Print Friendly and PDF

KENAN ER-RİFÂÎ Kaddesellâhü sırrahu’l âlî

Bunlarada Bakarsınız


(d. 1867, Selanik - ö. 1950, İstanbul)
Mutasavvıf-şair. Selânik’te doğdu. Babası, Filibe hânedanından Hacı Hasan Bey’in oğlu Abdülhalim Bey, annesi Hatice Cenan Hanım’dır. Şarkî Rumeli vilâyetlerinde Filibe murahhası olarak görev yapan babası daha sonra İstanbul’a giderek Fatih Hırka-i şerif’te satın aldığı bir konağa yerleşti. Posta Telgraf Nezâreti sicil başmüdürlüğü ve telgraf nâzırlığı görevlerinde bulundu.

Kenan Rifâî mânevî hasletlerini tevarüs ettiği annesinden ilk terbiyeyi aldı. Annesi onu genç yaşlarında, tekke şeyhliği görevi bulunmayan mürşidi Üveysî-Kādirî  Edhem Efendi’nin terbiyesine emanet etti. Öğrenimini Galatasaray Sultânîsi’nde tamamlayan Kenan Rifâî zeki, akıllı, terbiyeli, fakat yaramaz bir çocuktu. Hocaları tarafından sevildi, takdir edildi. Fransızca’yı kısa zamanda öğrendi. Muallim Nâci, Muallim Feyzi, Recâizâde Mahmud Ekrem ve Zihni Efendi onun bu mektepteki Türk hocalarındandır.
Galatasaray’dan mezun olduktan sonra Hukuk Fakültesi’ne giren Kenan Rifâî bir süre sonra Balıkesir İdâdîsi müdürlüğüne tayin edildi. On dokuz yaşlarında gittiği Balıkesir İdâdîsi müdürlüğünde on bir ay kaldı. Bu müddet zarfında bir hocadan mûsiki ve ney dersleri aldı. Balıkesir’den sonra Adana Maarif müdürlüğüne, ardından sırasıyla Manastır, Kosova, Üsküp ve Trabzon Maarif müdürlüklerine getirildi. Manastır’da bulunduğu sırada mânevî bir işaret üzerine Medine’ye gitmek için başvuruda bulundu. Birkaç yıl bekledikten sonra Medine’de İdâdî-i Hamîdî müdürlüğüne tayin edildi. Dört yıl kaldığı Medine’de yine mânevî işaret üzerine beldenin şeyhü’l-meşâyihi, Seyyid Ahmed er-Rifâî neslinden Seyyid Hamza er-Rifâî’ye hizmet etti. Şeyhi kendisine, “Oğlum, ben mi senin şeyhinim, yoksa sen mi benim şeyhimsin?” diyerek icâzet ve hilâfet verdi.
İstanbul’a dönüşünde annesi Hatice Cenan Hanım’ın 1908 yılında Hırkaişerif’te inşa ettirdiği Ümmü Kenan Dergâhı’nda postnişin olarak irşad faaliyetine başladı. Aynı yıllarda Erkek Muallim Mektebi’nde Fransızca hocalığı, Tedkîkāt-ı İlmiyye âzalığı, Dârüşşafaka müdürlüğü, Meclis-i Maârif âzalığı gibi görevlerde bulundu. Bir ara ikinci defa Medîne-i Münevvere’ye giderek kısa bir müddet kalıp döndü.
1925 yılında tekkelerin kapatılması üzerine mülkiyeti kendilerine ait olan Ümmü Kenan Dergâhı aile efradı tarafından mesken olarak kullanılmaya başlandı. Maarif Vekâleti’nden emekliye ayrıldıktan sonra da on üç yıl Fener Rum Lisesi’nde Türkçe hocalığı yaptı. Soyadı kanununun çıkmasından sonra Büyükaksoy soyadını alan Kenan Rifâî 7 Temmuz 1950 tarihinde vefat etti. Merkez Efendi Camii avlusunda şadırvanla kabristan duvarı arasındaki hazîreye defnedildi.
Çocukları
Aliye Büyükaksoy, mevlidhan hâfız Kâzım Büyükaksoy ve Kâinat Büyükaksoy’dan (Gürsoy) erkek ve kız torun ve torun çocukları bulunmaktadır.
 

Kenan Rifâî’nin XX. yüzyılın ilk yarısında yaşayan sûfîler arasında önemli bir yeri vardır. O tasavvufî görüşlerini tevhid, güzel ahlâk, aşk ve irfan etrafında örmüş; ilim, fikir ve sanat dünyasına birçok insan kazandırmıştır.
Diş Tabâbeti ve Eczâcı mektepleri müdürü Server Hilmi Bey,
Hattat Aziz Efendi,
Eflâtun, Marc Orel ve Epictetos’un bazı eserlerini Türkçe’ye tercüme eden felsefe muallimi Semiha Cemal Hanım,
damadı ve diş hekimi Ziya Cemal Büyükaksoy,
romancı ve filoloji doktoru Safiye Erol,
mimar Ekrem Hakkı Ayverdi,
edip, mütefekkir ve mutasavvıf Samiha Ayverdi talebelerinden birkaçıdır.
Devrin şeyhülislâmlarından Haydarîzâde İbrâhim Efendi, Nesîmi Efendi ve Abdullah Efendi ile Mısır Keldânî patrik vekili Âbid Efendi de onun müntesiplerindendir.
Eserleri
1. Muktezâ-yı Hayat (İstanbul 1308). Balıkesir’de bulunduğu sırada hazırladığı fen ve tabiat bilgisi kitabı mahiyetinde bir eserdir. Müellif mukaddimede eseri Fransızca kitaplardan tercüme ederek hazırladığını söyler.
2. Rehber-i Sâlikîn (İstanbul 1327). Tarikat usul ve âdâbına dair bir risâledir.
3. Tuhfe-i Ken’an (İstanbul 1327). 340 kadar hadisin ve İmam Bûsirî’nin Ķaśîdetü’l-bürde’sinin yine nazmen tercümesidir. Ayrıca müellifin bazı ilâhilerini ihtiva etmektedir.
4. Ahmed er-Rifâî (İstanbul 1340). Ahmed Rifâî ve tarikatı hakkında Türkçe’de yazılmış en geniş eserdir. İçinde müellifin bazı ilâhileri de bulunmaktadır. Sonuna Ahmed Rifâî’nin elli iki hizbi eklenmiştir.
5. İlâhiyyât-ı Ken’an (İstanbul 1341). Yukarıda adı geçen iki eserindeki ilâhilerle birlikte diğer şiirlerini ihtiva etmektedir. Manzumelerin büyük çoğunluğu aruzla yazılmıştır. Sünbül Efendi ve Merkez Efendi için yazdığı iki manzume Hattat Aziz Efendi tarafından büyük birer levha halinde yazılmış ve bu zatların sandukalarının baş ucuna konulmuş olup halen mevcuttur.
Kitabın ikinci kısmında bizzat kendisinin, bestekâr İzzeddin Hümâyî Elçioğlu ve Muallim Kâzım beylerin bestelediği yetmiş beş kadar ilâhinin notası verilmiştir. Eserin Yusuf Ömürlü tarafından hazırlanan ikinci baskısında yeni bestelenmiş bazı ilâhilerle ilk baskıda yer alan ilâhilerin sadece bestelenmiş olanlarına yer verilmiş (İstanbul 1974), Yusuf Ömürlü ve Dincer Dalkılıç’ın yaptığı son baskısında ise (İstanbul 1988) günümüz bestekârlarının bazı bestelerinin notaları ilâve edilerek bestelenmiş eserlerin notaları ve Kenan Rifâî’nin bütün manzumeleri bir araya getirilmiştir.
6. Şerhli Meŝnevî-i Şerif (İstanbul 1973, 2000). Mevlânâ’nın Meŝnevî’sinin I. cildinin şerhi olan eser, dergâhtaki mesnevi derslerinde Ziya Cemal Büyükaksoy, Semiha Cemal ve Samiha Ayverdi gibi talebelerinin tuttuğu notların daha sonra bir heyet tarafından karşılaştırılarak bir araya getirilmesiyle oluşturulmuş, derleme bu heyette bulunan Nihad Sâmi Banarlı’nın kalemiyle günümüz Türkçe’sine kazandırılmıştır. Mesnevi şerhleri arasında hususi bir kıymeti olan eser çağımızın dinî-tasavvufî nesir Türkçe’sine güzel bir örnektir.
7. Sohbetler (haz. Samiha Ayverdi, iki cilt, Ankara 1991- 1992, tek cilt, İstanbul 2000). Kenan Rifâî’nin damadı Ziya Cemal Büyükaksoy’un 1922-1925 yılları arasında dergâhta tasavvuf sohbetlerinden “Selâmlık Notları” başlığıyla tuttuğu notlar ve Ziya Cemal Bey’in kız kardeşi Semiha Cemal ile Samiha Ayverdi’nin aile içindeki tasavvuf sohbetlerinden derlediği notlardan meydana gelmiştir. Ayrıca Ken’an Rifâî ve Yirminci Asrın Işığında Müslümanlık adlı kitabın sonunda (s. 294-476) Kenan Rifâî’nin sohbetlerinden derlenmiş bir bölüm bulunmaktadır. Samiha Ayverdi’nin Dost adlı eseri Kenan Rifâî hakkında yazılmış bir biyografi olup bu kitap da Samiha Ayverdi ve Semiha Cemal’in sohbetlerden derlediği notları ihtiva etmektedir (s. 57-162).
BİBLİYOGRAFYA:
Samiha Ayverdi - Nezihe Araz, “Birinci Etüd”, Ken’an Rifai ve Yirminci Asrın Işığında Müslümanlık, İstanbul 1951, s. 9- 207; Safiye Erol, “İkinci Etüd”, a.e., s. 208-266; Sofi Huri, “Üçüncü Etüd”, a.e., s. 267-283; Mustafa Tahralı, “Ken’an Rifâî”, Sahâbeden Günümüze Allah Dostları, İstanbul 1996, IX, 440-444; a.mlf., “Ken’an Rifâî (Büyükaksoy)”, TDEA, V, 278-279; Samiha Ayverdi, Dost, İstanbul 1999.
Kaynak: İslam Ansiklopedisi KENAN RİFÂÎ yıl: 2002, cilt: 25, sayfa: 254-255
Mutasavvıf-şair.
Mustafa Tahralı
Allah Teâlâ Rahmet Eylesin
Şükredelim Hakk'a ki, Allah diyoruz!
Şâm u seher her nefes Allah diyoruz.
 Lutf u inâyet bilelim hâlimizi,
Lütfedip Allah bize, Allah diyoruz.
Hazret-i Peygamber-i zîşân-ı Huda
Oldu bize her iki âlemde rehâ.
Virdimiz Allâh u Muhammed'le
Alî, Aşkını Ken ân kuluna eyle devâ!

Rûh u cism ü bâtın u zahirsin elhak yâ Resûl!
Hey'et-i kevn ü mekâna şems-i nursun yâ Resûl!
Nûr-ı vechinden alır feyz encüm ü şems ü kamer,
Zâde-'ı rûhundur insanlar cihanda, yâ Resûl!
Çâresizler destgîri, dertliler dermânısın,
Gafilin imdâd-resi, biçârenin âmânısın.
Bildiren sensin Hudâ-yı Zülcelâl’i kullara,
Enbiyâ'nin, asfiyânın, şahların sultânısın.
Hil’at-i “Levlâk”i giydin zâhir oldun âleme,
Bu zuhûrundan vücûd buldu bu varlık, yâ Resûl!
Şânını vasfeylemek hiç kimseye kabil değil,
Hak bilir ancak ulüvv-i kadr ü şânın, yâ Resûl!
Genc-i nimettir kapın dünyâ vü ukbâya hemân,
Sâhib-i fermân-ı dâreyn sensin ey kenz-i cinân!
Rahmetin bâbında Ken’ân ahkar u ednâ kulun,
Vuslatından eyleme bir lahza mehcûr yâ Resûl!
 ***
Elâ ey cümlenin bir mûcidi, bir mübdii Allah!
Elâ ey kâinâtın muhdisi, bir taptığı Allah!
Vücûd-i mâsivâ zili ü hayâldir, bî-zevâl sensin,
Hakîkî bir vücûd ancak Senindir Zülcelâl Allah!
İlâhî Sen ezelsin, Sen ebed, hem evvel ü âhir,
Ne varsa cümle Sen, gizli, ayân, bâtın ile zahir!
İlâhî, en yakın her şey'e Senden gayrı bir şey yok!
Yakın kendinden artık herkese zâtın Senin, bâhir!
Hakîkat yâ mecaz hamd ü senâ râci’ sana, Mevlâ!
Senindir mülk ü ferdâniyyet ü na’mâ ile âlâ'!
Nakayisden, nakayızdan Seni tenzîh eder gönlüm,
Sana lâyık sıfatlarla Seni takdîs eder hakka.
Gerek nefsim gerek Rabbim için ben zulmedip hayfâ,
Elestte verdiğim ahdi tamâmen etmedim îfâ!
Hukuk-ı Kibriyâ’na hiç mürâat etmedim heyhat,
Kemâl-i mârifetle bilmedim ben zâtını asla!
Sana mahsustur ancak havi ü kuvvet, Kibriyâ, Allah!
Bütün mevcud Sana medyûn-i şükrandır, Azîz Allah!
irâden her neye etse taalluk, o olur zâhir,
Bütün dünyâ değil kadir onun tebdiline, Allah!
Şâh iken lâhutta ey aşk, sernigûn ettin beni!
Serfirâz âzâd iken dâim zehûn ettin beni!
Hep melekler râm idi mahkûm-ı fermanım benim,
Mübtelâ-yı âh ü feryâd ü cünûn ettin beni!
Ne füsûn etmiş bana, bak o sipihr-i nîlgûni
Vuslat-ı canana ancak aşkı etmiş reh-nümûn.
Aşk elinden ben bugün oldum zelil ü hâksâr,
Olmada kalbimde gün günden bu aşk her dem füzûn.
Olamam bir zevke mağlûb, aşk beni etti şikâr,
Lutfunu her istedikçe çevrin etti âşikâr.
Kanlı, şanlı, canlı aşkın cevr imiş lutfu hemen,
İsterim lutfu cemâlin dembedem leyi ü nehâr.
Râh-ı aşkın cân imiş sermâyesi bi-iştibâh!
Nefsini kurbân eden cân oldu asl-ı kıble-gâh.
Mushaf-ı ruhsâr-ı yârin hıfzını etsin nasîb,
Her dü âlem Ken'an'a tevfîk u te’yîd-i ilâh!
Hak sûretidir âlem-i imkân ile Âdem,
Bundan güzeli nerde ki, cennette mi sandın?
Her yer ne güzel, menba-ı hüsn, insan güzeli!
Sen de bu cemâli, hurt gılmanda mı sandın?
Her yerde, fakat ârifin kalbindedir Allah,
Yoksa sen onu arz u semâvâtta mı sandın?
Dünyâ diyerek geçme sakın, hurdadır her şey!..
Mîzân ü sırât'ı mutlaka orda mı sandın?
Cennet ve duzah, gamm ü sürür, zulmet ile nûr,
Yaptıklarının gölgesi, hâriçte mi sandın?
Bilgin sana kıymet, talebin neyse osun sen!
İnsanlığı sâde yiyip içmekte mi sandın?
Hâlin ne ise müşteri sen oldun o hâle,
Noksanı meğer adl-ı İlâhîde mi sandın?
Fikrim bu benim, virdim ise her lahzada âh!
Sen âh ı ateş-sûzumu beyhude mi sandın?
Yeniler her âh İle Ken'ân ahd-i Elest'i,
Ahım acabâ netimi hâyîde mı sandın?

Açtılar bâb-ı cinânı eyleyin azm ü şitâb
Etmede hâzinleri mü'minlere dâim hitâb
Allah in lutf u selâmı sîzlere olsun karin
Sâhib-i imân ü takvâ “fedhulûhâ hâlidîn”
Mü'minin îmânı taklidi ise o bî-gümân
İttikâ eyler günahtan salih iş işler her an
Ayna-i ef'âlde sekrân bir temâşâ-ger olur
Cenneti kulluk, tecellîsi onun esmâ olur.
Ger yakîni olsa îman, nefs sıfâtından çıkar
 İttisâf eyler sıfat-ı Hakk'la, ef’ali atar,
Hem tecellîsi sıfâttır, cennet-i kalbe geçer
Ayna-i âyâtta her dem safvet ü ihlâs içer
Olsa ayni, mü’minin îmânı, kalkar hep hicâb
Bir sıfat kalmaz ona kesretten hiç bî-irtiyâb
Yok televvünden eser kendinden o bî-akl u hûş
Cenneti rûhdur onun, vuslatta zâttan bâde-nûş

Rifâî Seyyid Ahmed’dir figanım,
Nasıl onsuz geçer bir dem zamanım!
Mürüvvet yâ Rifâî, sen emânım!
Hemân aşkın benim dînim imânım.
Garibim ben, cüdâ düştüm vatandan,
Eğer sensiz ise geçtim cihandan,
Ümîdim, intizârım sen, bu candan
Ayırma Ken'an'ı senden, Cenân'dan!
Allah Allah illallah, Muhammed Resûlullah
Seyyid Ahmede ’r-Rifâî hak veliyyullah!

Ağlasın gözler, Muharrem geldi, âh kan ağlasın!
Taşsın hem Dicle, Fırat, Seyhûn u Ceyhun çağlasın!
Titresin yer gök, boyansın kana cümle kâinât!
Âh-ı cân-gâhıyla uşşâk kalblerin hep dağlasın!
Cümle mevcûdâta rahmet gönderilmişken Resûl,
Kaldı zâlimler elinde Âl ü evlâd-ı Betûl.
Rahmetin şükrü şekavetse Resûl'ün Âl ine,
Âr olur insan demek kendine insân-ı cehûl.
Hangi millet kıydı peygamberinin evlâdına,
Hiç terahhüm etmeden mâsumların feryâdına?
Bu münâfık münkirân insan mıdır Allah için?
Sad hezâr hayf, kâinâtın bu denî cellâdına!
Yirmi bin hunhâr gelmiş Kerbelâ meydânına,
Ehl-i Beyt’in bin zulümle kıymak için cânına.
Yirmi bin hâin! İlâhî, yetmiş iki arslana!..
Hiç gelen bir müslüman yok, onların imdâdına.
Yetmiş üç yerden vuruldu, âh Hüseyn-i Müctebâ,
Kan içinde yerlere düştü habîb-i Mustafâ.
Âh zâlimler ne iş bu? Bir içim su vermeden
Kıydılar şâh-ı Hüıseyn'e eyleyip cevr ü cefâ.

Bir nokta idim, kıldı beni kamet-i Tûbâ,
Giydirdi elifden beni tâ yâ'ye o Mevlâ.
Ayanda iken gizlice bir gevher-i yektâ,
Rabbim beni kıldı ulu bir Kâbe-i ulyâ.
İdrâk-i maânî ile rûh ufkunu geçtim,
Deryaları, ummanları yüzmek ile geçtim.
Hangi yere ben geldi isem aşk ile geldim,
Ol sikke-i kevneynin özü, cevheri bendim.
Cismim görerek sen beni gördün mü sanırsın?
Gölgem bu benim, yoksa sen aslım mı sanırsın?
Eylerse eğer kendin ayan sen yok olursun!
Bu perde-i sûretle beni, ben mi sanırsın?
Yâ Rab, seni hiç bilmeye kadir mi olur ben?
Bilse bilir ancak Seni Sen, bensiz olan ben.
Ben kendimi kaybettiğim anda Seni buldum,
Devreyledim âlemleri, yok var olarak ben.

Neye beyhude emekler, neye bu sa’y ü emel?
Gelir elbet başına her ne ise hükm-i ezel!
Geçemez mürg-i saadet ele dünyâda, muhâl!
Çalışırsın gece gündüz, tutulur mu bu hayâl?
Dedi “Lâ râhate fi'd-dünyâ!” Habîb-i Müteâl,
Buna karşı ne gülünç, ne abes olmaz mı makat?
Geçiyor cümle gelenler, yine bir bir gidiyor,
Kimi, devran bu cihetten aceb âzâd ediyor?
Deme, geldim geleli çekmedeyim ben elemi,
Gele bir gün ki tahassürle ararsın bu demi.
Neler oldu, nazar et geçmişe, bak sen rusüle!
Ya Habîb’ine Hudâ’nın neler etti hazele!
Düşün evlâd-ı Resûl’e neler oldu, ne hele!
Aman Allah, ne yaman vak'a-i dil-sûz, ne çile!

Ten-i âdemdeki can, bil ki edebdirl
Dil ü çeşm-i beşerin nûru edebdir.
Edebi olmayan âdem, değil âdem!
Ayıran âdemi hayvandan edebdir.
Ser-i İblis'i dilersen eğer ezmek,
Gözün aç, öldüren iblîs’i edebdir!
Oku âyâtını Kur’ân-ı Kerîm 'in,
Göresin cümle maânîsi edebdir!
Ulu Şemsin sözüdür bu, buna şek yok,
Bizi makbûl edecek Hakk'a edebdir!
Edebi eylesin Allah bize tevfik!
İki âlemde felah, Ken’an edebdir!

Neden şekva bu nefsinden, reva mı bilmemek kıymet?
Hudâ-yı Zülcelâl dendir sana, o pek büyük nimet!
Refikindir sakın hor görme ânı, hoşça kullan sen!
Bilen nefsin bilir Hakk'ı, nedir hem lezzet-i vahdet.
Nefis olmazsa mümkin mi yetişmek bâb-ı maksûda,
Ömür âhir olunca, o sana çektirmez hiç hasret.
Bilip kadrin onu Hm ü edebden hiç ayırma sen,
Şikâyet etmesin senden, nasıl mümkinse et hizmet!
Fakat bu sözlerim terbiyeden sonra olur makbul,
Olur insan, eden ıslâha nefsin, Ken'an’â, himmet.

Gafil, ne için usanmıyorsun?
Hâlâ mı cihâna kanmışın sen?
Hak'dan da mı hiç utanmıyorsun?
 Gafletlere pek de dalmışın sen!
Uslan ki yeter, yarın hesâb var,
Nîrân-ı firâkda çok azâb var.
Hep böyle midir cihan sanırsın?
Elbet gecenin sabâhı vardır.
Hâlâ mı daha sen aldanırsın?
Her uykunun intibâhı vardır.
Dünyâ ki mahall-i zevk değildir,
Câhil kalacak mahal değildir.
Mâzî nerede, gelir mi tekrâr,
Ecdâd ü akarib ü ahibbâ?
Kalbinde senin kederle evzâr,
Toprakda mı sevdiğin eviddâ?
Bir nebze vefâsı yok fenânın,
Ezcümle cefâsı çok cihânın.

Öleceğini düşünerek yaşamak, kalp istirahati,
kalp zevki verir fakat ölmüş gibi yaşamak,
zevkin istirahatin kendisidir.
İşte Mâbudu bilerek ve görerek tapan
ve onun için yere kapanan baş da
kendinden ölmüş, hakîkî rahata
ve istirahate kavuşmuştur.
**
Böyle benim gibi seven bir vücut toprak olamaz,
 belki de ben vücûdumu toprak olmaktan
kurtarmak için bu kadar seviyorum.
Ben ölsem bile aşkım asırlara intikal
edecek kadar kuvvetlidir.
Çünkü ben de onu başkalarından intikal ettim,
bende başlayan bir şey değil bu!
Ben ona, gelmiş geçmiş bütün insanların,
bana mîras bıraktığı bir ruh zenginliği,
bir ruh asâleti ile bağlıyım.
Bu emâneti kendi aşkımla zenginleştirip,
besleyip gelecek nesillere devredeceğim.
**
Ebedî, hakîkî aşk, benim kendimi hissettiğim
zamanlardan beri dünyanın geçici zevkleri ile
aramı açan ve beni kendimden başkasına
gönül verdirmeyen mâbudumdur.


































Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.

Benzer Yazılar

Yorumlar