe virdi. Ancak bir âdem kaçup haber verdi. Yine asker gönderdi. Arab Özengi “ha bunda, ha şunda” derken ortalığı fenâya verdi.

Şimdi ricâl-ı kibâr dîvân eylediler. Bir araya [38] geldiler, müşâvere eylediler: “Bizim pâdişâhımız Ümmet-i Muhammedi boş yere derd-i mihnete uğratdı. Bunun çâresi nedir?” didiklerinde biri eyitdi: “Bunun çâresi yine bunun üzerine asker gönderelüm, kavğa idelim” didiler. Yine asker cem idüp üzerine hücûm idüp kavğaya başladılar. Yine zafer bulamadılar. Kimse hakkından gelmedi.

Bunlar bu tarafda kavğa itmede olsunlar biz gelelim Şâh İsmâîle. Göz görmez, hâli harâb. Bir gün cüşe gelüp aldı sazı eline, bakalım ne kelâm söyledi:

(23) [Şâh İsmâîl]

Yedi tağ üstüne kuran mihrâbı

Benim bu gözime dermân viresin

Arş ü Kürsî[70], cümle âlem sâhibi

Benim bu gözime dermân viresin

Emreyledin Yûnus deryâya taldı

Balık kursağında ibâdet kıldı

[Ganî Yaradanın himmetin bildi

Benim bu gözüme çâre viresin][71]

Bana böyle imiş Hakkın emri

Görmez bu gözlerim asla cihânı

Bu derdimin var mı sizde dermânı

Benim bu gözime dermân viresin

Şâh İsmâîl çağıranda hâzır

Yetiş imdâdıma hazreti Hızır

Üstümüzda Kâdir Mevlâ nâzır

Benim bu gözime dermân viresin

Şimdi Şâh İsmâîl böyle söyledikde bunun üstünde iki hafif göğercinler gök yüzünde uçup gitdilerdi. “Yazık bu Şâh İsmâîle bunun gözleri oyup buraya koymuşlar. Lâkin şimdi bizden birer tüy düşer, alsa gözlerine sürse Mevlânın izniyle inşâ-Allah eyü olur. Lakin dilimizden anlamaz, eyvâh yazık” diyüp uçup gitdiler. Meğer Şâh İsmâîl kuş dilince bilürdi. Birde elin bu yana [39] sürerken ol iki tüyi buldı ve gözlerine çekdi. Abdest alup iki rekat hâcet namâzı kılup Hak Celle ve Alâya niyâz eyledikde kabul idüp iki gözleri bile açıldı.

İki tarafına melîl melîl bakarken orada bir çiftci görib toğru çiftcinin yanına gelüp selâm verdi. Çiftci dahî selâmın aldı. Şâh İsmâîl eyitdi: “Baba evlâdlığa kabul ider misin?” Çiftci eyitdi: “Oğlum şimdiki zamânda kendi evlâdımdan fâide yok” didi. Şâh İsmâîl çiftcinin tekrâr elini öpdi, yalvarup kendini inandırdı.

Birde âhşam oldı. Evlerüne gelürken çifte Tatar bunların yanından geçüp ağa sarâyına gitdi. Meğer gelen Tatar askere yazmağa gelmiş idi. Şâh İsmâîl eşidüp gelüp çiftcinin elin öpdi. Çiftci bunı askere yazdırup koynuna guruş koyup elli guruşa bargir aldı. Yüz pâreye bir bıçak aldı. Askere katup gönderdi.

Şâh İsmâîl askerle beraber gidüp bir tepeye çadırlar kurup oturdılar. Birde gördiler ki Arab Özengi köpürmüş. İki tarafa köpük saçar. Şâh İsmâîl böyle görünce vücûdı ditremeye başladı.

Hemân Şâh İsmâîl yerinden kalkup toğrı bin başının yanına gelüp: “Efendim kulunuza icâzet vir, şu Arab ile cenk ideyim.” Bin başı eyitdi: “Var hey gel oğlan, bu kadar yiğitler cenge kâdir olamadılar, sen neye kâdirsin?” didi. Şâh İsmâîl niyaz idüp izin aldı.

Şâh İsmâîl kalkup atına bindi. [Bir nara atdı] Arab Özengi eyitdi: “Eyvâh bu naraı ben bir defa Şâh İsmâîlden işitdim, bir de bu yiğitden işitdim” didi. Ammâ bu nara ile cenge başladılar. Ahşâma kadar cenk [40] itdiler. Bibirlerine zafer bulamadılar. Ahşam oldı, birbirlerinden ayrıldılar.

Birde pâdişâh emreyledi: “Tîz bugün ile Arab ile cenk iden yiğidi bana getürün” deyü emreyledi. Şâh İsmâîli alup geldiler. Yedi yerden temennâ, el pençe divan turdı. Pâdişâh eyitdi: “Oğlum mâşâ-Allah, Arab Özengi ile çok güzel cenk eyledin, didi. Şâh İsmâîl eyitdi: “Efendim cenk itdim ammâ silâhım yok, atım yok” dedi. Pâdişâh eyitdi: “Oğlum [var ahırdan istediğin atı ve hazneden istediğin silâhı al” dedikde, hemân Şâh İsmâîl][72] ahura varup Kamer Tayı alup bu şevk ile üzerine binüp toğrı Arab Özenginin sarâyının altına geldi. Arab Özengi gördi ki sarâyın altına bir âdem girdi. Hemân aldı sazı eline bakalım Şâh İsmâîle ne söyledi, Şâh İsmâîl de ne kelâm eyledi:

(24) Aldı Arab

Bir yiğit benlik eylese

Nice alt eyler düşmânı

Gizlice çevirmiş bizi

Eylemiş bize meydânı

(25) Aldı Şâh

Vallâh benliğim yokdur

Düşmanlara fendim çokdur

Benim senden pervâm yokdur

Seyreyle meydânda beni

Aldı Arab

Çadırın elvân nakışı

Tağ gibi yığmışım leşi

Sana salarım ateşi

Yandırır güli ormanı

Aldı Şâh

[41]                    

  Gel aşağı yüzün görem

Muhabbetim sana virem

Gürleyüp meydâna girem

Göresin neyin arslanı

Aldı Arab

Var yiğidim sen bir yana

Yazıkdır kıymayım sana

Kıymışam nice bin cana

Baksana yatan insâna

Aldı Şâh

Arzuladım geldim beri

Zabt itmek içün bu yâri

Ölürem gitmezem geri

İtmişem âhd u amânı

Aldı Arab

Sabâh olsun kuram cengi

Değilsin ölenlerin dengi

Duymadın mı Arab Özengi

Fetih itdi Hindi Yemeni

Aldı Şâh

İn aşağı güle güle

El geldi bile bile

Yazık oldı Şâh İsmâîle

Seyreyle meydânda beni.

Şimdi böyle söyledikde Arab eyitdi: “Kızlar ağanız gelmiş” deyüp üçi birden aşağı inüp Şâh İsmâîlin elin öpüp ağlaşmağa başladı.

Şimdi Arab söze gelüp eyitdi: “Şehzâdem çok sözün sırası değil, var git senin buraya geldiğini kimse bilmesin. Yarın seni şâh baban çağırır, sana dir ki ‘oğlum seni ihyâ iderem, bugün şu Arabı öldürsen de’ dir. [42] ‘Baş üstüne pâdişâhım dirsin’ gelürsin seninle cenk itmeğe başlarız. Bana bir gürz urursın, beni atdan aşağı indirirsin, göğsüm üstüne oturursın. Baban dir ki ‘oğlum öldür’ dir. Sen dahî dirsin ki ‘pâdişâhım gel sen kendin öldür’ dirsin. Yanıma gelince sen bir tarafa dur, ana bir kılıc urayım ki iki pâre ola” deyüp böylece kavl ü karar idüp yine yerine gitdi.

Çün sabâh oldı, pâdişâh Şâh İsmâîli çağırdı: “Oğlum bugün şu Arabı senden isterim” didi. Şâh İsmâîl: “Baş üstüne pâdişâhım diyüp gitdi.

Andan Şâh İsmâîl ile Arab Özengi cenge başladılar. Ha şunda ha dirken Şâh İsmâîl Araba bir gürz urup Arab yıkıldı. Şâh İsmâîl göğsi üstüne oturdı. Birde pâdişâh geldi, Şâh İsmâîl eyitdi: “Pâdişâhım bir küçük bir büyüği alt iderse ne lazım gelür” didi. Pâdişâh: “Allahdah bulsun” didi. “Sen de bul” deyüp bir tarafa çekildi. Pâdişâh Arabın yanına vardı ki kılıc ile öldüreyim deyü andan Arab pâdişâha bir kılıc urdı ki iki pâre eyledi.

Şimdi her tarafdan cümle asker Şâh İsmâîl oldığın bilüp ve gelüp yer öpüp karşusında el bağlayup dîvân turdılar. Andan pâdişâhın cenâzesin kaldırup defin eylediler.

Şâh İsmâîli duâ–senâ ile tahta oturdup “mübarek [43] olsun” didiler. Birkaç günden sonra Gülizâra düğün kurdılar. Kırk gün, kırk gice düğün olup bir cuma gicesi Gülizâr Hanım ile murâd alup murâd verdiler [ve birbirlerine bu türküleri söylediler:

(26) Aldı Şâh İsmâîl

Sevdiğim giymiş libâsı

Sarılmanın vakti geldi

Koynun misk-i amber kokar

Öpüşmenin vakti geldi.

(27) Aldı Gülizâr

Gel benim candan sevdiğim

Yoluna kurbân olayım

Ötersin bülbül misâli

Diline kurbân olayım

Aldı Şâh İsmâîl

Zülüflerin punce punce

Boyu uzun beli ince

Memeler benzer turunca

Sevişmenin vakti geldi

Aldı Gülizâr

Devşir mendilin saçağı

Belinde elmâs bıçağı

Seninçün besledim bağı

Gülüne kurbân olayım

Aldı Şâh İsmâîl

Şâh İsmâîl çağırır Hüda

Çok şükür erdik murada

Yüksek elvân şîrîn oda

Birleşmenin vakti geldi

Aldı Gülizâr

Gülizâr kurbandır sana

Sen gibi aziz mihmâna

Sarıl bu beyâz gerdâna

Boyuna kurbân olayım][73]

İrtesi cuma gecesi dahî Gülperî ile murâd alup murâd  virdiler.

Mevlâ sizlere ve bizlere, dünyâda murâd almayan âdemleri Cennette hûrî kızları ile mesrûr eyleye… Amîn!…

-Temmet- Bitti

 

SONUÇ

Şah İsmail ile Gülizar ya da kısaca Şah İsmail hikâyesi olarak da bilinen bu halk hikâyesinin gerek Osmanlı Türkçesi ve gerekse Latin harfli basımlarının çokluğu, bu hikâyenin hal arasında ne kadar çok sevildiğinin ve yaygın olduğunun bir göstergesidir.

Diğer halk hikâyeleri gibi, halkın çok beğendiği bir şekilde -nazım ve nesir karışımıyla- oluşturulan bu hikâyenin nesir kısmında olaylar dizisi verilmektedir. Nazım kısmında ise -diğer halk hikâyelerinde olduğu gibi- duygular aktarılmaktadır. Duygunun coştuğu kısımlarda kahraman eline sazını alarak bu duygularını şiirle ifade etmektedir.

Yine diğer halk hikâyeleri gibi Şah İsmail ile Gülizar hikâyesi de diğer edebi türlerle yakından ilişkilidir. Sosyal fonksiyonu itibarıyla roman türüne yaklaşırken, içerdiği olağanüstü durumlar, kişiler ve diğer masal motifleriyle de masal türüne yaklaşmaktadır. Ancak kendi türüne has şekliyle ve üslubuyla da halk hikâyesi türüne katılmaktadır.

Hikâyede yer alan motiflerin çokluğu, bu tür hikâyelerin ne kadar çok kültür birikimi taşıdıklarının bir göstergesidir. Hikâyenin yapısında yer alan bu motiflerin hangi kültüre ait olduğu pek araştırılmadığı için bu araştırmada yapılan inceleme eksik kalmıştır.

Genel olarak bu türün içerdiği zenginlikler hâlâ tam olarak ortaya çıkarılmamış ve bu tür üzerinde bazı sınırlı çalışmalar dışında araştırma ve inceleme yapılmamıştır. Yabancı araştırmacıların yaptığı çalışmaların çoğu da Türkçeye kazandırılmamıştır. Bu nedenle bu tür üzerinde yapılacak çalışma ve araştırmalara büyük ihtiyaç vardır.

Bu tür çalışmaların bir araya getirilerek bir Türk Halk Klasiklerinin oluşturulması en büyük temennimizdir.

 

KİTAP HAKKINDA

 

Şah İsmail Hikâyesinin Osmanlı Türkçesi Basımları

Bu hikâyenin Osmanlı Türkçesi taşbasmalarının ortak özelliği, hemen hemen hepsinin tek bir kaynaktan aktarılarak ufak tefek farklılıklarla oluşturulmuş görünmeleridir. Nüshalar arasında gerek olaylar dizisi, gerek anlatım ve gerekse şiirlerin sırası ve yapısı bakımından pek büyük farklılıklar yoktur. Ancak bazı nüshalar, özellikle Aşık Ömer Divanı’nın kenarına yerleştirilmiş hikâyelerde kısaltmalar ve bazı bölümleri bırakmalar söz konusudur. İncelenen nüshalardaki bu farklılıklar şöylece özetlenebilir:

Bu basımlardan, bu çalışmaya esas alınan metin[1] tarihsiz olmasına rağmen son baskılardan birisi olarak düşünülebilir. Çünkü Osmanlı Türkçesiyle yapılan taşbasma metinlerin en okunaklı ve en düzgün olanıdır.

Çalışmaya esas alınan bu metin harekeli olduğu için metni Osmanlı Türkçesinden Latin harflerine çevirirken bu harekeler esas alındı ve metin üzerinde pek fazla değişikliğe gidilmedi. Yalnız, bilindiği gibi Farsça olan ‘Hâce’ kelimesinde ‘hı’ harfi ile ‘elif’ harfi arasında yazıldığı halde okunmayan bir ‘vav’ harfi vardır. Metin harekeli olduğu için bu kelime “Hevâce’ şeklinde harekelenmiş olduğu için bu ‘hâce’ olarak çevrildi. Ayrıca ‘inşâ-Allah’ gibi kelimelerde ‘Allah’ kelimesi kısaltılarak metinde “inşâ-âh’ şeklinde yazılmıştır. Bu da ‘inşâ-Allah’ şeklinde çevrildi.

Bundan başka metin içerisinde bazen bir harf, bir hece, veya bir cümle; bazen de bir beyit, bir şiir ya da bir epizot metni zenginleştirmek veya cümleleri daha anlaşılır bir hale koymak için eklendi. Ancak bu eklemeler gelişigüzel değil, diğer basımlardan aktarılarak yapıldı ve bunların hangi basımdan aktarıldığı dipnotlarla gösterilerek bu kısımlar köşeli parantez içinde verildi.

Bu basımın her sayfasında ortalama on dokuz satır var ve eser toplam kırk üç sayfadan oluşmaktadır.

Taşbasmalardan birisi de en eski taşbasmalardan birisi olan hikâye1271 [1855] tarihli nüshadır.[2]  Resimli olarak basılmış bu nüsha ile incelemeye esas alınan nüsha arasında pek büyük bir fark yoktur. Bazı cümleler bu basımda daha da kısadır. Şiirlerin mısraları arasında da bazı kelime ve yapı farklılıkları da mevcuttur. 37 ve 38. sayfaları eksik olan bu basımdaki şiir sayısı 24’tür. Eksik sayfaların dışında kalan kısımda toplam dokuz resim var. Bu resimler Osmanlı minyatürlerini andırmaktadır. Toplam 40 sayfadan ibaret olan eserin sonunda şu kayıt yer almaktadır: “Sâye-i me’ârifvâye-i hazreti Şehinşâhîde, Tophâne-i ‘Amire, İstihkâm alayları litoğrafya destgâhlarında işbu Şâh İsmâ’îl Hikâyesi bin iki yüz yetmiş bir senesi mâh-ı Muharremü’l-Harâmın evâilinde tab’ ve temsîl olınmışdır”.

Osmanlı Türkçesiyle basılan metinlerden en önemlisi Firdevs tarafından hazırlanan basımdır.[3]  Hikâyenin dili  ve üslûbu değiştirilerek roman haline konulmuş bu metin matbaa harfleriyle harekesiz olarak basılmıştır. Belkide bu tür basımların ilklerinden birisi olduğu içindir, birçok basım hataları mevcuttur. Hikâyenin olaylar dizisinde büyük bir değişiklik yoktur ancak üslûp değiştiği için bazı açıklamalar genişletilmiş, incelemeye alınan metinde yer almayan birçok genişletmeler yapılmıştır. Hikâye beş bölüme ayrılmış ve metin resimlidir. Onbir tane resmle süslenmiş olan basımdaki bu resimler son derece büyük bir itina ile çizilmişlerdir. Belki de halk hikâyelerinin romanlaştırılmış ilk metinlerinden birisi budur. Yine Osmanlı Türkçesi basımları içerisinde isimli tek basım budur. Eser toplam 64 sayfadır.

Osmanlı Türkçesiyle diğer bir basım 1328 [1912] tarihli nüshadır.[4]  Baş kapağı resimli olan bu eserin içinde de aralara sıkıştırılmış küçük küçük, resimler var ve bu resimler minyatür türü değil çizgi resimlerdir. Son derece bozuk bir basım olan nüshada bazı harfler çok karışık olup birçok harf hatası da mevcuttur. Hikâyenin muhtevası yönünden ise büyük bir farklılık yoktur, diğer nüshalar gibi cümle yapısında birçok kısaltmalar mevcuttur.

Başka bir metin, daha doğrusu metinler topluluğu olarak adlandırabileceğimiz Aşık Ömer Divanı’nın kenarlarına yapılmış basımlardır. Sayıları oldukça fazla ve çeşitli olan bu basımların ortak özelliği, hikâyenin büyük ölçüde kısaltılmış olmasıdır. Bu basımlarda hikâye, Şâh İsmâ’îl’in Hint’te Gül’izâr ile birleşmesiyle son bulmaktadır. Bunlardan 1306 [1889] tarihli basım[5] iyi bir basım olmayıp, hafler biraz karışıktır. Diğeri, mali1325 [1909] tarihli basımdır.[6] Diğer basımlara göre daha düzgün bir basımdır. Sayfa sayıları ortalama 32’dir.

 

Şah İsmail Hikâyesinin Latin Harfli Basımları

Latin harfleriyle yapılan basımların birer derleme mi yoksa eski basımlardan yola çıkılarak mı hazırlandığına dair kayıtlar eserlere konulmamıştır. Her neşredici, bu kitapları kendi isimleriyle neşretmiş, ayrıca bir önsöz v.s. de koymamışlardır. Bu nedenle de bu eserlerin kaynağı müphem kalmıştır. Bu kitaplarda yer alan hikâyelerin, Latin harflerine çevrilen metinden farklılıklarını şöyle özetleyebiliriz:

Bu kitaplardan biri M. Zeki Korgunal tarafından hazırlanan kitaptır.[7] Bu hikâyenin başlangıcında bir kulübe motifi yer alır. Karısının niçin ah çektiğini sorması üzerine padişah karşıdaki bir kulübeyi göstererek, bu kulübenin bile boş kalmadığı halde, kendinin muhteşem sarayı zamanla boş kalacacağından dem vurur (s.3). Ayrıca, şehzadenin yer altında okutulmasına sebep olarak, okuduğundan daha ziyade istifade etmesi gösterilir (s.6). İncelemeye esas alınan metinde yer alan Şah İsmail’in kemiği atarak camı kırması kısmı bu hikâyede yer almıyor. Kamer Tay’ın ismi bu metinde Kamber Tay olarak veriliyor. Şah İsmail, Gülizar’ı aramaya çıkarken daha önceki ceylanı görerek arkasından gider ve Gülperi’nin sarayına ulaşır. İncelenen metinde Arap Özengi ile Şah İsmail’in evlenmesi konusu belli değilken, bu metinde evlenirler (s.32). Arap Özengi’nin Kara Bacak adlı bir atı vardır. Gülizar Hint Hükümdarının oğluyla değil, hükümdarın kendisiyle evlenmek üzeredir, ancak Gülizar kırk gün yas tutarak onları oyalamaktadır. Hanım Sultan üç kızı görmeye geldiğinde hastalanarak bunun bir suikast tılsımı olduğu fikrine kapılır. Böyle bir düşmanlığı yalnızca oğlunun yapabileceğini düşünür (s.41). Şah İsmail’in katledilmesine Hoca Danyal engel olur. Şah İsmail, gözleri açıldıktan sonra bir delikanlı ile arkadaşlık eder (s.50).

Tam 56 sayfadan oluşan bu hikâyedeki olaylar dizisinin farklılığı bundan ibarettir. Yazar, olaylara kendine göre yorumlar getirir, onları açıklamaya çalışır. Nazım kısmında da büyük farklılıklar yoktur, mısralardaki hece sayısı eşitlenmiştir. Kitapta ayrıca dört tane de resim var.

İkinci bir eser D. Remzi Korok’un eseridir.[8]  Bu kitapta da padişah ile veziri çeşme başına geldiklerinde vezir bu çeşme hakkında bilgi vererek bu çeşmenin bir ‘Hızır Çeşmesi’ olduğunu ve burada insanların muratlarına ulaştıklarını söyler. Onlar bu çeşmeye ulaştıklarında, bir ak sakallı dervişin bu çeşmenin başında oturmakta olduğunu görürler (s.2). Şehzadenin eğitim için yer altında bir mahzen yapılması bu hikâyede yok. Sıradan bir av gününde Şah İsmail’in bu ‘Hızır Çeşmesi’ne varmasıyla maceralar başlar. Ceylanı takip ederek çadıra kadar girer. Şah İsmail’in başındaki tuğdan onun bir şehzade olduğunu Gülizar ve yaşlı kadın anlarlar. Ava vezirin oğlu da Şah İsmail ile beraber gittiğinden olan biteni padişaha anlatır. Devle Gülperi’nin kardeşlerinin savaşmasının nedeni olarak devin aslında Gülperi’yi sevdiği ve onu kaçırmak istediği gösterilir (s15). Gülizar’ı Hindistan’da bulduklarında Şah İsmail ona işaret olarak başındaki tuğu gönderir. Geri dönüşte babası onu iyi karşılar, Şah İsmail üç kızla da evlenir (s.20).

Toplam 20 sayfa olan bu hikâyede, Şah İsmail’in babasıyla olan mücadelesi yer almaz. Bu yazar da diğer yazarlar gibi olaylara kendine göre yorum ve açıklamalar getirir. Nazım kısmındaki şiirlerin sayısı hem azdır hem de incelenen metinden çok farklıdır.

Diğer bir kitap S. Münir Yurdatap’ın eseridir.[9]  Yurdatap, eserinin takdim kısmında “Eski zamânlarda olmuş çok meraklı bir sevgi masalıdır; içindeki şiirler en eski basımının aynıdır. Hikâyenin mevzuu da herkesin anlayacağı sade bir dile çevrilmiştir”[10] diyerek hikâye üzerinde yaptığı değişiklikleri bize belirtir. Bu değiştirme sadece bununla da kalmaz ve hikâyenin metin kısmıyla oynar. Hekimler öyle tavsiye ettiği için yürüyüşe çıkan padişah bir pınar başında oturur. Burada bir seyyehle karşılaşır ve seyyah ona elmayı verir. Şah İsmail’in ava çıktığı dağın adı “Kara Dağ”dır. Gülperi’nin kardeşlerini kurtarmak için Şah İsmail devli değil, ejderha ile dövüşür. Şah İsmail’in üç kızla geri dönmesinden sonra onları ziyarete gelen anne oğlunun saadetini kıskanır. Padişah’a ‘bir gönülde üç sevdanın olamayacağı, bu kızların aslında bir padişaha layık olduğunu’ belirterek onu, oğlunu öldürmeye teşvik eder. Şah İsmail dağa atıldıktan sonra yanına bir çiftçi gelerek onu kendi evine götürür ve tedavi ederek iyileştirir. Bu çiftçi daha sonra, Şah İsmail padişah olduğunda saraya alınır.

Toplam 63 sayfadan oluşan bu eserde Yurdatap, sadece metni eserin başında belirttiği gibi herkesin anlayacağı sade bir dile çevirmekle kalmaz, aynı zamânda onun olaylarına da müdahale ederek değişik bir metin çıkarır. Şiirler Osmanlı Türkçesi basımlarla hemen hemen aynıdır.

Ergun Sav’ın eserinin on dördüncü hikâyesi Şah İsmail hikâyesidir.[11]  Bu eserde padişahın ismi Malik Şah olarak verilir. Hikâye, Şah İsmail’in ava çıkması epizotuyla başlar. Ceylanı avlamak isterken bir ses işitir ve bu ses nedeniyle onu avlayamaz, bağıran kişinin bir kız olduğunu görür. Şah İsmail onun yanına gelir, kızın adı Gülperi’dir. Şah İsmail, babasını kızı istemeye razı ederek gönderir ancak kızın babası kabul etmez ve oradan göçerler. Buna çok üzülen Şah İsmail yollara düşerek onu aramaya koyulur. Bu arada bir saraya rastlar bu sarayda Arap Özengi’yi bulur ve onun gerçek kimliğini ortaya çıkarır. Burada Arap Özengi’nin hayatı anlatılarak, onun aslında bir beyin kızı olduğu, erkek gibi yetiştirildiği, babası ölünce de onun yerine tahta geçtiği belirtilir. Arap Özengi ile Gülperi’yi aramaya çıkarlar, Hindistanda onu bulurlar. Babasından kızı isterler babası da onu verir çünkü Şah İsmail kızı cariye olarak değil de tek eşi olarak alacaktır. Dönüşte Arap Özengi sarayında kalır. Şah İsmail Gülperi ile Kandihar’a döner. Malik Şah oğluna kızarak onun gözlerine mil çektirir ve Gülperi’yi de zindana attırır. Malik Şah’ın asıl amacı kızı almaktır bunun için de eğer kendisinin olursa Şah İsmail’i bırakacağını söyler. Önce razı olmayan kız daha sonra razı olur ve her ikisi de serbest bırakılır. Malik Şah, Şah İsmail’e Gülperi’nin kaçtığını söyler. Bunun bir yalan olduğunu anlayan Şah İsmail babasına hakaret eder, bunun üzerine onun gözlerine mil çektirmek ister (Daha önce Şah İsmail’in gözlerine mil çekilmişti!). Tam bu sırada Arap Özengi askarleriyle gelir, Malik Şah’ı öldürür. Gülperi, buradan kurtulduktan sonra Arap Özengi’nin yanına gitmiştir ve durumu ona anlatmış sonra da kalbine hançer saplayarak intihar etmiştir. Şah İsmail bu haberi aldıktan sonra Arap Özengi ile evlenir.

Toplam 14 sayfadan oluşan bu eserde hikâyenin yapısı çok farklıdır. Sanki hikâyeden bazı motifler alınmış ve bunlarla yeni bir hikâye oluşturulmuştur. Hikâyenin nazım kısmı da çok farklıdır. Şiir sayısı oldukça azdır.

Beşinci eser İstanbul Maarif Kitaphanesi tarafından neşredilen eserdir.[12]  Bu kitapta da bazı değişik kısımlar yer alır. Şah İsmail doğduktan sonra padişah müneccimleri toplar ve oğlunun falına baktırır. Müneccimler ona, oğlunun yedi yaşından sonra güneş görmemesi gerektiğini söylerler. Buna akıl erdiremeyen padişah Hoca Danyal’a başvurur, o da yer altında bir mahzen yapılmasını söyler. Hikâyede ayrıca Arap Özenginin hayatı bundan önceki eserde olduğu gibi anlatılır. Arap Özengi, kim kenidisini yenerse onunla evleneceğini söylemiştir, Şah ismail yener. Hikâyede ayrıca bir de üvey ana motifi vardır. Şah İsmail üçü kız ile geri döndükten sonra onu ziyarete gelen annesi değil, üvey annesidir. Şah İsmail Gülizar’ı aramak için evden gittiğinde annesi bunun hasretine dayanamaz ve hastalanarak ölür. Padişahın vezirinin çok güzel bir kızı vardır. Vezir bir gün padişahı evine davet ederek kızını gösterir. Kıza aşık olan padişah daha sonra onunla velenir. Aslında vezirinin gözü tahttadır ve kızıyla birlikte tahtı ele geçirmek isterler. Onları ziyarete giden üvey anne (=vezirin kızı) kızları çok güzel görünce bir plan yapar. Dönüşte ağlamaya başlayan karısına padişah ne olduğunu sorar. Karısı da, Şah İsmail’i ziyarete gittiğini ve orada onları dinlediğini, aslında oğlunun tahta çıkmak için çabaladığını söyler. Padişah buna kızar ve ertesi gün kendisi ziyarete gider. Ancak giderken karısı, eğer orada  kendisine birşey ikram edilirse yememesini, aksi takdirde kendisini zehirleyeceklerine söyler. Padişah da getirdikleri kahveyi içmez. Geri dönerek oğlunun öldürülmesini vezirine emreder. Yine, Şah İsmail bağlanıp tam öldürülecekken Lokman gelir ve kendisine bağışlanmasını ister. Bunun üzerine ölüm emrinden vazgeçilir ve gözleri oyulur. Hikâyenin sonunda, Arap Özengi ile Şah İsmail dövüştükten sonra akşamleyin Lokman Hoca Arap Özengi’nin yanına gelir, Şah İsmail da oraya gelmiştir. Durumu bilen Hoca Lokman herşeyi onlara anlatır. Bir plan yaparlar ve ertesi günü Şah İsmail Arap Özengi’yi yere yıktığında padişah değil de veziri onu öldürmesi için çağrılır. Vezir yaklaşınca Arap Özengi kalkarak vezirin kellesini uçurur. Şah İsmail de yüzünde nikab ile dövüştüğü için onu kimse tanımamıştır. Vezir ölünce nikabının çıkarır, padişah da oğlunu tanır ve çok şaşırır. Olup biten padişaha da anlatılır. Padişah yaptıklarına pişman olyur. Tahta çıktıktan sonra Şah İsmail üç kızla da evlenir.

Toplam 50 sayfadan oluşan eserde hikâye onüç bölüme ayrılmış ve ilk 11 bölüme isim verilmiştir. Nazım kısmındaki şiirler küçük değişikliklerle hemen hemen aynıdır. Kitap resimlidir.

İstanbul Maarif Kitaphanesi’nin diğer bir eseri[13] de daha önceki ile gerek hikâyenin olaylar dizisi ve gerekse şiirler yönünden aynıdır. Yalnız bölüm sayısı onbire indirilmiştir. Resimli olan bu eser toplam 108 sayfadır.

Yeni harflerle basılan en önemli eser Rezzan Güney’in hazırladığı eserdir.[14]  Bu kitapta hikâye romanlaştırma yoluna gidilmiş ve yeni bir dille oldukça genişletilmiştir. Olaylar dizisinde büyük farklar mevcut değildir. Yalnız, büyüklerin şehzadeye ad koyma istişaresinden sonra padişah müneccimleri toplar ve çocuğun yıldızına baktırır. Müneccimler, çocuğun yıldızının gülmediğini bunun için de yedi yaşından sonra güneş görmemesi gerektiğini söylerler. Bunun üzerine Lokman Hoca’ya başvurulur ve Lokman Hoca, onun yedi yaşından sonra yer altında bir mahzende eğitim görmesini söyler.  Bu görev  Lokman Hoca’ya verilir (s.8-9).

Nazım kısmındaki şiirler taşbasma nüshalardaki şiirlerle hemen hemen aynıdır. Bazı şiirlerin ilk mısraları korunduğu halde diğer mısraları değiştirilmiştir.

Yeni harflerle yapılan basımlar arasında en farklı olanı Halûk Nihat’ın eseridir.[15] Yazar bu kitapta, halk arasında yaşayan Şah İsmail hikâyesini alarak onu destanlaştırma yoluna gitmiştir. Manzum bir dille aktarılan hikâye hecenin 8’li, 11’li ve daha çok 14’lü kalıplarıyla yazılmıştır. Hikâyenin olaylar dizisinde birçok kısaltma yapılmıştır. Zaten hikâye eserde konu olarak vardır, şiirler ve anlatım tamamen değişmiştir. Yazarın amacı da bir destan oluşturmaktır.

Eserde üç destan yer alır. Bunlardan ikincisi Şah İsmail ile Gülizar’dır. Bu kitabın başlangıç bölümünü hazırlayan Hilmi Ziya, Şah İsmail hikâyesiyle eski Türk destanları arasında bir irtibat kurarak, buradaki kişileri birer sembol olarak ele alır.[16]

Yukarıdaki karşılaştırma ve özetlerden de anlaşılacağı gibi, birçok yazar yeni harflerle hikâyeyi yayımlarken nazım kısmını genellikle korumuş, nesir kısmında ise kendi düşüncelerine uygun olarak değişiklikler yapmışlardır. Bu değişiklikler, dilini düzeltmek, sadeleştirmek ve okuyucunun daha iyi anlamasını sağlamak gibi nedenlerle yapılmışsa da metne müdahaleler çok fazladır. Bazen bu müdahaleler çok fazlaya kaçmış, metine orjinalliğini kaybettirmiştir. Hikâyeyi roman haline getirmek isteyenler de ne yazık ki bunları roman haline koyamamışlardır. Halk hikâyesinin daha sonra anlatılacak kendine has dokusu bunlarda da kalmıştır. Ayrıca daha önce de belirtildiği gibi bu hikâyelerin kaynağının ne olduğu belli değildir. Maarif Kitaphanesi her ne kadar kaynak olarak eski yazma nüshaları göstermişse de bu nüshaların hangileri olduğu belirtilmemiştir. Bu konuda Boratav şu değerlendirmeyi yapar ki bu düşünceye katılmamak mümkün değil:

“Bu düzeltme yalnız imlâ ve mâna yanlışlarını düzeltme, eksikleri tamalama, v.s… gibi metnin sadece aslî şeklinin en iyi hale getirilmesine, tamirine münhasır kalmamış, dil ve üslûbu güzelleştirme, daha doğru bir tabirle, kitabı yeni zamân ve şartlara uydurma gayretleri de göstermiştir”. “Bir yandan, İkbal Kütüphanesinin tabıları, ve onun yolundan giden bazı başka basımlar, az cok halk hikâyeleri dil ve üslûbunun hususiyetlerini muhafaza ederek yeni yazılarla yayınlamakta devam ederken, öte yandan da Muharrem Zeki, Selâmi Münir, v.s… gibi yeni bir halk hikâyecilği tarzı bulmağa çalışan bazı muharrirlerin elinde halk hikâyeleri eski dil ve üslûp damgasını tamamıyla kaybetmişlerdir”.[17]

Şah İsmail Hikâyesinin Diğer Dillerdeki Basımları

Yabancı dillerde yapılan yayımların en önemlisi Fischer’in Almanca olarak hazırlamış olduğu incelemesidir.[18] Bu inceleme, bugüne kadar Türkçe’de bile yayımlanmamış şekilde konuyu geniş bir şekilde ele alan ve hikâyeyi gerek muhteva ve gerekse şekil yönünden incelemiştir. Fischer, eserin il 58 sayfalık bölümünü hikâyeyi incelemeye ayırmışve ikinci bölümde hikâyenin Latin harfleriyle transkripsiyonunu Almanca çevirisiyle birlikte vermiştir. Yazar, metin kısmında yedi tane nüshanın karşılaştırmasını yapmıştır.

Fischer, hikâyenin metin kısmında, Osmanlıca metinlerde yer almayan bir sıralamayla şiirleri vermiştir. Almanca’dan Türkçeye henüz çevrilmemiş olduğundan, eserindeki bu değişikliği niçin yaptığını anlayamadım. Ancak şiirlerin bu şekildeki dizilişi hikâyenin olaylar dizisine ve muhtevasına daha uygun olduğu için ben de bu dizilişe uyarak şiirleri verdim. Fischer, incelemesinde, genel olarak Türk halk romanı, Şah İsmail ile Gülizar hikâyesi ve bu hikâyedeki motifler, kişiler ile hikâyenin dili hakkında da açıklamalar yapmıştır.

İkinci bir eser, W. Radloff tarafından hazırlanan Türk halk edebiyatı  adlı antoloji niteliğindeki eserinin 8. cildidir.[19]  Radloff aslında bu ciltte yer alan hikâyeyi, ünlü Türkolog Ignaz Kunós’ un Mundarten der Osmanen adlı eserinden Kril alfabesiyle bu esere aktarır. Hikâye’nin olaylar dizisinde ve nazım kısmındaki şiirlerde, dil ve üslûbunda Osmanlı Türkçesi metinlerinden bir farklılığı yoktur.

 

Halk Hikâyeciliği ve Şah İsmail Hikâyesi

Gerek içerisindeki motifleri, gerek kahramânlarının ortak özellikleri ve gerekse başlangıç, geçiş ve bitiş klişeleri, hikâyenin muhtevası ve şekli yönünden Şah İsmail hikâyesi ile diğer halk hikâyeleri arasında bir farklılık yoktur. Farklılık olaylar dizisinde, şiirlerde ve hikâyenin muhtevasında yer alır.

Her ne kadar Boratav, halk hikâyelerinin nevini incelerken Şah İsmail hikâyesini Kahramânlık hikâyelerinin “diğer kahramânlık hikâyeleri” grubuna dahil ederse de,[20]  hikâyenin yapısına baktığımızda bunun bir kahramânlık hikâyesi değil, aşk hikâyesi olduğunu görürüz. Şah İsmail’in yapmış olduğu kahramânlıklar ise, sevgilisine kavuşmada önüne çıkan engelleri aşmak için gösterdiği kahramânlıklardan ibarettir. Zaten bu kahramânlıkla ilgili kısımlar, Gülizar’ı aramak için yola çıkmasıyla başlar ve ona kavuşmasıyla biter. Babası ile olan mücadelesi kısmındaki kahramânlığı ise yine bir yardımcı öğedir ve hikâyeyi kahramânlık hikâyesi yapmaya yeterli değildir. Sonuç olarak, hikâyede asıl vurgulanan kahramânlık değil, aşktır ve kahramânlık arkaplanda yer alır.

Bilindiği gibi, bütün halk hikâyelerinin ortak özelliği, şekil yönünden nazım ve nesrin karışık olmasıdır. Olayların anlatıldığı kısım ve konuşmaların çoğu mensurdur. “Yalnız mühim hadiselerde, şiddetli hislerin ifade edilmesi gereken yerlerde kahramân dille söylemeyi telle söylemeye tercih eder”.[21]  Böyle, duyguların yoğunlaştığı kısımlarda Şah İsmail’de duygularını şiirle dile getirir; daha doğrusu hikâyeyi aktaran kişi dile getirir. Şah İsmail bazen karşındakine duygularını anlatırken, bazen de Gülizar, Gülperi ve Arap Özengi ile karşılıklı olarak nazmı kullanırlar. Bu nedenle de “nazım kısmı halk hikâyelerinin lirik hususiyetlerini veren unsuru”[22]  olarak kabul edilebilir.

Diğer bir ortak nokta, hikâyelerde yer alan başlangıç ve geçiş klişeleridir. Halk hikâyelerinin başlangıç klişesi olarak bilinen “râviyân-ı ahbâr ve nâkilân-ı âsâr ve muhaddisân-ı rüzigâr şöyle rivâyet ederler ki…” kalıbı, Şah İsmail hikâyesinin incelenen metninde kısaltılarak “râviler şöyle rivâyet eder ki…” şeklinde verilmiştir. Ancak Firdevs’in metninde aynı ibare yer almaktadır. Geçiş klişesi olarak bilinen, nazım kısmı başladığı sırada geçen “aldı bakalım ne dedi…”, “aldı oğlan…”, “aldı kız…” gibi kalıplar bu hikâyede de aynen kullanılmıştır.

Öte yandan, hikâye hikâyeleri arasında bir grup teşkil eden aşk hikâyelerindeki epizotlar aynı sıralamayı gösterir ki Şah İsmail hikâyesinde de bu epizotlar aynı şekilde sıralanmaktadır: Birinci bölümde, çocuğun olağanüstü bir şekilde doğumu, büyümesi; ikinci bölümde kahramânın aşık olması; üçüncü bölümde kahramânın önüne çıkan engeller ve kahramânın bu engelleri aşması; dördüncü bölümde de sevgililerin birleşmesi ve buna bağlı olarak kahramının tahta çıkması epizotları yer alır.[23]  Ancak, Şah İsmail hikâyesinde bu son bölüme ilaveten bir de Şah İsmail’in babası ile olan mücadelesi epizotu eklenmiştir. Zaten, hikâyenin en dikkat çekici epizotu ve motifi bu bölümde yer alır. Ayrıca bu epizotta karakterlerdeki rol değişimi de yer alır. Daha önceki bölümlerde, Arap Özengi rol değiştirmişti. Bu bölümde de hikâyenin başlangıcında iyi kişi konumunda olan baba, bu bölümde kötü kişi konumuna geçer ve saldırgan rolü üstlenir. Daha önceleri oğlunun mutluluğu için elinden geleni yapan baba, oğlunun mutluluğa kavuşmuş olduğunu görünce bu mutluluğu kıskanır ya da mutluluk kıskandırılır.

Halk hikâyelerinde böyle bir grup teşkil eden aşk hikâyelerindeki aşk teması da diğer bu tür hikâyelerle aynı özellik gösterir. B. Moran’a göre bu tür hikâyelerde aş idealize edilmiştir:

“Romans yapısına göre kurulmuş bu hikâyeler doğal olarak bir aşk öyküsünü anlatırlar, ama sıradan bir aşk değildir bu. Gerek hikâyenin kahramânları gerekse işlenen aşk tema’sı idealize edilerek olağanüstü bir düzeye ulaştırılmıştır. Aşkın hiçbir engel ve güçlük karşısında yılmadan üstün geleceğini kanıtlayan bu hikâyelerde de sevgiliye bağlılık ve sonuna dek sürdürülen sadakat en önemli erdem olur; aşk da en büyük değer. Sevgililer sonunda birleşip mutluluğa ermekle sadakatlerinin ve bağlılıklarının ödülünü almış olurlar”.[24]

Bu özellik Şah İsmail hikâyesi için de geçerlidir.

Şah İsmail hikâyesinin diğer halk hikâyeleri içindeki durumuna böylece değindikten sonra, bu hikâyedeki bazı durumları da değerlendirmek faydalı olacaktır:

Bunlardan birincisi, hikâyenin kahramânı Şah İsmail ile gerçekten tarihte yaşadığını bildiğimiz ünlü Safevi hükümdarı ve şair Şah İsmail Safevî  arasında bir ilgi olup olmadığı meselesidir. Her ne kadar Hilmi Ziya, Halûk Nihat’ın Türk Destanına Giriş adlı eserinin başlangıç bölümünde Şah İsmail destanını değerlendirirken “Safevî devletinin müessisi ve tanınmış bir Türk şairi olan meşhur Şah İsmail ile bunun arasında da bir münasebet olduğu tahmin edilebilir”[25] şeklinde bir düşünce ortaya koyarsa da bunun ispatına yapmaz. Halbuki, Şah İsmail Safevî’nin hayatını incelediğimizde, bu hikâyenin kahramânı olan Şah İsmail ile bir ilgisinin olmadığını görürüz. Bu benzerliğin sadece bir isim benzerliğinden ibaret olduğu anlaşılır. Aslında, halk hikâyelerinde bu tür tarihi isimlere sık sık rastlanır. Ancak bu benzerlik genellikle bir isim benzerliğinden öteye geçmez. Böyle, hikâyelerde tarihi isimlere rastlanması konusunda Boratav da şöyle der:

“Hikâyeci lalettayin isimler seçeceğine, bazen halk içinde çok popüler olmuş, -iyi ya da kötü- çok tesirler bırakmış isimleri tercih etmiştir.”[26]

Diğer bir konu, hikâyenin dini arkaplanı meselesidir. Her ne kadar O. Spies, “halk kitaplarındaki dini arkaplan nedir diye araştırılırsa, din bakımından bu kitaplarda müslümanlığa ait ancak pek az şey bulunduğu tespit edeler”[27]  yargısını ortaya koyarsa da, bu tür kitapları incelediğimizde, hikâyelerde yer alan motiflerin bazılarının İslâmi motifler olması yanında, hikâyelerde müslümanların günlük yaşamından kesitler bulabiliriz. Meselâ Şah İsmail hikâyesinde derviş motifi dini bir motiftir ve manevi bir gücü temsil etmektedir. Öte yandan kahramânların arada bir “abdest alma”ları, “namaz kılma”ları müslümanların günlük yaşamlarından birer kesittir. Hikâyeler dini hikâye olmadıkları halde bu kesitler yer alır. Bu da, bu tür hikâyelerde dini bir arkaplanın olduğunu gösterir.

Masal Türü ve Şah İsmail Hikâyesi

Hikâyenin içerisinde yer alan olağanüstü durumlar ve kişiler nedeniyle birçok derleyici ya da araştırmacı halk hikâyelerini masal ya da destan olarak kabul etmiştir. Hiç şüphesiz, bu hikâye de bir çok masal ve destan motifi içermektedir. Ancak bu durum sadece Şah İsmail hikâyesine mahsus değil, genel bir halk hikâyesi özelliğidir. Bu konuyu Boratav şöyle değerlendirir:

“Masal epizotları veya motiflerinin halk hikâyelerine malzeme olarak girmesi çok daha sık rastladığımız, hemen hemen her halk hikâyesinde karşımıza çıkan bir vakıadır. Bazı hallerde, hatta bütün bir masalın, hikâyenin bir epizodunu teşkil edecek şekilde veyahut da ustalıkla parçalanıp birkaç epizodu haline getirilerek hikâyenin bünyesine sindirildiği de olur.”[28]

Bu hikâyede de böyle bir durumun sözkonusu olup olmadığını anlamak için Propp yöntemini bu hikâyeye uygulamak yerinde olacaktır.

Ünlü Rus biçimbilimcisi V. Propp’un “bir kötülükle (A) ya da bir eksiklikle (a) başlayıp ara işlevlerden geçerek evlenmeye (W) ya da düğümü çözme olarak kullanılan başka işlevlere ulaşan her gelişmeyi biçimbilimsel açıdan olağanüstü masal diye adlandırabiliriz.”[29]  şeklindeki tanımına uygun düşen Şah İsmail hikâyesi, başlangıç ve sonuç bölümlerinde bu yönteme uyarsa da ara işlevlerde buna uymaz.

Propp’un bu tanımına ve yöntemine uygun olarak hikâyeyi analiz ettiğimizde hikâyenin başlangıcından, Şah İsmail’in doğumuna kadar olan bölüm başlı başına bir masal olarak ele alınabilir: Acem Ülkesinde bir padişah vardır, Kandehar Padişahı derler (a). Bunun hiç evladı yoktur (a1). Derdine derman bulmak için seyahata çıkar (1). Bir dervişe rastlar ve ondan yardım ister (D7). Derviş istenilen iyiliği yapar (E5) ve ona bir elma verir (F1). Padişah geri döner (¯). Dervişin dediğini yapar ve bir evladı olur (K). Buraya kadar olan bölümde yer alan işlevler sıralandığında şu dizi karşımıza çıkar:

Bu dizi, Propp’un masalın başlangıcı olarak verdiği diziye uygundur. Ancak, bundan sonraki işlevler yeni bir masal başka bir durum arzeder ve Propp’un yöntemine uymaz.

Burada Şah İsmail’in büyümesi, eğitimi, adının konması, ava çıkması, avda bade içerek Gülizar’a aşık olması, aşk hastalığına yakalanması, duruma babasının el koyması, Gülizar’ın babasından istenmesi, onun da vermesi, ancak annesinin onu alarak kaçırması, gibi epizotlar masalın genel gidişine hiç de uygunluk arzetmez. Ancak Şah İsmail’in Gülizar’ı aramaya çıkmasıyla Propp’un tanımına göre tekrar bir masal başlamış olur. Burayı ayrı bir masal olarak ele alırsak ara işlevlerin bazısı yine Propp’un verdiği dizeye uymaz. Çünkü bu ara işlevler arasında bir defa evlenme de söz konusudur.

Hikâyenin son bölümü Propp’un yöntemine uygun bir şekilde bağlanabilir:

Şah İsmail asker olarak geri döner (O). Arap Özengi ile savaşması ve onunla akşamleyin bir plan yapmaları bağlantı öğesi olur (§). Padişah Arap Özengi’ye yaklaşınca Arap Özengi onu öldürür (U). Herkes Şah İsmail’i tanır (Q). Şah İsmail tahta çıkar ve üç kızla da evlenir (Woo). Bu işlevler dizildiğinde şu sıralama elde edilir:

Bu dizi de genel olarak Propp’un belirttiği sonuca uygun bir durum arzeder. O halde, bu karşılaştırmanın sonucunu şöylece özetleyebiliriz:

Halk hikâyelerinin bir türü olarak Şah İsmail hikâyesi, başlangıç ve bitiş epizotları itibarıyla masalların yapısına benzer bir yapıya sahiptir ve içerisinde -ileride motifler bahsinde de görüleceği gibi- birçok masal motifi ve olağanüstü durum yer almaktadır. Ancak bütün bunlar bu hikâyeyi masal olarak kabul etmemizi gerektirmez. Çünkü bu tür hikâyelerin kendine has bir yapısı var. Gerek şekil yönünden ve gerekse içerik yönünden masaldan ayrılır. Bu tür motifler ve olağanüstü durumlar masala yaklaştıran öğeler olarak kabul edilebilir.

Bunlardan başka bu tür hikâyelerin başlangıç klişesiyle masalların başlangıç klişesi birbirinden farklıdır. Genellikle “bir varmış, bir yokmuş…” şeklinde başlayan masallarda ayrıca bunların bir masal olduğu vurgulanarak, olağanüstü ön planda yer alır. Halk hikâyelerinde ise olağanüstü ikinci plandadır ve normal hayat birinci planda yer alır.

Masallardaki olaylar müphem bazı memleketlerde ya da masal memleketleri olarak bilinen Çin, Hint, Yemen gibi yerlerde geçmesine rağmen, genel olarak halk hikâyelerinin geçtiği şehirler masal memleketlerinden başkadır ve bu hikâyede de Kandehar olarak verilmiştir.

Roman Türü ve Şah İsmail Hikâyesi

Halk hikâyeleri gerek hacim ve gerekse şekil ve muhteva yönünden roman türünden farklı bir durum arzederler. Bu nedenle Şah İsmail hikâye de şekil yönünden nazım ve nesir karışık olması nedeniyle romandan farklıdır. Ancak toplumda, zamânına göre birer roman vazifesi gördükleri kabul edilebilir. Bu konuda Boratav da aynı görüştedir:

“… birçok edebi nevilerin imtizacı halinde karşımıza çıkan bu orijinal nevide en mühem karakter olarak roman karakterini buluyoruz. Zira, destan, masal, şiir ve müzik, halk hikâyelerine, onları nihayet harece bünyeleri bakımından karakterlendiren unsurlar veriyorlar. Fakat sosyal fonction’u itibariyle halk hikâyeleri romana tekabül ediyor ve bu bakımdan destanın yerini almış bulunuyor.”[30]

İşte, Şah İsmail hikâyesinide romana yaklaştıran en büyük unsur bu sosyal fonksiyonudur.

Öte yandan, ilk romancılarımızın roman türünü denemeye başlarken bir yandan Batıdaki örneklerini tercüme ederek öte yandan da halk hikâyelerini, meddah hikâyelerini ve Karagöz oyunlarını malzeme olarak kullandıklarını biliyoruz. Ayrıca romancılar sadece bunları malzeme olarak kullanmakla kalmamış, gerek Osmanlı Türkçesi ve gerekse Latin harfleriyle yapılan basımlarda bu hikâyeleri romanlaştırma yoluna gitmişlerdir. Bu da bu hikâyelerin romana yakın bir tür olduklarını gösterir.

Yine, romanların ve hikâyelerin esas yapısını oluşturan şeyin plot ve story (=öykü:[31] olaylar dizisi)nin olduğunu biliyoruz. Halk hikâyelerinde de bazı bölümlerde ne kadar olağanüstü bir durum arzetseler de bu story mevcuttur, ancak plot ve story farklı değil aynıdır yani gerçek yaşamdaki sıraya uygun bir durumdadır. Hikâyeyi romanlaştırmak isteyenler de bu duruma müdahale etmemişlerdir.

Bu hikâyeyi roman türünden ayıran unsurların başında ise içerdiği olağanüstü durum ve kişilerle, masal motifleri gelir. Kahraman olağanüstü bir güce sahiptir, olağanüstü bir varlık olarak dev hikâyede yer alır, derviş olağanüstü bir güce sahiptir v.s. gibi. Ancak post modern roman türünde de bu tür öğelerin yer almaya başlaması dikkat çekicidir.

 

MOTİFLER

Motifler bir hikâyede işlevler gibi hikâyenin esas yapısını oluşturan unsurların başında gelir. Bu bölümde, Şah İsmail hikâyesinde yer alan önemli motifler belirtilerek bu motiflerin kaynağı ve bulunabildiği kadarıyla diğer halk hikâyelerindeki durumu incelenecektir.

Giriş bölümünde bir padişah tasvir edilir. Bu padişahın saltanatı yerindedir ancak mutluluğu tam değildir. Aslında padişah motifi halk hikâyelerimizde herhangi bir nedenle çokça yer alır. “Bizim aşık edebiyatımızın bir kolu olan halk hikâyelerimizde toplumun en güçlü kişisine hikâyeyi herhangi bir yerinden bağlamak geleneği öteden beri vardır.”[32]  Saadeti tam olan bir kişi olarak genellikle padişahlar ve zenginler düşünülmüş ancak onların da mutluluğunun tam olmayacağı vurgulanmak istenmiştir. Bu hikâyede padişah ilk başta iyilik yanlısı bir motif olarak ele alınmasına rağmen hikâyenin sonunda saldırgan olarak gösterilmiştir. Bu saldırganlık hem de son haddinde, oğlununun hanımlarına göz diken ve onları alabilmek için onu öldürmeyi göze alan bir baba (padişah) şeklinde tasvir olunmuştur. Bu motifin diğer halk hikâyelerinde yer aldığına dair bir bilgi de yoktur..

Giriş bölümüne bağlı olarak yer alan çocuksuzluk motifi birçok halk hikâyesinin ortak motifidir. Bu motif, hikâyenin gelişimi ya da olayların akışı için çok önemlidir. Ayrıca bu motif, ileride doğacak ve hikâyenin kahramânı olacak çocuğun doğuşunda, eğitiminde ve maceralarındaki olağanüstülüklerde, ileride karşılaşacağı problemleri yenmede, olağanüstü güç göstermeyi anlatmada da yardımcı olacaktır. Genellikle, hikâyelerde padişahların saadetini engelleyen yegane unsur çocuksuzluktur. Zaten çocuksuzluk bir şanssızlık olarak kabul edilmiştir. Halk hikâyelerinden Mahmut ile Elif, Derdiyok ile Zülfüsiyah, Şahmeran ve Tahir ile Zühre hikâyelerinde de bu motif yer alır. Bu motifin diğer milletlerdeki durumu ise Motif-Index’te T.591.2 numarasıyla yer alır.[33]

Bundan sonra, çocuğu olmayan padişah’ın saadetine yol açacak, derdine derman bulmaya vesile olacak bir seyahat hikâyede yer alır. Bu seyahat motifi, sadece çocuğu olmayan padişahın arayışa çıkmasında değil, hikâyenin daha sonraki bölümlerinde de, mesela aşığın sevgilisini aramaya çıkmasında yer alır. Arayış için seyahat ideal olarak gösterilir. Bu da seyahatlerin kişilere bir bilgi ve tecrübe kazandıracağı, dertlerine derman olacağı inancının bir göstergesi olarak ele alınabilir.

Hikâyenin asıl kahramânı olacak çocuğun doğmuna vesile olacak bir elmayı veren bi derviş motifi ayrı bir önem arzeder. Türk edebiyatında derviş keramet sahibi kişi olarak ele alındığı ve çoğu zamân da Hızır ile bir kabul edildiği için, olağanüstü bir durumla gerçekleşmesi gereken olaylar da bu kişiye bağlanır. “Edebiyatımızda bu tiple ilgili rivayet ve değerlendirmeler Türk ve İslâm coğrafyası içinde gelişerek bir kült niteliği almıştır.” “Halk gelenek ve inancı Hızır, Pir ve Dervişi sıfat ve davranışları ile birleştiriyor, veli kabul ediyor.” “… mistik tip de belli bir maksat ve ideal için birçok hikâyede, olayların kaynağında yine değişmez davranışlarla yer almıştır.”[34]  Aslında insanlara yardım eden bir insanüstü varlık bütün dünya literatüründe mevcuttur. Bu konuda Levi-Strauss şöyle der: “Asıl önemli nokta bütün Amerikan mitolojisinde ve diyebilirim ki tüm dünya mitolojisinde yukarıdaki güçlerle aşağıdaki güçler arasında aracılık rolü üstlenen tanrılarla doğaüstü yaratıklara rastlanmasıdır.”[35]  Bu motif, Motif-Index’te  N 844 numarayla gösterilmiştir.[36]

Derviş, padişaha bir çocuğunun olmasına vesile olacak bir elma verir. “Bir zürriyet sembolü olarak elma, Türk masal ve hikâyelerinde sık sık karşımıza çıkmaktadır. Aslında bu motif bütün milletlerde görülmekte ve en eski örneğihi de Tevrat’ta görmekteyiz. Tevrat’taki Rachel kıssasında sözü edilen ‘Düdaim=Aşk elmaları’ bu mucizevi elmanın ilk yazılı örneğini teşkil etmektedir.”[37]  Türk halk hikâyelerinin çoğunda da böyle çocuksuz kişilere özledikleri çocuğun doğmasına vesile olan şeylerden birisi böyle derviş eliyle verilen elmadır. Ayrıca bu elma sadece padişahın mutluluğuna değil, ahırdaki mahir kısrağın da mutluluğuna vesile olur. Elmanın bu şekilde yenilerek çocuğun olması Motif-Index’te T 511.1.1 numarayla verilmiştir.[38]

Zamânı gelince doğan çocuğun eğitimi de doğuşu gibi olağanüstü bir durum arzeder. Şah İsmail, diğer çocuklar gibi normal bir eğitim sürecinden geçmez. Yer altında bir mahzende eğitimi Hoca Danyal tarafından tamalanır. Aslında bu yera altında mahzen (ya da kuyu) motifi Danyal (a.s.) ile bağlantılıdır. Çünkü, Şah İsmail’i eğiten ve edebiyatımızda hikmet ve ilim sembolü olarak bilinen Danyal (a.s.)’ın kuyu ile yakından bir ilgisi vardır. M. Asım Köksal, Danyal (a.s.)’ın bir peygamber olduğu ve Süleyman b. Davud’un soyundan geldiği hakkında bilgi vererek bütün hayatını detaylı bir şekilde anlatır.[39]  Burada kuyu önemli yer tutar. “Hayatı Bâbil’de geçen Hz. Danyal’ın yine orada bir kuyusu vardır. Rivâyete göre bu kuyuya Hz. Adem hikmet sırlarını saklamış ve o hikmeti oradan Hz. Danyâl çıkarmıştır.”[40]

İsimsizlik motifi ve bu motife bağlı olarak doğan çocuğa ve taya isim konulması motifi de yaygındır. Çocuğun ismini, doğumuna vesile olan derviş koyar. Tay’ın ismini de yine kendisi koyar. Bilindiği gibi, ismin bir kutsal kişi tarafından konulması Türklerde eskiden beri süren bir gelenektir. Dede Korkut da böyle isim verme vazifesini yerine getirir, Boğaç Han hikâyesinde Boğaç Han’ın ismini Dede Korkut koyar. “İsim verme motifi Türklerde epik dönemden beri önemli bir gelenektir.”[41]  İsimsizlik motifinin Motif-Index’teki numarası Z 252’dir.[42]

Av, avcı ve ceylan motifleri birbiri ile ilgili motiflerdir. Ceylanı sevgili olarak, avcıyı da aşık olarak almak edebiyatımızda bir gelenektir. Birçok hikâyede özellikle masalda padişahın ava çıkması, avda bir ceylan görerek onun peşinden gitmesi ve ceylanın bir mağaraya girerek orada bir peri kızına dönüşmesi motifi yer alır.

Yine, çeşme başı, halk hikâyelerinde ve diğer edebi türlerde derviş, Hızır, Peri gibi, insanlara bağışta bulunan varlıkların bulunduğu bir mekan olarak tasavvur edilir. Derviş, padişaha elmayı bir çeşme başında vermişti. Şah İsmail kırklar elinden badeyi yine bir çeşmede nuş eyler, Gülizar’ı ararken yine bir çeşme başına gelir. Ayrıca bir akan suyun kenarı da çeşme kadar önemlidir. Ceylan genellikle bir suyun kenarında otlar ve ayvı da onu orada avlar.

Kahramânın rüyasında kırklar elinden ya da Hızır’ın elinden bade içmesi, aynı gecede kahramânın sevgilisinin di aynı badeden içmesi, bunların birbirine aşık olmaları, bu aşk sonucunda aşığın şairlik yeteneği kazanarak sevgilisini aramaya çıkması birbirine bağlı ve edebiyatımızda bolca yer alan motiflerdir. “… genç kızla genç erkeğin birbirlerine rüyada aşık olmaları motifi Hindistan’da, İran’da ve Yunanistan’da rastladığımız çok eski motiftir. Rüya motifi ile aşk kadehi motifinin birleşmesi Türk halk edebiyatında olmuştur. Bu rüyadan sonra şairlik kudretini kazanma motifi de Türk halk hikâyelerine mahsustur.”[43]  Bu motif ayrıca Derdiyok ile Zülfüsiyah ve Billur Köşk hikâyelerinde de vardır.

Tarak, Şah İsmail ile Gülizar arasındaki bağı gösteren bir motiftir. Hikâyelerde genellikle iki sevgilinin birbirine “bergüzar” olarak bir nesne vermeleri yer alır. Bu nesne tarak, yüzük veya mendil gibi şeylerdir ve genellikle ayrılan iki sevgilinin ileride birbirlerini tanıtacak nesne de bunlardır.

Aşk hastalığı, Şah İsmail’in Gülizar’dan ayrılmasıyla başlar. Sevgilisinden ayrı düşen aşık hastadır. Ancak derdini kimseye de anlatmaz. Bu durum Dîvân edebiyatında da çokça işlenir. Aşkını gizlemek, kahramânın önemli bir özelliğidir.

Hikâyede en çok masal motiflerinin ve öğelerinin yer aldığı kısım, kahramânın sevgilisini aramak için yola çıkmasıyla başlayan ve onu bulmasıyla biten kısmında yer alır. Şah İsma’il bu epizotta, birçok denemelerden geçer, birçok maceraya atılır, hepsinde de olağanüstü gücü sayesinde galip gelir. “Halk kitapları kahramânları önce işaret edildiği gibi muhtelif mücadelelere girişmek ve maceralar geçirmek mecburiyetindedir. Şah İsmail de dildanesini arama yolculuğunda müşkülata uğrar ve ancak fevkalbeşer kuvveti sayesinde daima galib gelir.”[44]

Talihinin ya da kaderinin Şah İsmail’e ikinci bir sevgili vermesi, Şah İsmail’in Gülizar’a olan aşkını ispat içindir. Bu ikinci sevgili Gülperi’dir ancak yine de o, Gülizar’ı aramaktan vaz geçmez.

Masallarda en çok yer alan bir motif de dev motifidir. Gülperi’nin kardeşleri normal birisiyle değil de bir devle dövüşürler. Hikâyelerde devler genellikle güçlü kuvvetli olmanın yanından zeka yönünden eksikliği temsil ederler. Kuvvetleri çok olmasına rağmen kafaları fazla iyi çalışmadığı için devamlı insan gücü karşısında yenik düşerler. Bu hikâyede Şah İsmail onları bilek gücüyle yener.

Arap Özengi belli bir kişiliği temsil etmesine rağmen niçin Arap kıyafetine giridiği belli değildir. Ancak, bu motifi Meddah, ortaoyunu ve Karagöz oyunlarıyla ilgili olarak düşünebiliriz. Gerek Meddah, gerek ortaoyunu ve gerekse Karagöz  gibi geleneksel Türk oyunlarında kadınlar rol almadıkları için bir erkek yüzünü boyayıp Arap kıyafetine girerek  kadın rolü üstlendiğini biliyoruz. Metin And, “ak-kara” öğesi olarak ele aldığı bu motifteki Arap için “Anadolu seyirlik köylü oyunlarının çoğunda Arap önemli kişilerden biridir”[45]  diyerek bu konuyu derinlemesine inceler.

Sevgilinin başkasıyla evlenmesi motifi de halk hikâyelerinde çok yaygın bir motiftir. Şah İsmail de Gülizar’ı, başka birisiyle evlendirilirken bulur, düğünün son gününde yetişerek sevgilisini kurtarır. “Dede Korkut, Alpalmış, Aşık Garip gibi pek çok hikâyede gördüğümüz geleneksel motifle karşılaşmaktayız. ‘Sevgilinin bir başkasıyla evlendirilmek istenmesi’ ve ‘düğünün son gününe yetişmesi’ motifleri sadece bizde değil “Odise’nin Dönüşü ve Binbir Gece Masallarında olduğu gibi başka milletlerde de rastlanan tanınmış bir motifler zinciridir.”[46]

Çiftçi, hikâyede normal olarak görünen şahsiyetlerden birisidir. Burada babasına Şah İsmail’in döndüğünü haber veren çiftçi şahsiyeti, daha sonra da Şah İsmail’in gözleri açıldıktan sonra onu evlat olarak alacak şahsiyetiyle karşımıza çıkar. İyiliksever bir kişiyi temsil eder.

Remil ile olaylara yön verme hikâyede iki yerde karşımıza çıkar. Remil’in sonucuna göre davranmak kişinin iyiliğine olduğu vurgulanır. “Rivayete göre remil ilmi, Hz. Adem’den itibaren İdris Peygamber vasıtasıyla Danyal Peygambere bildirilmiştir.”[47]

Padişah’ın oğlunu öldürterek beraberinde getirdiği kızları almak istemesi en ilginç motiflerden biridir. Bu fikrin padişaha eşi tarafından verilmesi ise ayrı bir ilginçliktir. Burada oğlunun saadetini kıskanma söz konusu olabileceği gibi, ileride oğlunun saltanatını ele geçirme ihtimali de söz konusudur. Ancak hikâyenin metninde buna dair bir fikir verilmemiştir.

Mühür motifi gerek Dîvân edebiyatında ve gerekse halk edebiyatında Hz. Süleyman ile ilgilidir onun yüzüğüne verilen addır. Bu mühürün tılsımlı olduğuna ve Hz. Süleyman’ın bununla bütün yaratıklara hükmettiğine inanılır.

Satranç, tavla gibi yarışmalar hikâyelerde ve masallarda çokça yer alan motiflerdendir.

Şah İsmail’in kuvvetinin sembolü yayının kirişidir. “Halk kitaplarının hemen hemen bütün kahramânları fevkalbeşer güç ve kuvvete sahiptirler. Ekseriya dervişin delâletiyle nasıl mucizevi şekilde doğmuşlarsa, bazan doğumdan yahut derviş tarafından isimlendirilmelerinden sonra onlara güç, kuvvet veren ve kendilerini sıkıntı ve zorluklardan kurtaran tılsıma sahip olurlar.” “Şah İsmail’in tılsımı, Kamer Tay ve yay’dır ve bütün kuvveti yayın kirişindedir.” Böyle, kahramânın gücünün bir şeylerde gizli olması birçok halk hikâyesinde yer alır.

Kahramânın gözlerine mil çekilmesi ve dağa atılması ayrı bir durum arzeder. Ancak hikâyede gözlerine mil çekilmesi ile gözlerinin oyulması birbirine karıştırılır. Mil çekildiği belirtilirken, ayrıca sağ gözünün sol cebine, sol gözünün de sağ cebine konulması isteği de yer alır.

Hayvanların dilinden anlama yini Hz. Süleyman ile ilgili bir motiftir. Şah İsmail kuş dili bildiği için güvercinlerin tüyünü gözlerine sürer ve gözleri açılır. Güvercinler hikâyelerde birçok yardımlarda kullanılarak karşımıza çıkarlar. Güvercinlerin diğer milletlerdeki kullanımı Motif-Index’te B 457.2 numarasıyla verilmiştir.[48]

Şah İsmail hikâyesindeki motiflerin çoğu yukarıda da belirtildiği gibi diğer halk hikâyelerinin motifleriyle ortaktır. Bunlardan bazıları hem halk hikâyesi hem de masal motifidir.

Türk halk edebiyatında ya da genel olarak Türk edebiyatında bu motiflerin toplu bir listesi ya da kataloğu şimdiye kadar hazırlanmadığı için bunların bir karşılaştırması yapılamadı. Ancak bazılarının Motif-Index’teki numaralarını verildi.

ŞEKİL

 Nesir ve Nazım

Kendi türüne has bir şekilde oluşturulan halk hikâyelerinde daha önce de belirtildiği gibi nazım ve nesir karışıktır. Hikâyelerin olaylar dizisini nesir kısmı verir.  Nazım kısmı ise duyguların aktarılmasında ve anlatılmasında kullanılır.

Hikâyenin nazım kısımlarında yer alan koşma türü şiirler kimi zamân hece vezninin kalıplarına uygun dizelerle, kimi zamân da bozuk dizelerle oluşturulmuş.  Genellikle 8’li (4+4 veya 5+3) ve 11’li (6+5 veya 4+4+3) kalıplarıyla oluşturulan dizelerde bazen eksik ya da fazla hece bulunmaktadır. Karşılıklı söylenen şiirlerdeki hece sayıları aynı. Bu şiirlerde yer alan eksik ya da fazlalıkları bir hece  eksik ya da fazla ise düzeltmedim. Çünkü saz eşliğinde okunan bu şiirlerin dizelerinde bir hece uzun ya da kısa okunabiliyor. Ancak daha büyük yanlışlıkları basım hatası kabul ederek düzetmeye çalıştım. Bu düzetmeleri diğer nüshalardan aldım ve dipnotlarla belirttim.

Nazım kısmında yer alan şiirlerin kafiye şeması ise şöyle: 1.xaxa, bbba. 2.baba, ccxa. 3.xaaa, bbba, ccca. 4.xaxa, bbba, (6.ccca), ddda 5.xaxa, bbba, ccca, ddda. 7.banban, cccan, dddan, eeean. 8.banban, cccan, dddan, eeean, fffan. 9.baba, ccca, ddda, eeea. 10.xaxa, bbba, caca, ddda. 11.banban, cccan, dddan. 12.bbba, ccca, ddda, eeea. 13. banban, cccan, dddan, eeean. 14. xanaan, bbban, cccan, dddan. 15.xanxan, bbban, cccan, dddan. 16.xanxan, bbban, cccan, dddan. 17.banban, ccca, dddan, eeea. 18.xaxa, bbba, cccan, dddan. 19.xaxa, bbba, ccca. 20.baban, ccca, dddan. 21.banban, cccan, dddan, eeean. 22.banban, xccan, dddan, eeean. 23.banban, cccan, dddan, eee. 24.baba, ccca, ddda, eeea. 25.bbba, ccca, ddda, eeea. 26.aaxa, bbba, ccca. 27.aaxa, bbba, ccca.

Osmanlıca nüshalarda nazım kısımlarındaki şiirlerde kıtalar birbirinden ayrılmamış, ancak şiirler bir bütün olarak karşılıklı beyitlerle verilmiştir. Nakaratlı şiirler bize bu şiirlerin beyitler halinde değil de kıtalar halinde bölünmesi gerektiğini göstermektedirler.

 









































SÖZLÜK

âb:  su

aduv:   düşman

alt et-:   yenmek, galip gelmek.

âyine-i devrân:   felek, baht.

bac:   yol geçiş ücreti.

bakce:   bahçe

bargir:   beygir, at.

batman:   eski ağırlık ölçülerinden olup 8 kilo kadardır.

belgüzâr (bergüzâr):   hatıra, armağan.

cem ol-:   toplanmak

cevâhir:   mücevherler

der-akab:   hemen, derhal, akabinde.

derûn:   iç, iç taraf.

dervîş:   maneviyatla gönlü zengin olan kişi. Edebiyatımızda genellikle başı sıkışanlara yardım eden kişi olarak ele alınır ve çoğu zaman Hızır ile bir kabul edilir.

dervîşân:   dervişler

dîvân-hâne:   avlu, salon.

dolup boşal-:   çok gün geçirmek, tecrübe sahibi olmak, çok şeyle kaşılaşmış olmak.

elvâh elvân:   renk renk

endâm âyinesi:   boy aynası.

ferde:   an

Frengî:   Avrupalı

gark ol-:   batmak, dalmak.

gergef işle-:   nakış işlemek.

gülşen:   gül bahçesi.

Habeşî: Habeşistanlı

hatem:   mühür

hezârân:   sakın!

Hızır (Hızr):   âb-ı hayat suyunu içip ölümsüzlüğe kavuşan kişi.

inâm:   iyilik etmek, bahşiş vermek.

Kandehâr:   Afganistan’ın orta-güney kesimindeki kent.

Kırklar:    dünyayı idare eden kırk Hak erenleri.

koçu (koşı):   oda gibi her tarafı pencereli eski bir nevi araba.

konak vir-:   misafir olarak ağırlanmak.

küheylâh:   cins Arap atı.

mahsen (mahzen):   yer altı, yer altında yapılmış oda.

melîl melîl:   üzgün, kederli olarak.

mihmân:   konuk, misafir.

minvâl:   usul, durum, yol.

musahibet (musahebe):   sohbet

mühlet:   vakit

nerdübân:   merdiven

nigâh:   bakış

nikâb:   maske

nûş eyle-:   içmek

pervâ:   korku, çekinme.

pûse (bûse):   öpücük

remil (reml):   kum falı, bir takım nokta ve çizgilerle fala bakma oyunu.

ricâl-i kibâr:   ileri gelen kişiler, devleti yönetenler.

ser-firâz:   gurur kaynağı.

serencâm:   başa gelen, baştan geçen ibretli hadise.

seyis:   atın bakımıyla ilgilenen kişi.

sır:   rüya (metinde).

sîne-sâf ol-:   sarılıp kucaklaşmak.

siyasetgâh:   siyaseten vakı olan icraat-ı hükümetin mahal-i ikaı.

sükker:   şeker

şikâr:   av, avlanan.

taın it-:   hoş görmemek, kötülemek.

tıfl:   çocuk

tûtı:   papağan kuşu.

Üçler:   Kutup ve imâmeyn’den oluşan üç Hak erenleri. Erenlerin en uluları olarak bilinirler.

vâkıa:   rüya (metinde).

yalman:   kılıc ve kama gibi kesici aletlerin ucu.

Yediler: dünyanın manevi idaresini üstlenen Hak erenleri. Kırklardan önce, Üçler’den sonra gelirler.

zer-nişân:   altın işlemeli, altın süslemeli.

zer:   altın

Zülfikâr:   Yarısından itibaren ucu çatallaşan bir çeşit kılıç.

ÇALIŞMAYA AİT BİBLİYOGRAFYA

And, Metin. Geleneksel Türk tiyatrosu: Köylü ve halk tiyatrosu gelenekleri. İstanbul: İnkılâp Kitabevi, 1985.

Birdoğan, Nijat. “Halk hikâyelerinde hükümdar motifi,” Türk Folklor Araştırmaları 8, s.166 (1963): 3068-3069.

Boratav, Pertev Naili. Halk hikâyeleri ve halk hikâyeciliği. İstanbul: Adam Yayınları, 1988.

Firdevs, Ebu’l-Kâsım. Şah İsmâîl: Şarkın eski masallarından. İstanbul: Cemiyet Kütübhânesi, Hikmet Matbaa-ı İslâmiyesi, 1332 [1916].

Fischer, Hans-August. Schah Ismajil und Gülüzar: Ein Türkischen volks-roman. 26. band. Leipzig: Mayer & Müller G.m.b.H., 1929.

Güney, Rezzan. Şah İsmail. İstanbul: Yeditepe Yayınları, 1960.

Hikâye-i Şâh İsmâ’îl ile Gül’izâr, (İstanbul: Tophâne-i Amire Matbaası, 1271 [1885]), 40s.

İstanbul Maarif Kitaphanesi. Şah İsmail. İstanbul: İstanbul Maarif Kitaphanesi, 1943.

İstanbul Maarif Kitaphanesi. Tam Şah İsmail. İstanbul: İstanbul Maarif Kitaphanesi ve Matbaası, 1975.

Korgunal, Muharrem Zeki. Şah İsmail. İstanbul: Emniyet Matbaası, 1940.

Korok, Dâniş Remzi. Şah İsmail. İstanbul: Türk Neşriyat Yurdu, 1937.

Köksal, M. Asım. Peygamberler tarihi. 2.bs. c.I-II. Ankara: Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları, 1992.

Levi-Strauss, Claude. Mit ve anlam. çev. Şen Süer, Selahattin Erkanlı. bsk. haz. Hilmi Yavuz. İstanbul: Alan Yayıncılık, 1986.

Menâkıb-ı Şâh İsmâ’îl ve Gül’izâr, 43 s. (Kenarında “Hikâye-i Derdiyok ile Zülfisiyah Kıssası”).

Moran, Berna. Edebiyat kuramları ve eleştiri. Gen. 8. bs. İstanbul: Cem Yayınevi, 1991.

Moran, Berna. Türk romanına eleştirel bir bakış. 4.bs. c.1: Ahmet Mithat’tan Ahmet Hamdi Tanpınar’a. İstanbul: İletişim Yayınları, 1991.

Öztürk, Ali. “Anonim hikâyelerimizde mistik tip,” Milli Kültür. s.82 (1991): 56-57

Pepeyi, Halûk Nihat. Türk destanına giriş. İstanbul: Ülkü Kitaphanesi,1934.

Propp, Viladimir. Masalın biçimbilimi. çev. Mehmet Rifat, Sema Rifat. İstanbul B/F/S Yayınları, 1985.

Radloff, W. “Şah Isma’il,” Proben der volkslitteratur der Türkischen stämme. VIII. theil. Leipzig: Zentral-Antiquariat, 1965.

Sav, Ergun. “Şah İsmail,” Halk Hikâyeleri. İstanbul: İş Bankası Kültür Yayınları, 1974.

Spies, Otto. Türk halk kitapları: Mukayeseli masal bilgisine bir ilâve. çev. Behçet Gönül. İstanbul: Eminönü Halkevi Neşriyatı, 1949.

Şâh İsmâ’îl hikâyesi. 1328 [1912]. 40 s. (resimli,  kenarında “Derdiyok ile Zülfüsiyah hikâyesi”).

Şâh İsmâ’îl ile Gülizar Hanım. 1306 [1889]. 32 s. (ortada “Dîvân-ı Aşık Ömer).

Şâh İsmâ’îl ve Gül’izâr Hanım, (İstanbul: Ali Raif Efendi Matbaası, 1325 [1909]), 32s. (Ortada”Dîvân-ı ‘Aşık ‘Ömer”).

Thompson, Stith. Motif Index of folk literature. v.6 (Index), 3rd Pr. Bloomington: Indiana University Press, 1975.

Türkmen, Fikret. “Tahir ile Zühre hikâyesinin Anadolu ve Özbek varyantları,” TDYA, Belleten 1986. Ankara: Türk Tarih Kurumu Basım Evi, 1988.

Yurdatap, Selâmi Münir. Şah İsmail hikâyesi: Resimli halk hikâyesi. İstanbul: Balçık Kitabevi, 1960.

ŞAH İSMAİL HİKAYESİ GENEL BİBLİYOGRAFYASI

Firdevs, Ebu’l-Kâsım. Şah İsmâîl: Şarkın eski masallarından. İstanbul: Cemiyet Kütübhânesi, Hikmet Mattaa-ı İslâmiyesi, 1332 [1916].

Fischer, Hans-August. Schah Ismajil und Gülüzar: Ein Türkischen volks-roman. 26. band. Leipzig: Mayer & Müller G.m.b.H., 1929.

Güney, Rezzan. Şah İsmail. İstanbul: Yeditepe Yayınları, 1960.

Hikâye-i Şâh İsmâ’îl ile Gül’izâr. İstanbul: Tophâne-i Amire Matbaası, 1271 [1885], 40s.

İstanbul Maarif Kitaphanesi. Şah İsmail. İstanbul: İstanbul Maarif Kitaphanesi, 1943.

İstanbul Maarif Kitaphanesi. Şah İsmail. İstanbul: Tan Basımevi, 1943.

İstanbul Maarif Kitaphanesi. Tam Şah İsmail. İstanbul: Anadolu Matbaası, 1955, 1956.

İstanbul Maarif Kitaphanesi. Tam Şah İsmail. İstanbul: İstanbul Maarif Kitaphanesi ve Matbaası, 1975.

Korgunal, Muharrem Zeki. Şah İsmail hikâyesi. İstanbul: Bozkurt Kitabevi, 1958.

Korgunal, Muharrem Zeki. Şah İsmail hikâyesi. İstanbul: Ercan Matbaası, 1958.

Korgunal, Muharrem Zeki. Şah İsmail. İstanbul: Bozkurt Matbaası, 1934.

Korgunal, Muharrem Zeki. Şah İsmail. İstanbul: Emniyet Matbaası, 1940.

Korgunal, Muharrem Zeki. Şah İsmail. İstanbul: Kurtuluş Basımevi, 1931.

Korgunal, Muharrem Zeki. Şah İsmailoğlu. İstanbul: Korgunal Basımevi, 1936.

Korok, Dâniş Remzi. Şah İsmail. İstanbul: Sühulet Basımevi, 1937.

Korok, Dâniş Remzi. Şah İsmail. İstanbul: Türk Neşriyat Yurdu, 1937.

Menâkıb-ı Şâh İsmâ’îl ve Gül’izâr. 43 s. (Kenarında “Hikâye-i Derdiyok ile Zülfisiyah Kıssası”).

Menâkıb-ı Şâh İsmâ’îl ve Gül’izâr.1293 [1876]. 40 s. (Resimli,  kenarında “Derdiyok ile Zülfüsiyah hikâyesi”).

Menâkıb-ı Şâh İsmâ’îl ve Gülizâr. 40 s. (resimli,  kenarında “Derdiyok ile Zülfüsiyah hikâyesi”).

Meşhûr Şâh İsmâ’îl hikâyesi. 1342 [1926]. 40 s. (resimli,  kenarında “Derdiyok ile Zülfüsiyah hikâyesi”).

Özzorluoğlu, S. Tevfik. Şah İsmail. İstanbul: Kenan Basımevi, 1931, 1938, 1943, 1947.

Özzorluoğlu, S. Tevfik. Şah İsmail. İstanbul: Kenan Basımevi, 1940.

Pepeyi, Halûk Nihat. Türk destanına giriş. İstanbul: Ülkü Kitaphanesi,1934.

Radloff, W. “Şah Isma’il,” Proben der volkslitteratur der Türkischen stämme. VIII. theil. Leipzig: Zentral-Antiquariat, 1965.

Resimli Şâh İsmâ’îl hikâyesi. İstanbul: Ahmed Kamil Matbaası, 1337 [1921]. 39 s. (resimli).

Sav, Ergun. “Şah İsmail,” Halk Hikâyeleri. İstanbul: İş Bankası Kültür Yayınları, 1974.

Şâh İsmâ’îl hikâyesi. 1328 [1912]. 40 s. (resimli,  kenarında “Derdiyok ile Zülfüsiyah hikâyesi”).

Şâh İsmâ’îl ile Gülizar Hanım. 1306 [1889]. 32 s. (ortada “Dîvân-ı Aşık Ömer).

Şâh İsmâ’îl ile Gülizâr Hanım hikâyesi. İstanbul, 1303 [1886], 48 s. (ortada “Dîvân-ı Aşık Ömer”).

Şâh İsmâ’îl ile Gülizâr Hanım hikâyesi. İstanbul: 1308 [1891], 32 s. (ortada “Dîvân-ı Aşık Ömer”).

Şâh İsmâ’îl ile Gülizâr. İstanbul: 1292[1875]. 80 s. (ortada “Dîvân-ı Aşık Ömer”, ve kenarın devamında “Derdiyok ile Zülfüsiyah hikâyesi”).

Şâh İsmâ’îl ve Gül’izâr Hanım, (İstanbul: Ali Raif Efendi Matbaası, 1325 [1909]), 32s. (Ortada”Dîvân-ı ‘Aşık ‘Ömer”).

 Şâh İsmâ’îl ve Gül’izâr Hanım. İstanbul: Ali Raif Efendi Matbaası, 1325 [1909], 32 s. (Ortada”Dîvân-ı ‘Aşık ‘Ömer”).

Şâh İsmâîl.1301 [1884]. 40 s. (resimli, kenarında “Derdiyok ile Zülfüsiyah hikâyesi”).

Yurdatap, Selâmi Münir. Şah İsmail hikâyesi. İstanbul: Bozkurt Basımevi, 1936.

Yurdatap, Selâmi Münir. Şah İsmail hikâyesi: Resimli halk hikâyesi. İstanbul: Balçık Kitabevi, 1960.

Yurdatap, Selâmi Münir. Şah İsmail: Resimli halk hikâyesi. İstanbul: Çınar Matbaası, Halk Kitapçılık Koll. Şti, 1967, 1969.

NOTLAR

               [1]Menâkıb-ı Şâh İsmâ’îl ve Gül’izâr, 43 s. (Kenarında “Hikâye-i Derdiyok ile Zülfisiyah Kıssası”).

               [2]Hikâye-i Şâh İsmâ’îl ile Gül’izâr, (İstanbul: Tophâne-i Amire Matbaası, 1271 [1885]), 40s.

[3]Ebu’l-Kâsım Firdevs, Şâh İsmâ’îl: Şarkın eski masallarından (İstanbul: Hikmet, Matba’a-ı İslâmiyesi, 1332 [1916]), 64s.

               [4]Şâh İsmâ’îl Hikâyesi, (İstanbul: 1328 [1912]), 40s. (Kenarında “Derdiyok ile Zülfisiyah hikâyesi”)

[5]Şâh İsmâ’îl ve Gül’izâr Hanım, ((İstanbul): 1306 [1889]), 32s. (Ortada “Dîvân-ı ‘Aşık ‘Ömer”).

[6]Şâh İsmâ’îl ve Gül’izâr Hanım, (İstanbul: Ali Raif Efendi Matbaası, 1325 [1909]), 32s. (Ortada”Dîvân-ı ‘Aşık ‘Ömer”).

[7]Muharrem Zeki Korgunal, Şah İsmail (İstanbul: Emniyet Matbaası, 1940).

[8]Dâniş Remzi Korok, Şah İsmail (İstanbul: Türk Neşriyat Yurdu, 1937).

[9]Selâmi Münir Yurdatap, Şah İsmail hikâyesi: Resimli halk hikâyesi (İstanbul: Balçık Kitabevi, 1960).

[10]Yurdatap, a.g.e,. 4.

[11]Ergun Sav, “Şah İsmail,” Halk hikâyeleri (İstanbul: İş Bankası Kültür Yayınları, 1974), (Folklör Dizisi:1).

[12]İstanbul Maarif Kitaphanesi, Şah İsmail (İstanbul Maarif Kitaphanesi, 1943), (Halk Kitapları Serisi, A:Saz Şairleri Hikâyeleri).

[13]İstanbul Maarif Kitaphanesi, Tam Şah İsmail (İstanbul Maarif Kitaphanesi ve Matbaası, 1975).

[14]Rezzan Güney, Şah İsmail (İstanbul: Yeditepe Yayınları, 1961) (Yeditepe Halk Klasikleri:1).

[15]Halûk Nihat (Pepeyi), Türk destanına giriş (İstanbul: Ülkü Kitaphanesi, 1975).

[16]Pepeyi, a.g.e,. 5.

[17]Pertev Naili Boratav, Halk hikâyeleri ve halk hikâyeciliği (İstanbul: Adam Yayınları, 1988), 161-162.

[18]Hans-August Fischer, Schah Ismajıl und Gülüzar: Ein türkischer volks-roman, 26. band (Leipzig: Mayer & Müller G.m.b.H., 1929).

[19]W. Radloff, “Şah Isma’il” Proben der Volksliteratur der Türkischen stämme, VIII. Theil (Leipzig: Zentral-Antiquariat, 1965), 27-57.

[20]Boratav, a.g.e,. 34.

[21]Boratav, a.g.e,. 52.

[22]Boratav, a.g.e,. 92.

[23]Daha geniş bilgi için, O. Spies’in Türk halk kitapları: Mukayeseli masal bilgisine bir ilave, çev. Behçet Gönül (İstanbul: Eminönü Halkevi Neşriyatı, 1949), 14-20. incelemesine bakılabilir.

[24]Berna Moran, Türk romanına eleştirel bir bakış, 4.bs. c.1:Ahmet Mithat’tan Ahmet Hamdi Tanpınar’a. (İstanbul:İletişim Yayınları, 1991), 24-25.

[25]Pepeyi, a.g.e,. 4.

[26]Boratav, a.g.e,. 153.

[27]Pepeyi, a.g.e,. 5-6.

[28]Boratav, a.g.e,. 68-69.

[29]Viladimir Propp, Masalın biçimbilimi, çev. Mehmet Rifat, Sema Rifat (İstanbul: B/F/S Yayınları, 1985), 96.

[30]Boratav, a.g.e,. 75.

[31]B. Moran, “story” kelimesini “öykü” kelimesiyle karşılar. Burada, bir edebi tür olan öykü ile karışacağı için böyle bir yola başvuruldu. (bkz. Berna Moran, Edebiyat kuramları ve eleştiri, Gen. 8.bs. (İstanbul: Cem Yayınevi, 1991), 166.

[32]Nejat Birdoğan, “Halk hikâyelerinde hükümdar motifi,” Türk folklor araştırmaları 8, s.166 (1963): 3068.

[33]Stith Thompson, Motif-index of folk literature, 3rd pr. V.6 (Index), (Bloomington: Indiana University Press, 1975), 136.

[34]Ali Öztürk, “Anonim hikâyelerimizde mistik tip,” Milli kültür, s.82 (1991): 56-57.

[35]Claude Levi-Strauss, Mit ve anlam. çev. Şen Süer, Selahattin Erkanlı, bsk. haz. Hilmi Yavuz (İstanbul: Alan Yayıncılık, 1986), 43.

[36]Thompson, a.g.e,. 205.

[37]Fikret Türkmen, “Tahir ile Zühre hikâyesinin Anadolu ve Özbek varyantları,”  TDAY Belleten 1986  (Ankara: Türk Tarih Kurumu Basım Evi, 1988), 85.

[38]Thompson, a.g.e,. 29.

[39]M. Asım Köksal, Peygamberler tarihi, 2.bs. c. I-II (Ankara: Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları: 1992), 269.

[40]İskender Pala, Ansiklopedik Dîvân şiiri sözlüğü, 2. bs. c.I-II (Ankara: Akçağ Yayınları,-), 120.

[41]Türkmen, a.g.m., 84.

[42]Thompson, a.g.e,. 535.

[43]Boratav, a.g.e,. 40.

[44]Spies, a.g.e,. 36.

[45]Metin And, Geleneksel Türk tiyatrosu: Köylü ve halk tiyatrosu gelenekleri  (İstanbul: İnkılâp Kitabevi, 1985), 66.

[46]Türkmen, a.g.m., 86.

[47]Pala, a.g.e,. 409.

[48]Thompson, a.g.e,. 584.

[49]Fischer, a.g.e,. 2.

[50]Fischer, a.g.e,. 2.

49Fischer, a.g.e,. 2.

[52]Fischer, a.g.e,. 8.

[53]Fischer, a.g.e,. 10.

[54]Fischer, a.g.e,. 12.

[55]Fischer, a.g.e,. 18.

[56]İncelenen metinde, bu şiirin son kıtasında son iki mısra ilk iki mısra ile yer değiştirilmişti; kıta yapısına uygun olarak bunlar düzeltildi.

[57]Bu şiir Fischer’in a.g.e., 26’dan Gülizar’ın söylediği şiirlerin karşılığının eksik kalmaması için aktarıldı. Fischer buruduki 5 ve 6 numaralı şiirleri metindeki 1 ve 2 numaralı şiirlerin yerine koymuştur.

[58]Bu “Aldı Kız” başlığıyla 5 numurada verilen şiirler Fischer, a.g.e,. 22-26’inden buraya aktarıldı. Fischer’in incelemesinde bu şiirler 2 numaralı şiirler olarak verilmiştir.

[59]Bu cümledeki ‘aşkdır’ kelimesi metinde ‘âşıkdır’ şeklinde verilmiştir.

[60]Fisher, a.g.e,.38.

[61]Metinde “Beğ” kelimesinin yerine “Pâdişâh” kelimesi konulmuş. Anlamı yanlış olduğu için böyle düzeltildi.

[62]Fischer, a.g.e,. 46.

[63]Bu mısra nüshada “gönül kimi severse odur güzel dünyada” şeklinde verilmiş. Bu vezni bozduğu için yukarıdaki gibi değiştirildi.

[64]Bu iki mısra Osmanlı Türkçesi basımlardan Hikâye-i Şâh İsmâîl ile Gülizar, 1271[1855]’den alındı.

[65]Fischer a.g.e,60.

[66]Fischer a.g.e,. 64.

[67]Fischer, a.g.e,. 74.

[68]Burada ‘binüp’ kelimesi yerine ‘alup’ kelimesi vardı, değiştirildi.

[69]Fischer, a.g.e,. 120.

[70]Bu söz ‘Arş  ü Rahmân’ şeklinde verilmiş. Diğer metinlerde bu şekilde olduğu için böylece düzeltildi.

[71]Fischer, a.g.e,. 130.

[72]Fischer, a.g.e,. 136.

[73]Fischer, a.g.e,. 144-146.

Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.

Benzer Yazılar

Yorumlar