KENAN ER-RİFÂÎ Kaddesellâhü sırrahu’l âlî
(d. 1867, Selanik - ö. 1950, İstanbul)
Mutasavvıf-şair. Selânik’te doğdu. Babası, Filibe
hânedanından Hacı Hasan Bey’in oğlu Abdülhalim Bey, annesi Hatice Cenan
Hanım’dır. Şarkî Rumeli vilâyetlerinde Filibe murahhası olarak görev yapan
babası daha sonra İstanbul’a giderek Fatih Hırka-i şerif’te satın aldığı bir
konağa yerleşti. Posta Telgraf Nezâreti sicil başmüdürlüğü ve telgraf nâzırlığı
görevlerinde bulundu.
Kenan Rifâî mânevî hasletlerini tevarüs ettiği annesinden ilk terbiyeyi aldı. Annesi onu genç yaşlarında, tekke şeyhliği görevi bulunmayan mürşidi Üveysî-Kādirî Edhem Efendi’nin terbiyesine emanet etti. Öğrenimini Galatasaray Sultânîsi’nde tamamlayan Kenan Rifâî zeki, akıllı, terbiyeli, fakat yaramaz bir çocuktu. Hocaları tarafından sevildi, takdir edildi. Fransızca’yı kısa zamanda öğrendi. Muallim Nâci, Muallim Feyzi, Recâizâde Mahmud Ekrem ve Zihni Efendi onun bu mektepteki Türk hocalarındandır.
Kenan Rifâî mânevî hasletlerini tevarüs ettiği annesinden ilk terbiyeyi aldı. Annesi onu genç yaşlarında, tekke şeyhliği görevi bulunmayan mürşidi Üveysî-Kādirî Edhem Efendi’nin terbiyesine emanet etti. Öğrenimini Galatasaray Sultânîsi’nde tamamlayan Kenan Rifâî zeki, akıllı, terbiyeli, fakat yaramaz bir çocuktu. Hocaları tarafından sevildi, takdir edildi. Fransızca’yı kısa zamanda öğrendi. Muallim Nâci, Muallim Feyzi, Recâizâde Mahmud Ekrem ve Zihni Efendi onun bu mektepteki Türk hocalarındandır.
Galatasaray’dan mezun olduktan sonra Hukuk
Fakültesi’ne giren Kenan Rifâî bir süre sonra Balıkesir İdâdîsi müdürlüğüne
tayin edildi. On dokuz yaşlarında gittiği Balıkesir İdâdîsi müdürlüğünde on bir
ay kaldı. Bu müddet zarfında bir hocadan mûsiki ve ney dersleri aldı.
Balıkesir’den sonra Adana Maarif müdürlüğüne, ardından sırasıyla Manastır,
Kosova, Üsküp ve Trabzon Maarif müdürlüklerine getirildi. Manastır’da
bulunduğu sırada mânevî bir işaret üzerine Medine’ye gitmek için başvuruda
bulundu. Birkaç yıl bekledikten sonra Medine’de İdâdî-i Hamîdî müdürlüğüne
tayin edildi. Dört yıl kaldığı Medine’de yine mânevî işaret üzerine beldenin
şeyhü’l-meşâyihi, Seyyid Ahmed er-Rifâî neslinden Seyyid Hamza er-Rifâî’ye
hizmet etti. Şeyhi kendisine, “Oğlum, ben mi
senin şeyhinim, yoksa sen mi benim şeyhimsin?” diyerek icâzet ve
hilâfet verdi.
İstanbul’a dönüşünde annesi Hatice Cenan Hanım’ın 1908
yılında Hırkaişerif’te inşa ettirdiği Ümmü Kenan Dergâhı’nda postnişin olarak
irşad faaliyetine başladı. Aynı yıllarda Erkek Muallim Mektebi’nde Fransızca
hocalığı, Tedkîkāt-ı İlmiyye âzalığı, Dârüşşafaka müdürlüğü, Meclis-i Maârif
âzalığı gibi görevlerde bulundu. Bir ara ikinci defa Medîne-i Münevvere’ye
giderek kısa bir müddet kalıp döndü.
1925 yılında tekkelerin kapatılması üzerine mülkiyeti
kendilerine ait olan Ümmü Kenan Dergâhı aile efradı tarafından mesken olarak
kullanılmaya başlandı. Maarif Vekâleti’nden emekliye ayrıldıktan sonra da on üç
yıl Fener Rum Lisesi’nde Türkçe hocalığı yaptı. Soyadı kanununun çıkmasından
sonra Büyükaksoy soyadını alan Kenan Rifâî 7 Temmuz 1950 tarihinde vefat etti.
Merkez Efendi Camii avlusunda şadırvanla kabristan duvarı arasındaki hazîreye
defnedildi.
Çocukları
Aliye Büyükaksoy, mevlidhan hâfız Kâzım Büyükaksoy ve
Kâinat Büyükaksoy’dan (Gürsoy) erkek ve kız torun ve torun çocukları
bulunmaktadır.
Kenan Rifâî’nin XX. yüzyılın ilk yarısında yaşayan sûfîler arasında önemli bir yeri vardır. O tasavvufî görüşlerini tevhid, güzel ahlâk, aşk ve irfan etrafında örmüş; ilim, fikir ve sanat dünyasına birçok insan kazandırmıştır.
Diş Tabâbeti ve Eczâcı mektepleri müdürü Server
Hilmi Bey,
Hattat Aziz Efendi,
Eflâtun, Marc Orel ve Epictetos’un bazı eserlerini
Türkçe’ye tercüme eden felsefe muallimi Semiha Cemal Hanım,
damadı ve diş hekimi Ziya Cemal Büyükaksoy,
romancı ve filoloji doktoru Safiye Erol,
mimar Ekrem Hakkı Ayverdi,
edip, mütefekkir ve mutasavvıf Samiha Ayverdi
talebelerinden birkaçıdır.
Devrin şeyhülislâmlarından Haydarîzâde İbrâhim
Efendi, Nesîmi Efendi ve Abdullah Efendi ile Mısır Keldânî patrik vekili
Âbid Efendi de onun müntesiplerindendir.
Eserleri
1. Muktezâ-yı Hayat (İstanbul 1308). Balıkesir’de
bulunduğu sırada hazırladığı fen ve tabiat bilgisi kitabı mahiyetinde bir
eserdir. Müellif mukaddimede eseri Fransızca kitaplardan tercüme ederek
hazırladığını söyler.
2. Rehber-i Sâlikîn (İstanbul 1327). Tarikat usul ve
âdâbına dair bir risâledir.
3. Tuhfe-i Ken’an (İstanbul 1327). 340 kadar hadisin
ve İmam Bûsirî’nin Ķaśîdetü’l-bürde’sinin yine nazmen tercümesidir. Ayrıca
müellifin bazı ilâhilerini ihtiva etmektedir.
4. Ahmed er-Rifâî (İstanbul 1340). Ahmed Rifâî ve
tarikatı hakkında Türkçe’de yazılmış en geniş eserdir. İçinde müellifin bazı
ilâhileri de bulunmaktadır. Sonuna Ahmed Rifâî’nin elli iki hizbi eklenmiştir.
5. İlâhiyyât-ı Ken’an (İstanbul 1341). Yukarıda adı
geçen iki eserindeki ilâhilerle birlikte diğer şiirlerini ihtiva etmektedir.
Manzumelerin büyük çoğunluğu aruzla yazılmıştır. Sünbül Efendi ve Merkez Efendi
için yazdığı iki manzume Hattat Aziz Efendi tarafından büyük birer levha
halinde yazılmış ve bu zatların sandukalarının baş ucuna konulmuş olup halen
mevcuttur.
Kitabın ikinci kısmında bizzat kendisinin, bestekâr
İzzeddin Hümâyî Elçioğlu ve Muallim Kâzım beylerin bestelediği yetmiş beş kadar
ilâhinin notası verilmiştir. Eserin Yusuf Ömürlü tarafından hazırlanan ikinci
baskısında yeni bestelenmiş bazı ilâhilerle ilk baskıda yer alan ilâhilerin
sadece bestelenmiş olanlarına yer verilmiş (İstanbul 1974), Yusuf Ömürlü ve
Dincer Dalkılıç’ın yaptığı son baskısında ise (İstanbul 1988) günümüz
bestekârlarının bazı bestelerinin notaları ilâve edilerek bestelenmiş eserlerin
notaları ve Kenan Rifâî’nin bütün manzumeleri bir araya getirilmiştir.
6. Şerhli Meŝnevî-i Şerif (İstanbul 1973, 2000).
Mevlânâ’nın Meŝnevî’sinin I. cildinin şerhi olan eser, dergâhtaki mesnevi
derslerinde Ziya Cemal Büyükaksoy, Semiha Cemal ve Samiha Ayverdi gibi
talebelerinin tuttuğu notların daha sonra bir heyet tarafından
karşılaştırılarak bir araya getirilmesiyle oluşturulmuş, derleme bu heyette
bulunan Nihad Sâmi Banarlı’nın kalemiyle günümüz Türkçe’sine kazandırılmıştır.
Mesnevi şerhleri arasında hususi bir kıymeti olan eser çağımızın dinî-tasavvufî
nesir Türkçe’sine güzel bir örnektir.
7. Sohbetler (haz. Samiha Ayverdi, iki cilt, Ankara
1991- 1992, tek cilt, İstanbul 2000). Kenan Rifâî’nin damadı Ziya Cemal
Büyükaksoy’un 1922-1925 yılları arasında dergâhta tasavvuf sohbetlerinden
“Selâmlık Notları” başlığıyla tuttuğu notlar ve Ziya Cemal Bey’in kız kardeşi
Semiha Cemal ile Samiha Ayverdi’nin aile içindeki tasavvuf sohbetlerinden
derlediği notlardan meydana gelmiştir. Ayrıca Ken’an Rifâî ve Yirminci Asrın
Işığında Müslümanlık adlı kitabın sonunda (s. 294-476) Kenan Rifâî’nin
sohbetlerinden derlenmiş bir bölüm bulunmaktadır. Samiha Ayverdi’nin Dost adlı
eseri Kenan Rifâî hakkında yazılmış bir biyografi olup bu kitap da Samiha
Ayverdi ve Semiha Cemal’in sohbetlerden derlediği notları ihtiva etmektedir (s.
57-162).
BİBLİYOGRAFYA:
Samiha Ayverdi - Nezihe Araz, “Birinci Etüd”, Ken’an Rifai ve Yirminci Asrın Işığında Müslümanlık, İstanbul 1951, s. 9- 207; Safiye Erol, “İkinci Etüd”, a.e., s. 208-266; Sofi Huri, “Üçüncü Etüd”, a.e., s. 267-283; Mustafa Tahralı, “Ken’an Rifâî”, Sahâbeden Günümüze Allah Dostları, İstanbul 1996, IX, 440-444; a.mlf., “Ken’an Rifâî (Büyükaksoy)”, TDEA, V, 278-279; Samiha Ayverdi, Dost, İstanbul 1999.
Samiha Ayverdi - Nezihe Araz, “Birinci Etüd”, Ken’an Rifai ve Yirminci Asrın Işığında Müslümanlık, İstanbul 1951, s. 9- 207; Safiye Erol, “İkinci Etüd”, a.e., s. 208-266; Sofi Huri, “Üçüncü Etüd”, a.e., s. 267-283; Mustafa Tahralı, “Ken’an Rifâî”, Sahâbeden Günümüze Allah Dostları, İstanbul 1996, IX, 440-444; a.mlf., “Ken’an Rifâî (Büyükaksoy)”, TDEA, V, 278-279; Samiha Ayverdi, Dost, İstanbul 1999.
Kaynak: İslam Ansiklopedisi KENAN RİFÂÎ yıl: 2002,
cilt: 25, sayfa: 254-255
Mutasavvıf-şair. Mustafa Tahralı
Mutasavvıf-şair. Mustafa Tahralı
Allah Teâlâ Rahmet Eylesin
Şükredelim
Hakk'a ki, Allah diyoruz!
Şâm
u seher her nefes Allah diyoruz.
Lutf u inâyet bilelim hâlimizi,
Lütfedip
Allah bize, Allah diyoruz.
Hazret-i
Peygamber-i zîşân-ı Huda
Oldu
bize her iki âlemde rehâ.
Virdimiz
Allâh u Muhammed'le
Alî,
Aşkını Ken ân kuluna eyle devâ!
Rûh
u cism ü bâtın u zahirsin elhak yâ Resûl!
Hey'et-i
kevn ü mekâna şems-i nursun yâ Resûl!
Nûr-ı
vechinden alır feyz encüm ü şems ü kamer,
Zâde-'ı
rûhundur insanlar cihanda, yâ Resûl!
Çâresizler
destgîri, dertliler dermânısın,
Gafilin
imdâd-resi, biçârenin âmânısın.
Bildiren
sensin Hudâ-yı Zülcelâl’i kullara,
Enbiyâ'nin,
asfiyânın, şahların sultânısın.
Hil’at-i
“Levlâk”i giydin zâhir oldun âleme,
Bu
zuhûrundan vücûd buldu bu varlık, yâ Resûl!
Şânını
vasfeylemek hiç kimseye kabil değil,
Hak
bilir ancak ulüvv-i kadr ü şânın, yâ Resûl!
Genc-i
nimettir kapın dünyâ vü ukbâya hemân,
Sâhib-i
fermân-ı dâreyn sensin ey kenz-i cinân!
Rahmetin
bâbında Ken’ân ahkar u ednâ kulun,
Vuslatından
eyleme bir lahza mehcûr yâ Resûl!
Elâ
ey cümlenin bir mûcidi, bir mübdii Allah!
Elâ
ey kâinâtın muhdisi, bir taptığı Allah!
Vücûd-i
mâsivâ zili ü hayâldir, bî-zevâl sensin,
Hakîkî
bir vücûd ancak Senindir Zülcelâl Allah!
İlâhî
Sen ezelsin, Sen ebed, hem evvel ü âhir,
Ne
varsa cümle Sen, gizli, ayân, bâtın ile zahir!
İlâhî,
en yakın her şey'e Senden gayrı bir şey yok!
Yakın
kendinden artık herkese zâtın Senin, bâhir!
Hakîkat
yâ mecaz hamd ü senâ râci’ sana, Mevlâ!
Senindir
mülk ü ferdâniyyet ü na’mâ ile âlâ'!
Nakayisden,
nakayızdan Seni tenzîh eder gönlüm,
Sana
lâyık sıfatlarla Seni takdîs eder hakka.
Gerek
nefsim gerek Rabbim için ben zulmedip hayfâ,
Elestte
verdiğim ahdi tamâmen etmedim îfâ!
Hukuk-ı
Kibriyâ’na hiç mürâat etmedim heyhat,
Kemâl-i
mârifetle bilmedim ben zâtını asla!
Sana
mahsustur ancak havi ü kuvvet, Kibriyâ, Allah!
Bütün
mevcud Sana medyûn-i şükrandır, Azîz Allah!
irâden
her neye etse taalluk, o olur zâhir,
Bütün
dünyâ değil kadir onun tebdiline, Allah!
Şâh
iken lâhutta ey aşk, sernigûn ettin beni!
Serfirâz
âzâd iken dâim zehûn ettin beni!
Hep
melekler râm idi mahkûm-ı fermanım benim,
Mübtelâ-yı
âh ü feryâd ü cünûn ettin beni!
Ne
füsûn etmiş bana, bak o sipihr-i nîlgûni
Vuslat-ı
canana ancak aşkı etmiş reh-nümûn.
Aşk
elinden ben bugün oldum zelil ü hâksâr,
Olmada
kalbimde gün günden bu aşk her dem füzûn.
Olamam
bir zevke mağlûb, aşk beni etti şikâr,
Lutfunu
her istedikçe çevrin etti âşikâr.
Kanlı,
şanlı, canlı aşkın cevr imiş lutfu hemen,
İsterim
lutfu cemâlin dembedem leyi ü nehâr.
Râh-ı
aşkın cân imiş sermâyesi bi-iştibâh!
Nefsini
kurbân eden cân oldu asl-ı kıble-gâh.
Mushaf-ı
ruhsâr-ı yârin hıfzını etsin nasîb,
Her
dü âlem Ken'an'a tevfîk u te’yîd-i ilâh!
Hak
sûretidir âlem-i imkân ile Âdem,
Bundan
güzeli nerde ki, cennette mi sandın?
Her
yer ne güzel, menba-ı hüsn, insan güzeli!
Sen
de bu cemâli, hurt gılmanda mı sandın?
Her
yerde, fakat ârifin kalbindedir Allah,
Yoksa
sen onu arz u semâvâtta mı sandın?
Dünyâ
diyerek geçme sakın, hurdadır her şey!..
Mîzân
ü sırât'ı mutlaka orda mı sandın?
Cennet
ve duzah, gamm ü sürür, zulmet ile nûr,
Yaptıklarının
gölgesi, hâriçte mi sandın?
Bilgin
sana kıymet, talebin neyse osun sen!
İnsanlığı
sâde yiyip içmekte mi sandın?
Hâlin
ne ise müşteri sen oldun o hâle,
Noksanı
meğer adl-ı İlâhîde mi sandın?
Fikrim
bu benim, virdim ise her lahzada âh!
Sen
âh ı ateş-sûzumu beyhude mi sandın?
Yeniler
her âh İle Ken'ân ahd-i Elest'i,
Ahım
acabâ netimi hâyîde mı sandın?
Açtılar
bâb-ı cinânı eyleyin azm ü şitâb
Etmede
hâzinleri mü'minlere dâim hitâb
Allah
in lutf u selâmı sîzlere olsun karin
Sâhib-i
imân ü takvâ “fedhulûhâ hâlidîn”
Mü'minin
îmânı taklidi ise o bî-gümân
İttikâ
eyler günahtan salih iş işler her an
Ayna-i
ef'âlde sekrân bir temâşâ-ger olur
Cenneti
kulluk, tecellîsi onun esmâ olur.
Ger
yakîni olsa îman, nefs sıfâtından çıkar
İttisâf eyler sıfat-ı Hakk'la, ef’ali atar,
Hem
tecellîsi sıfâttır, cennet-i kalbe geçer
Ayna-i
âyâtta her dem safvet ü ihlâs içer
Olsa
ayni, mü’minin îmânı, kalkar hep hicâb
Bir
sıfat kalmaz ona kesretten hiç bî-irtiyâb
Yok
televvünden eser kendinden o bî-akl u hûş
Cenneti
rûhdur onun, vuslatta zâttan bâde-nûş
Rifâî
Seyyid Ahmed’dir figanım,
Nasıl
onsuz geçer bir dem zamanım!
Mürüvvet
yâ Rifâî, sen emânım!
Hemân
aşkın benim dînim imânım.
Garibim
ben, cüdâ düştüm vatandan,
Eğer
sensiz ise geçtim cihandan,
Ümîdim,
intizârım sen, bu candan
Ayırma
Ken'an'ı senden, Cenân'dan!
Allah
Allah illallah, Muhammed Resûlullah
Seyyid
Ahmede ’r-Rifâî hak veliyyullah!
Ağlasın
gözler, Muharrem geldi, âh kan ağlasın!
Taşsın
hem Dicle, Fırat, Seyhûn u Ceyhun çağlasın!
Titresin
yer gök, boyansın kana cümle kâinât!
Âh-ı
cân-gâhıyla uşşâk kalblerin hep dağlasın!
Cümle
mevcûdâta rahmet gönderilmişken Resûl,
Kaldı
zâlimler elinde Âl ü evlâd-ı Betûl.
Rahmetin
şükrü şekavetse Resûl'ün Âl ine,
Âr
olur insan demek kendine insân-ı cehûl.
Hangi
millet kıydı peygamberinin evlâdına,
Hiç
terahhüm etmeden mâsumların feryâdına?
Bu
münâfık münkirân insan mıdır Allah için?
Sad
hezâr hayf, kâinâtın bu denî cellâdına!
Yirmi
bin hunhâr gelmiş Kerbelâ meydânına,
Ehl-i
Beyt’in bin zulümle kıymak için cânına.
Yirmi
bin hâin! İlâhî, yetmiş iki arslana!..
Hiç
gelen bir müslüman yok, onların imdâdına.
Yetmiş
üç yerden vuruldu, âh Hüseyn-i Müctebâ,
Kan
içinde yerlere düştü habîb-i Mustafâ.
Âh
zâlimler ne iş bu? Bir içim su vermeden
Kıydılar
şâh-ı Hüıseyn'e eyleyip cevr ü cefâ.
Bir
nokta idim, kıldı beni kamet-i Tûbâ,
Giydirdi
elifden beni tâ yâ'ye o Mevlâ.
Ayanda
iken gizlice bir gevher-i yektâ,
Rabbim
beni kıldı ulu bir Kâbe-i ulyâ.
İdrâk-i
maânî ile rûh ufkunu geçtim,
Deryaları,
ummanları yüzmek ile geçtim.
Hangi
yere ben geldi isem aşk ile geldim,
Ol
sikke-i kevneynin özü, cevheri bendim.
Cismim
görerek sen beni gördün mü sanırsın?
Gölgem
bu benim, yoksa sen aslım mı sanırsın?
Eylerse
eğer kendin ayan sen yok olursun!
Bu
perde-i sûretle beni, ben mi sanırsın?
Yâ
Rab, seni hiç bilmeye kadir mi olur ben?
Bilse
bilir ancak Seni Sen, bensiz olan ben.
Ben
kendimi kaybettiğim anda Seni buldum,
Devreyledim
âlemleri, yok var olarak ben.
Neye
beyhude emekler, neye bu sa’y ü emel?
Gelir
elbet başına her ne ise hükm-i ezel!
Geçemez
mürg-i saadet ele dünyâda, muhâl!
Çalışırsın
gece gündüz, tutulur mu bu hayâl?
Dedi
“Lâ râhate fi'd-dünyâ!” Habîb-i Müteâl,
Buna
karşı ne gülünç, ne abes olmaz mı makat?
Geçiyor
cümle gelenler, yine bir bir gidiyor,
Kimi,
devran bu cihetten aceb âzâd ediyor?
Deme,
geldim geleli çekmedeyim ben elemi,
Gele
bir gün ki tahassürle ararsın bu demi.
Neler
oldu, nazar et geçmişe, bak sen rusüle!
Ya
Habîb’ine Hudâ’nın neler etti hazele!
Düşün
evlâd-ı Resûl’e neler oldu, ne hele!
Aman
Allah, ne yaman vak'a-i dil-sûz, ne çile!
Ten-i
âdemdeki can, bil ki edebdirl
Dil
ü çeşm-i beşerin nûru edebdir.
Edebi
olmayan âdem, değil âdem!
Ayıran
âdemi hayvandan edebdir.
Ser-i
İblis'i dilersen eğer ezmek,
Gözün
aç, öldüren iblîs’i edebdir!
Oku
âyâtını Kur’ân-ı Kerîm 'in,
Göresin
cümle maânîsi edebdir!
Ulu
Şemsin sözüdür bu, buna şek yok,
Bizi
makbûl edecek Hakk'a edebdir!
Edebi
eylesin Allah bize tevfik!
İki
âlemde felah, Ken’an edebdir!
Neden
şekva bu nefsinden, reva mı bilmemek kıymet?
Hudâ-yı
Zülcelâl dendir sana, o pek büyük nimet!
Refikindir
sakın hor görme ânı, hoşça kullan sen!
Bilen
nefsin bilir Hakk'ı, nedir hem lezzet-i vahdet.
Nefis
olmazsa mümkin mi yetişmek bâb-ı maksûda,
Ömür
âhir olunca, o sana çektirmez hiç hasret.
Bilip
kadrin onu Hm ü edebden hiç ayırma sen,
Şikâyet
etmesin senden, nasıl mümkinse et hizmet!
Fakat
bu sözlerim terbiyeden sonra olur makbul,
Olur
insan, eden ıslâha nefsin, Ken'an’â, himmet.
Gafil,
ne için usanmıyorsun?
Hâlâ
mı cihâna kanmışın sen?
Hak'dan
da mı hiç utanmıyorsun?
Gafletlere pek de dalmışın sen!
Uslan
ki yeter, yarın hesâb var,
Nîrân-ı
firâkda çok azâb var.
Hep
böyle midir cihan sanırsın?
Elbet
gecenin sabâhı vardır.
Hâlâ
mı daha sen aldanırsın?
Her
uykunun intibâhı vardır.
Dünyâ
ki mahall-i zevk değildir,
Câhil
kalacak mahal değildir.
Mâzî
nerede, gelir mi tekrâr,
Ecdâd
ü akarib ü ahibbâ?
Kalbinde
senin kederle evzâr,
Toprakda
mı sevdiğin eviddâ?
Bir
nebze vefâsı yok fenânın,
Ezcümle
cefâsı çok cihânın.
Öleceğini
düşünerek yaşamak, kalp istirahati,
kalp
zevki verir fakat ölmüş gibi yaşamak,
zevkin
istirahatin kendisidir.
İşte
Mâbudu bilerek ve görerek tapan
ve
onun için yere kapanan baş da
kendinden
ölmüş, hakîkî rahata
ve
istirahate kavuşmuştur.
**
Böyle
benim gibi seven bir vücut toprak olamaz,
belki de ben vücûdumu toprak olmaktan
kurtarmak
için bu kadar seviyorum.
Ben
ölsem bile aşkım asırlara intikal
edecek
kadar kuvvetlidir.
Çünkü
ben de onu başkalarından intikal ettim,
bende
başlayan bir şey değil bu!
Ben
ona, gelmiş geçmiş bütün insanların,
bana
mîras bıraktığı bir ruh zenginliği,
bir
ruh asâleti ile bağlıyım.
Bu
emâneti kendi aşkımla zenginleştirip,
besleyip
gelecek nesillere devredeceğim.
**
Ebedî,
hakîkî aşk, benim kendimi hissettiğim
zamanlardan
beri dünyanın geçici zevkleri ile
aramı
açan ve beni kendimden başkasına
gönül
verdirmeyen mâbudumdur.
Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.
Yorumlar