[FÜTÛHÂT-I MEKKİYYE'NİN] KIRK BEŞİNCİ KISMI
Rahman
ve Rahim Olan Allah Teâlâ’nın Adıyla
FASIL
İÇİNDE VASIL
Ramazan Ayı Namazı
Rasûlullâh
sallallâhü aleyhi ve sellemin şöyle buyurduğu rivayet edilir: ‘İnanarak ve sevabını Allah
Teâlâ’dan umarak Ramazan ayını geçirenin geçmiş günahları affedilir.’
Ramazan’ın namazı teşvik edilmiştir ve ‘teravih’ diye isimlendirilmiştir.
Başka bir adı ise, ikişer rekâtlarla kılındığı için ‘ışfa’ (çiftleme)’
namazıdır. Bilginler, Ramazan’da insanların kılacakları rekâtların sayısı
hakkında görüş ayrılığına düşmüştür: Acaba en uygun sayı hangisidir? Çünkü bu
konuda kesin bir ifade yoktur. Bazı bilginler* vitir namazının dışında yirmi
rekâtı benimsemiş, bazı bilginler ise otuz altı rekâtı uygun görmüştür. Vitir
de üç rekâttır. İlk neslin benimsemiş olduğu bu düşünce, geçmiş uygulamadır.
Benim bu konudaki görüşüm, bir sınırlamanın olamayacağıdır. Sınırlama
olacaksa, o da Rasûlullâh sallallâhü aleyhi ve selleme uymaktan kaynaklanır.
Çünkü Rasûlullâh sallallâhü aleyhi ve sellem’in ne R.amazanda ve ne başka bir
zamanda on üç rekâta hiçbir şey eklemediği sabittir. Fakat Rasûlullâh
sallallâhü aleyhi ve sellem, namazı uzunca ve güzelce kılardı. İşte Ramazan
nafilesini kılmak ile Peygamberin sünnetine uymayı birleştirmek için benim
tercih ettiğim görüş budur. Rasûlullâh sallallâhü aleyhi ve sellem şöyle
buyurur: ‘Sizin için Allah Teâlâ’nın peygamberinde güzel
örnek vardır.’95 .
Batınî Yorum
Ramazan
Allah Teâlâ’nın isimlerinden biridir. Bu ayda nafile
namaz kılmak, bu durumdan kaynaklanır. Çünkü geldiğinde, o isim için ayağa
kalkmak zorunludur. Allah Teâlâ şöyle buyurur: ‘O gün insanlar âlemlerin rabbinin
karşısında ayağa kalkar.’96
Ramazan ise, Allah Teâlâ’nın bir ismidir. Arif, bu mübarek aya tahsis edilmiş
isme hürmet için teravih namazı kılar. Arif, teravih kılarken bunu düşünür.
Bunun
yanı sıra, Hakkın sadece bu aya özgü bir hükmü vardır. O da, Allah Teâlâ’nın
kullarına orucu farz kılmasıdır. Oruç, insanın yemekten, içmekten cinsel
ilişkiden ve dedikodudan uzak durmasını sağlayan ‘samedani (hiçbir şeye muhtaç
olmamak)’ bir niteliktir. Bunlar, kulun kendileriyle oruçluyken nitelendiği
ilahi niteliklerdir. Gece olduğunda ise, kul gündüz nitelendiği özellikleriyle
Hakkın önünde ayağa kalkar. Yoksul ve beslenen bir kul olduğunu anlayıp
gündüzün uzak durduğu şeylerden gerçek anlamda uzak durmadığını öğrenmesi için
iftar vaktinde teravih kılması kula emredildi. Bu nitelikler, Allah Teâlâ’nın
doğanın hükmünden münezzeh olması gibi nitelikleriyle ahlaklanırken dikkatini
çekmek üzere kula geçici olarak ilişmiştir. Bu nedenle kutsi bir hadiste Allah
Teâlâ, insanoğlunun her ameli kendisine ait iken orucun kendisine ait olduğunu
bildirmiştir. Adeta Allah Teâlâ şöyle der: Ey kulum! Yemekten, içmekten ve
cinsel ilişkiden uzak durmak -sana değilbana ait bir özelliktir. Çünkü ben,
kendi başına var olanım. Varlığımı koruyacak bir koruyucuya muhtaç değilim.
Sen ise, varlığını koruyacak bir koruyucuya muhtaçsın. O da benim. Bunun için
senin adına gıdayı yarattım, seni ona muhtaç yaptım. Bunun amacı, muhtaç
olduğun kesinleşsin diye, varlığının koruyucusunun ben olduğuma dikkatini
çekmektir. Muhtaç olmana rağmen taşkınlık yaptın, zörbalaştın, büyüklendin ve
böbürlendin. Hemcinslerine ‘Ben sizin en büyüle rabbinizim, sizin için benden
başka bir Rab tanımıyorum’ dedin. Ben, ben, ben! Bunu iddia ederken acıkmak,
susamak, küçük-büyük abdest yapmak, sıcaklık, soğukluk ve geçici acılarla
üzülmekle rezil olmaktan utanmadın. Ey Ademoğlu! Sa-
na
üç bela veriyorum: Yoksunluk, hastalık ve ölüm. Bununla beraber sen,
metanetlisin!
’
Öyleyse Ramazan ayında namaz kılmak, Allah Teâlâ’ta namaz kılmak demektir.
Zarfı Allah Teâlâ olan kişi, O’nun her şeyi ihata ettiğini bilmelidir. Zarf
olmak bu demektir. Dolayısıyla, kimsenin O’nun dışında kalması mümkün değildir.
O’nun Ramazan içinde seni ihata etmesi, zorunlu kulluğunda senin adına bir farz
belirlemesi yönüyle şereflendirme ve tenzih anlamı taşır. Bu farzın nedeni,
sana ait olan değil, kendisine yaraşan bir şeyle nitelenmeni sağlamaktır. O
da, ömrünün yarısını teşkil eden gün boyunca beslenmekten ve kadınlarla cinsel
ilişkiden uzak durmaktır. Sonra geceye ulaşarak, beslenme ve cinsel ilişkiden
münezzeh Rabliğinden yaratılışın gereği olan kulluğa dönersin. Bunların hepsi
Ramazan’dır.
Ramazan
içindeki durumun ‘Namazı kendimle kulum arasında böldüm, yarısı benim, yarısı
kullunundur1 ifadesinde belirtildiği gibi namazdaki durumun gibidir.
Allah Teâlâ Ramazan’ı da kuluyla kendisi arasında ikiye bölmüştür. Yarısı Allah
Teâlâ’ya aittir. Bu durum ‘Oruç benim içindir’ ifadesinde belirtilir. Sözü
edilen, gündüzdür. Diğer yarım ise kula aittir. O da oruç yasağının kalktığı
gece vaktidir. Rasûlullâh sallallâhü aleyhi ve sellem, namaz hakkında şöyle
der: ‘Namaz nurdur.’ Oruç hakkında da ‘Oruç aydınlıktır’ buyurur. Aydınlık, nur
demektir. Allah Teâlâ ‘Güneşi ziya yapmıştır597
buyurduğu gibi başka bir ayette ‘Güneşi bir lamba (sirac) yapmıştır’98
der. Aradaki bu benzerlik nedeniyle Ramazan gecesinde namaz kılmak gerekmiş,
(kul ile Allah Teâlâ arasında gerçekleşen) bölünme ve (her ikisinin) ışık
olmada oruç ile namaz arasındaki ilişki nedeniyle teşvik edilmiştir. Namazıyla
birlikte orucun gecesi orucuyla birlikte gündüz gibidir. Böylece gündüz
vasıtasıyla onunla birleşir, geceyle ise, O birlenir. Nitekim bir mısrada
şöyle dedik:
, Niyetlerimiz doğru olduğunda
Sırlarda
bir oluruz - -
Azimet,
niyet demek olduğu gibi geceden niyet etmek orucun şartıdır. Biz oruçluyken Hakk
ile beraberiz. Belkıs (Asıfın göz açıp kapatmadan getirdiği) tahtı hakkında
şöyle demişti: ‘Sanki oydu.’ Hâlbuki gördüğü taht kendi tahtıydı. Belkıs’ın
bilgisizliği, benzetme edatını ifadesine kattığı gibi insanın bilgisizliği de
ona cben oruçluyum’ dedirtir. Beslenen kişi nasıl oruçlu olabilir
ki? Yazık! Allah Teâlâ ona şöyle demişti: ‘Oruç bana aittir, sana değil.’
Böylece oruç tutma iddiasını insandan uzaklaştırdığı gibi Belkıs’tan da gördüğü
tahtı kendi tahtına ‘benzetmesini’ ortadan kaldırmıştır. Ardından Belkıs,
gördüğü tahtın kendi tahtı olduğunu anlamıştır. İşte şu mısranın anlamı budur:
Niyetlerimiz
doğru olduğunda ' Sırlarda bir oluruz '
‘Oruç
tutan insandır’ dersen doğru söylemiş olacağın gibi ‘oruç insana değil Allah
Teâlâ’ya aittir’ dersen, yine doğru söylemiş olursun. Bir olmanın yegâne
anlamı, bir olan iki şeyden her birine dönük nispettir. Bu esnada, yine de her
birisi bir olmanın kendisinde diğerinden farklıdır. Dolayısıyla ‘o odur’
(denilebileceği gibi) ‘o, o değildir’ (de denilebilir). Nitekim biz de bir
mısramızda şöyle demiştik:
Ben, ben
değilim, ben o da değilim
Ben
kimim, o kim?
Ey O! De
ki, sen bensin
Ey ben, O
sensin.
Hayır! Ben, ben değilim .
Hayır! O da O değildir
O ‘O’ olsaydı, bakmazdı
Gözlerimiz Onunla O’na .
Varlıkta bizden başkası yok '
Ben O’yum, O da O '
Bizim için bizimle olan kim? ;
O’nunla
O’na ve O’nun için olan gibi?
Bize
bildirildiği üzere, Allah Teâlâ’nın kendisine kavuşmayı oruçlunun iftarına
benzeterek şöyle dediğini gördük: ‘Oruç tutanın iki sevinci vardır: Birincisi
orucunu bozduğundaki sevincidir.’ Çünkü iftar, onun bedeninin gıdasıdır ve o
insanı perdeleyen gıdadır. Çünkü gıdayı veren, gerçekte Allah Teâlâ’dır. ‘Bir
de Rabbine kavuştuğuna sevinir.’ Bu da, onun bekasını sağlayan gerçek gıdadır. Allah
Teâlâ, bu iki sevinci oruçluya vermiştir. Bu ise, perdeli olarak ve perdenin
kaldırılışı esnasındaki sevinçtir. Böylece somunun (ekmek) şerefine katıldık.
Çünkü ekmek bize göre alışık olunan gıdadır ve şeldi de daireseldir. Daire,
şekillerin en üstünüdür. Böylece başka bir besini değil, ekmek somununu zikre
tahsis ettik. Allah Teâlâ’nın insana amade kıldığı şeylerde kendi yönünü söyledik
ki, ona ulaşabilesin. Her canlı, hiç kuşkusuz, hatta dile gelmeyen her varlık
bile kendi gıdasını ister. Bu konuda şu mısrayı söyledik:
Arzulu bir şekilde yürüyen birini görürsen
Anla
ki ekmek peşinedir bu gidiş .
AUah ekmeği bir perdeye çevirdi
el-Müheymin
ve el-Latif isimlerine , .
‘ >
İnsanlar onunla ve onun uğruna alış veriş yapar ,
• . .
Latiflerin
ve kesiflerin ruhları. .
Unsurların ve yaratıkların oluşturulması
Mağaralarda madenlerin yaratılması
. Ağır
gemilerin yürümesi . .
Şiddetli rüzgarların savurduğu engin dalgalarda
■ . Tehlikeleri
ve sarsıntıları aşarak Qıep ekmeğe doğrudur).
. .
Canlılar meşakkatle ona doğru yürür .
. ,
; Ekmeğin
şerefindendir ki Allah Teâlâ
Değerli
ve değersizler için yemin etmiştir ona ' -
Bir
kere mahrum kalsalar, sıkıntıya düşer canlılar .
. •
. " •1 ' İyilik
sahibi er-Rauf ve el-Bir’in izninden. ' .
Ekmek uğruna namaz kılar, oruç tutar ve mübah sayarlar
Kafirlerin kanını, bazen de masum insanlannkini.
Ayaklılar
kadar kuşlar da ekmeğe uçar , .
; . .
Güçlü zayıfla birlikte koşar ekmeğe: .
.
\ : Hiç kuşkusuz uğruna çalışılan küçük
büyük her ne ise !
"
: Gerçekte
ekmektir onlardaki esas neden • • : ’ .
. ! iyice düşünürsek, sanki , ’ ‘
' :
’
Düşünceyi üreten harflere benzer ekmek. .
O, kuşkusuz bir cömertliktir
Ah, bu zarif cömertliğe olan
arzum!
Seni feda ettim! Ekmekte
açık bir sır vardır
Eski ve yeni dönemden. . .
Sözümün doğruluğunu inkar edenlere de: .
Anlamadınız bu ince anlamı , .
’ .
Allah Teâlâ onu bir bedele
çevirmedi mi?
. İnatçıların burnu sürtünse de, kendisini görmenin
bedeli, r
Namaz
kılanın Ramazan ayında kıldığı namazındaki niteliği, bu ismin ve zamanın
üstünlüğü nedeniyle, en üstün nitel üçlerdir. Allah Teâlâ, farz namazın
dışında, kulun gece namaz kılmasını gündüz oruç tutmasının yerine koymuştur.
Bu durum, kuluna dönük bir rahmet ve hafifletmedir. Rasûlullâh sallallâhü
aleyhi ve sellem, farz kılınmasın diye teravihi sahabesine kıldırmaktan
çekinmişti. Teravih onlara farz lcılınsaydı, ona sebat gösteremez ve gerektiği
gibi ona güç yetiremezlerdi. (Farz olsaydı) Teravih namazını kılma direnci
gösterenler ise, genellikle onu kötü ve eksik bir şekilde kılardı: Allah Teâlâ’yı
namazda çok az zikreder, rüku ve secdeyi tam yapmaz, ayetleri düzgün bir
şekilde okumazlardı. Onu bir imamın etrafında toplanarak bu şekliyle
düzenleyen ise, insanların bu gün yaptıkları gibi düzenlememiştir. İnsanların
bu gün kıldığı namaza benzer bir namaz için Rasûlullâh sallallâhü aleyhi ve
sellem bir adama şöyle demiştir: ‘Dön, tekrar namaz kıl, çünkü sen namaz
kılmadın.’ Öyleyse kılınması sünnet olan ve teşvik edilmiş Ramazan teravihini
kılmaya niyetlenen kimse, Şari’nin farz namazları kılmayı emrettiği gibi,
dingin bir şekilde huşuyla, ağırbaşlılıkla ve okunanı düşünerek namaz kılmalıdır.
Aksi halde, kılmamak daha iyidir. Rasûlullâh sallallâhü aleyhi ve sellemin
yaptığı gibi teravihin gecenin başında kılınması, yarısında veya üçte birinde
kılınmasından daha iyidir. Ayrıca, diğer nafilelerden farklı olarak, camide
kılınması evde kılınmasından daha iyidir. Rasûlullâh sallallâhü aleyhi ve
sellem, üzerlerine farz olur da onlar yerine getiremez ya da tembellik yaparlar
diye, ümmetine merhametinden dolayı teravihi kılmamış ve evine gitmiştir. Allah
Teâlâ, peygamberi hakkında şöyle buyurur: ‘Biz seni âlemlere rahmet olarak gönderdik.’99 Başka
bir ayette ise ‘Müminlere karşı merhametlidir’lon
buyrulur. Gece namazının ikişer rekâda kılınacağı bir hadiste bildirildiği
gibi teravih namazı da ikişer rekât kılınır.
Güneş ve Ay tutulması İçin namaz
Kılmak (Küsuf Namazı)
Bu
namaz, bilginlerin görüş birliğiyle sünnettir
ve cemaatle kılınır. Bilginler, bu namazın niteliği, namazdaki okumanın tarzı
ve caiz olduğu vakitler hakkında görüş ayrılığına düşmüştür. Ayrıca, hutbenin
şart olup olmadığı; Ay tutulduğunda kılınan namazın güneş tutulmasındaki namaz
gibi mi olduğu hususunda görüş ayrılıkları vardır.
Namazın
niteliği hakkındaki görüş ayrılığına gelirsek, bu konuda Rasûlullâh sallallâhü
aleyhi ve sellemden güvenilir olan ya da olmayan farklı rivayetler aktarılmıştır.
Her rivayeti kabul eden bir grup vardır. Kim hangi rivayeti esas alarak
namazını kılarsa caizdir. İkişerli kılınan on rekât ile ikişerli | sekiz rekât
veya; ikişerli kılınan altı rekât ve ikişerli kılınan dört rekât arasında
serbesttir. Dilerse -nafilelerde adet olduğu üzereikişerli rekât-' j larla
tutulma kalkıncaya kadar kılar, dilerse -güneş açılıncaya kadaryaj karış ve
huşu ,içinde Allah Teâlâ’ya dua eder. Güneş açıldığında ise, Allah Teâlâ’ya j
şükretmek için iki rekât kılar ve ayrılır.
Bana
göre, bu rivayete göre hareket etmek daha yerindedir. Çünkü böyle yapmak, bir
yandan Hakk’ın mertebesine hürmeti içerdiği gibi öte yandan o namazı kılan
ümmete rahmeti içerir. Çünkü onlar, gafletin ve tembelliğin kendilerini istila
etmesi nedeniyle, namazın gereği olan bilinç ve saygı gibi şartları yerine
getiremezler. Belki de namaz kılan kişi, günahkâr olur ve bunun farkına varmaz.
Yahut, bu ibadet ona ağır gelir ve ondan uzak durur. Bu nedenle, namaz
kılmaksızın dua etmeyi daha [üstün saydık. Böyle yapmak, insanların hakkında
daha güvenlidir. Alâ b. Ziyad tutulma namazını kılardı. Başını secdeden
kaldırdığında güneşe bakardı: Açılmışsa secde eder, açılmamışsa ikinci kez
rüluıya gidinceye kadar ayakta dururdu., Başını rükudan kaldırdığında tekrar
güneşe bakardı. Güneş açılmışsa secde eder, yoksa ayağa kalkar ve sonra rükuya
giderdi. Güneş açılıncaya kadar böyle devam ederdi.
Batınî Yorum
Tutulma,
Allah Teâlâ’nın' kendisiyle kullarını korkuttuğu
ayetlerinden bir ayettir. Tıpkı diğer yaratılmış ayetler gibi, güneş ve ay
tutulduğunda sünnet olan, insanların namaza koşmasıdır. Diğer ayedere örnek
olarak depremleri, şiddedi karanlık ve rüzgarın alışık olmadık şekilde esmesini
verebiliriz. Rasûlullâh sallallâhü aleyhi ve sellem’e tutulmanın mahiyeti sorulmuş,
o da şöyle yanıt vermiştir: ‘Allah Teâlâ bir şeye tecelli ettiğinde, o şey
kendisine boyun eğer.’ Bu hadis, rivayet yoluyla güvenilir olmasa bile, anlam
bakımından doğrudur. (Hadiste böyle denilse bile) bize göre tecelli
süreklidir. İnsanların bu sürekliliği bilmeyişi, böyle söylemelerine ya da
bilgisizlikleri nedeniyle kendilerine böyle söylenilmesine yol açmıştır.
Adetin aşılması, bilhassa bu durumun bilinmesiyle ilgilidir. Nitekim (peygamberin
elinde tuttuğu taşların Hakkı tespih ettiğiyle ilgili rivayette) âdetin
aşılması, taşların tespihini duyanların kulaklarında gerçekleşmişti, yoksa
taşlar sürekli Hakkı tespih ediyordu zaten. Nefislerin sadece olağanüstü
ayetler karşısında coşacağı ve heyecanlanacağı kuşkusuzdur. İlahi ayetlerin bir
kısmı alışık olunan, bir kısmı ise alışık olunmayanlardır. Alışık olunan
ayetler hakkında Kur'an-ı Kerîm’de pek çok ifade vardır. Örnek olarak ‘O'nun ayetlerindendir...’
ifadesini verebiliriz. Ardından alışık durumları ve olayları zikreder. Sonra
şöyle der: ‘Bu konuda ayeder vardır.’ Fakat insanların çoğunluğu, adet
işlediği içüı ve gaflet kendilerine baskın gelip bilinçten yoksun kaldıkları
için, başlarını bu ayedere kaldıramazlar. Güneş ve ayın tutulmasının sebebi
biliniyordu. Bilinmeyen ise, onun ilahi bir tecelliden kaynaklandığıydı. Bu
ise, ya peygamber ya da keşif sahibi bir ariften öğrenilebilir .
Allah
Teâlâ tutulmayı unsurlar âleminde oldüğu kadar tutulmanın gerçekleştiği âlemde
ve zamanda var edeceği şeyler için bir ayet yaptı. Çünkü bazen güneş gece
tutulur ve onun bizde bir etkisi olmaz. Fakat tutulmanın kendisinde gerçekleştiği
burca göre hadise gerçekleşir. Bu, kesin bin bilgidir; Başka bir ifadeyle,
güneşin tutulması hakkındaki bilgi kesin bir bilgidir, fakat Allah Teâlâ’nın bu
olayda ya da bu olay vesilesiyle meydana getirdiği şey ise bilinemez. Tutulma
bir yerde başka bir me-
kana
göre daha fazla olabileceği gibi bir mekanda olup başka bir yerde olmayabilir.
Bir yerde başlayıp başka bir mekanda başlamaz ve olduğu halde kalır. Bu konunun
bilginleri bu durumu bilir. Çünkü güneşin tutulması, uzmanlarınca bilinen ve
sayılan hareketlere racidir.
Güneş
tutulması, etrafındaki aydan kaynaklanır. Ayın paralelinde bulunduğu ölçüde
güneş gözlerimizden gizlenir. Dolayısıyla güneşte görülen gölge, ayın cismidir.
Bazen ay güneşin bütününü perdeler. Bu durumda hava kararır ve sadece ayın
cismi görülür. Bazen sıradan insanlar, görünenin güneşin zatı olduğunu
zanneder, hâlbuki güneş, Allah Teâlâ kendisini dürünceye kadar aydınlıktır. Bu
nedenle, onun tutulma vaktini ve ne kadar tutulacağını arifler, yıldızların
hareketinden öğrenir. Güneş tutulması, Arap aylarının sonunda gerçekleşir. O
esnada ay, güneş ışınlarının kendisini gizleme ve göstermesiyle karşı
karşıyadır. Hesap güneş ile ayın paralel olduğunu verirse, bize göre hiç
kuşkusuz, tutulma gerçekleşir. •
Ay
tutulması ise, yeryüzünün gölgesinin ay ile güneş arasına girmesiyle gerçekleşir.
Yeryüzünün gölgesi ay ile güneşin arasına girdiği ölçüde, tutulma o yerde
meydana gelir ve bu sayede de bilinir. Ayın tutulmasını bilmedeki hata son
derece azdır. Ay tutulmasının nedeni bu olmasaydı bilinemezdi. Çünkü geçici
durumlar, kullarından dilediği birinin diliyle Allah Teâlâ’nın bildirmesiyle
bilinebilir. Bize göre tutulmalar, geçici şeylerdir. Yoksa onlar, Allah
Teâlâ’nın ‘her göğe emrini vahyetti’ dediği esnada ona düzenlediği şeyler
arasında yer almazlar. Süregelen durumlar ise, kökleri üzerinde sabittir ve
yıkılmazlar. O kökleri bilenler, geçici durumları da bilir. Onlar, alışık
olunan şeylerdir ve Allah Teâlâ tarafından yerleştirilmişlerdir
(vadedilmişlerdir). Bu konumlandırma alda göre olmadığı gibi bu düzenleme de
doğal değildir. Bu nedenle, onlarda adetin aşılması mümkündür. Dayandığı aslı
yıkıncaya kadar, asla dayanan her şeyde durum [böyledir. Bu konuda irade Allah
Teâlâ’ya aittir ve ‘Önce ve sonra emir O’nundur.’
Bu
nedenle müneccimin verdiği hüküm için ‘bilgi’ denilemez. Çünkü onun yargısını
dayandırdığı esaslar Allah Teâlâ tarafından konulan ve ‘her şeyi bilen’ hikmet
sahibinin düzenlediği şeylerdir. Adet, ona göre sürmüştür. Onlar, kendilerinden
dolayı böyle değillerdir. Bir şey başkası tarafından konulmuşsa, onun ortadan
kalkması mümkündür. Çünkü onları koyan, hakkında bilgimizin olmadığı belirli
bir süreye kadar onları koymuş olabilir. Dolayısıyla, var saydığımız herhangi
bir zamanda konulmuş şeylerin ve durumların başkalaşması mümkündür. Başkalaşma
olmazsa, bu da o şeyin kendinden değil, onu koyanın iradesinden kaynaklanır.
Böyle
bir durumdaki şeyin gerçekleştiğini söyleyen kişi, o şey gerçekleşse bile,
kesin bir bilgiye dayanmaz. Çünkü onları koyanın nefsinde neyin bulunduğu iki
açıdan bilinebilir: ya içindeki şeyi kendisi bildirir -ki o doğru sözlüdürya
da o şey ortaya çıktıktan sonra bilinir. Böylece, o sebebi ortaya koyanın
nefsinde bulunmadan böyle bir şeyin meydana gelmeyeceği anlaşılır. (Sebepleri)
koyan, Allah Teâlâ’dır. O halde, bilgili mümin böyle bir durumda şöyle der: ‘Allah
Teâlâ, düzeni bulunduğu hal üzere sürdürür ve onun menzillerdeki yürüyüşünü
kendi ölçüsünde bırakarak düzenindeki adeti aşmazsa, söylediğimiz bu şey
kaçınılmaz olarak gerçekleşir.’ Bu nedenle müneccimin sözünün kesin bilgi
olduğu reddedilir. Bu ve benzeri konularda elde edilen bilgiler, peygamber ve
başkalarının (velilerin) payıdır.
Ayın
ışığı güneşten kazanıldığı için iman ve keşif, nurunu Allah Teâlâ’dan almada
nefse benzemiştir. Nefs yetkinleşip karşılıklılık (mütekabiliyet) halindeyken
-ki o dolunay gecesidirtecelli doğru bir şekilde gerçekleştiğinde doğasına
yönelebilir. Böylece doğasının karanlığı kendisinde ortaya çıkar. Bu karanlık,
nefis ile Allah Teâlâ’dan gelen bilgi ve iman nuru arasında bir perde haline
gelir. Bu durum, yeryüzünün nefs mesabesindeki ay ile güneşin ışığı arasına
girmesine benzer. Nefs doğasına baktığı ölçüde ilahı iman nurundan perdelenir.
Nefsin tutulma hali budur.
Güneşin
tutulması ise aldın tutulmasıdır. Çünkü Allah Teâlâ, aklı kendisinden
aldıklarını öğrensin ve aldetsin diye yarattı. Bu durumda ay konumundaki nefs,
akıl ile en-Nur ismi yönünden bilgi aldığı Hakkın arasına girer. Haktan bilgi
almak, en-Nur isminin yeryüzüne nispetinden kaynaklanır. Allah Teâlâ şöyle
buyurur: ‘O, göklerde ve yerde
ilah olandır Başka bir ayette ise ‘0,
gökte ve yerde ilah
olandır’102
buyrulur. Akıl yeryüzünde bulduğu şeyin bilgisini Haktan öğrenmek ister. Bunun
üzerine nefis, akılla yeryüzünde bujduğu şeyin arasına arzularıyla girerek
yeryüzünde neyi yaratacağı hakkında artık Allah Teâlâ’ya bakmaz. Yeryüzü,
cisim âlemi demektir. Böylece akıl, hayvani ve şehvet kaynağı nefsin perdelemesiyle
perdelenir. Bu ise, güneşin tutulmasına benzer. Dolayısıyla onu bu durumdaki
kişilerin gözleri algılayamaz. Akıl, cisimler âleminin perde olması ölçüsünde Allah
Teâlâ’yı bilmekten mahrum kalır. Bu nedenle Allah Teâlâ, kendisiyle konuşmaya
yönelmeyi emretmiş ve onu ‘tutulma namazı (küsuf)’ diye ifade etmiştir. Ayrıca
bu perdenin ortadan kalkması için duayı farz kılmıştır. Çünkü perde, kendisine
kemalin gerektiği bir durumda bilgisizlik ve uzaklık demektir. Bu nedenle
tutulma, iki ışık kaynağının yetkinliği esnasında olabilir. Ayda tutulma
dolunay gecesinde gerçekleşir. Dolunay, onun bize bakan yönden ışığı almadaki
yetkinlik vaktidir. Güneşin tutulması ise, bütün felek menzillerinde ayın
dönüşünün yirmi sekizinci gününde gerçekleşir.
Ay
dönüşünü tamamlayıp başka bir yönden güneşin karşısında bulunmak, böylece
ruhlar âleminde de ondan tam olarak ışık almak ister. Nitekim daha önce on
dördüncü gecede aşağı cisimler âleminde ondan tam olarak ışığını almıştı. Bu
durum, ışığını gözlere tam olarak ulaştırmak içindir. Bunun üzerine, ruhlar
âleminde ve yüce âlemde ışığı aya vermekle güneş tutuşur. Tutulma, buradan
kaynaklanır. Bu nedenle tutulmanın yeryüzünde ancak kendisinde meydana çıktığı
mekanlarda bir etkisi olabilir. Tutulmanın gözükmediği mekanlarda ise, ortaya
çıkan bir hükmü ya da etkisi olmaz. Başka bir ifadeyle bu esnada Allah Teâlâ’nın
güneş tutulması vesilesiyle yaptığı işlerde bir etkisi yoktur. Çünkü Allah
Teâlâ’dan başka fail yoktur. Bütün işler, her şeyi bilen ve hikmet sahibi bir
Yaratıcının takdirine bağlıdır. Hesap ilmi güneşin geceleyin tutulacağını
bildirse bile, tutulmanın görülmediği yeryüzünün kısımlarında bu tutulmanın bir
etkisi yoktur. Ay tutulması da etkisi bakımından böyledir. İnsanın zahir ve
batınının ilişkisi de böyledir. Bazen tutulma amellerde gerçekleşir. Başka bir
ifadeyle, dince belirlenmiş hükümler ile amel etmeyi gerektiren bilgide
gerçekleşir. Bazen ise, batınla ilgili ilimlerde meydana gelir ve onun zahirle
ilgisi olmaz. Böylece tutulma, sadece ilgili olduğu yerde etki eder. Başka bir
ifadeyle ya amelin bilgisinde ya da gerçekleşmesine göre amel gerektirmeyen
bilgide etkin olur. Bu durumda, bu haldeki kimsenin Allah Teâlâ’ya niyaz etmesi
gerekir.
Müçtehidin
yanılması, güneş tutulmasına benzer. Dolayısıyla böyle bir müçtehit, günah
kazanmadığı bir yana, sevap alır. Müçtehit nassı görüp zannınca açık bulduğu
görüş ve kıyası nedeniyle nassı terk ederse, Allah Teâlâ katında hiçbir
mazereti yoktur ve günahkârdır. Bu da, yıldızların seyrine bağlı hükümleri
bilen bilginlere göre, sabit ve yerleşik bir etkisi olan açık tutulmadır. Bu
gibi hataların çoğu, mukallit fakihlerde gerçekleşir. Müçtehider onlara şöyle
der: ‘Bizi taklit etmeyin, verdiğimiz hükümle çelişen bir hadis ulaştığında
ona uyun, çünkü bizim mezhebimiz hadistir. Biz, delil olduğuna kanaat
getirdiğimiz bir delil olmaksızın hiçbir şey hakkında hüküm vermeyiz. Bundan
başka bir şey bağlamaz. Sizi de bize uymak bağlamıyor, fakat isteğimiz sizi
bağlıyor.’
Her
vakitte hatta her bir olayda müçtehidin verdiği hüküm değişebilir. Bu nedenle
İmam Malik herhangi bir olay hakkında fetva sorulduğunda ‘gerçekleşti mi’ diye
sorardı. ‘Hayır’ denilirse, ‘fetva veremem’ der, ‘evet’ denilirse, sahip olduğu
delilin verisine göre bir fetva verirdi. Zamanımızdaki talditçi fakihler ise,
imamının kendisine emrettiği hadise uymayarak imamına uymanın gereğini yerine
getirmemektedir. Böylece çelişen delilin varlığıyla, hükümde imamı taklit
etmektedir. Böylece size ‘peygamber ne verirse onu alın,m ayetinde
Allah Teâlâ’ya karşı gelmekte, ‘bana uyun’ ifadesinde ise peygambere isyan
etmektedir. Çünkü Rasûlullâh sallallâhü aleyhi ve sellem söylediği şeyi ancak
Rabbinin emriyle söyler. Ayrıca onlar ‘size bir hadis ulaştığında onu alın,
benim sözümü ise duvara vurun’ derken imamlarına karşı gelmektedir. Bu
fakihler, kıyamet gününe kadar devanı edecek sürekli bir mtulma halindedir.
Onlar, ne Allah Teâlâ ne resulü ve ne de imamlarıyla beraberdir. Onlar, Allah
Teâlâ’dan, peygamberinden ve imamlarından uzaktır. Dolayısıyla Allah Teâlâ’nın
katında hiçbir savunu ve mazerederi yoktur. Bu insanların kimle haşr
edileceklerine bakınız!
Tutulma
nedeniyle kılınacak namaz, (batınî yorumunda) nefsin ve doğanın karanlığını
kaldırması için Hakk ile konuşmak ve Hakka yakarmak amacı taşır. Yakaran kişi ‘bizi dosdoğru yola, nimet verdiklerinin
yoluna ulaştır’104
der. Bunlar nur ehlidir. ‘Kızdıklarının yoluna değil.’105 Bunlar,
doğanın karanlığında bulunanlardır. ‘Sapkınların yoluna da değil.’106
Bunlara örnek olarak, nefs karanlığında kalanları verebiliriz. Allah Teâlâ, bizimle
aklımızı ve nefislerimizi karartacak şeylerin arasına perde olsun ve hepimizi,
bize ve bize uyanları nur eylesin! Böyle bir şeyin istenileceği kimse Allah Teâlâ’dır
ve O buna güç yetirebilir.
Rekâdarın
sayısının batını yorumuna gelirsek, bu bağlamda iki rekâtın insanın zahiri ya
da batını (iç ve dış), aklı ya da doğası, anlamı ya da harfi, görünmeyen ve
görünen yönü olduğunu bilmelisin. İkili kılınan on rekât, Allah Teâlâ’nın
önce, sonra, bütün, parça, üst, alt, sağ, sol, arka ve ön (yönle ilişkili
olmaktan) tenzihine işaret eder. Bu tenzih, Allah Teâlâ’dan Allah Teâlâ’ya
döner, çünkü o, Allah Teâlâ’nın amellerindendir. Bu amelin kendisine dönmesiyle
de, bütün bu ameller kendisine ait Hakk gelir. Dolayısıyla O’nun için önce
yoktur, çünkü sadece Allah Teâlâ vardır ve Allah Teâlâ ‘önce olmak’ ile
nitelenemez. O’nun için ‘sonra’ yoktur, çünkü sonra Allah Teâlâ’nın kendisini
baki kılmasıyla kalır. Dolayısıyla ‘sonra’ olamaz. O’nun için ‘bütün’ yoktur.
Çünkü O, latifliği bakımından parçalanmaz ve bir mekana yerleşmez. Bütünü
olmayanın parçası da yoktur. Bu niteliklerle nitelenmeyen için ise yönler
yoktur, insanın yönünün olması, onun bedensel sureti ve yaratılışı bakımından
söz konusudur. Bedensel yaratılış sayesinde altı yön meydana çıkar. Dolayısıyla
Allah Teâlâ, kendiliğinde belirli bir yönde değil, yönlerin aynıdır.
İkili
kılınan sekiz rekâta gelirsek, sekiz zat ye sıfatlardır. Böylece kevnî zat
(insan) ve onun nitelikleri, mütlak bir olan ilahi zatta kaybolduğu gibi
niteliklerinin nurları da Hakkın niteliklerinde içkilidir. Bu durum ‘Ben
kulumun işitmesi ve görmesi oldum’ ifadesinde dile getirilir. Hadiste tüm
organlar zikredilmiştir. Dolayısıyla her varlık bir zahir ve bir batına sahip
olarak meydana gelir. ‘Nefsini bilen rabbini bilir.’ Batında da durum böyledir.
Zahirde ve işin dış tarafında göz, kulu görür. Hakk ise, bu kevnî varlıkta
içkindir. Bu durum, arazın bir mahalle ya da mazrufun zarfa girmesine benzemez.
(İkili
kılınan) Altı rekât ise, batında şu ayete işaret eder: ‘Nereye dönerseniz Allah Teâlâ’nın yüzü
oradadır:107 Başka
bir ayette ise, ‘Allah Teâlâ her şeyi ihata edendir’108 buyrulur.
İkili
kılınan dört rekât, ‘Sonra onlara önlerinden, arkalarından,
sağlarından ve sollarından geleceğim”09 ayetine
işaret eder. Şeytan hangi yoldan insana gelirse, orada elinde çekilmiş kılıç
bulunan mukaddes bir melek vardır. Şeytanın geldiği kişi ariflerden ise,
kendisini koruyan bir melek bulunmaz. Bilakis arifin kendisi şeytanın çaresidir
(iksir) ve orada durur. Şeytan hangi yönden kendisine gelirse, ona döner ve
bedenini bir ibrize çevirir. Böylece gelen iblis, hüsrana uğrayarak geri döner.
Tutulma Namazında Kıraat
Bilginler,
bu namazda okumanın nasıl olacağı, yani açık mı gİ7.1i
mi okunacağı hususunda görüş ayrılığına düşmüştür. Bazı bilginler, açıktan
okunması gerektiğini, bazı bilginler ise gizli okunacağını söylemiştir.
VASIL
Batınî Yorum
İnsanın
‘tutulması’ nefs alanında gerçekleşirse,
Hakka gizlice yakarır ve Allah Teâlâ’yı içinden zikreder. .Tutulma aklında
meydana gelirse, açıktan okur. Bu ise, insanın açık delilleri araştırması
demektir. Bunlar, delaleti açık ve ulaşılması kolay kanıtlardır. Bu delillerde
düşünce, araştırma ve tümevarım ehli olmaları bakımından akılcılar ortaktır.
Diğerleri ise, himmetleri riyazete yönelmiş keşif ve tecelli ehlidir. Riyazet
ise ahlakı güzelleştirmek, halvete girmek, mücadele ve uzun süreli yakarışlardır.
Tutulma (küsuf) namazında Allah Teâlâ’ya yakarmak dince belirlenmiştir.
Tutulma namazında uzun okumanın batini yorumu budur. Çünkü Rasûlullâh
sallallâhü aleyhi ve sellem’in bu namazı kılarken Bakara süresini okuyacak
kadar ayakta durduğu rivayet edilir. İkinci ayakta duruş ise, bunun yarısı kadar,
üçüncü İkincinin yarası kadar olabileceği gibi dördüncü ve beşinci rekâdarda da
aynı şekilde yarım yarım devam eder. Bunun nedeni, ruhlar âlemini ayakta
durmanın yormayışı ve onlara bir bıkkınlığın gelmeyişidir. Çünkü onların
yaratılışı, unsurların hükmünün dışında nurani yaratılıştır. Unsurlardan
yaratılan şey ise, uzak yakın dönüşmelere ve başkalaşmalara maruz kalır. Bu
durum, yorgunluk ve bıkkınlık diye ifade edilir. Madenden bitkiye, oradan
canlıya oradan insana doğru (varlığın) tenezzülü süresinde son derecede
yorgunluk daha artar ve bitkinlik genelleşir. Çünkü insan, bir vehim gücüne
sahip olduğu için, hızla başkalaşır. Fiiller isimlerle oynadığı gibi,
vehimlerin akıllarla oynadığında hiç kuşku yoktur.
Kırk Beşinci Kısım 15i
FASIL
İÇİNDE VASIL
Küsuf Namazının Kılınma Vakti
Bilginler, tutulma namazının ne zaman kılınacağı hususunda görüş ayrılığına
düşmüştür. Bazı bilginler, namaz kılınan ve kılınmayan bütün vakitlerde
kılınabileceğini söylemiştir. Bazı bilginler ise, namaz kılmanın yasak olduğu
vakiderde kılınamayacağını, bazı bilginler nafilenin kılındığı vakiderde
kılınabileceğini, bazı bilginler ise kuşluktan zeval vaktine kadar
kılınabileceğini söylemiştir.
VASIL
Batınî Yorum
Tutulmanın
belli bir vakti olmadığı gibi
namazı için de belli bir vakit yoktur. Çünkü namaz hallere uyar. Tutulma namazı
emredilmiş, fakat Şari belirli bir vakit belirlememiştir. Bu, emredilmiş bir
namazdır. Nafile ise, emredilmiş olmadığı için böyle değildir. Buradaki namazı
‘dua etmek’ anlamında yorumlarsak, namaz kılınmayan vakiderde de dua
edebileceğimiz gibi (bu yorumla) ‘vaktinin dışında da namaz kılabiliriz.’ Ben
bu görüşteyim.
FASIL
İÇİNDE VASIL
Tutulma Namazında Hutbe
Şeriat
bilginleri, bu konuda
görüş ayrılığına düşmüştür. Bazı bilginler hutbenin şart olduğunu, bazı
bilginler ise bu namazda hutbe bulunmadığını ileri sürmüştür. Benim görüşüm,
imamın öğüt vermek ve
sakındırmak
için insanlara hutbe okumasının iyi bir davranış olduğudur. Çünkü tutulma, Allah
Teâlâ’nın kullarını korkuttuğu ayetlerden biridir.
VASIL
Batınî Yorum
Hutbe,
öğüt ve hatırlatma demek olduğu gibi
ayet de uyarıcı ve hatırlatmadır. Tutulma bir korkutma ayetidir. Böylece ikisi
arasında ilişki gerçekleşerek hutbenin şart olduğunu kabul eden görüş ağır basmıştır.
Rasûlullâh sallallâhü aleyhi ve sellem’in güneş tutulduğu gün kılman namazdan
sonra insanlara öğüt verdiği rivayet edilir.
FASIL
İÇİNDE VASIL
Ay Tutulması
Bazı
bilginler, güneş tutulması
namazındaki gibi, ay tutulması namazının da cemaade kılınacağını söylerken
bazı bilginler cemaade kılınmayacağım söylemiştir. Bu görüş sahiplerine göre
ay tutulması namazının tek tek ikişerli rekâdarla kılınması müstehaptır. Benim
görüşüme göre ise, imkân varsa cemaade kılınmasının daha üstün olduğudur.
VASIL
Batınî Yorum
Güneş
tutulmasının sebebi ây idi. Ay tutulması,
güneşi tutması nedeniyle kendisine verilen bir ceza gibidir. Böylece ay tutulması
iki ayet içerir ve onun cemaatle kılınması daha uygundur. Çünkü cemaatin şefaati,
tek kişinin şefaatinden daha saygındır. Öyleyse bu namaz için cemaatin varlığı
güneşin tutulması için namazı cemâatle kılmaktan daha gereklidir. Daha önce
ifade ettiğimiz gibi ay tutulması nefse aitti. Nefs ise, her zaman aklın
aksine, akıl ile çekişir. Dolayısıyla onun günahı daha büyük, durumu daha
tehlikelidir. Bu nedenle şefaat edenlerin şefaat etmek üzere cemaat yapması,
tek tek gelmelerinden daha uygundur. Zikredilen hadiste geçtiği gibi,
tutulmalarda korkuyu dikkate alan kişi için (tutulma) korkunun uyarıcısı olur.
Çünkü Allah Teâlâ ‘namazlarında huşu içinde bulunan müminler
kurtuluşa erdi’"0 buyurdu.
Başka bir ayette ise, ‘Namaz huşu sahiplerinden başkasına ağır
gelirbuyrulur. Herkesin Allah Teâlâ korkusu
Rabbini bildiği kadarken Rabbi bilmek ise Rabbin tecellisi kadardır.
FASIL
İÇİNDE VASIL
Yağmur Duası Namazı
Bazı bilginler, yağmur istemek için
namaz kılınabileceğini kabul etmiş, bazı bilginler ise böyle bir namazın
olmadığını söylemiştir. Yağmur duası için namazı kabul edenlerin kanıtı şudur:
Bir şey söylememek, söylenilen kişiye karşı bir kanıt teşkil etmez. Rasûlullâh
sallallâhü aleyhi ve sellem’in insanlarla yağmur duasına çıkıp onlara iki rekât
namaz kıldırdığı, sureleri açıktan okuduğu, cübbesini çıkarıp ellerini
kaldırdığı ve kıbleye döndüğü sabittir. Bilginler, yağmur duasına çıkmanın,
şehrin dışına giderek yağmur yağdırması için Allah Teâlâ’ya dua ve niyaz
etmenin Rasûlullâh sallallâhü aleyhi ve sellemin yaptığı bir sünnet olduğunda
görüş birliğine varmıştır. Fakat daha önce ifade ettiğimiz gibi, yağmur
duasında namazın bulunup bulunmadığı hususunda görüş ayrılığına düşmüşlerdir.
Benim
görüşüm, namazın yağmur duasının geçerlilik şartı olmadığıdır. Namazın Rasûlullâh
sallallâhü aleyhi ve sellemin sünneti olduğunu söyleyenler ise, hutbenin de
yağmur namazının sünneti olduğunu söylemiştir. Çünkü Rasûlullâh sallallâhü
aleyhi ve sellemin yağmur duasında namaz kıldırdığı ve hutbe okudüğu sabittir.
Hutbeyi kabul edenler ise, namazdan önce mi sonra mı okunacağı hususunda görüş
ayrılığına düşmüştür. Namazı kabul edenler ise, açıktan okumanın gerekliliğinde
görüş birliğine varmış, bayram tekbirleri ya da diğer namazların tekbirleri
gibi tekbir alınıp alınmayacağı hususunda ise görüş ayrılığına düşmüşlerdir.
Yağmur duasında, kıbleye yönelmek, dua etmek, elleri kaldırmak ve elbiseyi ters
giymek bilginlerin görüş birliğiyle sünnettir. Bilginler, elbisenin tersinin
niteliği hususunda görüş ayrılığına düşmüştür. Bazı bilginler, elbisenin ,üst
tarafının alt, alt tarafının ise üst yapılacağını söylemişken, bazı bilginler
sağ tarafın sola sol tarafın sağa getirileceğini söylemiştir. Benim görüşüm
ise, üç tarzın birleştirilmesidir. Böylece üst alta, sağ sola, iç dışa
getirilir.
Bilginler,
elbisenin ne zaman ters çevrileceği hususunda da görüş ayrılığına düşmüştür.
Bazı bilginler, hutbe bittiğinde, bazı bilginler de hutbenin girişi
tamamlandığında bunun yapılacağını söylemiştir. Benim görüşüm ise, bu işin
vaktinin dua vakti olduğudur. Çünkü bu davranış, içinde bulunulan durumun
değiştirilmesi için hal diliyle dua etmektir. Bilginler, yağmur duasına çıkma
vaktinde de görüş ayrılığına düşmüştür. Bazı bilginler, bayram namazının
vaktini, bazı bilginler ise zeval vaktini doğru vakit saymıştır. Ebu Davud, Rasûlullâh
sallallâhü aleyhi ve sellemin güneşin gölgesi belirdiğinde yağmur duasına
çıktığını rivayet eder.
VASIL
Bütün Konuların Batınî Yorumu
Yağmur duası, yağmur istemek demektir, insan
yağmuru kendinden ya bir başkasından ya da hal karinesinin verisine göre her
ikisinden dolayı isteyebilir. Allah Teâlâ ehli ise, kendilerini Allah Teâlâ’ya
vermiş kimselerdir. Allah Teâlâ, onları kendisiyle meşgul etmiş ve şunu
bildirmiştir: Ayağa kalkarlarsa Allah Teâlâ ile beraberdirler ve Allah Teâlâ
da onlarla beraberdir. Onları bir yere götürürse, Allah Teâlâ ile Allah
Teâlâ’ya yolculuk ederler. Her durumda Allah Teâlâ’yı müşahede ettikleri için,
onlar Allah Teâlâ’nın kendilerini hangi menzilde konaklatacağına önem vermez.
Dünyada yaşarlarsa O’nda yaşarlar; ahirete göçerlerse, yine O’na giderler.
Sebeplerin bulunup bulunmayışının onların nezdinde bir etkisi yoktur. Onlar,
kendi adlarına yağmur duası yapmazlar. Çünkü onlar bilir ki, kendileri hayata
(dünya) lazımdır. Başka bir ifadeyle, onların kendisine muhtaç olduğundan daha
çok hayat onlara muhtaçtır. Yağmur duasının faydası, dünya hayatını sürdürmektir.
Allah Teâlâ’yı bilenlerin yağmur duasıysa, Allah Teâlâ hakkındaki bilginin artışını
istemektir. Allah Teâlâ Rasûlullâh sallallâhü aleyhi ve selleme ‘De ki, rabbim ilmimi artır’"2
diye emretti. Bu dua, yağmur duasının ta kendisidir. Rasûlullâh sallallâhü
aleyhi ve sellem, Rabbinden yağmur yağdırmasını istediğine göre, o bunu kendisi
için istememiş, bilakis başkaları adına istemiştir. Allah Teâlâ’yı bilenler,
kendileri hakkında yağmur duası yapmaz. Onlar, Allah Teâlâ’yı bilmeyenler
hakkında yağmur duasına çıkarlar. Bu durum, Allah Teâlâ’nın sıfatıyla
ahlaklanmalarından kaynaklanır. Güvenilir kutsi bir hadiste Allah Teâlâ şöyle
buyurur: ‘Kulum! Su istedim, bana su vermedin.’ Kul ‘Sen âlemlerin rabbi iken,
sana nasıl su verebilirim’ der.’ Allah Teâlâ ise ‘falanca kulum su istedi* ona
vermedin ya’ diye cevap verir.’ Rab, kendisi hakkında değil, bir kulu adına
başka bir kulundan su istemiştir. Çünkü O, muhtaç olamayacak kadar münezzeh ve
mütealdir. Aynı şekilde, (hadiste belirtilen) ‘su isteme’ özelliğinde Allah Teâlâ’nın
ahlakıyla ahlaklandıkları için, peygamberin ve Allah Teâlâ’yı bilenlerin yağmur
duası da başkaları hakkındadır. Onlar, dünya hayatıyla kendilerine esas gereken
ahiret hayatından perdelenmiş kimselerin dilleridir.
Gerçek
yoksul, esas muhtaçlığın bu olduğunu bildiği için, belirli bir ihtiyacı bulunup
ihtiyacın kendisine sahip olmadığı kimsedir. Bu nedenle, hiçbir ihtiyaç ‘gerçek
yoksulu’ sınırlamaz. Alemin Allah Teâlâ’ya muhtaçlığı ise, bir sınırlama
olmaksızın mutlak anlamdaki bir muhtaçlıktır. Nitekim zatı bakımından âlemlere
muhtaç olmayışı da, bir sınırlama olmaksızın mutlak bir müstağniliktir. Onlar,
(Tanrı ve âlemden) her bir zata karşılık verirler ve her zatın hakikatinin
gereği olan şeyi kendisiyle ilişkilendirirler. Ezan ve kamette ‘hayya
ale’s-salah (haydi namaza)’ denilip (bir bitiş ifade eden) ‘ile’s-salah’
denilmeyişi ne kadar güzeldir! Böyle denilseydi, onu bir bitimle
sınırlandırırdı. Seninle beraber olan ise, senin gayen olamaz! ‘Haydi’
kelimesinin ise, ‘yönelmek’ anlamına geldiğini ve sadece yüz çevrilmiş olandan
yönelme -yüz çeviren herkes ise kaybetmiştiristeneceğini söyleme! Böyle bir şey
dersen şöyle yanıt veririz: Evet! Kul Allah Teâlâ’yı hakka’l-yakîn bildiğinde
(tahakkuk), bakan ve görülen Allah Teâlâ olur. Bu durumda müşahede eden ve
edilen O’dur. Kulun varlığı silinir, geride Rab kalır. Allah Teâlâ ise,
verdiği nimeti bildirmek için, kula kulluğu göstermek ister. Kul ise, kendisine
dönmeden ve Rabbini müşahede etmesine bitişik olarak kendisini görmezden, başka
kullardan farklı olarak sadece kendisine tahsis edilmiş bu nimeti bilemez. Allah
Teâlâ bunu namazın dışında hiçbir ibadette yapmamış ve namaz hakkında şöyle
demiştir: ‘Namazı kendimle kulum arasında ikiye böldüm.’ .
Namazdaki
bölümü nedeniyle, insanın namazda ayakta durması gerekir. Çünkü namazda kula
ait bu bölüm Allah Teâlâ’ya ait olamaz. Bu nedenle kula ‘haydin namaza’
denildi. Başka bir ifadeyle sana tahsis edilmiş kısım yönünden dolayı namaza
yönel! insanın yüz çevirmesi ise, Rabbinden değil, kendisindendi. Çünkü Allah Teâlâ’yı
bilmesi bunu ona vermiştir. Bunun üzerine Allah Teâlâ kendisine şöyle der:
‘Beni ve kendini görmek, bana ve sana ait olan şeyleri bilmek için namaza
yönel! Böylece hikmet ve sözü ayrıştırmak özelliği kazan ve içinde bulunduğun
durumu gör!’ Bu nedenle ifadede, yoksunluğu ve bulunmamayı bildiren ‘ila (-e,
-a) edatı kullanılmamıştır. Çünkü gerçekte bir bulunmamak söz konusu değildir. •
Hakk
kul adına su istediğine göre, bunu istemek kul için daha yerindedir. Hakk bir
kuluna su vermesini başka bir kuldan isterken kulunun vekili ise, kul,
kullarına su vermesi için Rabbine dua etmeye daha uygundur. Bir kul, (Hakkın
karşısında) hemcinslerinin vekili olmaya daha uygundur. Çünkü Hakkın benzeri
hiçbir şey yoktur. Öyleyse başkası adına yağmur duasına çıkmak saygının bir
gereğidir.
Hal
mensupları (vaktin oğullan), halleri nedeniyle doğru bilgiden perdelenmiştir. O
halde hal sahibi, edebini korumadığı sürece edepsizliği nedeniyle
cezalandırılmaz, çünkü onun dili hal dilidir. Bilgi sahibi ise, en küçük bir
şey nedeniyle bile cezalandırılır, çünkü o, âlemde Hakkın suretiyle zuhur
etmiştir. Varlığında Rabbiyle ya da haliyle zuhur eden arasında ne kadar da
fark vardır! İki makam arasında ne de büyüle fark vardır. İki menzil arasında
ne büyüle uzaklık vardır! Bilginin şahidi (kanıtı, delili) adalettir. Halin
şahidi ise, bulunduğu durumda kendisini tezkiye edecek bir şeye muhtaçtır. Onu
ancak bilgi sahibi tezkiye edebilir. Bilgi bu kadar üstün olunca, şeriatın
hükmünde tezkiye galip zannın bulunmasına dayandırılmıştır. Böylece insan
‘şöyle zannediyorum, şöyle varsayıyorum’ der. Çünkü hiç kimse bu tezkiye
edilen şeyin Allah Teâlâ katındaki gerçek durumunu bilemez. Bu nedenle Allah
Teâlâ’ya karşı kimse tezkiye edilemez. Hal sahibi galip bir izanla tezkiyeye
muhtaç olunca, bilgiye, yani bilgi sahibine daha da muhtaçtır. Öte yandan, her
ikisi birden bilgi sahibine muhtaçtır. Bilgi açıktır ve kendini izhar eder. Hal
karışıktır, yetkinlik derecesine eklenmedeki zayıflığı nedeniyle kendisini
güçlendirecek bir delile muhtaçtır. Öyleyse hal sahibi bilgi, bilgi sahibi ise
hali istemez. Hangi akıl sahibi açıldıktan karışıldığa çıkmak ister.
Ortaya
koyduğumuz meseleyi anlayınca, yağmur duasının anlamını da anlamış olursun!
VASIL
Yağmur Duasına Çıkmanın Batınî Yorumu
Yağmur duasının iki durumu vardır: Birincisi, imamın bir
farzı uygulama durumunda olmasıdır. Bu esnada imamdan yağmur duası istenilir.
O da, durumunda bir başkalaşma ya da ondan çıkma ya da (yeni bir) namaz kılmak
ya da durum değişikliği olmaksızın, bulunduğu halde yağmur duası yapar,
öyleyken Allah Teâlâ’ya dua eder ve yağmur yağdırması için niyaz eder. Böyle
bir imamın hali, kendisine farz kıldığı konuda Allah Teâlâ karşısında ‘huzur
(bilinç) sahibi’ olan kişinin durumuna benzer. Söz konusu insanın aklına,
kendisini isteğe sevk eden bir düşünce gelir. Hâlbuki o esnada yerine getirdiği
farzla ilgili dua etmek bir tesir meydana getirmez, fakat yine de -tıpkı ele
aldığımız yağmur duasında olduğu gibio konuda dua etmek dince belirlenmiş
olabilir.
Dikkat
ediniz! Şari namaz kılana iki secde arasında oturduğunda ‘Allah Teâlâ’m! Beni
bağışla, bana merhamet et, beni rızıklandır, benim yaramı onar’ demeyi
emretmiştir. Böylece namazda rızık istemeyi ona emretmiştir. Yağmur duası, rızk
istemektir. Dolayısıyla böyle birisinin şehrin dışına çıkması ya da durumunu
değiştirmesi gerekmez. Çünkü o, en güzel durum olan farzları yerine getirme
halinde bulunmaktadır. Bir bedevi, Cuma günü mescidin kapısından içeri girmiş. Rasûlullâh
sallallâhü aleyhi ve sellem de, minberde Cuma hutbesini okuyordu. Çoban
peygambere şikayetini söylemiş ve yağmur duası yapmasını istemiş. Rasûlullâh
sallallâhü aleyhi ve sellem de minberinde ve hutbesini okurken, o adamın
isteğiyle yağmur duasını yapmış. Bu esnada durumunu değiştirmediği gibi yağmur
duasını başka bir vakte de ertelememiştir.
(Yağmur
duasının yapılabileceği) Diğer hal ise, bir farzı yerine getirme durumunda
olmayışıdır. Böyleyken, kendisi ya da başkası adına Rabbinden bir şey istemesi
gerekir. Söz konusu istek, belirli bir durumda ve özel bir halde yerine
getirilmeyi gerektirir. Bunun üzerine o iş için hazırlanır ve önüne farz bir
işi alır. Böylece, zorunlu kulluk hükmüne göre hareket eder. Çünkü zorda
olanın çağrısına icabet edilir. Aynı şekilde, kul bir farzı kılacak durumda
değil ve yağmur duası yapmak isterse, namazgaha çıkar, insanları toplar ve iki
rekât namaz kıldırır. Bu namaza başlamak, gönüllü bir ibadet iken namazda
ayakta durmak, rükuya gitmek, secde etmek, oturmak gibi fiiller ise zorunlu
kulluktur. Çünkü nafile bir namaza başlandığında rüku, secde ve namazda farz
olan her şey farzdır. Kul zorunlu kulluğun ardından dua ettiğinde ise, duasının
kabul edileceğinden emindir. Böylece eli kaldırmak, elbiseyi ters çevirmek,
kıbleye dönmek, Allah Teâlâ’ya yakarmak ve her kim olursa olsun yağmura muhtaç
olanlar dua etmek gibi belirli bir duruma girer. Bu nedenle yağmur duasına
çıkmak hususunda görüş ayrılığı gerçekleşmiştir. Rasûlullâh sallallâhü aleyhi
ve sellem ise, şehrin dışına çıkıp namaz kılarak ve hutbe okuyarak yağmur duası
yapardı. Şehrin dışına çıkmanın batini yorumu, insanın sebeplere eğilmekten
soyudanma ve genişlik makamına çıkmasıdır. Böylece kendisiyle duanın kıblesi
olan gök arasında çatı ya da başka bir şeyin perde olması söz konusu olamaz.
Öyleyse bu çıkış Rabbine muhtaç bir halde, Rabbi(’nin başkası adına su isteme
özelliğiyle) ahi aklanmak ya da başkalarına ya da kendisine ya da her ikisine
birden merhamet niyetiyle batınıyla birlikte zahir âleminden Rabbine çıkmaktır.
VASIL
Şehrin Dışına -ÇıkılacaksaÇıkma Vaktinin Batınî Yorumu
Bu
vakit, ‘güneş perdedarı’nın tepe noktasından
batıya yönelme vaktidir. Bu ise, Hakkın kulun kalbine güneşe benzer bir
tecelliyle tecelli ettiğindedir. Bu benzerlik, tecellinin açıklığı,
belirsizliğin ortadan kalkması ve bulundukları hal üzere mertebe ve menzilleri
ortaya çıkarmadaki benzerliktir. Böylece (tecelliye mazhar olan) insan, arzusuna
sapmaması ya da yolda yanılmaması ya da çirkin düşüncelerin ve şeytani
kuruntuların saldırılarının kendisini üzmemesi için, ayağını nereye koyacağını
görür ve bilir. Güneş her karanlığı aydınlatır ve her güçlüğü açar. Nitekim
güneş doğduğunda, sebeplere sarılanlar geçimlerini aramaya başlar. Yağmur duası
yapan da, hiç kuşkusuz, geçimini arayan kişidir.
Kul
sürekli olarak Hakkın gölgeden kaldırdığı (dürdüğü) şeyi kendi adına ister. Bu
durum, kulun Allah Teâlâ’dan bir şey istemesi -kendisiyle değilRabbi
vasıtasıyla gerçekleşsin diye güneşin doğumundan tepe noktasından batıya
yöneldiği ana kadar sürer. Gölgeyi tepe noktası sınırına çekmekle ise Allah
Teâlâ, kulun dikkatini buna çekmiştir. Haktan istediği şey yerine getirilince,
bu hal sahibinin özelliği, kendisine verileni muhtaca ulaştırmaktır. Hâlbuki
kulun gölgesi ortadan kalkmıştı (dolayısıyla kimseyi göremez). Bunun üzerine Hakk,
muhtaç olduğu için Haktan istediği şeye karşılık kendisine verilen şeylerle
baş başa kalsın diye, kulundan perdelenmeye başlar. Böylece peyderpey kula
kendisini gösterir. Bu durum, (tepe noktasından sapmasıyla) güneşin batma
vaktine kadar gölgenin uzayıp ortaya çıkmasına benzer. .
Hakk
kuldan perdelenince, kul elde ettikleri bütünüyle kendisine bırakılmış bir
halde nefsiyle baş başa kaİır. Bu durum, yatsı
vakti diye ifade edilir. Kul evine dönerek o gün kazandığıyla birlikte
ailesini sofra başına toplar. Bu nedenle, yağmur duası için namazgaha güneşin
doğumundan sonra çıkılır. Çünkü Rasûlullâh sallallâhü aleyhi ve sellem ‘yağmur
duasına, güneş perdedarı doğduğunda çıkardı.’ Biz de, aradaki örtüşme ve
ilişki nedeniyle bu sınırın batını yorumunu zikrettik.
VASIL
Yağmur Duasında Namaz Kılmanın Batınî Yorumu
Allah
Teâlâ, namazda duayı ‘bizi dosdoğru yola iletv>3
ayetiyle farz kıldı. Yağmur duası, özel bir dua olduğu için Allah Teâlâ onun
özel bir konuşma ve yakarışla olmasını dilemiştir. İnsan bu yakarışta dosdoğru
yola olan hidayetten kendi manevi kısmını elde etmek için dua eder. Bu yol, Allah
Teâlâ’nın hidayet ettiği peygamberlerin yoludur. Bundan sonra ise, herkesi
içeren maddi rızkı istemek için yağmur duası yapılır. Söz konusu rızkta tüm
canlılar, itaatkâr, günahkâr, Mutlu ve bedbaht bütün insanlar ortaktır. Bu
nedenle kul, tecelli kapısını çalmak ve Allah Teâlâ katında zînet (süs) olan
bir konuda duasının kabulü için namazla başlar. Rızık talebi, Allah Teâlâ
müminin inayetiyle kafiri, itaatkârın inayetiyle günahkârı rızıldandırması için
namazın ardından gelir. Bu nedenle yağmur duasında namaz emredilmiştir.
Zorunlu
kulluktan önce yapılan gönüllü kulluk, bir hazırlanma, bilinçlenme, algı
organını süslemek ve hazırlamak hedefi taşır. Zorunlu kulluktan sonra yapılan
gönüllü kulluk (farzdan sonra nafile) ise, şükür, sevinç ve zorunlu kulluğun
gerçekleşmesiyle sevinmek niyeti taşır. Öyleyse birincisi farzdan önceki
nafileye, İkincisi ise farzı yerine getirdikten sonra nafileye benzer. Rasûlullâh
sallallâhü aleyhi ve sellem geçmiş ve gelecek bütün günahlarının
affedilmesiyle müjdelendiği halde ayaldarı şişinceye kadar nafile namaz
kılardı. Sebebi sorulduğunda şöyle derdi: ‘Şükreden bir kul olmayayım mı?’
Şükür, farkına varılmayan bir ibadettir. Bu nedenle bir ayette ‘Kullarından şükredenler azdır’"4
buyrulur, insanlar nimetler karşılığında herhangi bir güçlük içermeyen ‘Allah
Teâlâ’ya hamd olsun, Allah Teâlâ’ya şükrolsun’ gibi sözleri söyler. Allah Teâlâ
ehli ise, bu gibi sözlere bedenlerle amel yapmayı ve himmetierle yönelmeyi
ekler. Allah Teâlâ şöyle buyurur: ‘Ey Davud ailesi şükür yapınız!’"5
Hâlbuki burada (Allah Teâlâ’ya hamd olsun) ‘deyiniz’ demedi. Muhammed ümmeti
ise, bu niteliğe bütün ümmetlerden daha layıktır. Çünkü onlar ‘bütün insanlar
için çıkarılmış en hayırlı ümmettir.’
VASIL
Yağmur Duası Namazındaki Tekbirin Batınî Yorumu
Yağmur
duası namazını bayram namazına benzetirsek,
öncelikle Ramazan bayramına benzetebiliriz. Çünkü Ramazan bayramı oruç halinden
çıkmak demek iken oruç kuraklığa benzer. Oruçlu, kuraklıkta yeryüzünün susaması
gibi susar. Kurban bayramı ise, Hac dönemindedir. Haccın on günü, süslenmeyi terk
etme günleridir. Bu nedenle ihrama girene süslenmeyi terk etmesi emredildiği
gibi kurban kesmek isteyenin de Zilhicce ayı boyunca ne bir tırnak kesmesine
ne de saçından almasına izin verilmiştir.
Yeryüzünün
süsü çiçeklerdir, çiçekler ise yağmurla meydana gelir. Bu haller ise süssüz
olmayı gerektirir. Bu nedenle yağmuru olmadığı için çiçeği, çiçeği olmadığı
için süsü olmayan kuru toprak oruca, yağmur duasında kılınan namaz da bayram
namazına benzetilmiştir. İnsan bayram namazlarında olduğu gibi yağmur duası
namazında da tekbir getirir. Daha sonra, bayram namazlarının tekbirinin batını
yorumunu ele alacağız. .
Yağmur
duası namazını, diğer pek çok sünnete, nafileye ve farza katan kişi, bilinen
tekbire hiçbir şey eklemez. Böyle yapmak en uygunudur. Yağmur duasının durumu,
türsel olarak farklı bir şey değil, tek bir durum ve haldir. Çünkü buradaki
amaç, sadece yağmurun yağdırılmasıdır. Dolayısıyla duayı yapan kişi, ihram
tekbirine bir şey eldemez. Çünkü, ihram tekbirine ilave başka bir tekbiri
gerektirecek bir durum yoktur. İhram tekbiri alındığında, yağmur duası için
namaz kılacak kişiye nefsin haz duyacağı bütün duygular haramdır ve bu durumda
Rabbine muhtaçtır. Nitekim kurak yeryüzü de canlılık, süs ve nimetinin bağlı
olduğu sudan mahrumdur. Öyleyse kulun ihram tekbiri getirdiği andaki durumu,
bitkiden mahrum yeryüzünün haliyle ilişkilidir.
VASIL
Yağmur Namazında Hutbenin Batınî Yorumu
Hutbe,
ehline verilsin diye ehli olması
bakımından Allah Teâlâ’yı övmek demektir. Ardından Allah Teâlâ, kendisinden meydana
gelen şey nedeniyle de övüİür. Bu ise, verdiği nimete karşı bir şükür demektir.
Namaz kılan, ehli olması bakımından Allah Teâlâ’yı övdüğü gibi aynı zamanda Allah
Teâlâ’dan meydana gelen şey nedeniyle de Allah Teâlâ’yı över. Bu, namazdan Allah
Teâlâ’ya ait birinci kısımdır. Öyleyse yağmur duasında hutbenin bulunması
yerindedir.
Namazın
Allah Teâlâ’ya övgü olduğunu düşünen kimse ise şöyle der: ‘Maksat gerçekleşti,
hutbe gereksizdir.’ Allah Teâlâ’ya övgüyü artırmak, tek bir halle yetinmekten
daha iyidir. Çünkü hutbe, övgü ve zikri içerir. Zikir ise, müminlere fayda
verir. Yağmur duasının ise bir fayda talebi olduğu kesindir.
VASIL
Hutbe Okuma Vaktinin Batınî Yorumu
Sünnet olduğu için sünnete benzemek, farza benzemekten daha
uygundur. Rasûlullâh sallallâhü aleyhi ve sellem’in ‘Vitir namazını akşam
namazına benzetmeyin’ dediği sabittir. Böylece, üç rekât vitir kılan kimsenin
onu akşam namazının tarzında kılması nahoş karşılanır. Öyleyse yağmur duasının
bayram namazlarına benzetilmesi daha yerindedir. Bu nedenle, hutbe namazdan
sonra okunur. Rasûlullâh sallallâhü aleyhi ve sellemin namazdan önce hutbe okuduğu
hakkında kesin bir hadis biliniyorsa, ona göre hareket edilir. Bu durumda
yağmur duası, herhangi bir sünnet veya farzla kıyaslanamaz, bilakis o, -Allah
Teâlâ’nın dininde kıyas yapmayı caiz görenlerinkendisine kıyas yapacakları bir
ilke haline gelir.
Bayram
namazında hutbe namazdan sonra okunduğu için -çünkü hutbe okumanın amacı,
insanlara hatırlatmak ve öğretmektir, hâlbuki insanlar namaz tamamlandığı için
ayrılır ve hutbeyi dinlemezleryağmur duasında hutbenin namazdan sonra okunması
daha uygundur. Yağmur duasında ise, yağmur duasına çıkmış oldukları için
yağıncaya kadar ayrılmazlar. Hutbe, namazdan ve yağmur duasından sonra yapılabilir.
Dolayısıyla insanlar ayrılmaz ve hutbede amaç gerçekleşir. Bakınız! Abdülmelik
b. Mervan bayram namazında namazdan önce hutbe okurdu. Bu durum bir mecliste
kendisine söylenip Rasûlullâh sallallâhü aleyhi ve sellem’in namazdan sonra
bayram hutbelerini okuduğu hatırlatıldığında,
Abdülmelik
şöyle demiştir: ‘Oradaki adet terk edilmiştir.’ Bu ifadesiyle, insanların
hutbeyi dinlemek için oturmayı terk ettiklerini kastetmiştir.
Sahabe
ise, Rasûlullâh sallallâhü aleyhi ve sellem hutbe okuyuncaya kadar bayram namazından
ayrılmazdı ve sünnete de uymak gerekir. Bir tek imam kalsa bile. Çünkü ona
uymaktan başka yapılacak bir şey yoktur. İnsan namazında Rabbiyle konuşmasını
bitirip yöneldiği işte de içinden Allah Teâlâ’yı övmek için (hutbe gibi) bir
sebep aramaz. Çünkü kul bütün hallerinde Allah Teâlâ ile beraberdir. Böyle
yapmak ise, namazdan sonra okunan hutbe gibidir. Dolayısıyla insan, her halinde
Allah Teâlâ ile beraber olmayı sürdürür.
Başarıya
erdiren Allah Teâlâ’dır, O’ndan başka Rab yoktur. ,
VASIL
Açıktan Okumanın Batınî Yorumu
Namaz kılan kişi, ardındakilerin duymasını
sağlayıp dinledikleri Kur'an-ı Kerîm vasıtasıyla vesveselere engel olmak için
ayederi açıktan okur. Çünkü onlar Kur'an-ı Kerîm’i dinlerken ayetlerini
derinden düşünür, ayetlerin anlamlarını tefekkür ederek kendilerini
vesveselerden alıkoyar, ayederi dinledikleri için sevap kazanırlar. Onların
imamın okuyuşunu güzelce dinlemeleri, yağmur yağmasını sağlayan sebeplerden
birisi olabilir. Çünkü onlar, ‘Kur'an-ı Kerîm okunduğunda onu dinleyin
ve susun, umulur ki merhamet edilirsiniz’"6 ayetinde
belirtilen Allah Teâlâ’nın emrine uyarak bir. farzı yerine getirmişlerdir.
Yağmur da, Allah Teâlâ’nın rahmetindendir. Onların bu duaya çıkmalarının yegâne
nedeni, Allah Teâlâ’dan yağmur istemektir. Allah Teâlâ ise, Kur'an-ı Kerîm’i
dinleyene onu taahhüt etmiştir. Çünkü Allah Teâlâ’dan bir şey ummak için
yapılan davranışların hükmü, farzın hükmü gibidir. İmam ise, bir topluluk
içinde -cemaatnamaz ve duasında açıktan Rabbini zikreder. Allah Teâlâ da imamı
o cemaatten daha hayırlı bir topluluk içinde zikreder. O topluluk içinde imam
ve cemaatin amaç edindikleri bir ihtiyacın karşılanması için Allah Teâlâ’ya dua
eden birisi bulunabilir. Böylece o meleğin duasıyla yağmur yağar. Çünkü
melekler şöyle der: ‘Rabbimiz! Her şeyi bilgin ve rahmetinle
kuşattın:"7 Burada,
kulların ihtiyacı ve Allah Teâlâ karşısında saygının gereği olarak, rahmet
bilgiden önce gelmiştir. Çünkü Allah Teâlâ ihsanında rahmeti bilgiye öncelemiş
ve şöyle demiştir: ‘Ona katımızdan bir rahmet verdik ve bir
bilgi öğrettik:"8 Allah
Teâlâ’nın kuluna şöyle söylediği rivayet edilir: ‘Bana kendisiyle asi olmadığın
bir dille dua et.’ Söz konusu olan, benim gibi asilerin dilidir. Allah Teâlâ’ya
emrettiği işte isyan etmeyen ve emredileni yapan meleklerin diliyle dua edilince
nasıl olur? Öyleyse yağmur duası için kılınan namazda okumanın açıktan
yapılması daha uygundur. Çünkü Rasûlullâh sallallâhü aleyhi ve sellem, yağmur
duası namazında açıktan okurdu.
VASIL
Elbisenin Ters Çevrilmesinin Batınî Yorumu
Elbisenin
çevrilmesi, insanları kuraklıktan
berekete, darlıktan bolluğa çıkaran hal dönüşümüne ve başkalaşmaya işaret
eder. Çünkü böyle yapmak, hayra yormanın bir türüdür. (Batınî yorumda ise) bu
şehir ahalisi de, yağmur duasına çıkarken nimete nankörlük ve tembellik halinden
tövbeye, yoksunluğa ve Allah Teâlâ’ya muhtaçlık haline dönmüştür. Böylece,
elbiselerini ters çevirmekle hallerini de değiştirmek istemişlerdir. Davranış
dili, söz dilinden daha açıktır! Çünkü onlar, bu davranışla şunu derler: ‘Ey
Rabbimiz! Biz sana geldik ve daha önce sana isyan etmekten döndük (tövbe
ettik). Çünkü nimetlerle nimetlenmek, kuraldık ve yoksunluğa bizi düşürdü. Biz
ise, ihsanın ile bizim için yokluk, horluk, miskinlik ve korku sağlamasını
istiyoruz. Çünkü bir şeye zıddıyla karşılık verilebilir. Bu sayede zıd zıddı
meydana getirir.
‘Şükrederseniz sizin için artıracağız’"9 ayetinden
hareketle bir itiraz yöneltirsen şöyle cevap veririz: Şükrederken kişi, bu
halinde sahip olmadığı şeye muhtaçtır. Kastettiğimiz, kuldaki nimette meydana
gelen fazlalık ve artıştır. Bu (artan) nimet, batınî nimettir. Batınî nimet, Allah
Teâlâ’nın kulun içine verdiği tövbedir. Ayrıca, (artan şey) zahirî nimettir. Bu
ise, şükretmeyi gerektiren nimettir, şükür ise, artışı gerektirir. Öyleyse
(şükür karşılığında) nimet, kulu her yönden kapsar: Yağmurun
yağmasıyla zahirini, Allah Teâlâ’nın
verdiği nimet nedeniyle hamd etmeleri nedeniyle de batınlarını ve iç
dünyalarını kapsar.
Rabbimin
nimetine şükretmem başka bir nimettir O da Rabbimdendir, bu nedenle de şükür
gerekir Ö’na muhtacım, bende (O’ndan gelen) nimetlerden başka ne var ki? Onları
İlah gönderdi ki, görülsünler :
O Zengin, benim yoksulluğum
ise bir lütuftur
O’ndan bana geldi; ben de
haşmet ve iftiharı kabul ettim ,
İftiharım yoksulluğumdur,
saltanatım yitirdiklerimledir ,
Varlık üzerinde sultanım,
ben bilirim, ama bilinmem!
Pek
çok mala ve nimete sahip olan bir tacire bakınız! Sahip olduğu malı kendine,
ailesine, çocuklarına ve yanında bulunanlara bölüştürseydi, yaşadıkları sürece
her birine yeter ve artardı bile. Bununla beraber, daha fazla mal toplamak için
canıyla ve malıyla tehlikeli denizlere ve korkunç yollara atılır. Onu
ailesinden uzaklaştırıp vatanından, evlatlarından ve ailesinden ayrı kalmayı
kendisine kolaylaştıran ve bu tehlikelere atılmaya sevk eden âmil, yoksulluğu
ve sahip olduğu kazanılmışgerçek mala ilave, kazanılması veya kazanılmaması
mümkün bir dirhe’ mi kazanma vehmidir. Hâlbuki belki de boğularak veya yol
kesiciler nedeniyle veya esir düşerek malını ve canını telef edecektir.
Böyle
bir tüccar, halini değiştirip yoksulluktan kurtulmak için yolculuk yapmak ve
niyetini başka bir niyete dönüştürmek zorundadır. Bu bağlamda, yolculuğunda,
amaçladığı yöne bakıp Allah Teâlâ’nın birbirlerinin ihtiyacını karşılamada
kullarını amade kıldığını bilerek, ‘falan şehir halkı şu mallara muhtaçtır’
diyerek söz konusu şehir ahalisinin istediği malları zikreder. Ardından şöyle
elder: ‘Rabbim! Ben ve başkaları oturup da onların muhtaç olduğu bu malları
kendilerine ulaştırmazsak, muhtaç oldukları şeyi elde etmek için bize
geldiklerinde onlara yorgunluk ve evlat ayrılığını yüklemiş oluruz. Biz
yorulalım, onlar yorulmasın! İhtiyaç duydukları malları onlara ulaştırmak
isteriz.’ Tüccarın kazanacağı ilave para da bu niyete uyar. Doğru sözlü ve Allah
Teâlâ’nın, beğendiği işlere eriştirdiği tüccarlar da böyle yapar. Rasûlullâh
sallallâhü aleyhi ve sellem güvenilir bir hadiste onlar hakkında şöyle der:
‘Doğru sözlü tacir kıyamet günü peygamber,
sıddîk
ve şehitlerle birlikte haşredilir.’ Bu uyarıyla bu ilişkinin ne kadar yerinde
olduğuna bakınız. Rasûlullâh sallallâhü aleyhi ve sellem ve diğer peygamberler,
insanlara gereksinim duyduldarı mutiu olmalarını sağlayacak şeyleri Allah
Teâlâ katından getirmişlerdir. Bunun karşılığında da tam bir ödül almışlardır.
Düşünen bir insan için bu durum tüccarın hali sayılır. Allah Teâlâ şöyle der: ‘Sizi acı bir azaptan kurtaracak bir
ticareti size bildireyim mi?’120 Bununla beraber,
(ayette sözü edilen) ticarette de bir güçlük vardır. Bu güçlük, kendilerinden
yüz çevirip imana girdiği için aileden ayrılmak, İslam diyarına göçmesi
nedeniyle vatandan ayrılmak gibi güçlüklerdir. Nebilik ifadesinin ne kadar hoş
olduğuna bakınız!
Bütün
bunlar, halleri değiştirmek kapsamındadır. Bu nedenle yağmur duası yapan kimse
elbisesini değiştirir. Bu bakışa ulaşamayan kimseyi ise -ki bu bakış tam bir
ödül ve doğru bilgi içerirgünümüzde insanları çıkaran sebep yolculuğa çıkarır.
O da, mevhum ve sanal bir artış uğruna, yoksunluk nedeniyle yolculuğa
çıkmaktır. Söz konusu artış, gerçekleşebilir veya gerçekleşmeyebilir. Hâlbuki,
zengin gibi davransaydı kendisini muhtaç etmeyecek ölçüde çok malı vardır.
Elindeki malıyla yetinmeyip malına karşı (yetersizlik şeklinde bir) korku ve
daha fazlasına gereksinim duyduğu için canını ve malını tehlikeye atar, yolculuğu
ve taşıdığı tehlikeleri göremez Hakk gelir. Bu mevhum yoksulluk, onu sıkar ve
ailesi, evladı ve sevdikleriyle arasına girer. O ise, kazancın gerçekleşeceğini
zannederek, bu yolculuktan dolayı büyük bir sevinç ve mutluluk içindedir.
Şükredenin
hali ve (verilen nimetteki) artışı istemeye gerek duyması ise daha yerindedir.
Çünkü artış (şükretmeyle birlikte) gerçekleşmiştir, hâlbuki (tacirin
durumunda) kazanç ise mevhumdu. Şükür karşılığında nimetin gerçekleşmiş
olması,. Allah Teâlâ bildirdiği haberde doğru sözlü olması nedeniyle kesindir.
Sonra, şükründen dolayı bu gerçek artışın sahibi olan insan, ailesinin
yanındadır, ne vatanından ne ailesinden ve ne de çocuklarından ayrılmış
değildir. Kendisini aldatmaz, canını tehlikelere atmaz. Bütün malını sadaka
olarak verse bile bedenini yormaz. Öyleyse şükür karşılığında nimeti artıran
kimse, zamanla oynayan (nesîe) tüccar gibidir. Onun malı, kendisi için
saklanmıştır. Muhtaç ve yoksulluk zamanında, Allah Teâlâ katında o malı bulur.
Zorunlu olarak kendisinin ve ailesinin muhtaç olduğu rızkları ise Allah Teâlâ
‘getirir.’ Nitekim Lokman şöyle der: ‘Evladım! Miskal tanesi olsa ve bir kayada
bulunsa ya da göklerde ya da
yerde bulunsa bile Allah Teâlâ onu getirir. Allah Teâlâ lütuf sahibi ve her
şeyden haberi olandır:12'
Bu
kişi, belli bir süreye kadar -ki süre vaktin girmesi demek olan kıyamet
vaktidirnesî şeklinde alış verişi yapan tüccara benzer. Elbisenin ters
çevrilmesinin hikmeti budur.
VASIL
Elbisenin Nasıl Çevrileceğinin Batınî Yorumu
Elbise
üç şekilde çevrilir. Şeriat bilginleri
arasındaki görüş ayrılığının dışında kalmak isteyen bilgin bunların hepsini
bir araya getirir (mezceder). Bu da, dışının içe, içinin dışa, üstünün alta ve
altının üste çevrilmesidir; bunun yanı sıra sağda bulunanın sola ve soldakinin
ise sağa çevrilmesidir. Bütün bunlar, insanların bulundukları hali değiştirmeye
dönük işareti pekiştirir..
Elbisenin
dışının ve içinin çevrilmesi, batmî yorumda dışın (zahir) amellerinin batına
etki etmesidir. Ameller, ortaya çıkardığı sonuçlarla etki ederler. Aynı şey,
batınî ameller için de geçerlidir. Övülen batınî ameller, fiilen insanın
dışında gözükür. Örnek olarak, sadaka vermeye niyetlenip sadaka vermek ya da
bir iyiliğe niyetlenip onu yapmayı verebiliriz. Böylece insanın batınındaki
her şey, fiilen dışında ve zahirinde ortaya çıkar. Bir sırrı saklayan kimseye Allah
Teâlâ onun elbisesini giydirir. İyi bir iş yapmak, bilhassa dünyada kendisi
hakkında bir bilgi meydana getirdiğinde olmak üzere, insanın nefsinde ve
kalbinde başka bir amele başlamanın sevgi ve arzusunu meydana getirir. Nitekim Rasûlullâh
sallallâhü aleyhi ve sellem şöyle buyurur: ‘Bildiğiyle amel edene, Allah Teâlâ
bilmediğini öğretir.’ Allah Teâlâ ise şöyle buyurur: ‘Allah Teâlâ’dan sakınırsanız size furkan verir.’122
Elbisenin
üstünün ve altının ters yüz edilmesi ise, boyun eğdirmede üst âlemin alt âleme
katılması; temizlik ve nezihlikte ise, alt âlemin üst âleme katılmasıdır.
Üstteki alttakine merhamet olsun diye inerken alttaki ise bir inayet olarak Allah
Teâlâ’ya mensubiyette ve O’na muhtaç olmada üsttekinin mertebesine
yükseltilir. Allah Teâlâ kendisine verdiği bilgi ve mutlulukla en yüce varlığa
yöneldiği gibi -ki en yüce varlık ilahi kalem ve ilk akıl’dıraynı şekilde Allah
Teâlâ katında en düşük ve en değersiz varlığa da yönelir. Bu yönelişlerin hepsi
birdir. Çünkü zatı bakımından Allah Teâlâ’nın zatında birbirinden üstün
olabilecek bir şey yoktur. Allah Teâlâ ‘bütün’ ile nitelenmemiştir ki, O’nda
parça bulunabilsin. Alemdeki her bir cevher, ilahi bir hakikat ile irtibatlıdır.
Bu konuda, yüce korunmuş mertebede bir derecelenme yoktur (onların
farklılıklarının kaynağı kendi ezeli mahiyederidir). Öyleyse Allah Teâlâ, en
yüce Arş’ı üzerinde yerleşendir. ‘Bir ip sarkıtsaydınız, hiç kuşkusuz, Allah
Teâlâ’nın üzerine düşerdi.’ *"
Dört
melek Kabe’nin üzerinde toplanmış: Birisi gökten inmiş, diğeri aşağı yerden
yükselmiş; üçüncüsü doğudan ve dördüncüsü de batıdan gelmiş. Her birisi
arkadaşına nereden geldiğini sormuş, herkes ‘Allah Teâlâ’nın katından geldim’
diye yanıt vermiş. Şeyhlerimizden biri, Rasûlullâh sallallâhü aleyhi ve sellem’e
ulaşan bir hadis aktarmıştı. Hadiste Rasûlullâh sallallâhü aleyhi ve sellem
şöyle der: ‘Allah Teâlâ gökte olduğu gibi yeryüzündedir. Siz O’nu aradığınız
gibi Yüce Topluluk (Mele-i Ala) da O’nu arar.’ Böylece Rasûlullâh sallallâhü
aleyhi ve sellem O’nu aramada iki âlemi eşit yapmıştır. Hâlbuki örfte bu iki
âlem arasındaki fark bilinir.
Ben
de şöyle bir tecrübe yaşamıştım: Elimde insanların görebileceği şekilde ve
dünyadaki konumumla bağdaşmayan değersiz bir şey taşıyordum. Elimde taşıdığım
şey, tuzlu balıktan yayılan çirkin bir kokuya sahipti. Arkadaşlarımın gözündeki
konumum ise, böyle bir şeyi taşımama engel olacak kadar üstündü. Bu nedenle
arkadaşlarım nefsimi terbiye etmek için onu taşıdığımı zannetti. Bunun üzerine
şeyhime ‘falanca nefsini eğitme işinde ne kadar yoğunlaştı’ dediklerinde
şeyhim şöyle karşılık vermiş: ‘Hangi niyetle taşıdığını bir soralım!’ Şeyh,
cemaatin huzurunda arkadaşlarımın söylediklerini aktararak bana niyetimi
sordu. Ben de şöyle dedim: ‘Niyetimi yanlış yorumladınız, benim öyle bir
niyetim yoktu. Kadrinin yüceliğine rağmen Allah Teâlâ’nın öyle bir şeyi yaratmaktan
kendisini tenzih etmediğini gördüm. Ben mi kendimi ondan uzak tutacağım?’ Bunun
üzerine şeyh bana teşekkür etti, dostlarım ise şaşırdı. Bu olay, söz ettiğimiz
konuyla ilgilidir. Allah Teâlâ’ya yemin olsun ki, o şeyi taşımak bana şeref
verir. Çünkü onu taşımak, kendisini var etmede (ilahi) kudretin bir
benzeridir. Ariflerin gözünde, yüksek ile düşük ve alışık arasında hiçbir fark
yoktur. ‘Oruç tutanın ağız kokusu Allah Teâlâ katında misk kokusundan daha
güzeldir’ ifadesi buna işaret eder. Burnun iki kokuyu algılaması bir midir?
Birbirinden üstün olan şeylere onların ilahi hakikatlerle irtibatları
bakımından bakınız! Böyle bakarsanız, âlemden hiçbir şeyi küçümsemezsiniz.
Dolayısıyla Allah Teâlâ’ya kıyas edip onu kendine taşıma. Eşyayı hakikatlerin
verisine göre dikkate al!
Elbisenin
sağının soluna çevrilmesi ya da aksi şöyle yorumlanabilir: Duada muduların
nitelilderi, huşu ve zelilliktir. Onlar dünyada ‘sağcılardır.’ Bu nitelik,
ahiret hayatında ‘solculara’ döner. Adeta mutlular, onu dünyada kendilerinden
almıştı. Allah Teâlâ mudular hakkında şöyle der:
‘Onlar namazlarında huşu içindedir.’123 Başkâ
bir ayette ise ‘Allah Teâlâ
karşısında huşu duyarlar"24 buyurur.
Onların niteliklerinin zıddı hakkında da şöyle der: ‘Kalp ve gözlerin başkalaşacağı o günden korkarlar."15 Ahiret
hayatında bedbahdar için şöyle der: ‘Zilletten korkarlar, göz ucuyla bakarlar."26 Başka bir
ayette ise ‘O gün yüzler korkar,
tutuşmuş bir ateşe dayanırlar"27 buyrulur. '
Başka
bir ters çevirmenin bâtınî yorumu ise şudur: Mutlu kul, ahirette bedbaht kulun
dünyada nitelendiği özelliklerle nitelenecektir. Bunlar servet, mülk ve
otoritedir. Böylece mümin ahirette bunlara ulaşır ve (dünyadaki halleri bu
haller ile) yer değiştirir. Kafir ise, bunlardan uzaklaşır. Mümin ahirette
bedbaht kafirin dünyadaki nimetiyle görünürken dünyada nimedenen kafir ise
ahirette dünyadaki müminin özelliği olan mutsuzluk ve ‘surat asmak’ özelliğiyle
görünür. Elbisenin sağ ve solunu değiştirmenin batınî yorumu budur.
VASIL
Elbiseyi Ters Çevirme Vaktinin Batınî Yorumu
Yağmur
duasında elbisenin ters çevrilme
vakti, hutbenin başında veya hutbenin başından biraz sonra yapılır. Bilmelisin
ki, hutbenin başında yapılan ters çevirmenin yorumu, insanın Rabbine Rabbiyle
bakma halinde bulunmasıdır. Bu durumda insan, hutbenin başında Rabbine
Rabbiyle bakar. Bu, namazın başında Allah Teâlâ’nın ‘kulum beni övdü’
demesidir. Namaz kılanın Allah Teâlâ’yı övme -ki (gerçekte) Allah Teâlâ kulunun
diliyle kendini övdüanındaki hali Rabbini görmek nedeniyle ‘fena (kendini
görmemek)’ hali olsaydı, ‘kulum beni övdü’ ifadesi her bakımdan doğru olamazdı.
Hâlbuki Allah Teâlâ ‘kulum beni övdü’ ifadesinde doğru söyler. Öyleyse kulun
Rabbini överken kendini görmesi gerekir ki bu da doğruluktur.
Elbiseyi
hutbenin başlangıç bölümünden biraz sonra ters çevirmek ise şöyle
yorumlanabilir: Kul ‘Ancak sana ibadet eder ve senden yardım
isteriz’12* der. Hutbenin başında bilgiden
kaynaklanan ‘fena (kendini görmemek)’ ve kendinden uzaklaşarak Rabbine dair
yüce bir müşahede haliyle Rabbini Rabbi vasıtasıyla över. Çünkü kul, Rabbini
Rabbinin sözüyle övmüştür. Hitap gerçekleştiğinde ise, Rabbini kendisiyle över.
Böylece ille halinden ayrılır. Hutbenin başında ya da hutbenin giriş bölümünden
sonra elbiseyi çevirmenin batınî yorumu budur.
VASIL
Kıbleye Yönelmenin Batınî Yorumu
Bütünüyle ‘yüz’ olan kimse, Rabbine
zatıyla yönelir. ‘Rasûlullâh sallallâhü aleyhi ve sellem önünden gördüğü
gibi ardından da görürdü.’ Çünkü o, bütünüyle yüz idi. Dolayısıyla Rabbinden
yağmur yağdırmasını isteyen kimse bütün zatıyla Rabbine yönelmelidir. Çünkü
insandaki duyulur ya da manevi, zahir ya da batın her parça, nimederini çekmek
ya da nimetlerini sürdürmesi için Allah Teâlâ’nın rahmetine muhtaçtır. Bu
nedenle Allah Teâlâ zordaki kulunun duasına karşılık verir. Çünkü zordaki kişi,
tamamen muhtaç olduğu için rabbine dua etmiştir. İnsanları dualarına olumlu
karşılık almaktan mahrum bırakan şey, farkında olmaksızın, sebeplere yönelmeleri
nedeniyle zenginlik duygusuyla Allah Teâlâ’ya dua etmiş olmaktır. Buna da
ihlaslı olmamak neden olur. Öyleyse zorda kalan kişi, duasına olumlu karşılık
verilen ihlaslı ve niyeti temiz kişidir. Öyle bir insanın yöneldiği Haktan
başkasına iltifat etmesi söz konusu değildir.
Reşid
Fergani, devrinin bilgini olan şeyhi Fahreddin İbn Hatib erReyyi’den şöyle
aktarır. Sultan onu hapsetmiş ve öldürmeye karar vermiş. Sultanın katında
kabul gören bir şefaatçisi de yoktu. Şöyle der: ‘Sebepler ortadan kalkıp Allah
Teâlâ’dan başkasına duyulan ümitler tükenince, bütün himmetimi Allah Teâlâ’ta
toplayıp hükümdarın elinden beni kurtarmasını diledim. İnancımı kendisine
bağladığım Allah Teâlâ’yı ispatla ilgili teorik kuşkular aklıma geldiği için,
ihlaslı bir şekilde bunu yapamadım. En sonunda himmetimi ve bütün varlığımı
sıradan insanların inandığı ilaha topladım, içimden düşünce ve delillerimi
attım. Artık, içimde inancıma zarar verecek hiçbir kuşku kalmadı. Bütünümle Allah
Teâlâ’ya yöneldim ve ihlaslı bir durumda O’na dua ettim. Sabah olmadan Allah
Teâlâ benim sıkıntımı giderdi ve beni hapisten kurtardı.’ Kıbleye yönelmenin
batını yorumu budur. Çünkü kıbleye yönelmek, kabule işarettir.
VASIL
Duada Ayakta Durmanın Batınî Yorumu
Dua
esnasında ayakta durmak, Hakkın kullarının
ihtiyaçlarını karşılamak için ‘ayağa kalkmasıyla’ durmasıyla ilişkilidir.
Çünkü kul, yağmur yağdırmakla nefislerin arzu duyduğu rızkı istemiş ve Allah
Teâlâ’nın ‘Erkekler
kadınlardan üstündür’129
ayetiyle sevinmişlerdir. Bütün nefisler, anlayan kişi için dişilik
konumundadır. Çünkü her edilgen, dişilik mertebesindedir. Öyleyse, sadece
edilgen vardır. Fiil, gerçekte etken ve edilgen arasında bölünmüştür. Fiile güç
yetirmek etkenden, gücü kabul etmek ise edilgenden ortaya çıkar. Burada ‘Bana dua ettiğinde duasını kabul ederim,
bana dua ediniz"30 ifadesini
içeren bir sır vardır. Allah Teâlâ’nın rızka vasıta yaptığı kimse, kendisinden
dolayı rızıklanan kimselerin üzerinde bulunur (ayaktadır). Böylece yağmur için
duada ayakta durmak şart koşuldu. Kişi ayakta durma haliyle adeta şöyle der:
‘İndireceğin yağmurla ailemizi geçindireceğimiz rızkı bize ver. Çünkü
canlarımızın ayakta durmasının sebebi odur. Şen her şeye güç yetirirsin.’
Bu Bölümde Duanın Batınî Yorumu
‘Dua,
ibadetin Özüdür.’ Organlar, (yemekteki) öz sayesinde
güç kazandığı gibi aynı şekilde dua da ibadetin özüdür. Kulların ibadeti de dua
sayesinde güçlenir, çünkü o ibadetin özüdür. ‘Allah Teâlâ’ya ibadet etmekten yüz
çevirenler.’131 Burada
ibadet, duanın ta kendisidir. ‘Onlar cehenneme gideceklerdir.’132 Bu
ise, Allah Teâlâ’dan uzaklıktır. Çünkü cehennem, dibinin derinliği nedeniyle
böyle isimlendirildi.
VASIL
Duada Elleri Kaldırmanın Batınî Yorumu
Eller, tutma ve verme organıdır. Onlar ile alınır ve onlar
ile verilir. Aldıkları şeyi tutmak ellere ait bir özellik olduğu gibi vererek
açılmak da onların özelliğidir. Kul ellerini açarak kaldırır ve Allah Teâlâ’dan
istediği nimetieri ellerine koymasını ister. Ellerini kaldırır ve içlerini yere
döndürürse, onları yükseldiği görerek kaldırmıştır. Yükseldik Rabbimin ellerine
ait bir özelliktir. Çünkü onlar, ‘üstün olan eldir.’ ‘O’nun iki eli de açıktır,
dilediği gibi infak eder.’ Dua eden ldşi, ellerinin içini yağmur duasında yere
çevirir. Bunun anlamı, ‘elindeki iyilik ve bereketi bize: indir, bu sayede
yoksulluğumuz ve ihtiyacımız kaybolur’ demektir.
Bu
ve benzeri şeyler, yağmur duası namazının ve onu yapanların hallerinin
yorumudur. Namazın iki rekât olması ise, ‘size zahir ve batında nimetlerini verir’133 ayetine
işaret eder. Birinci rekât, zahir nimet içindir ve onunla görünür gedikler
kapanır, ikinci rekât ise, batını nimet içindir. Onda ise, kalplerin ve
ruhların gıdası olan bilgiler, marifeder ve tecelli istenir. Öyleyse el, nimet
demektir. .
Kırk
beşinci kısım sona erdi, onu kırk altıncı kısım takip edecektir.
Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.
Yorumlar