Barış MANÇO-Benden Öte Benden Ziyade Bilinmeyen Arkaplanı
Yunus 10/26. Ayette Yer Alan "Ziyade"
Kelimesinin "Ruyetullah" Olarak Anlaşılmasında Ehl-i Sünnet İnancının
Etkisi
Burhan BALTACI[1]
Kur’ân’ın anlaşılmasında ve yorumlanmasında öznellik-nesnellik sorunu
günümüzde tartışılan önemli bir konudur. Her ne kadar müfessirin ayetler
karşısında kendi öngörülerinden bağımsız olarak yorumlama faaliyetinde
bulunması beldense de birikimleri, yetişme tarzı ve ortamı, inanç ve
düşünceleri ile ilmi kapasitesi onun bu karşılaşmada bütünüyle öznel
olamayacağım göstermektedir. Önceki birikimlerinin aksine bir sonuca
ulaştığında bunu paylaşması ve duyurması müfessirden beklenmelidir.
Müfessirlerin ayetlerin tefsirine katkıda bulunan birikimlerinin
içerisine inançları da dâhildir. İnanç esasları dediğimiz itikadı belirleyen
unsurların başında itikadî mezhepler gelmektedir. Müfessirler ayetleri anlama
ve yorumlama faaliyetinde itikadî mezheplerinin esaslarının etkisinde de
kalmışlardır. Bunun en bariz yansımalarıyla, Allah'ın ahirette görülebileceğini
ifade eden "ru’yetullah" tartışmaları ile ru’yetullahın mümkün olup
olmayacağının Kur’ân ayetlerinden delillendirilmesinde ve ilgili ayetlerin
tefsirinde bu delillendirmeye yer verilmesinde karşılaşmaktayız.
Bu araştırmada ru’yetullahla ilgili tartışmalara girilmemekle
birlikte yeri geldikçe atıflar yapılmakla yetinilecektir. Ru’yetullahın delilleri
olarak sunulan ayetlere ve hadislere de yeri geldikçe değinilmekle beraber tek
tek izah edilmeyecektir. Bu çalışmada yapılmak istenen, ru’yetullahın delilleri
arasında -öncelikli olarak sayılmamasına rağmen- yer verilen, Yunus 10/26.
ayetin ve bu ayette yer alan "ziyade"
kelimesinin anlaşılmasında, birikimlerinin müfessirler üzerinde ne kadar etkili
olduğunu, özelde de bu kelimenin anlaşılmasında Ehl-i Sünnet[2]
inancının müfessirler üzerinde ne derecede tesirinin bulunduğunu ortaya
koymaktır. Bu etkinin var olup olmadığına ve anlamada inancm etkisinin ne
derece olduğuna ise veriler incelendikten sonra değinilecektir.
İlgili ayetin anlaşılmasında Ehl-i Sünnet’ten olan müfessirler
gibi düşünmeyen diğer mezheplerin görüşlerine de atıflar yapılmakla beraber,
araştırmanın başlığından da anlaşılacağı üzere sadece "ziyade"
kelimesinin anlaşılmasında Ehl-i Sünnet’in, Sünnî müfessirler üzerindeki
etkisi konu edilecektir.
II.
Yunus 10/26. Ayetteki "Ziyade" Kelimesinin Anlamları
Konumuz olan Yunus Suresi 10/26. ayetten bir önceki "Allah
kullarım selâm yurduna çağırıyor ve O, dilediğini doğru yola iletir."[3]
meâll ile verilen ayette ifade edilen "selâm yurdu"
hakkında müfessirlerin ortak kanaati bunun "cennet"
olduğudur. Yorumlar ise daha çok cennetin "dâru’s-selâm" olarak
isimlendirilmesinin sebepleri üzerine yoğunlaşmıştır.[4]
Yunus Suresi 10/26. ayette ise "İhsan derecesinde iyi işler yapanlara güzel bir karşılık ve
hatta fazlası (ziyade) olacaktır. Onların yüzlerine ne bir toz (kara leke)
bulaşır ne de bir horluk (gelir). İşte onlar cennet ehlidirler. Ve onlar orada
ebedi kalacaklardır." buyrulmaktadır.
Ayette yer alan "ziyade"
kelimesinin daha iyi anlaşılması için ilk cümlesinde yer alan "lillezine
ahsenû’l-husnâ ve ziyâdeh" ifadesindeki kelime ve kelime
guruplarının kısaca açıklanması gerekmektedir.
1 ."li’llezîne
ahsenû..., iyi/yararlı/güzel amelde/eylemde bulunanlara...":
Ayette yer alan bu ifadeler Hz. Peygamber tarafından "ehlü’t-tevhid,"
İbn Abbâs (68/687), Saîd b. Müseyyeb ve İkrime (105/723) tarafından
"kelime-i tevhidi söyleyenler" ve Saîd b. Müseyyeb’den "Rablerine
karşı ibadetlerini en güzel şekilde yapanlar" olarak yorumlanmış;[5]
bunlar yanında ihsan,
kelime-i tevhidi söylemekten güzel amel işlemeye, ibadetin en güzelini
yapmaktan emredilenlerin gerektiği gibi yapılmasına, nehiy edilenlerden de
gerektiği gibi kaçınmaya kadar varan geniş bir anlam alanı yanında[6]
hadiste yorumunu bulan "Allah’ı
görür gibi ibadet etme"[7]
olarak da tanımlanmıştır.[8]
2. "el-husnâ" kelimesi "daha
güzel ve en güzel" anlamlarına gelmektedir. Kelime bizzat tekitli/vurgulu
bir mana ifade etmesi bakımından yeni bir tekit almaz ve bir sıfat alarak da
kullanılmaz.[9]
Ubeyy b. Ka‘b’dan (32/652) gelen bir rivayette Hz. Peygamber’den ve ilk dönem
müfessirlerinden "husnâ"nın
"cennet" olduğuna dair rivayetler bulunmaktadır.[10]
3. "ziyâde" kelimesi ve ifade ettiği
anlamlar hakkında çeşitli görüşler olduğu için daha geniş olarak ele
alınacaktır.
Yukarıda tercümesi Ue ifade edilen ayette cennetliklere verüecek
daha güzel karşılık yanında bir de "fazlasının (ziyade)”
olması müfessirler arasında çeşitli şekillerde tefsir edilmiştir. Bu
tefsirleri şu şekilde tasnif ederek açıklayabiliriz.
a)
Allah’ı Görme (Ruyetullah)/Allah’a
Kavuşma (el-Likâ)
Ayette yer alan "ziyâde"
kelimesini "ru’yetullah" olarak yorumlayan müfessirlerin delillerini[11]
iki açıdan ele almak mümkündür.
Nakli deliller: Nakli delilleri ayette yer alan "husnâ"yı
cennet, "ziyâde"yi
de Allah’ı görme (nazar) olarak anlayan ve sahih olduğu ifade edilen hadisler
ile sahabe ve tabiundan gelen nakiller oluşturmaktadır.[12]
Hz. Peygamber’den rivayet
edilen hadislerde bu yönde ifadeler bulunmaktadır. Örnek olarak Suheyb’den
gelen rivayet şu şekildedir: "Hz.
Peygamber "lillezîne ahsenû’l-husnâ ve ziyâde" ayetini okudu ve şöyle
buyurdu: Cennetlikler cennete girdiği zaman Allah Teâlâ; ‘İstediğiniz bir şey
varsa artırayım. ’ der. Onlar da Yüzlerimizi ağartıp cennetine koymadın mı,
cehennemden kurtarmadın mı?’ derler. Derhal (aradaki) perde kaldırılır, artık
onlara Rablerini görmekten (nazar) daha güzel bir şey verilmiş olmaz."
Tefsirlerde yer alan ve Suheyb’den nakledilen Hz. Peygamber’in bu hadisini
hadis kaynaklarında da bulmaktayız.[13]
"Ziyâde”nin"en-nazaru ilâ vechi Rabbihim (Rablerinin vechine bakmak)” olarak tefsir edildiğine dair hadislere de temel kaynaklarda rastlamak mümkündür.[14] Taberî’de (310/922) yer alan rivayetlerde ise Hz. Peygamberden beş, Hz. Ebû Bekir’den üç, Âmir b. Sa'd’dan üç, Huzeyfe, Ebû İshâk, Ebû Musâ el-Eş’arî’den iki, Abdurrahmân b. Ebî Leylâ’dan beş, Hasan-ı Basrî, Katâde’den iki, Abdurrahmân b. Sâbıt’dan olmak * üzere yirmi dört adet rivayet bu ayetteki "ziyâde"nin anlammm "ru’yetullah" olduğunu ifade etmektedir.[15] Hz. Peygamber’den gelen rivayetler; Ebû Musâ el-Eş’arî, Abdurrahmân b. Mehdî, Abdurrahmân b. Ebî Leylâ vasıtasıyla Suheyb’den, Ka‘b b. Ucre ve Ubeyy b. Ka'b’dan merfû olarak nakledilmektedir. Ebû Musâ el-Eş‘arî’den gelen nakiller ise Ebû Temîme el-Huceymî’den rivayet edilmektedir. Hz. Peygamber’den gelen rivayetlerden birisi de aynı yolla aktarılmaktadır. Bunların içerik olarak Hz. Peygamber’e dayanma ihtimali kuvvetlidir.[16] Abdurrahmân b. Ebî Leylâ’dan nakledilen ifadelerin de, onun Suheyb hadisinin ravileri arasında yer alması hasebiyle yine anlam olarak Hz. Peygamber’e dayandığı düşünülebilir.[17]
Suyûtî’nin (911/1505) eserinde ise Suheyb’nin iki olmak üzere, Ebû
Musâ el-Eş’arî, Ka’b b. Ucre, Ubeyy b. I<a‘b, İbn Ömer, Enes’in iki ve Ebû
Hureyre’nin Hz. Peygamber’den naklettikleri rivayeder, ilgili ayette yer alan "ziyâde"
kelimesini "Allah’ın vechine bakmak (nazar)" olarak tefsir
etmektedir. Bunların yanında Hz. Ebû Bekir, Hz. Ali, Huzeyfe, Ebû Musa
el-Eş’arî, İbn Abbâs, Katâde, Abdurrahman b. Ebî Leylâ, Amir b. S‘ad, Suddî,
Dahhâk, Abdurrahman b. Sâbıt’dan aynı yönde ayeti açıklayıcı rivayetler
bulunmaktadır.[18]
Akli deliller: Râzî tarafından öne sürülen aklî delil şu
şekildedir: Ayette geçen "el-husnâ"
kelimesi harf-i ta’rif almış müfred bir kelimedir, önce geçen belirli bir
kelimeye işaret etmektedir ki o da bir önceki ayette geçen "dâru’s-selâm"dır.
Bu tamlamanın cennet olduğu ise gayet açıktır. Ziyade’den kastedilenin ise
cennet ve içindeki nimetler dışında bir şey olması gerekir, aksi takdirde (bu
kelimenin de cennet ve nimetlerine delalet etmesi halinde) tekrar olmuş olur.
Bu şekilde düşünenler kelimenin anlamının "Allah’ı görmek" olduğunu
ifade etmişlerdir. Râzî’ye göre bu yorumu, Kur’ân’ın ayetlerinin birbirini
tefsir ettiği düşünülürse, şu ayetle de desteklemek mümkündür. "O gün,
kimi yüzler parlayacaklar, Rablerine bakacaklardır."ıs
Bu ayette cennetlikler için,, "yüzlerin parlaması" ve "Allah’a
nazar etmek" olmak üzere iki durum söz konusudur. Konumuz olan ayetteki "el-husnâ"nın
bu ayette ifadesini bulan "yüzlerin parlaması"na., "ziyâde"nin
ise "Rablerine bakma"ya (ru’yetullah) hamledilmesi gerekir. "Ne
yana bakarsan bak, bolluk ve ulu bir saltanat görürsün1'[19]
ayetine de atıf yapan Râzî, ‘husna’yı
bu ayetteki nimetlere,
‘ziyade’yi ise ‘ulu
bir saltanatın görülmesi’ne hamletmektedir.[20]
b)
Ru’yetullah Dışındaki Tefsirler
1.
"Ziyade"nin "(dört kapısı olan) inciden bir oda" olduğuna dair
Hz. Ali’den (40/660) gelen rivayetler mevcuttur.[21]
2.
"Husnâ"
"iyiliklere verilen tek bir karşılık," "ziyade"
ise "on katma ve daha fazlasma kadar olanlardır." Bu şekilde tefsir
rivayetlere ise Taberî’de, İbn Abbâs, Alkame b. Kays, Katâde vasıtasıyla
Hasan-ı Basrî’den gelen tefsirlerde rastlıyoruz. İbn Abbâs ve Alkame
rivayetlerinde bu yorumda bulunurken "Kim (Allah huzuruna) iyilikle
gelirse ona getirdiğinin on katı vardır. Kim de kötülükle gelirse o sadece
getirdiğinin dengiyle cezalandırılır. Onlar haksızlığa uğratılmazlar."[22]
ve "(Orada
kendileri için diledikleri her şey vardır.) Katımızda dahası da (mezîd) vardır.
1123
ayetlerine de atıf yapılmaktadırlar.[23]
3.
"Ziyade"yi "Allah'ın bağışlaması (mağfiret) ve rızası" olarak
açıklayan Mücâhid’den (103/721) gelen bir rivayet.[24]
4.
İbn Zeyd’den gelen bir rivayette "husnâ"
"cennet,""ziyade"
ise "Allah’ın dünyada kendilerine verdikleridir ki kıyamet günü onları
hesap edemezler." yorumu yapılmış ve "...Ona dünyada mükâfatını
verdik."[25]
ayeti de ilave edilmiştir.[26]
5.
"Kulların kalplerindeki muhabbetin ziyadesi"
olarak da yorumlandığı olmuştur.[27]
6.
"Cennet ehline yağmur yağdırmak üzere bir bulutun
uğraması" şeklinde tefsirlere de rastlanmaktadır.[28]
» 7. Taberî’nin yorumu ise anlamın mutlak; anlaşılması
yönündedir. "Allah Teâlâ, kendilerine itaat etmelerine karşın kullarından
Muhsinlere, ihsanlarından dolayı, cenneti karşılık vermeyi ve yüzlerini
ağartmayı vaat etmiştir. "Husnâ"
ile beraber üzerine bir de ziyadesini ilave etmiştir. "O’na nazar ile
ikram edilmek suretiyle cennete konmaları," "inciden odalar
verilmesi," "ğufrân ve Allah rızası" ziyadenin kapsamındadır.
Bunların hepsi Allah’ın cennetliklere husnânın üzerine verdiği ziyadedendir.
Allah ziyadeyi
umumî kullanmaktadır. Bu sayılanlardan birisi olarak özelleştirmek mümkün
değildir. Ziyade
bunların hepsinin mecmuudur. En doğrusu Allah Teâlâ’nın (ifadeyi) genel (umumî)
kullandığı gibi (anlamı da) genel kabul etmektir." şeklinde bir açıklamada
bulunmaktadır.[29]
III.
"Ziyade" Kelimesinin Anlaşılmasında Ehl-i Sünnet
İnancının Etkisi
''Ziyade'' kelimesinin anlaşılmasında Ehl-i Sünnet inancının eddlerini
açıklamaya geçmeden önce bu etldnin kaynağı olan ru’yetullah inancına kısaca
değinmek gerekmektedir. Ru’yet konusunda müstakil bir çalışma yapan Koçyiğit şu
şekilde tanımlamaktadır. "Ru’yet, bazı Kur’ân ayetlerinin ve Hz.
Peygamberden rivayet edilen bazı hadislerin delâletiyle, Allah Teâlâ’nın
kıyamet günü müminler tarafından gözle görülmesidir. Sünnet ehline mensup
müfessir, muhaddis ve mütekellimler, Müminlerin ahirette Allah’ı göreceklerim,
ayet ve hadislerin zahir manalarına dayanarak ispat etmeye
çalışmışlardır."[30]
Ru’yetin ispatında başvurulan Kur’ânî deliller ise genelde şu
ayetlerdir.
1.
"Musa tayin ettiğimiz vakitte gelip de Rabbi onunla konuşunca
"Rabbim! Bana (kendini) göster; seni göreyim!" dedi. O da: "Sen
Beni asla göremezsin. Fakat şu dağa bak, eğer o yerinde durabilirse sen de
beni göreceksin!" buyurdu. Rabbi o dağa tecelli edince, onu paramparça
etti, Musa da baygın düştü. Kendine geldiğinde, o "Ey. Rabbim! Sen
yücelerin yücesisin, sana tövbe ettim. Ben, Sana inananların en
başındayım." demişti."[31]
2.
"Gözler O’nu algılayamaz (idrak), ama O, gözleri algılar...1133
3.
"O gün, kimi yüzler parlayacaklar, Rablerine bakacaklardır."[32]
4.
"İhsan derecesinde iyi
işler yapanlara güzel bir karşılık ve hatta fazlası (ziyade) olacaktır."[33]
5.
"Hayır! Onlar o gün mutlaka Rablerinden mahrum
kalacaklardır.”[34]
Ehl-i Sünnetin Kelam ilmi kaynaklarında da Allah’ın görülmesinin delilleri
arasında Yunus 10/26. ayete de yer verilmektedir. Ehl-i Sünnet’in iki önemli
âlimi İmâm Mâturîdî (333/944) 37 ve İmâm Eş’arî’nin (330/941) eserlerinde de[35]
bu duruma rastlamaktayız.[36]
Mu’tezile’nin önemli âlimlerinden Kâdî Abdulcebbâr (h. 415) aklî
ve naklî delillerle ru’yetin gerçekleşmeyeceğini ispata çalışır. Çünkü ru’yet
Mu’tezile’nin beş esasından biri olan tevhid anlayışı ile bağdaşmamaktadır. Bu
yüzden ru’yetle ilgili tartışmalara Mu’tezile kaynaklarının tevhid ile ilgili
bölümlerinde yer verilmektedir.[37]
Şia’da da ru’yetullah naklî ve aklî delillere dayalı olarak reddedilmektedir.[38]
Konumuz olan ayette yer alan ziyade kelimesinin ru’yet olarak anlaşılmayacağını
iddia edenlerin delilleri ise -ki bu deliller genel olarak Mutezile tarafından
öne sürülmektedir- şöyledir. 1. Ayette yer alan ifadenin ru’yetullaha delalet
etmesi aldî (mantıkî) olarak imkânsızdır. 2.
'Ziyade, kendisi üzerine ziyade olunan şey ile aynı türden olması
gerekir. "Ru’yetullah" ise cennet nimetleri ile aynı türden
değildir. 3. Ziyadenin Allah’ın vechine nazar etmek olarak algılandığına dair
rivayetler ise teşbihe yol açtıkları gerekçesiyle Mutezile tarafından kabul
edilmemektedir. Çünkü bakmak (nazar), gözbebeğinin görünen şey tarafına çevrilmesinden
ibarettir. Bu ise görünenin belli bir yönde olmasını gerekli kılar. Aynı
zamanda "vech (yüz)" özel bir uzvun adıdır. Bu da Allah için
düşünüldüğünde teşbihi gerektiren bir husustur. Bu verilerden hareketle ziyade
ifadesinin ru’yetullah olarak değil de başka bir şekilde anlaşılmasını gerekli
görmektedirler.[39]
El-Keşşâf ta ise "Allah
fadlından dolayı (cennetliklere olan ikramını) artırır."*[40]
ayeti delü gösterilerek ayette yer alan ziyade kelimesi "verilen sevap
üzerine konan ziyade" anlamındaki "Allah'ın ikramı (tefaddul)"
olarak anlaşılmıştır.[41]
Konu ile ilgili olarak Hz. Peygamber’in hadisleri ile sahabe ve
tabiûndan delil getirilen rivayetler ise el-Keşşâf ta.
dikkate alınmamıştır. Hz. Peygamber salla'llâhü aleyhi ve sellemin hadisi
işaret edilerek, bu hadis hakkında, Hz. Peygamber’e dayandığım ifade eden
"merfû1" ifadesi yerine, iftira anlamına gelen ve bu
sözlerin Hz. Peygamber’e yamandığını iddia eden "mergû* "[42]
kelimesi kullanümış, ayetteki ifadeyi ru’yetullah olarak anlayanlar da
Müşebbihe nitelendirmesiyle eleştirilmiştir.[43]
Bu delillere Sünnî müfessirler tarafından şu şekilde cevaplar
verilmiştir: Öncelikle aklî deliller ru’yetullahm ahirette mümkün olduğunu
göstermektedir. Bunun yanında bu konuda bize ulaşan sahih hadisler de ru’yetin
imkânını göstermektedir. Ziyadenin, kendisi üzerine ziyade olunan cinsinden
olması ile ilgili hususlar ikinci bölümde delillendirilmiştir. Râzî şu ilaveyi
de yapmaktadır. Kendisi üzerine ziyade olunan şey belli bir miktarla
kayıtlanmış ise, ziyadenin (fazlalık) de aynı türden olması gerekir. "Sana
on ölçek buğday ve fazlasını verdim." cümlesinde olduğu
gibi. Üzerine ziyade olunan şey kayıtlanmamış ise, ziyadenin de aynı türden
olması gerekmemektedir. "Sana
buğday ve fazlasını verdim." cümlesinde ifade edilmek
istenen fazlalığın, buğday dışında bir şey olduğunun kastedilmesi gibi.
Dolayısıyla ayetteki el-husna lafzında herhangi bir kayıt bulunmadığından
dolayı ziyadenin cennet ve nimetleri dışında bir şey olması gerekir ki o da
ru’yettir.[44]
Müfessirler ayeti ru’yet dışında anlamışlardır iddiasının aksi de iddia
edilmektedir ve bu konuda tefsirler oldukça fazladır.[45]
Beydâvî (685/1288) de birinci anlam olarak el-Keşşâf
ta öne'sürülen ayeti de delil getirerek[46] ilgili görüşü
tekrarlamıştır.[47]
İkincil anlamların serdedilmesi için kullanılan bir lafız olan "gîle"
lafzı ile "on mislinden yedi yüz misline kadar olan karşılık,"
"Allah’ın bağışlaması ve rızası" ve son olarak da "Allah’a
kavuşma (likâ)" anlamları da verilmiştir.[48] Ebû’s-Suûd Efendi de aynı
şekilde ayette yer alan ziyadeye son tevcih olarak "likâ" anlâmını
vermiştir.[49]
İbn Kesîr ise Tefsîri’nde ziyadenin anlamının, amellerin yedi yüz
misline kadar olan karşılığı olduğunu belirtmekle beraber bunların en üst
noktasının "Allah’ın vechine nazar" olduğunu da belirtmiştir.[50]
Ziyade kelimesinin ru’yetullah olarak anlaşılması Sünnî müfessirlerin
eserlerinde genelde birinci tevcih olarak zikredilmektedir. Anılan kelimenin
ru’yet dışında anlaşılması ve yorumlanması yine Ehl-i Sünnet olan müfessirler
tarafından eleştirilmiş ve bu tür yorumlan çürütebilmek için aklî ve naklî
deliller serdedilmiştir. Bunun yanında ziyade kelimesinin yorumunda birinci
tevcih olarak ru’yetullaha yer verilmemesi de eleştiri konusu olmuştur. Âlûsî,
Beydâvî’nin eserinde ziyadenin
ru’yetullah olarak tefsirine, -zayıf görüşlerin yer verildiği bir ifade olan "gîle"
lafzı ile yer vermesini doğru bulmamaktadır. "Hiç
gerekmediği halde bu şekilde hareket eden Beydâvî ..."[51] şeklindeki ifade ile onu
eleştirmektedir.[52]
Yunus 10/26. ayette yer alan "ziyade"
kelimesinin öncelikli olarak seleften gelen rivayetler ile destekli olmak
üzere, "ru’yetullah" anlamında anlaşıldığı görülmektedir. Bunun
yanında dünyadaki iyiliklere mukabil verilecek olan ve yedi yüz misline kadar
varacağı ifade olunan karşılık, Allah’ın rızası ve mağfireti ile bunların her
birisini de içine alacak olan ve ayette "husna" lafzı ile ifade
edilen cennet ve nimetlerinden fazlası olarak anlaşıldığı da tefsirlerde yer
almaktadır.
Ru’yetullah hakkında Kelam ilmi kaynaklarında yer alan tartışmalarda
daha çok A’raf 7/143., Kıyame 75/22-23. ayetler delil olarak ele alınmakta;
bunlarla beraber konumuz olan Yunus 10/26., En’am 6/103. ve Mutaffifîn 83/15.
ayeüer de bahis konusu yapılmaktadır.
Bu ayetler ile beraber en önemli deliller ise başta Hz. Peygamber
olmak üzere sahabe ve tabimden gelen rivayetlerdir. Ehl-i Sünnet bu deliller
çerçevesinde ru’yetullahı, yani Allah’ın ahirette görüleceğini benimsemiştir.
Mu’tezile ise ayeüeri farldı bir açıdan yorumlayarak ve adı geçen rivayetleri
de kendi tevhid anlayışları üe çelişmesi sebebiyle dikkate almamıştır. Şia ise
-kendi hadis külliyatları çerçevesinde- ilgili rivayetleri benimsememiş, akli
ve nakli delillerle karşı çıkmıştır.
Ziyade lafzının ru’yetullah olarak anlaşılmasının da en önemli
sebebi başta Hz. Peygamber olmak üzere sahabe ve tabiinden gelen rivayetlerdir.
Sahabe ve tabiinden nakledilen rivayeüerin bazılarım da, yine kendilerinin Hz.
Peygamber’den doğrudan nakledilen hadislerin rivayet zinciri/senet içerisinde
yer almaları sebebiyle içerik olarak yine Hz. Peygamber’e dayandırmak
mümkündür.
İtikadî mezheplerin görüşleri anılan ayetler ve ilgili hadisler
veya çeşitli şartlar çerçevesinde şekillenmiş olsa da oluşan bu fikirler daha
sonraki dönemde müfessirler üzerinde eddli olmuştur. Mesela ru’yetullah
eksenli tartışmalarda mezheplerin görüşlerinin şekillenmesinde asıl konu
edinilen ayetler ve rivayeder başka olsa da bu inancın etkisi konumuz olan
Yunus 10/26.ayet üzerindeki tartışmalarda kendini göstermektedir.
Hz. Peygamber’in hadisleri ile sahabe ve tabiundan gelen rivayeder
ortada olduğu halde bu rivayetlerin dikkate alınıp alınmamasında da itikadî
mezhep görüşleri etkili olmuştur. Müfessir kendi mezhebinin genel kanaati
doğrultusunda bu rivayet malzemesini dikkatten uzak tutmuş ya da dikkate değer
bulmuştur.
Ayetin anlaşılmasında -ziyade kelimesinin içeriğindeki/anlam
alanındaki kapalılık dışındaçok karmaşık herhangi bir problem olmamasına
rağmen ciddi tartışmalar olmuştur. Bu, sadece Sünnî müfessırler değil başta
Mu’tezile olmak üzere diğer mezhep mensupları için de geçerlidir. Ehl-i Sünnet
inancı sebebiyledir ki, yukarıda da belirtildiği üzere, ilgili kelimenin ru’yet
dışında anlaşılması ve yorumlanması Sünnî müfessirler tarafından
eleştirilmiştir. Bunun yanında, ziyade
kelimesinin yorumunda birinci tevcih olarak ru’yetullaha yer verilmemesi de
eleştiri konusu olmuştur.
Bütün bu yorumlar ayetin ru’yetullaha delalet etmediğini göstermemektedir.
Ayet doğrudan ru’yetullaha açıkça delalet etmese de ilgili hadisler ve
rivayeder ayetin anlam alanındaki kapalılığı gidermekte ve ziyade kelimesini
ru’yetullah olarak anlamamıza imkân vermektedir. Bu konu sünnetin ayetlerin
anlaşılmasındaki yeri ve değeri ile ilgili alanın tartışma konulan arasındadır.
Burada belirtmek istediğimiz ise, ziyade kelimesinin
anlaşılmasında ve bu konudaki tartışmalarda Hz. Peygamber ve ilk dönemlerden
bize ulaşan rivayetler bulunmasına rağmen, bu'rivayetlerin değerlendirmeye
tabii tutulup tutulmamasında itikadî mezheplerin esaslarının etkili olduğudur.
Bu edd çerçevesinde, ziyadeyi ru’yetullah olarak yorumlayan Hz. Peygamber’in
hadisleri, diğer rivayeder ve yorumlar da dikkate alınarak Yunus 10/26. ayette
yer alan "ziyade"
kelimesi, Sünnî müfessirlerin büyük çoğunluğu tarafından "ru’yetallah
(Allah’ı görme) veya ellika
(Allah’a kavuşma)" olarak tefsir edilmiştir.
Kaynak: Dinî Araştırmalar, Cilt: 8, s. 24,
ss. 293-304.
[1] Dr., Çukurova Üniversitesi
İlahiyat Fakültesi, e-posta: baltaciburhan@hotinail.com
[2] Türkiye’deki yaygın
kullanış şekli ile Ehl-i Sünnet ve’l-Cemâat veya kısaca Ehl-i Sünnet, adından
da anlaşılacağı üzere, Hz. Peygamberin sünneti ile sahabe ve onların yolunda
olanlara verilen bir isimdir. Bu isme kaynak olarak Hz. Peygamberin bir hadisi
gösterilmektedir. Muhtelif rivayetleri bulunan bu hadiste (bkz. Tirmizî,
11,107; İbn Mâce, 11,1321,1322; Ebû Dâvud, I\£197,198.), İslam Ümmeti’nin
yetmiş üç fırkaya ayrılacağı, bunlardan birinin cennete diğerlerinin de
cehenneme gideceği ifadeleri yer alır. Cennete girecek tek fırka, Rasulullah ve
ashabının yürüdüğü yolda olan "Cemâat"nr. Böylece Rasulullah ile
ashabının yoluna uyanlara "Sünnet ve Topluluk Mensuplan" anlamına "Ehlu’sSunne ve’l-Cemâ'a" denmiştir. İsmin
menşei ve Ehl-i Sünnet’in tarihçesi hakkında geniş bilgi için bkz. Fığlalı,
Ethem Ruhi, Çağımızda Îtikadîİslâm Mezhepleri,
s. 54 vd.
[3] Yunus 10/25.
[4] Tartışmalar için
örnek olarak bkz. Taberî, Ebû Ca'fer Muhammed b. Cerîr (310/922), Câmi'u’l-Beyân ‘an Te’vîliÂyi’l-Kur’ân, I-XM
Dâru’l-Fikr, Beyrut 1988, XI, 103-104; Râzî, Fahruddîn Muhammed b. Ömer
(606/1209), et-Tefsîru’l-Kebîr (Mefâtihul-Ğayb),
I-JOOÜI+F, Dâru'l-Kutubi’l-İlmiyye, Beyrut 1411/1990, XVII, 61-62.
[5] İbn Ebî Hâtim,
‘Abdurrahmân b. Muhammed b. İdrîs er-Râzî (327/939), Tefiîrul-Kur’âni’l‘AzîmMusneden
‘anRasûlillâhi (sas) ve’s-Sahâbetive't-Tâbiîn, I-X, thk. Es‘ad Muhammed
Tayyib, Riyâd 1417/1997, VI, 1994.
[6] Râzî, et-Tefsîr, XVII,62; Kurtubî, Ebû Abdillâh Muhammed b.
Ahmed el-Ensârî (671/ 1273), el-Câmi'uli
Ahkâmi’l-Kur’ân, I-XX + F, Dâru’l-Kutubi'l-îlmiyye, Beyrut 1413/ 1993, Vni, 210.
[7] Hadiste ise "İhsan: Allah’a sanki O’nu görüyormuş gibi ibadet emendir.
Her ne kadar sen O’nu görmesen de O seni görmektedir." şeklinde yer
almaktadır. Ahmed, Musned, I, 51; Müslim, İman,
1. Hadisin teknik analizi ile ilgili olarak geniş bilgi için bkz. Bekir Tatlı, Hadîs Tekniği Açısından Cibril Hadîsi ve İslâm Düşüncesine
Yansımaları, (Basılmamış Doktora Tezi), Ankara 2005, s. 225-231.
[8] Hâzin, Alâuddîn
Ali b. Muhammed b. İbrahim el-Bağdâdî (741/1340),Lubâbu’t-Te’vîlfî
Meâni’t-Tenzîl, I-iy Dâru’l-Kutubi’l-Arabiyyeti’l-Kubrâ, Mısır ts., II,
311; Yıldırım, Celal, Asnn Kur’an Tefsiri, I-Xiy
Anadolu Yayınlan, İzmir 1986, Y 2693.
[9] Bkz. Râzî, et-Tefsîr, XVII, 63.
[10] Bu rivayetlere
ilaveten Ebû Musa el-Eş‘arî, Sa‘îd b. Müseyyeb, Abdurrahman b. Ebî Leylâ,
Hasen, Katâde, İkrime’den gelen rivayetler için bkz. İbn Ebî Hâtim, Tefsir, VI, 1944.
[11] Tefsirler dışında
ilgili ayetteki "ziyâde" kelimesini "ruyemlah" olarak benimseyen eserler de
mevcuttur. Örnek olarak bkz. Râğıb el-Isfahânî (h.425), Mufredâtu Elfâzi’l-Kufân, Safvân Adnân Dâvûdî, Beyrut
1412/1992, s. 386.
[12] Geniş bilgi için
bkz. İbn Ebî Hâtim, Tefsir, VI,1945; Kurtubî, el-Câmî', VIII, 210-211; Hâzin, Lubâb, n, 311-312; Nesefî, Ebû’l-Berekât Abdullâh b.
Ahmed b. Mahmûd (710/ 1310), Medâriku’t-Tenzîl
veHakâiku’t-Te’vîl, Hâzin’inlufaâö’ı ile birlikte, n, 311; İbn Kesîr,
Ebûl-Fidâ İsmâîl b. Ömer ed-Dimeşkî (774/1372), Tefsîru’l-Kur’âni’l-Azîm,
I-iy Dâru’lFikr, Beyrût 1401h., II, 415; San'ânî, Abdu’r-Rezzâkb. Hemmâm (211 h
,'),Tejsîruî-Kur’ân, I-II, thk. Mustafa Müslim
Muhammed, Mektebetu’r-Riyâd, Riyâd 1410 h., II, 295-296; Nahhâs, Ebû Ca'fer
(338 h.), Meânî’l-Kur'ân, thk. Muhammed Ali
es-Sâbûnî, Câmi'atu Ummi’l-Kurrâ, Mekke 1409 h., E, 288-290; Seâlibî,
Abdurrahmân b. Muhammed b. Mahlûf, el-Cevâhiru’l-HassânfîTefsîriî-Kur’ân,
Beyrût ts., II, 176; Beğavî, Ebû Muhammed elHuseyn b. Mes'ûd el-Ferrâ
(516/1122),Meâlimu’t-Teıml, I-IV Dâru’l-Ma'rife,
Beyrut 1407 h., II, 351; İbnu’l-Cevzî, Abdurrahmân b. Ali b. Muhammed (597 h.),
Zâdu’l-Mesîr fi ‘İlmi’t-Tefsîr, I-IX,
el-Mektebetu’l-İslâmî, Beyrut 1404 h., IV 25.
, 12 Tirmizî (Suheyb’den),
el-Câmiu’s-Sahîh (Sunenu’trTirmizî), IV 687
nu.2552; V 386 nu.3108; İbn Mâce, Sünen, 1,67
nu. 187; Ahmed,Musned, iy 332,333, VI, 15 nu.
23970; İbn Ömer vasıtasıyla rivayet edilen hadis için bkz., Tirmizî,a.g.e., IV 688 nu. 2553,2554, 2555; Müslim,SahîhuMuslim, 1,163 nu.181 (ru’yetinkeyfiyeti
içinbkz.a.y., nu.182).
[14] Bkz. Sa'îd b.
Mansûr (h. 227), Sünen, I-M Riyad 1414, V, 311;
(Huzeyfe ve İbn Sâbıt’tan) İbn Ebî Şeybe, Ebû Bekr Abdullah b. Muhammed b. Ebî
Şeybe el-Kûfî (h.159-235), I-VH, Riyad 1409, VH, 140 nu. 34806, VII, 159 nu.
34965.
[15] Taberî, Câmi', XI, 104-107.
[16] Taberî, Câmi‘, XI, 105.
[17] Taberî, Câmi',
XI, 106.
[18] Suyûtî,
Celâluddîn Abdurrahmân b. Ebî Bekr (911/1505), ed-Durruî-Mensûrjî’t-Tefsîriî~
Me’sûr, I-VI, Dâru’l-Kutubi’l-İlmiyye, Beyrut 1411/1990, İÜ, 546-549.
[19] İnşan 76/20.
[20] Râzî, et-Tefsîr, XVII, 63; Aklî deliller daha sonraki
müfessirler tarafından da tekrar edilmiştir. Örnek olarak bkz. Hâzin, Lubâb, n, 311.
[21] Taberî’de bu
anlamda üç adet rivayete yer verilmektedir. CâmV,
XI, 107; İbn Ebî Hâtim, Tefsir, VI,1945; Suyûtî,
ed-Durru’l-Mensûr, III, 548; Kurtubî, el-Câmî‘, VIII, 211.
[22] En’âm 6/160.
[23] Taberî, Câmi', XI, 107; İbn Ebî Hâtim, Tefsîr, VI,1946; Suyûtî, ed-Durru’l-Mensûr,
111,549; Kurtubî, el-Câmî‘, VIII, 211.
[24] Taberî, CâmV, XI,108; İbn Ebî Hâtim, Tefsîr,
VI, 1945; Suyûtî, ed-Durru’l-Mensûr, III, 549.
Hadîd 57/20. ayete işaret edilmektedir.
[25] Ankebût 29/27.
[26] Taberî, CâmV, XI,108; İbn Ebî Hâtim, Tefsîr,
VI, 1946; Suyûtî, ed-Durru’l-Mensûr, III, 549;
Hâzin, Lubâb, 11,312.
[27] NeseR,Medârik, II, 311.
[28] Âlûsî,
Şihâbu’d-Dîn Seyyid Mahmûd (1270/1853),Rûhuî-MeâmfîTefsîri’l-KurâniVAzîm
ve’s-Seb'i’l-Mesânî, I-XXX, Dâru’I-Fikr, Beyrut 1994, XI, 149.
[29] Taberî, Câmi‘, XI, 108.
[30] Koçyiğit, Talat, Kur’an ve Hadiste Ru’yet Meselesi, AÜ. İlahiyat
Fakültesi Yay., Ankara 1974, s. 7. "Ru’yetin ispatında ve nefyinde aynı
Kur’ân ayetlerinin delil olarak kullanılması ise konunun en ilgi çeken tarafını
teşkil etmektedir." bkz.,a.y.
[31] A’râf 7/143. Bu ayet
çeşitli yönlerden Ehl-i Sünnet âlimlerince Allah'ın görüleceğine, Mu’tezile
tarafından daAllah’ın görülmeyeceğine delil olarak sunulmaktadır. Koçyiğit, Kufan ve Hadiste Ru’yet Meselesi, s. 9.
[32] Kıyâme 75/22-23.
[33] Yunus 10/26.
[34] Mutaffîfîn 83/15.
Yukarıdaki ayetlerin ru’yetullaha delaletleri ile ilgili geniş açıklamalar için
bkz._ Yeşilyurt, Temel, Tanrının Aşkınlığı Bağlamında
Ru’yetullah Sorunu, Kubbeö Yayıncılık, Malatya 2001, s. 244-287.
[35] Eş'arî,
Ebu’l-Hasan (330/941), Dinin İnanç İlkeleri (el-İbâne
‘an Usûli’d-Diyâne), trc. Mustafa Çevik, Ankara 2005, s. 26-27.
[36] Aynca bkz. Taftazânî,
Ömer Sa'duddîn (797/1398), Şerhul-Makâsıd, I-II,
İstanbul 1277 h., II, 86; Pezdevî, İmam Ebû Yusr Muhammed (493/1099), Ehl-i Sünnet Akaidi, trc. Şerafeddin Gölcük, Kayıhan
Yay., İstanbul 1988, s. 116-117; Razi, Muhammed b. Ömer b. Hüseyin Fahreddin
(606/1209),Kelam’a Giriş (El-Muhassal), trc.
Hüseyin Atay, Kültür Bakanlığı, Ankara 2002, s. 200-206.
[37] Kâdî Abdulcebbâr
b. Ahmed el-Hemezânî (h. 415), Şerhu’l-Usûli’l-Hamse,
Dâru İhyâi’tTurâsi’l-Arabî, Beyrut 2001, s. 155 vd. Bu tartışmalar içerisinde
konumuz olan Yunus 10/
26
ayete
yer verilmemekte eleştiri konusu da yapılmamaktadır. Bkz. a.y.
[38] Şia’nın ra’yet
anlayışı ile ilgili yapılan müstakil bir çalışma olarak bkz. Georges Vajda,
"Bazı Şîî-İsnâaşeriyye Yazarlarına Göre Allah'ın Görülmesi (Rü’yetullah)
Meselesi," AÖİF. Dergisi, trc. Sabri
Hizmetli, XXV, 369-393. Bu makalede, konu ile
ilgili Şia’mn malzemesine büyük çoğunlukla kaynaklık eden Kuleynî’nin (328/993)
el-Kâfı (Tahran 1955) ve İbn Bâbuyeh’in
(381/991) Tevhîd (Necef 1966) adlı eserleri
temel alınarak Allah’ın görülmesinin imkansızlığı aldî delillere dayanarak Şia
tarafından nasıl reddedildiği ve bu delillerin mantıkî temelleri
irdelenmektedir. Mezheplerin konu ile ilgili görüşlerini bir arada değerlendirmek
için bkz. Şahin Hüseyin,Mezheplere Göre Ruyetullah
Meselesi, Basılmamış Lisans Tezi, Ankara 1999, s. 5 vd.
[39] Râzî, et-Tefsîr, XVII,63; Hâzin, Lubâb,
II, 311.
[40] Nisâ 4/173.
[41] Zemahşerî,
Ebû’l-Kâsım Cârullâh (538/1143), el-Keşşâf ‘an
Hakâiki’t-Tenzîl ve 'Uyûni’lEkâvîlfi Vucûhi’t-Te’vil, I-iy
Dâru’l-Ma'rifet, Beyrut ts, 11,188.
[42] Bu ifadenin
-aslı yukarıdaki gibi olmakla beraberhadisler için "el-Keşşâf
ta merfû* karşıtlığı anlamında medfu‘ olarak kullanıldığı''na dair bkz.
Nesefî, Medârik, II, 311.
[43] Zemahşerî, el-Keşşâf, 11,188.
[44] Râzî, et-Tefsır, XVII, 63.
[45] Hâzin, Lubâb, II,
312.
[46] Nisâ 4/173.
[47] Beydâvî,
Ebû'l-Hayr Abdullâh b. Ömer b. Muhammed b. Ali Nasîruddîn (719/1319), Envâru’t-Tenzîl ve Esrâru’t-Te’vîl, I-Y Dâru’l-Fikr,
Beyrut 1416/1996, III, 193.
[48] Beydâvî, Envâru’t-Tenzîl, 111,194.
[49] Ebû’s-Su'ûd,
Muhammed b. Muhammed el-‘Imâdî (951 hjJrşâdu’l-Akli’s-Selîm
ilâ Mezâyâ’l-Kitâbi’l-Kerim, I-IX, Dâru İhyâi’t-Turâsi'l-Arabî, Beyrût
ts., I\( 138.
[50] İbn Kesîr, Tefsîr, II, 415.
[51] Âlûsî, Rûhu'L-Meânî, XI, 149.
[52] Âlûsî, Rûhu’l-Meânî, XI, 150; Beydâvî aynı sebepten dolayı
günümüzde de eleştirilmeye devam etmektedir. Örnek olarak son dönem
âlimlerinden Mehmet Feyzî Efendi, "Ehl-i Sünnetim dediği halde mühim bir
müfessir, iillezîne ahsenûî-husnâ ve ziyâdeh’ ayetindeki Ve ziyâdeh’
kelimesini ilk tevcih olarak ‘ve mâ yezîdu ale’I-mesûbed tefadduien’ diye
tefsir ediyor!.." ifadesi ile üstü kaplı olarak Beydâvî’yi eleştirmiştir,
bkz., Feyizlerden Damlalar, derleyen: Musa
Özdağ, Hamle Yay., İstanbul 1996, s. 29.
Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.
Yorumlar