TÜRK KÜLTÜRÜNDE ŞAMANİZMİN İZLERİ
HAZIRLAYAN:Ülkü ERSÜREL
Şamanizm milattan önceki yıllardan bu yana Türklerin ve
çevresindeki toplulukların İç Asya ve Orta Asya da yaşadıkları bölgelerde
uyguladıkları ve Şaman ya da Kam adı verilen din adamları aracılığıyla
gerçekleştirilen bir inanç ve uygulamalar bütünüdür. Şamanizm’in Türk kültürü
üzerindeki varlığı çok eski zamanlara dayanmaktadır. Binlerce yıl süren bir göç
sonucu Asya’yı boydan boya kat eden Türklerin Son duraklarından biride
Anadolu’dur. Türkler Anadolu’da her türlü etkilenmeye açık bir yaşam sürdüler
ve geldiklerinden bu zamana kadar Şamanizm’in etki ve kalıntıları yaşamlarının
her anında varlığını sürdürmeye devam etti.
Şamanizm, milattan önceki yıllardan bu zamana kadar Türklerin ve
çevresinde bulunan toplulukların yaşadıkları bölgelerde uyguladıkları Şaman ya
da Kam adı verilen din adamları aracılığıyla gerçekleştirilen bir inanç ve
uygulamaların tamamıdır. Şaman ise, ruhlar, tanrılar ve insanlar arasında
aracılık yapan din adamına verilen isimdir. Şamanizm kelimesi Tunguzcadaki
Şaman İsminden gelmektedir Tunguz halkları bu sözcüğü büyücü, sihirbaz
anlamında kullanmaktadır. Şaman sözcüğü Rusça aracılığıyla Orta Asya’ya ve
Sibirya’ya yayılmıştır. Şamanlar, Kısaca insanlar ve tanrılar arasındaki
ilişkileri düzenler, insanların kötü ruhlardan korunmasını, hastalıkların
iyileştirilmesini sağlarlardı.
Şamanizm’in tanımı ile ilgili araştırmacıların farklı görüşleri
var; bazı araştırmacılar, Şamanlığı bir din olarak kabul ederken bazıları ise
din olarak kabul etmez. Onlara göre, ne Şamanlık ne de Kamlık asla bir dinin
adı olmamıştır. Günümüzde Şamanlık, büyücü, sihirbaz ya da kâhin olarak
adlandırılan büyüsel yeteneklere başvuran herkes için kullanılan bir kavram
haline gelmiştir. Daha sonraları Müslüman, Budist ya da Hıristiyan olan Türk
halklarında Şamanizm’in izlerine hala rastlanır. Bugün Altay ve Abakan Türkleri
ile Yakutlar ancak resmen Hıristiyan oldukları halde, aslında koyu
Şamanist’tirler. Ülkemizde de geçerli kimi halk gelenek ve inanışlarında da
Şamanizm’in kalıntılarını görmek mümkündür. Şaman inanışına göre evren üç
bölümden oluşmaktadır. Gök, Yeryüzü ve Yeraltıdır. Türklerin Gök tanrı
inanışına göre, Ebedi ve her şeyin yaratıcısı olan Tanrı tektir. Herhangi bir
şekle sokulamaz. Dolayısıyla putlar ve putların konduğu tapınaklar yoktur. Eski
Türk inancına göre Tanrı bütün vasıfları ile manevi, büyük tek kudret
halindedir. Güneş, ay, yıldızlar ateş ve yer sular yardımcı kutsallar
durumundadır.
İslam dinini kabul etmiş olan Türkler ve
diğer kavimler eski dinlerinden kalan birçok inanç, gelenek ve ayinleri yeni
dinlerine katmışlardır. Şamanizm
geleneklerinin birçoğu
İslam inancından gelmiş gibi, yüzyıllar boyunca sürüp gelmektedir. Bazı
araştırmacılara göre, Anadolu da karşımıza çıkan Alevilik ve Bektaşilik ‘in
kaynağı Eski Türk dini olan Şamanizm’dir.
Altaylılar bu duruma “tös basıp yat” yani “ruh basıyor” derler. Bu
durumdaki kişi kam adayıdır ve deneyimli bir kamın yanında yetişmelidir.
Bunların dışında Şaman olmak için başka yollarda vardır. Bunlar, Kendiliğinden
gelen bir iç çağırısı veya ruhlar tarafından seçilmedir. İnsanın kendisinin
Şamanlık yolunu seçmesi ve şaman sırlarını öğrenmek için uzun bir mesafe kat
etmesi, Gerçek üstü varlıklar görme, sık sık baş dönmesi ve bayılmanın meydana
gelmesi, ruhsal ve bedensel acılara maruz kalma, sinirli olma, yemeden içmeden
kesilme, insanların yaşadığı yerlerden uzaklaşma, ruhlarla ve öteki âlemlerden
varlıklarla konuşma, sürekli düşünceli bir halde olma gibi davranış biçimleri
Şaman olacak kişide gözlenen belirtilerdir. Kamın doğanın sırlarını bildiğine
inanılır. Ayinleri yönetir. Halk içinde yaşar ve sıradan insanlardan üstünlüğü
yoktur. Kamların sağlık alanında önemli bir yeri vardır. Bir tür hekimlik
yaparlar. Büyü yapmak, fal bakmakta onların işidir. Türklerde, aslında bir tek
gök değil birçok Gökler vardı. Güneş, ay ile yıldızların dolaştıkları gökler
de, hep birbirinden ayrı göklerdi. Yeri ve göğü yaratan büyük yaratıcı ise
bütün göklerin üstünde, kendi göğünde oturuyordu. Ama bütün bu göklerin hepside
tek deyimde yani Tengri sözünde toplanıyorlardı. Türklerin hepsi aynı
tarihte Müslümanlığı kabul etmemiştir. Oğuzların İslamlaşması iki asır, Kıpçak
bozkırlarının İslamlaşması X. Yy. başlarından XIV. Yüzyılın başlarına kadar
sürmüştür. Böylece bir müddet önce Müslüman olmuş uluslara sonradan Müslüman
olan Şamanistlerin katılması bir sürü Şamanizm unsurlarının canlanmasına sebep
olmuştur. Hicretin İlk yüzyılında İslamlaşan Maveraün -nehir ve Horasan
Müslümanlarında bile birçok Şamanist geleneklere rastlamak mümkündür. Şamanist
özellikler, Tanrılara ve ruhlara kurban sunma, Evin dört bir yanına gül suyu
serpmek, Anadolu da devam eden yağmur yağdırma törenleri, Ağaca bez bağlama...
Gibi varlığını sürdürmektedir.
Şamanizm Nedir?
İnsanlığın en eski dinlerinden biri olan Şamanizm milattan önceki
yıllardan bu yana Türklerin ve çevresindeki toplulukların İç Asya ve Orta Asya
da yaşadıkları bölgelerde uyguladıkları ve Şaman ya da Kam adı verilen din
adamları aracılığıyla gerçekleştirilen bir inanç ve uygulamalar bütünüdür.
Şaman sözcüğü Rusça aracılığıyla Orta Asya’ya ve Sibirya’ya yayılmıştır.
Şamanizm kelimesi Tunguzcadaki Şaman İsminden gelmektedir. Tunguz halkları bu
sözcüğü büyücü, sihirbaz anlamında kullanmaktadır.[4]
Asya’nın ortalarında ve Kuzeyinde konuşulan öteki dillerde Şaman kelimesine
karşılık olarak kullanılan terimler şöyledir: Yakutça ojun, udojan(Kadın
şaman), Moğolca bögü ve udagan, Türkçe -Tatarca Kam
(Altayca kam, gam) Moğolca kami vb. Tunguzca terim Pali dilindeki
samana sözcüğüyle açıklanmaya çalışılmıştır.[5]
Çin kaynaklarına göre Kırgızlarda,
Bizans kaynaklarına göre Batı Hunlarındaki din adamlarına unvan olarak verilen
bu kelimeyi Turfan kazılarında da görmektedir.
İslam kaynaklarında önce Kaşgarlı Mahmut’un eserinde, sonra
Kutadgu-Bilig ve Mücmel el Tavarih’te “kâhin, sihirbaz” manalarına geçen
bu kelimeye aynı zamanda Moğollarda da rastlanmaktadır.3
Şamanizm’in varlığı araştırmacılar tarafından tarih öncesi
dönemden bu yana ispatlanmaya çalışılmaktadır. Fakat Şamanizm antik çağ halklarında
kesin olarak ispatlanmadığı gibi, M.S. ilk bin yılda da bundan söz eden çok az
sayıda belge vardır. İskit belgelerinde Şamanizm konusundan söz edilmektedir.
Hiong-nu’lar, Tabgaçlar, Avarlar ve Vusunlar hakkındaki bilgiler bize bu konuda
yardım etmektedir. Şamanizm adına ilk kez IX. Yüzyılda Tang yıllıklarında
rastlıyoruz. Şamanizm konusunda kesin ve belirgin tanımlara ise ancak XI.
Yüzyılda İbn Sina ve Marvazi’de rastlıyoruz. Kaşgarlı Mahmud’un Divan-ı Lügat
Türk’ünde bu tekniği uygulayanlarla ilgili bilgilere rastlıyoruz.[6] [7]
Şamanizm’in tanımı ile ilgili araştırmacıların farklı görüşleri
var; Şamanizm konusunu ortaya atan ilk kişi Abdülkadir İnandır. Şamanizm’in bir
din olduğunu açıklamıştır. Ancak bu görüşü hayatının son dönemlerinde değişmeye
başlamıştır. Şamanizm’in bir din olduğunu kabul etmeyen Bahaeddin Öğel’e göre
“Kam sözü Türklerde Şaman demektir.” Aslında Türklerde Şamanlar halkın büyü ve
tedavi işlerini gören cahil kişilerdir. [8]
Hikmet Tanyu’ya göre Türklerde Şamanlık diye bir ad ve bir din yoktur. Keza
Kamlık diye de bir din yoktur. Ne Şamanlık ne de Kamlık asla bir dinin adı
olmamıştır.[9]
J.P. Raux
Şamanizm’in bir din değil bir teknik olduğunu söylüyor.[10]
Ona göre Şamanizm Şaman’ın veya Kam’ın belli sonuçlar elde etmek için belirli
bir bağlamda gerçekleştirdiği özgün eylemlerin bütününden oluşmaktadır.[11] Erman Artun ve Cemal Şener ise
Şamanizm’i büyüye dayalı bir din olarak tanımlamaktadır.[12]
Ziya Gökalp eski Türklerde iki felsefi sitemden bahseder, bunların biri dinden,
diğeri sihirden doğmuştur.[13] M. Eliade’a göre Şamanizm Orta
ve Kuzey Asya’nın dinsel yaşamına egemen olsa da bu geniş bölgenin dini
değildir. Bazı kimseleri kuzey insanlarının ve Türk - Tatar halklarının
dinlerinin Şamanizm saymaya götüren şey, gevşeklik ve kafa karışıklığı olmuştur.
Her hangi bir din, ayrıcalıklı üyelerden bir kaçının mistik deneyimleri geniş
olarak aştığı gibi, Orta ve Kuzey Asya dinleri de Şamanizm’in her yanından
rahat rahat taşarlar. Şamanlar seçilmiş kişilerdir. Ve bu nitelikleriyle,
topluluğun öteki üyelerinin ulaşamadığı bir kutsal alana erişebilirler.[14]
Ebu Reyhan el - Biruni’ye göre “Şeriatlar meydana gelmeden ve Buda
ortaya çıkmadan önce yeryüzünün doğusunda yaşayan insanlar Şamaniyyün
idiler. Bunlar putperest idiler. Horasan halkı bunlara Şemenan derler.
Bunlar zamanın ebediyetine, ruhların tenasühüne, feleğin sonsuz bir boşlukta
düşmekte olduğuna inanırlar.[15]
Bütün yönleriyle Şamanlık, eski Türklerin yalnız inanç sistemi
değil, aynı zamanda felsefesini de oluşturur. Ancak inanç sistemimizi bütün
yönüyle Şamanlık adına bağlamak da doğru değildir.
Şamanlık olsa olsa inançları kendi felsefi ve pratik sistemine
uygun bir biçimde şekillendirilmiştir. [16]
Şamanlığın en büyük özelliği nüfuz ettiği bölge halkının ruh âlemine bürünme
kabiliyetidir.
Şamanlık ruhun gezip dolaşması, extase, tanrılarla bağlantı
kurması konusunda eski Türk topluluğunun tabiata atfettiği gizli kuvvetleri
istismar etmiş, yavaş yavaş gelişerek, ona yeni unsurlar ekleyerek bütün
maneviyat âlemini belirli bir kadro içine almayı başararak adeta bir din
sağlamlığı kazanmıştır.[17]
Gök Türklerin, kısmen eski Uygurların ve nihayet X. yüzyılın
birinci yarısında İbn Fazlan’ın verdiği bilgiye göre, Ural-Hazar çevresinde
yaşayan bazı Türk boylarının Şamanist oldukları anlaşılıyor. Aslında zamanında
bütün Türk-Moğol ve Tunguz halkları Şamanlığa bağlı idiler. Türkler, Altay ve
Sayan dağları bölgesinde yaşayanları hariç olmak üzere, uzun yüzyıllardan beri
İslamlığı kabul etmişlerdir. Bunlardan Sibirya ile doğu Avrupa’da yaşayanların
bir kısmı Hıristiyan olmuş, Doğu Moğolistan’da, Sayan dağlarının kuzey
taraflarında oturan Soyotlar (Tuba), Nan-şan sıradağlarının kuzey yamaçlarında
yaşayan Sarı-Uygurlar çoğunlukla Budizm’in etkisi altına girmişlerdir. Böylece
şamanist inanışı bugüne kadar koruyanlar, Altay dağlarının sapa vadilerinde
yaşayan Altay-kijiler, Teleütler, Ku-kijiler (Lebedler), Yış- kijiler (Orman
Türkleri) ve Şorlardır.
Ancak bu bölgedeki Şamanlık da bir taraftan Budistliğin, bir
taraftan da Hıristiyanlığın baskısı altındadır. Moğollar genellikle Budist
olmuşlardır. Bunlardan yalnız Baykal gölü civarında yaşayan Buryatların bir
kısmı Şamanisttir.
Kutup bölgesindeki Şamanî halklar Laplar ve Skoltlar,
Yurak-Samoyedler, Yeniseyliler, ren geyiği ile beslenen Tunguzlar ile at
besleyen Tunguzların kuzey kabileleri, Dolganlar, Yukagirler, Çuvanlar,
Çukçlar, Lamutlar ve nihayet kuzeydeki Koryaklardır. Ayrıca ren geyiği besleyen
Eskimolar, Ostyak-Samoyedler, kuzeyde yaşayan Kazak boyları ve nihayet Amur
halkları iler güneyde yaşayan halklar da Şamanist kültür dairesine girerler.
Kuzey Amerika yerli kabileleri, Rusya’da Ural ve Volga çevresinde
yaşayan bazı halklar, güneybatı da Kazak boyları, Türkmenler, Özbekler, Doğu
Türkistanlılar, Kırgızlar, Mançular, kuzey Çinliler, Koreliler ve nihayet Aynular
da Şamanlığın etkisi altında kalmışlardır. Amerika’da (Aleutlar, güney Alaska
ve Labrador Eskimoları hariç) birçok Eskimo grupları, bu arada Grönland
Eskimoları da Şamanist sayılırlar. Sonradan Müslüman, Budist ya da Hıristiyan
olan Türk-Moğol halklarında Şamanizm’in izlerine hala rastlanır. Nitekim bugün
Altay ve Abakan Türkleri ile Yakutlar ancak resmen Hıristiyan oldukları halde,
aslında koyu Şamanist’tirler. Bu arada ülkemizde geçerli kimi halk gelenek ve
inanışlarında da Şamanizm’in kalıntılarını görmek olasıdır.[18]
Varlığına inanılan ruhlar, tanrılar ve insanlar arasında aracılık
yapan din adamlarına Şaman adı verilmektedir. Şamanlığın ne zaman ortaya
çıktığı, ne gibi değişiklikler geçirdiği kesin olarak bilinmemektedir. Tarih ve
din bilimi açısından, Şamanizm’in doğuşu ve kaynağı gibi, şaman sözcüğünün de
nereden geldiği, nasıl bir anlam taşıdığı kesin olarak belirlenememiştir.
Şaman kelimesi Tunguz kökenlidir. Tunguz halkları bu sözcüğü
büyücü, sihirbaz anlamında kullanmaktadır.[19]
Tunguzcada şaman, Saman Mancu dilinde ise Sama’dır.[20]
Tunguzcadan Rusçaya XVII YY sonlarına doğru Rus elçisi olarak Çin’e giden E.
Island ile seyahat arkadaşı A. Brand’ın izlenimini anlattığı yazılarda
geçmiştir. Avrupa seyyahlarının bu kaynaklarda duyduğu şaman kavramı sonradan
tüm Sibirya sihirbazlarına verilen genel bir kavrama dönüşmüştür. Türk
kavimleri Şamanlarına genellikle Kam adını vermektedir. Kam “Kâhin”, “tabip”
“filozof”, “âlim” anlamlarına gelmektedir. Eski Türkçe metinlerde “sihirbaz” ve
rahip anlamında kullanıldığı da olmuştur. Kam kelimesi Divan-ü Lügat
İt-Türk’te; “çeşitli hastalıkları tedavi etmek için tabibin yanında Kam yer
alır. Tabip hastalığı ilaç ile tedavi eder.
Kaşgarlı eserinde Kam kelimesini dört kez kullanıyor. Bunu kâhin
şekline çeviriyor. Ve niteliğini üç örnekle açıklıyor. “Şamanlar anlaşılmayan
çok sayıda kelime söylediler”, “şaman büyü yaptı.” Ve “şaman bir kehanette
bulundu.” Şaman kehaneti için kullanılan fiil ırkla’dır(Kam ırkladı).
M. Eliade Şaman, her şeyden önce kendi hususi usulleri vasıtası
ile kazandığı Extase (Vecd ve İstiğrak) hali içinde ruhunun göklere yükselmek
veya yeraltına inmek ve oralarda gezip dolaşmak üzere bedenden ayrıldığını
hisseden bir trans(aşkın) ustasıdır. [21]
Bilicilik falcılık ve öngörü Şamanın gizemsel yetenekleri arasındadır.[22] [23]
Asya’nın ortalarını ve kuzeyini kaplayan bütün bu geniş alan
içinde toplumun sihirsel / dinsel yaşamı hep şamanın çevresinde döner bu
elbette Onun, kutsal olanla iletişim kuran tek kişi olduğunu ve dinsel
etkinliğin onun tekelinde bulunduğunu göstermez. Birçok kabilede şamanın yanı
sıra kurban sunucu bir din adamı da vardır. Gene de şaman en önemli kişi
özelliğini korur, çünkü esrime deneyiminin en yetkin dinsel deneyim sağladığı
bütün bölgelerde, esrimenin baş ustası yalnızca şamandır.20 Şamanlar, her türlü
hastalığa çare bulmak, hastanın hastalık esnasında ayrılan koruyucu ruhunu geri
getirmek, kısırlık ve zor doğumlarda yardım etmek, verilen kurbanları gök ve
yer tanrısına ulaştırmak, çeşitli dinsel törenleri icra etmek, ruhları ait
oldukları yere (ölüler âlemine) göndermek, kötü ruhlardan insanları korumak
için ayinler düzenlemek, fal bakıp gelecekten haber vermek gibi işler yaparlar.[24] Kısaca Kamlar, insanlar ve
tanrılar arasındaki ilişkileri düzenler, insanların kötü ruhlardan korunmasını,
hastalıkların iyileştirilmesini vs. sağlarlardı.[25]
Araştırmacı, Donkoff Kam’ın kendinden geçerek hastalıkları tedavi
ettiğini kabul etmez ona göre büyülü sözcükler ve kendinden geçmelere sebep
olan bir hastalık bulunmamaktadır. Buna itiraz edebiliriz; İbn Sina ve Gerdizi
müzik dinleyerek kendinden geçildiğini göstermişlerdir.[26]
Şamanı sihirbazlardan ve otacılardan ayırt etmek gerekirse sihir ve
sihirbazlara dünyanın her yerinde rastlanır; oysa Şamanlık özel bir sihirsel
uzmanlık durumu gösterir: “ateşe egemen olma” , “sihirli uçuş” gibi... Bu
nedenle şamanın öteki nitelikleri arasında birde sihirbazlık olsa bile, her
sihirbaz ulu orta şaman diye nitelendirilemez. Şamanın gerçekleştirdiği
tedaviler içinde aynıdır. Her otacı(şifa veren) tedavi edicidir. Ama şaman bu
işte kendine özgü bir yöntem kullanır. Şaman, ruhunun bedeninden ayrılarak göğe
tırmanmaya ya da yeraltına inmeye giriştiğini varsayılan özel bir esrimenin
uzmanıdır.[27]
Gerdizi, Kırgız Şamanlarından şu şekilde bahseder; “Kırgızlar arasında
bazıları öküze tapar, bazısı rüzgâra, bazısı kirpiye, bazısı saksağana, bazısı
güzel görünüşlü ağaca taparlar. Kırgızlar arasında bir adam var ki her sene
belli bir günde gelir. Onun yanında bütün şarkıcıları ve çeşitli çalgı
aletlerini hazır ederler Bu adama Fagitun(Şaman) derler. Çalgıcılar saz
çalıp söyleyince bu adam kendinden geçer.
Sonra, ondan o sene kıtlık mı, bolluk mu olacak, yağmur yağacak
mı, korkulu mu olacak, emniyetli mi olacak, düşman galip mi gelecek mağlup mu
olacak, hülasa neler olabilecekse sorarlar. Oda hepsini söyler. Pek çok şey
onun dediği gibi olur.[28]
İbn Sina, bize Türkmenlerin kabilesinin arasında onun tarafından
gözlenen Şamanlık töreni hakkında bilgi verir. “ Şaman’a kâhinlik için
danışmaya gittiklerinde o, transa geçinceye kadar tüm yönlere doğru hızla
koşmaya başlar.
Bu durumda o, hayal gücü neyi veriyorsa onu dile getirir. Ve orada
bulunanlar, onun ağzından çıkan sözcükleri bağlantı kurarak anlam çıkarırlar.”[29] Araştırmacı Rodloff, Moğollar
Buryatlar ve Kalmuk Türk boylarının erkek Şamanlarına Bö, Böge, Yakutların
Oyun, Çucaşların Yum, Kırgız - Kazakların Bakşi, Baskı ve Bahsı dediğini
Yakutların ve Altayların ise kadın Şamanlarına Mogul- Udugan terimini
kullandıklarını belirtiyor. [30]
Şaman dünya görüşünün en karakteristik özelliklerinden biri
tabiatla cemiyetin birbirinden ayrılmaması, bir bütünlük oluşturmasıdır. Bu
nedenledir ki Şamanlığın bütünüyle “doğa dini” diye adlandırmak mümkündür.
Şamanlığın felsefesi de doğa hadiselerine ve doğaüstü varlıklara
bağlanmaktadır. Şaman felsefesine göre evrenle dünyamız, makro kozmosla mikro
kozmos arasında ebedi, ezeli bir denge vardır. Bu dengenin bozulması felakete
neden olur.
Bütün gizli bilimlerle, deneyimlerle donatılmış şamanın başlıca
görevi bu dengeyi ve düzeni korumaktır. Bu özellik adayı Şamanlık görevine
çağıran ruhların gönderdiği şaman hastalığında, vücudun doğranması ile
gerçekleşen ayinle ilgili ölümde, akrabaların ölmesi ile azapların bağışlanması
düşüncesinde, şamanın kutsal ağacında, şamanın hamisi olan kutsal anada şaman
ruhunun yeniden doğması ve şaman ağacında terbiye edilmesinde gösterir.
Şaman bir fert gibi doğa ile cemiyet, maddiyat ile maneviyat, reel
âlemle öteki dünya, toplumla ruhlar arasında bir medyatördür. O kozmik
bilgileri yaşatan ve bunu insanlara ileten kişidir. O bakan değil gören
kişidir. Şaman yalnızlığın gücünün büyük olduğunu anlamış, bu nedenle toplumdan
uzaklaşmıştır. Şaman efsanelerinden anlaşıldığı üzere, şamanlar genellikle
toplumun sık yaşadığı yerlerde değil, toplumun dışarıda tenha yerlerde yaşamayı
denemiş kişilerdir.
Şaman toplumun içinde de olsa yalnızdır. Kamlık zamanı kendini
öteki dünya varlıklarından biri olarak gören ve öteki dünyayı kendi dünyasına
taşıyan şaman yine de yalnızdır.[31]
Çinlilere göre Kırgızlar VIX. Yüzyılda Şamanlara sahiptiler. Bu
şamanlar yazıtlarda belirtilen şu faaliyetlere sahiptiler; ölü olan kişinin
ruhu Şaman’ın çağırılması ile ailesine geri gelir. Ülkesine geri dönerdi.
Şaman’la ilgili 750 yılları civarındaki bire mezar taşı şöyle yazar; “o
kâinatın 3 bölümünde dolaştı. Cennette, dünya üzerinde ve yerin altında
dolaştı. [32]
Yine Çin yazıtlarında Gök Türklerden bahseder, “ Bir söylenişe
göre kız, erkek ağaçlık, sazlık yerde eğlenirler. Kız, erkek içine doldurulmuş
deriden toplarla ayak topu oynarlar. At sütünden mamul kımızı içip sarhoş
olurlar, bağırarak şarkı söylerlerdi. Hep birlikte şeytana ve tanrıya saygı
gösterirler; sihirbazlara büyücülere inanırlar.[33]
Şaman öteki dünya olarak betimlenen ruhları veya gözle görülmeyen varlıkların
dilini bilen, dolayısıyla iletişim sağlamak için tercümanlık yapan ve bin
yıllarca biriken ve zamanla unutulmaya yüz tutan kozmik hafızada saklı olan
gizli bilgileri topluma üstü kapalı simgelerle götüren Şamanlık sisteminin bir
temsilcisidir.[34] Bu sisteme göre,
Şaman bütün işlevlerini yardımcı ruhların aracılığı ile yerine
getirmektedir.
Kâhinlerden ve din adamalarından farklı
olarak Şaman, ruhların seçtiği ve yeniden oluşturduğu kişiliğe sahiptir.
Şaman, yardımcı ruhların aracılığıyla evrende seyahat edebilir ki
buna şamanın kozmik seyahati de denir.
Şaman, ruhlarla esrime halinde iletişim kurabilir. Ve bu iletişim
Şamanın istediği ile gerçekleşir.[35]
Toba devletinin ilk zamanlarında kadın Şamanlar umumiyetle
devletin dini törenlerinde faaliyette bulunuyorlardı. Örn, 339 yılında bir
kurban töreninde, tıpkı Sibirya Şamanları gibi, ellerinde dümbeleklerle
Şamanlar görüntülenmişlerdir.[36] [37]
Roux, Altayların kadın Şamanlarına Mogul- Udugan terimini kullandıklarını
belirtiyor. 34 Kadınların da bugün kamlık yapması, kam giysilerinde
gösterilen kadınsı öğeler, özel kam giysisi bulunmadığında kam’ın kadın
entarisi giymesi, kamların uzun saçlı olması ilk Şamanların kadınlar olduğunun
bir göstergesi sayılıyor. [38]
Bazı Şamanistler göre en kuvvetli şamanlar kadın Şamanlardır.
Roux’a göre Kadınların yalnızca kara Şaman olabilecekleri düşünülmektedir.[39] Anohin’e göre İyilik Tanrısı
Ülgen’e diden yolda birçok engel vardır ve bu yol ancak erkek Şamanlar için
açıktır.[40] Eski devirde Şamanlığın
kadınlara mahsus bir sanat olduğunu gösteren emareler vardır. Yakutlarda erkek
şamanlar, özel cübbeleri bulunmadığı zaman, kadın entarisi ile ayin yaparlar.
Özel şaman cübbesinin göğsünde kadın memelerini temsil eden
yuvarlar madeni şeyler bulunur. Genelde şamanlar ve Müslüman baskılar uzun saç
bırakırlar.[41] Yaşar Bağ, eserine Şamanizm ve
Toyunizmden bahseder. Ona göre, Şamanizm din değil büyü yöntemi Toyunizm ise
dindir. Toyunizm erkeğe, Şamanizm ise kadınlara mensuptur. Bu ikisi birbirini
tamamladığından kadın - erkek eşitliği doğmuştur.[42]
Eliade kadın Şamanların gökyolculuğuna çıkmadıkları için daima
kara şaman kategorisinde olduklarını belirtir.[43]
Manas destanında rüya ile istikbali keşfedenlerin çoğu kadınlardır. Bu destanda
zikredilen iki şamandan biri kadındır. Erkek şaman ancak loğusaya yapılan bir
törende görüldüğü halde, kadın şaman bütün ülkede cereyan edecek ve eden
olayları biliyor. Şamanizm geleneklerine bağlı uluslarda geleceği bildiren
rüyaları da en çok kadınlar görürler.[44]
İslamiyet’ten önceki kültürün temel taşlarını oluşturan Şamanlık,
bir sistem gibi Türklerde, özellikle Altay- Sayan ve Sibirya Türklerinde
gelişmiştir.[45] Herkesin şaman olması mümkün
değildir. Şamanlar seçilmiş insanlardır. Araştırmacıların dediğine göre büyük
Şamanlar kendi isteği ile değil de ruhların çağrısı sonucu Müslüman olurlar.
Şamanlık mesleği babadan kalanlarsa küçük Şamanlardır.[46]
Şamanın babadan oğla geçtiği durumlarda genç şamanın bilgili ve uzman bir
şamandan mesleğin teori ve pratiği hakkında dersler alarak bu mesleğin
sırlarını, transa geçme tekniklerini, duaları, ilahileri ve büyüsel formülleri
öğrendiğini belirtmiştir. Eğitim- öğretim süresi ortalama üç, dört yıldır.
Bazen bu sürenin beş, on yılı bulduğu da olur. Eğitim sonunda Şamanlığa geçiş
çoğu zaman bir törenle kutlanır.[47] Şamanlığın esas anlayışını
kapsayan Şaman seçilme üç yolla gerçekleşir.
Soyla geçen Şamanlık görevi - Kalıtsal
aktarımı: bu durumda ailelerden bir veya birkaçının Şaman olması ve ecdat
Şamanın kendi soyundan birini Şaman olarak seçmesi gerekmektedir.
Kendiliğinden gelen bir iç çağırısı veya ruhlar tarafından
seçilme.
İnsanın kendisinin Şamanlık yolunu
seçmesi ve şaman sırlarını öğrenmek için uzun bir mesafe kat etmesi.[48]
Örneğin (Altaylardaki gibi) kendi istemleriyle veya (Tunguzlardaki
gibi) klanın isteğiyle şaman olan bireyler vardır. Fakat bu gibilerin
Şamanlığı, mesleklerini miras yoluyla elde etmiş veya tanrıların ve ruhların
çağrısına uyarak kazanmış olanlara göre daha zayıf kalır. Klanca seçilmeye
gelince, bu da adayın esrime deneyimine bağlıdır; esrime gerçekleşmezse ölen
şamanın yerini almak üzere belirlenen genç elenir. Seçilme yöntemi ne olursa
olsun, bir şaman ancak iki yönlü bir eğitim aldıktan sonra şaman olarak
tanınır:
Esrime düzeyinde (rüyalar, kendinden geçme vb. )
Gelenekler düzeyinde (Şamanlık teknikleri, ruhların adları ve
işlevleri vb.)
Ruhlar ve eski usta şamanlar tarafından üstlenilen bu çifte
eğitim, bir sırra erdirme süreci niteliğindedir. Bazen bu sona erdirme halka
açık olarak gerçekleşir. Ve o zaman kendi başına bir tören oluşturur. A.inan’a
göre kamlık sanatı öğrenmekle elde edilemez. Kam olmak için belli başlı bir
kamın neslinden olmak gerekir. Hiçbir kimse kam olmak istemez. Fakat geçmiş
kam-ataların ruhundan biri kam olacak toruna musallat olur; onu kam olmaya
zorlar. Bu hale Altaylılar Ruh basıyor derler. Ata ruhu musallat olan adam
bundan kurtulmaya çalışır, Şamanlılığı kabul etmemekte ısrar ederse deli olur.
Şamanların hepsi sinirli melankolik adamlardır.[49]
Altay Şamanlığında kamlar “ak” ve “kara” şeklinde ikiye
ayrılmaktadır. Şamanizm içerisinde böylesine bir ayırımın geç dönemlerde, hatta
özellikle 17. yüzyıldan itibaren ortaya çıktığı düşünülmektedir. Bir görüşe
göre bu ikili ayırım İran etkisinden kaynaklanmıştır.[50]
Geç dönemlerde özellikle Rus bilim adamlarının yaptığı
araştırmalarda Altay Şamanları arasında ak ya da kara Şamanların da bulunduğu
anlatılmaktadır.
Altaylara göre bu şamanlar gökyüzüne çıkan, yeraltı ruhlarıyla
ilişki kuran ya da her iki âleme de gidip gelen Şamanlar olmak üzere üç gruptu.
Ak aynı zamanda ülgende renk simgesi olduğundan ak şamanlar kara Şamanlardan
kutsal sayılır. Bununla birlikte yer ve yeraltı ruhlarıyla daha çok ilişkiye
giren kara Şamanlar diğerlerinden çok daha fazla çekinilen Şamanlardır. Eliade
kadın Şamanların gökyolculuğuna çıkmadıkları için daima kara şaman
kategorisinde olduklarını belirtir ki herhalde bu düşünce geç dönemlerde
gelişmiştir.[51] Her şeyden önce şamanın
kolaylıkla vecde ve istiğrak haline geçebilecek karaktere sahip olması
gerekmektedir. Bu nedenle şamanlar genellikle toplumdan uzak duran kişiler
arasından çıkar. Çeşitli araştırmacılar Şamanlık belirtilerinin özellikle
ergenliğe geçiş evresine başladığını belirtir.
Gerçek üstü varlıklar görme, sık sık baş dönmesi ve bayılmanın
meydana gelmesi, ruhsal ve bedensel acılara maruz kalma, sinirli olma, yemeden
içmeden kesilme, insanların yaşadığı yerlerden uzaklaşma, ruhlarla ve öteki
âlemlerden varlıklarla konuşma, sürekli düşünceli bir halde olma gibi davranış
biçimleri Şaman olacak kişide gözlenen belirtilerdir.[52]
Şamanizm’e göre; insanlar tabiat ve ruhları tanımazlar. Ruhların
tabiatta mı, huyda mı olduklarını bilmezler onların hangi yoldan
uzaklaştırılacağını bilmezler. Onların neden hoşlandıklarını hangi cins
kurbanlardan hoşlandıklarını, hangi dua ve törenleri sevdiklerini bilmezler.
Şamanlık üzerinde en derin araştırmayı yapmış olan M. Elaide,
bütün Orta Asya topluluklarında Dini hayatın daha çok şamanın üzerinde
merkezileştiğini, fakat şamanın dini faaliyetlerin hepsinde icracı durumda
olmadığını, birçok törenlere mesela tanrıya kurbanlar sunuluşunda Şamanların
katılmadığını, hatta her aile reisinin bu işi yapabildiğini, ayrıca her
sihirbazın Şaman sayılmadığını, Şamanlığın Extase tekniği olarak ifade eder.
Bununla birlikte görülen her Extase hali de Şamanlık değildir. Şaman ruhları
hükmü altına alarak, ölülerle, şeytanlarla, cin ve perilerle irtibat kurmaya
muvaffak olur. Hastalanan kimselere şifa vermesi, ölülerin isteklerini yerine
getirerek zararlarını önlemesi, insanların dert ve dileklerini arz etmek üzere
gökteki ve yeraltındaki tanrıların yanına giderek aracılık yapabilmesi böyle
mümkün olmaktadır.[53]
Bazı Türk topluluklarında kendinden geçmeyi kolaylaştırıcı
hastalıklardan söz edilir. Örneğin, Yakut Türklerinde Şamanlığa yeteneği olan
kişilerde görülen ve kolaylıkla vecde erişmeyi sağlayan hastalığa menerik
denilmektedir.
Vecd haline geçmek için dünyanın çeşitli yerlerdeki Şamanların bir
bölümü uyuşturucu bitkileri ya da ilaçları kullanmakla birlikte, aynı amaçla
bitkilerin kullanımı yaygın değildir. Örneğin, Altay Şamanlarında bu tür bitkileri
kullanmaya ihtiyaç duymazlar.[54] Ata ruhlardan aldığı
özelliklerle bunu sadece şaman bilir. Bu özellikle onda genetik olarak
bulunmaktadır. İyi ruhların insandaki faydalarını ve olumlu tesirlerini, kötü
ruhların ise zararlı etkilerini ancak şaman bilir.
Olumlu etkilerin insanda devamını sağlamaya çalışırken, kötü
ruhların etkisini de yok etmeye çalışır. Buna yalnızca şamanın gücü yeter.
Günümüzde büyücü, sihirbaz ya da kâhin olarak adlandırılan büyüsel yeteneklere
başvuran herkes için kullanılan bir kavram haline gelmiştir. Şaman inanışına
göre evren üç bölümden oluşmaktadır.
Gök: Aydınlık olandır. Orada iyilik, güzellik ve mutluluk vardır. Tam
anlamıyla bir cennet demektir. 17 kattan oluşmaktadır. En büyük tanrı ruh olan
Ülgen, eşi ve çocukları ile kendisine bağlı iyi ruhlar orada oturur.[55]
Türkler göğe “Tengri” diyorlardı. Fakat göğü de yaratan kutsal ve
yüce bir güç vardı ki, bunun adı da yine Tengri, yani tanrı idi. Göktürk
yazıtları gökle yerin ve insanlığın yaratılışını anlatırken, söze şöyle başlıyorlardı.
“Yukarıda mavi gök,
“Aşağıda yağız ye yaratıldığında,
“İkisi arasında insanoğlu yaratılmış;
“İnsanoğlunun üzerinde de,
“Atalarım, Bumın-Kağan, İstemi Kağan,
“Oturmuşlar...”
Onların ağzından dinlediğimiz bu cümlelerden anlaşılıyor ki “Kök
Tengri”, kendi kendine kutsal bir güç ve yaratıcı değildi. Onu da yaratan
ve her şeyin üzerinde olan bir güç vardı. Bunun için de göğe bir renk
sıfatlandırma yolu ile “Kök Tengri” diyorlardı. Herhalde Tengri sözü,
bunların çok üstünde, yaratıcı ve kutsal bir güçle ilgili idi.[56]
Yeryüzü: İnsanların yaşadığı
yerdir.
Yeraltı: Karanlık olandır. 14 kattır. Kötülüklerin, bahtsızlıkların,
çirkinliklerin hüküm sürdüğü yerdir. Bu nedenle cehennem demektir. Korkunç bir
ruh/Tanrı olan Erlik, ailesi ve ona bağlı kötü ruhlar yeraltında bulunurlar.
Türk doğacılığının
sembolü, Şamanizm’dir. Ziya Gökalp Şamanizm’i eski Türklerin dini değil, Sihre
ilişkin istemleri olarak kabul etmiştir. Bu nedenle de Türkler
arasındaki Şamanizm’i "Toyunızm" olarak
adlandırmıştır. Oysaki Toyunizm Budizm’dir. A. İnan ise, Türk Şamanizm’im inin
başka toplumlarda görülen Şamanizm’den farklı ve gelişmiş olduğunu
belirtmektedir: [57]
Bugün eski Türk dininin geleneklerini yaşatan Türklerin
kozmogonisine göre, esas itibarıyla tanrıların en yükseği, insanoğullarının
atası olan Tengri Kayra Kan (veya Bay-Ülgen) kişiyi ve bunun
aracılığıyla yeryüzünü yaratmış, kişinin kendisiyle mücadeleye girmesi üzerine
ona Erlik adını vererek, ışık diyarından, yeraltına atmış ve yerden
dokuz dallı bir ağaç büyüterek, her dalında bir cins insan türetmiştir. Kamlık
inancına göre kâinat üst-üste katlardan müteşekkildir. Bu katlar belirli bir
düzen üzere birbirlerinden ayrılmışlardır. Bundan dolayı Kam sanatını icra
ederken, bir kattan diğerine geçmek için büyük bir güç sarf etmek zorundadır.
Yukarıda on yedi kat vardır.[58] Ve ışık âlemini teşkil eder.
Aşağıda yedi veya dokuz kat bulunur. Bu da karanlıklar dünyasıdır.
İnsanlar da bu iki âlem arasında, yani yeryüzünde yaşarlar.
Koruyucu ve iyi ruhlar bu ışık diyarında bulurlarken, kötülüğün kaynaklan da
yerin altındadır. Göğün en üst katında ise, altın bir taht üzerinde, dokuz
erkek ve dokuz kızı ile beraber Bay-Ülgen oturmaktadır.
Kırgız ve Kazak lehçelerinde "Ülgen" büyük ve ulu
anlamlarını ifade eder. Ülgen iyilik eden bir varlıktır. Onun huzuruna giden
yolda yedi engel bulunur. Onun yanma giden yol ancak erkek kamlara açıktır.
Bununla beraber erkek kam beşinci engele kadar, yani Temir Kazık
yıldızına gidebilir ve oradan geri döner. Bir inanışa göre, Saha Türklerinin
tarihinde yalnız bir Oyun dokuzuncu kata ulaşmış ve bugüne kadar da geri
dönmemiştir"[59]
Şaman giysileri ve tören sırasında kullanılan kimisi gerçek ve
kimisi hayali eşyalar ve unsurlar doğrudan doğruya mitolojik olaylara işaret
etmektedir. Bu konuyla ilgili en önemli nesnelerden biride şaman davuludur. [60] Şaman, cübbesini olduğu gibi
davulunu da kendi isteğine uygun olarak değil, hizmetinde bulunduğu ruhun
istemleri doğrultusunda yaptırır. Giysi ve davulun özellikleri, biçimi ve diğer
ayrıntıları kendi ruhu tarafından tamamlanır. Ruhun istemlerinden en küçük bir
parça dahi eksik olursa, giysi ve davul ayin yapmada kullanılamaz. [61]
Şamanların davul sahibi olmaları koruyucu ruhların isteği ile
olur. Hiçbir şaman kendi arzu ve isteğiyle davul yaptıramaz yaptırdığı davulu
koruyucu ruh veya ruhlar tarafından kabul edilmedikçe kullanamaz. [62]
Yakutlarda şaman, daha adaylığı sırasında bir davula sahip olur.
Kendi alanında üstat olan yaşlı bir şaman, genç şaman adayını, yüksek bir dağın
bulunduğu yere ya da bir bozkır alanına götürerek, ona şaman elbisesi giydirip
bir davul verir. Bazı durumlarda şaman giysisi ve davulun yapımı için gerekli
malzemeyi, şamanın akrabaları ve arkadaşları hediye eder. Adaya verilen bu
davul, genelde ata ruhlarından alınan ilham üzerine ya da şamanın hizmetinde
bulunduğu ruhun isteğine göre yapılmıştır.
Davul şamanın yeraltına iniş ya da gökyüzüne yükselme
törenlerinde, çoğunlukla bir araç olarak kullanılmıştır. Bundan başka çeşitli
işler için, örneğin tanrıya ya da ruhlara kurban sunma, bir evi kötü ruhlardan
temizleme ya da ölünün ruhunu yeraltına, ölüler dünyasına götürme gibi amaçlarla
yapılan Şamanlık seanslarında; davulun ruhlarla ilişkiye girmek, onları
yakalamak ya da içine ruhları toplamak, kötü ruhları korkutmak gibi amaçlarla
kullanıldığını anlıyoruz.
Ayrıca davul sesinin ritmi ve bu sesin alçalıp yükselmesiyle
ayinin gidişini izleyicilere aktarmak, Vecd durumuna geçmeyi kolaylaştırmak
gibi amaçlarla da kullanılmıştır.[63] Davul şamana yardımcı olan
hayvan-ruhlar gibidir. Bazen o şamanın bineği olarak algılanmıştır. Şaman
davulun tek düze sesine uygun olarak göğe çıkar ya da yeraltına iner. Bu
işleyişinden dolayı davul, birtakım Türk topluluklarında şamanın atı
sayılmıştır. Tören esnasında şamanın ruhu yolculuğa çıkınca davul -at, tokmak -
kamçı; sulardan geçerken davul - kayık, tokmak - kürek; göğe çıkarken de bir
çeşit kuş ya da kanatlı at olur. 61
Davulun yapıldığı malzeme de çoğu kere simgesel anlamlar taşır.
Ama maddesi genellikle kutsal sayılan bir ağaçtan alınır. Örneğin; Türklerde
davulun kasnağının yapılacağı ağaç, genel olarak kayın ve sedir ağacındandır.
Aynı şekilde davulun iç tarafındaki sapı da ağaçtan yapılır. Bu ağaç kutsal
olan dünya ağacına işaret ettiği için, bu iş için kullanılacak ağacın insan eli
değmemiş ya da herhangi bir hayvanın kirletmediği bir ağaç olması gerekir.
Davulun derisinde resimler bulunur. Bu resimlerde; dünyada ki ve gökyüzündeki
bazı efsanelerle ilgili semboller yer almaktadır. Ay ve güneş resmi, gök
kuşağı, fecir ve şafak temsilleri, yıldızlar, Tanrı Ülgeni temsil eden
resimler; kuş, geyik ve ağaç vs. şekillerde davulun derisinde yer almaktadır.
Ayin sırasında Şamanın yardımcı ruhlarını davulun iç kısmına
topladığına inanılır.[64] Şamanın davulunun tokmağı da
tıpkı Şaman cübbesi ve davulu gibi özel bir öneme sahiptir. Ve özel tören ile
hazırlanır. Yakutlarda davulun tokmağına "bulaayah”, Altaylarda "orbu”
adı da verilir. Tokmak kayın ağacından yahut geyik boynuzundan yapılır. Davula
vurulan kısım sesin boğuk çıkmasını sağlamak için samur veya tavşanayağı deri
ile kaplanır. Bazı halklarda tokmak yerine doğrudan tavşanayağı kullanıldığı da
olur. Tokmağın yüzüne süs olarak halka takılır. [65]
Ayrıca davulun çeşitli yerlerinde kullanılan ve niteliklerine göre
anlam kazanan demir ya da bakır nesneler ya da bu türden malzeme de madenin,
daha çok demirin kutsallığından dolayı seçilmiştir.[66]
Her davul şamanın ölümünden sonra ormana götürülüp parçalanır ve bir ağacın
dalına asılır. Şamanın ölüsü de bu ağacın yanına gömülür. Şamanın defni
sırasında hususi ayin veya merasim yapılmaz, ilahiler okunmaz.
Ayin yapmak için gerekli olan nesnelerin en önemlisi davuldur.
Altaylılar ve Sahalar bu davullarına ''tüngüb' derler. Davul Türkler
tarafından tarihin en eski devirlerinden beri kullanılmaktadır. Buna ait Çin
kaynaklarında da kayıtlar mevcuttur.
Şaman davullarındaki resimler üzerinde ebekuşağını temsil eden sembolleri
sık sık görebiliyoruz. Bu semboller genel olarak “dünyanın orta direği olan
Demir-Kazık’ın iki yanına karşılıklı olarak çizilmiş altı yaydan ibaret
idiler.” Ebekuşağının üzerine yer ve göğü birbirinden ayıran bir çizgi ile
ayrılmıştı.[67]
Ayin sırasında Kamlar ”vecd ve cezbe” halindedir. Bu en önemli
özellikleridir. O anda Kam’ın ruhunun göklere çıktığına ya da yeraltına inip,
cehennemleri gördüğüne inanılır. Bu gücün gökten bir bulut olarak gelip
ebemkuşağı(gökkuşağı) şeklinde kam’ın vücudunu dolduracağı kabul edilir. O
yüzden Kam davulunda ebemkuşağı da simgelenir.[68]
Eski Yenisey Kırgızları ye Oğuzlar tarihçi Gerdizî'nin malumatına
göre kopuz kullanmışlardır. Bu özelliğiyle de kopuz Türklerin milli çalgısı
olmuştur. Yani bugünkü bağlamanın veya sazın atası kopuzdur. Bilindiği gibi
Dede Korkut her hikâyesinde kopuzuyla ortaya çıkmaktadır. Ad verirken, dua
(alkış) ederken hep Tigin ve Bilge Kağan yazıtlarında 714 yılında, Beş- Balık
seferi sırasında ölen amcalarının oğlu Tonga Tigin'in yoğundan(mateminden)
bahis vardır. [69]
Her kamın davulu ölümünden sonra bir ormana götürülerek,
parçalanıp, bir ağacın dalına asılır. Kamın ölüsü de bu ağacın dibine gömülür.
Kamlar mümkün olduğu kadar obadan ve yollardan uzak bir tepeye, hayvan
sürülerinin yaklaşamayacağı bir yere gömülürler. Eski inanışlara göre, her
kamın evinde iki davul bulunur. Bunlardan biri ayinlerde kullanılır, ikincisi
de bir köşede saklanır.
Bazı istisnai durumlarda kamlar davul yerine yölgö (küçük
yay) bulundururlar. Fakat yölgö ile tam bir tören gerçekleştirilemez.
Altay Türkleri davul tokmağına "orbu", Sahalar ise "bula-ayah"
derler. Bu tokmak kayın ağacından veya sıgun (geyik) boynuzundan
yapılır.
Davul tören sırasında kamın ruhu dünyayı dolaşırken taşıt görevini
ifa eder. Karada gezerken davul at, tokmak kamçı; sulardan geçerken davul
kayık, tokmak kürek; göklere çıkarken kuş vazifesindedir. Doğu Türkistan'ın
Müslüman bakşıları, davul yerine dap (def) ve dombak kullanırlar.
Ayin yaparken def kamın arkadaşı tarafından çalınır, dombakı ise bakşı
kendisi çalar. Bazı bakşılar ravab (rübap) denilen üç telli bir saz ile
tören icra ederler. [70]
Bazı yerlerde Şaman davulu yerine yay kullanmışlardır. Kırgız
Şamanlarında da davul yerine kopuz kullanıldığı biliniyor. Şaman bir müddet
çalıp söyledikten sonra coşku ile asasını sallayarak oynamaya başlarmış iki
Şaman aynı anda Şamanlık yaptığı zaman biri çalar, diğeri asasıyla oynarmış.
Davulu bulunmayan Şaman dinsel tören sırasında asa kullanırmış.[71]
Şamanın kendisine yardımcı malzemelerinden biri de üzerinde
çeşitli unsurların ve hayvan kalıntılarının bulunduğu şaman elbisesidir.
Bulunduğu şaman elbisesidir. Bu elbise onun esrik yolculuğu sıranda biçim
değiştirme yeteneğine sahip olduğuna işaret etmektedir. [72]
Şamanlar dinsel törenlerde kendilerine özgü şaman elbisesini giyerler.
Giysilerin üzerinde çeşitli şekiller ve resimler bulunur. Bu şekillerin önemine
inanılır. Örneğin; şaman giysisinin üzerinde bir kuş resmi varsa Şamanın kuş
yardımı ile öteki dünyaya uçabileceğine inanılmaktadır. Giysilerdeki bu
resimlerin kökeni hakkında değişik görüşler bulunuyor. Kimi araştırmacılar bu
şekilleri totemizme bağlarken, kimileri de bu giysilerin bir zamanlar insanları
korkutmak amacıyla maske olarak kullanıldığını, zamanla giysiye dönüştüğünü
ifade etmektedir.
Şaman giysisi kutsaldır. Bir takım yasakları da vardır. Bu
bakımdan herkesin ulaşabileceği, el altında sayılan yerde bulunmaz. Çadırın
veya kulübenin özel bir yerinde muhafaza edilir. Şamanlarda giysi, davul ve cin
figürleri, çocuk ve kadınlar el sürmesin diye özenle korunmaktadır. Aksi halde
bunların sihirlerinin, güç ve kudret veren özelliklerinin kaybolacağına
inanılır.[73]
Araştırmacılara göre en eski ve özgün şaman elbiseleri hayvan
şekillerini taklit eden giysilerdir. Bunu giyen şaman, hem kendi atasını ve hem
de gerektiği zaman gerektiği zaman o kuşun ya da hayvanın şekline
girebileceğini göstermektedir. 72 Şaman elbiseleri çeşitli Türk
topluluklarında hep aynı unsuru içermez. Bazen amaca göre elbisenin üzerine
takılan nesneler değişebilir. Genellikle deriden olan elbise düğmesiz ve önü
açık olarak dikilmiştir. Kışın bir gömlek üzerine, yazında çıplak beden üzerine
giyilir. Deri kemer ya da kuşak kullanılır. Elbise üzerine çeşitli simgesel
anlamları olan motifler ya da şekiller yine değişik şeyleri temsil eden demir
ya da bakır nesneler yer alır. (Şamanın âlemleri, dünyayı ve insanların canını,
sonuçta evrenin yansımasını görmesini sağlayan manevi ayna), güneşi ve ayı
temsil eden rozet ya da daire şeklinde kesilmiş nesneler elbisenin üzerine
iliştirebilir. Güneşi temsil eden yuvarlak delik şeklinde nesne şamanın
yeraltına inmek için kullandığı deliğin yerine geçebilir. Şamanın omzunda
ayrıca onun zorluklara olan dayanıklılığı ve gücünü simgeleyen bir demir zincir
bulunmaktadır. Elbise üzerine takılan demir nesneler kötü ruhların
saldırılarına karşı bir kalkan vazifesi görür. Madeni nesnelerin canlı olduğu
düşünüldüğü için bunların paslanamayacağına inanılır.
Bazı şaman elbiselerinde, tören esnasında yardım alınan hayvan
ruhlara işaret eden tavşan, sincap ya da daha başka hayvanların derileri, kuş
tüyleri ya da pençeler asılabilir. Kimi zamanda elbisenin kollarına ya da göğüs
kısımlarına kol ve kaburga kemiklerini temsil eden ve genellikle tekrar
dirilişe işaret eden şekillerde dikilmektedir. Bunlar bazen kol, bacak ve
kaburgaları temsil eden ve genellikle tekrar dirilişe işaret eden şekillerde
dikilmektedir. Bunlar bazen kol, bacak ve kaburgaları temsil eden şeritler ya
da çubuklar olabilir.
Altay Şamanlarının elbiselerinde Yutpa denilen yeraltı
canavarı ya da yılanını temsil eden kurdeleler de bulunabilir. Yine Altayların
şaman elbiselerinde bazen su altındaki dünya dalışı temsil eden figürler yer
alır.
Pazarık kurganları gibi çeşitli kurganlardan
çıkarılan su kuşu tasvirlerinin şamanın su altına dalışını ya da yaratılış
esnasında denizin altından yaratma işleminde kullanılacak toprağı getiren
hayvanı temsil ettiğini söyleyebiliriz. 73
TÜRKLERDE ŞAMANİZMİN GELİŞMESİ
Türklerde Şamanizm eski çağlardan beri deva etmektedir. Çin
kaynakları Hun kültüründen bahsederken tapınakları hakkında bilgi veriyorlar.
Bu bilgilere göre Hakanın karargâhındaki tapınakta her yılın başında ayin
yapılırdı. Bu ayine Hunların yirmi dört boyunun Başbuğları istiğrak ederlerdi.
Yılın beşinci ayında Lung-çeng şehrinde toplanırlar, atalarına, Gök Tanrı’ya
yer-su ruhlarına kurban sunarlardı. Sonbaharda, atların iyi beslendikleri
zaman, orman yanında toplanıp etrafı dolaşırlar o ahalinin ve hayvan
sürülerinin sayısını kontrol ederlerdi. Hakan her sabah çadırında çıkıp güneşe
ve aya tapardı.[74]
Asya Hunları ilkbaharda Lug-ç’eng bölgesinde yer-sulara kurban
sunarlardı. Tan- hu (Hun hükümdarı gündüz güneşe, gece dolunaya tazim ederdi.
Hunlar, Göktürkler, yapacakları işte başarı şansını ayın, yıldızların
hareketleri ile kontrol ederlerdi. Tabgaç’lar da Hunlar gibi ilkbahar ve
sonbaharda atalara kurban keserlerdi. Ve tapınak yeri olan “taş- ev içinde
sundukları kurbandan sonra civara kayın ağacı dikerlerdi ki bunlardan kutlu
orman meydana gelirdi. [75]
Hunlardan sonra Orta Asya da devlet kuran muhtelif sülalelerden
bahseden Çin kaynakları bunlarında Gök Tanrı’ya yer-suya, güneşe ve aya kurban
sunduklarını yazmışlardır.[76]
İskitlerin Şamanist olduğunu Herodotos’un verdiği bilgilerden
öğreniyoruz. Herodotos, şaman seansına benzeyen bir örnek vermemekte ancak
İskitlerde değişik büyü türleri olduğunu açıklamaktadır.[77]
Bunlar arasında hasta hükümdarın başucuna çağırılanlardan, geleceği tahmin
edenlerden, kadınlığı ve hamileliği taklit eden böylece erdişleri ve daha
sonraki zamanların doğuran erkeklerini hatırlatan erkek- kadın Şamanlardan yani
Enere’lerden söz etmektedir. Ancak bu büyücüler ne şamanınkine benzer kehanette
bulunuyorlar nede onların yöntemleriyle tedavi ediliyorlardı. Herodotos ayrıca
İskitlere sevinç naraları attıran Pazarık kurganlarının da doğruladığı gibi
tütsülerde kenevir tohumlarının kullanımına işaret etmektedir.
K. Meuli ise, Herodotos’un arınma diye algıladığı işlemin
aslında uyarı sonucunda gelişen bir esrime hali olduğunu kanıtlamak isterken,
bunu şamanın ölü ruhun taşıyıcısı rolünde olduğu ayrıca ve Rodlov’un Altaylarda
gözlemlediği ünlü seanslara paralel görecek kadar ileri gitmiştir. İskitler
Şamanizm’i bildiğine göre Bozkırların bütün göçebeleri de Şamanizm’i biliyor
olmalıdır. [78]
M.S. III. Yüzyılda ortaya çıkan Toba sülalesi devrinde de Hun
kültleri devam etmiştir. Toba’lar “Siyenpi âdeti üzerine İlkbaharın ilk ayında
Gök Tanrı’ya, doğu tarafında bulunan tapınakta atalara kurban keserler;
sonbaharın ilk ayında Göktanrıya kurban ayini yaparlardı.[79]
VI. Yüzyılda büyük Türk devletini yeniden kuran Göktürk sülalesi Şamanist
boyların yetiştirdiği sülaleydi.[80]
Orhun Kitabelerinde Türklerin faydasına çalışan yer-sular tabiri
oldukça sık geçer ki, bu da Göktürk çağında Türk topluluğunun "kutsal
kitabelerde” saydığı yeryüzü avarızını da ayrı birer ruhun varlığını kabul
ederek onların yardımcı iyiliksever kuvvetler olduğuna inanıldığını ispat eder.
Bunların arasında en önemlileri, dağ, orman ve ağaç, ateş ve ocak kültleriydi. [81]
Göktürk Devletinin Uygur sülalesinin eline geçtiği tarihe kadar
VII. Yüzyılın son yarısına kadar Orta Asya’nın Kuzey bölgelerinde Şamanizm
hâkim konumdaydı. Batıdan ve güneyden gelen kitaplı dinlerin tesirleri yok
denecek kadar azdı. Göktürklerden egemenliği alan ilk Uygur Hakanları Kül Bilge
ve Moyun Çur Şamanist idiler. Uygur Hakanlarından Bökü Han 763 de Uygurlar
arasına Manihaizm mezhebini soktu. Uygur sülalesinin hâkimiyeti çağında
Manihaizm ve Budizm’in koyu Şamanlığın vatanı olan Altay, Ötüken ve Baykal
çevrelerinde kendilerine zemin bulamadıkları muhakkaktır.
Uygurlardan hâkimiyeti alanı Kırgızların Kuzey sınırı Angara
Tonguzka Irmaklarının Yenisey’e döküldüğü yer olduğu tahmin ediliyor ki buna
göre Uygur devletinin Kuzey sınırı buraya kadar uzanmış olacaktır. Çünkü Kırgız
ülkesi 758 yılında Uygur Devletinin egemenliği altına girmiştir. Ancak
Kırgızlar Uygur Devletine karşı hep isyan durumunda oldular. 840 yılında
Kırgızlar, Uygurları Moğolistan’dan çıkardılar. Ve Orta Asya’nın doğusunda Kırgız
Devleti kurdular. Mani dinini kabul eden Uygurlar Türkistan’a yerleştiler.
Çin kaynaklarının verdikleri bilgilerden anlaşıldığına göre
Kırgızlar Şamanist idiler. Tanrı lara-ruhlara kırlarda kurban sunarlardı.
Kurban ayini için muayyen zamanları yoktu. Şamanlarına Kam derlerdi. Sulara,
ağaçlara kurban sunarlardı. IX. Ve X. Yüzyılda Kırgızlar Çin ve İslam
kaynaklarının verdikleri bilgilere göre Şamanist idiler. Gerdizi’nin verdiği
bilgiye göre Kırgızlar, ölülerini yakarlar. “ateş eşyanın en temizidir. Ona düşen
şey temizlenir. Ateş ölüyü pislik ve günahlardan temizler” der. [82] Yine Türklerden bahsederken
“onların senede bir gün bayramları vardır. Bu gün her köy putlarıyla bir gözü
veya ağaçlar bulunan bir yere çıkarlar. Bu ağaçlara kurban keserler. Oklarla fal
bakarlar sonra aralarından bir adam putların yanına varır. Bu kişi kâhindir.
Bir müddet putların etrafında döndükten sonra onların huzuruna çıkar iyilik ve
kötülükten haber verir. Bu kâhin tanınmış bir sülaledendir.” Der. XI. Yüzyılda
İrtiş Irmağı boylarında yaşayan Kimek -Kıpçaklar, Gardizi’ye göre, İrtiş
Irmağına taparlar, Su Kimeklerin tanrısı derlerdi. [83]
XI. Yüzyılda Hazar Denizi ile Aral gölü arasında yaşayan Oğuzlar
arasında İdil Bulgarlarına geçen İbn Fadlan’ın verdiği malumata göre Oğuzlar,
İslam ülkesine yakın komşu bulundukları halde, Şamanlıkta direniyorlardı.
Oğuzların defin törenleri tıpkı Göktürklerin gibi idi; mezar
üzerine kurgan yaparlardı; balbal dikerler, yog-aş töreni yapıp kesilen
hayvanların derilerini kuyrukları ile beraber sırıklara asarlar ölülere kurban
sunarlardı. İbn Fadlan Başkurt Şamanizm’ine dairde bazı bilgiler vermektedir.
Bu malumata göre Başkurtlar kış, yaz yağmur, rüzgâr, ağaç, hayvan, insan, su,
gece, gündüz, ölüm, hayat ve yer gibi varlıkların her biri için ayrı ayrı birer
tanrı bulunduğuna en büyük tanrının da gökte yaşadığına inanırlardı.
Ebu Dülef IX-X. Yüzyıllarda Yedisu’da Sırderya Irmağının doğu
bölgesinde hâkim olan Karluk Türklerinin yanmayan ağaçtan yapılmış tapınakları
bulunduğunu, duvarlarında eski Hakanın suretlerinin ters olduğunu haber
vermektedir.[84] Maksidi, Türklerden
bahsederken onlar arasında kar, dolu yağdıran, rüzgâr estiren kişiler olduğu
söylenir. Kararlarının çoğu koyunun kürek kemiği falına göre alınır.[85] Moğol istilasından sonra
Şamanizm’e dair bilgi daha çoktur. Birçok yazar Moğolların ve onlarla beraber
gelen Türk boylarının gelenek ve göreneklerinden bahsederken Şamanizm hakkında
bilgi vermişlerdir. Moğollar arasında başka dini inançlara sahip olanlar olsa
da çoğunluğu Şamanist idiler. Moğol istilası Orta Asya ve Volga Havzası
Müslümanlarında, ölmek üzere olan Şamanizm kalıntılarının tekrar canlanmasına
sebep olmuştur. Moğol devrinde Şamanizm üç büyük dinin, İslam, Hıristiyanlık ve
Budizm’in mücadelelerine sahne oldu. Orta Asya’da ve İran’da Hıristiyanlık XIV.
Yüzyılda İslam dinine Mağlup oldu. Hıristiyanlık İç Moğolistan’da ve Yedisu’da
mezar taşlarından başka hiçbir iz bırakmadan çekip gitti. Moğolistan’da Budizm
zafer kazandı. Şamanizm Budizm ve İslam dinlerine bir sürü kalıntı bırakarak
ancak Sibirya ormanlarında ve Altay dağlarında barınabildi.[86]
Gök Tanrı dini yalnızca Türklerde görülür. Bu inanç sisteminde
Tanrı en yüksek varlıktır. Türklerde yeri ve göğü yaratan tek ve büyük bir
yaratıcı vardı. Ayrıca yer ve gök ikisi de birbirlerine bağlı kutsal birer
varlık idiler yerde gökte insanlara, özellikle Türklere iyilik getirirlerdi.
Yer de, gök de insanlara özellikle Türklere iyilik getirirlerdi. Gerek Gök Türk
gerekse sonra ki çağlardaki Türkler yardım isteyecekleri zaman hem gökten hem
de yerden, her ikisinden bir den yardım dilenirdi. Gök ve Yer şeklinde söyleyen
eski Türkler Gök’ü öne getirmek yolu ile ona daha fazla önem veriyorlardı.
Sonradan biz ise, Gök ve yer şeklinde söylemeye başladık. Bu söyleyiş
tarzımızda eski önasya Türkleri ile İran’ında tesirleri vardı. Türkler göğe Tengri
veya Tenri derlerdi. Buda bizim Tanrı sözümüzün karşılığıdır.[87] Göktürklerin
bir hakanlık
kurması onun yüzünden olmuş, Hakan Türklere onun tarafından
gönderilmiştir. Savaşlarda Tanrını iradesi üzerine zafere ulaşılır. Tanrı
emreder, uymayanı cezalandırır. Doğum, ölüm onun iradesine bağlıdır.
Eski Türk inancına göre, ebedi ve her şeyin yaratıcısı olan Tanrı
tektir. Herhangi bir şekle sokulamaz. Dolayısıyla putlar ve putların konduğu
tapınaklar yoktur. Eski Türk inancına göre Tanrı bütün vasıfları ile manevi,
büyük tek kudret halindedir. Güneş, ay, yıldızlar ateş ve yer sular yardımcı
kutsallar durumundadır. [88]
Türk-Moğol halklarında çeşitli şekilleri ile tanrı kelimesi,
eskiden “gök” ve “ilah” anlamında kullanılmıştır. Bazen “ruh,
put, tanrısal güç” anlamlarında da gelir.
Anlaşıldığına göre, Türk-Moğol halklarında başlangıçta doğrudan
doğruya “gök”e tapılmıştır. Bu olasılığı güçlendiren örnekler, onların
komşuları olan Çin, İran ve Fin halklarında da vardır. Nihayet Asya’nın kuzey
bölgesinde bazı halklarda “gök” için kullanılan kelimenin aynı zamanda
“Gök-Tanrı’yı” ifade ettiği görülür. Şamanlığa bağlı bulunan halklarda
Gök-Tanrı, göğün belirli bir katında ve insana benzeyen kişileştirilmiş bir
varlık olarak tasarlandığı için, kavram bakımından herhangi bir karışıklığı
önlemek amacıyla, artık yalnızca “Gök=Tanrı” diye çağrılmayıp, başka başka
adlar ile anılmıştır. Nitekim örneğin Altay Türkleri bu varlığa Ülgen (Ulgen,
Ülgön) “ulu” ya da Bay Ülgen “zengin ulu” adını verirler.[89]
Gök Tanrısı, bazen gökle özdeşleştirilmekle beraber, daha yaygın
olarak evrenin gökte oturan yaratıcısı olarak algılanmıştır. Ancak yaratılıştan
sonra göğe çekilmiş, temsilcisi olan başka tanrıları yeryüzüne göndermiştir.
Bununla birlikte insanlardan mutlak bir biçimde uzaklaşmam ıştır, darda
kaldıklarında insanlar yine ona başvurmaktadır.[90]
Gök kelimesine yazıtlarda ender rastlanmaktadır. Orhun yazıtlarında iki Eleges
yazıtında ise bir kere karşılaşılmaktadır. Orhun yazıtlarında “Türk Tanrısı”
tabiri kullanılmaktadır. Buna karşın çok sonra ortaya çıkan Oğuzname’de
sık sık yinelenir. [91]
Eski Türk lehçelerinde tanrı, tengere, tangara, ture, tenegere
gibi değişik şekillere bürünen Tengri sözcüğü hem göğü hem de gök tanrıyı ifade
ediyordu.[92] Türkler “tanrı” için kök
tengri ya da tengri kelimelerini kullanmışlar, kök kelimesini tek başına "tengri”
için kullanmamışlardır.[93]
Aslında bu kelimenin çok yaygın bir şekilde kullanıldığı kesindir.
Özellikle başta Osmanlıca ve Komanca olmak üzere birçok Türk lehçesinde göğün
ismi olmuştur. Codex Comanicus’ta kök kelimesi Latinceye caelum olarak ve
Tengri de deus olarak çevrilmektedir. Kök kelimesinin tam anlamı çok tartışılmıştır
ve bunun maviden çok gri anlama geldiği kabul edilmektedir. Göğün o denli özel
bir rengini hatırlatmaktadır ki, kök göğü adlandırmadan önce “göksel” anlamını
kazanmıştır.
Türkler kendilerini Kök Türk olarak adlandırmışlardır. Ayrıca göğe
sıkı sıkıya bağlı veya gökten gelen nesnelere mavi, , kök köke demişlerdir.
Daha yakın zamanlara kadar, büyük göksel tanrı ile mavi renk arasındaki ilişki
açıkça hissedilmektedir. Ülgen yolu, Altay dağlarında mavi bir yoldur. [94]
VI-VIII. yüzyıllarda Büyük Göktürk imparatorluğunun başında
bulunan Türk sülalesinin Gök Tanrı hakkında inanç ve telakkileri epeyce
gelişmiş ve olgunlaşmış olduğu bıraktıkları yazılardan anlaşılmaktadır. Bu
yazıtlarda hakan ve beyleri, Türk milletine yaptığı iyilik ve yardımları için,
tanrıya içten minnet ve şükranlarını ifade ediyorlar.
Hakanları tahta çıkaran, Türklere zafer kazandıran, felaketlerden
koruyan Türk tanrısı Gök Tanrıdır. Türklerin büyük başarılarından bahsederken
hakan ve beyler daima Tanrının inayeti ile demeyi ihmal etmemişlerdir.[95] Gök Tanrı inancı özellikle
büyük imparatorlukların kurulduğu devirlerde genel bir kült olarak kabul
edilmiştir. Gök Tanrı da Tanrıların en büyüğü sayılmış olmalıdır. Orta Asya’da
kurulan sülalelerin hepsinde Gök Tanrı kültünün bulunduğu Çin kaynaklarından da
anlaşılmaktadır.
Örneğin Çin resmi tarihi Wey-Şu’da beşinci ayın onuncu ve yirminci
günleri arasında halkın nehir kenarlarına toplanarak göğün ruhuna kurban
sunması, Türklerde eskiden beri Gök Tanrı fikrinin bulunduğunu gösteriyor.[96]
Çeşitli kaynaklarda Hunlar, Tabgaçlar, Göktürkler, Uygurlar gibi
büyük Türk topluluklarında, Göktürk inancının baskın olduğu anlaşılmaktadır. O
her şeyin yaratıcısıdır. Ezeli ve ebedidir.[97]
X. yüzyılın çeyreğinde Oğuzları müşahede eden İbn Fadlan Oğuzların “bir Tanrı”
dediklerini haber vermektedir. Onun anlattığına göre Oğuzlardan biri zorluk
görür. Yahut hoşuna gitmeyen bir işle karşılaşırsa başını göğe kaldırarak “bir
Tanrı” diyor ki bir Allah demektir. Yine İbn Fadlan’ın Başkurtlara verdiği
malumattan anlaşıldığına göre bu kavim on iki Tanrıya ve bununla beraber en
büyük Tanrı’nın gökte bulunduğuna inanırdı. Oğuzların “bir Tanrı dedikleri
tanrı ve Başkurtların gökteki büyük tanrıya inanmaları bugünkü Yakutların Ürüng,
Artoyon ve Altayların Ülgen hakkındaki tasarruflarından farklı
olmamıştır.
Bugünkü Şaman dualarının bazılarında “bu gökteki bir tanrıya “
hitap ediliyorsa da bu dualar başından sonuna kadar tetkik edildiği zaman bu
“bir Tanrı” tabirinin Şamanist için boş bir sözden ibaret olduğu derhal
anlaşılır. Şamanistler bu “bir Tanrı” tabirini İslamlardan yahut
Hıristiyanlardan almış olabilir.[98] Çin Kaynaklarının verdiği
bilgilere göre, “ Göktürkler, her yaz ileri gelen devlet adamlarını toplayıp,
ilk çıktıkları mağarada kurban merasimi yaparlardı. Aynı zamanda beşinci ayın
ortasındaki on günlük devrede bütün diğer insanlar toplanır, sel halinde Gök
Tanrı’ya kurban sunup ibadet ederlerdi. Beraber ruhlara ve Tanrıya saygı
gösterirler.[99] Gök Tanrı’nın sanat
tarihindeki tasvirleri daha çok simgeseldir.
Bunun güzel bir örneği, Orta Asya’da ak öy
ya da boz öy olarak adlandırılan yurt denilen çadırlardır. Bir mikro
kozmos sayılan meskenin ve özellikle çadırların mimariden önemli etken ve
basamak olması da bundan kaynaklanmaktadır.[100]
Türklerde, aslında bir tek gök değil
birçok Gökler vardı. Güneş, ay ile yıldızların dolaştıkları gökler de, hep
birbirinden ayrı göklerdi. Yeri ve göğü yaratan büyük yaratıcı ise bütün
göklerin üstünde, kendi göğünde oturuyordu. Ama bütün bu göklerin hepside tek
deyimde yani Tengri sözünde toplanıyorlardı.[101]
Türkler, güneş ve güneşin doğduğu doğuya saygı gösterirdi. Doğu
güneşin doğduğu yer olduğu için Türkler doğuya büyük önem verirdi. Batı ise
Ay’ın bir sembolü halinde idi. Türklere göre güneş, aydan daha önemli idi.[102] Altay Türklerine göre,
başlangıçta güneş ile ay var olmadıkları halde, sonradan Tanrının gönderdiği
bir varlık, göğe madeni iki büyük ayna koyarak dünyayı aydınlatmıştır.
Türk-Moğol halklarında bu iki göksel ışık kaynağı hakkında çeşitli efsaneler
anlatılır. Bazı halklarda güneşle aya bakarak gaipten haber veren falcılar da
vardır. Şaman cübbesine güneşi ve ayı simgeleyen madeni levhaların takılması,
bununla ilgili görülmektedir. Radloff’un yazdığına göre, Türk halklarının çoğunda
güneş dişi, ay erkek olarak tasarlanır. Altay şamanı göğe çıkarken 6. katta ay
ada “ay baba’’yı selamlar. Yakutlar, ayın küçülmesini, efsanevi ayılarla
kurtların onu yemesine bağlarlar. Altay Türklerine göre de, ay tutulması, yelbegen
denilen bir canavarın ayı yemesinden ileri gelir. Bu korkunç varlığı kovmak
için havaya taş, silah atılır, teneke çalınarak gürültü yapılır. Bu gelenek
Anadolu’da hala yaşamaktadır.[103]
Orta Asya kavimlerinde güneş ve ay kültü bulunduğu eski çağlardan
beri malumdur. Altaylı Şamanistler güneşe and içerler, Müslüman Türklerden
Mişer ulusu güneşe yemin eder. “kuyaştırant ediyorum “ derler.
Altaylılara göre güneş ana, ay atadır. Güneşi yerde ateş temsil
eder. Yakut masalarında anlatıldığına göre büyük kahramanlar güneş ve ayın himayesi
altında bulunurlardı. [104]
AzerbaycanlI Türk araştırmacı M. Seyidov’a göre Eski Türklere ait
Tanrı sözcüğünün kökü tan(g)’dır. Eski Türk yazıtlarında ve birçok
çağdaş Türk lehçesinde tan, güneşin doğduğu yerdir. Bu nedenle tanrı
sözcüğü güneşle ilişkilidir ya da güneşi çağıran, doğmasını sağlayan
anlamındadır.[105]
Şamanistlerin inançlarına göre güneş ve ay ile kötü ruhlar
mücadeleye kalkışırlar, bazen yakalayıp karanlık dünyasına sürüklerler güneş ve
ayın tutulmasının sebebi budur. Bütün Türk lehçelerinde küsüf ve hüsuf
hadisesinin “tutulmak” ile ifade edilmesi de eski bir inancın izini
taşımaktadır. Güneş ve ay tutulduğu zaman Şamanistler bunları kötü ruhun
elinden kurtarmak için bağırıp çağırırlar, davul çalarlar. Bu gürültü
patırtıların kötü ruhu korkutacağına inanırlar.
Yakutlara göre güneş ve ay iki kardeştir. Her ikisi de tanrıdır.
Bazı kahramanlar ay ve güneşin lutfiyle türemişlerdir( künden aydan
törüttüleh). Şaman cübbesinde ve külahında güneş efendinin (kün Toyon’ın),
sembolü olarak, demirden veya gümüşten halkalar bulunur.[106]
Yıldızlardan Zühre yıldızı takdis edilir. Abakanlı kamların
ilahilerinden anlaşıldığına göre Solbon yıldızı Tanrı sayılmaktadır.[107] Güneşe tapınma çeşitli Türk
topluluklarında olduğu gibi kazaklarda da yaygındı. Birçok kazak efsanesi ve
geleneğinde bu konuya örnek oluşturacak kanıtlar vardır. Bir kazak efsanesinde
eskiden güneş ve ayın iki güzel kız olduğu anlatılmaktadır. Bunlar birbirini
kıskanıyormuş, güneş ayın yüzünü tırmalamış ve böylece ayın yüzündeki lekeler
oluşmuş, öte yandan ayda güneşe yaklaşmıyor ve onu uzaktan kızdırmaya
çalışıyormuş. Yine başka bir gelenekteyse Hunlarda olduğu gibi nevruz gününde
Kazak kadınları güneş doğunca ona eğilerek selam verirler.[108]
Şamanistlerin yıldırım ve şimşek hakkındaki tasavvurları çok
karışıktır. Altaylılara göre yıldırım, şimşek ve başka tabiat tezahürleri hep
Ülgenin kudreti ve iradesine bağlı hadiselerdir. Bazı Şamanistlere göre ayrıca
yıldırım tanrısı vardır. Bu tanrı yerdeki kötü ruhları takip eder, kötü
ruhların saklandıkları ağaçlara ateşini gönderir, yıldırım düşer, yıldırım
düşen ağaçtan bir parça alınıp saklanırsa o yere kötü ruh giremez.
Orta Asya kavimlerinde güneş ve ay kültü de vardır. Altaylı
Türkler ve Müslüman Türklerden Mişerler arasında güneşle yemin etme âdeti
bulunur. Altaylılara göre güneş ana, ay da atadır. Güneşi yerde ateş temsil
eder. Bazı Saha masallarında büyük kahramanlar güneş ve ayın himayesi
altındadır.
Onların inancına göre zaman zaman güneş ve ay kötü ruhlarla
mücadeleye girişirler. Eğer yenik düşerlerse güneş ve ay tutulması gerçekleşir.
Güneş ve ay tutulması olduğunda Altay Türkleri bağırıp, çağırırlar, davul
çalarlar.
Bu gürültülerin kötü ruhları korkutacağına inanılır. Sahalara göre
güneş ve ay iki kardeştir. Her ikisi de üstün özellikleri olan ilahlardır.
Oyunun cübbesinde güneşin sembolü olarak demirden ve gümüşten yapılan halkalar
vardır. Yıldızlardan da Çolpan kutludur.
Bugün Şamanist olduğu söylenen Türklerin yıldırım ve şimşek
hakkında da ilginç düşünceleri mevcuttur. Bunlara göre yıldırım ve şimşeğin
hareketleri Ülgen tarafından kontrol edilmektedir. Yıldırım düşen ağaçtan bir
parça alıp, saklanırsa, o yere kötü ruhlar giremez. Tuva Türkleri yıldırım ve
şimşek çaktığında saçı saçarlar. Çin kaynaklarının Uygurlar hakkında verdikleri
bilgilere göre, onlar yıldırım düşmesinden hoşlanırlardı. Gök gürledikçe
bağırıp, çağırırlar ve göğe ok atarlardı. Bir yıl sonra yıldırım düşen yerde
toplanıp, bir koyun keserek oraya gömerlerdi. [109]
Bazı Altay halklarına göre, gök bir çadır şeklindedir. Yakutlar ise göğü üst
üste gerili birçok deri tabakalarından oluşmuş olarak tasarlarlar. Onlara göre
yıldızlar, bu tabakalardan gök ışığını sızdıran deliklerden başka bir şey
değildir. Kuzey yarımküresinde yaşayan halklar, göğün bir merkez etrafında
döndüğünü sanarak bu noktaya “yer göbeği”’ne karşılık olmak üzere “gök göbeği”
demişlerdir. Kutup yıldızına yakın olarak düşünülen bu nokta, gök kubbenin
bağlandığı bir yermiş gibi tasarlanmış ve bunun için kuzeyde yaşayan halklar
kutup yıldızına “çivi, gök çivisi, çivi yıldız” gibi adlar vermişlerdir. Göğün
kendi ekseni çevresindeki bu garip dönüşü, onun daha sağlam bir desteğe
dayanmış olacağı tasarısını doğurmuştur. Bu nedenden kimi halklar, göğün büyük
bir sütun ya da eksenin ucunda döndüğünü sanmışlardır. Nitekim Kırgız, Başkırt
ve Batı Sibirya Türk halklarının kutup yıldızını “Demir-kazık”, Moğol ve
Tunguzların ise “Altın- direk” diye adlandırmaları bundandır.
Denildiğine göre, tanrılar atlarını bu kazığa bağlarlar. Harva,
Altay Şaman’ın gök gezisi sırasında tırmandığı direk ya da ağaç gövdesinin, gök
eksenini simgelediği düşüncesindedir. Denildiğine göre, Asya’da Gök-tanrıya dua
edilen ya da kurban sunulan yerlere dikilen sütunlar da aynı şeyi gösterir.
Genellikle yıldızların kutup yıldızına ya da dünyanın eksenine bağlı
bulunduklarına ve bu bağlar kopunca birtakım korkunç olayların ortaya
çıkacağına inanılır. Yakutlar Zühre yıldızını Ürgel’e (Ülker) âşık, güzel bir
bakire olarak düşünürler.
Gökte ikisinin karşılaşması, fırtına ve yağmur yaratır. Oysa
Buryatların Solbon dediği bu yıldız, efsanelerde erkek olarak geçer.
Onlara göre Solbon, atı çok sever. Buryatlar onun bir at sürüsüne sahip
olduğundan bile söz eder, ve onu atların koruyucu ruhu sayarlar. Bundan dolayı
ilkbaharda atlar tımar edilip taylara damga vurulurken, Solbon’un adına havaya tarasun
denilen bir içki serpmek ve ayrıca ateşe et ya da bulamaç etmek adettir.
Nitekim eskiden bu yıldıza at bile kurban edilmiştir.[110]
Kengeres soyundan aslen Türk veya Türkleşmiş Buharhudatların
sarayında, Çinlilerin, Hunların ve Türklerin taptığı Yetiken yıldız
manzumesinin yedi yıldızını temsil eden yedi sütun vardı. Saray böylece Gök
Tanrısının sarayı sayılan Yetiken’e teşmil etmişti. Türklerden Çiğillerin
Kuyaş(Güneş) adlı bir şehri bulunuyordu. Ve çiğiler güneş ile yıldızlara
tapıyorlardı. Aral gölü kuzeyinde ki Kimekler ise, Güneşe ve meleklere tapmakta
idiler. Türk hükümdarının bulunduğu Fargana’nın başkentinde bir güneş tapınağı
vardı.[111]
Kırgız-Kazak lehçesinde “Ülken” kelimesi büyük ve ulu anlamlarını
ifade eder. Buryat dilinde Ülgen kelimesi yerin sıfatı olarak "Ülgen
jixe diada” harfiyen "Ülgen- uluyer” demek olup aşağı yukarı “
anamız yağız yer” anlamına gelir. Buna göre eski Şamanizm de Ülgenin yer
tanrısına ad olduğu anlaşılır. Ülgen, büyük ve ulu tanrı olarak ancak
Altaylarda muhafaza edilmiştir.[112] Anohin’e göre Ülgen
gökkuşağının yaratıcısıdır. İnsanların, vahşi ve evcil hayvanların ise baş,
kirpik ve göbeğini yaratmıştır. Ayrıca insan barınağını, otlak ve yaylaların
yaratıcısı da Ülgendir.
“Göbekliyi yaratan,
Kirpiliyi biçip salan,
Aygırlı at sürüsü yaratan,
Çeşit, çeşit otlar yaratan,
Otlaklı yerde bize mal yaratan,
Başkentli yurtlar kurduran.”[113]
Altay Şamanistlerinin dua ve ilahilerinden anlaşıldığına göre en
büyük tanrı Ülgen’dir. Güney Altay Şamanistleri buna Kuday derler.
Kuzey Batı Moğolistan’da yaşayan Soyutlar (Urenha) büyük tanrı
olarak “Kayrakan’ı” tanırlar. Katanov’a göre “Kayrakan“ büyük han demektir.
Bazı kamlara göre “Kayrakan “ bütün tanrıların büyüğüdür.
Ülgen, Kızagan ve mergen bunun
oğullarıdır. Şaman dualarında ise kızagan ile mergen adını taşıyan iyi ruhlar
Ülgen’in hizmetinde bulunan ruhlardır. Şaman dualarından anlaşıldığına göre
Kayrakan muayyen bir tanrının adı değil, fakat büyük ruhların sıfatıdır. Bazı
şamanlar kötü ruhların başkanı olan erlik’e hitap ederken de "kayrakan”
derler. “kayrakan” adını taşıyan mukaddes dağlar vardır.[114] Bir iyilik ilahı olan Ülgen,
ay, güneş ve yıldızlardan yukarıda yaşar, Ülgen’in bulunduğu yere uzanan yoldaki
engelleri ancak şaman aşabilir.
Erkek şaman yalnızca engellerden biri olan Altun Kazguk ya da
Demir Kazık denilen kutup yıldızına kadar ulaşabilir. Bazı tasavvurlarda onun
göğün yedinci, dokuzuncu ya da on altıncı katında oturduğu belirtilmektedir.
Altın kapılı sarayı ve altın tahtı bulunan Ülgen, genellikle insan şeklinde
tasavvur edilir. Ancak simgesel olarak Ülgen’i ifade eden çeşitli etnografik ve
sanatsal özelliği olan nesneler de bu tanrının tasvirleri olarak ele
alınmalıdır. Birçok yerde ezeli ve ebedi olarak kabul edilen Ülgen, insan ve
dünyanın yaratılışında başrolü oynar; atmosfer olaylarını düzenler, yıldızları
idare eder. Gökkuşağını, insan ve hayvanların başlarını, kirpik ve göbeklerini
o yaratmıştır. İnsanların yaşayacağı yerleri de yoktan var eden odur.
Ülgen’in yedi oğlu vardır. Karakuş(muhtemelen kartal), karşıt,
Bura-Kan, Burça- kan Yaşıl- Kan, Baktı-Kan, Er-Kanım. Erkek evlatlarından
birinin Karakuş olması Türk sanat tarihi bakımından da önemlidir. Çünkü sanat
tarihimizde yırtıcı kuş tasvirleri son derece yaygındır. Kartal aynı zamanda
Gök Tanrının simgesidir. Ülgen’in sayısı dokuzu bulan kızları, Akkızlar ya da
Kıyanlar denilen ilham perileridir. Bu kızları temsilen kukla biçiminde yapılan
tözler, şamanın elbisesi üzerine işlenmektedir.[115]
Umay adına Türk edebiyatında ilk defa Göktürk yazıtlarında
rastlanır. Kültegin yazıtında Bilge Hakan “babam öldüğü vakit küçük kardeşim
Kül Tegin yedi yaşındaydı. Umay gibi anam hatun sayesinde küçük kardeşim Kül
Tegin er - kahraman adını aldı” diyor ki anasını çocukları koruyan dişi tanrı
Umay’a benzetmiştir.[116] Kaşgarlı atasözleri ayrıca
tanrıça Umay’dan bahseder. ‘her kim Umay a ibadet ederse bir çocuğa sahip
olacaktı’.[117]
Umay adının menşei hakkında ileri sürülen faraziyelerden biri
bunun Sanskritçeden ve kültünün Hint’ten geldiği hakkındadır. İran edebiyatında
rastlanan Hüma yahut Umay hakkındaki efsaneye çok benzemektedir. Umay ruhunun
menşei ne olursa olsun bu ruh çok eski devirlerden beri Türklerde milli bir
kült oluşturmuştur. Yakutlarda Umay adı “Imı” şeklinde ancak talih kuşunun adı
olarak muhafaza edilmiştir. Bazı topluluklarda Umay ateş ruhu, bazen de ölüm
meleği olarak kabul edilmiştir. [118]
Umay ruhunun bütün görevleri ve sıfatları ayısıt denilen ruhlara verilmiştir.
Ayısıt-yaratıcı, bereket ve refah sağlayıcı dişi ruhlar zümresine denir.
Yakutların inancına göre Ogo Imıta ‘çocuk Imısı’ dedikleri bu ruh
bir kuş şeklinde olup çocuğun başında öter ve bununla çocuğun neslinin
bereketli olacağına haber vermiş olur.[119]
Bunlardan kimi insan yavrularını ve kadınları, kimi de hayvan
yavrularını ve dişi hayvanları korurlar. Ayasıtlar dağınık halde bulunan hayat
unsurlarını toplayıp birleştirir. Ve “kut” yaparlar.
Bu “kut” denilen nesneyi ana karnındaki çocuğa üflerler. Böylece
çocuğa can verirler. Yakutların inançlarına göre ayısıtlar gökten gümüş tüylü
beyaz kısrak suretinde inerler; yele ve kuyruklarını kanat gibi kullanırlar.
İnsanları koruyan ayısıtlar yaz günlerinde güneşin doğduğu yerde, hayvanları
koruyan ayısıtlar da kış günlerinde güneşin doğduğu yerde bulunurlar. Yakut
kızları ayısıt adına “tangara” (put) yapıp karyolalarının altına saklarlar.
Kısır kadınlar çocuk vermesi için ayısıt’a dua ederler. Gebe kadınlar doğum
günleri yaklaştığı zaman odalarını ve evlerinin çevresini çok temiz tutmaya
çalışırlar.[120] Ayısıt ayini yapmak için
şaman dokuz yiğit ve dokuz kız hazırlar. Bunlar masum ve afif gençler
olmalıdır. Şaman kızları sol yanına, yiğitleri sağ yanına alıp halka teşkil
eder. İlahiler okuyup dansa başlarlar.
Yakut Şamanlığında “âmin” yerine söylenen “ayhal ve uruy”
kelimelerini hep birlikte söylerler şaman muhtelif ayısıt’lara methiyeler
söyleyerek göklere çıkmakta devam eder.
Kızlardan veya yiğitlerden biri günahlı ise, günahının derecesine
göre “oloh” (makam)’lardan birinde kalır. Şaman böylece dokuz “oloh”u geçerek
ayısıtlar dergâhına ulaşır.[121]
Umay günümüzde kadınları ve çocukları koruyan bir ruh biçimini
almış olup, Tunguzlarla birlikte Güney Sibirya ve Altay Türklerinde görülür.
Buralarda ki inançlara göre Umay her zaman çocukla beraberdir. Ancak onun
çocuğu terk ettiği zamanlarda olur. Bu ayrılma uzun sürdüğü zaman çocuk
hastalanır.
Umay’ın çocukla beraber olduğunun işareti çocuk uykudayken
gülmesidir. Ağladığı zaman sözü edilen koruyucu ruhun gittiği düşünülür. Çocuk
hastalandığında Umay’ı getirmesi için kam çağırılır. [122]
Divan-ı Lügati-t Türk’te Umay’ a son; kadın doğurduktan sonra karnından çıkan
hokka gibi nesne buna çocuğun ana karnında eşi denir.[123]
Umay inancı günümüze kadın ve çocukları himaye den bir ruh olarak ulaşmıştır.
Bu sebepten dolayı ki Anadolu da bebeğin sonu doğumdan sonra ayak değmeyen
yerlere gömülür ve saygı görür. Umay sadece çocukların değil bütün canlıların
yavrularını korumakla görevlidir. "Sahıbü'l Veled” olarak bilinir.
Umay her zaman çocuklarla beraberdir.[124]
Şamanistlere göre, karanlık âlemi olan yeraltında genellikle
korkunç ve kötü ruhlar yaşar. Altaylılar bunlara kara töz “kötü ruh”, kara neme
“kötü nesne” ya da genellikle tümengi töz adını verirler. Yeraltında
yaşadıklarına inanılan ve birtakım korkunç şekillerde düşünülen ayna, ada, aza
yör, üzüt, yek ve benzeri gibi ruhlar da vardır. Kötü ruhların başında, yeraltı
dünyasının hâkimi sayılan Erlik Kan gelir. Uygur metinlerinde Erklig Kan “güçlü
han” diye geçen Erlik, Budistlerde yeraltı hükümdarı olan Yama’ya eşittir.
Minusinsk bölgesindeki Türklerin İrle Kan ya da İl Kan’ı, Buryatların Erlen
Kan’ı da Erlik Kan’dan başka bir şey değildir. Yakutlarda yeraltının hâkimi
olarak anılan Arsan Duolay’ın Erlik’i simgelediği söylenir. Priklonskiy’e göre,
Yakutlarda yeraltı hükümdarı olarak geçen Buhar Dodar, bir boğanın sırtında
düşünülür. Kara-Kırgızlarda kötü ruhların hâkimi olan Arman ise, Farsça
Ahriman’dan gelmektedir.
Altaylılara göre Erlik, yeraltının en alt katında kara çamur ya da
başka bir söylenceye göre, kara demirden yapılmış bir sarayda, kara bir taht
üstünde oturur. Şaman dualarında Erlik’in korkunç bir varlık olarak
betimlendiğini görüyoruz. Ayrıca yeraltındaki bir ırmakla onun kıyılarında
yaşayan korkunç canavarlardan da söz edilir. Altaylılar en büyük felaketleri,
kızamık, kızıl, tifo gibi hastalıkları, hayvan kırgınını ondan bilirler.
Altaylılarca Erlik kendisine kurban sunulmasını sağlamak için bu gibi işleri
yapar.
Erlik şaman dualarında Kayra Kan “kesici han” diye anılır. Zira
denildiğine göre, Altaylılarda iplik gibi düşünülen ruhu onun kestiğine
inanılır. Erlik insanın canını alıp yeraltına götürür; orada sorguya çektikten
sonra kendi emrinde kullanır.
Erlik’e giden yolda pudak denilen engeller vardır. Şaman bu
engelleri, ancak büyük bir çaba harcayarak aşar. Erlik’i simgeleyen put ya da
resimler yapılmaz.[125]
Yeraltına mensup kötü ilah ya da ruhlar zümresinin başında şeytana
karşılık olarak ele alınabilecek Erlik bulunmaktadır[126].
Ruhların ikinci zümresini teşkil eden tanrılar “kara nemeler, yani kötü
ruhlardır. Bunların başkanı Altaylılarca “Erlik”, Yakutlarca “Arslan
Dolayadır. Altaylıların izahına göre Erlik, kuvvetli, güçlü demektir. Bazı
Türkologlar bu kelimeyi “erlig” kelimesinin bozulmuş şekli sayarlar
onlara göre eski Uygur Buda metinlerinde yeraltındaki karanlık dünyanın hâkimi
ve ölüm ruhu olan Yama’ya Erlig yama denilmektedir. Yamanın bu sıfatı
Moğolcaya erlik ve yerlik şeklinde kullanılmıştır. Sanskritçeden Uygurcaya
tercüme edilen metinlerde Yama’nın sıfatı olarak yazılan işte bu “erklig”
(kudretli) kelimesi Şamanistlerde “Erlik” şeklini alarak kötü ruhların
başkanına ad olmuştur.
Erlik insanlara her türlü kötülükleri yapar; insanlara ve
hayvanlara türlü hastalıklar göndermek sureti ile kurbanlar ister istediği
kurban verilmezse musallat olduğu obaya veya aileye ölüm ve felaket ruhlarını
gönderir. Öldürdüğü insanların canlarını yakalayarak yeraltındaki karanlık
dünyasına götürür, kendisine uşak yapar.
Erlik’in karanlık dünyasına mensup bütün kötü ruhlara kara ”nemeler”
denildiği gibi “yekler”de denir. “yek” Uygurca dini metinlerde “şeytan”
demektir.[127] Erliğin başında yer aldığı
kötü ruhlar zümresi insanlara her türlü hastalığı, kötülüğü ve ölümü
getirirler. Bunlar daha ziyade korkunç şekilli yaratıklar ya da cinlerden
meydana gelir. Bu kötülük ilahı yine tanrı ülgen tarafından yaratılmış olup,
cehennemin üzerinde bir yerde aşağı dünyanın beşinci ya da dokuzuncu katında
oturur. Burada demir çatılı bir sarayı, gümüşten bir tahtı vardır. Erlik her
türlü hastalıkları göndererek insanlardan kurbanlar ister.
Bu kurbanlar verilmediği takdirde, öldürdüğü insanların canlarını
yakalayarak yeraltı dünyasına götürür ve kendisine köle yapar. Altaylılar
özellikle hastalığın hüküm sürdüğü durumlarda Erlikten çok korkar ve onu
kurbanlarla aldatmaya çalışır. Şaman dualarında tasvir edilen erlik, sağlam
vücutlu bir ihtiyar olarak düşünülmüştür.[128]
Yakutların tanrıları, ödev ve görevleri bakımından, Altaylıların
tanrılarından farksızdır, fakat adları aynı değildir. Yakutlar iyi ve temiz
ruhlara “ayi”, kötü ruhlara “abası” derler. Ayi ruhlar insanlara saadet ve
refah bahşederler. Bunlar iyilik ve temizlik kaynağıdır. Ayi kelimesi lugat
olarak “hakikat, yaratma, yaratıcı kudret anlamını ifade eder.
Ayi ruhlar zümresinin en büyüğü Ayi Toyon’dır. Buna Ürüng Ar Toyon
da denir. Ürüng -ak, beyaz, ar-arı, temiz, toyon-efendi, sahip demektir. Ayi
Toyon yedinci veya dokuzuncu gökte bulunur, çok merhametli tanrıdır, insanların
özel hayatlarına karışmaz kanlı kurbanlar istemez.
Yakutların “ayısıt (yaratıcı)” dedikleri dişi ruhlar da bu “ayi”
ruhlar zümresindedir. Yakutlara göre bu ikinci zümreyi teşkil eden kötü ruhlar
“abası”lardır. Bunlar Altaylıların kara neme dedikleri kötü ruhların işlerini
görürler. Fena insanların canları da bu kötü ruhlara karışır, bunlara “üör” denir.
Gerek Yakutlar gerek Altaylılar bunlardan başka yine birçok ruhların
bulunduğuna inanırlar. Altaylarda bunlara ie, iye, izi, Yakutlar iççi derler.
Bu ruhlar “yer-su” kültleriyle bağlı ruhlardır.[129]Türk
mitolojisinde yer alan Erlik dışındaki şeytan, cin vb. tasavvurlar eski Türk
dinsel inanışları, Budizm, Manihaizm gibi dinlerin etkisiyle şekillenmiştir.[130]
İnsanları kötülükten koruyan ve hayat veren ruh, tanrı ülgen
tarafından gönderilmiş ve ondan sudur etmiş göksel bir ruhtur. Ayrıca
insanlarla ülgen arasında elçilik görevi görür.[131]
İnsanları kötü ruhlardan korur. Ay ve güneşten bir parçadır.[132] Anohin Altayların Yayık
dediği tanrıdan söz eder. O kötülüklerden korunmak, hayat vermek için
insanların arasına gönderilir. Ve onlarla birlikte yaşar. Bu nedenle Kuday
adıyla anılır. Ülgen’le insanlar arasında aracılık yaparken şamanın kullanılıp
kullanılmadığı sorusuna yanıt vermek yersiz olur. Çünkü insanlar arasında
yaşıyorsa, bu aracılıkta şamana ihtiyaç yoktur. [133]
Altaylılar, ilkbaharda kısrakların sütünü unla karıştırıp bir bulamaç yapar ve
Yayık’a adayarak etrafa serperler.[134]
Anohin’e göre yayık’ın en önemli görevi
insan ve ülgen arasına aracı olmasıdır.
“ Ülgen Piy’in habercisi,
Kızıl bulut kenarlı, Gökkuşağı dizginli,
Solgun şimşek kamçılı,
Gökten haber alan Ak Yayık!”[135]
Ayin sırasında kam göklere, Ülgen
huzuruna, kurbanın canını götürürken yayık’ın himayesine girer. Yayık rehberlik
etmezse kam göklere çıkamaz.[136]
At gözlü kartal denilen bu ruh, göksel ruhlar sınıfındadır.
İnsanları korur ve onların arasında yaşar. Su, ay ve güneşin parçalarından
yaratılmıştır. Altaylılara göre bu ruh insanın hayatını değerlendirir ve
hayatında gerçekleşecek değişikleri haber verir. Bu yüzden iki dili kekeme han
adı verilen bu göksel ruha, bu bilgilerin derlendiği yıllara rakı saçısı
yapıyorlardı. Ayrıca Yayıkla birlikte kurbanın canını Ülgene götüren bu ruh,
esrik yolculuğunda şamanı yoldan çevirmek isteyecek kötü ruhlardan korur.[137] İnsanların ne
yaptığını Şaman’a bildirir. Bundan dolayı da Tildü “iki dilli” anılır. Ona adak
olarak rakı serpmek adettir.[138]
Şaman ayini sırasında şaman göklere yahut yeraltına giderken suyla
şamana hücum ederek kötü ruhları kovar. Yayık ile beraber kurbanın canını
göklere götürür. Ayin esnasında suyla’nın şerefine saçı olarak rakı kullanırlar.[139]
Suyla ile birlikte görülen ve onunkine
benzer görevi olan bir ruhtur. İşareti büyük olasılıkla dumandır. [140] Karlık kurban kesme töreninde
Şamana eşlik etmektedir. Ayin sırasında Karlık’a çadırın tepesindeki delikten
kaşık ile su serpilir.[141]
Türk mitolojisinde görülen ve erken devirlerden itibaren ortaya
çıkan tözler(ruh) yani idoller esas olarak animizm ve fetişizmle ilgilidir. Bu
tezlerin ortaya çıkışındaysa en önemli etken Atalar Kültü, yani atalara
gösterilen saygıdan dolayı oluşan inançlar bütünüdür.
Animizm esas olarak ve en basit şekliyle, bütün varlıkların, canlı
ve cansız her şeyin bir ruhunun bulunduğuna inanmaktadır. İnsanların değişik
inançlara göre farklı inançlara sahip olan ruhlarla ilgili animist inanç,
ruhları ya da ataları temsil ettiğine inanılan tözler içinde geçerlidir.
Animizm Türk mitolojisinde söz konusu olan Yer-Su inançlarının başka bir
tarzıdır. Ancak derelerde, kayalarda ya da hayvanların gövdelerinde yaşadıkları
ileri sürülen doğaüstü varlıkların dışında kalan unsurlarda bu kavram içine
girebilir. Bedensel varlığı olmayan, hayalet, cin, ruh gibi varlıkların tümünün
de içine girdiği animizmin özel bir biçimi olan ataya tapınma ya da saygı
gösterme olgusu tezlerin oluşumunda en önemli etkenlerdendir. [142]
Ural-Altay kavimlerinin kuzey ormanlarında ve Altay-Sayan
dağlarının dar vadilerinde sıkışıp kalmış plan boyların gelenek ve
göreneklerini tetkik eden bilginlerin yüzyıllardan beri topladığı malumat Çin
kaynaklarının Göktürklerin Tanrı tasvirleri hakkında verdikleri malumatın
açıklanmasına yardım etmiştir.
Kök Türklerin keçeden ve deriden tözler yaptıkları ve bunları iç
yağıyla yağladıktan sonra sırıklara astıkları, yılın dört mevsiminde de kurban
kestikleri yine Çin kaynaklarında kayıtlıdır.[143]
Çin yıllarında Hunlar ve Göktürklere ait tözlerin varlığından
bahsetmektedir. Erken Altay mezarlarında bulunan muhtemelen bir bayrak
direğinin tepesine dikilmiş geyik heykeli bu hususlardaki örneklerden biridir.[144]
Bu etnografik malumata göre Altaylarda tös-töz, Yakutlarda tangara,
Uranlarda eren, Moğol-Buret’lerde ongon denilen putlar-fetişler vardır. Bunlar
keçeden, paçavralardan kayın ağacı kabuğundan yapılır. Bir kısmı çocukların
oynadıkları bebeklere benzerler. Bir kısmı da tilki, tavşan ve başka hayvan
derilerinden ibarettir. Bunlar duvarlara yahut sırıklara asılır. Bazı aileler
bunlara torbalarda saklarlar. Ava veya önemli bir sefere çıkarken bu putlara
saçı saçarlar ve ağızlarına yağ sürerler.
Bu putları ifade eden Altaylarca tös-töz ve Moğolca terimleri
tarih bakımından önemlidir. Töz-tös bugünkü Şamanist Türklerin lehçelerinde
“asıl, kök, menşe” demek olduğu gibi eski Uygur ve Hakaniye Türk lehçelerinde
de aynı anlamda kullanılmıştır. Altaylıların bu putlara töz-tös adı vermeleri
de bunların atalar ruhu hatırası olarak yapıldığını göstermektedir. Şamanistler
bunlar hakkında “bu babamın tözü bu anamın tözü” derler.[145]
Ongon terimi Moğolca bir terimdir. Türkler bunun karşılığı olarak
töz kelimesini kullanmışlardır. Ongon kelimesini Çağataylılar Moğolcadan alarak
damga, ayırıcı belge anlamında kullanmışlardır. Ongon kelimesi Moğollarda
Türkçedeki Idık kelimesi yerine de kullanılır.
Müslüman Türklerde de eski töz ve Ongon kültünün izlerine
rastlanmaktadır. Doğu Türkistanlı bakışlar hastaları tedavi ederken birçok “kuğurçak”
(kokla) kullanırlar.
Başkurt ve Tobol Bakşıları sıtma hastalığını paçavradan yaptıkları
“korçak” (kokla)lara nakledip uzaklara götürürler. Türk ırkına mensup
Şamanistlerde çok yaygın olan töz’ler; Tilek, Kozan(tavşan), Aba (ayı), Bürküt(kartal),Tiyin(sincap),
As(kakum), ve bunlara benzer adlar taşıyan putlardır. Bunlardan başka büyük
kamlar, kahramanlar, iyi ve kötü ruhlar adına yapılan ruhlarda vardır.[146]
Şamanistlere göre bütün dünya ruhlarla doludur. Dağlar, göller,
ırmaklar hep canlı nesnelerdir. Takdis ettikleri Alaş, Tannau, Hangay, Altay
dağları, Abakan, Kem(Yenisey), Katun, Bey, Sütgöl ırmak ve gölleri Şamanistler
için yalnız coğrafi isimler değil, fakat konuşan, duyan, evlenen, çoluk çocuk
sahibi varlıklardır. [147]
Yer-Su ruhları insanlarla ilgili pek çok şeyi düzenlerler. Dağ
ruhları da bu grubun içine girer. Hayvanları çoğalması, sağlık, kötülüklerden
korunma onların sayesinde olur. Yer-Su ruhları iyi ruhlar zümresinden olup Töz
yerine geçer. Eski Türklerde yer kültlerine bağlı olarak pek çok inanç
gelişmiştir. Bunlardan biri de kutsal dağ ile ilgilidir. Kutsal dağlar
yeryüzünün merkezinde yer alıyor. Ve dünyanın eksenini oluşturdukları kabul
ediliyordu. Eski Türkler de kutsal olarak tanınmış çeşitli dağlar vardır.
Bunların en tanınmışları ise Ötüken dağlık ve ormanlık alanıydı. [148]
Şaman dualarında anlaşılıyor ki Şamanistler dağ ruhları
bulunduğunu tasavvur etmekle beraber doğrudan doğruya dağın kendisine de ibadet
ediyorlar, onu her şeyi duyan bir varlık tanırlar.[149]
İdrisi, Nüzhetü’l - Müştak fi Ihtirakü’l Afak adlı eserinde
Kimaklar’dan şu şekilde bahsediyor; “ Lalan şehri yüksek bir dağın alt
tarafındadır. Dağın başında mermerden büyük bir put inşa edilmiştir. Bu
havalinin halkı putlara taparlar, ona adak adarlar, her taraftan onu ziyarete
gelirler. [150]
Türeyiş konusuyla ilgili olarak sık sık ortaya çıkan mağara kültü
Yer-Su konusuyla ilgilidir ve kurttan türeme efsanelerinde de görülür. Belki
yabancı kaynaklı olmakla birlikte Göktürk hükümdarlarından birinin mağarada
geyik şekline girmiş tanrıçayla beraber olmasını vurgulayan efsanede de bu
husus vurgulanır. Bilindiği gibi kurttan türeyiş efsaneleriyle ilişkisi bulunan
Türklerin düşmanlarından kaçarak sığındıkları dağların arkasındaki bölgeden
(Ergenekon) kurtuluşunu anlatan Ergenekon Destanı da temelde dağ ve kültlerle
ilgilidir. Ancak bu destanda Türk kozmolojisinde önemli bir motif olan demir
unsuru da etkilidir.
Yer-Su içine giren demir Türklerde kutsal sayılıyordu. Bunun en
büyük sebeplerinden biri de Türklerin yurtlarında demir yatakların bulunması ve
bunların Altay’ın demircileri olarak anılan Türkler tarafından işlenmesi,
özellikle silah yapımında kullanılmasıdır. Kötü ruhları kovduğuna inanılan
demir, belki de yüzyıllarca, yeni ölmüş insanları bekletilen cesetleri üzerine
konulmuştur. Öte yandan demiri işleyen ona şekil veren demircilerde önem
kazanmıştır. [151]
İlk insanlar meyve ve otla beslendikleri için ateşe ihtiyaçları
yoktu. Et yemek ihtiyacı ortaya çıktıktan sonra ateş gerek oldu. Ülgen gökten
biri ak, biri kara iki taş indirdi. Kuru otları bu taşları birbirine sürterek
yaktı. Bundan dolayı ateş kutlu olup, Altaylılar ve Sahalar çakmak taşından
elde edilen ateşi kutlu saydılar. Altay Türklerinde son zamanlara kadar gelin
ve güvey ilk ateşlerini çakmak taşıyla yakmışlardır. Saha oyunları da tören
için gerekli olan ateşi çakmak taşıyla alevlerler. Kibritle yakılan ateşe Rus
ateşi deyip, ayinlerde bunu kullanmazlar. Bununla beraber aile ocağında yanan
ateş nasıl olursa olsun kutludur. Altay Türkleri, her şeye küfür etseler de,
ateşe hakaret etmezler. Ateşi su ile söndürmek, ateşe tükürmek, ateşle oynamak
kesinlikle yasaktır.
Asya Türklerinin çoğu ateşe bakarak fal açarlar. Manas Destanı’nda
anlatıldığına göre, Manas’ın babası Çakıp Han ateşe Bakarak, gelinlerinin
mukadderatını söylemiştir. Türklerin itikadına göre ateş her şeyi temizler,
kötü ruhları kovar. 6. yüzyılda Kök Türklere gelen Bizans elçilerinin, kötü
düşüncelerden arındırılmaları için ateşten atlatıldıkları Bizans kaynaklarında
kayıtlıdır. Moğollarda da bu adet görülür. Hatta Müslüman Türklerde de bu
gelenek hâlâ yaşamaktadır.[152]
Altaylılar ateşe karşı söyledikleri dualarda ateşe ”güneş ve aydan
ayrılmışsın derler, Ateşin gökten Ülgen tanrı tarafından gönderildiğine
inanırlar. Ateşi su ile söndürmek, ateşe tükürmek ateşle oynamak kesin olarak
yasaktır.
Ateşe bakıp kehanet etmek Türklerde çok eski bir görenektir.
Karagasların inancına göre ateş ıslık çalarsa “uzaktan bir yolcu gelecektir.
Ateşin gece ıslık çalması iyi değildir. Şeytanın geldiğini bildirir. O zaman
mübarek sayılan “artış” otundan bir parça ateşe atarlar. Ateşe bakıp fal açmak
Orta Asya Türklerinde çok yaygın bir adet olmuştur.
Şamanistlerin inancına göre ateş her şeyi temizler, kötü ruhları
kovar. VI. Yüzyılda Batı Göktürk Hakanına giden Bizans elçilerini ateşler
arasından geçirmişlerdi. Moğol saraylarında da bu adet vardı. Bu tören
elçilerle gelmesi muhtemel olan kötü ruhları kovmak için yapılırdı. Bu inancın
izlerine Müslüman Türklerde de rastlıyoruz. Başkurtlar ve kazaklar bir yağlı
paçavrayı tutuşturup hastanın çevresinde “alas,alas” diye dolaştırırlar. Buna
“alaslama” derler. Bu kelime Anadolu Türkçesinde “alazlama” şeklinde muhafaza
edilmiştir, ateşte temizlenme anlamını ifade eder. “Alas” kelimesi Altay şaman
dualarında çok geçer. Yakut oyun-kamları ateşle kötü ruhları kovmak için
okudukları efsunlarda “alias, alias” diye bağırırlar Yakutça yanan paçavra ile
ayin yapmak kötü ruhları kovmak demektir.[153]
Şamanistlerin yaptıkları her törende mutlaka ateş bulunur.[154] Büyük Türk hükümdarlarının
belirli günleri vardır. Bu günlerde ateş yakılır. ateşe kurban verilir. Dualar
okunurdu. Ateşten çıkan alevlerin renklerine göre yorumlarda bulunulurdu. Bu
yorumlara göre alev yeşil olursa kıtlığa, kırmızı ise savaşa, sarı renkte
olacaksa salgın hastalık olacağına, siyah olursa hakanın öleceğine inanırlardı.[155]
Gerdizi Kırgızlardan bahsederken
Kırgızlar Hindular gibi ölülerini yakarlar. Ateş eşyanın en temizidir. Ona
düşen şey temizlenir. Ateş ölüyü pislik ve günahlardan temizler der. [156]
Tütsünün de arındırıcı bir değeri
vardır. Aşağı yukarı aynı şekilde uygulanmakta ve anlamlı bir ayrıntı olarak
Türkiye tahtacılarında ve çağdaş Moğollarda silahları, evi vs. temizlemek için
ve ölüleri yüceltmek için tütsü çoğu kez özünde arındırıcı efsanevi kökenli bir
ağaç olan ardıç ağacının dallarından yapılmıştır.[157]
Falcılık Şamanizm’in başlıca unsurlarından biridir. Fal eski
Türkçede Irk kelimesiyle ifade edilmiştir.[158]
Falcılar fal bakmak için kullandıkları nesneye göre isimler alırlar.
Hayvanların kürek kemiğine bakıp gerçeği keşfedenlere “yağrıncı” koyun
tezekleriyle fal açanlar “kumalakçı”, muhtelif şeylerden mana çıkaran
falcılara "irımçı” denir.
Kavrulmuş kürek kemiğin okunması aracılığı ile kehanette bulunma
anlamına gelen Omoplatoskopi veya İskapülomanti, Türk kehanet
yöntemlerinin en eskisi ve en sürekli uygulananıdır. [159]
Şamanistlerde Müslüman Türklerden Kırgız-Kazaklarda ve Nogaylarda
en meşhur fal “kürek kemiği” falıdır.[160]
Kırgız-Kazaklar kürek kemiğine saygı gösterirler; kırmadan köpeklere atmazlar.
Yine Kırgız Kazak edebiyatında kürek kemiği fal motifi çok bulunmaktadır.
Destanlarda ve hikâyelerde gerek Müslüman kahramanlar ve gerek müşrik alplar
hep kürek kemiği falına göre hareket eder.[161]
Kürek kemiği falından Nogay hikâye ve destanlarında da çok bahsedilir.
Başkurtlarda eski zamanda kürek kemiği falına bakanların
bulunduğu, Doğu Başkurtlarında çok yalan söyleyene “yavrun kalak” (kürek
kemiği) dediklerinden anlaşılmaktadır. Altay ve Yakut Şamanistlerinde de kürek
kemiği falı çok yaygındır. Yakut Dolgan’lar ve Karabaslar bu fal için geyik
kemiğini tercih ederler.
Kürek kemiği falı dışında başka fallarda
vardır. Bunlardan biri ateşin alevine, közlerin duruşuna, odunun ıslık
seslerine göre geleceği keşfetmeye çalışmaktır. [162]
Mücmel el-Tavarih’le[163]
Kam’dan şu şekilde bahsediliyor; “Zamanımızda dahi kâhin, falcı ve zecrici,
koyun tarağı falını bilenlerin çoğu Çin’in huzurunda toplanırlar. Guz ile Türk
arasındaki savaşları duyunca Çin falcılarından ve bilginlerinden 10 kişiyi
Türkün yanına gönderdi. Ona bir taş için savaş yapmamasını tavsiye etti. Ona
başka hediyelerde gönderdi. Türk bundan memnun kaldı.
Bu sırada Türklerden bazı kişiler bilgi sahibi olan Çinlilerden
koyun tarağı falını öğrendiler. Fal ve zecr (fal) elde ettiler. Türk
ağabeysinin çocuklarından zikredilen cevabı alınca iyi bir karşılık verdi.
Türkler arasında bu cins falcı ve bilgili insanlar çoğaldı. Bunlara Kam
derlerdi.[164]
Türklerde İslamiyet’ten önce benimsenmiş taşlarla ilgili inançlar
ve adetler vardır. Bunlar, ilaç ve şifa, çocuk doğurmak ve aksi olarak, nesep
tayini, tılsım, sihir. Uğur, dilek ve adak için, yemin için, yağmur, kar
yağdırmak vb.[165] Türk kavimlerinde çok eski
devirlerden beri yaygın bir inanca göre, büyük gök tanrısı Türklerin ceddi
alasına yada denilen sihirli bir taş armağan edilmiştir ki bununla
istediği zaman yağmur, kar, dolu yağdırır, fırtına çıkarırdı. Bu taş her
devirde Türk kamlarının ve büyük Türk komutanlarının ellerinde bulunmuş,
Şamanistlere göre, zamanımızda da büyük kamların ve yadacıların ellerinde
bulunmaktadır.[166]
Yada taşı hakkında ki en eski bilgiler VII. Yüzyılda yaşayan
kimliği bilinmeyen Suriyeli bir rahibin kroniğinde yer almıştır. Bu taş yağmur
yağdırmayla ilgili inanışların, Türklerde ve Moğollarda VI. - VII. Yüzyıllarda
ortaya çıktığı belirtilmektedir. [167]
Araplar bu taşa Hacer Ül Matar, Farslar Senk-i Yede derler. Çağataylılar yeşim
taşı, Yakutlar Sata, Altaylı’lar Cada, Kıpçaklar Çay demişlerdir. Genel olarak
halk, Cida taşı, Curtus, Yağmur taşı ve Kaş adlarını verirler[168]
Roux’a göre yada taşı(yağmur taşı) Şamana
ait değildir. Türk kökenli olan bu töreni yatçı olarak isimlendirilen kişiler
yapar. Kaşgarlı’da yazılarında yada taşıyla büyü yapan kişiyi yatçı olarak
açıklamıştır.[169]
Gumilev’e göre, yada XX. Yüzyıla kadar sığır, at ve domuz
karnından, ciğer veyahut başka bölgelerinden alınan çeşitli şekillerdeki küçük
taşların üzerine dualar okumak suretiyle yağmur yağdırmak için uygulana gelen
bir büyücülük şeklidir.[170]
Doğu Türklerinin halk edebiyatında yada taşı motifi çok
tekrarlanır. Kırgız- Kazakların “Er Gökçe” destanında, Altın ordu’nun meşhur
kahramanlarından Er Kosay’ın düşman ülkesine akın yaptığında çölde başına
gelenler şöyle anlatılır: “Yanındaki adamlar susadı. Er Kosay’a susuzluk
şikâyet ediyorlar. Er Kosay, uzun kulaklı sarı atının ciğerlerinin altından cay
taşı( yada taşı) çekip çıkardı. Salladı, salladı yere koydu. Havadan
yağmur yağdı. Yağmurun suyunu içtiler.”
Kırgızların Manas destanının büyük Çin seferi rivayetinde Almanbet
adlı kahraman yağmur yağdırmak için “bulutları afsunladığı bilinmektedir.
Kırgızların inançlarına göre, yada taşı koyun karnında bulunur. Bu taşla
yazın kar yağdırmak mümkündür. Anadolu’nun bazı bölgelerinde, yağmur duası ile
ilgili gelenekler arasında kırk bir taşa dua okunup suya atmak âdeti tespit
edilmiştir. Bu adetinde yada taşı efsanesiyle bağlı bir gelenek olması
mümkündür.[171]
Ebu Reyhan el Biruni, Ebu Bekr el-Razi adlı eserinde yada taşından
bahseder; Yağmur Çeken Taş (Yada Taşı) : Türkistan’da Karluklarla Peçeneklerin
ülkeleri arasında bir yokuş vardır. Bu yokuşa ordu veya sürü uğrarsa taşlar
sürtünüp de karanlık sis basmasın veya bardaktan boşanırcasına yağmur yağmasın
diye hayvanların tırnaklarına yün bağlanır ve yürümeleri hafifletilir. Türkler
yağmur istedikleri zaman bu mıntıkanın taşlarından bir taş alır.
Ellerini hareket ettirir. Hemen yağmur
gelir. Kitab el- Nuhab’ta şöyle der: yağmur taşı Var çölünde veya Karluk
vadisindedir. Kırmızıya meyilli siyah bir taştır. [172]
Çin kaynaklarında ki bilgilere göre, Uygurlar 765’te askeri
sonuçları tahmin etsin diye savaşa liderlere getirilen Şamanlardan söz ederler.
Bu şamanlar aynı zamanda seferlere de götürülüyorlardı. Ve avantaj olarak düşünülen
kar ve yağmur dualarını da yapıyorlardı. Şüphesiz ki bunu Türklerin meşhur
yağmur yağdıran yada taşı yardımıyla yapıyorlardı. 821 yılında Uygurları
ziyaret eden Arap gezgini İbn Bahr, tek başına bu taşa sahip olan yöneticinin
bile yağmur, kar, vb... şeyleri olduracağını belirtmiştir.[173]
KÂİNATIN
YARATILIŞINA DAİR EFSANELER
Yerin yaratılışına dair Asya’da anlatılan efsanelerin çoğunda,
büyük, eski bir denizden bahsedilir. Denildiğine göre, semavi bir varlık, yeri
bu denizden yaratmıştır. Tunguzlar arasında tespit edilen efsaneye göre, Tanrı
bir ateşle eski denizi kısmen kurutarak yeri halk etmiştir. Yakutlar ise yerin
gökten veya bir denizin dibinden hazır olarak getirildiğini söylerler. Altay
Türkleri ile Buryatlar arasında tespit edilen yaratılış efsanelerinde iyi ile
kötüyü temsil eden Tanrı ile şeytan karşı karşıyadır.[174]
Bir Altay efsanesinde Tanrı Bay- Ülgen için taşı ve toprağı denizden, insan ve
şeytan çıkarmıştır. Gök ile yer Bay-Ülgen tarafından yaratılmıştır. Yer, gök
dışında kalan Ay ve Güneş dünyası ile yıldızlar âlemi Bay-Ülgen’in yarattığı
dünyanın dışındadır. Altay’da derlenen efsanelerden birinde “ak ana”, yarat
diye ilham eder, Tanrı Ülgen de bu emre uyarak denizden fırlayan taşın üstüne
oturur. Yer yaratılsın der. Denizden yer çıkar. Gök yaratılsın der Gök
yaratılır.
Orta ve Şimali Asya’da insanın yaratılışına dair anlatılan
efsanelerde, yerin menşeine ait efsanede olduğu gibi, birbirine zıt iki varlık,
yani yapıcı(Tanrı) ile bozucu(şeytan) karşı karşıya bulunuyor.
Bir efsaneye göre ilk insan ulu canlı, üstün yaratık şeklinde
adlandırılmaktaydı. Tanrı ulu canlıya özel olarak meyve ve taneler vermişti.
Tanrı insanı, özenerek, bezenerek, beğenerek, en güzel şekilde
yaratmıştır. Bu efsanelerdeki yasak olan meyve tamamen sembolik olmalıdır. Bu
meyveler iyi ve kötüyü ayırt edip iradesini kullanarak kötü olanları yapmaması
için verilen bir uyarı idi. Âdem bunu tutmuş ancak eşi Havva, yılanın sözüne
kanıp, Âdem’i de felakete sürüklemiştir. Ölümsüz olarak cennette yaşayan
insanoğlu yeryüzüne indirilince ölümlü olmuştur.175Türk - Memluk yaratılış
efsanesi Eski Türk inancı ve İslami kültürle iyice karışmış haldedir.
“Yıllara sayılamaz, çok çok eski her
çağmış,
Gökler sanki delinmiş, çok çok yağmurlar
yağmış,
Dünya sele boğulmuş, bu şiddetli
yağmurla,
Yeryüzü hep kaplanmış, sürüklenen
çamurla,
Sellerin önündeki çamurlar bir yol
bulmuş,
Kara - Dağcı dağında, bir mağaraya
dolmuş,
Mağaranın içinde karalar yarılmış,
Yarıklardan bazısı insanı andırırmış,
Kayaların yarığı insanın kalıbı olmuş, [175]
Kalıpların içi de kille, çamurla dolmuş, Yarıklarda bu toprak
sular ile hallolmuş, Saratan burcu derler bu burca gelmiş güneş, Havalar çok
ısınmış ateş ile olmuş eş, İnsan kalıbındaki su ile toprak pişmiş, Birbirine
karışmış, zerreleriyse şişmiş, Onlara göre sanki mağara bir kadınmış, Güneşin
ateşiyle su ile toprak pişmiş, Dokuz ay süreyle de serin bir rüzgâr esmiş Su,
ateş, toprak ve rüzgâr dört unsur derler buna, Tam dokuz ay geçince bir insan
çıkıvermiş.”[176]
Altaylılara göre, üzerinde insanların yaşadığı dünya, Tufan’dan
sonra bugün ikinci devresine girmiş bulunuyor. İlk Tufan’ın zuhurunu önce bilen
7 kardeş arasında Erlik ve Ülgen de vardır. İnsanlara meskûn olan dünyanın
bugün de başka bir tehlikeye maruz bulunduğu söylenir. Bu da günün birinde
yerin dibinin delinmesi sonunda arzın etrafındaki denizin her yeri kaplayacağı
ve dünyanın başka bir tufan ile mahvolacağı inancına dayanır. Altay Türkleri
arasında tespit edilen diğer bir efsaneye göre de, bir ateş tufanı içinde
dünyanın sonu gelecektir.[177]
ŞAMAN TÜRKLERİN İSLAMİYETİ KABUL ETMESİ
İslam dinini kabul etmiş olan Türkler ve diğer kavimler eski
dinlerinden kalan birçok inanç, gelenek ve ayinleri yeni dinlerine
katmışlardır. Şamanizm geleneklerinin birçoğu İslam inancından gelmiş gibi,
yüzyıllar boyunca sürüp gelmektedir.[178]
İslamiyet’ten önceki kültürün temel taşlarını oluşturan Şamanlık, bir
sistem gibi Türklerde, özellikle Altay-Sayan ve Sibirya Türklerinde yaygın
olmuş ve daha çok gelişmiştir. Özellikle Sibirya olarak betimlenen bölgede Türk
Şamanlığı ile beraber diğer Şamanlık olguları da mevcut olmuş ve zamanla bu
sistemler arasında güçlü bir etkileşim yaşanmış, baskın unsurlar milliliğini
koruyabilse de birçok elementler müşterek bir yapı sergilemiştir.[179]
Bilindiği gibi İslam orduları Türklerle ilk defa Kafkasya
üzerinden Hazarlarla, Horasan üzerinden Sasanilerle veya Göktürklere bağlı
Badgis, Tohoristan ve Dihistan beylikleriyle temasa geçtiler. Badgis’te Nizak
Tarhan, Tohoristan’da Karluk yabgusu, Dihistan’da Sul - Türk hâkimdi. O devirde
İran-Turan sınırını teşkil eden bu bölgede Arap hâkimiyeti ancak Kuteybe b.
Müslim’in emirliği zamanında yerleşebildi.
İran-Turan sınırında bulunan bu beyliklerdeki ahalinin çokluğunu
Mazdaistler ve Budistler teşkil ettiği şüphesizdir. Dihistan beyi Sul-Türk’ün
de Ateşperest olduğu, sonra İslam dinine girdiği kaynaklarda tasrih edilmiştir.
Badgis beyi Nizak Tarhan’ın yeğenlerinden biri Müslüman ismi olan Osman adını
taşıyordu. Nizak Tarhan ve yeğenlerinin 709 yılında Kuteybe’nin emriyle
öldürülmeleri dini düşünce ile değil, fakat siyaset icabı olmuştur. Nizak
Tarhan yaklaşık 50 yıl kadar Araplarla münasebette bulunduğuna göre sözde olsa
bile Müslüman olması gerekir. [180]
Müslüman medeniyetinin hudut vilayetlerinden biri Harizm’dir. Üç
tarafı bozkırlarla çevrili olan Harizm pek eskiden göçebe kavim lerle geniş
ölçüde ticaret yapıyordu. Bunların faaliyetleri batı ve kuzey taraflarına o
zamanlar Bulgar ve Hazar’ın yerleşmiş olduğu İdil Havzasına yönelmişti. Hazar
memleketinde ve özellikle İdil ağzında ki İtil şehrinde kalabalık sayıda
Müslüman tüccarlar bulunuyordu.[181] Hazar denizi ile Karadeniz
arasındaki bozkırları dolduran Türk boylarının hepsi Şamanist idi. Bu Türkler
Gök Türk kültürü tesiri altında bulunuyorlardı. Kafkasya üzerinden gelen İslam
orduları bu sahada Hazarlarla temasa geçtiler.
Emevi Mervan b. Muhammed kumandasındaki İslam ordusu 80 yıldan
beri sürüp giden Hazar hâkimiyetini 737 yılında kırdı, Hazar Hakanı barış
istemeye mecbur oldu. Hakanın İslamiyet’i kabul etmesi şartı ile barış yapıldı.
Fakat Hazarlar arasında Müslümanlık yerleşmedi.
VIII. Yüzyılın sonlarına doğru Hazar Hakanlığı Yahudiliği kabul
etti, Etil şehrindeki Caminin minaresini yıktırıp müezzinlerini öldürttü. Fakat
Hazar ordusu Müslümanlardan ibaret olduğu için Müslümanlara karşı fazla baskı
yapamadı. Böylece İslamiyet ışığı Kafkas dağlarını aşarak Hazar-Kıpçak
bozkırlarına kadar uzanmış oldu.
Bununla beraber İslam dini bu sahada Kafkasya üzerinden değil,
Harezm yoluyla yayılmaya muvaffak oldu. Bununla beraber İslamiyet bu sahaya
ancak Özbek Han zamanında yerleşebildi. [182]
751 de Müslümanları Orta Asya’dan kovmak için gelen Çin ordusu ile
İslam ordusu Talas’ta çağın en büyük savaşına tutuştular. Bu savaşta Türkler
Müslümanların tarafında olurlar. Ve bu savaş sonucunda Müslümanlığı seçerler.
Bu yakınlaşma gittikçe ileri bir boyut kazanır. IX. Yüzyıldan itibaren Abbasi
sarayı ve ordusunda Türk askerler görünmeye başlar.[183]
Hazarların rakibi olan Orta Volga’daki Bulgar hanlığında İslam
mürşitleri daha müsait bir yol buldular. Hazar Hakanlığı Yahudiliği kabul
ederken Bulgarlar arasında İslam dini yayılıyordu. Nihayet Bulgarların hanı da
Müslüman oldu. Bu yeni Müslüman devlet Altaylardan Karadeniz’e uzanan Bozkırı
dolduran Şamanist Türk boyları ile Kuzeydeki Şamanist Fin - Ogur ulusları
arasında bir ada durumunda bulunuyordu. İslam nüfuzunun sınırları Hazar
Denizinin batısında Kafkasya’da Hazar denizinin doğusunda ise Üstyurt bozkırı
ile Sırderya boyunda bulunuyordu. Üstyurt’un Kuzey bölgesini ve aşağı Sırderya
boylarını kalabalık Şamanist Oğuz boyları, Yedisu ülkesini de Şamanist Türgeş
ve Karluklar idare ediyorlardı.
Bulgar hanlığında İslamiyet yerleştikten sonra kalabalık Oğuz
boyları ve başka Şamanist boylar iki İslam devleti olan Samaniler ile Bulgarlar
arasında kalmış oldular. Bu tarihten itibaren Karluk, Oğuz ve başka Türkler
arasında İslam dini süratle yayılmaya başladı. İbn Fadlan’ın 922 yılında
gördüğü Şamanist Oğuzların büyük kısmı yarım asır içinde Müslüman
oluvermişlerdi.
İbn Fadlan’ın seyahatinden 25-30 yıl sonra İslam yurdu dışında
Karahanlılar devleti ilk Müslüman Türk devleti olarak meydana çıkıyor. İlk
Müslüman Türk hakanı Satuk Buğra Han olmuştur. Türklerin hepsi aynı tarihte
Müslümanlığı kabul etmemiştir. Oğuzların İslamlaşması iki asır, Kıpçak
bozkırlarının İslamlaşması X. Yy. başlarından XIV. Yüzyılın başlarına kadar
sürmüştür. Böylece bir müddet önce Müslüman olmuş uluslara sonradan Müslüman
olan Şamanistlerin katılması bir sürü Şamanizm unsurlarının canlanmasına sebep
olmuştur. Hicretin İlk yüzyılında İslamlaşan Maveraün -nehir ve Horasan
Müslümanlarında bile birçok Şamanist geleneklere rastlamak mümkündür.
Müslüman Türklerde Altay Şamanlığının izleri yüzyıllar boyunca
unutulmamıştır. X. Yüzyıl başlarında ve XI. Yüzyılının ilk yarısında Tamamıyla
Müslüman olarak Horasan’a geçen Selçuk Oğuzları, Dede Korkut hikâyelerinden
anlaşıldığına göre, XV. Yüzyılda birçok Şamanizm geleneklerini muhafaza
etmişlerdir. Oğuzların torunları olan bugünkü Anadolu Türklerinde de eski inanç
ve göreneklerin derin izine rastlanmaktadır. [184]
Müslüman Türklerde Şamanizm’in İzleri
Türklerin batıdaki Müslüman ülkelere doğru göçü 10. yüzyıldan 14.
yüzyıla kadar sürdü ve bu yüzden İslamlaşma yüzlerce yıl sürdü, aynı zamanda
Şamanizm etkileri aynı şekilde yenilendi ve Şamanizm gücünü tamamıyla hiçbir
zaman kaybetmedi. Bu yüzden 13. yüzyılda Harzemşah sarayında bazı geleneksel
Eski Türk büyülerinin varlığına rastlıyoruz. Irak, Azerbaycan, Anadolu ve hatta
Altın Ordu’nun birkaç merkezine yayılmış olan eski adıyla Ahmediyye güncel
adıyla Rifaiyye tarikatının ayini, Moğol Şamanizm’i gibi diğer dış oluşumlardan
etkilenmişti.
Fuat Köprülü, Yesevilik inancındaki Şamanizm izlerinden
bahsediyor. Yesevilik tarikatı, XII. yüzyılda aslen Yesi'li olan ve Ahmed
Yesevi olarak tanınan bir Türk tarafından kurulmuş, yüzyıllar boyunca Türk
kabilelerinin arasında varlığını sürdürmüş ve Kuzey Seyhun civarında yaşayan
Türk kabilelerinin Müslümanlaştırılmasında önemli bir rol oynamıştır. Göçebe
hayat sürdüren ilkel dinlerinin izlerini taşıyan bu kabilelerin eski
geleneklerinden Yesevilik tarikatı da etkilenmiş birkaçını da benimsemiş ve bu
Türk kabilelerin Müslümanlaştırılması da önemli bir rol oynamıştır. Yesevi
dervişlerince söylenen bir efsaneye göre, peçesiz kadınların Ahmet Yesevi'nin zikir
ayinlerinde erkeklerle saf tutmalarının Horasan ve Transoxian sufilerinin ve
ulemaların hararetli protestolarına neden olduğu söylenir Fanatik gelenekçi,
Nakçibendi dervişinin anlatılarıyla, bu efsane, kuru bir iftira (kara çalma)
olarak tanıtıldıysa da, yapısı itibariyle bizlere tarihsel gerçekliğini
anlamamıza olanak sağlıyor. [185]
Gerçektende, eski geleneksel ataerkil Türk aile yapısında,
kadınlara önem verilirdi ve İslam’ın katı kurallarına rağmen kadınlar halk
toplantılarına bulunabilirlerdi. Bu gelenek, halen göçebe hayatını sürdüren
Türklerde korunmuştur. Peçe kullanımıysa İslamiyet’in kabulünden hemen sonra,
doğal olarak İslami kuralların daha fazla kendisini hissettirdiği şehir ve
kasabalarda yaygınlaşmıştır. Yeseviyye’de direkt olarak olmasa da Şamanizm’in
aracılığıyla girmiş Hindu izlerinin olabileceği ihtimalini de göz ardı
edemeyiz. Türk sufizmin ilk dönemi üzerine bilgilerimiz arttıkça, bunun
üzerindeki Şamanizm’in izlerini, başka bir deyişle, İslamlaştırılan eski Türk
dininden geriye kalanlar bizlere daha somut gözüküyor. Örneğin Orta Asya
efsanelerinde sıkça belirtilen kutsal ağaçlar ve Eski Anadolu’dakiler bu tarz
kalıntılardan başkası değildir.[186]
Mehmet Eröz Orta Asya Kültürü ile İslamiyet’in tanışmasından sonra
ortaya çıkan durumu şöyle anlatıyor, “göçebe Türkler eski dinlerinde olduğu
gibi şimdi de kadın erkek bir arada bulunuyor ve ayinlerini büyük bir vecd ve
heyecan içinde, müzik raks ve sema ile yapıyorlardı. Bu durumu çok iyi bilen
Yesevilik Orta Asya kavimlerinde yayılma başarısı gösterdi. Yani Mehmet Eröz ‘e
göre Anadolu da karşımıza çıkan Alevilik ve Bektaşilik ‘in kaynağı Eski Türk
dini olan Şamanizm’dir. [187]
Her kam kendisinin özel bir ruhu veya ruhları olduğuna inanır.
Altaylı kamlar bu özel ruha töz, Yakut oyun’ları emeget, Türkistan ve Kırgız
Baskıları arvak derler. Tös, emeget ve arvak ataların yahut büyük Şamanlardan
birinin koruyucu ruhudur. Yakutların “ije kil” dedikleri izahı güç bir konudur.
İje kil, şamanın herhangi bir hayvanda tecessüm ettiği canlıdır.
Şaman kendi canının bir hayvanda, kurtta, ayıda tecessüm ettiğine
inanır. İje kil ‘i kurt ve ayı olan şamana “böröölöh eseleh oyun” denir. Bu
hayvanın hayatı ile şamanın hayatı bağlıdır. İje kil ölürse şamanda ölür.
Kırgız -Kazakların inancına göre yalnız baskıların değil büyük adamlarında
arvak’ı bulunur. [188]
Şamanizm inançlarından olan bu ije kil ve arvak hikâyesinin İslam
meşayiklerinin menkıbelerine de muhtelif şekillerde girmiş olduğunu görüyoruz.
XII. Yüzyıl Orta Asya şeyhlerinden meşhur Hekim Ata menkıbelerini toplayan bir eserde
Seyit Ata hakkında şöyle bir menkıbe vardır. Seyit Ata ölürken “ben öldükten
sonra tabutumu bir arabaya koyup hayvanın başını boş bırakınız, kendiniz
evlerinize gidip rahat oturunuz!” diye vasiyet etmiş. Dediği gibi yapmışlar,
Gece yarısı müthiş bir gürültü kopmuş. Ne oluyor diye bakmışlar. Görmüşler ki
Seyit Ata’nın tabutu mezarının yanında duruyor. Gürültünün sebebi o imiş
Kâbe’den birçok ruhlar gelip Seyit Ata’nın ölüsünü Mekke’ye götürmek
istemişler. Bakırhan beldesinin yerli ruhları ise ölüyü vermek istememişler. Ve
savaşa tutuşmuşlar. Kâbe ruhları yenilerek kaçmışlar.[189]
Bu menkıbede ruhların, tıpkı Şamanizm’de olduğu gibi kavga ettiklerini
görüyoruz.
Anadolu Türkmen dervişlerinden Orhan Gazi’nin çağdaşı geyikli
Baba’nın geyiklerle beraber yürüdüğü ve geyiklere bindiği, “Bektaş Veli’nin
şahin kıyafetine girerek uçup gitmesi”, “Karaca Ahmet Ağaoğlu Hacı Doğrul’un
doğan kuşu suretine girmek istemesi, güvercin suretine giren Sultan hacim’i
yakalamak istemesi” gibi efsanelerin hepsi arvak ve ije kil menşeli Şamanizm
unsurlarıdır. Hele Geyikli Baba’nın binerek gezmesi hakkındaki menkıbe Altaylı
kamların okudukları dualarda “bindiğim hayvan geyik-sığın“ sözlerini
hatırlatmaktadır.[190]
Bu efsaneden yola çıkarak göçebe Türklerin Şaman (Türkçe de kam)
olarak gördükleri ve kendi ırklarından olan sufiler tarafından İslamiyet’i
kabul ettikleri sonucuna ulaşılabilinir. Bu yüzdendir ki kadınlar ve erkekler
birlikte ayin törenlerine katılabilir, Şamanların büyülü sözleri ve mislik
şiirleri yerine, kendi ana dilleriyle söylenenleri dinlerlerdi. Eski bir
Müslüman yazar, "zıkır-ı er re” olarak adlandırılan Yeseviyye
tarikatına özgü zikretme yöntemi, (nakarat zikri) Türklerin zevklerine
uygunluğunu belirtiyor. Bu tarz zikirlerde Kuzey Asyalı göçebe kabilelerinde
Şamanlara özgü kendinden geçirici danslarının izlerini bulmamız mümkündür.
Altay Türk’lerinde ki Şamanist inanışa göre insanın arkasında
cinler, o insanın tanıdığı bir sesle onu çağırabilirler. Böyle hallerde
çağırılan kimse arkasına dönmeden “sesin sahibinin isminden bahisle... Beni
neden çağırdın.” Demelidir. Birisi ölünce Tusga (tusa) gitti denir. Tuz, Çin
sınırında tuzculara ölüm getiren bir yerdir. Anadolu’da da bu inanç
yaşamaktadır. Böyle hallerde seslenen şahıs kesinlikle arkasına dönmez, hatta
cevapta vermez” Dönmek ve cevap vermek doğru değildir” denilir.
Şamanizm’de yel, rüzgâr ve benzerleri de ruhturlar. Karanlık olup
güneş battıktan sonra, insanların başları muhakkak örtülmelidir. Bu ruhlar
çarpacakları zaman ilkin kafayı çarparlar. Kadın, erkek muhakkak başları,
saçları örtülerek yel rüzgâr iyesinin zararlarından korunur.
Anadolu’da başıbozuk tabiri yoldan çıkmış veya çıkmaya
müsait olanlar için kullanılır. Namaz kılarken, camiye giderken baş bağlanır.
Baş bağlamak çocuklukla başlar. Başının bağlama biçimi, bayanların nişanlı veya
evli olduğunu gösterir. “Başını bağlamak” evlendirmek anlamındadır. Adeta
bağlanan baş ile insan korunur. Şamanizm’de her şeyin bir iyesi olduğu gibi
suyunda iyesi vardır. Suyun iyesi gündüz dinlenir, gece çalışır. Bunun için
akşamdan sonra akan sudan alınmamalıdır. Su iyesi rahatsız olur. Anadolu’da
akşamdan sonra su kapları muhakkak kapalı tutulur.
Akşamdan sonra suya bir kap daldırılacak ise, mutlaka besmele
çekilir. Şamanizm’de “Süneysi geldi” inancı vardır. Bu ölmüş bir
kimsenin bir yıl kadar bir süre zarfında ruhunun yakınlarının yanına gelip
gitmesi inancıdır. Ruh bu hallerde geldiği evinden mal, davar, yemek gibi
şeyler isteyebilir. Ruhun bu gelip gitmesinden rahatsız olunuyor ise büyük
Şamanlara dua ettirilir. Anadolu’da ölünün 3’ünde, 7’sinde, 40’ında, sene-i
devriyesinde okutulan Kur’an-ı Kerim, Cuma’ya ya da Arife günleri helva
kavrulması, lokma ve pişi kızartılıp koku çıkarılmasındaki amaç, geçmiş
ruhların mutlu döndüklerine veya mutsuz olabildiklerine inanılır.
Şamanizm’de ailesinden biri ölen kadın veya erkek muhakkak başını
örtmek zorundadır. Şaçın yere düşmemesi için özen gösterilir. Kadın ve erkek
hiçbir yerde kesilmiş veya dökülen saçı bırakmaz. Ölü evinde evin sahibi başını
açık bırakır, saçının yere düşmesini önleyemez. Ve ölünün ruhunun o saçı
almasına ilgisiz kalır ise, kısa süre zarfında o şahsın da öleceğine inanılır.
Anadolu’da kadının saçının dökülüp saçılması kesinlikle istenilmez saçlar
taraktan alınır bir kâğıda sarılır, duvar deliği veya döşemesinin arasına
atılır.[191] Şamanist Türkler, ruhlara
sunu olsun diye evin dört bir yanına araka(rakı) saçardı. Anadolu’da Aleviler
bu işlemi gül suyu ile yapıyorlar.[192]
Şamanlar zaman zaman bir kartal şekline girer, gökleri dolaşır ve
ondan sonra da yere inerlerdi. Her şamanın kendi şekline girebileceği bir
hayvan vardı. Ama Şamanları eşleri daha çok kuşlardı. Anadolu da eski Türk
şairleri, başka bir kuşun şekline girme olayını “donuna girmek” deyimi il
eifade ediyorlardı. Ahmet Yesevi zaman zaman “turna donuna”, Hacı Bektaş Veli,
“güvercin donuna” Abdal Musa ise, “geyik donuna” bürünürlerdi. Abdal Musa Hacı
Bektaş Veli’nin Anadolu’ya gelişini söyle anlatıyordu:
“ Güvercin donuyla Urum’a uçan,
İmanlar evinün kapısın çalan”
Abdal Musa bu dönüşümü İslam tasavvufuna ağlamaktadır. Öğel, e
Eski Sibirya Şamanlarının düşüncesi ile Uygur tükellik nazariyesinin devamından
başka bir şey değildi.[193] İslam’dan sonra dervişlik
yoluyla Şaman inançları Anadolu’da yaşamaya devam eder. Ünlü Bektaşi Barak
Baba, iki boynuzlu keçeden başlık giyer, vahşi deve kuşuna biner başka bir
derviş aslana biner yılanı kamçı olarak kullanır.[194]
Bektaşi Menkıbelerinde en sık geçen Şamanist motiflerden biriside
ateşe hükmetmektir. Menakıbu’l Kudsiye’de anlatıldığına göre Köre kadı adındaki
Selçuklu kadısı Baba İlyas’ı tahrik eder. Ondan bir keramet göstermesini ister.
Köyün ortasına büyük bir ateş yaktırarak müritlerinden bir kaçının bunun içine
girmesini yanıp, yanmayacaklarını görmek istediğini bildirir. Bu talep üzerine
ileri gelen müritlerden Oban, şeyhten müsaade isteyerek ateşin içine girer.
Fakat ateş onu yakmaz ve ne yana yürürse orada ateş söner. Yine aynı eserde,
isyan sırasında Baba İlyas’ın Çat köyünde ki zaviyesine ateş verildiğinden
bahsedilir. Hem şifa ve sağlık kazanmak hem de nazardan korunmak maksadıyla pek
yaygın bir şekilde uygulanan bir adet de Hıdrellez günü ateş üzerinden
atlamaktır. Evlerdeki eski eşyalar ve çalı çırpıyla yakılan ateşler üzerinden
tekerlemeler ve dualarla birkaç kez atlanır. Hatta hastalar bile yardım
edilerek bu ateşin üzerinden atlatılır. Bazı yerlerde ateşin külünden alınarak
alınlara sürülür. Bazı yörelerde Hıdrellez günü yakılan bu ateşlere Hıdrellez
Ateşi denir. Böylece yıl boyunca hastalığa yakalanılmayacağına,
yakalanılırsa şifa bulacaklarına ve kesin nazara uğramayacağına inanılır.
Ateş üzerinden atlamakla bağlantılı bu inanç ve adetlerin, yine
İslam döneminde Türkler arasında ateş kültünü hatırlattığını söyleyebiliriz.
Nitekim bu âdetin aynısı Gök Türklerde de mevcuttur. Bu kültürün Şamanizm de
önemli bir yeri olduğunu bilmekteyiz. [195]
Henüz beşikte olan Muhlis Paşa telaş yüzünden içeride unutulmuştur. Üç gün
müddetle yanan ateş ortasında kaldığı halde bir şey olmamış ve üçüncü gün
birisi tarafından kurtarılmıştır. Bu örneklerde görülen olaylarda ki ateşe
girip yanmama yahut ateşin yakıcı yok edici kabiliyetini kontrol altına alma
durumu Şamanist bir mahiyet arz eder.[196]
Elaide ateşin yakıcılığına karşı koyma gücünün Şamanizm de ve Şamanizm
dışındaki bazı büyü sistemlerinde de görüldüğünü söylemektedir.[197]
Mum, Cami avlularında mum yakılması, ağaçlara bez ve çaput
bağlanması da Şamanizm döneminden günümüze aktarılan geleneklerdir. Müzik,
Şamanlar ayinlerinde davul ve kopuz kullanmışlardır. Müziksiz bir ayin
düşünülemez. Oysa İslam dininde Kur’an dışındaki dinî eserlerin müzikle
okunması günahtır. Şaman geleneğinin devamı olarak Anadolu’da Hz. Muhammed’in,
Hz. Ali’nin hayatları müzikle okunmaktadır. Mevlit ve İlâhiler sadece
Anadolu’da uygulanan müzikli anlatımlardır. Şaman inanışına göre ruh fizikî
bedeni 40 gün sonra terk etmektedir.
Türk destanlarında kırk sayısı çok yer alır ve kırk yiğitler, kırk
kızlar epeyce geçer. Manas destanında olduğu gibi, Dede Korkut hikâyelerinde
kırk yiğitler görülmektedir. Kırgız türeyiş efsanesinde de, Sağan Han’ın bir
kızı ve otuz dokuz hizmetçisi ile kırk kız bir gölün kenarına giderek sudan
gebe kalmışlardı. Oğuz’un verdiği şölende, diktirdiği sırıkların boyu kırk
kulaç uzunluğunda idi. Hikâyelerde ve masallarda kırk gün ve kırk gece
düğünler, kırk haremiler, kırk satır ve kırk katır çok geçer.
Bazı ejderhalar vardır ki onlar yenilmez ve ölmezler, ancak
bunların tılsımları bozulursa ölürler. Bu gibi ejderhaların kırk günlük bir
uyku zamanı vardır. İşte bu zamanda ejderhanın yanına gidilir, üzerinden kırk
tane kıl koparılır, ateşe atılarak yakılırsa ejderha da ölür.
40 sayısı da totemcilik döneminden kalma bir inanıştır. [198]Türk destanlarında 40 sayısı
çok yer alır ve kırk yiğitler, kırk kızlar epeyce geçer. Manas destanı ve Dede
korkut hikâyelerinde de geçmektedir. [199]
Semavî dinler dâhil tüm dinlerde 40 sembolizmasının görülmesi dinlerin evrim
süreci konusunda fikir vermektedir.
İslâmiyet’te ölümün ardından 40 gün geçtikten sonra Kur’an ve
Mevlit okutma âdetlerinin, Musa’nın Tanrı’nın buyruklarını Tur dağında 40 gün
40 gecede almasının, eski Mısır’da firavunun ölümünden kırk gün sonra cennete
gidebilmek için bir boğa ile mücadele etmek zorunda kalmasının, Hıristiyanların
paskalyaya 40 gün oruç tutarak hazırlanmasının, Ayasofya kilisesinin zemin
katında 40 sütununun ve kubbesinde de 40 penceresi olmasının kökeninde o
devirlerden kalma şaman veya totem gelenekleri yatar.
Şaman ayin sırasında yardımcı ruhlarını kullanmaktadır. Ölülerin,
ailenin vefat etmiş büyüklerinin, eski Şamanların ruhlarının, ormanın, suyun ve
yerin yardımcı ruhlarının da Şaman’a yardım ettiği kabul edilir. Ölen
büyüklerin ruhlarının çoğalması sonucu bu ruhların en kıdemlisinin ruhların
başına geçeceğine ve bunun da diğerlerinin yardımı ile Şaman’a yol
göstereceğine inanılır. Kuş biçiminde düşünülen bu ruhlar Şaman’a gökyüzüne
yapacağı yolculukta yardımcı olmaktadırlar. Toplumda ulu kabul edilen kişilerin
ölümünden sonra ruhlarından medet ummak mezarları kutsamış ve bu yerler medet
umulan yerler hâline gelmişlerdir.
Günümüzde mezar, türbe, yatır ve benzeri yerlerin ziyareti ve
bunlardan medet umulması da bu inanç sisteminin devamı olarak ortaya çıkmıştır.
Göktürkçede ve Uygurcada “ruh” için can anlamına gelen “tın” sözcüğü
kullanılıyordu. Bu aynı zamanda “soluk” demekti. Ölüm, soluğun kesilmesi, ruhun
bedenden ayrılıp uçması biçiminde düşünülüyordu. Bu yüzden de bazen “öldü”
yerine “uçtu” denilmektedir. Ruhları öbür dünyaya göç eden ataların, orada
rahatsız edilmemeleri, iyi yaşamaları gerektiğine inanılırdı. Bu nedenle Eski
Türklerde mezarları gizleme geleneği yoktur, aksine özellikle büyüklerin özel
mezarları yapılıp, üzerlerine bir yapı (bark) yapılmış, barkın iç duvarları
ölünün yaşarken katıldığı savaş sahnelerini gösteren resimlerle süslenmiştir.
Ayrıca mezarın veya mezar yapısının üstüne Balballar dikilmiş, sıradan kişilerin
mezarlarına da, belirli olması için tümsek biçimi verilmiştir.
Arap dünyasında mezar taşı yoktur. Ölünün toprakla bütünleşmesi ve
zaman içinde kaybolması istenir. Kutsanması günahtır. Mezarlara taş dikilmesi
ve bu taşın san’at eseri hâline getirilecek kadar süslenmesi İslam
coğrafyasında sadece Anadolu’da görülmektedir. Şaman geleneğinin devamı olarak
Anadolu’da mezarlara ölenlerin sevdiği eşyalar bile konmaktadır. Gelin ve genç
kızların mezarları tel ve duvaklarla süslenmektedir.[200]
Kurban, dinsel ya da kutsal amaçlarla sembolik bir sununun yok
edilmesine dayanan bir eylemdir. Kurban sözcüğü İslamiyet’in Türkler arasında
yayılmaya başladığı IX. Ve X. Yy’lar da yazılan kaynaklarda görülmektedir.
Araştırmacılar kurban için İslamiyet öncesi Türk boylarında "taylga,
yağışlık, tapıg, tolu, tay ılga, hayılga, tayı, azrtayı, kudayı, kereh”
karşılıklarının kullanıldığını belirtiyor.
Eski Türk boylarında ant törenlerinde, düğünlerde bir başarının
kazanılmasında, evlat sahibi olma isteğinde hastalıklardan kurtulma adına ve
kurtulduktan sonra, kötülüklerden korumada vb durumlarda doğaüstü güçlere
bunların bulunduğu kabul edilen yerlerde kurban sunulmaktadır.[201] Gök tanrı inancında kanlı
kurbanlardan başka bir de kansız kurbanlar vardır. Saçı, yalma, yani ağaçlara
veya kamın davuluna bağlanan paçavralar, ateşe yağ atma, tözlerin ağızlarını
yağlama ve kımız serpme gibi törenler bu kansız kurbanlardır. Kansız
kurbanların en önemlisi ruhlara bağışlanarak başı-boş salıverilen hayvanlardır.
Bu tür kurbanlara eski Türkler “ıduk” demişlerdir. Bunun kelime karşılığı
“salıverilmiş”, “gönderilmiş” demektir. Terim olarak “tanrıya gönderilmiş,
tanrıya bağışlanmış hayvan” anlamını taşır. Anadolu’da da ağaçlara çaput
bağlama kafesteki kuşların salıverilmesi hâlen sürdürülen gelenekler arasındadır.
Şamanizm’de köpek ruhun yaklaştığını uzaktan acı ulumayla haber
verebilmektedir. Sıradan bir kişi bu ruhu görürse bu onun pek yakında öleceğine
işaret sayılır. Anadolu’da günümüzde köpek uluması uğursuz sayılmaktadır.
Köpeklerin bâzı olayları önceden algıladıklarına ve bunu uluyarak
anlattıklarına inanılır. Köpekler duyular dışı algılamalarıyla nasıl ki
depremleri önceden haber veriyorlarsa bir evden ölü çıkacağını da önceden
hissedebilmekte ve uluyarak duyurabilmektedirler. Şaman dünyasında ölüme
inanılmadığı için Anadolu’da çoğunlukla “öldü” kelimesi kullanılmaz. Ruhun
ölmediğini vurgulamak için, “Göçtü”, “Dünya değiştirdi”, “Hakk’a yürüdü” gibi
anlatımlar kullanılır. Anadolu da dedelik Alevilik ve Bektaşiliğin yanı sıra
Mevlevilik, Melamilik gibi Sünni tarikatlarda kavram olarak kullanılmaktadır.
Dede, bu adı geçen kurumlarda din büyüğü, ruhani lider olarak kabul
edilmektedir.
Anadolu’da dede olmanın temel koşulu dede soyundan gelmektir.
Şamanlarda da durum aynı idi. Gerek dedelik gerek Şamanlığın soydan gelme
dinsel özelliği dışında, seçiliş şekilleriyle, kıyafetleriyle, gördükleri
hizmetlerle ve kendilerine gösterilen sevgi ve saygıda, bu denli zaman
aralığına rağmen aralarında şaşırtıcı benzerlikler bulunmaktadır.
Dedeler de Şamanlar gibi tamamen hâfızaya dayalı zengin halk
şiirini, nefesleri, duaları ve sözlü halk geleneğini nesilden nesile aktaran
iletişim organları gibidirler. Şamanlar gibi dedelerin de hastalıkları
iyileştiren olağanüstü güçleri olduğuna inanılır. Şaman kendi çocukları arasında
Şamanlık’a en çok ilgisi olanı seçer ve geleceğe dayalı gizli bilgiyi de
vererek yetiştirir. Bu durum aynen Anadolu Aleviliği’nde dede yetiştirme
biçimine taşınmıştır. Şaman giysisindeki özellikler Bektaşî giysilerine de
yansımıştır. Şamanlar (kamlar), tanrılar ve koruyucu ruhlar için arak (rakı)
saçı saçarlar, bu kansız kurban sayılır. Oysa İslâm’da içki içilmesi kesinlikle
yasaklanmıştır. Eski Türk kültüründe içki içilmesi yaygın bir gelenektir.
Özellikle düğünlerde ve mutlu günlerde müzik eşliğinde içki içilmesi geleneği
vardır.
İçki Şaman ayinlerinin de vazgeçilmez bir parçasıdır. Alevî ve
Bektaşi tarikatlarında içilen içkiye “içki”, “rakı”, “şarap” denilmeyip, şaşmaz
bir kural olarak “tolu” veya “dolu” denilmesi ve içilen içkinin “dem” anlamına
gelmesi benzerlik nedenlerini aydınlatmaktadır.[202]
Bakış anlamına gelen Arapça nazar kelimesi, kimi insanların
bakışlarında ki zararlı güç ve bu nitelikleriyle, bir kişiye, bir hayvana ya da
bir nesneye bakmakla, canlı üzerinde ki hastalık, sakatlık, ölüm nesne üzerinde
sakatlanma, kırılma gibi olumsuz bir etkinin meydana gelmesi anlamını taşır.[203] Anadolu’da halk arasında
“nazar” olgusu çok yaygın bir inançtır.
Bâzı insanların olağandışı özellikleri olduğu ve bunların
bakışlarının karşılarındaki kimselere rahatsızlık verdiğine, kötülük yaptığına
inanılır. Bunun önüne geçmek için “nazar boncuğu”, “deve boncuğu”, “göz
boncuğu” v.s. takılır.[204] Nazarlıklar pasif büyü
araçlarıdır. Nazar değecek gözden gözle korunmak amaçlandığından nazar
boncuklarının çoğu göz şeklindedir.
Nazarlık bir yönüyle kötü gözlerin ve kıskançlık duygularının
sebep olabileceği hastalıklardan, sakatlıklardan koruyucu niteliğiyle muskanın
işini görür. Ama adından da anlaşılacağı üzere onun asıl görevi kötü gözlerden
korumadır.[205] Nazar olgusu da eski Türk
inançlarındandır. Yine, istenmeyen bir olay duyulduğunda tahtaya el ile tokmak
gibi üç kere vurulması da, kötülükten korunmak, kötü ruhların duymasını önlemek
amacına yönelik eski bir Şaman inanışıdır. Kurşun Dökme de Şaman
geleneklerinden kalan bir âdettir. Şamanlar bu ritüele “Kut Dökme” anlamına
gelen “Kut Kuyma” adını vermişlerdi. İnsana musallat olan kötü ruhların olumsuz
etkisini ortadan kaldırmaya yönelik olarak çok eski dönemlerde uygulanan sihir
kökenli bir ayindi. Kurşun dökme, obsesyondan kurtarma yöntemlerinden biri
olarak kullanılmış ve günümüzde de Anadolu’da halk gelenekleri arasında
yaşamaya devam etmektedir.
Şaman’ın üzerine giydiği giysiye yılan, akrep, çıyan, kunduz gibi
yabanî ve zararlı hayvan şekilleri çizilerek onların kaçırılacağına inanılırdı.
Bugün Anadolu’da Türkmen köylerinde dokunan halı, kilim gibi örgüler Şaman
giysilerinin izleri taşımaktadır. Türkmen halı ve kilimleri üzerindeki akrep,
yılan, kırkayak gibi hayvan resimleri, eski Türk inanış ve geleneklerinden
kalma özelliktir. Bunun amacının resmedilen hayvanları uzaklaştırmak olduğu
kabul edilir. Anadolu’da yaygın mimarî yapılardan biri de kümbetlerdir.
Bunların mimarîsine dikkat edilirse, karşıdan çadıra
benzemektedirler. Yani göçebe kültürü olan “çadır’ın mimarîye taşınmasıdır. Bu
kümbetler aynı zamanda, Gök tanrı inancından gelen gök kubbelerdir. Göğün
mimariye “gök kubbe” olarak taşınmasıdır. Renk verilirken de, kubbelerin
gökyüzünü andıran kısmı mavi olur. Bunun da, İslâm öncesi Gök tanrı inancının
mimarîye yansıması kabul edilmektedir.[206]
Varlığına inanılan ruhlar, tanrılar ve insanlar arasında aracılık
yapan din adamlarına Şaman adı verilmektedir. Bunlar her türlü hastalığa çare
bulmak, hastanın hastalık esnasında ayrılan koruyucu ruhunu geri getirmek,
kısırlık ve zor doğumlarda yardım etmek, verilen kurbanları gök ve yer
tanrısına ulaştırmak, çeşitli dinsel törenleri icra etmek, ruhları ait
oldukları yere (ölüler âlemine) göndermek, kötü ruhlardan insanları korumak
için ayinler düzenlemek, fal bakıp gelecekten haber vermek gibi işler yaparlar.
Bütün samanların derin sezgileri, geniş düş güçleri vardır. Şaman ayin
sırasında Derin bir coşkunluğa kapılarak kendinden geçer, bütün gökleri,
yeraltı dünyasını gezdiğine, ruhların yaşayışlarını gördüğüne, bütün gizli âlemleri
dolaştığına inanır. Şaman vecd sırasında, ruhları egemenliği altına alarak,
ölüler, doğa ruhları (cinler-periler) ve şeytanlarla ilişki kurar. Böylece
ruhlar ve tanrılar dünyasıyla doğrudan ve somut ilişkilere girişen şaman,
birçok ruha sahip olur.
Hastanın kaçan ruhunu arar, onu yakalar ve terk ettiği vücuda iade
eder. Ölünün ruhunu öbür dünyaya o götürür. Zira sadece şamanın ruhu bir zarar
görmeksizin vücudunu terk edip çok uzaklara gidebilir. Cehenneme girer. göğe
çıkar. O, vecdi tecrübeleriyle yerötesi ülkenin yollarını bulabilir. Yasak
mıntıkalara giden yollar şamandan başkaları için tehlikelidir. Yapılan
kurbanların ruhlarını öbür dünyadaki ölünün yanına götüren de şamandır.
Şamanizm de tanrılar “iyilik” ve “kötülük” tanrıları olmak üzere ikiye ayrılmaktadır.
Ruhlar da tanrılar gibi iyi ve kötü ruhlar olarak vasıflandırılırlar. Eski
Türklerde iyi ruh “Bay Ülgen”, kötü ruh “Erlik” diye adlandırılmıştır. “Bay
Ülgen” aynı zamanda iyi ruhların başında bulunan, onlara emir veren bir
tanrıdır. Yeraltına mensup kötü ruhlar ya da ruhlar zümresinin başında Şeytan’a
karşılık olarak ele alınabilecek Erlik bulunmaktadır. Erlik’in ortaya çıkışı
geç dönemlerde venüsle ilişkilendirilmiştir. Güçlü, yiğit(erklik ve erlik) bir
kişi olan savaşçı(Venüs), tan ağarırken görünen yıldızları öldürür.
Erlik Han Yamanın Şamanizm de karşıtı olarak bu savaşçıyla
özdeşleştirilmiştir. Onun ölüm tanrısı olması da belki bu daha eski
tasavvurlara dayanmaktadır. Bir iyilik tanrısı olan Ülgen ay, güneş ve
yıldızlardan yukarıda yaşar Ülgen’in bulunduğu yere uzanan yoldaki engelleri
ancak Şaman aşabilir.
Şamanizm geçmişten bu güne varlığını hala sürdürmektedir.
Şamanizm’de her şeyin bir iyesi olduğu gibi suyunda iyesi vardır. Suyun iyesi
gündüz dinlenir, gece çalışır. Bunun için akşamdan sonra akan sudan
alınmamalıdır. Su iyesi rahatsız olur. Anadolu’da akşamdan sonra su kapları
muhakkak kapalı tutulur. Akşamdan sonra suya bir kap daldırılacak ise, mutlaka
besmele çekilir. Kadın ve erkek hiçbir yerde kesilmiş veya dökülen saçı
bırakmaz. Ölü evinde evin sahibi başını açık bırakır, saçının yere düşmesini
önleyemez. Ve ölünün Şamanist Türkler, ruhlara sunu olsun diye evin dört bir
yanına araka(rakı) saçardı. Anadolu’da Aleviler bu işlemi gül suyu ile
yapıyorlar. Her Şamanın kendi şekline girebileceği bir hayvan vardı. Ama
Şamanları eşleri daha çok kuşlardı. Anadolu da eski Türk şairleri, başka bir
kuşun şekline girme olayını “donuna girmek” deyimi il ifade ediyorlardı. Ahmet
Yesevi zaman zaman “turna donuna”, Hacı Bektaş Veli, “güvercin donuna” Abdal
Musa ise, “geyik donuna” bürünürlerdi “Mum, Cami avlularında mum yakılması,
ağaçlara bez ve çaput bağlanması da Şamanizm döneminden günümüze aktarılan
geleneklerdir. Şaman geleneğinin devamı olarak Anadolu’da mezarlara ölenlerin
sevdiği eşyalar bile konmaktadır. Gelin ve genç kızların mezarları tel ve
duvaklarla süslenmektedir. Anadolu’da dede olmanın temel koşulu dede soyundan
gelmektir. Şamanlarda da durum aynı idi. Gerek dedelik gerek Şamanlığın soydan
gelme dinsel özelliği dışında, seçiliş şekilleriyle, kıyafetleriyle, gördükleri
hizmetlerle ve kendilerine gösterilen sevgi ve saygıda, bu denli zaman
aralığına rağmen aralarında şaşırtıcı benzerlikler bulunmaktadır. Nazar olgusu
da eski Türk inançlarındandır. Yine, istenmeyen bir olay duyulduğunda tahtaya
el ile tokmak gibi üç kere vurulması da, kötülükten korunmak, kötü ruhların
duymasını önlemek amacına yönelik eski bir Şaman inanışıdır. Kurşun Dökme de
Şaman geleneklerinden kalan bir âdettir.
Ağar, Mehmet Emin (1982), "Yaratılış
Efsaneleri Üzerine”, TKA, XXVIII / 1-2, Ankara Artun, Erman (2005), Türk
Halk Bilimi, Kitapevi, İstanbul
A.V.Anohin (2006), Altay Şamanlığına
Ait Materyaller, Konya
Baldick, Julian (2000), Animal and
Shaman, Ancient Reliıgions Of Central Asiıa, Newyork
Bayat, Fuzuli (2004) Türk Şaman
metinleri, Ankara
Bayat, Fuzuli (2006), Anahatlarıyla
Türk Şamanlığı, Ötüken, İstanbul
Bağ, yaşar (1997) Türklerde ve
Çerkezlerde İslam öncesi Kültür Din Tanrı, Civi
Yayınları: 13, İstanbul
Buluç, Sadettin (1970), “Şamanizm”,
İslam Ansiklopedisi, C. 11, MEB, İstanbul
Çandarlıoğlu, Gülçin (2003), İslam
Öncesi Türk Kültür Tarihi ve Kültürü, TDAV, İstanbul
Çoruhlu, Yaşar (1997), "Türk
Şamanizm’inde Biçim Değiştirme (Metamorphosis) Olayı Ve Türk Sanatı İle
Bağlantısı Üzerine Birkaç Söz”, Sanat Tarihi Araştırmaları Dergisi,
C.I, S.I, Kasım
Çoruhlu, Yaşar (2000), Türk
Mitolojisinin Anahatları, Kabalcı Yayınevi, İstanbul
Çoruhlu, Yaşar (2002), Türk sanatında
Hayvan Sembolizmi, Kabalcı, İstanbul
Dikici, Mehmet (2005), Türkler de
İnançlar ve Din, Akdağ Yayınevi, Ankara
Elaide, Mircea (1991), Kutsal ve Din
Dışı,( çeviri, M.Ali Kılıçbay), Gece Yayınları, Ankara
Eliade, Mircea (1999), Şamanizm,
(çeviri İsmet Barkan), İmge Kitapevi, İstanbul
Eröz, Mehmet (1992), Eski Türk
Dini(Gök Tanrı İnancı) ve Alevilik Bektaşilik, İstanbul
Esin, Emel (1978), Batı Türk ve Uygur
Yerleşik Medeniyeti ( M. VI - XIII.
Yüzyıllar), Edebiyat Fakültesi Matbaası, İstanbul
Esin, Emel (1978),İslamiyet’ten
Önceki Türk Kültür Tarihi ve İslam’a giriş, İstanbul
Gökalp, Ziya (1976), Türk Medeniyet
Tarihi, İstanbul
Güngör, Harun (2002), "Eski
Türklerde Din ve Düşünce”, Türkler Ansiklopedisi, Ankara
Gömeç, Saadettin (1998), “Şamanizm
Türklerin Eski Dini”, PAÜ. Eğitim Fak.
Dergisi, Sayı:4
Gumilev, L.N (1999) Eski Türkler,
(çeviri; A. Batur), İstanbul
İnan, Abdülkadir (1987),Tarihte ve
bugün Şamanizm, Materyaller ve araştırmalar,
TTK- Ankara
Herodotos, (2002), Herodot Tarihi,
Türkiye İş bankası Kültür Yayınları, İstanbul- 2002
Ögel, Bahaeddin (1997), Türk
Mitolojisi II, M.E. B. İstanbul- 1997
Öğel, Bahaeddin ( 1998), Türk
Kültürünün Gelişme Çağları, TDAV, İstanbul-
Roux, Jean Paul (1997), “La Religion des
Turcs de L’Orkhon des VII-VIII Siecles”, RHR, No: 431,C. I.
Roux, Jean Paul (2001), Orta Asya
Tarih ve Uygarlık, İstanbul
Roux, Jean Paul (2001), Türklerin ve
Moğolların Eski Dini, Kabalcı, İstanbul
Kafesoğlu, İbrahim (1987), Türk
Bozkır Kültürü, TKAE, Ankara
Kafesoğlu, İbrahim (2002), “Eski Türk
Dini” Türkler Ansiklopedisi, C.III, Ankara
Köprülü, Fuat (1929), İnfluence Du,
Chamanisme Turco Mongol Sur Les Ordres
Mystques Musulmans, TDV, İstanbul
Kalafat, Yaşar (2004), Altaylardan
Anadolu’ya Kamizm- Şamanizm, İstanbul
Seyidov, Mireli (1994) Gam -Şaman ve
onun Gaynaglarına Umumi Bakış, Bakü,
Anadol, Sinan (2000) "Şaman Türkler,
Tuva ve Hakasya”, Atlas Dergisi, Ocak, sayı:82
Şeşen, Ramazan (1995) İbn Fazlan
Seyahatname, Bedir Yayınevi, İstanbul
Şeşen, Ramazan (2001) İslam
Coğrafyacılarına Göre Türkler ve Türk Ülkeleri, TTK, Ankara
Şener, Cemal (2000), Şamanizm,
Türklerin İslamiyet’ten Önceki Dini, Ant
Yayınları, İstanbul
Taşağıl, Ahmet (2003), Gök - Türkler
I, TTK, Ankara
Tanyu, Hikmet (1985), İslamlıktan
önce Türklerde Tek Tanrı İnancı, İstanbul
Tanyu, Hikmet (1978), Türklerin Dini
Tarihçesi, İstanbul
Ocak, Ahmet Yaşar (2000), Alevi ve
Bektaşi İnançlarının İslam öncesi Temelleri, İstanbul
Ocak, Ahmet Yaşar (2007) İslam-Türk İnançlarında Hızır Yahut
Hızır İlyas Kültü,
Kabalcı Yayınevi, İstanbul-2007
Özönder, B - F. Sema (1998) Yenisey Kitabeleri ve Yer-sular” Türklük
Bilgisi
Araştırmaları: Hasibe Mazıoğlu Armağanı II, Harvard, Cilt 22,
Radloff, Wilhelm (2008), Türklük ve
Şamanlık, Örgün Kitapevi, İstanbul
Esin, Emel (1978), İslamiyet’ten
Önceki Türk Kültür Tarihi ve İslam’a giriş, İstanbul
Mahmut, Kaşgarlı( 1997) Divan-ı
Lügati-t Türk Tercümesi, C. I, (Çeviri, Besim Atalay), TDKY, Ankara
Mücmel el-Tavarih (Müellifi bilinmiyor., telif tarihi 520 hicri), nşr. A. Ramazani,
Tahran 1318 Şemsi.
Turan, Fatma Ahsen (2002), “Eski
Türklerde Tek Tanrı İnancı”. Türkler
Ansiklopedisi, Ankara
Tanyu, Hikmet (2000), Türklerde Taşla
İlgili İnançlar, Kültür ve Turizm Bakanlığı Yayınları : 73 İstanbul
Uraz, Murat (1992) Türk Mitolojisi,
Mitologya Yayınları, İstanbul
[4] Yaşar Çoruhlu, Türk
Mitolojisinin Anahatları, Kabalcı Yayınevi, İstanbul-2000, s.15
[5] Mircea Eliade, Şamanizm,
çeviri İsmet Barkan, İmge Kitapevi, İstanbul-1999, s.22
[6] Ramazan Şeşen, İbn
Fazlan Seyahatname, Bedir Yayınevi, İstanbul-1995, s.177,178
[7] Jean Paul Roux, Orta
Asya Tarih ve Uygarlık, İstanbul-2001, s. 60
[8] Bahaeddin Öğel, Türk
Kültürünün Gelişme Çağları, TDAV, İstanbul-1998 s.313
[9] Hikmet Tanyu, Türklerin
Dini Tarihçesi, İstanbul-1978, s.8
[10] Jean Paul Roux, Orta
Asya Tarih ve Uygarlık, İstanbul-2001, s. 59
[11] Jean Paul Roux Türklerin
ve Moğolların Eski Dini, Kabalcı, İstanbul-2001, s.15
[12] Cemal Şener, Şamanizm,
Türklerin İslamiyet’ten Önceki Dini, Ant Yayınları, İstanbul-2000,s.5,
İbrahim Kafesoğlu,” Eski Türk Dini”Türkler Ansiklopedisi,
Ankara 2002, s.81
[13] Ziya Gökalp, Türk
Medeniyet Tarihi, İstanbul-1976, S.121
[14] Mircea Eliade, Şamanizm,
çeviri İsmet Barkan, İmge Kitapevi, İstanbul-1999, s.27
[15] Ramazan Şeşen, İslam
Coğrafyacılarına Göre Türkler ve Türk Ülkeleri, TTK, Ankara-2001 s.199
[16] Fuzuli Bayat, Anahatlarıyla
Türk Şamanlığı, Ötüken, İstanbul-2006, S. 21,22
[17] İbrahim Kafesoğlu, Türk
Bozkır Kültürü, TKAE, Ankara-1987, s. 90
[18]
Saadettin
Buluç, “Şamanizm”, İslam Ansiklopedisi, C. 11, MEB,
İstanbul-1970, s.331
[19] Cemal Şener, Şamanizm,
Türklerin İslamiyet’ten Önceki Dini, Ant Yayınları, İstanbul-2000, s.5
[20] "A.g.k. s.10
[21] İbrahim Kafesoğlu, “Eski
Türk Dini” Türkler Ansiklopedisi, Ankara 2002, s.300
[22] Mircea Eliade, Şamanizm,
(çeviri, İsmet Birken), İmge Kitapevi, Ankara - 1999, s.216
[23]
A.g.k.
s.25
[24] Yaşar Çoruhlu, Türk
Mitolojisinin Anahatları, Kabalcı Yayınevi, İstanbul 2000, s. 61, Erman
Artun, Türk Halk Bilimi, Kitapevi, İstanbul-2005 -, S. 86
[25] Yaşar Çoruhlu, “Türk
Şamanizm’inde Biçim Değiştirme (Metamorphosis) Olayı Ve Türk Sanatı İle
Bağlantısı Üzerine Birkaç Söz”, Sanat Tarihi Araştırmaları Dergisi,
C.I, S.I, Kasım-1997 s.55
[27] Mircea Eliade, Şamanizm,
(çeviri, İsmet Barkan), İmge Kitapevi, İstanbul-1999, s.25
[28] Ramazan Şeşen, İslam
Coğrafyacılarına Göre Türkler ve Türk Ülkeleri, TTK, Ankara-2001, s.78
[29] Julian Baldick, Animal
and Shaman, Ancicent Religions Of Central Asia, Newyork-2000, S. 49
[30] Jean Paul Roux, Türklerin
ve Moğolların Eski Dini, Kabalcı, İstanbul-2001, s.15
[31] Fuzuli Bayat, Anahatlarıyla
Türk Şamanlığı, Ötüken, İstanbul-2006, s. 22
[32] Julian Baldick, Animal
and Shaman, Ancicent Religions Of Central Asia, Newyork-2000, s. 43
[33] Ahmet Taşağıl, Gök -
Türkler I, TTK, Ankara - 2003, s. 113
[34] Fuzuli Bayat, Anahatlarıyla
Türk Şamanlığı, Ötüken, İstanbul-2006, s. 22
[35] "A.g.k. s. 26
[36] Abdülkadir İnan, Tarihte
ve bugün Şamanizm, Materyaller ve araştırmalar, TTK- Ankara, s. 3
[37] Jean Paul Roux, Türklerin
ve Moğolların Eski Dini, Kabalcı, İstanbul-2001, s.15
[38] Sinan Anadol, “Şaman
Türkler, Tuva ve Hakasya”, Atlas Dergisi, sayı:82, Ocak-2000, S, 35
[39] Jean Paul Roux, “La
Religion des Turcs de L’Orkhon des VII-VIII Siecles”, RHR, No 437, 1962, C.
I, s. 11,12.
[40] A.V.Anohin; Altay
Şamanlığına Ait Materyaller, Konya-2006, s. 10
[41]Abdülkadir İnan, Tarihte ve bugün
Şamanizm, Materyaller ve araştırmalar, TTK- Ankara, s. 89
[42] Yaşar Bağ, Türklerde
ve Çerkezlerde İslam öncesi Kültür Din Tanrı, Civi Yayınları: 13, İstanbul
-
1997, S. 101
[43] Mircea Eliade, Şamanizm(çeviri,
İsmet Barkan), İmge Kitapevi, İstanbul-1999, s. 172.
[44] Abdülkadir İnan, Tarihte
ve bugün Şamanizm, Materyaller ve araştırmalar, TTK- Ankara, s. 90
[45] Fuzuli Bayat, Türk
Şaman metinleri, Ankara-2004, s. 21
[46] Yaşar Çoruhlu, Türk
Mitolojisinin Anahatları, Kabalcı Yayınevi, İstanbul 2000, s. 63
[47] Erman Artun, Türk Halk
Bilimi, Kitapevi, İstanbul-2005 -, S. 86
[48] Fuzuli Bayat, Türk
Şaman metinleri, Ankara-2004, s. 21, Mircea Elaide, Şamanizm (çeviri.
İsmet Barkan), İmge Kitapevi, İstanbul-1999, s.30
[49] Abdülkadir İnan, Tarihte
ve bugün Şamanizm, Materyaller ve araştırmalar, TTK- Ankara, s. 76
[50] Mircea Eliade, Şamanizm(çeviri,
İsmet Barkan), İmge Kitapevi, İstanbul-1999, s.172
[51] Yaşar Çoruhlu, Türk
Mitolojisinin Anahatları, Kabalcı Yayınevi, İstanbul 2000, s. 62,63
[52] A.g.k. s. 63
[53] Harun Güngör, Eski
Türklerde Din ve Düşünce, Türkler Ansiklopedisi, Ankara- 2002, s.241,242
[54] Yaşar Çoruhlu, Türk
Mitolojisinin Anahatları, Kabalcı Yayınevi, İstanbul 2000, s. 63
[55] Bahaeddin Öğel, Türk
Mitolojisi II, MEB, İstanbul- 1997, s.11,12
[56] Erman Artun, Türk Halk
Bilimi, Kitapevi, İstanbul-2005 -, s. 85,86
[57] Bahaeddin Öğel, Türk
Mitolojisi II, MEB, İstanbul- 1997, s.11,12
[58] Abdülkadir İnan, Tarihte
ve bugün Şamanizm, Materyaller ve araştırmalar, TTK- Ankara, s. 72
[59] Saadettin Gömeç, “Şamanizm
Türklerin Eski Dini”, PAÜ. Eğitim Fak. Dergisi. 1998, Sayı:4, s. 41
[60] Yaşar Çoruhlu, Türk
Mitolojisinin Anahatları, Kabalcı Yayınevi, İstanbul 2000, s. 76
[61] Cemal Şener, Şamanizm,
Türklerin İslamiyet’ten Önceki Dini, Ant Yayınları, İstanbul-2000,s. 25;
Cemal
Şener, Şamanizm, BDS Yayınları, İstanbul-1996, s. 18
[62] Abdülkadir İnan, Tarihte
ve bugün Şamanizm, Materyaller ve araştırmalar, TTK- Ankara, s. 94
[63] Yaşar Çoruhlu, Türk Mitolojisinin
Anahatları, Kabalcı Yayınevi, İstanbul 2000, s. 76
[64] Cemal Şener, Şamanizm,
BDS Yayınları, İstanbul-1996, s. 20
[65] Cemal Şener, Şamanizm,
Türklerin İslamiyet’ten Önceki Dini, Ant Yayınları, İstanbul-2000,s.
27,28,
[66] Yaşar Çoruhlu, Türk
Mitolojisinin Anahatları, Kabalcı Yayınevi, İstanbul 2000, s. 76
[67] Bahaeddin Öğel, Türk
Mitolojisi II, MEB, İstanbul- 1997, s.93
[68] Sinan Anadol, “Şaman
Türkler, Tuva ve Hakasya”, Atlas Dergisi, sayı:82,
Ocak-2000,
s. 45
[69] Sadettin GÖMEÇ; Şamanizm
Türklerin Eski Dini, PAÜ. Eğitim Fak. Dergisi. 1998, Sayı:4, s. 44
[70] Cemal Şener, Şamanizm,
Türklerin İslamiyet’ten Önceki Dini, Ant Yayınları, İstanbul-2000,s. 28;
Saadettin Gömeç, “Şamanizm Türklerin Eski Dini”, PAÜ. Eğitim Fak.
Dergisi. 1998, Sayı:4, s. 44
[71] Cemal Şener, Şamanizm,
Türklerin İslamiyet’ten Önceki Dini, Ant Yayınları, İstanbul-2000,s. 28
[72] Yaşar Çoruhlu, “Türk
Şamanizm’inde Biçim Değiştirme (Metamorphosis) Olayı Ve Türk Sanatı İle
Bağlantısı Üzerine Birkaç Söz”, Sanat Tarihi Araştırmaları Dergisi,
C.I, S.I, Kasım-1997 s. 54,58
[73] Cemal Şener, Şamanizm,
Türklerin İslamiyet’ten Önceki Dini, Ant Yayınları, İstanbul-2000,s.
22,23
[74] Abdülkadir İnan, Tarihte
ve bugün Şamanizm, Materyaller ve araştırmalar, TTK- Ankara, s. 2,
Abdülkadir
İnan, Eski Türk Dini, MEB, İstanbul - 1976, s.25
[75] İbrahim Kafesoğlu, “Eski
Türk Dini”, Türkler Ansiklopedisi, s. 294
[76] Abdülkadir İnan, Tarihte
ve bugün Şamanizm, Materyaller ve araştırmalar, TTK- Ankara, s. 3
Abdülkadir
İnan, Eski Türk Dini, MEB, İstanbul - 1976
[77] Herodotos, Herodot
Tarihi, Türkiye İş bankası Kültür Yayınları, İstanbul-2002, s.53
[78] Jean Paul Roux, Türklerin
ve Moğolların Eski Dini, Kabalcı Yayınevi, İstanbul-2001, s. 69
[79] Abdülkadir İnan, Tarihte
ve bugün Şamanizm, Materyaller ve araştırmalar, TTK- Ankara, s. 3
Abdülkadir
İnan, Eski Türk Dini, MEB, İstanbul - 1976, s.25
[80] Abdülkadir İnan, Tarihte
ve bugün Şamanizm, Materyaller ve araştırmalar, TTK- Ankara, s. 3
Abdülkadir
İnan, Eski Türk Dini, MEB, İstanbul - 1976, s.26
[81] İbrahim Kafesoğlu, “Eski
Türk Dini”, Türkler Ansiklopedisi, C,III, Ankara 1992, s. 294
[82] Ramazan Şeşen, İslam
Coğrafyacılarına Göre Türkler ve Türk Ülkeleri, TTK, Ankara-
2001
s.78
[83] "A.g.k. s.9
[84] Abdülkadir İnan, Tarihte
ve bugün Şamanizm, Materyaller ve araştırmalar, TTK- Ankara, s. 10
Abdülkadir İnan, Eski Türk Dini, MEB, İstanbul - 1976
[85]
Ramazan
Şeşen, İslam Coğrafyacılarına Göre Türkler ve Türk Ülkeleri, TTK,
Ankara-2001 s.197
[86] Abdülkadir İnan, Tarihte
ve bugün Şamanizm, Materyaller ve araştırmalar, TTK- Ankara, s. 12,
Abdülkadir İnan, Eski Türk Dini, MEB, İstanbul - 1976
[87] Bahaeddin Öğel, Türk
Kültürünün Gelişme Çağları, TDAV, İstanbul-1998 s. 163-164
[88] Gülçin Çandarlıoğlu, İslam
Öncesi Türk Kültür Tarihi ve Kültürü, TDAV, İstanbul-2003, s. 98
[89] Sadettin
Buluç, “Şamanizm”. İslam Ansiklopedisi, C. 11, MEB,
İstanbul-1970, S. 331,332
[90]Mircea Elaide, Kutsal ve Din Dışı, (çeviri,
M.Ali Kılıçbay), Gece Yayınları, Ankara - 1991, s. 97,98
[91] Jean Paul Roux, Türklerin
ve Moğolların Eski Dini, Kabalcı, İstanbul-2001, s.120
[92] Yaşar Çoruhlu, Türk
Mitolojisinin Anahatları, Kabalcı Yayınevi, İstanbul 2000, s.73,74; Hikmet
Tanyu, İslamlıktan önce Türklerde Tek Tanrı İnancı, s. 9; Abdülkadir
İnan, Tarihte ve bugün Şamanizm, Materyaller ve araştırmalar, TTK-
Ankara, s.26,29
[93] Barutçu Özönder, - F.
Sema (1998) Yenisey Kitabeleri ve Yer-sular” Türklük Bilgisi Araştırmaları:
Hasibe Mazıoğlu Armağanı II, Harvard, Cilt 22, 171,172
[94] Jean Paul Roux, Türklerin
ve Moğolların Eski Dini, Kabalcı, İstanbul-2001, s.120
[95] Abdülkadir İnan, Tarihte
ve bugün Şamanizm, Materyaller ve araştırmalar, TTK- Ankara, s. 26
[96] Yaşar Çoruhlu, Türk
Mitolojisinin Anahatları, Kabalcı Yayınevi, İstanbul 2000, s,19, L.N.
Gumilev, Eski Türkler, (çeviri; Arsen batur), s.129
[97] Yaşar Çoruhlu, Türk
Mitolojisinin Anahatları, Kabalcı Yayınevi, İstanbul 2000, s.19,20
[98] Abdülkadir İnan, Tarihte
ve bugün Şamanizm, Materyaller ve araştırmalar, TTK- Ankara, s. 28
[99] Ahmet Taşağıl, Gök -
Türkler I, TTK, Ankara - 2003, s. 98
[100] Yaşar Çoruhlu, Türk
Mitolojisinin Anahatları, Kabalcı Yayınevi, İstanbul 2000, s.21,22
[101] Bahaeddin Öğel, Türk
Kültürünün Gelişme Çağları, TDAV, İstanbul-1998 s.163,164
[102]
Bahaeddin
Öğel, Türk Kültürünün Gelişme Çağları, TDAV, İstanbul-1998 s.166,
Bahaeddin
Öğel,
Türk Mitolojisi II, M.E.B., İstanbul- 1997, s. 47
[103] Saadettin Buluç, “Şamanizm”,
İslam Ansiklopedisi, C. 11, MEB, İstanbul-1970, s. 325
[104] Abdülkadir İnan, Tarihte
ve bugün Şamanizm, Materyaller ve araştırmalar, TTK- Ankara, s. 29
[105] Mireli Seyidov, Gam
-Şaman ve onun Gaynaglarına Umumi Bakış, Bakü, 1994s. 52, Yaşar Çoruhlu, Türk
Mitolojisinin Anahatları, Kabalcı Yayınevi, İstanbul 2000, s
[106]
Yaşar
Çoruhlu, Türk Mitolojisinin Anahatları, Kabalcı Yayınevi, İstanbul 2000,
s.23, Abdülkadir
İnan, Tarihte ve bugün Şamanizm, Materyaller ve araştırmalar,
TTK- Ankara, s. 29
[107] Abdülkadir İnan, Tarihte
ve bugün Şamanizm, Materyaller ve araştırmalar, TTK- Ankara, s. 29
[108]
Yaşar
Çoruhlu, Türk Mitolojisinin Anahatları, Kabalcı Yayınevi, İstanbul 2000,
s.24
[109] Saadettin Gömeç, “Şamanizm Eski
Türk Dini”, PAÜ. Eğitim Fak. Dergisi. 1998,Sayı:4, s.43
[110] Sadettin Buluç, “Şamanizm”,
İslam Ansiklopedisi, C. 11, MEB, İstanbul-1970, S. 325-326
[111] Emel Esin, “Batı
Türk ve Uygur Yerleşik Medeniyeti (M. VI - XIII. Yüzyıllar)”, Edebiyat
Fakültesi
Matbaası,
İstanbul-1978, S.125,126
[112] Abdülkadir İnan, Tarihte
ve bugün Şamanizm, Materyaller ve araştırmalar, TTK- Ankara, s. 32
[113] A.V.Anohin, Altay
Şamanlığına Ait Materyaller, Konya-2006, s. 11
[114] Abdülkadir İnan, Tarihte
ve bugün Şamanizm, Materyaller ve araştırmalar, TTK- Ankara, s. 31
[115] Yaşar Çoruhlu, Türk
Mitolojisinin Anahatları, Kabalcı Yayınevi, İstanbul 2000, s.28
[116] Abdülkadir İnan, Tarihte ve bugün
Şamanizm, Materyaller ve araştırmalar, TTK- Ankara, s. 36
Julian Baldick, Animal
and Shaman, Ancient Religions Of Central Asia, Newyork-2000, s.52
[118]
Yaşar
Çoruhlu, Türk Mitolojisinin Anahatları, Kabalcı Yayınevi, İstanbul 2000,
s.42
[119] Abdülkadir İnan, Tarihte
ve bugün Şamanizm, Materyaller ve araştırmalar, TTK- Ankara, s. 36, Yaşar
Çoruhlu, Türk Mitolojisinin Anahatları, Kabalcı Yayınevi, İstanbul 2000,
s.42, Yaşar Çoruhlu, Türk sanatında Hayvan Sembolizmi, Kabalcı, İstanbul
- 2002, s.25
[120] Abdülkadir İnan, Tarihte
ve bugün Şamanizm, Materyaller ve araştırmalar, TTK- Ankara, s. 37
[121] Abdülkadir İnan, Tarihte
ve bugün Şamanizm, Materyaller ve araştırmalar, TTK- Ankara, s. 37,38
[122] Yaşar Çoruhlu, Türk
Mitolojisinin Anahatları, Kabalcı Yayınevi, İstanbul 2000, s.40
[123] Kaşgarlı Mahmut, Divan-ı
Lügati-t Türk Tercümesi, C. I, Çev. Besim Atalay, TDKY, Ankara-1997, s. 35
[124] Fatma Ahsen Turan, “Eski
Türklerde Tek Tanrı İnancı”, Türkler Ansiklopedisi, Ankara-2002, s. 322
[125] Sadettin Buluç, “Şamanizm”,
İslam Ansiklopedisi, C. 11, MEB, İstanbul-1970, s. 328
[126] Yaşar Çoruhlu, Türk
Mitolojisinin Anahatları, Kabalcı Yayınevi, İstanbul 2000, s.54
[127] Abdülkadir İnan, Tarihte
ve bugün Şamanizm, Materyaller ve araştırmalar, TTK- Ankara, s.
39,40
[128] Yaşar Çoruhlu, Türk
Mitolojisinin Anahatları, Kabalcı Yayınevi, İstanbul 2000, s.53
[129] Abdülkadir İnan, Tarihte
ve bugün Şamanizm, Materyaller ve araştırmalar, TTK- Ankara, s. 41
[130] Yaşar Çoruhlu, Türk
Mitolojisinin Anahatları, Kabalcı Yayınevi, İstanbul 2000, s. 54
[131] Yaşar Çoruhlu, Türk
Mitolojisinin Anahatları, Kabalcı Yayınevi, İstanbul 2000, s. 54
[132] Abdülkadir İnan, Tarihte
ve bugün Şamanizm, Materyaller ve araştırmalar, TTK- Ankara, s. 33
[133] A.V. Anohin; “Altay
Şamanlığına Ait Makaleler, (çeviri. A. İnan), Makaleler ve İncelemeler,
C.I, Ankara-1968, s. 415, Yaşar Çoruhlu, Türk Mitolojisinin Anahatları, Kabalcı
Yayınevi, İstanbul 2000, s. 54
[134] Wilhelm Radloff, Türklük
ve Şamanlık, Örgün Kitapevi, İstanbul-2008, s. 153
[135] A.V.Anohin; Altay
Şamanlığına Ait Materyaller, Konya-2006, s. 14
[136] Abdülkadir İnan, Tarihte
ve bugün Şamanizm, Materyaller ve araştırmalar, TTK- Ankara, s. 34
[137] Yaşar Çoruhlu, Türk
Mitolojisinin Anahatları, Kabalcı Yayınevi, İstanbul 2000, s.31,
A.V.Anohin,
Altay Şamanlığına Ait Materyaller, Konya-2006, s. 14
[138] Wilhelm Radloff, Türklük
ve Şamanlık, Örgün Kitapevi, İstanbul-2008, S. 153, S. 154
[139] Abdülkadir İnan, Tarihte
ve bugün Şamanizm, Materyaller ve araştırmalar, TTK- Ankara, s. 34
[140] Yaşar Çoruhlu, Türk
Mitolojisinin Anahatları, Kabalcı Yayınevi, İstanbul 2000, s. 32
[141] A.V.Anohin, Altay
Şamanlığına Ait Materyaller, Konya-2006, s. 14, Wilhelm Radloff, Türklük
ve Şamanlık, Örgün Kitapevi, İstanbul-2008, S. 154
[142] Yaşar Çoruhlu, Türk Mitolojisinin
Anahatları, Kabalcı Yayınevi, İstanbul 2000, s. 56,57
[143] Saadettin Gömeç, “Şamanizm
ve Eski Türk Dini”, PAÜ. Eğitim Fak. Dergisi, 1998, Sayı:4, s. 39
[144] Emel Esin, İslamiyet’ten
Önceki Türk Kültür Tarihi ve İslam’a giriş, İstanbul-1978 s.17
[145] Abdülkadir İnan, Tarihte
ve bugün Şamanizm, Materyaller ve araştırmalar, TTK- Ankara, s. 42
[146] Abdülkadir İnan, Tarihte ve bugün
Şamanizm, Materyaller ve araştırmalar, TTK- Ankara, s.
44,45
[147] Abdülkadir İnan, Tarihte
ve bugün Şamanizm, Materyaller ve araştırmalar, TTK- Ankara, s. 50
[148] Yaşar Çoruhlu, Türk Mitolojisinin Anahatları, Kabalcı Yayınevi,
İstanbul 2000, s. 34
[149] Abdülkadir İnan, Tarihte
ve bugün Şamanizm, Materyaller ve araştırmalar, TTK- Ankara, s. 37
[150] Ramazan Şeşen, İslam
Coğrafyacılarına Göre Türkler ve Türk Ülkeleri, TTK, Ankara-2001, s.106
[151] Yaşar Çoruhlu, Türk
Mitolojisinin Anahatları, Kabalcı Yayınevi, İstanbul 2000, s. 35,36
[152] Saadettin Gömeç, “Şamanizm, Eski
Türk Dini”, PAÜ. Eğitim Fak. Dergisi. 1998, Sayı:4, s. 39, Yaşar
Çoruhlu, Türk Mitolojisinin Anahatları, Kabalcı Yayınevi, İstanbul 2000,
s.40, Bahaeddin Öğel, Türk Mitolojisi II, MEB, İstanbul- 1997, s.501,502
[153] Abdülkadir İnan, Tarihte
ve bugün Şamanizm, Materyaller ve araştırmalar, TTK- Ankara, s. 67,68,
Saadettin Gömeç, “Şamanizm Eski Türk Dini”, PAÜ. Eğitim Fak.
Dergisi. 1998, Sayı:4, s. 39,
[154]
Abdülkadir
İnan, Tarihte ve bugün Şamanizm, Materyaller ve araştırmalar, TTK-
Ankara, s. 71
[155]
Murat
Uraz, Türk Mitolojisi, Mitologya Yayınları, İstanbul - 1992, S.166
[156] Ramazan Şeşen, İslam
Coğrafyacılarına Göre Türkler ve Türk Ülkeleri, TTK, Ankara-2001, s.78
[157] Jean Paul Roux, Türklerin
ve Moğolların Eski Dini, Kabalcı, İstanbul-2001, s.235
[158] Abdülkadir İnan, Tarihte
ve bugün Şamanizm, Materyaller ve araştırmalar, TTK- Ankara, s.151
[159] Jean Paul Roux Türklerin
ve Moğolların Eski Dini, Kabalcı, İstanbul-2001, s.96
[160] Abdülkadir İnan, Tarihte
ve bugün Şamanizm, Materyaller ve araştırmalar, TTK- Ankara, s.152
[161] A.g.k. s.153
[162]
Abdülkadir
İnan, Tarihte ve bugün Şamanizm, Materyaller ve araştırmalar, TTK-
Ankara, s.158
[163] Mücmel el-Tavarih (Müellifi bilinmiyor, telif tarihi 520 hicri), nşr. A.
Ramazani, Tahran 1318 Şemsi.
[164] Ramazan Şeşen, İslam
Coğrafyacılarına Göre Türkler ve Türk Ülkeleri, TTK, Ankara-2001 s.33
Hikmet Tanyu, Türklerde
Taşla İlgili İnançlar, Kültür ve Turizm Bakanlığı Yayınları = 731,
Ankara-1987, s.38
[166] Abdülkadir İnan, Tarihte
ve bugün Şamanizm, Materyaller ve araştırmalar, TTK- Ankara, s.160
[167] Yaşar Çoruhlu, Türk
Mitolojisinin Anahatları, Kabalcı Yayınevi, İstanbul 2000, s. 48
[168] Murat Uraz, Türk
Mitolojisi, Mitologya Yayınları, İstanbul - 1992, s. 184
[169] Jean Paul Roux, Türklerin
ve Moğolların Eski Dini, Kabalcı, İstanbul-2001, s.99
[170] Gumilev, L.N; Eski
Türkler, (çeviri. A. Batur), İstanbul-1999, s.127
[171] Abdülkadir İnan, Tarihte
ve bugün Şamanizm, Materyaller ve araştırmalar, TTK- Ankara, s.164
[172] Ramazan Şeşen, İslam
Coğrafyacılarına Göre Türkler ve Türk Ülkeleri, TTK, Ankara-2001, s.205
[173]
Julian
Baldick, Animal and Shaman, Ancicent Religions Of Central Asia,
Newyork-2000, s. 43
[174] Sadettin Buluç, “Şamanizm”,
İslam Ansiklopedisi, C. 11, MEB, İstanbul-1970, s. 331
[176] Mehmet Emin Ağar, “Yaratılış
Efsaneleri Üzerine”, TKA, XXVIII / I-II, Ankara -1992 S. 315-316
[177] Sadettin Buluç, “Şamanizm”,
İslam Ansiklopedisi, C. 11, MEB, İstanbul-1970, s. 331,332
[178]
Abdülkadir
İnan, Tarihte ve Bugün Şamanizm, Materyaller ve Araştırmalar, TTK-
Ankara,
2000 s. 204
[179]
Fuzuli
Bayat, Anahatlarıyla Türk Şamanlığı, Ötüken, İstanbul-2006, s. 26
[180] Abdülkadir İnan, Tarihte
ve Bugün Şamanizm, Materyaller ve Araştırmalar, TTK-Ankara, 2000 s. 204
[181] V.V Barthold, Orta
Asya Türk Tarihi Hakkında Dersler, Kültür Bakanlığı Yayınları, Ankara -
1975, s. 76
[182] Abdülkadir İnan, Tarihte
ve Bugün Şamanizm, Materyaller ve Araştırmalar, TTK-Ankara, 2000
s.
204
[183] Mehmet Dikici, Türkler
de İnançlar ve Din, Akdağ, Ankara - 2005, s. 419
[184] Abdülkadir İnan, Tarihte ve Bugün
Şamanizm, Materyaller ve Araştırmalar, TTK-Ankara, 2000 s. 204,207
[185] Fuat Köprülü, İnfluence Du, Chamanisme Turco Mongol Sur Les
Ordres Mystques Musulmans, TDV, İstanbul - 1929,s.16
[186]
Fuat
Köprülü, İnfluence Du, Chamanisme Turco Mongol Sur Les Ordres Mystques
Musulmans, TDV, İstanbul - 1929, s. 15
[187] Mehmet Eröz, Eski Türk
Dini(Gök Tanrı İnancı) ve Alevilik Bektaşilik, İstanbul - 1992, s.10 Cemal
Şener, Şamanizm, Türklerin İslamiyet’ten önceki Dini, Ant yayınları, İstanbul
- 2000, s. 91
[188] Abdülkadir İnan, Tarihte
ve bugün Şamanizm, Materyaller ve araştırmalar, TTK- Ankara, s. 81
[189] A.g.k. s. 82,83
[190] Abdülkadir İnan, Tarihte
ve bugün Şamanizm, Materyaller ve araştırmalar, TTK- Ankara, s.83
[191] Yaşar Kalafat, Altaylardan
Anadolu’ya Kamizm- Şamanizm, İstanbul-2004, s.94,95
[192] Sinan Anadol, “Şaman
Türkler, Tuva ve Hakasya”, Atlas Dergisi, Ocak-2000, sayı:82, s. 51
[193] Bahaeddin Öğel, Türk
Mitolojisi II, MEB. İstanbul- 1997, s. 86
[194] Yaşar Bağ, Türklerde
ve Çerkezlerde İslam öncesi Kültür Din Tanrı, Civi Yayınları: 13, İstanbul
-
1997, s. 106
[195] Ahmet Yaşar Ocak, İslam-Türk
İnançlarında Hızır Yahut Hızır İlyas Kültü, Kabalcı Yayınevi,
İstanbul-2007, s.157
[196] Ahmet Yaşar Ocak, Alevi
ve Bektaşi İnançlarının İslam öncesi Temelleri, İstanbul-2000, s.145
[197] Mircea Eliade, Şamanizm,
(çeviri, İsmet Barkan), İmge Kitapevi, İstanbul-1999, s.369
[198] Cemal Şener, Şamanizm,
Türklerin İslamiyet’ten önceki Dini, Ant yayınları, İstanbul - 2000, s.
115
[199] Murat Uraz, Türk
Mitolojisi, Mitologya Yayınları, İstanbul - 1992, s. 257
[200] Cemal Şener, Şamanizm, Türklerin
İslamiyet’ten önceki Dini, Ant yayınları, İstanbul - 2000, s.
105
[201] Erman Artun, Türk Halk Bilimi,
Kitapevi, İstanbul - 2005, s 268
[202] Cemal Şener, Şamanizm,
Türklerin İslamiyet’ten önceki Dini, Ant yayınları, İstanbul - 2000, S.
105
[203] Erman Artun, Türk Halk
Bilimi, Kitapevi, İstanbul - 2005, S. 251
[204] Cemal Şener, Şamanizm,
Türklerin İslamiyet’ten önceki Dini, Ant yayınları, İstanbul - 2000, S.
106
[205] Erman Artun, Türk Halk
Bilimi, Kitapevi, İstanbul - 2005, S. 251
[206] Cemal Şener, Şamanizm, Türklerin
İslamiyet’ten önceki Dini, Ant yayınları, İstanbul - 2000, s.
65
Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.
Yorumlar