[FÜTÛHÂT-I MEKKİYYE'NİN] OTUZ DÖRDÜNCÜ KISMI
Rahman ve
Rahim Olan Allah Teâlâ’nın Adıyla
BÂB
Ölü Olduğu Hakkında Görüş Birliğine Varılan Şeyin Parçaları
Şeriat
bilginleri, ölü olduğu hakkında görüş birliğine varılmış bir şeyin
parçalan hakkında görüş ayrılığına düşmüştür. Bununla birlikte ölünün
parçalarından etin ölü sayıldığında ise görüş birliğine varmışlardır. Daha
önce, domuzun etinden söz ederken etin bâtınî yorumunu yapmıştık. Bilginler,
kemikler ve tüyler hakkında görüş ayrılığına düşmüştür. Bir kısmına göre
bunlar da ölüdür [dolayısıyla necistir]. Bir kısmına göre ise ölü değildir
[dolayısıyla necis de değillerdir]. Ben de bu görüşteyim. Bir kısmına göre ise,
kemikler ölü, tüyler ise ölü sayılmaz.
Meselenin bâtınî yorumu şudur: Bu
meselede dikkate alman ölüm, geldiği yerdeki canlılığı yok eden arızî-geçici
ölümdür. Bu nedenle ‘canlılık’ denilen şeye baktık: Canlılığı gelişme şeklinde
anlayan kimseler, tüy ve kemikleri ölü saymıştır. Canlılığı duyumsama diye
görenler ise bunları ölü saymamıştır. Tüy ve kemikleri ayıran ise, şöyle
düşünmüştür: Kemikler duyumsar, dolayısıyla [canlılığın kaybolmasıyla] onlar
da ölmüştür; tüyler ise duyumsamaz, dolayısıyla onlar ölü sayılamaz. Gelişmeyi
gıdaya, duyumsamayı hayvani ruha bağlayan kimselere göre ise, kemik ve tüyler
ölüdür. Onlara göre, canlılığı gelişmek veya duyumsamak diye yorumlamak
birdir. Gelişmeyi -gıdaya değilRabbına; duyulurları algılamayı -duyulara
değilyine Rabbma bağlayanlar ise, vasıtaya iltifat etmez. Böyle bir insan, aslı
müşahede etmekle [kendinden ve vasıtalardan] fani olmuştur. Asıl ise,
yaratanıdır. Bir insan Hakkın kendisinin gözü ve kulağı olduğunu görürse -ki
söz konusu olan duyusal gözdür-, canlılık ister gelişmek ister duyumsamak
olsun, ona göre hiçbir şey ölü sayılamaz.
BÂB
Ölü Derisinden Yararlanmak
Bazı bilginler, ister tabaklansın ister tabaklanmasın, ölü hayvanın
derisinden ilke olarak yararlanılabileceği görüşündedir. Bir kısmı ise,
tabaklanmakla tabaklanmamayı ayırmıştır. Derinin temizliğinde ise görüş
ayrılığı vardır. Bir kısım bilgine göre, tabaklamak deriyi temizler, bir
kısmına göre ise tabaklamak deriyi temizlemese bile, bu deri kuru yerlerde
kullanılır. Tabaklamanın temizleyici olduğunu düşünenler, zekât verilen
hayvanlarda temizleyici olduğunda ittifak etmişlerdir. Başka bir ifadeyle bu,
yenilmesi mübah olan hayvanların [derilerini] temizler.
Zekâta konu olmayan hayvanlarda
[dolayısıyla yenilmesi helal olmayan] ise, görüş ayrılığı vardır. Bir kısmına
göre tabaklamak sadece zekâta konu olan şeyleri temizleyebilir. Onlara göre,
tabaklamak temizliği ifade etmede zekâtın yerini alır. Bir kısmına göre
domuzun dışındaki hayvanların ölülerini temizlerken tabaklama yapılır. Bir
kısmına göre ise, domuz da dahil olmak üzere tabaklamanın bütün hayvan
ölülerini temizlediği görüşündedir.
Benim vardığım ve benimsediğim görüş
ise şudur: Bütün ölü hayvanların derilerinden yararlanmak caizdir. Tabaklamak
da, hiçbir hayvan ölüsünü dışarda bırakmaksızın, bütün hayvanların derilerini
temizler.
Meselenin Batındaki Yorumu
Daha önce neye
ölü dendiğini belirtmiştik. Ölü hayvanın derisinden yararlanılabilir.
Bunun [batındaki anlamı] zahirî
[hükümlerin] alınması ve benimsenmesidir. Hükümlerde bir tevile gitmeksizin ve
lafzın gösterdiği hükmün zahirinden sapmaksızın zahiri [ifadeyi] benimseyene
bir engel yoktur. Kimi sözlerin gösterdiği teşbihi benimseyenlere karşı bir
kanıtımız olup ‘zahire uymadın’ diyemeyiz. Çünkü zahir dili teşbihi getirmemiştir.
Söz gelişi misil, nitelik bildiren K [gibi] harfi zahirde bu anlama gelmez. Bu
konudaki hata, tevilden kaynaklanır. Öyleyse açık lafız karşısında lafız böyle
olunca, tevil ihtimali kalmaz. Ona bitiştiğinde ise, canlı karşısında ölü
mesabesinde olur. Şari’den [ölü hayvan derisinden] yararlanmayla ilgili bir
engel görmeyince asıl ilkeye göre hareket ettik. O ilke ise, ‘Yeryüzündeki
her şeyi sizin için yarattı’149 âyetidir. Burada Allah Teâlâ, temiz
veya temiz olmayan diye ayırt etmedi. Böyle bir deri hakkında ise, kendisinden
yararlansak bile, tabaklanmadığı sürece temiz hükmü vermeyiz. Tabaklandığında
ise deri temizdir.
Şari’den gelen yoruma açık bir lafzın
zahirine göre hüküm verir ve kastedilen anlamın da bu olduğu hakkında kesin bir
yargıya varmayız. Hüküm hakkında ille lafzın yol açtığı belirsizliği gideren
başka bir nasla karşılaştığımızda işe, bu nas, içerdiği belirsizlik halinden
ilk lafzı ‘temizler.’ ikinci haber, ilk rivayet için deriyi temizleyen
tabaklamak mesabesindedir. Böylece, söz konusu şeye kendiliğinde ait olan [ilk
temizlikle bu ikinci rivayetin sağladığı] temizliği birleştirmiş olduk. Bunu
ise, ilk rivayeti, ikinci rivayet vasıtasıyla yorumlanabileceği anlamlardan
birine kesin olarak yöneltmek demektir. Daha önce [bu şekilde] temiz değilken
yararlandığımız gibi, şimdi de ondan yararlanırız. Daha önce özel bir yönden
değil, [genel anlamda] ondan yararlanmıştık. Bu ikinci haber, ilk rivayeti
daha önce kendisini kullandığımız zahirî anlamından başka bir anlama yöneltmiş
olabilir. Bu nedenle ‘özel bir konu bakımından değil, genel anlamda
yararlanmak’ dedik. Bizim dışımızdakiler ise ondan yararlanmayı ilkesel olarak
kabul etmez.
Deniz Canlılarının Kam ve Karasal Hayvanların
Az Miktardaki Kanı
Şeriat
bilginleri, deniz canlılarının kanı hakkında görüş ayrılığına düştüğü
gibi karasal hayvanların az miktardaki kanı hakkında da görüş ayrılığına
düşmüştür. Bir kısmına göre balığın kanı temizdir. Bir kısmına göre ise, kanla
ilgili ilkesel kanaate göre necistir. Bir kısmına göre ise, kanın az veya çok
olması hüküm bakımından birdir. Bir kısmına göre de az miktardaki kan
affedilmiştir.
Benim görüşüm şudur: Hangi hayvandan
olursa olsun yasaklama, çok miktardaki bütün kanları içerir. Kanın yenilmesi de
haramdır. Kanın necis olmasına gelirsek, Şari genel anlamda necis olduğu
hakkında açık hüküm vermediği sürece bir konuda haram hükmü vermeyiz. Ya da
Şari’nin necisliği hakkında hüküm verdiği yerde dururuz; Sakınmayla ilgili
nas, her durumda [geçerli] bir nas değildir. Bu nedenle [haramı anlamak]
zorunlu olarak bir karineye gerek duyar. Öyleyse sakınsak bile, haram olan her
şey necis değildir. Öyleyse her şeyden haram olduğuiçin sakınmadık. Onun necis
olması, şerî bir hükümdür. Bir şey ise, [dince necis olsa bile] akıl bakımından
pis ve çirkin olmayabilir.
VASIL
Meselenin Batındaki Yorumu
. Bir şeyin özü gereği gerektirdiği hüküm, o şeyin dış varlığının bulunması
şartına bağlı olmadığı gibi bunun için, o şeyin varlığını belirlemek de bir
şart değildir. Söz konusu şey, dışta bulunabileceği gibi bulunmayabilir de.
Öyleyse, ister temiz, isterse temiz olmadığı şeklinde olsun, bir şey hakkında
hüküm vermede bu durumlar eşittir. Hükme konu olan şeyin Allah Teâlâ’nın
ilminde bulunması veya dışta mevcut olması bu duruma etki etmez. Bakınız! Tercih
eden, mümkünün varlığını yokluğuna veya yokluğunu varlığına tercih etmiştir.
Bununla birlikte o, imkân halinden ayrılmadığı gibi imkân onun için özünden
kaynaklanan
zorunlu bir durumdur, imkânsız için
de imkânsızlık kendisinden kaynaklanan zorunlu bir özelliktir: Aynı şekilde,
zorunluluk da Zorunlu için özü gereği sahip olunan bir niteliktir. Böylece, özü
gereği zorunluluk yayılır. Aynı şey, mümkün ve imkânsız için geçerlidir.
Mertebeler değişse bile, bunların hükmü değişmez.
BÂB
Bütün Hayvanların, insanlardan ise Bebeklerin
İdrarının Hükmü.
Bilgi
sahipleri, bütün canlıların idrarları ve
dışkıları hususunda görüş ayrılığına düşmüştür. Bunun tek istisnası, bebekleri
göz ardı edersek, insanın idrar ve dışkısıdır. Bir kısmına göre tümü necistir.
Bir kısmı ise, genel anlamda hepsini temiz saymıştır. Bir kısmına göre ise, onların
hükümleri ederinin hükümlerine göre değişir. Etinin yenilmesinin helal olan
hayvanların idrar ve dışkıları da temiz olduğu gibi yenilmesi haram olan
hayvanların idrar ve dışkıları da pistir. Yenilmesi mekruh sayılan hayvanların
idrar ve dışkıları da mekruh sayılmıştır.
Meselenin bâtınî yorumu şudur: Eşyada
temizlik asıl, necislik geçicidir. Biz, bu geçici durum gelmediği sürece,
asılla beraberiz. Bizim mezhebimiz budur. Bu bağlamda kul, kulluğunda asıl
bakımından temizdir. Çünkü o, fıtrata göre yaratılmıştır. Fıtrat, Rab için
kulluğu ikrar etmek demektir. Allah Teâlâ şöyle buyurur: ‘Rabbin
Âdemoğullarının bellerinden zürriyetlerini alıp kendilerine karşı tanık tutmuş
ve 'Ben sizin Rabbiniz değil miyim?' demişti, onlar
da evet diye cevap vermişti."50 Rasûlullâh sallallâhü aleyhi ve
sellem bu âyede ilgili olarak şöyle buyurur: ‘Allah Teâlâ Âdem'i yarattığında,
avucunu beline vurmuş, tıpkı zerrelere benzeyen şeyleri çıkarmış ve onları
kendilerine karşı tanık tutmuştur.’ Bilgi de, bilinenine ilişirken temizdir.
Öyleyse Haktan bir konuda veya bir bilgide bir engelleme olunca, onun sınırında
dururuz. Hayat da özü gereği temiz ve temizleyicidir. Allah Teâlâ’nın dışındaki
her şey de canlıdır. Öyleyse her şey, asıl bakımından temizdir. Çünkü Allah
Teâlâ, bütün âlemi el-Kuddus ismiyle yarattı.
‘Allah Teâlâ’nın dışındaki her bir
şey de canlıdır’ dedik. Çünkü en genel ifade olan ‘her bir şey’, [ayette
bildirildiği gibi] Allah Teâlâ’nın övgüsünü teşbih eder. Teşbih etmek ise,
ancak canlıdan meydana gelebilir. Bununla birlikte Allah Teâlâ, kulaklarımızı
donukların (cansızlar), bitkilerin ve akılsız canlıların teşbihlerini duymaktan
engellediği gibi gözlerimizi de donukların ve bitkilerin hayatlarını görmekten
engellemiştir. Bunun istisnası, Allah Teâlâ’nın kendisi için âdeti aştığı
kimselerdir. Bunlara örnek olarak Allah Teâlâ’nın peygamberlerini ve
kendilerine taşların teşbihini duyururken yanında bulunan sahabesini
verebiliriz. Binaenaleyh bu olayda âdetin aşılması taşların teşbih etmesi
değildi. Adet, kulaklarının kendisine ilişmesinde aşılmıştı. Biz de, başlangıç
dönemimizde taşların teşbihini ve Allah Teâlâ’nın zikrini söyleyişlerini
duyardık.
Varlıkların bir kısmı iki hayat ile
canlıdır: Birincisi duyuyla algılanan hayattır, İkincisi ise, duyuyla
algılanmayan hayattır. Bir kısmı ise, genel olarak duyuyla algılanamayan tek
bir hayada canlıdır. Bir kısmı ise, üç hayat türüyle canlıdır. Bu tür,
insandır. İnsan, aslî hayat ile canlı olduğu gibi -ki o genel olarak duyuyla
algılanamayan hayattıraynı zamanda hayvanı ruhuyla da canlıdır. Hayvani ruh,
sayesinde duyumsamanın gerçekleştiği şeydir. İnsan, son olarak düşünen
nefsiyle canlıdır.
Öyleyse âlem bütünüyle temizdir.
Aleme [ya da âlemin bir parçasına] Hakk kaynaklı ‘necis’ denilen bir durum
ilişirse, o yerin necis olduğu hükmünü veririz. Bu hüküm, söz konusu özel
nispette dince belirlenmiş ölçüye göre verilir. Eşyada necislik, nispetlerin
ilişmesinden kaynaklanan bir durumdur. En büyük necislik ise, Allah Teâlâ’ya
ortak koşmaktır.. Allah Teâlâ şöyle buyurur: ‘Müşrikler
necistir. Hiçbir necis, bu yıldan sonra Mescid-i Haram’a yaklaşmasın:151 Öyleyse şirk koşan kimse, özü gereği
necistir. iman ettiğinde özü gereği temiz olur. Başka bir ifadeyle şirk
necislik demek olduğu gibi iman da temizlik demektir. Anla! Çünkü elKuddûs’ten
ancak nezih olan çıkabilir. Bu nedenle necasetin ‘nispetlerin ilişmesinden
kaynaklanan bir durum’ olduğunu söyledik. Nispetler, var olmayan durumlardır.
Öyleyse necisliğin dışta bir ilkesi yoktur. Çünkü dıştaki varlıklar,
kendisinden çıkakları asıl bakımından temizdir.
Burada, öyle sırlar vardır ki, onları
ancak ehli olan kimselere şifahen aktarmak mümkündür. Çünkü kitap, ehlinin
olduğu gibi ehli olmayanın da eline düşer. İşaret ettiğimiz şeyi anlayan
kimse, büyük bir hazine elde etmiştir. Dünya ve ahiret baki kaldıkça, yani var
oldukça o hâzineden infak eder. Yardımcı, Allah Teâlâ’dır. O ‘insana beyanı
öğretendir.’
BÂB
Az Necasetin Hükmü
Bilginler, az necaset hakkında görüş ayrılığına düşmüştür. Bir kısmına göre,
necasetin azlığı ve çokluğu birdir. Bir kısmına göre ise azı dikkate alınmaz.
Bilginler, azın tanımı hakkında da görüş ayrılığına düşmüştür. Bir kısmına göre
de kandan başka az ve çok birdir: Daha önce kandan söz etmiştik.
Bize göre, ayrılmanın mümkün olmadığı
kısmın dışındakilerde, az ve çok birdir. Bu noktada, onunla namaz kılınıp
kılınmayacağının dince bildirilmesini dikkate almayız. Çünkü o, başka bir
yargıdır ve şeriatta o konuda ayrıntı yer almıştır. Şeriatın bildirdiği hükmün
sınırında durulur ve o sınır aşılmaz. Çünkü bir şeyin necis olması, onunla
namaz-kılmayı engellemez. Şeriat bir kısmını bazı yerlerde görmezden gelmiş,
bâzı yerlerde dikkate almıştır. Hallerin bu hususta bir etkisi vardır. Rasûlullâh
sallallâhü aleyhi ve sellem ayakkabasına bulaşan kene kanı nedeniyle
ayakkabasını çıkarmıştır. Fakat namazı batıl olmadığı gibi kıldığı namazı da
yenilememiştir.
Meselenin bâtını yorumu şudur: Kötü
huyların, bilgisizliklerin ve kötü zanların azı ve çoğu bazı yerlerde birdir. Allah
Teâlâ ehlinin bu konuda kimi sözleri ve hikayeleri vardır. Zahirde bu meseleler
hakkındaki görüş ayrılığının ayrıntıları ise, bulundukları yere göre
değerlendirilir. Çünkü önceki fasıllarda bunların bâtında nasıl yorumlanacakları
belirtilmişti.
Meninin Hükmü
Şeriat bilginleri, meni hakkında görüş ayrılığına düşmüştür: Acaba temiz midir,
necis midir? Bazılarına göre temizken bazılarına göre pistir.
Meselenin batındaki yorumu:
Yaratmanın bir kısmı doğaldır, bir kısmı doğal olmayandır. Bu ikisinin arasında
fark vardır. Dilersek bu farkı dikkate alırız, dilersek almayız. Çünkü bize
göre, doğal yaratmayla doğal olmayan yaratma arasında bir fark yoktur. Çünkü
özel yön bakımından gerçekleşen doğal yaratma, Allah Teâlâ ehlince bilinir ve
Kuran’da açıkça dile getirilmiştir. Bu yaratma, takdis mertebesinden ve
elKuddûs isminden meydana gelmiştir. Bu özel yönden olmayan yaratma ise, bir
şeyin kendi benzerinden meydana gelmesidir. Bu da, yaratma âlemi ve emir âlemi
dediğimiz şeydir.
Yaratılmış bir sebep vesilesiyle
meydana gelen şeylerin bulunduğu âlem, yaratılış âlemidir. Yaratılmış bir sebep
vesilesiyle var olmayan her şey ise, emir âlemine aittir. Hepsi, gerçekte, emir
âlemidir. Şu var ki sebepleri âlemden kaldırmamız mümkün değildir. Çünkü onları
Allah Teâlâ koymuştur. Allah Teâlâ’nın koyduğu bir şeyi ise kaldırmanın imkânı
yoktur.
Şöyle derim: Kendi nefsiyle Rabbinden
perdelenen kimse temiz değildir. Meninin çıkışı, genellikle insanın, hatta
canlının bütün varlığını kuşatan bir haz verir. Böylece kişi Rabbinden
habersiz kalırken bir tek kendisinden çıkan şeyin hükmünün altına girer ki o da
menidir. Öyleyse meni temiz değildir. Bu nedenle, ondan dolayı temizlenmemiz
emredildi. Söz konusu temizlik, bedenin bütün parçalarını içeren genel
temizliktir [yıkanma]. Çünkü meni ‘eklemler ile omurgalar arasından çıkar.’ Allah
Teâlâ’nın doğal yaratılışı onun vesilesiyle gerçekleştirdiğini dikkate alan
kimse, meninin temizliğine hükmeder. Çünkü meninin hali değişmiştir. Şöyle ki
meni, mesanenin yoğunlaştırdığı sıkılmış kandır. Kan olmaktan çıktığı gibi aynı
zamanda hükmü de değişmiştir ki hükmün değişmesi daha yerindedir. Öyleyse meni,
bize göre temizdir. Şu var ki, kendisinden ayrıştıramayacağımız bir necislik
ona bulaşırsa, bu durumda, kendisine ilişen necislik nedeniyle meninin de
necis olduğu hükmünü veririz. Nitekim onun aslı ve esası da kândı. Aslı
bakımından kandan
ibaret olan suretini korumuş olsaydı,
çıktığında onun dince necis oldu-. ğu hükmünü verecektik.
BÂB
Necisliğin Temizlendiği Üç Yer
Necisliğin temizlendiği yerler, üçtür. Bunlar elbise, beden
-yükümlü olanların bedenleri-ve mesciderdir.
Meselenin bâtınî yorumu şudur: Bâtınî
elbiseler, niteliklerdir. Çünkü bâtının elbisesi, onun nitelikleridir. Şair
İmrü’l-Kays Uneyze’ye şöyle der:
.' ' j
Bir huyum şeni üzmüş ise
Elbisemi elbisenden sök çıkart
Şair, kalbine giymiş olduğu sevgi
elbisesini kastetmektedir. Allah Teâlâ şöyle der: ‘Takva
elbisesi daha hayırlıdır.'151 Kanaatimce, aradaki durum kanıtları
nedeniyle bu âyet ‘En hayırlı yiyecek takvadır5153 âyetiyle
aynı bağlamda yorumlanabilir. Bu iki âyet -burada takva derken kastedilen şeyin
anlamını iyice kavrarsananlam bakımından birdir.
Bedenler ise, kalpler ve ruhlar
demektir, bilesin. Mescider ise, yakarma mekânlarıdır. Bu mekânların halleri
de ilahidir.
BÂB
Necaset Bu Üç Yerden Neyle Temizlenir
Şeriat
bilginleri, temiz ve temizleyici suyun bu üç yerden necaseti gidereceği
hususunda görüş birliğindedir. Bize göre ise, taş, toprak ve sıvı gibi
necasetin dış varlığını ortadan kaldıran her şey kullanılabilir. Necasetin
gözle görülür bir rengi varsa, dış varlığında rengin silinmesi
de dikkate alınır. Bildiğimiz başka
bir bilgi nedeniyle, görünür varlığı kaybolduktan sonra kokunun kalması ise
dikkate alınmaz.
Meselenin bâtınî yorumu şudur: ‘Allah
Teâlâ’dan sakının, Allah Teâlâ size öğretir’154,
‘Allah Teâlâ’dan sakınırsanız, size bir jurkan verir’155
gibi âyederde geçen takvanın ürünü olan bilgi, söz konusu üç yeri
temizleyicidir ve [bulunan necaseti] gidericidir. Bunlar, bâtıni yorumunda, nitelikler,
kalpler ve hallerdir. Daha önce belirttiğimiz gibi, bunlar, elbiseler, bedenler
ve mescitlerdir.
Şeriat bilginleri, taşın necaseti
‘iki çıkış yeri’nden [ön ve ard] temizlediği konusunda da hemfikirdir. Bu
temizleme, şeriatta ‘isticmar [taşla temizlik]’ diye isimlendirilir. Bence, tek
taşla yapılırsa taşla temizlik gerçekleşmiş olmaz. Çünkü tek taşla yapılması,
‘isticmar’ın anlamıyla çelişir. [Kelimenin türetildiği] ‘cemra’, çoğuldur ve
çoğulun en azı ikidir.
Görüş birliğine varılmış meselenin
bâtınî yorumu şudur: Allah Teâlâ taşlar ile kalpler arasmda bir takım
durumlarda bir ilişki saptamıştır. Bu ilişkinin ifade edildiği yerlerden biri
‘Sonra kalpler katılaştı, onlar taşlar gibi, hatta daha da
katılaştı’156 âyetidir.
Kasvet ya da kalp katılığı, her ne olursa olsun, temizlenilmesi gereken
kirlerden biridir. Çünkü kalp katılığı, kalp kirlerinden biridir. Bunun bir
kısmı sorumlu olmayı gerektirirken bir kısmı göz ardı edilir. ‘[Taşlardan
bile katıdır, çünkü] Taşların bir kısmı parçalanır ve onlardan nehirler çıkar:157 Kastedilenler, kalplerden meydana
gelen geniş ve derin bilgilerdir. Bu bilgiler, bilinenlerin çoğunluğunu içerir.
Bu bilgilerin ‘ortaya çıkması’ ise, farklı bilim dallarında öğretim amaçlı
olarak bilginlerin dillerinde ortaya çıkmalarıdır.
Taşların bir kısmından, ‘parçalandıklarında
su çıkar.’158 Bunlar, hallerin baskın geldiği
kalplerdir. Böylece, görünürde, kalplerin parçalanması ve içerdikleri bilgi
ölçüsünde mensuplarının dillerinde bilgiler ortaya çıkar, insanlar da o bilgilerden
yararlanır. Taşlarm bir kısmı da ‘Allah Teâlâ korkusundan
yuvarlanır:159 Taşlara
benzeyen kalplerin düşmesi, izzetinden kulluğuna inmeleri ve asıl bakımından
sahip oldukları acizlik ve eksikliğe bakmalarıdır. Daha önce, suyun söz konusu
yerlerdeki necisliği temizleyici olduğunu belirtmiştik. [Taşın temizleyici
olmasının sebebine gelirsek] Suyun kaynağı olan taşlarm iki çıkış yerinden
necaseti gidermedeki hükmü, kendisinden çıkan suyun hükmü gibidir.
Bâtında bunun yorumu, sudur. Nitekim
[taşların eylemi olarak zikredilen] korku da, kendisiyle temizlenilen şeylerden
biridir. Korku, razı olunmuş ve Allah Teâlâ’dan razı olmaları istenilmiş Allah Teâlâ’yı
bilenlerin özelliklerinden biridir. Allah Teâlâ şöyle buyurur: ‘Allah
Teâlâ’dan ancak bilginler korkar.’’160 Başka bir âyette ise ‘Allah
Teâlâ onlardan razı olmuş, onlar da Allah Teâlâ’dan razı olmuştur. Bu Rabbinden
korkan içindir’161buyrulur.
Öyleyse bilgi, özellikle de takva
duygusunun meydana getirdiği bilgi temizdir ve temizleyicidir. Başka bilgiler
de temiz ve temizleyici olsalar bile, işaret ettiğimiz bu bilginin gücüne sahip
değillerdir. Öyleyse taşların kendisiyle nitelendiği korku, onları düşmeye ve
yuvarlanmaya sevk eden şeydir. Bu ise [bâtınî yorumda], Allah Teâlâ’nın
verdiği yükseklikten aşağı inmektir. Kur’an kendilerini düşmek özelliğiyle
niteleyince, dağlardaki taşları kastettiğini anladık. Dağlar, Allah Teâlâ’nın
kendileriyle yeryüzünün sallanmasını engellediği direklerdir. Allah Teâlâ
onları direk sayınca, bu durum, yüksek konumları nedeniyle kendilerine bir
böbürlenme getirdi. Bunun üzerine söz konusu, taşlar, ‘Bu
ahiret yurdudur, onu yeryüzünde büyüklük taslamayan kimselere veririz, son,
takva sahiple-rinindir’162 âyetini duyunca, Allah Teâlâ
korkusundan düşmüşlerdir. İrade de kalplerin niteliklerinden biridir. Böylece
kalpler -yükseklikleri Rablerinden kaynaklansa bileyüksekliklerinden aşağı
inmiş, Allah Teâlâ korkusundan [aşağı] düşmüştür. Bunun nedeni, kendisine
göçecekleri ahiret yurdunda nasipsiz kalmaktan endişelenmek ve çekinmektir.
Burada ahiret yurduyla mutluluk diyarını kastetmekteyim. Çünkü ahirette
bedbahtlık ve mutluluk diyarı olmak üzere iki yer vardır. Bu nedenle kalpler,
temiz ve temizleyici olmuştur.
Taşların, iki çıkış yerini
temizlemeye tahsis edilmesine gelirsek, ‘iki çıkış yeri’ derken katı dışla ile
idrarın çıktığı yerleri kastetmekteyim. Bilmelisin ki, Hakkın kalplerde İki
tecellisi vardır. Birinci tecelli, yoğunlardadır. Söz konusu tecelli, basiret
ve hayalin algıladığı suretlerdeki tecellisidir. Örnek olarak, Hakkın rüyada
görülmesini verebiliriz. Burada Hakk, duyuyla algılanan suretlere benzer bir
surette [kendini] gösterir. Kuşkusuz Allah Teâlâ şöyle buyurur: ‘O'nun
benzeri yoktur.’163 Bu bilgi,
uyurken veya ibadetinde tahayyül ederken tecelli ettiği suretlerden biri olan
bu suretle Hakla sınırlamayı [yanlışlığını] kalbinden giderir. [İbadette
tahayyül etmeye dönersek] Rasûlullâh sallallâhü aleyhi ve sellem, kendi arzusundan
değil -çünkü o kendi arzusundan konuşmazRabbinden aktardığı bir hadiste şöyle
der: ‘Allah Teâlâ’ya sanki O'nu görürcesine ibadet et.’ Burada, sanki edatı
gelmiştir. Bu edat, hakikatleri['n bilgisini] verir.
Rasûlullâh sallallâhü aleyhi ve
sellem ‘Ben gerçek bir müminim’ diyen birine şöyle demiş: ‘İmanının hakikati
nedir?’ Sahabe, ‘Sanki Rabbimin Arş’ı ortaya çıkmış, ben de ona bakıyorum’
demişti. Burada da, sanki ve görme [bakma] kelimeleri zikredilmiştir. Bu cevap
üzerine Rasûlullâh sallallâhü aleyhi ve sellem kendisine ‘Bildin, öyle devam
et’ demiştir. Böylece Rasûlullâh sallallâhü aleyhi ve sellem, sahabenin bilgi
sahibi olduğuna tanıklık etmiştir. İşte bu diğer tecellidir. Çünkü hayal
tecellisi, duyu tecellisinden karşılaştırılamayacak ölçüde daha latiftir. Bu
nedenle, insanın iç dünyası gibi, bu tarz tecelli hızla şekilden şekle girer.
Ahirette ise, insanın dış yönü böyle olacaktır. Bir rivayette, cennette bir
çarşı bulunduğu bildirilir. Bu çarşıda alış veriş olmaz. Orası, suretlerin
bulunduğu bir yerdir. Kim hangi sureti isterse, o surete girer. Bu durum, dünya
hayatında insanın iç dünyasının durumuna benzer.
İbadet eden insan ibadet ettiği şeyi,
görebileceği bir surete dönüştürdüğünde, adeta onu kalbinden gözüyle
görebileceği birinin suretine indirmiştir. Bununla birlikte, bu esnada dıştan
bir suret söz konusu değildir. Nitekim uykuda gerçekleşen tecellide de durum
böyledir. Öyleyse bu tahayyül Hakkı sınırladığında -ki Hakkın kendisiyle
sınırlanacağı bir sınırı olamaz[ortaya çıkan kirden] temizlenmek,
sınırlamalardan korkmayı bilmekle gerçekleşir. Söz konusu bilgi, daha önce
belirttiğimiz taşlardır [taşlara ait bilgidir]. Öyleyse kalbin temizliği,
böyle bir benzetme ve sınırlamadan korkmak demektir. Çünkü Hakkın ‘benzeri
yoktur.’
Taşların iki çıkış yerini temizlediği
hakkında bilginlerin görüş birliğine vardığı düşüncenin bâtındaki yorumu
budur. Onlar, sözü geçen görüş birliğine varılmış konuların dışında, kimi
konularda ise görüş ayrılığına düşmüştür. Bunlar, belirtilen yerlerden
necaseti gideren sıvı ve katı cisimlerdir. Bir kısmına göre, temiz olduğu
sürede katı ve sıvı her şey her yerdeki necaseti temizler. Ben de bu
görüşteyim. Bir kısmı ise, su ve taşla temizlenmek gibi görüş birliğine
varılmış hususların dışındaki şeylerle temizlenmeyi genel anlamda
reddetmiştir. Daha önce su ve taşla temizlenmeyi zikretmiştik.
Kemik ve Tezekle Temizlenmek
Şeriat bilginleri,
kemik ve tezekle temizlenme hususunda görüş ayrılığına düşmüştür. Bazı
bilginler bunu kabul etmezken, bunlardan başka temizleyici maddelerle
temizlenmeyi caiz görmüşlerdir. Bazı bilginler, ekmek gibi yenilebilir-saygın
şeyleri istisna saymıştır. Bir rivayette kemiklerin ‘cin kardeşlerimizin
yemekleri olduğu’ bildirilmiştir.
Bazı bilginler ise, kullanımı israf
sayılabilecek şeylerle temizlenmeyi uygun görmemiştir. Bunlara örnek olarak,
altın ve yakut gibi şeyleri verebiliriz. Burada israf diye sınırlamaları,
yeterli bir açıklama değildir. Bu konuda anlaşılabilir başka bir neden
gösterselerdi daha iyi olurdu. Fakat bu gibi şeylere bakmak gerekir: Altın
sikke haline getirilmiş ve üzerinde Allah Teâlâ’nın adı ya da başka bir dilde
olduğu için Allah Teâlâ’nın isimlerinden biri olmasından endişe edilen
bilinmeyen bir isim olabilir ya da üzerinde bir suret bulunabilir. Bu gibi
durumlarda, altın veya yakut olduğu için değil, böyle bir nedenle kendisiyle
temizlenmekten sakınılır.
Bazı bilginler ise, temizlenmenin
sadece taşlarla olacağı görüşündedir. Bazı bilginler, tezekle temizlenmeyi
mekruh saysalar bile, kemikle temizlenmeyi caiz görmüştür. Bir kısmı ise,
temiz ya da pis her şeyle ön ve arka çıkış yerlerinin temizlenebileceği
görüşündedir. Bu görüş sadece Taberi’ye aittir.
VASIL
Meselenin Bâtınî Yorumu
Kötü huylardan ve bilgisizliklerden her neyle temizlenmek mümkün ise
necaseti gidermek ve temizlemek için o şeyin kullanımı caizdir. Örnek olarak,
iyi bir huyu veya kötü huyu, konusunun değeri nedeniyle değerli bir bilgiyi
veya bulunduğu mahalli temizlemekten başka etkisi olmayan [değerli olmayan]
başka bir bilgiyi verebiliriz. İşte Taberi’nin çoğunluktan ayrılıp tek kaldığı
görüş böyle yorumlanabilir.
Bazı insanlar ise, temizlemede
temizleneni değil temizleyeni dikkate alıp şeriata ve onun bu çerçevede
ayrıntılandırdığı şeylere uyabilir. Böyle bir insan, Allah Teâlâ’nın dini
hakkındaki kavrayışı ölçüşünce Şari’nin [maksadım anlamasına] göre hareket
etmiş demektir. Çünkü Allah Teâlâ’dan anlamada insanların yaratılışları farklı
farklıdır. Bu husus, içtihadın gerçekleşme yeridir. Böyle bir insana göre
necaset, güçlü bir kanaatle Şari’nin kastı olduğuna inandığı şeyle temizlenir.
En uygunu budur. Bu durum, zahirde ve batındaki hükümlerde eşit ölçüde sirayet
eder. Bunu ayrıntılandırmak gereksizdir.
BÂB
Necaset Nasıl Temizlenir
Bunlar, yıkama, meshetmek, su serpmek ve dökmektir. Kastedilen şey, suyu
necaset üzerine dökmektir. Nitekim bir rivayette şu aktarılır: Bir bedevi,
mescide idrarını yapmış. İnsanlar kendisine bağırmışlar. Rasûlullâh sallallâhü
aleyhi ve sellem ise 'Adamı bırakın!’ demiş. Adam idrarını yapınca, Rasûlullâh
sallallâhü aleyhi ve sellem bir kova su getirilmesini ve idrarın üzerine
dökülmesini emretmiş.’ Bu durum, yıkanma veya meshetmek veya su serpmek diye
isimlcndirilcmcyccck bir eylemdir. Bu nedenle [temizleme tarzlarına] dökmeyi de
ekledik. Bilginler ise, bu lafzı kullanmamış ve onu yıkamanın bir türü
saymışlardır. Böylece dökmek yerine yıkamak lafzını kullanmakla
yetinmişlerdir. Biz ise, bu durumu ‘dökmek’ lafzıyla açıkça belirtmenin daha
uygun olduğunu gördük. Çünkü ravi, [hadiste eylemi] yıkamak diye
isimlendirmemiş, dökmek lafzıyla zikretmiştir.
Bilmelisin ki, temizlik tarzlarının
derecelenişindeki bu farklılık, Muhammed ümmetine bir kolaylık olsun diye,
necasederdeki değişmeden kaynaklanır. Amaç, necasetin belirli ya da belirsiz
(mevhum, sanal, muhayyel) varlığını ortadan kaldırmaktır. [Bâtınî yorumuyla]
Vehim ya da göz ne ile bu niteliklerden temizlenirse, o şey temizlikte kullanılır.
Temizleyicilerden daha genel olanın kullanımı, özel olanın kullanımını içerir.
Bu nedenle, anlayabildiysen, özel olanın kullanımı gereksizleşir. Daha genel
olana yıkanmayı örnek verebiliriz. Çünkü yıkanma, daha geneldir ve diğer
şeyleri gereksiz Hakk getirir. Şari ise, [temizlemek için] dökmüş, yıkamış,
mesh etmiş ve su serpmiştir. Serpmek, yaymak demektir. Bütün bunlar hakkında
bir takım rivayetler vardır ki, onların ele alınacağı yer fıkıh kitaplarıdır.
VASIL
Bu Konuda Bâtınî Yorum
Konu kötü huylar
ise, kendisini kullandığımızda bütün kötü huyları
giderecek bir nitelik bulduğumuzda, onu kullanırız. Bu durumda söz konusu
nitelik, somut ya da mevhum varlığıyla necasetleri ortadan kaldıran tüm
nitelikleri kuşatan yıkanmaya benzer. Bu tarzın kullanımı, daha uygun ve daha
kolaydır. Bunu kullanmak mümkün olmazsa, her bir kötü huya ve onun varlığım
ortadan kaldıracak niteliğe bakıp -başkasını değilsadece onun ilgili olduğu
kötü huyu gidermek için kullanmak gerekir. Bu meseledeki bağlayıcı açıklama
budur.
Temizleyiciler hususunda meshetmek,
su serpmek ve bunların sayısi hakkında pek çok görüş ayrılığı vardır ki,
onların ele alınacağı yer burası değildir. Allah Teâlâ ömür verir ve nasip
ederse, şer’î hükümlerin [bâtını] yorumlan hakkında bir kitap yazmak
niyetindeyim. O kitapta iki yöntemi uzlaştırmak için, bütün tarzlarıyla
ibadetlerin hükümlerini, bilginlerin görüş ayrılıklarını zikredeceğiz ve iki
yaratılışta ve iki surette, başka bir ifadeyle zahirde ve bâtında şeriatın
[gözettiği] hikmetini ortaya koyacağız. Böylece kitap, zahir ehlini
[fılcıhçılar] ile nispederi ve ölçüleri araştıran bâtını yorumu benimseyenleri
uzlaştıran bir kitap olur. Yardımcı Allah Teâlâ’dır. O’ndan başka Rab yoktur.
BÂB
Istinca ve Tuvalete Girme Adabı
Bu konuda pek çok rivayet ve emir vardır. Örnek olarak, sağ elle
istinca [etmeyle ilgili yasaklama] veya küçük abdestte cinsel organı sağ elle
tutmamak, ihtiyacı giderirken konuşmamak ve tuvalete girerken Allah Teâlâ’ya
sığınmayı dile getiren rivayederi verebiliriz. Bunlar oldukça fazladır. Bazı
bilginlere göre, bütün bu rivayeder mendup olarak yorumlanabilir
[rivayederdir]. Fakihlerin çoğunluğu böyle düşünür.
Meselenin bâtındaki yorumuna
gelirsek, bütün bunlar zorunludur. Hakkın emirleri söz konusu olduğunda
bâtındaki hüküm, zahirdeki hüküm gibi değildir. Allah Teâlâ insanın sadece
kalbine bakar. Bu nedenle kulun kalbini sürekli temiz tutması bir
zorunluluktur. Kalp, Allah Teâlâ’nın kulda baktığı yerdir. Şeriat ise, insanın
dışına bakar ve dünya yurdunda, yükümlülük âleminde insanın bâtınına değil,
dışını ve zahirini dikkate alır. Ahirette ise bunun tersi gerçekleşecektir.
Orada ‘sırlar ortaya çıkar.’ Bununla birlikte şeriat, dünya hayatındayken de
belirli-özel fiillerde insanın içini ve bâtınını dikkate alır. Bu fiillerin
bir kısmını şeriat farz kılmış, bir kısmını ise teşvik etmiştir; bir kısmı ise
şeriatın yapılması veya yapılmaması arasmda serbest bıraktığı davranışlardır.
Başka bir açıdan, şeriat bu fiillerin bir kısmının yapılmasını yasaklamış, bir
kısmının yapılmasını ise kerih saymıştır. Yapılmaması söz konusu olan fiillerde
de aynı taksim geçerlidir.
Şeriat bilginleri, bu adaplar
arasında, büyük-küçük abdesti yaparken kıbleye dönmekle sırt çevirmede görüş
ayrılığına düşmüştür. Bu noktada üç görüş ileri sürülmüştür: Bir kısmına göre,
nerede olursa olsun, büyük-küçük abdestini bozan kimsenin kıbleye dönmesi caiz
değildir. Bir kısmına göre ise, genel anlamda kıbleye dönmek caizdir. Benim
görüşüm de budur. Fakat kıbleye dönmemek, daha üstün ve faziletlidir. Bir
kısmına göre ise, bina edilmiş tuvaleüerde kıbleye dönmek caizken boş alanlarda
kıbleye dönmek caiz değildir. Her görüş sahibinin dayandığı bir kanıtı vardır
ki şeriat bilginleri kendi kitaplarında bu hususları zikretmiştir.
VASIL
Meselenin Bâtınî Yorumu
Rasûlullâh sallallâhü aleyhi ve
sellem, Allah Teâlâ’nın namaz kılan
müminin kıblesinde bulunduğunu ve namaz esnasında kulun Rabbiyle yüzyüze
(karşı karşıya) geldiğini bildirdi. Kimi bilginler, ‘Allah Teâlâ’nın
bulunması’nın nispet edildiği kıblenin, bilinen kıble olduğunu anlamışken [bazı
bilginler ise] bu bulunmaklığın kulun namazı esnasında kıbleye nispet
edildiğini anlamıştır. Kıblenin bu nispet olduğunu anlayan kimseler,
saygısızlık anlamına geleceği için, ihtiyaç giderirken kıbleye dönmeyi caiz
görmez. Kastedilenin namaz kılanın hali olduğunu anlayanlar ise, ihtiyaç giderirken
kıbleye dönmeyi caiz saymıştır. Çünkü ihtiyacını gideren insan, bilinen
tarzıyla namaz kılan insan değildir [ki Rabbi karşısında bulunmuş olsun].
Namazın ruhunu -ki o sürekli olarak Allah
Teâlâ karşısmda huzur ve bilinç sahibi olmak ve O’na yakarmaktırdikkate alan
kimselerin bütün davranışları namaz olur. Çünkü böyle bir insan hiçbir zaman
namazın ruhundan ayrılmaz. Bunlar, sürekli olarak Allah Teâlâ karşısında huzur
ve bilinç sahibi olan kimselerdir. ‘Onlar
ki namazlarında süreklidirler’1M âyetinin işari
yorumunda bunlara işaret edilir. Başka hallerde değil de sadece ihtiyaç
giderirken Allah Teâlâ karşısında olduğu fikri aklına gelen kimseye gelen
düşünce ise, şeytanî bir düşüncedir. Böyle bir düşünceye bel bağlanamaz. Böyle
bir durumdaki insan, bize göre, zorunlu olarak kıbleye yönelmekten
sakınmalıdır. Çünkü aklına gelen düşünce ‘şeytanın amelidir.’ Bize ise, ‘o,
şeytanın ameli olan bir pisliktir, ondan sakının5165 âyetinde
şeytanın amelinden uzak durmak ve sakınmak emredildi.
Bazı bilginlerin ise, açık alanlarda
değil, bina edilmiş tuvaletlerde kıbleye dönmeyi kabul ettiklerini
belirtmiştik. Çünkü bina edilmiş tuvaleder ve binalar, [bâtınî yorumda]
toplanmışlık ve bütünlük haline işaret eder. Böylelikle bu hal, İlâhî
isimlerin bütünlüğüne benzer. Her şey, akledilir Hakk gelmesini sağlayan İlâhî
bir hakikat ile irtibatlıdır. Çünkü madum [yok olan], tenzihle irtibatlıdır.
Dolayısıyla, bu hal sahibi [İrtibatlı olduğu] söz konusu hakikat yönünden
Rabbini müşahede etmekten yoksun kalmaz. Çünkü bina ve yapı buna kanıttır.
Böylelikle insanın kıbleye dönmesi ve bulunduğu mertebenin hükmüne göre [davranması]
caiz olur.
Boş alanlar ise, [batında] insanın
tek başına olduğu durumdur. Dolayısıyla insanın ihtiyacını giderirken kıbleye
dönmemesi için bir engeli yoktur. Bu nedenle insan, Şari’niri sözüne hürmetin
gereği olarak saygılı davranır ve kıbleye dönmez. Çünkü boş alanda -kendi
seçiminden başkaİlâhî hakikati görmekten sınırlayacak hiçbir hal yoktur. Köleye
[kul] ise, efendisinin karşısında seçim sahibi olmak yaraşmaz. Allah Teâlâ
şöyle buyurur: ‘Rabbin dilediğini yaratır ve seçer.”66 O’nun seçtiği şeylerden biri de
yapılar ve binalardır. ‘Onların seçimleri yoktur.’“7
Başka bir ifadeyle, Hakkın kendileri için seçmediği bir şeyi kendileri
seçemezler. Dolayısıyla onlar, seçme imkânına sahip değillerdir. Bilakis onlar,
dince belirlenmiş sınırlarda dururlar. Çünkü yasayı koyan, Allah Teâlâ’dır. İnsan,
ihtiyaç giderirken kıbleye yüzünü veya sırtını dönmeyi onaylayan veya yasaklayan
bütün rivayederi bu bakış açısıyla değerlendirmelidir.
Böylece temizliğin bölümlerinde
ilkelerin yerini alacak hususları zikrettik. Temizliklerle ilgili toparlayıcı sözümüz
şu olabilir: Anlamı akledilir olan şeylerden temizlenmek, cedelci veya burhanı
[vücûdî] kanıtlardan pisliği giderecek her şeyle yapılır. Çünkü amaç,
temizleyen şey temizlenen yere başka bir pislik bırakmadığı sürece, neyle
temizleneceği değil, pisliğin giderilmesidir. Temizleme aracı başka bir pislik
bırakırsa, söz konusu yer temizlenmiş sayılmaz.
Anlamı bilinmeyen şeylerin
temizlenmesi ise, Allah Teâlâ’nın veya peygamberinin bu konuda belirlediği
şeylere bağlıdır. Böylece, onların belirlediği şeylerle pislik temizlenir. Hakk
dilerse bunun anlamını ve [temizlenen şeyle] ilişkisini sana bildirir. Allah
Teâlâ bu ilişkiyi sana bildirirse, senin için temizlenmek, kesinleşmiş bir
bilgiden meydana gelir. Böyle olmazsa, yapılan şey kulluk diye isimlendirilir.
Bütün sorumluluklarda geçerli olan sebep budur. Başka bir ifadeyle kulluk,
bütün yükümlülükleri ortaya çıkaran birleştirici nedendir. ‘Allah
Teâlâ doğruyu söyler ve doğru yola ulaştırır.’168 .
Otuz dördüncü kısım sona erdi.
Bununla kitabın beşinci sifr’i de bitti. Bunu otuz beşinci kısım takip
edecektir. Bu bölüm, namazın sırlarıyla ilgili altmış dokuzuncu bölümdür.
Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.
Yorumlar