Şah İsmail İle Gülizar Hikâyesi
(MENAKIB-I ŞAH İSMAİL İLE GÜLİZAR)
Hazırlayan: Erdoğan Kara
Genel olarak Hikayenin Konusu
Acem’de, Kandihar Padişahı denilen bir padişah vardır. Bu padişahın hiç
çocuğu olmaz. Bir gün padişah sabah namazım kıldıktan sonra yerine otururken
çocuğu olmadığı için bir “ah” çeker. Günlerden bir gün padişah derdine derman
bulmak üzere, kılık değiştirerek, veziri ile bir yolculuğa çıkar; bir dervişe
rastlarlar. Derviş bunların meramım anlar, bir elma çıkarıp padişaha verir.
Elmayı ortadan ikiye bölerek Hanım Sultan ile yemesini, kabuklarını da
kısrağına vermesini, bir erkek evladının dünyaya geleceğim, kendisi gelmeyince
çocuğa ad vermemelerini söyler ve ortadan kaybolur. Padişah hemen sarayına
gelir ve Dervişin söylediklerim aynen yapar. Dokuz ay on gün sonra Hanım Sultan
bir erkek çocuk dünyaya getirir. Çocuk büyür, adsız bir bey olur. Padişah
çevresindeki insanların ısrarına rağmen derviş gelmeyince çocuğa ad vermez.
Padişah, Çocuğun tahsil ve terbiyesi için Hoca Danyal adında bir hoca
tutar. Hoca Danyal, çocuğun okuması için yer altında, güneş görmeyen bir saray
yapılmasını ister. Padişah Hoca Danyal’ın isteklerini yerine getirir. Çocuk yer
altında yapılan, güneş ışığı almayan sarayda tahsil ve terbiye görür. Bir gün yemek
yerken yemekten çıkan bir kemiği yukarı doğru atınca cam kırılır ve çocuk
güneşi görür, şaşırır. “Bunu tutayım” diye uğraşırken Hoca Danyal içeri gelir.
Çocuk Hoca Danyal’a burada olmaktan sıkıldığım, artık dışarı çıkmak istediğini
söyler. Hoca Danyal, bu dileği padişaha iletir. Rical-i kibar çocuğa ad vermek
için toplamr. Bu sırada padişaha elmayı veren Derviş çıkagelir. Çocuğun adım
Şah İsmail, tayın adım da Kamertay koyar ve hemen ortadan kaybolur.
Şah İsmail ava gitmek isteyince bir av düzenlenir. Şah İsmail ava çıktığı
bir gün bir çeşmenin başında uyuyakalır. Rüyasmda kırkların elinden aşk şarabım
içer. Uykudan uyandıktan sonra karşısına bir ceylan çıkar. Ceylanın ardından
koşarken bir çadıra girer. Bu çadırda rüyasında gördüğü kız ile, yani Gülizar’la,
karşılaşır. Gülizar’ı görünce atından düşer ve bayılır. Aynı zamanda Gülizar da
onu rüyasmda görüp âşık olmuştur. Şah İsmail’i böyle karşısında görünce
şaşırır. Bu sırada orada bulunan bir Koca Kan, Gülizar’a onu ayıltmak için
göğsünü açmasını, saçlarını yüzüne, gözüne sürmesini söyler. Bunun üzerine
Gülizar göğsünü açar; memelerini Şah İsmail’in yüzüne, gözüne sürer. Şah
İsmail’in aklı başına gelir ve dört tarafina bakmaya çalışır. Şah İsmail,
Gülizar’dan aynlırken ondan altın bir tarak alır ve ona şahininden bir tüy
kopanp verir.
Şah İsmail saraya gelir. Derdini kimseye söylemediği için günden güne
zayıflar, hastalanır. Babası oğlunun derdini merak eder; çare aramaya başlar.
Bir gün Şah İsmail’in arkadaşlarından biri olanları padişaha anlatır. Bunun üzerine
padişah Gülizar’ı Şah İsmail’e ister. Türkmen Beyi Glizar’ı Şah İsmail’e
vermeye razı olur. Düğün hazırlığı yapmak için padişahtan kırk gün mühlet
ister. Padişah, Türkmen Beyinin bu isteğini kabul eder. Şah İsmail Türkmen
Beyinin kızım kendisine verdiğini öğrenince kırk gün süren bir uykuya yatar.
Fakat Gülizar’m annesi bunu kabul etmediği için çadırlarını söküp Hint ülkesine
doğru yola çıkarlar.
Türkmen Beyinden bir haber alamayınca padişah bir haberci gönderir. Haberci
Türkmen Beyinin oradan ayrıldığım söyleyince padişah tellallar çıkarıp oğlunun
evleneceğini bildirir. Ne kadar kız varsa giyinip kuşanıp gülşen bahçesine
gelirler. Şah İsmail kızlardan hiçbirisini Gülizar’a benzetemediği için
beğenmez. Gülizar’ı aramaya gitmek isteyince babası ona çok kızar; buna razı
olmaz. Şah İsmail Kamertaya binip Gülizar’m peşinden gider. Kapısız bir saraya
gelir, burada gergef işleyen bir kız görür. Birbiriyle muhabbete başlarlar.
Şeftalinin olmuşlarım yerler, olacaklarım meydana atarlar.
Şah İsmail Gülperi’den ayrılır, dağlara düşer. Gülperi’nin kardeşlerim
devin elinden kurtarır. Bunlar Şah İsmail’i oturdukları yere çağırırlar.
Saraylarına dönünce sarayın bir duvarının yıkılmış olduğunu görünce kız
kardeşlerine söylenirler. Gülperi de sarayı yıkan kişinin, onları devin elinden
kurtaran Şah İsmail olduğunu söyler. Gülperi’nin ağabeyleri kız kardeşlerim Şah
İsmail’e verirler. Şah İsmail de bunu kabul eder.
Şah İsmail Gülperi’den ayrıldıktan soma atına binip yola devam eder.
Kırkıncı gün Arap Üzengi’nin sarayına gelir. Orada bulunan kanlı pilavdan
yerken birden bire Arap Üzengi çıkagelir. O pilavdan yiyebilmesi için onunla
cenk etmesi gerektiğini söyler. Arap Üzengi ile cenk etmeye başlarlar. Şah
İsmail Arap Üzengi’yi atından düşürüp göğsünün üzerine oturur. Hançerini
çıkarıp onu öldüreceği sırada Arap Üzengi yüzündeki nikabı (örtüyü) çıkarır.
Bunu gören Şah İsmail hemen olduğu yere yığılıp kalır. Arap Üzengi, Şah
İsmail’i ayıltır. Kendisini yenebilecek yiğitle evleneceğine ahd ettiğini, onu
yenen tek erkeğin de Şah İsmail olduğunu, bunun için de onunla evlenmek
istediğini söyler.
Şah İsmail, ona Gülizar’ı arayıp bulmak istediğinden bahseder. Şah İsmail
ile Arap Üzengi beraber yola çıkarlar. Hint ülkesine gelirler; Hint’te beraber
gezerlerken virane bir evin içinde bir Koca Kan görürler ve ona misafir
olurlar. Bir ara kulaklarına saz, tef sesleri gelir. Koca Kandan Hint
Padişahının oğlu ile Türkmen Beyi’nin kızı Gülizar’m evlendiğini öğrenirler.
Arap Üzengi, Şah İsmail’i teselli eder.
Şah İsmail, Gülizar’m kendisine verdiği altın yüzüğü Koca Kanya vererek onu
düğün evine gönderir. Koca Kan bu tarağı götürüp Gülizar’a verir. Koca Kannın
aracılığı sayesinde Şah İsmail ile Gülizar buluşurlar. Bu sırada Arap Üzengi,
Gülizar’ı belinden kavradığı gibi atın terkisine alır, Şah İsmail’e teslim
eder. Hep birlikte bir çeşme başına gelirler. Şah İsmail ile Gülizar sanlıp
yatarlarken Arap Üzengi de onlan bekler. Bu sırada kara bir duman ortalığı
sarar. Bunlar Hint askerleridir. Arap Üzengi âşıkları uyandırmaya kıyamaz, iki
yüz batmanlık gürzünü eline ahr, aç kurt koyuna saldırır gibi onlara saldırır.
Arap Üzengi Hint askerlerinin tamamım öldürür.
Arap Üzengi, Şah İsmail ve Gülizar Arap Üzengi’nin sarayına gelirler.
Sarayda bir süre eğlendikten sonra yola çıkarlar; Gülperi’nin sarayına
ulaşırlar. Orada da bir süre eğlendikten sonra Şah İsmail, Gülizar, Gülperi ve
Arap Üzengi Kandihar’a gitmek için yola çıkarlar ve Kandihar’a gelirler. Arap
Üzengi bir remil atar ve Şah İsmail’den kendilerini babasının sarayına
götürmemesini ister. Şah İsmail de onları ayn bir konağa götürür. Şah İsmail’in
annesi, gelinlerini görmek için onlann konağına gider. Sultan Hanım otururken
sol tarafından bir sancı gelir ve oradan aynlır. Padişaha Şah İsmail’i öldürüp
gelinleri almaşım söyler. Padişah bunu önce kabul etmez ama sonra o da Şah
İsmail’i öldürüp gelinlerini almak ister.
Padişah Şah İsmail’i yemeğe çağınr. Arap Üzengi remil atar ve yemeklerin
zehirli olduğunu öğrenir. Şah İsmail’e sihirli bir mühür (yüzük) verir.
Yemekleri yemeden önce bu mührü üzerinde gezdirmesini ve ondan sonra
yemeklerden yemesini ister. Şah îsmail, Arap Üzengi’nin dediklerini yapar ve bu
badireyi atlatır. Padişah, oğlunu zehirleyerek öldüremeyince onu satranç
oynamaya çağırır. Şah îsmail babasını iki üç defa yener. Daha sonra babasına
bilerek yenilir. Padişah da yenildiği için oğlunun ellerim, kollarını bağlar.
Şah İsmail bu bağlan kopannca ona sırrım sorar. Bunun üzerine Şah İsmail
kendisini tutan şeyin yayının kirişi olduğunu söyler. Padişah bu sefer onun
ellerini, kollarım yayının kirişiyle bağlayınca Şah İsmail bağlan koparamaz.
Padişah onu cellatlara verir. Hoca Danyal ile rical-i kibarın yalvarmalan
üzerine padişah gözlerine mil çekilmesini ve bir dağ başına atılmasını ister.
Cellatlar Şah İsmail’in gözlerine mil çeker ve onu bir dağ başına
bırakırlar. Şah İsmail bir ağacın altında otururken ağaçtaki iki güvercin
konuşurlarken onlan dinler.
Onlardan düşen bir tüyü gözüne sürmek suretiyle gözlerini iyileştirir.
Sonra bir çiftçiye evlatlık olur. Bu sırada padişah Arap Üzengi ile cenk
etmektedir. Padişahın askerleri Arap Üzengi ile başa çıkamadıkları için asker
toplamaktadırlar. Şah İsmail de kendisini asker olarak yazdırır. Arap Üzengi
ile savaş alamnda cenk ederler. Şah İsmail, o günün akşamında konağa gelerek
Arap Üzengi’ye kendisini tanıtır ve ne yapacaklarım kararlaştırırlar.
Ertesi gün Arap Üzengi ile Şah İsmail tekrar cenk ederler. Padişah Şah
İsmail’e Arap Üzengi’yi yenmesi için atı Kamertayı da vermiştir. Şah İsmail
Arap Üzengi’yi atından düşürüp göğsünün üzerine oturur. Padişah düşmamm kendisi
öldürmek ister. Şah İsmail Arap Üzengi’nin üzerinden kalkınca, Arap Üzengi bir
kılıç çalarak padişahı öldürür. Halk Şah İsmail’i tanır ve onu tahta geçirir.
Şah İsmail tahta geçtikten sonra Gülizar ve Gülperi ile evlenir.
Şah İsmail ile Gülizar halk hikâyesi Boratav’m deyimiyle
“Kahramanı muhayyel aşk hikâyesi”dir.
HİKAYE
1.[Padişah ve Derviş]
Râvîler şöyle rivâyet
ider[ler][49] ki Acem [Ülkesin][50]de
bir pâdişâh var idi, Kandehâr Pâdişâhı
dirlerdi. Amma bunun [saltanatı gayet ziyade idi ise de çe faide ki][51]
dünyâda hiç zürriyyeti gelmemiş idi.
Bir gün pâdişâh sabâh namâzın
kılup badehu yerine oturdukda Hanım Sultân eline endâm âyinesini alup pâdişâhın
karşusında tutar iken pâdişâh bir kerre âh çeküp başını salladı. Hanım Sultân eyitdi:
“Ey efendim ne dimek olsun ki âh çekersin? Elhamdülillâh bir eksiğimiz yok”
didi. Pâdişâh eyitdi: “Hayır bir eksiğimiz yok amma lâkin ‘şu dünyâda bir
evlâdım olaydı ben öldükden sonra tahtıma otura idi’ bu aklıma geldi bunun içün
âh çekdim” didi. Hanım Sultan eyitdi: “Bu dünyâda ademde derd olur derman da
bulunur, didi. Bir gün seyyehâta çıkarsınız, belki derdine dermân bulunur.
Pâdişâh emreyledi: “Tîz bana vezîri çağırın gelsin” didikde birde vezîri
çağırdılar. Vezîr gelüp yedi yerden temennâ idüp el pençe dîvân turdı. Pâdişâh
eyitdi: “Var çarşudan iki kat dervîşân hırkası alup gel” didi. Vezîr dahî alup
geldi. Şimdi pâdişâh: [3] “İmdi ey lala buyur senin ile seyyehâta çıkalım
bakalım âyine-i devrân ne sûret gösterür” diyüp bunlar yerlerinden kalkup yola
revân oldılar.
Üç saat yer gidüp bir çeşme var
idi. Ol çeşmeye dahîl oldılar. Pâdişâh eyitdi: “Ey lala! Bu çeşmeden abdest
alalım, iki rekat namâz kılalım, badehu biraz taam idüp andan yolumuza gidelüm,
deyüp ol çeşmeden abdest alup namâza meşgûl oldılar.
Pâdişâh sağına, soluna selam
verdiği vakit gördi ki yanında bir dervîş turur. Pâdişâh eyitdi: “Dervîş sen
burada ne gezersin” didikde [Dervîş] eyitdi: “Pâdişâhım bizler seyyâhız
gezeriz” deyü cevâb eyledi. Pâdişâh eyitdi: “Benim dervîş-pâdişâh oldığımı
neden bildin?” didi. Dervîş eyitdi: “Bu kemter kulunuz bunca seyyâh olup
görmediğim ser-encâm kalmadı, nice kerre dolduk boşaldık, senin pâdişâh ve
yanıdaki vezîr olduğın bilmesem yazık ki benim dervîşliğime” didi. Pâdişâh
eyitdi: “Amân dervîş baba, sen benim pâdişâh ve bunu vezîr oldığını bildikden
sonra benim derdime dahî dermân olursun” didi. Dervîş eyitdi: “Pâdişâhım, derdi
viren Hüdâ dermân da virür” didi ve “bizler bir ednâ dervîşiz” didi. Pâdişâh
eyitdi: “Amân dervîş baba, sen benim yanıma geldiğin sûretde amân baba Mevlâdan
hidâyet ihsân” didikde ol vakit hemân dervîş dağarcığına el urup bir elma
çıkarup pâdişâha verdi. “Al pâdişâhım, bu elmayı hareme vardıkda yatsu namazını
kıldıkdan sonra elmayı soyasın ve ol elmanın yârusın kendin, yarusın Hanım
Sultana yediresin ve ol gice birlikde yatursın. İnşâ-Allahu Teâlâ Mevlânın
izniyle dünyâya bir erkek evlâdın gelür. Ammâ ben gelmeyince [4] ismini
komayasın. Ve hem senin âhurda bir mâhir kısrak vardır, anın da dünyâda
zürriyeti gelmedi. Elmanın kabuklarını ol mâhir kısrağa viresin. İnşâ-Allah
tokuz ay on gün tamâmında senden bir erkek evlâd ve mâhir kısrakdan bir erkek
tay dünyâya zuhûr ider, lakin ben gelmeyince ismini komayasın, ben kendim
ismini koyarım” didi.
Bu minvâl üzere kavl-i karar
eylediler. Pâdişâh elini cebine sokdı, çıkarup dervîşe [bir az akçe][52]
virecek yirde bakdı ki ne dervîş var, ne bir kimse var.
Pâdişâh hemân oradan kalkup
sarâyına geldi. Ahşam oldı. Yatsu namazını edâ idüp badehü elmayı soymaya
başladı ve elmanın kabuğın seyis başıya virüp tenbih eyledi ki: “Bu kabuğı
mâhir kısrağa vir ve hem yanında kır küheylân at vardır koyuvir ve hem gözet”
deyü tenbih eyledi. Ve elmanın yârusın kendi yedi, yârusın Hanım sultan yedi.
Şimdi bunlar kuş tüyünden döşeğe yatdılar, sine-saf oldılar.
Ben söyleyim dil ile bunlar tokuz
ay on gün dedikde pâdişâhın dünyâya bir erkek evlâdı geldi, ol vakıt mâhir
kısrakdan bir erkek tay dahî dünyâya geldi. Pâdişâh sevinüp çok fâkirlere inâm
ihsân eyledi.
Bundan sonra şehzâdeyi beslemeye
başladılar. Bir sene, iki sene, el-hâsıl tamâm yedi yaşına girdi. Ammâ
çocuklarda bile oynardı, çocuklar buna “adsız beğ” dirlerdi. Hergün böyle
söylerlerdi. Şehzâde hemân oradan vâlidesinin yanına varup eyitdi: “Valide,
benim ismimi niçün komazsınız?” didi. Anası eyitdi: “Ey oğlum baban bilür ana
söyle” didi. Şehzâde pederine gelüp söyledi. Pâdişâh eyitdi: “Oğlum sen bana
bir dervîşden himmet oldun, ol dervîş bu yana [5] gelmeyince ben sana isim
koyamam” didi. Pâdişâhın yanında olan ricâl-i kibâr eyitdiler: “Pâdişâhım,
senin dervîş dediğin bugün bunda ise yarın şundadır, kim bilür ne zamân gelür”
didiler. Pâdişâh bunların sözlerini makûl görüp şehzâdeyi ortaya alup bir
minâsib isim koymak içün müşâvereye başladılar [ise de][53] pâdişâh dahî cevab
eyledi ki “ol dervîş gelmeyince ben anın ismini koyamam” deyüp emreyledi ki
“varın benim şehzâdeme bir hoca bulun, okusun yazdırsın” didi. Vardılar Hâce
Dâniyâli pâdişâha getürdiler. Pâdişâh eyitdi: “Hâce, benim şehzâdemi okudup
yazdırmalısın” didi. Hâce-i Dâniyâl cevâb eyledi ki “emr efendimizin, amma
şehzâde dünyâda okumaz” didi. Pâdişâh eyitdi: “Ey hoca! Dünyâ yüzünde bir
evlâdım var, niçün okumaz, hem Ahiretde mi okur?” didikde Hâce Dâniyâl eyitdi:
“Pâdişâhım öyle değil, yer altında bir mahsen yapdırırsın, ay ve güneş görmez,
şehzâde ol vakit okur. Benim cevâbım size budur. Yoksa Ahiretde okusun dimedim.
Bir mahfî yerde okur, birşey görmez, dersine meşgul olur” didi.
Andan pâdişâh emreyledi ki:
“Varın yer altında bir mâhsen yapdırın” deyü emreyledi. Hemân yer altında bir
mahsen yapdılar. Şehzâdei duâ-senâ ile getürüp ol mekâna bırakdılar. Hâce
Dâniyâl eûzu besmele ile şehzâdei okutmağa başladı.
Bir sene, iki sene tamam on iki
yaşına gelinceye değin okudup cümle ilmi tahsîl eyledi. Ammâ Hâce Dâniyâl
tenbih eylemiş [idi][54] ki “şehzâde efendimize taâm getürdiğiniz vakit içinde
kemik olmasın” deyü tenbih eylemiş idi.
Meğer bir gün şehzâdeye et
gelmiş, yer iken bir kemik ağzına geldi. Ağzından çıkarup [6] yukarıya atdığı
gibi tepe camına gelüp cam kırıldı. Güneş içerüye girdi. Şehzâde başladı güneşi
tutayım deyü çabalamağa. Bu minvâl üzere uğraşırken kan ter içinde kaldı. Bir
de Hâce-i Dâniyâl içeri girdi ki kan tere gark olmış. Eyitdi: “Şehzâdem,
güleşecek şey bulamadın mı?” didi. Şehzâde eyitdi: “Hâce, canım pek sıkıldı,
beni biraz taşraya çıkar” didi.
Şimdi şehzâdeyi taşra çıkarup bir
alâ sandaliyye kodılar, oturdı. Dört tarafına nazar idüp bakarken gördi ki
karşıdan bir kır atlu bir yiğit gelür, elinde şâhin ensesinde tazı. ‘Acaba bu
ne imiş’ deyü bakarken Hâcesi eyitdi: “Şehzâdem buyurun mekânımıza gidelim”
didi. Şehzâde eyitdi: “Gidelim, ammâ ben de babamdan böyle et ve tazı, şâhin
isterim” didi. Hâce-i Dâniyâl: “Baş üstüne şehzâdem, mekanımıza gidelim de şâh
babana söyleyim” didi.
2.[Şah İsmail ve Kamer Tay]
Andan yine mâhsene girüp andan
Hâce Dâniyâl kalkup pâdişâhın huzuruna geldi. Şehzâdenin cevâbların söyledi.
Ammâ şehzâde dahî on beş yaşına girmiş idi. Pâdişâh “pek eyü” diyüp vezîrini
çağırup emreyledi: “Var bana ricâl-i kibârı çağır” didi. Andan ricâl-i kibâr
geldiler. Pâdişâh eyitdi: “Benim şehzâdemin canı sıkılmış, ava kuşa gidecek ve
hem bir minâsib isim koyalım” diyüp şehzâdeyi ol mekâna getürdiler. İşte
bunlardır bir dürlü minâsib isim koyamadılar.
Birde ol zamân ol dervîş
çıkageldi. Hoşbeşden sonra dervîş eyitdi: “Pâdişâhım, şehzâdenin ismi ‘Şâh
İsmâîl’ olsun, tayın adı ‘Kamer Tay’ olsun” diyüp gâib oldı. Pâdişâh ihsân
virecek oldı, bir dürlü bulamadılar. [7] Dört etrâfı aradılar çâre olmadı.
Şimdi pâdişâh emreyledi ki:
“Varın Şâh İsmâîle minâsib âdemler bulun. On beş, yigirmi dâne beraber koşup
gitsünler” didi. Vardılar on beş, yigirmi dâne Şâh İsmâîle minâsib âdemler
bulup herbir alayları minâsib hâzırlayup getürdiler. Bir de bunlar ol gice
müşâvere idüp irtesi gün kalkup ava gitdiler.
Beş gün, on gün, yigirmi gün avda
gezüp bir çeşme başına geldiler. Şâh İsmâîl dört tarafına nazar idüp bakarken
karşusında bir tağ gördi. Eyitdi: “Ey karındaş[lar][55] inşâ-Allah yârın ben
şol görinen tağa gideyim, siz de gayrı yere gidin” deyüp ol aradan kalkup
yerlerine geldiler. Ol gice yatup sabâh erkenden kalkup yerlerine geldiler. Ol
gice yatup sabâh erkenden kalkup ol çeşmeye dahîl oldılar. Ammâ ol gice Şâh
İsmâîl aşkın şerâbın Kırklar elinden nûş eylemiş idi. Ol çeşmenin başına aklı
perişân gelmiş idi.
Şimdi kavl-i karar eylediler ki,
‘her biri bir tarafa gidüp yine ol çeşmede cem olacaklar idi’. Andan her biri
bir tarafa gitdiler.
3.[Şah İsmail ve Gülizar]
Biz gelelim Şâh İsmâîle. Şâh
İsmâîl atına binüp ol görünen tağa çıkdı. İki tarafına nazar iderken bir de
gördi ki tağın eteğinde bir güzel yayla var ve bir büyük su akar. Suyın
kenarında bir ceylân otlar. Hemân Şâh İsmâîl tazıı saldı. Tazı koğar, ceylân
kaçar, Şâh İsmâîl ardı sıra gider. Hemân ceylân bir çadırın içine girdi. Şâh
İsmâîl ardından çadırın önüne gelüp bakdı ki birçok çadır. İki tarafına nazar
idüp bakarken gördi ki bir güzel kız çadırdan taşra çıkdı. Kız dahî gördi ki
bir güzel oğlan çadırın önünde turur. Oğlanı gördiği [8] gibi hemân orada âşık
oldı. Oğlan da kızı gördiği gibi ol dahî kıza oldı. Hemân atdan düşüp bayıldı.
Ammâ kızın çadırının başında bir kocakarı var idi. Kız ol kocakarıya yalvarup
eyitdi: “Hanım valide, bizim çadırın önüne bir güzel oğlan geldi ve oraya düşüp
bayıldı.” Amma kızın çadırında bayıldı. “Canım nine gel şunı atına bindirüp
gönderelim. Anam, babam karındaşlarım gelüp bene taın iderler”. Amma kızın
yakası tutuşdı, kendinden geçdi. Niçün dirsen, meğer ol gice Şâh İsmâîli
vâkıasında görmiş idi. Hayâli gözünden ayrılmaz idi.
Şimdi, kız iki gözini oğlanın
yüzünden ayırmaz idi. Ol kocakarı gelüp gördi ki kızın iki gözi oğlanın
yüzünde. Eyitdi: “Kızım bunun ilâcı senin diz göğsünün bendlerini çöz,
reyhânların yüzine gözine sür, ol vakıt kalkar. Senin memelerin ana şifâdır”
didikde hemân kızın aklı perişân olup göğsün açup oğlanın yüzine, gözine sürdi.
Bir de oğlanın aklı başına gelüp mecnûn gibi dört tarafına bakmaya başladı.
Şimdi bakalım oğlan kıza ne söyledi ve kız oğlana ne söyledi:
(1) Aldı Şâh
Melîl melîl bakan dilber
Dönem bir yana ayrılık
Yandı vücûdum kül oldı
Olam divâne ayrılık
(2) Aldı Kız
Bilmez idim seni ezeli
Var yiğit git, ben seninim
Döküldi bağın gazeli
Var git yiğit ben seninim.
[9]
Aldı Şâh İsmâîl
Şâh İsmâîl geldi sana
Güzel adın bildir
bana
Beni koma yana
yana
Müşkildir bana ayrılık
Aldı Kız
Gülizârdır senin yârin
Sırrımda gördüm dîdârın
Vallâh budur ikrârım
Var git yiğit ben seninim.
Şimdi bunlar böyle söyleşirken ol
koca nine eyitdi: “Ey gözimin nurı, böyle olmaz. Birbirinize deve kuşı gibi
karışmışsınız, vakti iki eyleyin. Kızın babası yârın senin şâh babanın huzurına
otlak bitürmeğe gelür, sen babana söylersin, şâh baban dahî kızı sana alıvirir,
Gülizâr senin olur. Gel oğlum, iki yanağından iki pûse al” didi. Oğlan dahî
aldı. Andan sonra da atına bindi. Qız dahî oğlanın eline bir altun tarak
belgüzar verdi.
Şimdi Şâh İsmâîl yola revân oldı.
Toğrı ol çeşmeye geldi, gördi ki kimse gelmemiş. Yoldaşlar dahî buraya gelüp
cem oldılar. Her birisi birer av vurmışlar. Bunlar eyitdiler: “Şehzâdem hani
senin avın, getür görelim” didiler. Şehzâde kendi şikâr olmuş. Bakalım Şâh
İsmâîl bunlara ne söyledi:
(5) Aldı Şâh İsmâîl
Hey ağalar, hey gaziler
Görün nelerden ayrıldım
Öpdüm ve hem helallaşdım
Lebi sükkerden ayrıldım.
[10]
Bir gün şad olup güleyim
Yârdan intikâm alayım
Bir gice mihmân olayım
Gül yüzli yârdan ayrıldım
Şâh İsmâîl ider dilek
Beni hasret koyma felek
Selvi boylu huri melek
Ben Gülizârdan ayrıldım[56]
Böyle deyüp kesdi. Şimdi bunlar
çeşme başından kalkup yerlerine gelüp ol gice yatdılar. Çün sabâh oldı. Şimdi
bunlar eyitdiler: “Şehzâdem bugün nereye gideceksiniz?” didikde ol vakit Şâh
İsmâîl bakalım ne söyledi:
(4) Aldı Şâh İsmâîl
Kaçırdım ceylanı gene yamânım
Nigâhı gösterir nûr-ı dîdârı
Beni gark eyledi aşk deryâsına
Derûnuma saldı âh ile zârı
(5)[Aldı Kız
Nice bin avcılar gezer bu dağı
Şâhinim kekliğe sal da var yürü
Niçün gark olmuşsun aşk deryâsına
Bir zamân engine dal da var yürü
Aldı Şâh İsmâîl
Elvân elvân olmuş gördüm yanağı
Desti zer nişândan hâtem tırnağı
Elmâs cevâhirden göğsün eyağı
Açılsın seyridem gül memeleri
Aldı Kız
Şeydâ-yı bülbüle okşatdım sesin
Bülbül sedâ verir sınar kâfesin
Yâr senin içün aldım rikab
perdesin
Yüzümden bir bûse al da var yürü
(6)[Aldı Şah İsmail
Menendin bulunmaz ey kaşı kemân
Öldürür âşıkın hiç vermez amân
Yanağın şulesi mâh ile tâbân
Say ki şule verir şemsî
kamerî][57]
Aldı Kız
Canım kurban senin gibi civâne
Seni gördüm düşdüm aşk-ı ummana
Güle gönlün varsa yalvar bağbâna
Bağbân gül vermezse çal da var
yürü
Aldı Şâh İsmâîl
Tabib gerek benim hâlimden bile
Akdı çeşmim yaşı döndi sile
Mevlâm imdâd eyle Şâh İsmâîle
Bir kez gelse görsem Gülizârı
Aldı Kız
Yiğit sensin yiğitlerin serdârı
Lebimden akıtdım miski amberi
Sana kurban olsun bu Gülizârı
Kesme yolun benden gel de var
yürü][58]
Böyle deyüp kesdi. Şimdi Şâh
İsmâîl eyitdi: “Bakın karındaşlarım! Şimdiden sonra buradan bir yere gitmem ve
hem benim işimi Mevlâdan gayrı kimse bilmez” deyü cevâb eyledi.
Günden güne sararup solmağa
başladı. Anası babası haber alup “bu oğlan bir derde giriftâr olmuş. Gelin bir
hekim tayin idelim, bunun derdine derman olalım” didikde arkadaşlarının biri
cevâb eyledi ki: “Pâdişâhım şehzâdenin [11] hekimlik derdi yokdır, ancak anın
derdi aşkdır”[59] deyü cevâb eylediler. Babası bu cevâbı eşidince emreyledi kim
“varın Şâh İsmâîle söyleyin kime âşık ise alıvireyim” didi. Şâh İsmâîl eyitdi:
“Bakın ağalar hiç bir vilâyetde kimsenin kızına âşık oldığım yokdur” deyü cevab
eyledi.
Şimdi Şâh İsmâîl günden güne
yemekden, içmekden kesildi. Babası bunu haber alup “Ne dimek ola? Bir Kandehâr
pâdişâhı olayım da benim oğlum böyle âşıklık çeke” deyüp zarı zarı ağladı.
Şimdi Şâh İsmâîlin arkadaşlarından biri pâdişâhın huzuruna geldi, eyitdi:
“Pâdişâhım bizler şehzâde efendimiz ile ava kuşa gitdiğimiz vakit bir Kara
Tağın dibinde bir yol tutup gitdi. Birimizi berâber götürmedi. Sonra yanımıza geldikde
bakdık ki benzi bozulmuş, biz cevâb eyledik ki “efendim nereye gideceğiz?”
didikde cevâb eyledi ki “ben şimdiden sonra buradan bir yere gitmem ve benim
işimi Mevlâdan gayrı kimse bilmez” deyü cevâb eyledi. Biz de siz efendimize
ifâde-i hâl eyledik.
Şimdi pâdişâh: “Tîz varın bir
Tatar çıkarın; ol, Kara Tağda ne var dir” didi. Tatar çıkup gitdi, gördi ki ol
Kara Tağın önünde bir yayla vardır, gök çadırlar ile tolmış. Tatar ol çadırları
görüp iki günden sonra gelüp pâdişâha cevâb eyledi ki: “Efendim Kara Tağın
ardında bir büyük yayla var. Mâî çadırlar ile tolmış. Var ise Yörük Beğinin
kızına âşık olmuşdur” deyü cevâb iderken bir de gördiler ki Yörük Beğinin
konakcısı gelüp sarâya dahîl oldılar. Padişâha haber verdiler. Pâdişâh
emreyledi: “Konak virilsin”. Konak hâzırladılar.
Şimdi pâdişâh gelen konakcıyı
[12] karşusına çağırup “Türkmen Beğinin kızı var mıdır?” didi. Gelen konakcı:
“Evet efendim! Gülizâr dirler bir alâ kızı vardır” didi. Bunlar bu sözde iken
pâdişâha haber geldi ki ‘Türkmen Beği geldi’ deyü. Pâdişâh emreyledi: “Konak
virülsün” deyü.
Üç günden sonra huzûrına çağırup
şeker, şerbet nûş eylediler. Andan pâdişâh cevab eyledi ki “senin bir kızın var
imiş. Allâhın emri, Peygamberin sünneti üzere oğlum Şâh İsmâîle isterem” didi.
Türkmen Beği eyitdi: “Efendim baş üstüne, ben pâdişâhımdan kızımı esirgemem.
Allâh mübârek eylesün” didi. Yine tekrâr şekerli şerbeti içdiler “mübarek
olsun” didiler. Şâh İsmâîle acele müjde eylediler ki “Türkmen Beği kızını sana
virdi” didiler. Şâh İsmâîl söze sevindi. Aldı sazı eline bakalım ne söyledi:
(7) [Aldı Şâh İsmâîl]
Herkez şad [ve mesrur][60] olup
güldiler
Benim sevdiğim Gülizâr Hânım
Herkez sevdiğin ismin verdiler
Benim sevdiğim Gülizâr Hânım
Ne ola şâd olup ben de güleydim
Murâdıma maksûdıma ireydim
Bir dahî ölmedin yüzin göreydim
Benim sevdiğim Gülizâr Hânım
Kaşların benzetdim kurulı yaya
Cemâlin benzetdim gökdeki aya
Gice gündüz yalvarırım Mevlâya
Benim sevdiğim Gülizâr Hânım
Benim sevdiğim Gülizâr hâsı
Râkibler çeksin dâima yası
Şâh İsmâîl içdi aşkın ziyâsı
Benim sevdiğim Gülizâr Hanım.
Böyle deyüp kesdi.
Şimdi sen kıssaı başka yüzden
dinle. Meğer mukaddemâ Şâh[13]ismaili ol kız ile görüşdüren ol koca nine kızın
babası ile oraya gelmiş idi. Haber eyledi ki “Beğ kızını Şâh İsmâîle verdi”.
Karı eyitdi: “Varayım kızın anasına müjde ideyim. Belki biraz bahşîş” deyüp
gitdi. Toğrı obaya gelüp “Müjde, Hânım. Beğ[61] kızını oğlu Şâh İsmâîle virdi.
Şimdi duyup kızın validesi eyitdi: “Bre ne dimek olsun?” Çadırları andan
yıkdırup cümle âdemleri alup Hind tarafına gitdiler.
Anlar gitmede olsun Türkmen Beği
dahî pâdişâha eyitdi: “Pâdişâhım, kızın biraz eksiği var. Gel bana kırk gün
mühlet vir, ancak hazırlanuram” didi. Pâdişâh dahî kırk gün mühlet verdi.
Türkmen Beği dahî andan izin alup obasına yakın gelüp ol Kara Tağa çıkdı. Bakdı
ki obanın yerinde yeller eser, kimse kalmamış. Ancak bir çadır kalmış. Andan
haber alup ol dahî arkasından yola revân oldı.
Biz gelelim Şâh İsmâîle… Şâh
İsmâîl eyitdi: “Arkadaşlar! Şimdi ben uykuya yatup temâm kırk gün uyku uyuram.
Kırk günden evvel beni kaldırmayın” deyüp yatdı. Kırk gün uykuda…
Şimdi biz gelelim pâdişâha.
Pâdişâh dahî düğün tedâriği görmeye başladı. Ammâ bakdı ki kız tarafından bir
haber zuhûr eylemedi. Pâdişâh emreyledi ki “bir Tatar göndereyim, bir haber
getürsün” didi. Bir Tatar gönderdiler. Tatar gitdi bakdı ki bir kimse kalmamış.
Andan pâdişâha haber verdi: “Efendim ol tarafda bir kimse kalmamış” didikde
pâdişâhın bu cevâbdan keyfi bozuldı.
Şimdi şâh emreyledi ki “bana
vezîri çağırın” didikde vezîri çağırdılar. Vezîr gelüp âdâb-ı şâhî icrâ eyledi.
Pâdişâh Tatarın cevâbların vezîre nakleyledi. Vezîr eyitdi: “Pâdişâhım bir
sözüm var. Minâsib ise [14] söyleyim” didi. “Söyle bakalım, hayrola” didikde
vezîr eyitdi: “Pâdişâhım, gel bir tellâl nidâ itdirelim. Pâdişâhın oğlu Şâh
İsmâîl evlenecek. Ne kadar kızlar var ise geyinüp, kuşanıp gelsünler. Cümlesi
Gülşen Bağçesinde cuma güni [cem olsunlar” dedikde pâdişâh “pek iyi olur”][62]
deyüp şimdi bunı eşidüp ne kadar kız var ise geyinüp kuşanup geldiler. Bu kadar
kızlar gelüp Güli Gülşen bağçesine toldılar.
Bir de Şâh İsmâîl uykudan kalkup
Gülşen Bağçesine gelüp köşke çıkup oturdı. Bir de gördi ki ne bakarsın, ne
kadar kızlar gelmişler. Sazı eline alup bakalım kızlara ne söyledi:
(8) [Aldı Şâh İsmâîl]
Bölük bölük olmuş hûri kızları
Hiç birisi Gülizâra benzemez
Gönül kimi sevse, odur
güzel[i][63]
Hiç birisi Gülizâra benzemez.
Kimi al giyinmiş, kimi kırmızı
Kimi gül devşir, kimi nergizi
Kimi Şeyhu’l-İslâmın, vezîrin
kızı
Hiç birisi Gülizâra benzemez.
Kimi al giyinmiş kimi turuncu
Kiminin ağzında dişleri inci
Kiminin koynunda nari turuncu
Hiç birisi Gülizâra benzemez.
Kimi al giyinmiş kimi zerbâyi
Kiminin dünyâda yokdur erbâbı
Kiminin koynunda cevâhir kabı
Hiç birisi Gülizâra benzemez.
Şâh İsmâîl yanda yandı,
tutuşdı
Kızlar ile helâllaşdı, görüşdi
Gülşen Bağçesine velvele düşdi
Hiç birisi Gülizâra benzemez.
Şimdi Şâh İsmâîl böyle söyleyüp
kalkup konağa gitdi. Babası oğluna haber gönderdi, Şâh İsmâîl dahî geldi.
Babası eyitdi: “Oğlum, bir Yörük [15] Beğinin kızı içün bu kadar neye melûl
olursın, ve hem Yörük Kızı ol tarafdan gitmiş, bir kimse kalmamış. Biz ol
kızdan ferâgat idelim. Sana andan alâ kız alıvirelim” didi. Şâh İsmâîl hemen
kalkup pederinin elin pûs idüp eyitdi: “Ey benüm devletlü babam, sen şimdiden
sonra ‘bu yerlerde kal’ dersen, ben buralarda kalmam. Benim bu yerlerde
kimsenin kızında âşıklığım yokdır. Ben gideyim, eğer Gülizârı bulamazsam bâri
yolunda öleyim” didi. Pâdişâh bunun sözlerine gazaba gelüp “var cehenneme git,
senin gibi evlâd bize lâzım değil” deyüp kalkup sarâyına geldi.
Şâh gazaba gelüp var cehenneme
git dedikde Şâh İsmâîl dahî oradan kalkup sarâyına gitdi. Şâh İsmâîl dahî andan
hazineye girüp bir heğbe tolusı altun alup kılıç, gargu ve mızrak cümle harb
âlâtını alup taşra çıkdı. Andan âhura girüp Kamer Tayı alup kendi sarâyına
gelüp hâzır amade eyleyüp, böyle derken anası haber alup pâdişâha varup eyitdi:
“Şâh İsmâîl Gülizârın ardından gideyor. Sen bir pâdişâh olasın da bir evlâdının
çâresini görmeyesin” didikde pâdişâh kala kapularını kapucılarına haber
gönderüp “kapuları kapasunlar, kendileri bir tarafa kaçsunlar” didi. Kapucılar
kala kapuların kapayup her biri bir tarafa kaçdılar.
Bir de Şâh İsmâîl atına binüp
giderken anası haber alup başın, saçın yolarak Şâh İsmâîlin önüne geçüp “0ğlum
nereye gidersin, bir pâdişâh evlâdı olup da gidesin, girüye dön” didi. Ol vakıt
Şâh İsmâîle bir fırkat gelüp aldı sazı eline, bakalım vâlidesine ne söyledi:
(9) [Şâh İsmâîl]
Ana südin helâl eyle
Gözlerinden dökme âbı
Nâil oldum ben bu derde
Asla derdimin yok hisabı
Ne babam derdime ağlar
Bu hasret cigerim tağlar
Ben giderim anam ağlar
İmdâd eyle Hak Cenâbı
Kamer Taya urdum üzengi
Bülbül öter seher vakti
Babam boş komasın tâhtı
Yıkılur tâcı mihrâbı
Kamer Tayı saldım yola
Üçler, Yediler, Kırklar bile
İmdâd eyle Şâh İsmâîle
Olayım hâkî, turâbî
Böyle deyüp kesdi. Bir de oradan
gelüp gördi ki kala kapusı kapanmış. Bir kimse yokdur. Hemân Kamer Tayı o yana
bu yana oynadup andan bir üzengi urup nasıl gürz urdı ise, kala kapusı târumâr
oldı.
Andan yola revân oldı. Varup ol
çeşmenin başına geldi. Şah İsmâîle bir gaflet gelüp bakalım ki neler söyledi:
(10) Aldı Şâh İsmâîl
Yatmış idim ben de hâb-ı gaflete
Derûnum aşk ile toldı neyleyim
Erenlerin sırrı bize gâlibdir
Sevdâsın serime saldı neyleyim
Bilmem melek midir, bilmem hûri
Arayup bulmalı ol nâzlı yâri
[17]
Katar katar olmış yüzinin nûrı
Anın şavkı aklım aldı neyleyim
Bir haber sorayım hâlden [bilene]
Gözlerim yaş ile toldı neyleyim
[Bakın tağlar başındaki dumana
Vücudum nâr ile yandı
neyleyim][64]
Şâh İsmâîl bilür bülbül dilinden
Ayrı düşdüm şimdi Gülizârımdan
Bâde nûş eyledim Kırklar elinden
Yolumuz gurbete düşdi neyleyim.
Böyle deyüp kesdi. Andan çeşme
başından kalkup atına binüp tazıyı ceylâna saldığı yere gelüp yine bunı bir
gaflet alup bakalım orada ne söyledi:
(11) Aldı Şâh İsmâîl
Ben tazımı bunda saldım ceylâna
Yandı vücûdum döndü püryâne
Yurdı boş kalmış gitmiş bir yâne
Yayla benim Gülizârım gördün mi?
Beni mecnûn itdi tağlara düşürür
Gitdiği yolları bilmez şaşırır
Ben neylerim beni tağlara düşürür
Yayla benim Gülizârımı gördün mi?
Şâh İsmâîl kalbi mahzûn gider
Aklını başından bir hûş gider
Bu yaylada melîl melîl gideyor
Yayla benim Gülizârımı gördün mi?
Şimdi böyle söyleyüp olradan
atına binüb yola revân olup gitdi. Yörük çadırlarının oldığı yere geldi. Bir de
bakdı ki çadırların yerinde yeller eser. Çelik çomak oynar bir kimse yok. Yine
bunı bir [gaflet alup] bakalum ki ne söyledi:
(12) [Şâh İsmâîl]
Bilmem Hinde gitdi yoksa Yemene
Akdı çeşmim yaşı döndi ummâna
Bir haber sorayım yeşil çimene
Çimen benim Gülizârım gördün mi?
[18]
Bilmem Mısra gitdi, bilmem Habeşe
Genç yaşımda beni saldı ateşe
Bir haber sorayım tağ ile taşa
Tağlar benim Gülizârım gördün mi?
Yükseklerden gelen geçen turnalar
[Alabilir miyim sizden bir
haber][65]
Güz geldikde bağlar döker gazeli
Güller benim Gülizârım gördün mi?
Şâh İsmâîl bendeylemiş özine
Bir ot düşmiş yüreğim üzerine
Dahî tıfl iken düşdüm izine
Yollar benim Gülizârım gördün mi?
Şimdi böyle söyleyüp oradan
kalkup atına binüp yola revân olup bir
gün, beş gün, on gün deyüp temâm bir ay gitdi. Günlerde bir gün bir düz ovaya
geldi. Bakdı ki ovanın ortasında bir sarây. Ol sarâya geldi. Gördi ki ne
bakarsın, gözler kamaşır, ayna gibi yanar. Dört tarafına nazar idüp baktı ki
girecek yer yok. Bakalım Şâh İsmâîl ne
söyledi:
(13) Aldı Şâh İsmâîl
[Kandehârdan geldim sana
Sarây senden yol isterem][66]
Aradım yokdur kapusı
Sarây senden yol isterem
Ne yüksek yapmış binasın
Lâle, yâkût ile elmassın
Bulamadım yapan ustasın
Sarây senden yol isterem
Yoktur kapusı geçeyim
Kanadım yoktur uçayım
Bir su vir kana kana içeyim
Sarây senden yol isterim
Şâh İsmâîl geldi sana
Sendeki olan mihmâna
Beni koyma yana yana
Sarây senden yol isterem.
[19] Şimdi böyle deyüp, dört
tarafına nazar idüp bakdı ki kapusı yokdur. Hemân atını sürüp sarâyın yanına
gelüp bir gürz urup sarâyın bir tarafını yıkdı. İçerü girdi, atını bir tarafa
bağladı. Kendi nerdübândan yukaruya çıkdı. Gördi ki sekiz oda var, bir odası
perdeli, ol perdei açdı bakdı ki bir elâ gözli kız gergef işler. Gözlerinden
yaş yerine kan ağlar. Şâh İsmâîl bu kızı
böyle görünce aldı sazı eline, bakalım kıza ne söyledi ve kız ana ne söyledi:
(14) Aldı Şâh İsmâîl
Benim derdim var senden beş beter
Söyle perî nedir derdin bileyim
Gizlü dertlerine dertler katayım
Söyle perî nedir derdin bileyim
(15) Aldı Perî
Sefâ geldin, otur ömrümün varı
Derdim çoktur sana nice söyleyim
Alem tabîb olsa dermân bulunmaz
Derdim çokdur sana nice söyleyim.
Aldı Şâh İsmâîl
Ben senin derdini bilsem gerekdir
Hasretini haber alsam gerekdir
Şimdi bir kılıç sana çalsam
gerekdir
Söyle perî nedir derdin bileyim
Aldı Kız
Felek amân virmez ağrıyor başım
Gözümden akan kan ile yaşım
Düşmâna gönderdim yedi kardaşım
Derdim budur sana nice söyleyim.
Aldı Şâh
[20]
Toğrı söyle perî derdin bileyim
Uğruna bu canı fedâ kılayım
Her dürlü derdine dermân olayım
Söyle perî nedür derdin bileyim.
Aldı Perî
Dinle yiğit benden toğrı cevabı
Bilürem seversin hayır sevabı
Yedi kardaş çeker gönül azâbı
Derdim budur sana nice söyleyim
Aldı Şâh
Hayli demdir yâr cemâlin görmedim
Girüp bakcesine gülin dermedim
Şâh İsmâîlim bir murâda irmedim
Söyle perî nedir derdin bileyim
Aldı Perî
Ne diyârdan geldin canım Azrâil
Esdür bâdı sabâ zülfümin teli
Sana kurban olsun bu Gülperi
Ağam budur derdim sana nice
söyleyim
Şimdi bu Gülperi böyle deyüp
bunlar başladılar muhabbete. Birbirlerine âşık olup şeftalunın olmuşların
devşürdiler, olacakların meydana atdılar.
Şimdi Şâh İsmâîl söze gelüp
eyitdi: “Canım perî, senin karındaşların nereye gitdi” didi. Gülperi eyitdi:
“Şu karşuki koca tağın ardında dîvlerle cenk iderler ve hem bu gice vâkıâmda
gördüm ki ikisi şehid olmuş. Ben ağlamayım da kim ağlasun” didi. Şâh İsmâîl
eyitdi: “Gel ol tağın yolunı bana göster, gideyim bakayım nasıl olmuş, didi.
Kız dahî eyitdi: “Gel ağam yolun göstereyim” deyüp aşağı inüp tağın [21] yolunı
tarîf eyledi. Şâh İsmâîl toğrı ol tağa çıkup gördü ki ikisi şehid olmuş, beş
karındaş cenk ideyor.
Şimdi Şâh İsmâîl kendi kendüye
eyitdi: “Azlığa gitsem ‘benlik eyledi’ dirler, çoklığa gitsem ‘korkdı’ dirler,
bâri iki askerin ara yerinde varayım da bir Tanrı selâmın vireyim. Her kim
alursa ol tarafa gideyim” deyüp orta yerlerine varup selâm virdi. Ol beş
karındaş aldı. Ol vakıt Şâh İsmâîl aldı sazı eline bakalım dîvlere ne söyledi:
(16) [Şâh İsmâîl]
Yüce tağ başında sükûn eyledim
Amân Allah amân, sen imdâd eyle
[Yokdur anam atam beni kayıra
Amân Allah amân sen imdâd
eyle][67]
Yaratdın yerde insânı, havâda
kuşı
Hikmeti Turna Tağında taşı
Mevlâm sen kurtar yedi kardaşı
Amân Allah amân sen imdâd eyle.
Karşıda görinür bir bölük ortu
Mevlâm bana verdi bu aşkı, derdi
Gitdi Gülizârım boş kaldı yurdı
Amân Allah amân, sen imdâd eyle
Şâh İsmâîl geldi girdi meydâna
Sürem Kamer Tayı varam düşmâna
Çalarım Zülfikarı boyansın kana
Amân Allah amân, sen imdâd eyle.
Şimdi böyle deyüp atından aşağı
inüp atının yedi yerinden kolanın çeküp yine bindi. Zülfikâra el urup “Ya
mabud!” diyüp dîvler içine bir giriş girdi ki cânı gönülden bir kılıç oynadı ki
çayır çayır kırmağa başladı. Bir anda dîvlerin kanını yere dökdi. Bunları bölük
bölük idüp dîvleri kırmağa başladı. Bir anda cümlesini kırdı ve kendi bir
tarafa çekilüp [22] turdı.
Şimdi beş karındaş dahî Şâh
İsmâîlden korkdılar ki bizi dahî öldirir dediler. Ol vakıt küçük karındaşları
eyitdi: “Canım bu yiğit bize düşmân olsa gelüp bizim düşmânımızı kırmazdı.
Şimdi bu yiğide ‘bir kahve içelim’ dimek münasib değil mi?” didikde büyük
karındaşları eyitdi: “Sen davet eyle” didi. Küçük karındaşları ilerü gidüp
davet eyledi.
Şimdi bunlar beraber sarâya
geldiler. Ammâ sarâya yakın kalınca gördiler ki sarâyın bir tarafı yıkılmış.
Böyle görince eyitdi: “Seni gidi saçı buçuk mekkâre, biz iki karındaşdan
ayrıldık, sen bunda sefâ sürersin. Şimdi seni kırk parça ideyim” deyüp içerüye
girdi. Gördi ki kız karındaşı gergef işler. Kız karındaşına eyitdi: “Bıre kız
buraya kim geldi?” Kız eyitdi: “Bir kır atlu yiğit geldi” didi. Ol vakıt bildi
ki kendilerine gelen pehlevân geldi. Andan eyitdi: “Bir ocak kahve bişür” didi.
Kız dahî kahve bişürmeğe meşgul oldı. [Kız kâhve] bişürmede olsun, bu tarafdan
Şâh İsmâîl dahî büyük karındaşlarıyla geldi.
Birde bunlar oturdılar, kahve
tütün içdiler, keyifleri büsbütün oldı. Beş karındaş müşâvere eylediler ki “kız
karındaşımızı bu yiğide virelüm” didiler ve Şâh İsmâîle dediler ki: “Şehzâdem
Allahın emri üzere kız karındaşımızı sana vireceğüz ve hem virdük, mübârek ola”
diyüp şekerli şerbetler içdiler.
Her ne ise… Bunlar kız ile bir
arada zevk sefâda olsunlar, bir gün Şâh İsmâîl derûn-ı dîlden bir âh çeküp
felek [23] âyinesin siyah eyledi. Gülperi eyitdi: “Ey efendim bu ne dimek
olsun, bir eksiğimiz nedir ki âh idersin?”. “Bizim bir şeyimiz eksik değil ammâ
benim senin gibi bir Gülizârdan ayrıldım, ben anı bulmadıkdan sonra benden
kimseye meded olmaz ve hem anın hasreti içerimi yakdı. Eğer bu tarafdan geçdi
ise bana haber vir, gideyim bulayım, seni de alayım, beraberce Kandehâra
gidelim” didi. Gülperi eyitdi: “Hayır efendim, benim andan haberim yokdur”
deyüp kalkup karındaşlarına haber verdi: “Enişteniz gideyor, gelin bakın” didi.
Bunlar dahî geldiler: “Şehzâdem nereye gideceksin” didiklerinde Şâh İsmâîl:
“Ağalar benim bu diyâra gelmemin sebebi, benim bir sevdiğim var idi, anın içün
ben bu tarafa geldim. Acaba bu tarafdan geçdi mi sorayım deyü sizlere rast
geldim. Lâkin karındaşınız bana kısmet imiş. Lâkin ben anı bulmadıkdan sonra
bir ferde meded olmaz” didi. Bunlar eyitdiler: “Allâh selâmet virsün, ammâ
şehzâdem yolunun üstünde bir Arab vardır, eli pek kanludur. Hemân seni Allaha
ısmarladık” deyüp atına binüp yola revân oldı. Amma Şâh İsmâîl [o] kız karındaş
ile yatdığı vakit araya kılıç koyup öyle yatarlar idi. Eli eline tokunmadı.
Artık Şâh İsmâîl yola revân oldı.
Tamam kırk gün gitdi. Bir gün Arab Özenginin sarâyına yakın kaldı. Birde gördi
ki ne bakarsın, bir oğanın içinde bir alâ sarây. Sarâyın önünde biraz çadırlar
kurulmuş, orta yerinde ol kadar asker var ki hisâbı malûm değil.
Şimdi [24] Şâh İsmâîl ol
çadırların yanına geldi. Amma bunu kimse görmedi. Hemân bir çadırın içine
girdi. Gördi ki bir lenger pilav, iki kaşık ve iki dilim etmek var. Hemân
lengerin kapağını açdı gördi ki pilav, lâkin kan ile bişmiş, kırmızı. Şâh
İsmâîl dahî yemeğe başladı. Bu pilavı yer iken öte tarafdan Arab Özengi bağırup
eyitdi: “Ey yiğit, ana kanlı pilav dirler, benim ile imtihân oldukda öyle yi”
didi. Şâh İsmâîl aldı sazı eline, Arab Özengiye bakalım ne dedi:
(17) Şâh İsmâîl
Kandehârdan geldim murâd almağa
Amân Arab gel incitme beni
Koyuvir ki gideyim kendi yoluma
Amân Arab gel incitme beni
(18) Aldı Arab
Seherde bir keklik düşdi tuzağa
Evini şaşırmış düşünüp gider
Korkusından dudakları çatlamış
Aldırmış evini âşıkvâr gider
Aldı Şâh
Neylersin gelenden alursın bacı
Öldirürem Arab yokdur ilâcı
Yıkarım başına sarâyı, tâcı
Kölen olam Arab incitme beni
Aldı Arab
Çıkar yüksekden kaya bakarım
Gelen düşmânları vurur yıkarım
Tuna seli gibi kanlar saçarım
Akan çaylar coşan virür gider
Aldı Şâh
[25]
Canım Arab düşme benim peşime
Dime şâhin pençe urmaz leşime
Şimdi nazar eyle tez savaşıma
Amân Arab gel incitme beni
Aldı Arab
Çoğından almışam bunca şikârı
Görürsün kelleden borcı, hisâbı
Şaşırmış kendini, ider niyâzı
Buraya gelen bize başu virür
gider
Aldı Şâh
Hezârân kalkanı alam elime
Çağıruram Hızır, Kırkları bile
Mevlâm imdâd eyle Şâh İsmâîle
Mevlânın aşkına öldürme beni
Aldı Arab
Çocuksın meydanın değilsin dengi
Korkusından geçdi yüzinin rengi
Hiç sen duymadın mı Arab Özengi
Buraya gelen bize baş virür gider
Şimdi bunlar böyle söyleşip
dururken Şâh İsmâîl bakdı ki ne bakarsın bir Arab bir tudağı yirde, bir tudağı
Keşiş Dağından nişân virir. Şâh İsmâîl Arabı görünce eyitdi: “Ne bağırup
çağırırsın? İn aşağı seninle merdâne cenk idelim. Ya Allah sana virir, ya bana
virir” didi. Hemân Arab Özengi tîz yerinden kalkup ahura inüp Kara Bacağın
üstüne binüp[68] iki yüz elli batman gürzini eline alup meydâna geldi.
Şâh İsmâîl gördi ki Arab meydâna
geldi. Hemân ol dahî yerinden sıçrayup Kamer Tayın üzerine geldi. Andan Araba
karşu vardı. Şimdi Arab: “Çocuk hamle eyle” didi. [26] Şâh İsmâîl gördi ki Arab meydâne geldi. Arab eyitdi:
“Çocuk hamle eyle.” Şâh dahî “hamle senindir Arab” didi. “Bundan ne olacak, ben
bunı bir hamlede aluram” deyüp bir nara urup
gürzi yedi yerinden kavrayup havâle eyledi. Şâh İsmâîl eyitdi “Hamle senindir” didi. Arab eyitdi:
“Bundan ne ola” diyüp gürzini sipere verdikde gürzi gürze tokundukda ateşler
saçıldı. İkisi dahî toz içinde kaldılar. Şâh İsmâîl alup savurdı. Lâkin
be-kendi anasından emdiği süd burnundan geldi. Ammâ kendine zarar gelmedi. Ammâ
Arab dahî “eyvâh şu çocuğa zarar yazık
itdin” deyüp meydân başına vardı. Şâh İsmâîl kendini derşirüp canı gönülden bir nara urdu
ki cihân güm güm gümledi. Arabın korkusından dudakları çatladı.
“Bre Arab nereye gidersin, el
verdiğin gibi sana [ver]mezsem anamdan emdiğim süt bana harâm olsun. İşte
geldim, tur” diyüp Araba bir gürz urdı. Arab atdan aşağı teker meker oldı.
Hemân Şâh İsmâîl atından aşağı inup
Arabın göğsü üstüne oturdı, belinden hançeri çıkarup Arabın göğsüne uracak
mahalde Arabın yüzünden nikâbı kaldırdı. Şâh İsmâîl bakdı ki ayın on dördi gibi
parlamağa başladı.
Şimdi Şâh İsmâîl Arabı böyle
beyâz görünce aklı başından gidüp oraya yıkıldı. Arab Özengi eyitdi: “Ben şimdi buldum ağamı, diyüp “bre
kızlar su getürün” deyü emreyledi. Şimdi kızlar suyı getürüp Şâh İsmâîlin
yüzüne serpüp aklı başına [27] geldi. Andan Arab Şâh İsmâîlin koltuğuna girüp
nerdübândan yukaru çıkup has otaya oturup muhabbete başladılar.
Bunun arasından beş gün geçdikden
sonra Şâh İsmâîl bir kerre âh idüp felek âyinesin siyâh eyledi. Arab Özengi: “Efendim niye âh idersin
söyle” didi. Şâh İsmâîl eyitdi: “Benim bu diyâra gelmemin sebebi budur ki benim
derdim var. Bu derdi tağlara yükletsem tağlar getürmez. Ben maşûkdan ayrıldım
anı bulmayınca benden kimseye medâr
olmaz” didi. Arab eyitdi: “Efendim derdini bana söyle ben senin derdine dermân
oluram” dedi. Şâh İsmâîl: “Benim derdim
budur ki Türkmen Beğinin kızı Gülizâr Hânım benim nişanlım idi. Anası râzı
olmayup kızı alup gitmiş, nereye gitdiği malûm değildir ben de ardına düşdüm
ararken siz de bana kısmet imişsiniz. Eğer haberin var ise söyle gideyim” dedi.
Arab eyitdi: “Ey efendim, seninle berâber gidelim, hem arayup bulalım, canım
senin yoluna fedâ olsun” deyüp ol arada hâzırlanup ol mâhalden kalkup Hind
tarafına revân oldılar.
Bir de Hind içinde gezerken
Hindin üst başında bir harâbe ev içinde bir koca nine var idi. Ninenin yanına
varup selâm virüp eyitdiler: “Vâlide bu gice sende müsâfir olalım” dedikde koca
nine “oğlum burda sizin bargirünüzi bağlayacak yerim yokdır” didikde Şâh İsmâîl
elini cebine sokup bir avuç altun koca ninenin eline verdi. Koca nine altunı görünce “oğlum evin
altında bir âhur vardır oraya [28] bağla”
didi. Bunlar da atlarını bağlayup ol gün anda mihmân oldılar.
Bir de ahşâm sâat iki sularında
kulaklarına saz, tef âvâzı geldi. Koca nineye suâl eylediler ki “bu saz, tef
âvâzı nedir?” didikde koca nine eyitdi: “Oğlum bizim Hind Şâhının bir oğlu var.
Türkmen Beğinin bir kızı var imiş. Adına Gülizâr dirler imiş. Buraya geldi.
Pâdişâh ol kızı oğluna alıvirecek imiş. Lâkin kız cevâb etmiş ki ‘benim kırk
gün yasım vardır’ dimiş. Şehzâdei gerdeğe almadı. On beş gün oldı bu minvâl
üzeredir” didi.
Şâh İsmâîl bu sözi eşitdiği gibi
can başından sıçradı. Arab Özenginin yüzine bakdı. Arab Özengi eyitdi: “Allah
kerîmdir şehzâdem. Mevlâ güzel yapar” deyüp ol gice bu minvâl üzere geçdi. Çün
sabâh oldı, Arab Özengi kalkup kendi esvâbından bir kat esvâb çıkardı, koca nineye
geydirdi. Bir aviç altun dahî verdi. Meğer Şâh İsmâîl ol tarağı çıkarup koca
nineye verdi, eyitdi: “Vâlide bunı Gülizâra virüp cevâbını senden isterem”
deyüp koca nineyi gönderdiler.
Şimdi koca nine düğün evine
geldi. Kapuyı çalup içerüye girdi. Eyitdi: “Kızın kına tasını vireyim” diyüp
kına tasını alup nerdübândan yukarı giderken Gülizâr eyitdi: “Koca cadı,
elindeki fitne tasını bırak yoksa şimdi seni nerdübândan aşağı atarım da kırk
parça iderim” didikde karıdır koynundan altun tarağı çıkarup kıza gösterdi.
Şimdi Gülizâr Hânım tarağı
görünce [29] yanında olan kızları taşra savup eyitdi: “Gel, ben seni çokdan
görmemişem, deyüp koca nineyi yanına alup suâl eyledi. [Koca nine]: “Kızım
senin iftâde âşık oldığın Şâh İsmâîl bende müsâfirdir” didi. Gülizâr Hânım: “Ey
vâlide-i azîzim, şekerden lezizim, ben şimdi Gülistân Bakçasına giderim, ahşâma
kadar orada gezerem. Anlar da gelsünler beni orada bulsunlar” didi.
Koca nine dahî tiz kendi hânesine
gelüp Şâh İsmâîle Gülizârın cevâbların haber verdi. Şimdi bunlar koca ninenin
haberine binâen koca nineye harclık bir mikdâr altun verdiler.
Hele her ne ise âhşam oldı.
Bunlar kalkup yola revân olup Gülistân Bakcasına geldiler. Gülizâr Hânım Şâh
İsmâîli görüp Şâh İsmâîl dahî Gülizârı görüp birbirlerinin boyunlarına sarmaşup
“efendim ben seni gökde ararken yerde buldum” diyüp biraz zamân can sohbeti
eylediler. Ol vakit Şâh İsmâîle bir efkâr gelüp aldı sazı eline, bakalım ne
söyledi, kız buna ne söyledi:
(19) [Aldı Şâh İsmâîl]
Ben de bildim taze gelin olmuşsın
Giyinmiş kuşanmış al ile geliyor
Girmiş yâr bağçesine dermiş,
devşirmiş
Dosta belgüzâr virmeye gül ile
gelür
(20) Aldı Gülizâr
Senden ayrılalı bir dem gülmedim
Nişânım sendedir, yâr sefâ geldin
Ben meylimi kimselere virmedim
Derdimin dermânı, yâr sefâ geldin
[30] Aldı Şâh İsmâîl
Yeter oldı bu sitemler yetişür
Köz köz oldı kara bağrım tutuşur
Ne sanurdum tûtî kumru ötüşür
Sevdiğim bana şîrîn dil ile gelür
Aldı Kız
Yıkılsın bağçeleri neyleyim
Dökülsün ayvalar narı neyleyim
Senden özge gayrı yâri neyleyim
Nişânım sendedir yâr sefa geldin
Aldı Şâh
Şâh İsmâîl geldi girdi gülşene
Akdı çeşmim yaşı döndi ummâna
Aduvların haber virür düşmâne
Pâdişâhdır kalkar iner gelür
Aldı Gülizâr
Sefâ geldin sefâ ömrümin varı
Uğrına çekerim âh ile zârı
Sana kurban ola bu Gülizârı
Derdimin dermânı yâr sefâ geldin
Şimdi bunlar böyle söylerken
hemân Arab Özengi celâl idüp Gülizâr Hânımı el pençe idüp belinden kapdığı gibi
atın terkisine aldı. Şâh İsmâîl dahî beraber yola revân oldılar.
Gider iken bir çeşme başına biraz
eğlenelim deyüp muhabbete başladılar. Muhabbet idüp tururken Arab Özengi söze
gelüp eyitdi: “Efendim çok zamândır Gülizâr Hanım ile birbirinizi görmediniz.
Gelin efendim, şurada bir mikdar Gülizâr Hânım ile sarılın yatın, ben sizi
beklerem” didi. Şimdi oğlan ile kız dahî [31] kocak kucağa sarılup yatdılar,
uyudılar.
Bunlar uyumada olsun sen kıssaı
başka yüzden dinle:
Birde Hind tarafından bir kara
duman zuhûr eyledi. Arab Özengi bakdı ki asker geleyor. Hemân Arab Özengi
hazırlanmağa başladı. Oğlan ile kızın yanına geldi. Bakdı ki ikisi de muşul
muşul uyuyorlar, uyandırmağa kıyamadı. Arab Özengi hemân atının üzerine gelüp
seksen batman gürzi eline aldı, askere karşu vardı. Bir nara urup aç kurt
koyuna salar gibi saldı. Der-akâb cenge başladı. Bir saatda Arab Özengi
bunların yanına geldi. Bakdı ki yine uyurlar, yine uyandırmağa kıyamadı. Ol
vakıt Arab Özengi bakalım ne söyledi:
(21) Aldı Arab
Yine duman çökdi Hindin yoluna
Uyan hey sevdiğim gör neler oldı
Dört yanımız döndi kara dumana
Uyan hey sevdiğim gör neler oldı
Şimdi haber gitdi Hinde Yemene
Anlar da susamış bir avuç kana
Bir tilki neylesün bir aç arslana
Uyan hey sevdiğim gör neler oldı
Şimdi menzil gitdi gelür Habeşî
Anlar da iderler bizimle cengi
Dereler toldurdum kan ile leşi
Uyan hey sevdiğim gör neler oldı
Şimdi haber gitdi gelür Frengî
Anlar da iderler bizimle cengi
Gör neler işledi Arab Özengi
Uyan hey sevdiğim gör neler oldı
Şimdi Arab Özengi böyle söyleyüp
tururken Şâh İsmâîl uyandı. [32] Eyitdi: “Arab biraz kâhve-altı var ise
yeyelim” didi. Arab Özengi yerden kalkup “buyurun efendim, şurada beş on keklik
urdum. Hadi alalım getürelim, bişürelim” didi. Arab bunı alup leşlerin yanına
geldi. Şâh İsmâîl bunları böyle görünce hemândem girüye dönüp hazırlanup süvâr
olup yola revân oldılar.
Günlerde birgün Arab Özenginin
sarâyına dahîl oldılar. Beş gün eğlendiler. Yükde hafif bâhada ağır olan malı
alup yola revân oldılar.
Bir gün Gülperînin sarâyına
geldiler. Gülperînin dahî karındaşları dahî bunları karşılayup atlarından aşağı
indirüp buyurun deyüp bunlardır nerdübândan yukarı çıkdılar. Gülperînin odasına
oturdılar. Gülperî gelüp Şâh İsmâîlin elini öpdi ve Gülizâr Hânım ile görişdi.
El-hâsıl orada dahî üç gün müsâfir oldı.
Şâh İsmâîl Gülperiye eyitdi:
“Hâzır ol, gidelim” didi. Gülperi karındaşlarına gelüp eyitdi: “Ey
karındaşlarım sizler de hâzır olun gidelim” dedikde, “hayır hemşîre bizler
gitmeyiz, sağlık ile gidin” didi ve kalkup Şâh İsmâîlin huzuruna varup
eyitdiler: “Şehzâdem sizler gidecek imişsiniz, Mevlâ selâmet virsün” didi.
Şimdi Şâh İsmâîl ve Arab ve
Gülperî hâzırlandılar. Atlarına süver olup “duâdan unutmayın bizi” deyüp yola
revân oldılar.
Günün birinde Kandehâr şehrine
yakın geldiler. Bir çeşme başına geldiler. İki tarafa nazar idüp bakar iken bir
çiftci [33] gelüp yer öpüp eyitdi: “Şehzâdem sefâ geldin, hoş geldin” didi. Şâh
İsmâîl: “Hoş bulduk”. Eyitdi: “Haydi babama söyle koçı göndersin” dedi. Çiftci
yola revân olup pâdişâhın sarâyına geldi. Mücde eyledi: “Mücde pâdişâhım, Şâh
İsmâîl geldi” diyüp mücde eyledi. Pâdişâh dahî bir avuc altun verdi.
Şimdi koçucı başıya emreyledi. Ol
dahî koçuyu getürdi. Şimdi gelüp gördi ki üç dâne kız oturur. “Varayım iki dâne
koçı getüreyim” didi. Şâh İsmâîl girüye döndüğini gördi “gelsün” deyü
emreyledi. Koçucı gelüp [şah İsmâîl]: “nereye gidersin?” deyi sual eyledikde
“efendim iki koçu dahî getüreyim” didi. Şâh İsmâîl izin virüp iki koçu dahî
alup geldi. Birine Gülizâr Hânımı ve birine Gülperîyi bindirdiler ve birine
dahî Arab Özengiyi bindirdiler. Üçüni birden alup gitdi.
Şimdi giderken Arab Özengi bir
remil açdı. Remilde fenâ geldi. Şâh İsmâîle: “Şehzâdem bizleri babanın sarâyına
getürme, başka konağa götür” didi. Şâh İsmâîl “baş üstüne” deyüp babasına haber
gönderüp başka konak hazırlandı.
Şimdi bunlara karşu çıkup konağa
indirdiler. Arasından birkaç gün geçdi. Şâh İsmâîlin vâlidesi Hânım Sultan
yanına beş on câriye alup eyitdi: “Varayım, bakayım gelinlerim ne iş işlerler”
diyüp Şâh İsmâîlin konağına geldiler.
Şimdi kızlar bunları görüp üçi
birden nerdübândan aşağı inüp koltuğına girüp yukaruya çıkardılar, oturdı.
Kızların üçi birden el pençe dîvân turdılar.
Şimdi Hanım Sultân bunlara nazar
iderken sol tarafdan [34] urılup sağ tarafından yalman gösterdi. Bir dürlü
orada turamayup tiz yerinden kalkup sarâyına geldi. Ahşâm oldukda pâdişâh
hareme geldi. Hanım eyitdi: “Bu sâat Şâh İsmâîli öldür, gelinleri al. Eger
‘olmaz’ dirsen kendi kendimi öldürüp helâk iderim” didi. Birde pâdişâh eyitdi:
“Neye bana böyle söylersin, hiç evlâd öldürmek olur mı ve hem de gelin dimek
evlâddır, nasıl anları alayım” deyüp kalkup sarâyına geldi. Kendi kendine fikr
idüp, varayım gelinlere ben de bakayım deyüp ol dahî kalkup gitdi.
Şimdi kızlar da pâdişâhı görüp
üçi birden aşağı inüp pâdişâhın koltuğına girüp nerdübândan yukaru çıkardılar,
oturdı. Üçi birden el pençe dîvân turdılar. Pâdişâh bir ona, bir şuna nazar
idüp ol dahî sol tarafından urılup beş karış yalman gösterdi.
Der-akab yerinden kalkup sarâyına
geldi. “Vezîri çağırın gelsün” didi. Birde vezîri çağırdılar. Vezîr geldi.
Pâdişâh eyitdi: “Şâh İsmâîli öldür, kızları al gel” didi. Vezîr yer öpüp
eyitdi: “Pâdişâhım Şâh İsmâîl tîz kendini ele virmez, başka tertib idelim”
didikde pâdişâh: “Sen bilürsin” didi. Vezîr eyitdi: “Pâdişâhım Şâh İsmâîli
davet idersin. Yemekleri zehirlersin, ölür ise böyle ölür” didi.
Ol vakit Şâh İsmâîli davet
eyledi. Şâh İsmâîl dahî “baş üstüne” diyüp hâzırlandı. Kalkup giderken Arab
Özengi bir remil atdı, “gel şehzâdem şu mühri al, gelen yemeklerin üzerine
gezdiresin [35] öyle it” didi.
Şâh İsmâîl mühri alup toğrı
babasının sarâyına geldi. Pâdişâh “buyur oğlum” deyü yer gösterdi. Her ne ise,
biraz musâhibet idüp yemek geldi. Yemeklerine üzerine mühri gezdirip yedikden
sonra kalkup gitdi. Pâdişâh vezîri çağırup itdi: “Lala bu ölmedi.” Vezîr
eyitdi: “Pâdişâhım Mevlânın öldürmediği kulı nasıl öldirelim.” Pâdişâh eyitdi:
“Elbetde Şâh İsmâîli öldir” didi. Vezîr eyitdi: “Pâdişâhım sizler eyü satranc
bilürsiz, Şâh İsmâîl de bilür. Oynarsınız, ol sizi yenerse sayılmaz, eğer siz
anı yenerseniz ol vakıt bağlarsınız” didi.
Yine pâdişâh Şâh İsmâîli davet
eyledi. Şâh İsmâîl geldi, meğer bu defa Arab Özengi keyifsiz bulundı, remel
idemedi.
Şimdi pâdişâh eyitdi: “Gel oğlum,
canım pek sıkıldı, seninle santıranc oynayalım” didi. Şehzâde: “Pek eyü baba”
diyüp oynamağa başladı. Şimdi birbiri ardınca babasını üç defâ yendi. Pâdişâhın
gazâbı ziyâdelendi. Şâh İsmâîlin yüreği acıyup kendi kendüye eyitdi “iki defa
yenileyim” deyüp iki oyun yenildi. Hemân pâdişâh emreyledi: “Şehzâdeyi
bağlayın” didikde hemân şehzâdenin elin arkasına bend eylediler. Şâh eyitdi:
“Oğlum kır bakalım” dedi. Şâh İsmâîl bir kerre zor eylediği vakit kütür kütür
bendlerini kırdı.
Pâdişâh eyitdi: “Oğlum seni
dünyâda ne tutar” didi. Şâh İsmâîl eyitdi: “Baba beni bu dünyâda yayımın kirişi
tutar” didikde pâdişâh emreyledi, vardılar yayının kirişini getürdiler. Şâh İsmâîl
eyitdi: “Barmaklarım kırılur, bu kırılmaz” didi. Ol vakit pâdişâh [36]
emreyledi: “Tiz cellâd gelsün” didikde “ağalarım kerem inâyet idin, babama bir
iki mısra türki söyleyim andan sonra öldürün. Emir böyle imiş” deyüp aldı sazı
eline bakalım ne söyledi:
(22) [Şâh İsmâîl]
Kurbân olam eşiğinin taşına
Zulûmdür şâh baba öldürme beni
Götür beni vâlidemin yanına
Zulümdür şâh baba öldürme beni.
Uyma baba uyma düşmân sözine
Evlâd da babanın ser-firâzıdır
Yiğidin şöhreti iki gözidir
Zulûmdür şâh baba öldürme beni.
Yeni başdan düşdüm âh u figâna
Hiç âdem kıyâr mı öz evlâdına
[Yazıkdır hey peder düşmez şanına
Zulûmdür şâh baba öldürme
beni][69]
Yine Şâh İsmâîl çeker bir acı
Baba sensin benim başımın tacı
Keserler mi bağda biten ağacı?
Zulümdür şâh baba öldürme beni.
Şimdi böyle deyüp söyledikde
babası eyitdi: “Haydi şunı katl eyleyin” didikde şehzâdei alup siyasetgâha
getürür iken birde hacılar hocalar birden eyitdiler: “Pâdişâhım şehzâdei bize
bağışla” deyi recâ eylediler. Pâdişâh eyitdi: “Ölümün sizlere bağışladım, iki
gözlerine mil çekin” didi. Şâh İsmâîlin gözlerine mil çekdiler. Şâh İsmâîl
eyitdi: “Ağalar sizlere vasiyyetim ol ki, sağ gözimi sol cebime, sol gözimi sağ
cebime koyun” didi. Öyle eylediler. Götürüp bir küçük tağa bırakdılar.
Bunun üzerine iki gün geçdi. Bu
tarafdan Arab Özengi bakdı ki iki gün oldı şehzâde gelmedi. “Acaba ne oldı?”
diyüp bir remel eyledi: Kan gördi.
Şimdi [37] Arab “hoş imdi” deyüp
turdı. Şimdi pâdişâh emreyledi ki: “Varın gelinleri alın gelin” didi. Pâdişâh
tarafından üç âdem geldi ve pâdişâhın cevâbını Arab Özengiye söyledi. Arab
Özengi: “Varın pâdişâha selâm idin bizim arımız var bizlere yüz hanım
göndersin, ol zamân ben de bunları göndereyim.” Pâdişâha gelüp haber verdiler.
Şimdi pâdişâh yüz hânım tertib
eyledi. Gelüp “buyurun sizleri pâdişâh ister” didikde Arab Özengi eyitdi:
“Güzel amma bizlere yüz hammâl da gelmeli. Yükümüzi dahî beraberce alup
gitmeli” didi. İçlerinden hanımın biri gidüp pâdişâha haber verdi.
Şimdi hamallar gelmekde olsun bu
tarafda Arab Özengi toksan tokuz kızının başlarını kesüp hararlara toldırdı.
Kendi yüzine nikâb çeküp sandaliyyede oturdı. Birde alup ağızlarını bağlayup
temâm oldı. Arab Özengi eyitdi, hamâllar içerüye gönderdi.
Şimdi pâdişâh mal gelecek deyü
bakarken hamâllar gelüp hararları dîvân-hâneye bırakdılar. Ricâl-ı kibârlar
geldiler. Pâdişâh eyitdi. Çuvalların ağızlarını aşağı idüp bir de hanımların
leşleri meydâna çıkdı. Pâdişâh gazaba gelüp eyitdi: “Varın şunların öldüreni
memleketden sürün gitsünler” didikde Arabın üzerine hücûm eylediler.
Ol vakit kendine çeki düzen virüp
bunlara bir giriş girdi ki kırk elli kırış kırdı ki, kırk elli âdem harâbe
virdi. Ancak bir âdem kaçup haber verdi. Yine asker gönderdi. Arab Özengi “ha
bunda, ha şunda” derken ortalığı fenâya verdi.
Şimdi ricâl-ı kibâr dîvân
eylediler. Bir araya [38] geldiler, müşâvere eylediler: “Bizim pâdişâhımız
Ümmet-i Muhammedi boş yere derd-i mihnete uğratdı. Bunun çâresi nedir?”
didiklerinde biri eyitdi: “Bunun çâresi yine bunun üzerine asker gönderelüm,
kavğa idelim” didiler. Yine asker cem idüp üzerine hücûm idüp kavğaya
başladılar. Yine zafer bulamadılar. Kimse hakkından gelmedi.
Bunlar bu tarafda kavğa itmede
olsunlar biz gelelim Şâh İsmâîle. Göz görmez, hâli harâb. Bir gün cüşe gelüp
aldı sazı eline, bakalım ne kelâm söyledi:
(23) [Şâh İsmâîl]
Yedi tağ üstüne kuran mihrâbı
Benim bu gözime dermân viresin
Arş ü Kürsî[70], cümle âlem
sâhibi
Benim bu gözime dermân viresin
Emreyledin Yûnus deryâya taldı
Balık kursağında ibâdet kıldı
[Ganî Yaradanın himmetin bildi
Benim bu gözüme çâre viresin][71]
Bana böyle imiş Hakkın emri
Görmez bu gözlerim asla cihânı
Bu derdimin var mı sizde dermânı
Benim bu gözime dermân viresin
Şâh İsmâîl çağıranda hâzır
Yetiş imdâdıma hazreti Hızır
Üstümüzda Kâdir Mevlâ nâzır
Benim bu gözime dermân viresin
Şimdi Şâh İsmâîl böyle söyledikde
bunun üstünde iki hafif göğercinler gök yüzünde uçup gitdilerdi. “Yazık bu Şâh
İsmâîle bunun gözleri oyup buraya koymuşlar. Lâkin şimdi bizden birer tüy
düşer, alsa gözlerine sürse Mevlânın izniyle inşâ-Allah eyü olur. Lakin dilimizden
anlamaz, eyvâh yazık” diyüp uçup gitdiler. Meğer Şâh İsmâîl kuş dilince
bilürdi. Birde elin bu yana [39] sürerken ol iki tüyi buldı ve gözlerine çekdi.
Abdest alup iki rekat hâcet namâzı kılup Hak Celle ve Alâya niyâz eyledikde
kabul idüp iki gözleri bile açıldı.
İki tarafına melîl melîl bakarken
orada bir çiftci görib toğru çiftcinin yanına gelüp selâm verdi. Çiftci dahî
selâmın aldı. Şâh İsmâîl eyitdi: “Baba evlâdlığa kabul ider misin?” Çiftci
eyitdi: “Oğlum şimdiki zamânda kendi evlâdımdan fâide yok” didi. Şâh İsmâîl
çiftcinin tekrâr elini öpdi, yalvarup kendini inandırdı.
Birde âhşam oldı. Evlerüne
gelürken çifte Tatar bunların yanından geçüp ağa sarâyına gitdi. Meğer gelen
Tatar askere yazmağa gelmiş idi. Şâh İsmâîl eşidüp gelüp çiftcinin elin öpdi.
Çiftci bunı askere yazdırup koynuna guruş koyup elli guruşa bargir aldı. Yüz
pâreye bir bıçak aldı. Askere katup gönderdi.
Şâh İsmâîl askerle beraber gidüp
bir tepeye çadırlar kurup oturdılar. Birde gördiler ki Arab Özengi köpürmüş.
İki tarafa köpük saçar. Şâh İsmâîl böyle görünce vücûdı ditremeye başladı.
Hemân Şâh İsmâîl yerinden kalkup
toğrı bin başının yanına gelüp: “Efendim kulunuza icâzet vir, şu Arab ile cenk
ideyim.” Bin başı eyitdi: “Var hey gel oğlan, bu kadar yiğitler cenge kâdir
olamadılar, sen neye kâdirsin?” didi. Şâh İsmâîl niyaz idüp izin aldı.
Şâh İsmâîl kalkup atına bindi.
[Bir nara atdı] Arab Özengi eyitdi: “Eyvâh bu naraı ben bir defa Şâh İsmâîlden
işitdim, bir de bu yiğitden işitdim” didi. Ammâ bu nara ile cenge başladılar.
Ahşâma kadar cenk [40] itdiler. Bibirlerine zafer bulamadılar. Ahşam oldı,
birbirlerinden ayrıldılar.
Birde pâdişâh emreyledi: “Tîz
bugün ile Arab ile cenk iden yiğidi bana getürün” deyü emreyledi. Şâh İsmâîli
alup geldiler. Yedi yerden temennâ, el pençe divan turdı. Pâdişâh eyitdi:
“Oğlum mâşâ-Allah, Arab Özengi ile çok güzel cenk eyledin, didi. Şâh İsmâîl
eyitdi: “Efendim cenk itdim ammâ silâhım yok, atım yok” dedi. Pâdişâh eyitdi:
“Oğlum [var ahırdan istediğin atı ve hazneden istediğin silâhı al” dedikde,
hemân Şâh İsmâîl][72] ahura varup Kamer Tayı alup bu şevk ile üzerine binüp
toğrı Arab Özenginin sarâyının altına geldi. Arab Özengi gördi ki sarâyın
altına bir âdem girdi. Hemân aldı sazı eline bakalım Şâh İsmâîle ne söyledi,
Şâh İsmâîl de ne kelâm eyledi:
(24) Aldı Arab
Bir yiğit benlik eylese
Nice alt eyler düşmânı
Gizlice çevirmiş bizi
Eylemiş bize meydânı
(25) Aldı Şâh
Vallâh benliğim yokdur
Düşmanlara fendim çokdur
Benim senden pervâm yokdur
Seyreyle meydânda beni
Aldı Arab
Çadırın elvân nakışı
Tağ gibi yığmışım leşi
Sana salarım ateşi
Yandırır güli ormanı
Aldı Şâh
[41]
Gel aşağı yüzün görem
Muhabbetim sana virem
Gürleyüp meydâna girem
Göresin neyin arslanı
Aldı Arab
Var yiğidim sen bir yana
Yazıkdır kıymayım sana
Kıymışam nice bin cana
Baksana yatan insâna
Aldı Şâh
Arzuladım geldim beri
Zabt itmek içün bu yâri
Ölürem gitmezem geri
İtmişem âhd u amânı
Aldı Arab
Sabâh olsun kuram cengi
Değilsin ölenlerin dengi
Duymadın mı Arab Özengi
Fetih itdi Hindi Yemeni
Aldı Şâh
İn aşağı güle güle
El geldi bile bile
Yazık oldı Şâh İsmâîle
Seyreyle meydânda beni.
Şimdi böyle söyledikde Arab
eyitdi: “Kızlar ağanız gelmiş” deyüp üçi birden aşağı inüp Şâh İsmâîlin elin
öpüp ağlaşmağa başladı.
Şimdi Arab söze gelüp eyitdi:
“Şehzâdem çok sözün sırası değil, var git senin buraya geldiğini kimse
bilmesin. Yarın seni şâh baban çağırır, sana dir ki ‘oğlum seni ihyâ iderem,
bugün şu Arabı öldürsen de’ dir. [42] ‘Baş üstüne pâdişâhım dirsin’ gelürsin
seninle cenk itmeğe başlarız. Bana bir gürz urursın, beni atdan aşağı
indirirsin, göğsüm üstüne oturursın. Baban dir ki ‘oğlum öldür’ dir. Sen dahî
dirsin ki ‘pâdişâhım gel sen kendin öldür’ dirsin. Yanıma gelince sen bir
tarafa dur, ana bir kılıc urayım ki iki pâre ola” deyüp böylece kavl ü karar
idüp yine yerine gitdi.
Çün sabâh oldı, pâdişâh Şâh
İsmâîli çağırdı: “Oğlum bugün şu Arabı senden isterim” didi. Şâh İsmâîl: “Baş
üstüne pâdişâhım diyüp gitdi.
Andan Şâh İsmâîl ile Arab Özengi
cenge başladılar. Ha şunda ha dirken Şâh İsmâîl Araba bir gürz urup Arab
yıkıldı. Şâh İsmâîl göğsi üstüne oturdı. Birde pâdişâh geldi, Şâh İsmâîl
eyitdi: “Pâdişâhım bir küçük bir büyüği alt iderse ne lazım gelür” didi.
Pâdişâh: “Allahdah bulsun” didi. “Sen de bul” deyüp bir tarafa çekildi. Pâdişâh
Arabın yanına vardı ki kılıc ile öldüreyim deyü andan Arab pâdişâha bir kılıc
urdı ki iki pâre eyledi.
Şimdi her tarafdan cümle asker
Şâh İsmâîl oldığın bilüp ve gelüp yer öpüp karşusında el bağlayup dîvân
turdılar. Andan pâdişâhın cenâzesin kaldırup defin eylediler.
Şâh İsmâîli duâ–senâ ile tahta oturdup
“mübarek [43] olsun” didiler. Birkaç günden sonra Gülizâra düğün kurdılar. Kırk
gün, kırk gice düğün olup bir cuma gicesi Gülizâr Hanım ile murâd alup murâd
verdiler [ve birbirlerine bu türküleri söylediler:
(26) Aldı Şâh İsmâîl
Sevdiğim giymiş libâsı
Sarılmanın vakti geldi
Koynun misk-i amber kokar
Öpüşmenin vakti geldi.
(27) Aldı Gülizâr
Gel benim candan sevdiğim
Yoluna kurbân olayım
Ötersin bülbül misâli
Diline kurbân olayım
Aldı Şâh İsmâîl
Zülüflerin punce punce
Boyu uzun beli ince
Memeler benzer turunca
Sevişmenin vakti geldi
Aldı Gülizâr
Devşir mendilin saçağı
Belinde elmâs bıçağı
Seninçün besledim bağı
Gülüne kurbân olayım
Aldı Şâh İsmâîl
Şâh İsmâîl çağırır Hüda
Çok şükür erdik murada
Yüksek elvân şîrîn oda
Birleşmenin vakti geldi
Aldı Gülizâr
Gülizâr kurbandır sana
Sen gibi aziz mihmâna
Sarıl bu beyâz gerdâna
Boyuna kurbân olayım][73]
İrtesi cuma gecesi dahî Gülperî
ile murâd alup murâd virdiler.
Mevlâ sizlere ve bizlere, dünyâda
murâd almayan âdemleri Cennette hûrî kızları ile mesrûr eyleye… Amîn!…
-Temmet- Bitti
SONUÇ
Şah İsmail ile Gülizar ya da
kısaca Şah İsmail hikâyesi olarak da bilinen bu halk hikâyesinin gerek Osmanlı
Türkçesi ve gerekse Latin harfli basımlarının çokluğu, bu hikâyenin hal
arasında ne kadar çok sevildiğinin ve yaygın olduğunun bir göstergesidir.
Diğer halk hikâyeleri gibi,
halkın çok beğendiği bir şekilde -nazım ve nesir karışımıyla- oluşturulan bu
hikâyenin nesir kısmında olaylar dizisi verilmektedir. Nazım kısmında ise
-diğer halk hikâyelerinde olduğu gibi- duygular aktarılmaktadır. Duygunun
coştuğu kısımlarda kahraman eline sazını alarak bu duygularını şiirle ifade
etmektedir.
Yine diğer halk hikâyeleri gibi
Şah İsmail ile Gülizar hikâyesi de diğer edebi türlerle yakından ilişkilidir.
Sosyal fonksiyonu itibarıyla roman türüne yaklaşırken, içerdiği olağanüstü
durumlar, kişiler ve diğer masal motifleriyle de masal türüne yaklaşmaktadır.
Ancak kendi türüne has şekliyle ve üslubuyla da halk hikâyesi türüne
katılmaktadır.
Hikâyede yer alan motiflerin
çokluğu, bu tür hikâyelerin ne kadar çok kültür birikimi taşıdıklarının bir
göstergesidir. Hikâyenin yapısında yer alan bu motiflerin hangi kültüre ait
olduğu pek araştırılmadığı için bu araştırmada yapılan inceleme eksik
kalmıştır.
Genel olarak bu türün içerdiği
zenginlikler hâlâ tam olarak ortaya çıkarılmamış ve bu tür üzerinde bazı
sınırlı çalışmalar dışında araştırma ve inceleme yapılmamıştır. Yabancı
araştırmacıların yaptığı çalışmaların çoğu da Türkçeye kazandırılmamıştır. Bu
nedenle bu tür üzerinde yapılacak çalışma ve araştırmalara büyük ihtiyaç
vardır.
Bu tür çalışmaların bir araya
getirilerek bir Türk Halk Klasiklerinin oluşturulması en büyük temennimizdir.
KİTAP HAKKINDA
Şah İsmail Hikâyesinin Osmanlı Türkçesi Basımları
Bu hikâyenin Osmanlı Türkçesi
taşbasmalarının ortak özelliği, hemen hemen hepsinin tek bir kaynaktan
aktarılarak ufak tefek farklılıklarla oluşturulmuş görünmeleridir. Nüshalar
arasında gerek olaylar dizisi, gerek anlatım ve gerekse şiirlerin sırası ve
yapısı bakımından pek büyük farklılıklar yoktur. Ancak bazı nüshalar, özellikle
Aşık Ömer Divanı’nın kenarına yerleştirilmiş hikâyelerde kısaltmalar ve bazı
bölümleri bırakmalar söz konusudur. İncelenen nüshalardaki bu farklılıklar
şöylece özetlenebilir:
Bu basımlardan, bu çalışmaya esas
alınan metin[1] tarihsiz olmasına rağmen son baskılardan birisi olarak
düşünülebilir. Çünkü Osmanlı Türkçesiyle yapılan taşbasma metinlerin en
okunaklı ve en düzgün olanıdır.
Çalışmaya esas alınan bu metin
harekeli olduğu için metni Osmanlı Türkçesinden Latin harflerine çevirirken bu
harekeler esas alındı ve metin üzerinde pek fazla değişikliğe gidilmedi.
Yalnız, bilindiği gibi Farsça olan ‘Hâce’ kelimesinde ‘hı’ harfi ile ‘elif’
harfi arasında yazıldığı halde okunmayan bir ‘vav’ harfi vardır. Metin harekeli
olduğu için bu kelime “Hevâce’ şeklinde harekelenmiş olduğu için bu ‘hâce’
olarak çevrildi. Ayrıca ‘inşâ-Allah’ gibi kelimelerde ‘Allah’ kelimesi
kısaltılarak metinde “inşâ-âh’ şeklinde yazılmıştır. Bu da ‘inşâ-Allah’
şeklinde çevrildi.
Bundan başka metin içerisinde
bazen bir harf, bir hece, veya bir cümle; bazen de bir beyit, bir şiir ya da
bir epizot metni zenginleştirmek veya cümleleri daha anlaşılır bir hale koymak
için eklendi. Ancak bu eklemeler gelişigüzel değil, diğer basımlardan
aktarılarak yapıldı ve bunların hangi basımdan aktarıldığı dipnotlarla
gösterilerek bu kısımlar köşeli parantez içinde verildi.
Bu basımın her sayfasında
ortalama on dokuz satır var ve eser toplam kırk üç sayfadan oluşmaktadır.
Taşbasmalardan birisi de en eski
taşbasmalardan birisi olan hikâye1271 [1855] tarihli nüshadır.[2] Resimli olarak basılmış bu nüsha ile
incelemeye esas alınan nüsha arasında pek büyük bir fark yoktur. Bazı cümleler bu
basımda daha da kısadır. Şiirlerin mısraları arasında da bazı kelime ve yapı
farklılıkları da mevcuttur. 37 ve 38. sayfaları eksik olan bu basımdaki şiir
sayısı 24’tür. Eksik sayfaların dışında kalan kısımda toplam dokuz resim var.
Bu resimler Osmanlı minyatürlerini andırmaktadır. Toplam 40 sayfadan ibaret
olan eserin sonunda şu kayıt yer almaktadır: “Sâye-i me’ârifvâye-i hazreti
Şehinşâhîde, Tophâne-i ‘Amire, İstihkâm alayları litoğrafya destgâhlarında işbu
Şâh İsmâ’îl Hikâyesi bin iki yüz yetmiş bir senesi mâh-ı Muharremü’l-Harâmın
evâilinde tab’ ve temsîl olınmışdır”.
Osmanlı Türkçesiyle basılan
metinlerden en önemlisi Firdevs tarafından hazırlanan basımdır.[3] Hikâyenin dili ve üslûbu değiştirilerek roman haline
konulmuş bu metin matbaa harfleriyle harekesiz olarak basılmıştır. Belkide bu
tür basımların ilklerinden birisi olduğu içindir, birçok basım hataları
mevcuttur. Hikâyenin olaylar dizisinde büyük bir değişiklik yoktur ancak üslûp
değiştiği için bazı açıklamalar genişletilmiş, incelemeye alınan metinde yer
almayan birçok genişletmeler yapılmıştır. Hikâye beş bölüme ayrılmış ve metin
resimlidir. Onbir tane resmle süslenmiş olan basımdaki bu resimler son derece
büyük bir itina ile çizilmişlerdir. Belki de halk hikâyelerinin
romanlaştırılmış ilk metinlerinden birisi budur. Yine Osmanlı Türkçesi
basımları içerisinde isimli tek basım budur. Eser toplam 64 sayfadır.
Osmanlı Türkçesiyle diğer bir
basım 1328 [1912] tarihli nüshadır.[4]
Baş kapağı resimli olan bu eserin içinde de aralara sıkıştırılmış küçük
küçük, resimler var ve bu resimler minyatür türü değil çizgi resimlerdir. Son
derece bozuk bir basım olan nüshada bazı harfler çok karışık olup birçok harf
hatası da mevcuttur. Hikâyenin muhtevası yönünden ise büyük bir farklılık
yoktur, diğer nüshalar gibi cümle yapısında birçok kısaltmalar mevcuttur.
Başka bir metin, daha doğrusu
metinler topluluğu olarak adlandırabileceğimiz Aşık Ömer Divanı’nın kenarlarına
yapılmış basımlardır. Sayıları oldukça fazla ve çeşitli olan bu basımların
ortak özelliği, hikâyenin büyük ölçüde kısaltılmış olmasıdır. Bu basımlarda
hikâye, Şâh İsmâ’îl’in Hint’te Gül’izâr ile birleşmesiyle son bulmaktadır.
Bunlardan 1306 [1889] tarihli basım[5] iyi bir basım olmayıp, hafler biraz
karışıktır. Diğeri, mali1325 [1909] tarihli basımdır.[6] Diğer basımlara göre
daha düzgün bir basımdır. Sayfa sayıları ortalama 32’dir.
Şah İsmail Hikâyesinin Latin Harfli Basımları
Latin harfleriyle yapılan
basımların birer derleme mi yoksa eski basımlardan yola çıkılarak mı
hazırlandığına dair kayıtlar eserlere konulmamıştır. Her neşredici, bu
kitapları kendi isimleriyle neşretmiş, ayrıca bir önsöz v.s. de koymamışlardır.
Bu nedenle de bu eserlerin kaynağı müphem kalmıştır. Bu kitaplarda yer alan
hikâyelerin, Latin harflerine çevrilen metinden farklılıklarını şöyle
özetleyebiliriz:
Bu kitaplardan biri M. Zeki
Korgunal tarafından hazırlanan kitaptır.[7] Bu hikâyenin başlangıcında bir
kulübe motifi yer alır. Karısının niçin ah çektiğini sorması üzerine padişah
karşıdaki bir kulübeyi göstererek, bu kulübenin bile boş kalmadığı halde,
kendinin muhteşem sarayı zamanla boş kalacacağından dem vurur (s.3). Ayrıca,
şehzadenin yer altında okutulmasına sebep olarak, okuduğundan daha ziyade
istifade etmesi gösterilir (s.6). İncelemeye esas alınan metinde yer alan Şah
İsmail’in kemiği atarak camı kırması kısmı bu hikâyede yer almıyor. Kamer
Tay’ın ismi bu metinde Kamber Tay olarak veriliyor. Şah İsmail, Gülizar’ı
aramaya çıkarken daha önceki ceylanı görerek arkasından gider ve Gülperi’nin
sarayına ulaşır. İncelenen metinde Arap Özengi ile Şah İsmail’in evlenmesi
konusu belli değilken, bu metinde evlenirler (s.32). Arap Özengi’nin Kara Bacak
adlı bir atı vardır. Gülizar Hint Hükümdarının oğluyla değil, hükümdarın
kendisiyle evlenmek üzeredir, ancak Gülizar kırk gün yas tutarak onları
oyalamaktadır. Hanım Sultan üç kızı görmeye geldiğinde hastalanarak bunun bir
suikast tılsımı olduğu fikrine kapılır. Böyle bir düşmanlığı yalnızca oğlunun
yapabileceğini düşünür (s.41). Şah İsmail’in katledilmesine Hoca Danyal engel
olur. Şah İsmail, gözleri açıldıktan sonra bir delikanlı ile arkadaşlık eder
(s.50).
Tam 56 sayfadan oluşan bu
hikâyedeki olaylar dizisinin farklılığı bundan ibarettir. Yazar, olaylara
kendine göre yorumlar getirir, onları açıklamaya çalışır. Nazım kısmında da
büyük farklılıklar yoktur, mısralardaki hece sayısı eşitlenmiştir. Kitapta
ayrıca dört tane de resim var.
İkinci bir eser D. Remzi Korok’un
eseridir.[8] Bu kitapta da padişah ile
veziri çeşme başına geldiklerinde vezir bu çeşme hakkında bilgi vererek bu
çeşmenin bir ‘Hızır Çeşmesi’ olduğunu ve burada insanların muratlarına
ulaştıklarını söyler. Onlar bu çeşmeye ulaştıklarında, bir ak sakallı dervişin
bu çeşmenin başında oturmakta olduğunu görürler (s.2). Şehzadenin eğitim için
yer altında bir mahzen yapılması bu hikâyede yok. Sıradan bir av gününde Şah
İsmail’in bu ‘Hızır Çeşmesi’ne varmasıyla maceralar başlar. Ceylanı takip
ederek çadıra kadar girer. Şah İsmail’in başındaki tuğdan onun bir şehzade
olduğunu Gülizar ve yaşlı kadın anlarlar. Ava vezirin oğlu da Şah İsmail ile
beraber gittiğinden olan biteni padişaha anlatır. Devle Gülperi’nin
kardeşlerinin savaşmasının nedeni olarak devin aslında Gülperi’yi sevdiği ve
onu kaçırmak istediği gösterilir (s15). Gülizar’ı Hindistan’da bulduklarında
Şah İsmail ona işaret olarak başındaki tuğu gönderir. Geri dönüşte babası onu
iyi karşılar, Şah İsmail üç kızla da evlenir (s.20).
Toplam 20 sayfa olan bu hikâyede,
Şah İsmail’in babasıyla olan mücadelesi yer almaz. Bu yazar da diğer yazarlar
gibi olaylara kendine göre yorum ve açıklamalar getirir. Nazım kısmındaki
şiirlerin sayısı hem azdır hem de incelenen metinden çok farklıdır.
Diğer bir kitap S. Münir
Yurdatap’ın eseridir.[9] Yurdatap,
eserinin takdim kısmında “Eski zamânlarda olmuş çok meraklı bir sevgi
masalıdır; içindeki şiirler en eski basımının aynıdır. Hikâyenin mevzuu da
herkesin anlayacağı sade bir dile çevrilmiştir”[10] diyerek hikâye üzerinde
yaptığı değişiklikleri bize belirtir. Bu değiştirme sadece bununla da kalmaz ve
hikâyenin metin kısmıyla oynar. Hekimler öyle tavsiye ettiği için yürüyüşe çıkan
padişah bir pınar başında oturur. Burada bir seyyehle karşılaşır ve seyyah ona
elmayı verir. Şah İsmail’in ava çıktığı dağın adı “Kara Dağ”dır. Gülperi’nin
kardeşlerini kurtarmak için Şah İsmail devli değil, ejderha ile dövüşür. Şah
İsmail’in üç kızla geri dönmesinden sonra onları ziyarete gelen anne oğlunun
saadetini kıskanır. Padişah’a ‘bir gönülde üç sevdanın olamayacağı, bu kızların
aslında bir padişaha layık olduğunu’ belirterek onu, oğlunu öldürmeye teşvik
eder. Şah İsmail dağa atıldıktan sonra yanına bir çiftçi gelerek onu kendi
evine götürür ve tedavi ederek iyileştirir. Bu çiftçi daha sonra, Şah İsmail
padişah olduğunda saraya alınır.
Toplam 63 sayfadan oluşan bu
eserde Yurdatap, sadece metni eserin başında belirttiği gibi herkesin
anlayacağı sade bir dile çevirmekle kalmaz, aynı zamânda onun olaylarına da
müdahale ederek değişik bir metin çıkarır. Şiirler Osmanlı Türkçesi basımlarla
hemen hemen aynıdır.
Ergun Sav’ın eserinin on dördüncü
hikâyesi Şah İsmail hikâyesidir.[11] Bu
eserde padişahın ismi Malik Şah olarak verilir. Hikâye, Şah İsmail’in ava
çıkması epizotuyla başlar. Ceylanı avlamak isterken bir ses işitir ve bu ses
nedeniyle onu avlayamaz, bağıran kişinin bir kız olduğunu görür. Şah İsmail
onun yanına gelir, kızın adı Gülperi’dir. Şah İsmail, babasını kızı istemeye
razı ederek gönderir ancak kızın babası kabul etmez ve oradan göçerler. Buna
çok üzülen Şah İsmail yollara düşerek onu aramaya koyulur. Bu arada bir saraya
rastlar bu sarayda Arap Özengi’yi bulur ve onun gerçek kimliğini ortaya
çıkarır. Burada Arap Özengi’nin hayatı anlatılarak, onun aslında bir beyin kızı
olduğu, erkek gibi yetiştirildiği, babası ölünce de onun yerine tahta geçtiği
belirtilir. Arap Özengi ile Gülperi’yi aramaya çıkarlar, Hindistanda onu
bulurlar. Babasından kızı isterler babası da onu verir çünkü Şah İsmail kızı
cariye olarak değil de tek eşi olarak alacaktır. Dönüşte Arap Özengi sarayında
kalır. Şah İsmail Gülperi ile Kandihar’a döner. Malik Şah oğluna kızarak onun
gözlerine mil çektirir ve Gülperi’yi de zindana attırır. Malik Şah’ın asıl
amacı kızı almaktır bunun için de eğer kendisinin olursa Şah İsmail’i
bırakacağını söyler. Önce razı olmayan kız daha sonra razı olur ve her ikisi de
serbest bırakılır. Malik Şah, Şah İsmail’e Gülperi’nin kaçtığını söyler. Bunun
bir yalan olduğunu anlayan Şah İsmail babasına hakaret eder, bunun üzerine onun
gözlerine mil çektirmek ister (Daha önce Şah İsmail’in gözlerine mil
çekilmişti!). Tam bu sırada Arap Özengi askarleriyle gelir, Malik Şah’ı
öldürür. Gülperi, buradan kurtulduktan sonra Arap Özengi’nin yanına gitmiştir
ve durumu ona anlatmış sonra da kalbine hançer saplayarak intihar etmiştir. Şah
İsmail bu haberi aldıktan sonra Arap Özengi ile evlenir.
Toplam 14 sayfadan oluşan bu
eserde hikâyenin yapısı çok farklıdır. Sanki hikâyeden bazı motifler alınmış ve
bunlarla yeni bir hikâye oluşturulmuştur. Hikâyenin nazım kısmı da çok
farklıdır. Şiir sayısı oldukça azdır.
Beşinci eser İstanbul Maarif
Kitaphanesi tarafından neşredilen eserdir.[12]
Bu kitapta da bazı değişik kısımlar yer alır. Şah İsmail doğduktan sonra
padişah müneccimleri toplar ve oğlunun falına baktırır. Müneccimler ona,
oğlunun yedi yaşından sonra güneş görmemesi gerektiğini söylerler. Buna akıl
erdiremeyen padişah Hoca Danyal’a başvurur, o da yer altında bir mahzen
yapılmasını söyler. Hikâyede ayrıca Arap Özenginin hayatı bundan önceki eserde
olduğu gibi anlatılır. Arap Özengi, kim kenidisini yenerse onunla evleneceğini
söylemiştir, Şah ismail yener. Hikâyede ayrıca bir de üvey ana motifi vardır.
Şah İsmail üçü kız ile geri döndükten sonra onu ziyarete gelen annesi değil,
üvey annesidir. Şah İsmail Gülizar’ı aramak için evden gittiğinde annesi bunun
hasretine dayanamaz ve hastalanarak ölür. Padişahın vezirinin çok güzel bir
kızı vardır. Vezir bir gün padişahı evine davet ederek kızını gösterir. Kıza
aşık olan padişah daha sonra onunla velenir. Aslında vezirinin gözü tahttadır
ve kızıyla birlikte tahtı ele geçirmek isterler. Onları ziyarete giden üvey
anne (=vezirin kızı) kızları çok güzel görünce bir plan yapar. Dönüşte ağlamaya
başlayan karısına padişah ne olduğunu sorar. Karısı da, Şah İsmail’i ziyarete
gittiğini ve orada onları dinlediğini, aslında oğlunun tahta çıkmak için
çabaladığını söyler. Padişah buna kızar ve ertesi gün kendisi ziyarete gider.
Ancak giderken karısı, eğer orada
kendisine birşey ikram edilirse yememesini, aksi takdirde kendisini
zehirleyeceklerine söyler. Padişah da getirdikleri kahveyi içmez. Geri dönerek
oğlunun öldürülmesini vezirine emreder. Yine, Şah İsmail bağlanıp tam
öldürülecekken Lokman gelir ve kendisine bağışlanmasını ister. Bunun üzerine
ölüm emrinden vazgeçilir ve gözleri oyulur. Hikâyenin sonunda, Arap Özengi ile
Şah İsmail dövüştükten sonra akşamleyin Lokman Hoca Arap Özengi’nin yanına
gelir, Şah İsmail da oraya gelmiştir. Durumu bilen Hoca Lokman herşeyi onlara
anlatır. Bir plan yaparlar ve ertesi günü Şah İsmail Arap Özengi’yi yere
yıktığında padişah değil de veziri onu öldürmesi için çağrılır. Vezir
yaklaşınca Arap Özengi kalkarak vezirin kellesini uçurur. Şah İsmail de yüzünde
nikab ile dövüştüğü için onu kimse tanımamıştır. Vezir ölünce nikabının
çıkarır, padişah da oğlunu tanır ve çok şaşırır. Olup biten padişaha da
anlatılır. Padişah yaptıklarına pişman olyur. Tahta çıktıktan sonra Şah İsmail
üç kızla da evlenir.
Toplam 50 sayfadan oluşan eserde
hikâye onüç bölüme ayrılmış ve ilk 11 bölüme isim verilmiştir. Nazım kısmındaki
şiirler küçük değişikliklerle hemen hemen aynıdır. Kitap resimlidir.
İstanbul Maarif Kitaphanesi’nin
diğer bir eseri[13] de daha önceki ile gerek hikâyenin olaylar dizisi ve
gerekse şiirler yönünden aynıdır. Yalnız bölüm sayısı onbire indirilmiştir.
Resimli olan bu eser toplam 108 sayfadır.
Yeni harflerle basılan en önemli
eser Rezzan Güney’in hazırladığı eserdir.[14]
Bu kitapta hikâye romanlaştırma yoluna gidilmiş ve yeni bir dille
oldukça genişletilmiştir. Olaylar dizisinde büyük farklar mevcut değildir.
Yalnız, büyüklerin şehzadeye ad koyma istişaresinden sonra padişah müneccimleri
toplar ve çocuğun yıldızına baktırır. Müneccimler, çocuğun yıldızının gülmediğini
bunun için de yedi yaşından sonra güneş görmemesi gerektiğini söylerler. Bunun
üzerine Lokman Hoca’ya başvurulur ve Lokman Hoca, onun yedi yaşından sonra yer
altında bir mahzende eğitim görmesini söyler.
Bu görev Lokman Hoca’ya verilir
(s.8-9).
Nazım kısmındaki şiirler taşbasma
nüshalardaki şiirlerle hemen hemen aynıdır. Bazı şiirlerin ilk mısraları
korunduğu halde diğer mısraları değiştirilmiştir.
Yeni harflerle yapılan basımlar
arasında en farklı olanı Halûk Nihat’ın eseridir.[15] Yazar bu kitapta, halk
arasında yaşayan Şah İsmail hikâyesini alarak onu destanlaştırma yoluna
gitmiştir. Manzum bir dille aktarılan hikâye hecenin 8’li, 11’li ve daha çok
14’lü kalıplarıyla yazılmıştır. Hikâyenin olaylar dizisinde birçok kısaltma
yapılmıştır. Zaten hikâye eserde konu olarak vardır, şiirler ve anlatım tamamen
değişmiştir. Yazarın amacı da bir destan oluşturmaktır.
Eserde üç destan yer alır.
Bunlardan ikincisi Şah İsmail ile Gülizar’dır. Bu kitabın başlangıç bölümünü
hazırlayan Hilmi Ziya, Şah İsmail hikâyesiyle eski Türk destanları arasında bir
irtibat kurarak, buradaki kişileri birer sembol olarak ele alır.[16]
Yukarıdaki karşılaştırma ve
özetlerden de anlaşılacağı gibi, birçok yazar yeni harflerle hikâyeyi
yayımlarken nazım kısmını genellikle korumuş, nesir kısmında ise kendi
düşüncelerine uygun olarak değişiklikler yapmışlardır. Bu değişiklikler, dilini
düzeltmek, sadeleştirmek ve okuyucunun daha iyi anlamasını sağlamak gibi
nedenlerle yapılmışsa da metne müdahaleler çok fazladır. Bazen bu müdahaleler
çok fazlaya kaçmış, metine orjinalliğini kaybettirmiştir. Hikâyeyi roman haline
getirmek isteyenler de ne yazık ki bunları roman haline koyamamışlardır. Halk
hikâyesinin daha sonra anlatılacak kendine has dokusu bunlarda da kalmıştır.
Ayrıca daha önce de belirtildiği gibi bu hikâyelerin kaynağının ne olduğu belli
değildir. Maarif Kitaphanesi her ne kadar kaynak olarak eski yazma nüshaları
göstermişse de bu nüshaların hangileri olduğu belirtilmemiştir. Bu konuda
Boratav şu değerlendirmeyi yapar ki bu düşünceye katılmamak mümkün değil:
“Bu düzeltme yalnız imlâ ve mâna
yanlışlarını düzeltme, eksikleri tamalama, v.s… gibi metnin sadece aslî
şeklinin en iyi hale getirilmesine, tamirine münhasır kalmamış, dil ve üslûbu
güzelleştirme, daha doğru bir tabirle, kitabı yeni zamân ve şartlara uydurma
gayretleri de göstermiştir”. “Bir yandan, İkbal Kütüphanesinin tabıları, ve
onun yolundan giden bazı başka basımlar, az cok halk hikâyeleri dil ve
üslûbunun hususiyetlerini muhafaza ederek yeni yazılarla yayınlamakta devam
ederken, öte yandan da Muharrem Zeki, Selâmi Münir, v.s… gibi yeni bir halk
hikâyecilği tarzı bulmağa çalışan bazı muharrirlerin elinde halk hikâyeleri
eski dil ve üslûp damgasını tamamıyla kaybetmişlerdir”.[17]
Şah İsmail Hikâyesinin Diğer Dillerdeki Basımları
Yabancı dillerde yapılan
yayımların en önemlisi Fischer’in Almanca olarak hazırlamış olduğu
incelemesidir.[18] Bu inceleme, bugüne kadar Türkçe’de bile yayımlanmamış
şekilde konuyu geniş bir şekilde ele alan ve hikâyeyi gerek muhteva ve gerekse
şekil yönünden incelemiştir. Fischer, eserin il 58 sayfalık bölümünü hikâyeyi
incelemeye ayırmışve ikinci bölümde hikâyenin Latin harfleriyle
transkripsiyonunu Almanca çevirisiyle birlikte vermiştir. Yazar, metin kısmında
yedi tane nüshanın karşılaştırmasını yapmıştır.
Fischer, hikâyenin metin
kısmında, Osmanlıca metinlerde yer almayan bir sıralamayla şiirleri vermiştir.
Almanca’dan Türkçeye henüz çevrilmemiş olduğundan, eserindeki bu değişikliği
niçin yaptığını anlayamadım. Ancak şiirlerin bu şekildeki dizilişi hikâyenin
olaylar dizisine ve muhtevasına daha uygun olduğu için ben de bu dizilişe
uyarak şiirleri verdim. Fischer, incelemesinde, genel olarak Türk halk romanı,
Şah İsmail ile Gülizar hikâyesi ve bu hikâyedeki motifler, kişiler ile
hikâyenin dili hakkında da açıklamalar yapmıştır.
İkinci bir eser, W. Radloff
tarafından hazırlanan Türk halk edebiyatı
adlı antoloji niteliğindeki eserinin 8. cildidir.[19] Radloff aslında bu ciltte yer alan hikâyeyi,
ünlü Türkolog Ignaz Kunós’ un Mundarten der Osmanen adlı eserinden Kril
alfabesiyle bu esere aktarır. Hikâye’nin olaylar dizisinde ve nazım kısmındaki
şiirlerde, dil ve üslûbunda Osmanlı Türkçesi metinlerinden bir farklılığı
yoktur.
Halk Hikâyeciliği ve Şah İsmail Hikâyesi
Gerek içerisindeki motifleri,
gerek kahramânlarının ortak özellikleri ve gerekse başlangıç, geçiş ve bitiş
klişeleri, hikâyenin muhtevası ve şekli yönünden Şah İsmail hikâyesi ile diğer
halk hikâyeleri arasında bir farklılık yoktur. Farklılık olaylar dizisinde,
şiirlerde ve hikâyenin muhtevasında yer alır.
Her ne kadar Boratav, halk
hikâyelerinin nevini incelerken Şah İsmail hikâyesini Kahramânlık hikâyelerinin
“diğer kahramânlık hikâyeleri” grubuna dahil ederse de,[20] hikâyenin yapısına baktığımızda bunun bir
kahramânlık hikâyesi değil, aşk hikâyesi olduğunu görürüz. Şah İsmail’in yapmış
olduğu kahramânlıklar ise, sevgilisine kavuşmada önüne çıkan engelleri aşmak
için gösterdiği kahramânlıklardan ibarettir. Zaten bu kahramânlıkla ilgili
kısımlar, Gülizar’ı aramak için yola çıkmasıyla başlar ve ona kavuşmasıyla
biter. Babası ile olan mücadelesi kısmındaki kahramânlığı ise yine bir yardımcı
öğedir ve hikâyeyi kahramânlık hikâyesi yapmaya yeterli değildir. Sonuç olarak,
hikâyede asıl vurgulanan kahramânlık değil, aşktır ve kahramânlık arkaplanda
yer alır.
Bilindiği gibi, bütün halk
hikâyelerinin ortak özelliği, şekil yönünden nazım ve nesrin karışık olmasıdır.
Olayların anlatıldığı kısım ve konuşmaların çoğu mensurdur. “Yalnız mühim
hadiselerde, şiddetli hislerin ifade edilmesi gereken yerlerde kahramân dille
söylemeyi telle söylemeye tercih eder”.[21]
Böyle, duyguların yoğunlaştığı kısımlarda Şah İsmail’de duygularını
şiirle dile getirir; daha doğrusu hikâyeyi aktaran kişi dile getirir. Şah
İsmail bazen karşındakine duygularını anlatırken, bazen de Gülizar, Gülperi ve
Arap Özengi ile karşılıklı olarak nazmı kullanırlar. Bu nedenle de “nazım kısmı
halk hikâyelerinin lirik hususiyetlerini veren unsuru”[22] olarak kabul edilebilir.
Diğer bir ortak nokta, hikâyelerde
yer alan başlangıç ve geçiş klişeleridir. Halk hikâyelerinin başlangıç klişesi
olarak bilinen “râviyân-ı ahbâr ve nâkilân-ı âsâr ve muhaddisân-ı rüzigâr şöyle
rivâyet ederler ki…” kalıbı, Şah İsmail hikâyesinin incelenen metninde
kısaltılarak “râviler şöyle rivâyet eder ki…” şeklinde verilmiştir. Ancak
Firdevs’in metninde aynı ibare yer almaktadır. Geçiş klişesi olarak bilinen,
nazım kısmı başladığı sırada geçen “aldı bakalım ne dedi…”, “aldı oğlan…”,
“aldı kız…” gibi kalıplar bu hikâyede de aynen kullanılmıştır.
Öte yandan, hikâye hikâyeleri
arasında bir grup teşkil eden aşk hikâyelerindeki epizotlar aynı sıralamayı
gösterir ki Şah İsmail hikâyesinde de bu epizotlar aynı şekilde
sıralanmaktadır: Birinci bölümde, çocuğun olağanüstü bir şekilde doğumu, büyümesi;
ikinci bölümde kahramânın aşık olması; üçüncü bölümde kahramânın önüne çıkan
engeller ve kahramânın bu engelleri aşması; dördüncü bölümde de sevgililerin
birleşmesi ve buna bağlı olarak kahramının tahta çıkması epizotları yer
alır.[23] Ancak, Şah İsmail hikâyesinde
bu son bölüme ilaveten bir de Şah İsmail’in babası ile olan mücadelesi epizotu
eklenmiştir. Zaten, hikâyenin en dikkat çekici epizotu ve motifi bu bölümde yer
alır. Ayrıca bu epizotta karakterlerdeki rol değişimi de yer alır. Daha önceki
bölümlerde, Arap Özengi rol değiştirmişti. Bu bölümde de hikâyenin
başlangıcında iyi kişi konumunda olan baba, bu bölümde kötü kişi konumuna geçer
ve saldırgan rolü üstlenir. Daha önceleri oğlunun mutluluğu için elinden geleni
yapan baba, oğlunun mutluluğa kavuşmuş olduğunu görünce bu mutluluğu kıskanır
ya da mutluluk kıskandırılır.
Halk hikâyelerinde böyle bir grup
teşkil eden aşk hikâyelerindeki aşk teması da diğer bu tür hikâyelerle aynı
özellik gösterir. B. Moran’a göre bu tür hikâyelerde aş idealize edilmiştir:
“Romans yapısına göre kurulmuş bu
hikâyeler doğal olarak bir aşk öyküsünü anlatırlar, ama sıradan bir aşk
değildir bu. Gerek hikâyenin kahramânları gerekse işlenen aşk tema’sı idealize
edilerek olağanüstü bir düzeye ulaştırılmıştır. Aşkın hiçbir engel ve güçlük
karşısında yılmadan üstün geleceğini kanıtlayan bu hikâyelerde de sevgiliye
bağlılık ve sonuna dek sürdürülen sadakat en önemli erdem olur; aşk da en büyük
değer. Sevgililer sonunda birleşip mutluluğa ermekle sadakatlerinin ve
bağlılıklarının ödülünü almış olurlar”.[24]
Bu özellik Şah İsmail hikâyesi
için de geçerlidir.
Şah İsmail hikâyesinin diğer halk
hikâyeleri içindeki durumuna böylece değindikten sonra, bu hikâyedeki bazı
durumları da değerlendirmek faydalı olacaktır:
Bunlardan birincisi, hikâyenin
kahramânı Şah İsmail ile gerçekten tarihte yaşadığını bildiğimiz ünlü Safevi
hükümdarı ve şair Şah İsmail Safevî
arasında bir ilgi olup olmadığı meselesidir. Her ne kadar Hilmi Ziya,
Halûk Nihat’ın Türk Destanına Giriş adlı eserinin başlangıç bölümünde Şah
İsmail destanını değerlendirirken “Safevî devletinin müessisi ve tanınmış bir
Türk şairi olan meşhur Şah İsmail ile bunun arasında da bir münasebet olduğu
tahmin edilebilir”[25] şeklinde bir düşünce ortaya koyarsa da bunun ispatına
yapmaz. Halbuki, Şah İsmail Safevî’nin hayatını incelediğimizde, bu hikâyenin
kahramânı olan Şah İsmail ile bir ilgisinin olmadığını görürüz. Bu benzerliğin
sadece bir isim benzerliğinden ibaret olduğu anlaşılır. Aslında, halk
hikâyelerinde bu tür tarihi isimlere sık sık rastlanır. Ancak bu benzerlik
genellikle bir isim benzerliğinden öteye geçmez. Böyle, hikâyelerde tarihi
isimlere rastlanması konusunda Boratav da şöyle der:
“Hikâyeci lalettayin isimler
seçeceğine, bazen halk içinde çok popüler olmuş, -iyi ya da kötü- çok tesirler
bırakmış isimleri tercih etmiştir.”[26]
Diğer bir konu, hikâyenin dini
arkaplanı meselesidir. Her ne kadar O. Spies, “halk kitaplarındaki dini
arkaplan nedir diye araştırılırsa, din bakımından bu kitaplarda müslümanlığa
ait ancak pek az şey bulunduğu tespit edeler”[27] yargısını ortaya koyarsa da, bu tür kitapları
incelediğimizde, hikâyelerde yer alan motiflerin bazılarının İslâmi motifler
olması yanında, hikâyelerde müslümanların günlük yaşamından kesitler
bulabiliriz. Meselâ Şah İsmail hikâyesinde derviş motifi dini bir motiftir ve
manevi bir gücü temsil etmektedir. Öte yandan kahramânların arada bir “abdest
alma”ları, “namaz kılma”ları müslümanların günlük yaşamlarından birer kesittir.
Hikâyeler dini hikâye olmadıkları halde bu kesitler yer alır. Bu da, bu tür
hikâyelerde dini bir arkaplanın olduğunu gösterir.
Masal Türü ve Şah İsmail Hikâyesi
Hikâyenin içerisinde yer alan
olağanüstü durumlar ve kişiler nedeniyle birçok derleyici ya da araştırmacı
halk hikâyelerini masal ya da destan olarak kabul etmiştir. Hiç şüphesiz, bu
hikâye de bir çok masal ve destan motifi içermektedir. Ancak bu durum sadece
Şah İsmail hikâyesine mahsus değil, genel bir halk hikâyesi özelliğidir. Bu
konuyu Boratav şöyle değerlendirir:
“Masal epizotları veya motiflerinin
halk hikâyelerine malzeme olarak girmesi çok daha sık rastladığımız, hemen
hemen her halk hikâyesinde karşımıza çıkan bir vakıadır. Bazı hallerde, hatta
bütün bir masalın, hikâyenin bir epizodunu teşkil edecek şekilde veyahut da
ustalıkla parçalanıp birkaç epizodu haline getirilerek hikâyenin bünyesine
sindirildiği de olur.”[28]
Bu hikâyede de böyle bir durumun
sözkonusu olup olmadığını anlamak için Propp yöntemini bu hikâyeye uygulamak
yerinde olacaktır.
Ünlü Rus biçimbilimcisi V.
Propp’un “bir kötülükle (A) ya da bir eksiklikle (a) başlayıp ara işlevlerden
geçerek evlenmeye (W) ya da düğümü çözme olarak kullanılan başka işlevlere
ulaşan her gelişmeyi biçimbilimsel açıdan olağanüstü masal diye
adlandırabiliriz.”[29] şeklindeki
tanımına uygun düşen Şah İsmail hikâyesi, başlangıç ve sonuç bölümlerinde bu
yönteme uyarsa da ara işlevlerde buna uymaz.
Propp’un bu tanımına ve yöntemine
uygun olarak hikâyeyi analiz ettiğimizde hikâyenin başlangıcından, Şah
İsmail’in doğumuna kadar olan bölüm başlı başına bir masal olarak ele
alınabilir: Acem Ülkesinde bir padişah vardır, Kandehar Padişahı derler (a).
Bunun hiç evladı yoktur (a1). Derdine derman bulmak için seyahata çıkar (1).
Bir dervişe rastlar ve ondan yardım ister (D7). Derviş istenilen iyiliği yapar
(E5) ve ona bir elma verir (F1). Padişah geri döner (¯). Dervişin dediğini
yapar ve bir evladı olur (K). Buraya kadar olan bölümde yer alan işlevler
sıralandığında şu dizi karşımıza çıkar:
Bu dizi, Propp’un masalın
başlangıcı olarak verdiği diziye uygundur. Ancak, bundan sonraki işlevler yeni
bir masal başka bir durum arzeder ve Propp’un yöntemine uymaz.
Burada Şah İsmail’in büyümesi,
eğitimi, adının konması, ava çıkması, avda bade içerek Gülizar’a aşık olması,
aşk hastalığına yakalanması, duruma babasının el koyması, Gülizar’ın babasından
istenmesi, onun da vermesi, ancak annesinin onu alarak kaçırması, gibi
epizotlar masalın genel gidişine hiç de uygunluk arzetmez. Ancak Şah İsmail’in
Gülizar’ı aramaya çıkmasıyla Propp’un tanımına göre tekrar bir masal başlamış
olur. Burayı ayrı bir masal olarak ele alırsak ara işlevlerin bazısı yine
Propp’un verdiği dizeye uymaz. Çünkü bu ara işlevler arasında bir defa evlenme
de söz konusudur.
Hikâyenin son bölümü Propp’un
yöntemine uygun bir şekilde bağlanabilir:
Şah İsmail asker olarak geri
döner (O). Arap Özengi ile savaşması ve onunla akşamleyin bir plan yapmaları
bağlantı öğesi olur (§). Padişah Arap Özengi’ye yaklaşınca Arap Özengi onu
öldürür (U). Herkes Şah İsmail’i tanır (Q). Şah İsmail tahta çıkar ve üç kızla
da evlenir (Woo). Bu işlevler dizildiğinde şu sıralama elde edilir:
Bu dizi de genel olarak Propp’un
belirttiği sonuca uygun bir durum arzeder. O halde, bu karşılaştırmanın
sonucunu şöylece özetleyebiliriz:
Halk hikâyelerinin bir türü
olarak Şah İsmail hikâyesi, başlangıç ve bitiş epizotları itibarıyla masalların
yapısına benzer bir yapıya sahiptir ve içerisinde -ileride motifler bahsinde de
görüleceği gibi- birçok masal motifi ve olağanüstü durum yer almaktadır. Ancak
bütün bunlar bu hikâyeyi masal olarak kabul etmemizi gerektirmez. Çünkü bu tür
hikâyelerin kendine has bir yapısı var. Gerek şekil yönünden ve gerekse içerik
yönünden masaldan ayrılır. Bu tür motifler ve olağanüstü durumlar masala
yaklaştıran öğeler olarak kabul edilebilir.
Bunlardan başka bu tür hikâyelerin
başlangıç klişesiyle masalların başlangıç klişesi birbirinden farklıdır.
Genellikle “bir varmış, bir yokmuş…” şeklinde başlayan masallarda ayrıca
bunların bir masal olduğu vurgulanarak, olağanüstü ön planda yer alır. Halk
hikâyelerinde ise olağanüstü ikinci plandadır ve normal hayat birinci planda
yer alır.
Masallardaki olaylar müphem bazı
memleketlerde ya da masal memleketleri olarak bilinen Çin, Hint, Yemen gibi
yerlerde geçmesine rağmen, genel olarak halk hikâyelerinin geçtiği şehirler
masal memleketlerinden başkadır ve bu hikâyede de Kandehar olarak verilmiştir.
Roman Türü ve Şah İsmail Hikâyesi
Halk hikâyeleri gerek hacim ve
gerekse şekil ve muhteva yönünden roman türünden farklı bir durum arzederler.
Bu nedenle Şah İsmail hikâye de şekil yönünden nazım ve nesir karışık olması
nedeniyle romandan farklıdır. Ancak toplumda, zamânına göre birer roman
vazifesi gördükleri kabul edilebilir. Bu konuda Boratav da aynı görüştedir:
“… birçok edebi nevilerin
imtizacı halinde karşımıza çıkan bu orijinal nevide en mühem karakter olarak
roman karakterini buluyoruz. Zira, destan, masal, şiir ve müzik, halk
hikâyelerine, onları nihayet harece bünyeleri bakımından karakterlendiren
unsurlar veriyorlar. Fakat sosyal fonction’u itibariyle halk hikâyeleri romana
tekabül ediyor ve bu bakımdan destanın yerini almış bulunuyor.”[30]
İşte, Şah İsmail hikâyesinide
romana yaklaştıran en büyük unsur bu sosyal fonksiyonudur.
Öte yandan, ilk romancılarımızın
roman türünü denemeye başlarken bir yandan Batıdaki örneklerini tercüme ederek
öte yandan da halk hikâyelerini, meddah hikâyelerini ve Karagöz oyunlarını
malzeme olarak kullandıklarını biliyoruz. Ayrıca romancılar sadece bunları
malzeme olarak kullanmakla kalmamış, gerek Osmanlı Türkçesi ve gerekse Latin
harfleriyle yapılan basımlarda bu hikâyeleri romanlaştırma yoluna gitmişlerdir.
Bu da bu hikâyelerin romana yakın bir tür olduklarını gösterir.
Yine, romanların ve hikâyelerin
esas yapısını oluşturan şeyin plot ve story (=öykü:[31] olaylar dizisi)nin
olduğunu biliyoruz. Halk hikâyelerinde de bazı bölümlerde ne kadar olağanüstü
bir durum arzetseler de bu story mevcuttur, ancak plot ve story farklı değil
aynıdır yani gerçek yaşamdaki sıraya uygun bir durumdadır. Hikâyeyi
romanlaştırmak isteyenler de bu duruma müdahale etmemişlerdir.
Bu hikâyeyi roman türünden ayıran
unsurların başında ise içerdiği olağanüstü durum ve kişilerle, masal motifleri
gelir. Kahraman olağanüstü bir güce sahiptir, olağanüstü bir varlık olarak dev
hikâyede yer alır, derviş olağanüstü bir güce sahiptir v.s. gibi. Ancak post
modern roman türünde de bu tür öğelerin yer almaya başlaması dikkat çekicidir.
MOTİFLER
Motifler bir hikâyede işlevler
gibi hikâyenin esas yapısını oluşturan unsurların başında gelir. Bu bölümde,
Şah İsmail hikâyesinde yer alan önemli motifler belirtilerek bu motiflerin
kaynağı ve bulunabildiği kadarıyla diğer halk hikâyelerindeki durumu
incelenecektir.
Giriş bölümünde bir padişah
tasvir edilir. Bu padişahın saltanatı yerindedir ancak mutluluğu tam değildir.
Aslında padişah motifi halk hikâyelerimizde herhangi bir nedenle çokça yer
alır. “Bizim aşık edebiyatımızın bir kolu olan halk hikâyelerimizde toplumun en
güçlü kişisine hikâyeyi herhangi bir yerinden bağlamak geleneği öteden beri
vardır.”[32] Saadeti tam olan bir kişi
olarak genellikle padişahlar ve zenginler düşünülmüş ancak onların da
mutluluğunun tam olmayacağı vurgulanmak istenmiştir. Bu hikâyede padişah ilk
başta iyilik yanlısı bir motif olarak ele alınmasına rağmen hikâyenin sonunda
saldırgan olarak gösterilmiştir. Bu saldırganlık hem de son haddinde, oğlununun
hanımlarına göz diken ve onları alabilmek için onu öldürmeyi göze alan bir baba
(padişah) şeklinde tasvir olunmuştur. Bu motifin diğer halk hikâyelerinde yer
aldığına dair bir bilgi de yoktur..
Giriş bölümüne bağlı olarak yer
alan çocuksuzluk motifi birçok halk hikâyesinin ortak motifidir. Bu motif,
hikâyenin gelişimi ya da olayların akışı için çok önemlidir. Ayrıca bu motif,
ileride doğacak ve hikâyenin kahramânı olacak çocuğun doğuşunda, eğitiminde ve
maceralarındaki olağanüstülüklerde, ileride karşılaşacağı problemleri yenmede,
olağanüstü güç göstermeyi anlatmada da yardımcı olacaktır. Genellikle,
hikâyelerde padişahların saadetini engelleyen yegane unsur çocuksuzluktur.
Zaten çocuksuzluk bir şanssızlık olarak kabul edilmiştir. Halk hikâyelerinden
Mahmut ile Elif, Derdiyok ile Zülfüsiyah, Şahmeran ve Tahir ile Zühre
hikâyelerinde de bu motif yer alır. Bu motifin diğer milletlerdeki durumu ise
Motif-Index’te T.591.2 numarasıyla yer alır.[33]
Bundan sonra, çocuğu olmayan padişah’ın
saadetine yol açacak, derdine derman bulmaya vesile olacak bir seyahat hikâyede
yer alır. Bu seyahat motifi, sadece çocuğu olmayan padişahın arayışa çıkmasında
değil, hikâyenin daha sonraki bölümlerinde de, mesela aşığın sevgilisini
aramaya çıkmasında yer alır. Arayış için seyahat ideal olarak gösterilir. Bu da
seyahatlerin kişilere bir bilgi ve tecrübe kazandıracağı, dertlerine derman
olacağı inancının bir göstergesi olarak ele alınabilir.
Hikâyenin asıl kahramânı olacak
çocuğun doğmuna vesile olacak bir elmayı veren bi derviş motifi ayrı bir önem
arzeder. Türk edebiyatında derviş keramet sahibi kişi olarak ele alındığı ve
çoğu zamân da Hızır ile bir kabul edildiği için, olağanüstü bir durumla
gerçekleşmesi gereken olaylar da bu kişiye bağlanır. “Edebiyatımızda bu tiple
ilgili rivayet ve değerlendirmeler Türk ve İslâm coğrafyası içinde gelişerek
bir kült niteliği almıştır.” “Halk gelenek ve inancı Hızır, Pir ve Dervişi
sıfat ve davranışları ile birleştiriyor, veli kabul ediyor.” “… mistik tip de belli
bir maksat ve ideal için birçok hikâyede, olayların kaynağında yine değişmez
davranışlarla yer almıştır.”[34] Aslında
insanlara yardım eden bir insanüstü varlık bütün dünya literatüründe mevcuttur.
Bu konuda Levi-Strauss şöyle der: “Asıl önemli nokta bütün Amerikan
mitolojisinde ve diyebilirim ki tüm dünya mitolojisinde yukarıdaki güçlerle
aşağıdaki güçler arasında aracılık rolü üstlenen tanrılarla doğaüstü
yaratıklara rastlanmasıdır.”[35] Bu
motif, Motif-Index’te N 844 numarayla
gösterilmiştir.[36]
Derviş, padişaha bir çocuğunun
olmasına vesile olacak bir elma verir. “Bir zürriyet sembolü olarak elma, Türk
masal ve hikâyelerinde sık sık karşımıza çıkmaktadır. Aslında bu motif bütün
milletlerde görülmekte ve en eski örneğihi de Tevrat’ta görmekteyiz. Tevrat’taki
Rachel kıssasında sözü edilen ‘Düdaim=Aşk elmaları’ bu mucizevi elmanın ilk
yazılı örneğini teşkil etmektedir.”[37]
Türk halk hikâyelerinin çoğunda da böyle çocuksuz kişilere özledikleri
çocuğun doğmasına vesile olan şeylerden birisi böyle derviş eliyle verilen
elmadır. Ayrıca bu elma sadece padişahın mutluluğuna değil, ahırdaki mahir
kısrağın da mutluluğuna vesile olur. Elmanın bu şekilde yenilerek çocuğun
olması Motif-Index’te T 511.1.1 numarayla verilmiştir.[38]
Zamânı gelince doğan çocuğun eğitimi
de doğuşu gibi olağanüstü bir durum arzeder. Şah İsmail, diğer çocuklar gibi
normal bir eğitim sürecinden geçmez. Yer altında bir mahzende eğitimi Hoca
Danyal tarafından tamalanır. Aslında bu yera altında mahzen (ya da kuyu) motifi
Danyal (a.s.) ile bağlantılıdır. Çünkü, Şah İsmail’i eğiten ve edebiyatımızda
hikmet ve ilim sembolü olarak bilinen Danyal (a.s.)’ın kuyu ile yakından bir
ilgisi vardır. M. Asım Köksal, Danyal (a.s.)’ın bir peygamber olduğu ve
Süleyman b. Davud’un soyundan geldiği hakkında bilgi vererek bütün hayatını
detaylı bir şekilde anlatır.[39] Burada
kuyu önemli yer tutar. “Hayatı Bâbil’de geçen Hz. Danyal’ın yine orada bir
kuyusu vardır. Rivâyete göre bu kuyuya Hz. Adem hikmet sırlarını saklamış ve o
hikmeti oradan Hz. Danyâl çıkarmıştır.”[40]
İsimsizlik motifi ve bu motife
bağlı olarak doğan çocuğa ve taya isim konulması motifi de yaygındır. Çocuğun
ismini, doğumuna vesile olan derviş koyar. Tay’ın ismini de yine kendisi koyar.
Bilindiği gibi, ismin bir kutsal kişi tarafından konulması Türklerde eskiden
beri süren bir gelenektir. Dede Korkut da böyle isim verme vazifesini yerine
getirir, Boğaç Han hikâyesinde Boğaç Han’ın ismini Dede Korkut koyar. “İsim
verme motifi Türklerde epik dönemden beri önemli bir gelenektir.”[41] İsimsizlik motifinin Motif-Index’teki
numarası Z 252’dir.[42]
Av, avcı ve ceylan motifleri
birbiri ile ilgili motiflerdir. Ceylanı sevgili olarak, avcıyı da aşık olarak
almak edebiyatımızda bir gelenektir. Birçok hikâyede özellikle masalda
padişahın ava çıkması, avda bir ceylan görerek onun peşinden gitmesi ve
ceylanın bir mağaraya girerek orada bir peri kızına dönüşmesi motifi yer alır.
Yine, çeşme başı, halk
hikâyelerinde ve diğer edebi türlerde derviş, Hızır, Peri gibi, insanlara
bağışta bulunan varlıkların bulunduğu bir mekan olarak tasavvur edilir. Derviş,
padişaha elmayı bir çeşme başında vermişti. Şah İsmail kırklar elinden badeyi
yine bir çeşmede nuş eyler, Gülizar’ı ararken yine bir çeşme başına gelir.
Ayrıca bir akan suyun kenarı da çeşme kadar önemlidir. Ceylan genellikle bir
suyun kenarında otlar ve ayvı da onu orada avlar.
Kahramânın rüyasında kırklar
elinden ya da Hızır’ın elinden bade içmesi, aynı gecede kahramânın sevgilisinin
di aynı badeden içmesi, bunların birbirine aşık olmaları, bu aşk sonucunda aşığın
şairlik yeteneği kazanarak sevgilisini aramaya çıkması birbirine bağlı ve
edebiyatımızda bolca yer alan motiflerdir. “… genç kızla genç erkeğin
birbirlerine rüyada aşık olmaları motifi Hindistan’da, İran’da ve Yunanistan’da
rastladığımız çok eski motiftir. Rüya motifi ile aşk kadehi motifinin
birleşmesi Türk halk edebiyatında olmuştur. Bu rüyadan sonra şairlik kudretini
kazanma motifi de Türk halk hikâyelerine mahsustur.”[43] Bu motif ayrıca Derdiyok ile Zülfüsiyah ve
Billur Köşk hikâyelerinde de vardır.
Tarak, Şah İsmail ile Gülizar
arasındaki bağı gösteren bir motiftir. Hikâyelerde genellikle iki sevgilinin
birbirine “bergüzar” olarak bir nesne vermeleri yer alır. Bu nesne tarak, yüzük
veya mendil gibi şeylerdir ve genellikle ayrılan iki sevgilinin ileride
birbirlerini tanıtacak nesne de bunlardır.
Aşk hastalığı, Şah İsmail’in
Gülizar’dan ayrılmasıyla başlar. Sevgilisinden ayrı düşen aşık hastadır. Ancak
derdini kimseye de anlatmaz. Bu durum Dîvân edebiyatında da çokça işlenir.
Aşkını gizlemek, kahramânın önemli bir özelliğidir.
Hikâyede en çok masal
motiflerinin ve öğelerinin yer aldığı kısım, kahramânın sevgilisini aramak için
yola çıkmasıyla başlayan ve onu bulmasıyla biten kısmında yer alır. Şah İsma’il
bu epizotta, birçok denemelerden geçer, birçok maceraya atılır, hepsinde de
olağanüstü gücü sayesinde galip gelir. “Halk kitapları kahramânları önce işaret
edildiği gibi muhtelif mücadelelere girişmek ve maceralar geçirmek
mecburiyetindedir. Şah İsmail de dildanesini arama yolculuğunda müşkülata uğrar
ve ancak fevkalbeşer kuvveti sayesinde daima galib gelir.”[44]
Talihinin ya da kaderinin Şah
İsmail’e ikinci bir sevgili vermesi, Şah İsmail’in Gülizar’a olan aşkını ispat
içindir. Bu ikinci sevgili Gülperi’dir ancak yine de o, Gülizar’ı aramaktan vaz
geçmez.
Masallarda en çok yer alan bir
motif de dev motifidir. Gülperi’nin kardeşleri normal birisiyle değil de bir
devle dövüşürler. Hikâyelerde devler genellikle güçlü kuvvetli olmanın yanından
zeka yönünden eksikliği temsil ederler. Kuvvetleri çok olmasına rağmen kafaları
fazla iyi çalışmadığı için devamlı insan gücü karşısında yenik düşerler. Bu
hikâyede Şah İsmail onları bilek gücüyle yener.
Arap Özengi belli bir kişiliği
temsil etmesine rağmen niçin Arap kıyafetine giridiği belli değildir. Ancak, bu
motifi Meddah, ortaoyunu ve Karagöz oyunlarıyla ilgili olarak düşünebiliriz.
Gerek Meddah, gerek ortaoyunu ve gerekse Karagöz gibi geleneksel Türk oyunlarında kadınlar rol
almadıkları için bir erkek yüzünü boyayıp Arap kıyafetine girerek kadın rolü üstlendiğini biliyoruz. Metin And,
“ak-kara” öğesi olarak ele aldığı bu motifteki Arap için “Anadolu seyirlik
köylü oyunlarının çoğunda Arap önemli kişilerden biridir”[45] diyerek bu konuyu derinlemesine inceler.
Sevgilinin başkasıyla evlenmesi
motifi de halk hikâyelerinde çok yaygın bir motiftir. Şah İsmail de Gülizar’ı,
başka birisiyle evlendirilirken bulur, düğünün son gününde yetişerek
sevgilisini kurtarır. “Dede Korkut, Alpalmış, Aşık Garip gibi pek çok hikâyede
gördüğümüz geleneksel motifle karşılaşmaktayız. ‘Sevgilinin bir başkasıyla
evlendirilmek istenmesi’ ve ‘düğünün son gününe yetişmesi’ motifleri sadece
bizde değil “Odise’nin Dönüşü ve Binbir Gece Masallarında olduğu gibi başka
milletlerde de rastlanan tanınmış bir motifler zinciridir.”[46]
Çiftçi, hikâyede normal olarak
görünen şahsiyetlerden birisidir. Burada babasına Şah İsmail’in döndüğünü haber
veren çiftçi şahsiyeti, daha sonra da Şah İsmail’in gözleri açıldıktan sonra
onu evlat olarak alacak şahsiyetiyle karşımıza çıkar. İyiliksever bir kişiyi temsil
eder.
Remil ile olaylara yön verme
hikâyede iki yerde karşımıza çıkar. Remil’in sonucuna göre davranmak kişinin
iyiliğine olduğu vurgulanır. “Rivayete göre remil ilmi, Hz. Adem’den itibaren
İdris Peygamber vasıtasıyla Danyal Peygambere bildirilmiştir.”[47]
Padişah’ın oğlunu öldürterek
beraberinde getirdiği kızları almak istemesi en ilginç motiflerden biridir. Bu
fikrin padişaha eşi tarafından verilmesi ise ayrı bir ilginçliktir. Burada
oğlunun saadetini kıskanma söz konusu olabileceği gibi, ileride oğlunun
saltanatını ele geçirme ihtimali de söz konusudur. Ancak hikâyenin metninde
buna dair bir fikir verilmemiştir.
Mühür motifi gerek Dîvân
edebiyatında ve gerekse halk edebiyatında Hz. Süleyman ile ilgilidir onun
yüzüğüne verilen addır. Bu mühürün tılsımlı olduğuna ve Hz. Süleyman’ın bununla
bütün yaratıklara hükmettiğine inanılır.
Satranç, tavla gibi yarışmalar
hikâyelerde ve masallarda çokça yer alan motiflerdendir.
Şah İsmail’in kuvvetinin sembolü
yayının kirişidir. “Halk kitaplarının hemen hemen bütün kahramânları
fevkalbeşer güç ve kuvvete sahiptirler. Ekseriya dervişin delâletiyle nasıl
mucizevi şekilde doğmuşlarsa, bazan doğumdan yahut derviş tarafından
isimlendirilmelerinden sonra onlara güç, kuvvet veren ve kendilerini sıkıntı ve
zorluklardan kurtaran tılsıma sahip olurlar.” “Şah İsmail’in tılsımı, Kamer Tay
ve yay’dır ve bütün kuvveti yayın kirişindedir.” Böyle, kahramânın gücünün bir
şeylerde gizli olması birçok halk hikâyesinde yer alır.
Kahramânın gözlerine mil
çekilmesi ve dağa atılması ayrı bir durum arzeder. Ancak hikâyede gözlerine mil
çekilmesi ile gözlerinin oyulması birbirine karıştırılır. Mil çekildiği
belirtilirken, ayrıca sağ gözünün sol cebine, sol gözünün de sağ cebine
konulması isteği de yer alır.
Hayvanların dilinden anlama yini
Hz. Süleyman ile ilgili bir motiftir. Şah İsmail kuş dili bildiği için
güvercinlerin tüyünü gözlerine sürer ve gözleri açılır. Güvercinler hikâyelerde
birçok yardımlarda kullanılarak karşımıza çıkarlar. Güvercinlerin diğer
milletlerdeki kullanımı Motif-Index’te B 457.2 numarasıyla verilmiştir.[48]
Şah İsmail hikâyesindeki
motiflerin çoğu yukarıda da belirtildiği gibi diğer halk hikâyelerinin
motifleriyle ortaktır. Bunlardan bazıları hem halk hikâyesi hem de masal
motifidir.
Türk halk edebiyatında ya da
genel olarak Türk edebiyatında bu motiflerin toplu bir listesi ya da kataloğu
şimdiye kadar hazırlanmadığı için bunların bir karşılaştırması yapılamadı.
Ancak bazılarının Motif-Index’teki numaralarını verildi.
ŞEKİL
Nesir ve Nazım
Kendi türüne has bir şekilde
oluşturulan halk hikâyelerinde daha önce de belirtildiği gibi nazım ve nesir
karışıktır. Hikâyelerin olaylar dizisini nesir kısmı verir. Nazım kısmı ise duyguların aktarılmasında ve
anlatılmasında kullanılır.
Hikâyenin nazım kısımlarında yer
alan koşma türü şiirler kimi zamân hece vezninin kalıplarına uygun dizelerle,
kimi zamân da bozuk dizelerle oluşturulmuş.
Genellikle 8’li (4+4 veya 5+3) ve 11’li (6+5 veya 4+4+3) kalıplarıyla
oluşturulan dizelerde bazen eksik ya da fazla hece bulunmaktadır. Karşılıklı
söylenen şiirlerdeki hece sayıları aynı. Bu şiirlerde yer alan eksik ya da
fazlalıkları bir hece eksik ya da fazla
ise düzeltmedim. Çünkü saz eşliğinde okunan bu şiirlerin dizelerinde bir hece
uzun ya da kısa okunabiliyor. Ancak daha büyük yanlışlıkları basım hatası kabul
ederek düzetmeye çalıştım. Bu düzetmeleri diğer nüshalardan aldım ve
dipnotlarla belirttim.
Nazım kısmında yer alan şiirlerin
kafiye şeması ise şöyle: 1.xaxa, bbba. 2.baba, ccxa. 3.xaaa, bbba, ccca.
4.xaxa, bbba, (6.ccca), ddda 5.xaxa, bbba, ccca, ddda. 7.banban, cccan, dddan,
eeean. 8.banban, cccan, dddan, eeean, fffan. 9.baba, ccca, ddda, eeea. 10.xaxa,
bbba, caca, ddda. 11.banban, cccan, dddan. 12.bbba, ccca, ddda, eeea. 13.
banban, cccan, dddan, eeean. 14. xanaan, bbban, cccan, dddan. 15.xanxan, bbban,
cccan, dddan. 16.xanxan, bbban, cccan, dddan. 17.banban, ccca, dddan, eeea.
18.xaxa, bbba, cccan, dddan. 19.xaxa, bbba, ccca. 20.baban, ccca, dddan.
21.banban, cccan, dddan, eeean. 22.banban, xccan, dddan, eeean. 23.banban,
cccan, dddan, eee. 24.baba, ccca, ddda, eeea. 25.bbba, ccca, ddda, eeea.
26.aaxa, bbba, ccca. 27.aaxa, bbba, ccca.
Osmanlıca nüshalarda nazım
kısımlarındaki şiirlerde kıtalar birbirinden ayrılmamış, ancak şiirler bir
bütün olarak karşılıklı beyitlerle verilmiştir. Nakaratlı şiirler bize bu
şiirlerin beyitler halinde değil de kıtalar halinde bölünmesi gerektiğini
göstermektedirler.
SÖZLÜK
âb: su
aduv: düşman
alt et-: yenmek, galip gelmek.
âyine-i devrân: felek, baht.
bac: yol geçiş ücreti.
bakce: bahçe
bargir: beygir, at.
batman: eski ağırlık ölçülerinden olup 8 kilo
kadardır.
belgüzâr (bergüzâr): hatıra, armağan.
cem ol-: toplanmak
cevâhir: mücevherler
der-akab: hemen, derhal, akabinde.
derûn: iç, iç taraf.
dervîş: maneviyatla gönlü zengin olan kişi.
Edebiyatımızda genellikle başı sıkışanlara yardım eden kişi olarak ele alınır
ve çoğu zaman Hızır ile bir kabul edilir.
dervîşân: dervişler
dîvân-hâne: avlu, salon.
dolup boşal-: çok gün geçirmek, tecrübe sahibi olmak, çok
şeyle kaşılaşmış olmak.
elvâh elvân: renk renk
endâm âyinesi: boy aynası.
ferde: an
Frengî: Avrupalı
gark ol-: batmak, dalmak.
gergef işle-: nakış işlemek.
gülşen: gül bahçesi.
Habeşî: Habeşistanlı
hatem: mühür
hezârân: sakın!
Hızır (Hızr): âb-ı hayat suyunu içip ölümsüzlüğe kavuşan
kişi.
inâm: iyilik etmek, bahşiş vermek.
Kandehâr: Afganistan’ın orta-güney kesimindeki kent.
Kırklar: dünyayı idare eden kırk Hak erenleri.
koçu (koşı): oda gibi her tarafı pencereli eski bir nevi
araba.
konak vir-: misafir olarak ağırlanmak.
küheylâh: cins Arap atı.
mahsen (mahzen): yer altı, yer altında yapılmış oda.
melîl melîl: üzgün, kederli olarak.
mihmân: konuk, misafir.
minvâl: usul, durum, yol.
musahibet (musahebe): sohbet
mühlet: vakit
nerdübân: merdiven
nigâh: bakış
nikâb: maske
nûş eyle-: içmek
pervâ: korku, çekinme.
pûse (bûse): öpücük
remil (reml): kum falı, bir takım nokta ve çizgilerle fala
bakma oyunu.
ricâl-i kibâr: ileri gelen kişiler, devleti yönetenler.
ser-firâz: gurur kaynağı.
serencâm: başa gelen, baştan geçen ibretli hadise.
seyis: atın bakımıyla ilgilenen kişi.
sır: rüya (metinde).
sîne-sâf ol-: sarılıp kucaklaşmak.
siyasetgâh: siyaseten vakı olan icraat-ı hükümetin
mahal-i ikaı.
sükker: şeker
şikâr: av, avlanan.
taın it-: hoş görmemek, kötülemek.
tıfl: çocuk
tûtı: papağan kuşu.
Üçler: Kutup ve imâmeyn’den oluşan üç Hak erenleri.
Erenlerin en uluları olarak bilinirler.
vâkıa: rüya (metinde).
yalman: kılıc ve kama gibi kesici aletlerin ucu.
Yediler: dünyanın manevi
idaresini üstlenen Hak erenleri. Kırklardan önce, Üçler’den sonra gelirler.
zer-nişân: altın işlemeli, altın süslemeli.
zer: altın
Zülfikâr: Yarısından itibaren ucu çatallaşan bir çeşit
kılıç.
ÇALIŞMAYA AİT BİBLİYOGRAFYA
And, Metin. Geleneksel Türk
tiyatrosu: Köylü ve halk tiyatrosu gelenekleri. İstanbul: İnkılâp Kitabevi,
1985.
Birdoğan, Nijat. “Halk
hikâyelerinde hükümdar motifi,” Türk Folklor Araştırmaları 8, s.166 (1963):
3068-3069.
Boratav, Pertev Naili. Halk
hikâyeleri ve halk hikâyeciliği. İstanbul: Adam Yayınları, 1988.
Firdevs, Ebu’l-Kâsım. Şah İsmâîl:
Şarkın eski masallarından. İstanbul: Cemiyet Kütübhânesi, Hikmet Matbaa-ı
İslâmiyesi, 1332 [1916].
Fischer, Hans-August. Schah
Ismajil und Gülüzar: Ein Türkischen volks-roman. 26. band. Leipzig: Mayer &
Müller G.m.b.H., 1929.
Güney, Rezzan. Şah İsmail.
İstanbul: Yeditepe Yayınları, 1960.
Hikâye-i Şâh İsmâ’îl ile
Gül’izâr, (İstanbul: Tophâne-i Amire Matbaası, 1271 [1885]), 40s.
İstanbul Maarif Kitaphanesi. Şah
İsmail. İstanbul: İstanbul Maarif Kitaphanesi, 1943.
İstanbul Maarif Kitaphanesi. Tam
Şah İsmail. İstanbul: İstanbul Maarif Kitaphanesi ve Matbaası, 1975.
Korgunal, Muharrem Zeki. Şah
İsmail. İstanbul: Emniyet Matbaası, 1940.
Korok, Dâniş Remzi. Şah İsmail.
İstanbul: Türk Neşriyat Yurdu, 1937.
Köksal, M. Asım. Peygamberler
tarihi. 2.bs. c.I-II. Ankara: Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları, 1992.
Levi-Strauss, Claude. Mit ve
anlam. çev. Şen Süer, Selahattin Erkanlı. bsk. haz. Hilmi Yavuz. İstanbul: Alan
Yayıncılık, 1986.
Menâkıb-ı Şâh İsmâ’îl ve
Gül’izâr, 43 s. (Kenarında “Hikâye-i Derdiyok ile Zülfisiyah Kıssası”).
Moran, Berna. Edebiyat kuramları
ve eleştiri. Gen. 8. bs. İstanbul: Cem Yayınevi, 1991.
Moran, Berna. Türk romanına
eleştirel bir bakış. 4.bs. c.1: Ahmet Mithat’tan Ahmet Hamdi Tanpınar’a.
İstanbul: İletişim Yayınları, 1991.
Öztürk, Ali. “Anonim
hikâyelerimizde mistik tip,” Milli Kültür. s.82 (1991): 56-57
Pepeyi, Halûk Nihat. Türk
destanına giriş. İstanbul: Ülkü Kitaphanesi,1934.
Propp, Viladimir. Masalın biçimbilimi.
çev. Mehmet Rifat, Sema Rifat. İstanbul B/F/S Yayınları, 1985.
Radloff, W. “Şah Isma’il,” Proben
der volkslitteratur der Türkischen stämme. VIII. theil. Leipzig:
Zentral-Antiquariat, 1965.
Sav, Ergun. “Şah İsmail,” Halk
Hikâyeleri. İstanbul: İş Bankası Kültür Yayınları, 1974.
Spies, Otto. Türk halk kitapları:
Mukayeseli masal bilgisine bir ilâve. çev. Behçet Gönül. İstanbul: Eminönü
Halkevi Neşriyatı, 1949.
Şâh İsmâ’îl hikâyesi. 1328
[1912]. 40 s. (resimli, kenarında
“Derdiyok ile Zülfüsiyah hikâyesi”).
Şâh İsmâ’îl ile Gülizar Hanım.
1306 [1889]. 32 s. (ortada “Dîvân-ı Aşık Ömer).
Şâh İsmâ’îl ve Gül’izâr Hanım,
(İstanbul: Ali Raif Efendi Matbaası, 1325 [1909]), 32s. (Ortada”Dîvân-ı ‘Aşık
‘Ömer”).
Thompson, Stith. Motif Index of
folk literature. v.6 (Index), 3rd Pr. Bloomington: Indiana University Press,
1975.
Türkmen, Fikret. “Tahir ile Zühre
hikâyesinin Anadolu ve Özbek varyantları,” TDYA, Belleten 1986. Ankara: Türk
Tarih Kurumu Basım Evi, 1988.
Yurdatap, Selâmi Münir. Şah
İsmail hikâyesi: Resimli halk hikâyesi. İstanbul: Balçık Kitabevi, 1960.
ŞAH İSMAİL HİKAYESİ GENEL
BİBLİYOGRAFYASI
Firdevs, Ebu’l-Kâsım. Şah İsmâîl:
Şarkın eski masallarından. İstanbul: Cemiyet Kütübhânesi, Hikmet Mattaa-ı
İslâmiyesi, 1332 [1916].
Fischer, Hans-August. Schah Ismajil
und Gülüzar: Ein Türkischen volks-roman. 26. band. Leipzig: Mayer & Müller
G.m.b.H., 1929.
Güney, Rezzan. Şah İsmail.
İstanbul: Yeditepe Yayınları, 1960.
Hikâye-i Şâh İsmâ’îl ile
Gül’izâr. İstanbul: Tophâne-i Amire Matbaası, 1271 [1885], 40s.
İstanbul Maarif Kitaphanesi. Şah
İsmail. İstanbul: İstanbul Maarif Kitaphanesi, 1943.
İstanbul Maarif Kitaphanesi. Şah
İsmail. İstanbul: Tan Basımevi, 1943.
İstanbul Maarif Kitaphanesi. Tam
Şah İsmail. İstanbul: Anadolu Matbaası, 1955, 1956.
İstanbul Maarif Kitaphanesi. Tam
Şah İsmail. İstanbul: İstanbul Maarif Kitaphanesi ve Matbaası, 1975.
Korgunal, Muharrem Zeki. Şah
İsmail hikâyesi. İstanbul: Bozkurt Kitabevi, 1958.
Korgunal, Muharrem Zeki. Şah
İsmail hikâyesi. İstanbul: Ercan Matbaası, 1958.
Korgunal, Muharrem Zeki. Şah
İsmail. İstanbul: Bozkurt Matbaası, 1934.
Korgunal, Muharrem Zeki. Şah
İsmail. İstanbul: Emniyet Matbaası, 1940.
Korgunal, Muharrem Zeki. Şah
İsmail. İstanbul: Kurtuluş Basımevi, 1931.
Korgunal, Muharrem Zeki. Şah
İsmailoğlu. İstanbul: Korgunal Basımevi, 1936.
Korok, Dâniş Remzi. Şah İsmail.
İstanbul: Sühulet Basımevi, 1937.
Korok, Dâniş Remzi. Şah İsmail.
İstanbul: Türk Neşriyat Yurdu, 1937.
Menâkıb-ı Şâh İsmâ’îl ve
Gül’izâr. 43 s. (Kenarında “Hikâye-i Derdiyok ile Zülfisiyah Kıssası”).
Menâkıb-ı Şâh İsmâ’îl ve
Gül’izâr.1293 [1876]. 40 s. (Resimli,
kenarında “Derdiyok ile Zülfüsiyah hikâyesi”).
Menâkıb-ı Şâh İsmâ’îl ve Gülizâr.
40 s. (resimli, kenarında “Derdiyok ile
Zülfüsiyah hikâyesi”).
Meşhûr Şâh İsmâ’îl hikâyesi. 1342
[1926]. 40 s. (resimli, kenarında
“Derdiyok ile Zülfüsiyah hikâyesi”).
Özzorluoğlu, S. Tevfik. Şah
İsmail. İstanbul: Kenan Basımevi, 1931, 1938, 1943, 1947.
Özzorluoğlu, S. Tevfik. Şah
İsmail. İstanbul: Kenan Basımevi, 1940.
Pepeyi, Halûk Nihat. Türk
destanına giriş. İstanbul: Ülkü Kitaphanesi,1934.
Radloff, W. “Şah Isma’il,” Proben
der volkslitteratur der Türkischen stämme. VIII. theil. Leipzig:
Zentral-Antiquariat, 1965.
Resimli Şâh İsmâ’îl hikâyesi.
İstanbul: Ahmed Kamil Matbaası, 1337 [1921]. 39 s. (resimli).
Sav, Ergun. “Şah İsmail,” Halk
Hikâyeleri. İstanbul: İş Bankası Kültür Yayınları, 1974.
Şâh İsmâ’îl hikâyesi. 1328
[1912]. 40 s. (resimli, kenarında
“Derdiyok ile Zülfüsiyah hikâyesi”).
Şâh İsmâ’îl ile Gülizar Hanım.
1306 [1889]. 32 s. (ortada “Dîvân-ı Aşık Ömer).
Şâh İsmâ’îl ile Gülizâr Hanım
hikâyesi. İstanbul, 1303 [1886], 48 s. (ortada “Dîvân-ı Aşık Ömer”).
Şâh İsmâ’îl ile Gülizâr Hanım
hikâyesi. İstanbul: 1308 [1891], 32 s. (ortada “Dîvân-ı Aşık Ömer”).
Şâh İsmâ’îl ile Gülizâr.
İstanbul: 1292[1875]. 80 s. (ortada “Dîvân-ı Aşık Ömer”, ve kenarın devamında
“Derdiyok ile Zülfüsiyah hikâyesi”).
Şâh İsmâ’îl ve Gül’izâr Hanım,
(İstanbul: Ali Raif Efendi Matbaası, 1325 [1909]), 32s. (Ortada”Dîvân-ı ‘Aşık
‘Ömer”).
Şâh İsmâ’îl ve Gül’izâr Hanım. İstanbul: Ali
Raif Efendi Matbaası, 1325 [1909], 32 s. (Ortada”Dîvân-ı ‘Aşık ‘Ömer”).
Şâh İsmâîl.1301 [1884]. 40 s.
(resimli, kenarında “Derdiyok ile Zülfüsiyah hikâyesi”).
Yurdatap, Selâmi Münir. Şah
İsmail hikâyesi. İstanbul: Bozkurt Basımevi, 1936.
Yurdatap, Selâmi Münir. Şah İsmail
hikâyesi: Resimli halk hikâyesi. İstanbul: Balçık Kitabevi, 1960.
Yurdatap, Selâmi Münir. Şah
İsmail: Resimli halk hikâyesi. İstanbul: Çınar Matbaası, Halk Kitapçılık Koll.
Şti, 1967, 1969.
NOTLAR
[1]Menâkıb-ı Şâh İsmâ’îl ve
Gül’izâr, 43 s. (Kenarında “Hikâye-i Derdiyok ile Zülfisiyah Kıssası”).
[2]Hikâye-i Şâh İsmâ’îl ile
Gül’izâr, (İstanbul: Tophâne-i Amire Matbaası, 1271 [1885]), 40s.
[3]Ebu’l-Kâsım Firdevs, Şâh
İsmâ’îl: Şarkın eski masallarından (İstanbul: Hikmet, Matba’a-ı İslâmiyesi,
1332 [1916]), 64s.
[4]Şâh İsmâ’îl Hikâyesi,
(İstanbul: 1328 [1912]), 40s. (Kenarında “Derdiyok ile Zülfisiyah hikâyesi”)
[5]Şâh İsmâ’îl ve Gül’izâr Hanım,
((İstanbul): 1306 [1889]), 32s. (Ortada “Dîvân-ı ‘Aşık ‘Ömer”).
[6]Şâh İsmâ’îl ve Gül’izâr Hanım,
(İstanbul: Ali Raif Efendi Matbaası, 1325 [1909]), 32s. (Ortada”Dîvân-ı ‘Aşık
‘Ömer”).
[7]Muharrem Zeki Korgunal, Şah
İsmail (İstanbul: Emniyet Matbaası, 1940).
[8]Dâniş Remzi Korok, Şah İsmail
(İstanbul: Türk Neşriyat Yurdu, 1937).
[9]Selâmi Münir Yurdatap, Şah
İsmail hikâyesi: Resimli halk hikâyesi (İstanbul: Balçık Kitabevi, 1960).
[10]Yurdatap, a.g.e,. 4.
[11]Ergun Sav, “Şah İsmail,” Halk
hikâyeleri (İstanbul: İş Bankası Kültür Yayınları, 1974), (Folklör Dizisi:1).
[12]İstanbul Maarif Kitaphanesi,
Şah İsmail (İstanbul Maarif Kitaphanesi, 1943), (Halk Kitapları Serisi, A:Saz
Şairleri Hikâyeleri).
[13]İstanbul Maarif Kitaphanesi,
Tam Şah İsmail (İstanbul Maarif Kitaphanesi ve Matbaası, 1975).
[14]Rezzan Güney, Şah İsmail
(İstanbul: Yeditepe Yayınları, 1961) (Yeditepe Halk Klasikleri:1).
[15]Halûk Nihat (Pepeyi), Türk
destanına giriş (İstanbul: Ülkü Kitaphanesi, 1975).
[16]Pepeyi, a.g.e,. 5.
[17]Pertev Naili Boratav, Halk
hikâyeleri ve halk hikâyeciliği (İstanbul: Adam Yayınları, 1988), 161-162.
[18]Hans-August Fischer, Schah
Ismajıl und Gülüzar: Ein türkischer volks-roman, 26. band (Leipzig: Mayer &
Müller G.m.b.H., 1929).
[19]W. Radloff, “Şah Isma’il”
Proben der Volksliteratur der Türkischen stämme, VIII. Theil (Leipzig: Zentral-Antiquariat,
1965), 27-57.
[20]Boratav, a.g.e,. 34.
[21]Boratav, a.g.e,. 52.
[22]Boratav, a.g.e,. 92.
[23]Daha geniş bilgi için, O.
Spies’in Türk halk kitapları: Mukayeseli masal bilgisine bir ilave, çev. Behçet
Gönül (İstanbul: Eminönü Halkevi Neşriyatı, 1949), 14-20. incelemesine
bakılabilir.
[24]Berna Moran, Türk romanına
eleştirel bir bakış, 4.bs. c.1:Ahmet Mithat’tan Ahmet Hamdi Tanpınar’a.
(İstanbul:İletişim Yayınları, 1991), 24-25.
[25]Pepeyi, a.g.e,. 4.
[26]Boratav, a.g.e,. 153.
[27]Pepeyi, a.g.e,. 5-6.
[28]Boratav, a.g.e,. 68-69.
[29]Viladimir Propp, Masalın
biçimbilimi, çev. Mehmet Rifat, Sema Rifat (İstanbul: B/F/S Yayınları, 1985),
96.
[30]Boratav, a.g.e,. 75.
[31]B. Moran, “story” kelimesini
“öykü” kelimesiyle karşılar. Burada, bir edebi tür olan öykü ile karışacağı
için böyle bir yola başvuruldu. (bkz. Berna Moran, Edebiyat kuramları ve
eleştiri, Gen. 8.bs. (İstanbul: Cem Yayınevi, 1991), 166.
[32]Nejat Birdoğan, “Halk
hikâyelerinde hükümdar motifi,” Türk folklor araştırmaları 8, s.166 (1963): 3068.
[33]Stith Thompson, Motif-index
of folk literature, 3rd pr. V.6 (Index), (Bloomington: Indiana University
Press, 1975), 136.
[34]Ali Öztürk, “Anonim
hikâyelerimizde mistik tip,” Milli kültür, s.82 (1991): 56-57.
[35]Claude Levi-Strauss, Mit ve
anlam. çev. Şen Süer, Selahattin Erkanlı, bsk. haz. Hilmi Yavuz (İstanbul: Alan
Yayıncılık, 1986), 43.
[36]Thompson, a.g.e,. 205.
[37]Fikret Türkmen, “Tahir ile
Zühre hikâyesinin Anadolu ve Özbek varyantları,” TDAY Belleten 1986 (Ankara: Türk Tarih Kurumu Basım Evi, 1988),
85.
[38]Thompson, a.g.e,. 29.
[39]M. Asım Köksal, Peygamberler
tarihi, 2.bs. c. I-II (Ankara: Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları: 1992), 269.
[40]İskender Pala, Ansiklopedik
Dîvân şiiri sözlüğü, 2. bs. c.I-II (Ankara: Akçağ Yayınları,-), 120.
[41]Türkmen, a.g.m., 84.
[42]Thompson, a.g.e,. 535.
[43]Boratav, a.g.e,. 40.
[44]Spies, a.g.e,. 36.
[45]Metin And, Geleneksel Türk
tiyatrosu: Köylü ve halk tiyatrosu gelenekleri
(İstanbul: İnkılâp Kitabevi, 1985), 66.
[46]Türkmen, a.g.m., 86.
[47]Pala, a.g.e,. 409.
[48]Thompson, a.g.e,. 584.
[49]Fischer, a.g.e,. 2.
[50]Fischer, a.g.e,. 2.
49Fischer, a.g.e,. 2.
[52]Fischer, a.g.e,. 8.
[53]Fischer, a.g.e,. 10.
[54]Fischer, a.g.e,. 12.
[55]Fischer, a.g.e,. 18.
[56]İncelenen metinde, bu şiirin
son kıtasında son iki mısra ilk iki mısra ile yer değiştirilmişti; kıta
yapısına uygun olarak bunlar düzeltildi.
[57]Bu şiir Fischer’in a.g.e.,
26’dan Gülizar’ın söylediği şiirlerin karşılığının eksik kalmaması için
aktarıldı. Fischer buruduki 5 ve 6 numaralı şiirleri metindeki 1 ve 2 numaralı
şiirlerin yerine koymuştur.
[58]Bu “Aldı Kız” başlığıyla 5
numurada verilen şiirler Fischer, a.g.e,. 22-26’inden buraya aktarıldı.
Fischer’in incelemesinde bu şiirler 2 numaralı şiirler olarak verilmiştir.
[59]Bu cümledeki ‘aşkdır’ kelimesi
metinde ‘âşıkdır’ şeklinde verilmiştir.
[60]Fisher, a.g.e,.38.
[61]Metinde “Beğ” kelimesinin
yerine “Pâdişâh” kelimesi konulmuş. Anlamı yanlış olduğu için böyle düzeltildi.
[62]Fischer, a.g.e,. 46.
[63]Bu mısra nüshada “gönül kimi
severse odur güzel dünyada” şeklinde verilmiş. Bu vezni bozduğu için yukarıdaki
gibi değiştirildi.
[64]Bu iki mısra Osmanlı Türkçesi
basımlardan Hikâye-i Şâh İsmâîl ile Gülizar, 1271[1855]’den alındı.
[65]Fischer a.g.e,60.
[66]Fischer a.g.e,. 64.
[67]Fischer, a.g.e,. 74.
[68]Burada ‘binüp’ kelimesi
yerine ‘alup’ kelimesi vardı, değiştirildi.
[69]Fischer, a.g.e,. 120.
[70]Bu söz ‘Arş ü Rahmân’ şeklinde verilmiş. Diğer metinlerde
bu şekilde olduğu için böylece düzeltildi.
[71]Fischer, a.g.e,. 130.
[72]Fischer, a.g.e,. 136.
[73]Fischer, a.g.e,. 144-146.
Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.
Yorumlar