Print Friendly and PDF

Barış MANÇO-Benden Öte Benden Ziyade Bilinmeyen Arkaplanı




Not: Barış Manço'nun şarkısında ki "ziyade" için aşağıdaki  yazıyı okuyun...ne demek istediğimi anlayacaksınız.


Bu akşam yine garip bir hüzün çöktü üstüme 
Hücrem soğuk bir tek sen varsın düşlerimde 
Demir kapı yine kapandı ağır ağır üzerime 
Kelepçeler yine vuruldu kilit kilit yüreğime 

Derin derin soluyorum seni gecelerce 
Duvarlara kazıdım ismini her köşeye 
Dudakların şeker gibiydi, baldan öte baldan ziyade 
Pembe pembe yanakların, gülden öte gülden ziyade 

Sabret gönül sabret, sakın isyan etme 
Bir gün elbet bitecek bu çile, isyan etme 
Dört kitaptan başlayalım istersen gel söze... 
Orda öyle bir isim var ki kuldan öte kuldan ziyade 
O'nu düşün O'na sığın O senden öte benden ziyade 

Bir sabah elbet güneş de doğacak penceremde 
Ama bil ki ateşin hala yanacak yüreğimde
Gözyaşlarım akıp gidecek, selden öte selden ziyade 
Bir canım var vereceğim, maldan öte maldan ziyade 

Sabret gönül sabret, sakın isyan etme 
Bir gün elbet bitecek bu çile, isyan etme 
Dört kitaptan başlayalım istersen gel söze... 
Orda öyle bir isim var ki kuldan öte kuldan ziyade 
O'nu düşün O'na sığın O senden öte benden ziyade 

Bir ben var ki benim içimde, benden öte benden ziyade 
Bir sen var ki senin içinde, senden öte senden ziyade 
Bir ben var ki benim içimde, benden öte benden ziyade 
Bir sen var ki senin içinde, senden öte senden ziyade


Yunus 10/26. Ayette Yer Alan "Ziyade" Kelimesinin "Ruyetullah" Olarak Anlaşılmasında Ehl-i Sünnet İnancının Etkisi

Burhan BALTACI[1]

I.             Giriş

Kur’ân’ın anlaşılmasında ve yorumlanmasında öznellik-nesnellik so­runu günümüzde tartışılan önemli bir konudur. Her ne kadar müfessirin ayetler karşısında kendi öngörülerinden bağımsız olarak yorumlama faaliyetinde bulunması beldense de birikimleri, yetişme tarzı ve ortamı, inanç ve düşünceleri ile ilmi kapasitesi onun bu karşılaşmada bütünüy­le öznel olamayacağım göstermektedir. Önceki birikimlerinin aksine bir sonuca ulaştığında bunu paylaşması ve duyurması müfessirden beklen­melidir.

Müfessirlerin ayetlerin tefsirine katkıda bulunan birikimlerinin içeri­sine inançları da dâhildir. İnanç esasları dediğimiz itikadı belirleyen unsurların başında itikadî mezhepler gelmektedir. Müfessirler ayetleri anlama ve yorumlama faaliyetinde itikadî mezheplerinin esaslarının etkisinde de kalmışlardır. Bunun en bariz yansımalarıyla, Allah'ın ahirette görülebileceğini ifade eden "ru’yetullah" tartışmaları ile ru’yetullahın mümkün olup olmayacağının Kur’ân ayetlerinden delillendirilmesinde ve ilgili ayetlerin tefsirinde bu delillendirmeye yer verilmesinde karşılaşmaktayız.

Bu araştırmada ru’yetullahla ilgili tartışmalara girilmemekle birlikte yeri geldikçe atıflar yapılmakla yetinilecektir. Ru’yetullahın delilleri ola­rak sunulan ayetlere ve hadislere de yeri geldikçe değinilmekle beraber tek tek izah edilmeyecektir. Bu çalışmada yapılmak istenen, ru’yetullahın delilleri arasında -öncelikli olarak sayılmamasına rağmen- yer verilen, Yunus 10/26. ayetin ve bu ayette yer alan "ziyade" kelimesinin anlaşılmasında, birikimlerinin müfessirler üzerinde ne kadar etkili olduğunu, özelde de bu kelimenin anlaşılmasında Ehl-i Sünnet[2] inancının müfessirler üzerin­de ne derecede tesirinin bulunduğunu ortaya koymaktır. Bu etkinin var olup olmadığına ve anlamada inancm etkisinin ne derece olduğuna ise veriler incelendikten sonra değinilecektir.

İlgili ayetin anlaşılmasında Ehl-i Sünnet’ten olan müfessirler gibi dü­şünmeyen diğer mezheplerin görüşlerine de atıflar yapılmakla beraber, araştırmanın başlığından da anlaşılacağı üzere sadece "ziyade" kelimesinin anlaşılmasında Ehl-i Sünnet’in, Sünnî müfessirler üzerindeki etkisi konu edilecektir.

II.           Yunus 10/26. Ayetteki "Ziyade" Kelimesinin Anlamları

Konumuz olan Yunus Suresi 10/26. ayetten bir önceki "Allah kullarım selâm yurduna çağırıyor ve O, dilediğini doğru yola iletir."[3] meâll ile veri­len ayette ifade edilen "selâm yurdu" hakkında müfessirlerin ortak kanaati bunun "cennet" olduğudur. Yorumlar ise daha çok cennetin "dâru’s-selâm" olarak isimlendirilmesinin sebepleri üzerine yoğunlaşmıştır.[4]

Yunus Suresi 10/26. ayette ise "İhsan derecesinde iyi işler yapanlara güzel bir karşılık ve hatta fazlası (ziyade) olacaktır. Onların yüzlerine ne bir toz (kara leke) bulaşır ne de bir horluk (gelir). İşte onlar cennet ehli­dirler. Ve onlar orada ebedi kalacaklardır." buyrulmaktadır.

Ayette yer alan "ziyade" kelimesinin daha iyi anlaşılması için ilk cüm­lesinde yer alan "lillezine ahsenû’l-husnâ ve ziyâdeh" ifadesindeki kelime ve kelime guruplarının kısaca açıklanması gerekmektedir.

1 ."li’llezîne ahsenû..., iyi/yararlı/güzel amelde/eylemde bulunanla­ra...": Ayette yer alan bu ifadeler Hz. Peygamber tarafından "ehlü’t-tevhid," İbn Abbâs (68/687), Saîd b. Müseyyeb ve İkrime (105/723) tara­fından "kelime-i tevhidi söyleyenler" ve Saîd b. Müseyyeb’den "Rablerine karşı ibadetlerini en güzel şekilde yapanlar" olarak yorumlanmış;[5] bunlar yanında ihsan, kelime-i tevhidi söylemekten güzel amel işleme­ye, ibadetin en güzelini yapmaktan emredilenlerin gerektiği gibi yapıl­masına, nehiy edilenlerden de gerektiği gibi kaçınmaya kadar varan ge­niş bir anlam alanı yanında[6] hadiste yorumunu bulan "Allah’ı görür gibi ibadet etme"[7] olarak da tanımlanmıştır.[8]

2.          "el-husnâ"     kelimesi "daha güzel ve en güzel" anlamlarına gelmekte­dir. Kelime bizzat tekitli/vurgulu bir mana ifade etmesi bakımından yeni bir tekit almaz ve bir sıfat alarak da kullanılmaz.[9] Ubeyy b. Ka‘b’dan (32/652) gelen bir rivayette Hz. Peygamber’den ve ilk dönem müfessirlerinden "husnâ"nın "cennet" olduğuna dair rivayetler bulun­maktadır.[10]

3.              "ziyâde"  kelimesi ve ifade ettiği anlamlar hakkında çeşitli görüşler olduğu için daha geniş olarak ele alınacaktır.

Yukarıda tercümesi Ue ifade edilen ayette cennetliklere verüecek daha güzel karşılık yanında bir de "fazlasının (ziyade)” olması müfessirler ara­sında çeşitli şekillerde tefsir edilmiştir. Bu tefsirleri şu şekilde tasnif ederek açıklayabiliriz.

a)             Allah’ı Görme (Ruyetullah)/Allah’a Kavuşma (el-Likâ)

Ayette yer alan "ziyâde" kelimesini "ru’yetullah" olarak yorumlayan müfessirlerin delillerini[11] iki açıdan ele almak mümkündür.

Nakli deliller: Nakli delilleri ayette yer alan "husnâ"yı cennet, "ziyâde"yi de Allah’ı görme (nazar) olarak anlayan ve sahih olduğu ifade edilen hadisler ile sahabe ve tabiundan gelen nakiller oluşturmakta­dır.[12]

Hz. Peygamber’den rivayet edilen hadislerde bu yönde ifadeler bu­lunmaktadır. Örnek olarak Suheyb’den gelen rivayet şu şekildedir: "Hz. Peygamber "lillezîne ahsenû’l-husnâ ve ziyâde" ayetini okudu ve şöyle bu­yurdu: Cennetlikler cennete girdiği zaman Allah Teâlâ; ‘İstediğiniz bir şey varsa artırayım. ’ der. Onlar da Yüzlerimizi ağartıp cennetine koymadın mı, cehennemden kurtarmadın mı?’ derler. Derhal (aradaki) perde kaldı­rılır, artık onlara Rablerini görmekten (nazar) daha güzel bir şey verilmiş olmaz." Tefsirlerde yer alan ve Suheyb’den nakledilen Hz. Peygamber’in bu hadisini hadis kaynaklarında da bulmaktayız.[13]

"Ziyâde”nin"en-nazaru ilâ vechi Rabbihim (Rablerinin vechine bakmak)” olarak tefsir edildiğine dair hadislere de temel kaynaklarda rastlamak mümkündür.[14] Taberî’de (310/922) yer alan rivayetlerde ise Hz. Pey­gamberden beş, Hz. Ebû Bekir’den üç, Âmir b. Sa'd’dan üç, Huzeyfe, Ebû İshâk, Ebû Musâ el-Eş’arî’den iki, Abdurrahmân b. Ebî Leylâ’dan beş, Hasan-ı Basrî, Katâde’den iki, Abdurrahmân b. Sâbıt’dan olmak * üzere yirmi dört adet rivayet bu ayetteki "ziyâde"nin anlammm "ru’yetullah" olduğunu ifade etmektedir.[15] Hz. Peygamber’den gelen rivayet­ler; Ebû Musâ el-Eş’arî, Abdurrahmân b. Mehdî, Abdurrahmân b. Ebî Leylâ vasıtasıyla Suheyb’den, Ka‘b b. Ucre ve Ubeyy b. Ka'b’dan merfû olarak nakledilmektedir. Ebû Musâ el-Eş‘arî’den gelen nakiller ise Ebû Temîme el-Huceymî’den rivayet edilmektedir. Hz. Peygamber’den gelen rivayetlerden birisi de aynı yolla aktarılmaktadır. Bunların içerik olarak Hz. Peygamber’e dayanma ihtimali kuvvetlidir.[16] Abdurrahmân b. Ebî Leylâ’dan nakledilen ifadelerin de, onun Suheyb hadisinin ravileri ara­sında yer alması hasebiyle yine anlam olarak Hz. Peygamber’e dayandı­ğı düşünülebilir.[17]

Suyûtî’nin (911/1505) eserinde ise Suheyb’nin iki olmak üzere, Ebû Musâ el-Eş’arî, Ka’b b. Ucre, Ubeyy b. I<a‘b, İbn Ömer, Enes’in iki ve Ebû Hureyre’nin Hz. Peygamber’den naklettikleri rivayeder, ilgili ayette yer alan "ziyâde" kelimesini "Allah’ın vechine bakmak (nazar)" olarak tefsir etmektedir. Bunların yanında Hz. Ebû Bekir, Hz. Ali, Huzeyfe, Ebû Musa el-Eş’arî, İbn Abbâs, Katâde, Abdurrahman b. Ebî Leylâ, Amir b. S‘ad, Suddî, Dahhâk, Abdurrahman b. Sâbıt’dan aynı yönde ayeti açıklayıcı rivayetler bulunmaktadır.[18]

Akli deliller: Râzî tarafından öne sürülen aklî delil şu şekildedir: Ayette geçen "el-husnâ" kelimesi harf-i ta’rif almış müfred bir kelime­dir, önce geçen belirli bir kelimeye işaret etmektedir ki o da bir önceki ayette geçen "dâru’s-selâm"dır. Bu tamlamanın cennet olduğu ise ga­yet açıktır. Ziyade’den kastedilenin ise cennet ve içindeki nimetler dı­şında bir şey olması gerekir, aksi takdirde (bu kelimenin de cennet ve nimetlerine delalet etmesi halinde) tekrar olmuş olur. Bu şekilde dü­şünenler kelimenin anlamının "Allah’ı görmek" olduğunu ifade etmiş­lerdir. Râzî’ye göre bu yorumu, Kur’ân’ın ayetlerinin birbirini tefsir ettiği düşünülürse, şu ayetle de desteklemek mümkündür. "O gün, kimi yüzler parlayacaklar, Rablerine bakacaklardır."ıs Bu ayette cennetlik­ler için,, "yüzlerin parlaması" ve "Allah’a nazar etmek" olmak üzere iki durum söz konusudur. Konumuz olan ayetteki "el-husnâ"nın bu ayet­te ifadesini bulan "yüzlerin parlaması"na., "ziyâde"nin ise "Rablerine bakma"ya (ru’yetullah) hamledilmesi gerekir. "Ne yana bakarsan bak, bolluk ve ulu bir saltanat görürsün1'[19] ayetine de atıf yapan Râzî, ‘husna’yı bu ayetteki nimetlere, ‘ziyade’yi ise ‘ulu bir saltanatın görülmesi’ne hamletmektedir.[20]

b)           Ru’yetullah Dışındaki Tefsirler

1.           "Ziyade"nin "(dört kapısı olan) inciden bir oda" olduğuna dair Hz. Ali’den (40/660) gelen rivayetler mevcuttur.[21]

2.           "Husnâ" "iyiliklere verilen tek bir karşılık," "ziyade" ise "on katma ve daha fazlasma kadar olanlardır." Bu şekilde tefsir rivayetlere ise Taberî’de, İbn Abbâs, Alkame b. Kays, Katâde vasıtasıyla Hasan-ı Basrî’den gelen tefsirlerde rastlıyoruz. İbn Abbâs ve Alkame rivayetlerinde bu yorumda bulunurken "Kim (Allah huzuruna) iyilikle gelirse ona getir­diğinin on katı vardır. Kim de kötülükle gelirse o sadece getirdiğinin dengiyle cezalandırılır. Onlar haksızlığa uğratılmazlar."[22] ve "(Orada kendi­leri için diledikleri her şey vardır.) Katımızda dahası da (mezîd) vardır. 1123 ayetlerine de atıf yapılmaktadırlar.[23]

3.          "Ziyade"yi "Allah'ın bağışlaması (mağfiret) ve rızası" olarak açıkla­yan Mücâhid’den (103/721) gelen bir rivayet.[24]

4.          İbn Zeyd’den gelen bir rivayette "husnâ" "cennet,""ziyade" ise "Al­lah’ın dünyada kendilerine verdikleridir ki kıyamet günü onları hesap edemezler." yorumu yapılmış ve "...Ona dünyada mükâfatını verdik."[25] ayeti de ilave edilmiştir.[26]

5.           "Kulların kalplerindeki muhabbetin ziyadesi" olarak da yorumlan­dığı olmuştur.[27]

6.           "Cennet ehline yağmur yağdırmak üzere bir bulutun uğraması" şeklinde tefsirlere de rastlanmaktadır.[28]

» 7. Taberî’nin yorumu ise anlamın mutlak; anlaşılması yönündedir. "Allah Teâlâ, kendilerine itaat etmelerine karşın kullarından Muhsinlere, ihsanlarından dolayı, cenneti karşılık vermeyi ve yüzlerini ağartmayı vaat etmiştir. "Husnâ" ile beraber üzerine bir de ziyadesini ilave etmiş­tir. "O’na nazar ile ikram edilmek suretiyle cennete konmaları," "inciden odalar verilmesi," "ğufrân ve Allah rızası" ziyadenin kapsamındadır. Bunların hepsi Allah’ın cennetliklere husnânın üzerine verdiği ziyade­dendir. Allah ziyadeyi umumî kullanmaktadır. Bu sayılanlardan birisi olarak özelleştirmek mümkün değildir. Ziyade bunların hepsinin mecmuudur. En doğrusu Allah Teâlâ’nın (ifadeyi) genel (umumî) kullandığı gibi (anlamı da) genel kabul etmektir." şeklinde bir açıklamada bulun­maktadır.[29]

III.             "Ziyade" Kelimesinin Anlaşılmasında Ehl-i Sünnet İnancının Etkisi

''Ziyade'' kelimesinin anlaşılmasında Ehl-i Sünnet inancının eddlerini açıklamaya geçmeden önce bu etldnin kaynağı olan ru’yetullah inancına kısaca değinmek gerekmektedir. Ru’yet konusunda müstakil bir çalışma yapan Koçyiğit şu şekilde tanımlamaktadır. "Ru’yet, bazı Kur’ân ayetle­rinin ve Hz. Peygamberden rivayet edilen bazı hadislerin delâletiyle, Allah Teâlâ’nın kıyamet günü müminler tarafından gözle görülmesidir. Sünnet ehline mensup müfessir, muhaddis ve mütekellimler, Müminle­rin ahirette Allah’ı göreceklerim, ayet ve hadislerin zahir manalarına dayanarak ispat etmeye çalışmışlardır."[30]

Ru’yetin ispatında başvurulan Kur’ânî deliller ise genelde şu ayetler­dir.

1.          "Musa tayin ettiğimiz vakitte gelip de Rabbi onunla konuşunca "Rabbim! Bana (kendini) göster; seni göreyim!" dedi. O da: "Sen Beni asla göre­mezsin. Fakat şu dağa bak, eğer o yerinde durabilirse sen de beni görecek­sin!" buyurdu. Rabbi o dağa tecelli edince, onu paramparça etti, Musa da baygın düştü. Kendine geldiğinde, o "Ey. Rabbim! Sen yücelerin yücesisin, sana tövbe ettim. Ben, Sana inananların en başındayım." demişti."[31]

2.          "Gözler O’nu algılayamaz (idrak), ama O, gözleri algılar...1133

3.          "O gün, kimi yüzler parlayacaklar, Rablerine bakacaklardır."[32]

4.                          "İhsan      derecesinde iyi işler yapanlara güzel bir karşılık ve hatta faz­lası (ziyade) olacaktır."[33]

5.         "Hayır! Onlar o gün mutlaka Rablerinden mahrum kalacaklardır.”[34]

Ehl-i Sünnetin Kelam ilmi kaynaklarında da Allah’ın görülmesinin delilleri arasında Yunus 10/26. ayete de yer verilmektedir. Ehl-i Sünnet’in iki önemli âlimi İmâm Mâturîdî (333/944) 37 ve İmâm Eş’arî’nin (330/941) eserlerinde de[35] bu duruma rastlamaktayız.[36]

Mu’tezile’nin önemli âlimlerinden Kâdî Abdulcebbâr (h. 415) aklî ve naklî delillerle ru’yetin gerçekleşmeyeceğini ispata çalışır. Çünkü ru’yet Mu’tezile’nin beş esasından biri olan tevhid anlayışı ile bağdaşmamak­tadır. Bu yüzden ru’yetle ilgili tartışmalara Mu’tezile kaynaklarının tev­hid ile ilgili bölümlerinde yer verilmektedir.[37] Şia’da da ru’yetullah naklî ve aklî delillere dayalı olarak reddedilmektedir.[38]

Konumuz olan ayette yer alan ziyade kelimesinin ru’yet olarak anla­şılmayacağını iddia edenlerin delilleri ise -ki bu deliller genel olarak Mutezile tarafından öne sürülmektedir- şöyledir. 1. Ayette yer alan ifa­denin ru’yetullaha delalet etmesi aldî (mantıkî) olarak imkânsızdır. 2.

'Ziyade, kendisi üzerine ziyade olunan şey ile aynı türden olması gere­kir. "Ru’yetullah" ise cennet nimetleri ile aynı türden değildir. 3. Ziyade­nin Allah’ın vechine nazar etmek olarak algılandığına dair rivayetler ise teşbihe yol açtıkları gerekçesiyle Mutezile tarafından kabul edilmemek­tedir. Çünkü bakmak (nazar), gözbebeğinin görünen şey tarafına çevril­mesinden ibarettir. Bu ise görünenin belli bir yönde olmasını gerekli kılar. Aynı zamanda "vech (yüz)" özel bir uzvun adıdır. Bu da Allah için düşünüldüğünde teşbihi gerektiren bir husustur. Bu verilerden hareket­le ziyade ifadesinin ru’yetullah olarak değil de başka bir şekilde anlaşıl­masını gerekli görmektedirler.[39]

El-Keşşâf ta ise "Allah fadlından dolayı (cennetliklere olan ikramını) ar­tırır."*[40] ayeti delü gösterilerek ayette yer alan ziyade kelimesi "verilen sevap üzerine konan ziyade" anlamındaki "Allah'ın ikramı (tefaddul)" olarak anlaşılmıştır.[41]

Konu ile ilgili olarak Hz. Peygamber’in hadisleri ile sahabe ve tabiûndan delil getirilen rivayetler ise el-Keşşâf ta. dikkate alınmamıştır. Hz. Pey­gamber salla'llâhü aleyhi ve sellemin hadisi işaret edilerek, bu hadis hakkında, Hz. Peygamber’e da­yandığım ifade eden "merfû1" ifadesi yerine, iftira anlamına gelen ve bu sözlerin Hz. Peygamber’e yamandığını iddia eden "mergû* "[42] kelimesi kullanümış, ayetteki ifadeyi ru’yetullah olarak anlayanlar da Müşebbihe nitelendirmesiyle eleştirilmiştir.[43]

Bu delillere Sünnî müfessirler tarafından şu şekilde cevaplar veril­miştir: Öncelikle aklî deliller ru’yetullahm ahirette mümkün olduğunu göstermektedir. Bunun yanında bu konuda bize ulaşan sahih hadisler de ru’yetin imkânını göstermektedir. Ziyadenin, kendisi üzerine ziyade olunan cinsinden olması ile ilgili hususlar ikinci bölümde delillendirilmiştir. Râzî şu ilaveyi de yapmaktadır. Kendisi üzerine ziyade olunan şey belli bir miktarla kayıtlanmış ise, ziyadenin (fazlalık) de aynı tür­den olması gerekir. "Sana on ölçek buğday ve fazlasını verdim." cümlesin­de olduğu gibi. Üzerine ziyade olunan şey kayıtlanmamış ise, ziyadenin de aynı türden olması gerekmemektedir. "Sana buğday ve fazlasını ver­dim." cümlesinde ifade edilmek istenen fazlalığın, buğday dışında bir şey olduğunun kastedilmesi gibi. Dolayısıyla ayetteki el-husna lafzında herhangi bir kayıt bulunmadığından dolayı ziyadenin cennet ve nimet­leri dışında bir şey olması gerekir ki o da ru’yettir.[44] Müfessirler ayeti ru’yet dışında anlamışlardır iddiasının aksi de iddia edilmektedir ve bu konuda tefsirler oldukça fazladır.[45]

Beydâvî (685/1288) de birinci anlam olarak el-Keşşâf ta öne'sürülen ayeti de delil getirerek[46] ilgili görüşü tekrarlamıştır.[47] İkincil anlamların serdedilmesi için kullanılan bir lafız olan "gîle" lafzı ile "on mislinden yedi yüz misline kadar olan karşılık," "Allah’ın bağışlaması ve rızası" ve son olarak da "Allah’a kavuşma (likâ)" anlamları da verilmiştir.[48] Ebû’s-Suûd Efendi de aynı şekilde ayette yer alan ziyadeye son tevcih olarak "likâ" anlâmını vermiştir.[49]

İbn Kesîr ise Tefsîri’nde ziyadenin anlamının, amellerin yedi yüz misline kadar olan karşılığı olduğunu belirtmekle beraber bunların en üst noktasının "Allah’ın vechine nazar" olduğunu da belirtmiştir.[50]

Ziyade kelimesinin ru’yetullah olarak anlaşılması Sünnî müfessirlerin eserlerinde genelde birinci tevcih olarak zikredilmektedir. Anılan kelimenin ru’yet dışında anlaşılması ve yorumlanması yine Ehl-i Sünnet olan müfessirler tarafından eleştirilmiş ve bu tür yorumlan çürütebil­mek için aklî ve naklî deliller serdedilmiştir. Bunun yanında ziyade keli­mesinin yorumunda birinci tevcih olarak ru’yetullaha yer verilmemesi de eleştiri konusu olmuştur. Âlûsî, Beydâvî’nin eserinde ziyadenin ru’­yetullah olarak tefsirine, -zayıf görüşlerin yer verildiği bir ifade olan "gîle" lafzı ile yer vermesini doğru bulmamaktadır. "Hiç gerekmediği halde bu şekilde hareket eden Beydâvî ..."[51] şeklindeki ifade ile onu eleştirmek­tedir.[52]

IV.            Sonuç

Yunus 10/26. ayette yer alan "ziyade" kelimesinin öncelikli olarak seleften gelen rivayetler ile destekli olmak üzere, "ru’yetullah" anlamın­da anlaşıldığı görülmektedir. Bunun yanında dünyadaki iyiliklere muka­bil verilecek olan ve yedi yüz misline kadar varacağı ifade olunan karşı­lık, Allah’ın rızası ve mağfireti ile bunların her birisini de içine alacak olan ve ayette "husna" lafzı ile ifade edilen cennet ve nimetlerinden fazlası olarak anlaşıldığı da tefsirlerde yer almaktadır.

Ru’yetullah hakkında Kelam ilmi kaynaklarında yer alan tartışmalar­da daha çok A’raf 7/143., Kıyame 75/22-23. ayetler delil olarak ele alınmakta; bunlarla beraber konumuz olan Yunus 10/26., En’am 6/103. ve Mutaffifîn 83/15. ayeüer de bahis konusu yapılmaktadır.

Bu ayetler ile beraber en önemli deliller ise başta Hz. Peygamber olmak üzere sahabe ve tabimden gelen rivayetlerdir. Ehl-i Sünnet bu deliller çerçevesinde ru’yetullahı, yani Allah’ın ahirette görüleceğini be­nimsemiştir. Mu’tezile ise ayeüeri farldı bir açıdan yorumlayarak ve adı geçen rivayetleri de kendi tevhid anlayışları üe çelişmesi sebebiyle dik­kate almamıştır. Şia ise -kendi hadis külliyatları çerçevesinde- ilgili riva­yetleri benimsememiş, akli ve nakli delillerle karşı çıkmıştır.

Ziyade lafzının ru’yetullah olarak anlaşılmasının da en önemli sebe­bi başta Hz. Peygamber olmak üzere sahabe ve tabiinden gelen rivayet­lerdir. Sahabe ve tabiinden nakledilen rivayeüerin bazılarım da, yine kendilerinin Hz. Peygamber’den doğrudan nakledilen hadislerin rivayet zinciri/senet içerisinde yer almaları sebebiyle içerik olarak yine Hz. Pey­gamber’e dayandırmak mümkündür.

İtikadî mezheplerin görüşleri anılan ayetler ve ilgili hadisler veya çeşitli şartlar çerçevesinde şekillenmiş olsa da oluşan bu fikirler daha sonraki dönemde müfessirler üzerinde eddli olmuştur. Mesela ru’yetul­lah eksenli tartışmalarda mezheplerin görüşlerinin şekillenmesinde asıl konu edinilen ayetler ve rivayeder başka olsa da bu inancın etkisi konu­muz olan Yunus 10/26.ayet üzerindeki tartışmalarda kendini göster­mektedir.

Hz. Peygamber’in hadisleri ile sahabe ve tabiundan gelen rivayeder ortada olduğu halde bu rivayetlerin dikkate alınıp alınmamasında da itikadî mezhep görüşleri etkili olmuştur. Müfessir kendi mezhebinin genel kanaati doğrultusunda bu rivayet malzemesini dikkatten uzak tutmuş ya da dikkate değer bulmuştur.

Ayetin anlaşılmasında -ziyade kelimesinin içeriğindeki/anlam alanın­daki kapalılık dışındaçok karmaşık herhangi bir problem olmamasına rağmen ciddi tartışmalar olmuştur. Bu, sadece Sünnî müfessırler değil başta Mu’tezile olmak üzere diğer mezhep mensupları için de geçerlidir. Ehl-i Sünnet inancı sebebiyledir ki, yukarıda da belirtildiği üzere, ilgili kelimenin ru’yet dışında anlaşılması ve yorumlanması Sünnî müfessirler tarafından eleştirilmiştir. Bunun yanında, ziyade kelimesinin yorumunda birinci tevcih olarak ru’yetullaha yer verilmemesi de eleştiri konusu olmuştur.

Bütün bu yorumlar ayetin ru’yetullaha delalet etmediğini gösterme­mektedir. Ayet doğrudan ru’yetullaha açıkça delalet etmese de ilgili hadisler ve rivayeder ayetin anlam alanındaki kapalılığı gidermekte ve ziyade kelimesini ru’yetullah olarak anlamamıza imkân vermektedir. Bu konu sünnetin ayetlerin anlaşılmasındaki yeri ve değeri ile ilgili alanın tartışma konulan arasındadır.

Burada belirtmek istediğimiz ise, ziyade kelimesinin anlaşılmasında ve bu konudaki tartışmalarda Hz. Peygamber ve ilk dönemlerden bize ulaşan rivayetler bulunmasına rağmen, bu'rivayetlerin değerlendirme­ye tabii tutulup tutulmamasında itikadî mezheplerin esaslarının etkili olduğudur. Bu edd çerçevesinde, ziyadeyi ru’yetullah olarak yorumla­yan Hz. Peygamber’in hadisleri, diğer rivayeder ve yorumlar da dikkate alınarak Yunus 10/26. ayette yer alan "ziyade" kelimesi, Sünnî müfessirlerin büyük çoğunluğu tarafından "ru’yetallah (Allah’ı görme) veya ellika (Allah’a kavuşma)" olarak tefsir edilmiştir.


Kaynak: Dinî Araştırmalar, Cilt: 8, s. 24, ss. 293-304.

 



[1] Dr., Çukurova Üniversitesi İlahiyat Fakültesi, e-posta: baltaciburhan@hotinail.com

[2]   Türkiye’deki yaygın kullanış şekli ile Ehl-i Sünnet ve’l-Cemâat veya kısaca Ehl-i Sünnet, adından da anlaşılacağı üzere, Hz. Peygamberin sünneti ile sahabe ve onların yolunda olanlara verilen bir isimdir. Bu isme kaynak olarak Hz. Peygamberin bir hadisi gösteril­mektedir. Muhtelif rivayetleri bulunan bu hadiste (bkz. Tirmizî, 11,107; İbn Mâce, 11,1321,1322; Ebû Dâvud, I\£197,198.), İslam Ümmeti’nin yetmiş üç fırkaya ayrılacağı, bunlardan birinin cennete diğerlerinin de cehenneme gideceği ifadeleri yer alır. Cennete girecek tek fırka, Rasulullah ve ashabının yürüdüğü yolda olan "Cemâat"nr. Böylece Rasulullah ile ashabının yoluna uyanlara "Sünnet ve Topluluk Mensuplan" anlamına "Ehlu’sSunne ve’l-Cemâ'a" denmiştir. İsmin menşei ve Ehl-i Sünnet’in tarihçesi hakkında geniş bilgi için bkz. Fığlalı, Ethem Ruhi, Çağımızda Îtikadîİslâm Mezhepleri, s. 54 vd.

[3]   Yunus 10/25.

[4]   Tartışmalar için örnek olarak bkz. Taberî, Ebû Ca'fer Muhammed b. Cerîr (310/922), Câmi'u’l-Beyân ‘an Te’vîliÂyi’l-Kur’ân, I-XM Dâru’l-Fikr, Beyrut 1988, XI, 103-104; Râzî, Fahruddîn Muhammed b. Ömer (606/1209), et-Tefsîru’l-Kebîr (Mefâtihul-Ğayb), I-JOOÜI+F, Dâru'l-Kutubi’l-İlmiyye, Beyrut 1411/1990, XVII, 61-62.

[5]   İbn Ebî Hâtim, ‘Abdurrahmân b. Muhammed b. İdrîs er-Râzî (327/939), Tefiîrul-Kur’âni’l‘AzîmMusneden ‘anRasûlillâhi (sas) ve’s-Sahâbetive't-Tâbiîn, I-X, thk. Es‘ad Muhammed Tayyib, Riyâd 1417/1997, VI, 1994.

[6]   Râzî, et-Tefsîr, XVII,62; Kurtubî, Ebû Abdillâh Muhammed b. Ahmed el-Ensârî (671/ 1273), el-Câmi'uli Ahkâmi’l-Kur’ân, I-XX + F, Dâru’l-Kutubi'l-îlmiyye, Beyrut 1413/ 1993, Vni, 210.

[7]   Hadiste ise "İhsan: Allah’a sanki O’nu görüyormuş gibi ibadet emendir. Her ne kadar sen O’nu görmesen de O seni görmektedir." şeklinde yer almaktadır. Ahmed, Musned, I, 51; Müslim, İman, 1. Hadisin teknik analizi ile ilgili olarak geniş bilgi için bkz. Bekir Tatlı, Hadîs Tekniği Açısından Cibril Hadîsi ve İslâm Düşüncesine Yansımaları, (Basılmamış Dok­tora Tezi), Ankara 2005, s. 225-231.

[8]    Hâzin, Alâuddîn Ali b. Muhammed b. İbrahim el-Bağdâdî (741/1340),Lubâbu’t-Te’vîlfî Meâni’t-Tenzîl, I-iy Dâru’l-Kutubi’l-Arabiyyeti’l-Kubrâ, Mısır ts., II, 311; Yıldırım, Celal, Asnn Kur’an Tefsiri, I-Xiy Anadolu Yayınlan, İzmir 1986, Y 2693.

[9]    Bkz. Râzî, et-Tefsîr, XVII, 63.

[10]    Bu rivayetlere ilaveten Ebû Musa el-Eş‘arî, Sa‘îd b. Müseyyeb, Abdurrahman b. Ebî Leylâ, Hasen, Katâde, İkrime’den gelen rivayetler için bkz. İbn Ebî Hâtim, Tefsir, VI, 1944.

[11]   Tefsirler dışında ilgili ayetteki "ziyâde" kelimesini "ruyemlah" olarak benimseyen eserler de mevcuttur. Örnek olarak bkz. Râğıb el-Isfahânî (h.425), Mufredâtu Elfâzi’l-Kufân, Safvân Adnân Dâvûdî, Beyrut 1412/1992, s. 386.

[12]   Geniş bilgi için bkz. İbn Ebî Hâtim, Tefsir, VI,1945; Kurtubî, el-Câmî', VIII, 210-211; Hâzin, Lubâb, n, 311-312; Nesefî, Ebû’l-Berekât Abdullâh b. Ahmed b. Mahmûd (710/ 1310), Medâriku’t-Tenzîl veHakâiku’t-Te’vîl, Hâzin’inlufaâö’ı ile birlikte, n, 311; İbn Kesîr, Ebûl-Fidâ İsmâîl b. Ömer ed-Dimeşkî (774/1372), Tefsîru’l-Kur’âni’l-Azîm, I-iy Dâru’lFikr, Beyrût 1401h., II, 415; San'ânî, Abdu’r-Rezzâkb. Hemmâm (211 h ,'),Tejsîruî-Kur’ân, I-II, thk. Mustafa Müslim Muhammed, Mektebetu’r-Riyâd, Riyâd 1410 h., II, 295-296; Nahhâs, Ebû Ca'fer (338 h.), Meânî’l-Kur'ân, thk. Muhammed Ali es-Sâbûnî, Câmi'atu Ummi’l-Kurrâ, Mekke 1409 h., E, 288-290; Seâlibî, Abdurrahmân b. Muhammed b. Mahlûf, el-Cevâhiru’l-HassânfîTefsîriî-Kur’ân, Beyrût ts., II, 176; Beğavî, Ebû Muhammed elHuseyn b. Mes'ûd el-Ferrâ (516/1122),Meâlimu’t-Teıml, I-IV Dâru’l-Ma'rife, Beyrut 1407 h., II, 351; İbnu’l-Cevzî, Abdurrahmân b. Ali b. Muhammed (597 h.), Zâdu’l-Mesîr fi ‘İlmi’t-Tefsîr, I-IX, el-Mektebetu’l-İslâmî, Beyrut 1404 h., IV 25.

, 12 Tirmizî (Suheyb’den), el-Câmiu’s-Sahîh (Sunenu’trTirmizî), IV 687 nu.2552; V 386 nu.3108; İbn Mâce, Sünen, 1,67 nu. 187; Ahmed,Musned, iy 332,333, VI, 15 nu. 23970; İbn Ömer vasıtasıyla rivayet edilen hadis için bkz., Tirmizî,a.g.e., IV 688 nu. 2553,2554, 2555; Müslim,SahîhuMuslim, 1,163 nu.181 (ru’yetinkeyfiyeti içinbkz.a.y., nu.182).

[14]       Bkz. Sa'îd b. Mansûr (h. 227), Sünen, I-M Riyad 1414, V, 311; (Huzeyfe ve İbn Sâbıt’tan) İbn Ebî Şeybe, Ebû Bekr Abdullah b. Muhammed b. Ebî Şeybe el-Kûfî (h.159-235), I-VH, Riyad 1409, VH, 140 nu. 34806, VII, 159 nu. 34965.

[15]       Taberî, Câmi', XI, 104-107.

[16]       Taberî, Câmi‘, XI, 105.

[17]       Taberî, Câmi', XI, 106.

[18]          Suyûtî, Celâluddîn Abdurrahmân b. Ebî Bekr (911/1505), ed-Durruî-Mensûrjî’t-Tefsîriî~ Me’sûr, I-VI, Dâru’l-Kutubi’l-İlmiyye, Beyrut 1411/1990, İÜ, 546-549.

[19]  İnşan 76/20.

[20]     Râzî, et-Tefsîr, XVII, 63; Aklî deliller daha sonraki müfessirler tarafından da tekrar edilmiş­tir. Örnek olarak bkz. Hâzin, Lubâb, n, 311.

[21]     Taberî’de bu anlamda üç adet rivayete yer verilmektedir. CâmV, XI, 107; İbn Ebî Hâtim, Tefsir, VI,1945; Suyûtî, ed-Durru’l-Mensûr, III, 548; Kurtubî, el-Câmî‘, VIII, 211.

[22]  En’âm 6/160.

[23]     Taberî, Câmi', XI, 107; İbn Ebî Hâtim, Tefsîr, VI,1946; Suyûtî, ed-Durru’l-Mensûr, 111,549; Kurtubî, el-Câmî‘, VIII, 211.

[24]     Taberî, CâmV, XI,108; İbn Ebî Hâtim, Tefsîr, VI, 1945; Suyûtî, ed-Durru’l-Mensûr, III, 549. Hadîd 57/20. ayete işaret edilmektedir.

[25]  Ankebût 29/27.

[26]     Taberî, CâmV, XI,108; İbn Ebî Hâtim, Tefsîr, VI, 1946; Suyûtî, ed-Durru’l-Mensûr, III, 549; Hâzin, Lubâb, 11,312.

[27]  NeseR,Medârik, II, 311.

[28]     Âlûsî, Şihâbu’d-Dîn Seyyid Mahmûd (1270/1853),Rûhuî-MeâmfîTefsîri’l-KurâniVAzîm ve’s-Seb'i’l-Mesânî, I-XXX, Dâru’I-Fikr, Beyrut 1994, XI, 149.

[29]  Taberî, Câmi‘, XI, 108.

[30]  Koçyiğit, Talat, Kur’an ve Hadiste Ru’yet Meselesi, AÜ. İlahiyat Fakültesi Yay., Ankara 1974, s. 7. "Ru’yetin ispatında ve nefyinde aynı Kur’ân ayetlerinin delil olarak kullanılması ise konunun en ilgi çeken tarafını teşkil etmektedir." bkz.,a.y.

[31] A’râf 7/143. Bu ayet çeşitli yönlerden Ehl-i Sünnet âlimlerince Allah'ın görüleceğine, Mu’­tezile tarafından daAllah’ın görülmeyeceğine delil olarak sunulmaktadır. Koçyiğit, Kufan ve Hadiste Ru’yet Meselesi, s. 9.

[32] Kıyâme 75/22-23.

[33] Yunus 10/26.

[34] Mutaffîfîn 83/15. Yukarıdaki ayetlerin ru’yetullaha delaletleri ile ilgili geniş açıklamalar için bkz._ Yeşilyurt, Temel, Tanrının Aşkınlığı Bağlamında Ru’yetullah Sorunu, Kubbeö Ya­yıncılık, Malatya 2001, s. 244-287.

[35]    Eş'arî, Ebu’l-Hasan (330/941), Dinin İnanç İlkeleri (el-İbâne ‘an Usûli’d-Diyâne), trc. Mus­tafa Çevik, Ankara 2005, s. 26-27.

[36] Aynca bkz. Taftazânî, Ömer Sa'duddîn (797/1398), Şerhul-Makâsıd, I-II, İstanbul 1277 h., II, 86; Pezdevî, İmam Ebû Yusr Muhammed (493/1099), Ehl-i Sünnet Akaidi, trc. Şerafeddin Gölcük, Kayıhan Yay., İstanbul 1988, s. 116-117; Razi, Muhammed b. Ömer b. Hüseyin Fahreddin (606/1209),Kelam’a Giriş (El-Muhassal), trc. Hüseyin Atay, Kültür Bakanlığı, Ankara 2002, s. 200-206.

[37]     Kâdî Abdulcebbâr b. Ahmed el-Hemezânî (h. 415), Şerhu’l-Usûli’l-Hamse, Dâru İhyâi’tTurâsi’l-Arabî, Beyrut 2001, s. 155 vd. Bu tartışmalar içerisinde konumuz olan Yunus 10/

26     ayete yer verilmemekte eleştiri konusu da yapılmamaktadır. Bkz. a.y.

[38] Şia’nın ra’yet anlayışı ile ilgili yapılan müstakil bir çalışma olarak bkz. Georges Vajda, "Bazı Şîî-İsnâaşeriyye Yazarlarına Göre Allah'ın Görülmesi (Rü’yetullah) Meselesi," AÖİF. Dergisi, trc. Sabri Hizmetli, XXV, 369-393. Bu makalede, konu ile ilgili Şia’mn malzemesine büyük çoğunlukla kaynaklık eden Kuleynî’nin (328/993) el-Kâfı (Tahran 1955) ve İbn Bâbuyeh’in (381/991) Tevhîd (Necef 1966) adlı eserleri temel alınarak Allah’ın görülme­sinin imkansızlığı aldî delillere dayanarak Şia tarafından nasıl reddedildiği ve bu delillerin mantıkî temelleri irdelenmektedir. Mezheplerin konu ile ilgili görüşlerini bir arada değer­lendirmek için bkz. Şahin Hüseyin,Mezheplere Göre Ruyetullah Meselesi, Basılmamış Li­sans Tezi, Ankara 1999, s. 5 vd.

[39]   Râzî, et-Tefsîr, XVII,63; Hâzin, Lubâb, II, 311.

[40]   Nisâ 4/173.

[41]      Zemahşerî, Ebû’l-Kâsım Cârullâh (538/1143), el-Keşşâf ‘an Hakâiki’t-Tenzîl ve 'Uyûni’lEkâvîlfi Vucûhi’t-Te’vil, I-iy Dâru’l-Ma'rifet, Beyrut ts, 11,188.

[42]      Bu ifadenin -aslı yukarıdaki gibi olmakla beraberhadisler için "el-Keşşâf ta merfû* karşıt­lığı anlamında medfu‘ olarak kullanıldığı''na dair bkz. Nesefî, Medârik, II, 311.

[43]   Zemahşerî, el-Keşşâf, 11,188.

[44] Râzî, et-Tefsır, XVII, 63.

[45] Hâzin, Lubâb, II, 312.

[46] Nisâ 4/173.

[47]    Beydâvî, Ebû'l-Hayr Abdullâh b. Ömer b. Muhammed b. Ali Nasîruddîn (719/1319), Envâru’t-Tenzîl ve Esrâru’t-Te’vîl, I-Y Dâru’l-Fikr, Beyrut 1416/1996, III, 193.

[48] Beydâvî, Envâru’t-Tenzîl, 111,194.

[49]    Ebû’s-Su'ûd, Muhammed b. Muhammed el-‘Imâdî (951 hjJrşâdu’l-Akli’s-Selîm ilâ Mezâyâ’l-Kitâbi’l-Kerim, I-IX, Dâru İhyâi’t-Turâsi'l-Arabî, Beyrût ts., I\( 138.

[50] İbn Kesîr, Tefsîr, II, 415.

[51] Âlûsî, Rûhu'L-Meânî, XI, 149.

[52] Âlûsî, Rûhu’l-Meânî, XI, 150; Beydâvî aynı sebepten dolayı günümüzde de eleştirilmeye devam etmektedir. Örnek olarak son dönem âlimlerinden Mehmet Feyzî Efendi, "Ehl-i Sünnetim dediği halde mühim bir müfessir, iillezîne ahsenûî-husnâ ve ziyâdeh’ ayetindeki Ve ziyâdeh’ kelimesini ilk tevcih olarak ‘ve mâ yezîdu ale’I-mesûbed tefadduien’ diye tefsir ediyor!.." ifadesi ile üstü kaplı olarak Beydâvî’yi eleştirmiştir, bkz., Feyizlerden Damlalar, derleyen: Musa Özdağ, Hamle Yay., İstanbul 1996, s. 29.

Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.

Benzer Yazılar

Yorumlar