Bir Yalnız Sahabi Ebû Zer el-Gıfârî
Ebû Zerr’in [ radiya'llâhü anh] Medine'yi Terke Zorlanması
Ebû Zerr el-Gıfarî'nin
Muâviye'nin girişimleriyle Şam'dan ayrılıp Medine'ye getirilmesinin meseleyi
tamamen halletmediği görülmektedir. O Medine'ye geldiğinde halk kendisine
olağanüstü bir rağbet göstermiştir. Bu durum Hz. Osman'ı [ radiya'llâhü anh] endişeye
sevk etmiş ve yine halkın fitneye sürükleneceğinden korkmuştur. Ebû Zerr
Medine'de ikamet ettiği sırada Şam'da olduğu gibi faaliyetlerinden vazgeçmemiş,
gördüğü idari yanlışları ve inandığı doğrulan aynı şekilde açıklamaya
başlamıştır. Hz. Osman halkı fitneye sevkedeceği düşüncesiyle ona bazı
kısıtlamalar getirmek istemişse de Ebû Zerr bunları dinlememiş hatta, "Ne
yani, Osman Allah'ın emirlerini söylemekten de mi beni men edecek,"
diye tepki göstermiştir.
Hz, Osman kendi içtihadına göre
hükmetmiş, Ebû Zerr'in görüşlerini umum açısından yanlış bulmuş ve yürürlüğe
sokmak istememiştir. Fakat Ebû Zerr'e getirilen kısıtlamadan Hz. Osman'ın
fikirleri ifade hürriyetine engel olduğu anlaşılmamalıdır. Zira kaynaklarda
fikir beyan edilmeyeceğine ve herhangi bir kısıtlamanın olduğuna dair bir kayıt
yer almamaktadır. Ebû Zerr'in fikirlerinin halk arasında sebep olduğu fitne
nedeniyle, Hz. Osman kanaatlerim açıklamaması konusunda ona uyarıda bulunmuş,
hatta daha serbest hareket edebileceği bir yere gitmesinin uygun olacağım
söylemiştir. Aksi takdirde halife onu hapiste de tutabilirdi. Zira Hz.
Peygamber döneminden itibaren çeşitli vesilelerle bazı suçlulara hapis cezası
verildiğnii ve Hz. Ömer'in bir evi özellikle hapishane olarak tahsis ettiğini
biliyoruz. Kısacası halife burada maslahatı
ön planda tutmuştur. Bununla da Ebû Zerr'i Emri bi’lma'ruf nehyi ani'lmünker'i
açıklamaktan men etmiş anlamı çıkarılmamalıdır. .
Ebû Zerr Medine'de bulunduğu
sırada kendisinin de içinde bulunduğu bir toplantıda, Hz. Osman, devlet başkanının
hâzineden para kullanıp daha sonra ödemesinde bir salanca olup olmadığım
sormuştu. Orada bulunan Ka'bu'l Ahbar'ın
bunda bir sakınca olmayacağını söylemesi Ebû Zerr'i öfkelendirmiş ve "Ey
Yahudi’nin oğlu! Sen kim oluyorsun da fetva veriyorsun," diye bağırmış,
hatta kırbacıyla Ka'b'ın başına vurmuştu. Hz. Osman bu duruma çok üzülmüş ve
Ka'b'ın diyetini kendi üstlenerek olayı tatlıya bağlamıştır.
Ebû Zerr'in ısrarla tutumunu
sürdürmesi, halifeyi bazı kararlar almaya zorlamıştır. Ebû Zerr ise halifenin hoşuna
gitmeyen davranışlarını değiştirmemiş, hatta halifenin aleyhine bazı sözler
sarf etmeye bile başlamıştır. Bunun üzerine Hz. Osman onun halk ile görüşmesini
yasaklamış ve bu işle de katibi Mervân'ı görevlendirmiştir. Fakat bütün
engellemeler onu yıldırmayınca, nihayet Hz, Osman çözüm olarak onun Medine
dışmda ikamet etmesini uygun bulmuştur.
Hz. Osman ona nereye gitmek
istediğini sormuş, Ebû Zerr önce Mekke'ye, Kudüs'e veya Mısır'a gitmek istemiş
fakat bu taleplerin hiç biri uygun bulunmayarak, halife ona, "Senin
Rebze'ye yerleşmeni uygun görüyorum," demiş ve Ebû Zerr bu öneriyle
Rebze'ye yerleşmiştir. Bazı kaynaklar
yukarıdakilere ilaveten Ebû Zerr'in Basra veya Şam'a gitmek istediğini, fakat
bu isteğin halife tarafından uygun bulunmadığını, onun Rebze'ye gönderildiğini
kaydetmektedir. : ;
Ebû Zerr'in kendi isteğiyle
Medine'den ayrıldığım nakleden kaynaklar, şu bilgiyi de vermektedir.
Rivayetlere göre, Hz. Peygamber salla'llâhü aleyhi ve sellem Ebû Zerr'e, "Medine'deki
binalar Sel' dağına ulaştığı zaman, burayı terk etmesini,"
söylemiştir. Ebû Zerr de Hz. Peygamber'in tavsiyesinin gerçekleştiği günün
geldiğine inanmış, şehri terketmek istemiş, durumu halifeye bildirmiş; Hz.
Osman da kendisini Rebze'ye göndermiştir.
Bütün bu bilgilerden sonra Ebû
Zerr’in Rebze'de ikamet etmesini Zeyd b. Vehb şöyle anlatmaktadır: "Rebze'ye
yolum düşmüştü. Orada büyük sahabi Ebû Zerr el Gıfârî'yi gördüm. Kendisine,
'Seni buraya getiren sebep nedir?' diye sordum. Şöyle cevap verdi: 'Şam'da
ikamet ediyordum. Tevbe Sûresinin 34. ve 35. ayetlerinin yorumuyla ilgili
Muâviye İle ihtilafa düştük. Muâviye bu ayetin Ehli Kitap hakkında olduğunu, müslümanlan ilgilendirmediğmi ileri
sürüyordu. Ben ise hem onları, hem de bizi ilgilendirdiğimi; savunuyordum.
Derken aramızda ihtilaf giderek arttı. Muâviye Hz. Osman'a yazarak beni şikayet
etti; Muâviye'nin şikayeti üzerine
halife benim Medine'ye gelmemi istedi. Bunun üzerine kalktım Medine'ye geldim.
Medine'ye geldikten sonra halk sanki beni daha önce hiç görmemiş gibi kalabalık
bir şekilde etrafıma toplanmaya başaldı. Bundan rahatsızlık duydum ve durumu
Hz. Osman'a açtım. Bana, 'Buraya yakın bir yere git” dedi. İşte beni buraya
getiren sebep budur."
Ya'kub'un verdiği bilgiye göre
Ebû Zerr Şam'dan döndükten sonra; halife kendisini, sürgün edeceğini söylemiş
ve bu işle katibi Mervân b. Hakem'i görevlendirmiştir; Halifenin verdiği
talimata göre Ebû Zerr'in herhangi bir kimseyle konuşması, görüşmesi
yasaklanmış, hatta bu yasaklar arasında, şehri terkederken Ebû Zerr'i herhangi
bir kimsenin uğurlamaması da yer almıştır.
Ebû Zerr Rebze'de ikamete mecbur
edilince, şehri terkederken kendisine Hz. Ali [kerrem'allahü veche radiyallâhü
anh] ile iki oğlu Hasan ve Hüseyin [aleyhimesselâm], Ammâr b. Yâsir, Hz.
Âli'nin kardeşi Akil b. Ebi Talib gibi Hz. Osman'ın icraatından hoşnut olmayan
önemli sahabiler refakat etmek istemişlerdir. Ancak Mervân b. Hakem kendisine
verilen talimat doğrultusunda Hz. Ali'ye [kerrem'allahü veche radiyallâhü anh] engel
olmak istemiş ve şu hatırlatmada bulunmuştur: "Sen halifenin bu
konudaki yasağını bilmiyor musun? Şayet duymadıysan öğrenmiş oldun. Şimdi
derhal geri dön." Hz. Ali bu sözlere oldukça sinirlenmiş ve öfkesini
yenemeyerek kırbacıyla Mervân'ın bineğine vurmuştur. Böylece aralarındaki
tartışma şiddetlenmiş ve Hz. Ali Mervân'ı huzurundan kovmuştur. Mervân durumu
bildirmek için derhal halifeye koşmuş, Hz. Ali ile aralarında geçenleri anlatmış
ve Hz, Osman öfkelenmiştir.
Hz. Ali, Ebû Zerr’i uğurladıktan sonra geri dönerken;
halk halifenin kendisine çok öfkeli olduğunu hatırlatınca o, tepkisini şu
anlamlı sözlerle ifade etmiştir. "At da gemine kızar, ama bu beyhudedir." Hz.
Ali geri döndüğünde halife tarafından sorgulanmıştır. Hz. Ali Mervân’ın
sözlerinden dolayı halifeye yanlı davrandığını söyleyince Hz. Osman ona, "Sen benim nezdimde
Mervân'dan üstün değilsin," diye kizgınlığını yansıtmış, daha sonra
aralarında sert tartışmalar olmuş ve halk onları yatıştırmaya çalışmıştır. .
Medinede Ebû
Zerr'in haleti ruhiyesinin pek de iyi olmadığı aşılmaktadır. O; kendisini
uğurlayanlar arasında bulunan Hz. Ali'nin iki oğlu Hasan Ve Hüseyin'i görünce, Hz. Peygamber salla'llâhü
aleyhi ve sellemin torunlarına olan mubbetini hatırlamış ve göz yaşlarını
tutamamıştır Hatta son kez Hz Ali ıle konuşmuş ondan ayrlıırken kendini tutamamış ve şehri
gözü yaşlı bir şekilde terketmek zorunda kalmıştır.
Ebû Zerr'in Rebeze'ye sürgün
edilmesine, ashabtan Hz. Osman'ın icraatlarını tasvip etmeyenler, halifenin
yasağma rağmen onu uğurlamaya giderek bir anlamda tepkilerini ifade etmeye
çalışırlarken, bu olaya suskun kalması dikkat çekmektedir. Hatta o halifenin
kendisini sürgün edeceğini söylediği zaman mütebessim bir ifadeyle, "Hay
hay başüstüne. Hatta istersen Aden'e ya da Sân'a'yâ bile gidebilirim,"
karşılığını vermiştir.
Şunu da hatırlatmakta fayda var
ki, Ebû Zerr el Gıfârî, başlangıçtan itibaren Hz. Osman'ın hilafete
getirilmesine karşı olmakla birlikte isyana kalkışmamış, siyasi otoriteye
itaatte kusur etmemiş ve beyat etmiştir.
Onun temelde karşı olduğu nokta
yanlış icraatlar ve bunun yanında Hz. Peygamber'in hayat standardından aşın
derecede uzaklaşıldığının neticesi olarak ortaya çıkan sade hayattan uzak lüks
ve israftır. Bu noktada eleştiride bulunurken onun hareketinin iktidarı
devirmeye yönelik bir eylem olduğu sezilmemektedir. Ö siyasi otoriteye
bağlılıkta kusur etmemeye çalışmıştır. Hatta bu bağlılığını kendi ifâdesiyle
şöyle dile getirmiştir: "Başımda Habeşli bir köle bile olsa dinlerim ve
ona itaatte kusur etmem."
Bü konuyla ilgili Müslim'in
Sahih'inde Ebû Zerr'den nakille şu bilgiye yer verilmektedir: "Hz.
Peygamber bana elleri, ayaklan kesilmiş sıradan bir köle bile olsa, onu
dinleyip itaat etmemi ve namazı vaktinde kılmamı emretti." Muhtemelen bu tavsiyelerin etkisiyle, Ebû
Zerr, hakkında verilen karara ne Şam'dan Medine'ye sürülürken ve ne de Medine'den
Rebze'ye gönderilirken tepki göstermiştir. Buradan anlaşılacağı gibi onun
eleştirilerinin siyasi içerikli olmadığı, bir başka ifadeyle, devrimci nitelik
taşımadığı ortadadır. Onun siyasi otoriteye bağlıhğıyla ilgili İbn Sa'd'ın
verdiği bilgi oldukça manidardır. Hz. Osman'ın icraatlarından rahatsız olan
Kufelilerden bir grup, Rebze'de Ebû Zerr'e uğrayıp, "Ey Eba Zerr! Bu adam (Hz: Osman) sana
yapacağını yaptı. Bize bir bayrak aç da senin bayrağın altında toplanalım ve
Hz: Osman'a karşı eyleme geçelim," teklifinde bulundukları
zaman, Ebû Zerr onlara, "Hayır,
Hz. Osman beni doğudan batıya sürse bile yine ona itaatte kusur etmem,"
cevabını vermiş ve onların siyasi emellerine alet olmamıştır. ;
Ebû Zerr el Gıfâri'nin
kanaatlerinden kendilerine pay çıkaran bazı görüş ve ideolojiye mensup
insanların çeşitli vesilelerle İslâm'a ve özellikle de Rasûlüllah salla'llâhü
aleyhi ve sellemin ashabına saldırıda bulundukları bilinmektedir. Ebû
Zerr'in Rasûlüllah salla'llâhü aleyhi ve sellemin çok yakınında yer almasını,
onun vefatından sonra hilafetin Hz. Ali'nin hakkı olduğunu savunmasını ve Hz.
Ali'den yana tavır almasını fırsat bilen Şiiler, onu kendilerine yakın görerek
ashabın büyük çoğunluğuna haksız itham ve isnadlarda bulunmuşlardır. Şiilerin
bu anlayışının günümüzde de devam ettiğini Ali Şeriati'nin "Ebû Zerri
Gıfârî adıyla Türkçe'ye çevrilmiş
kitabından sezinlemek mümkündür. Bu kitapta, bahsedilen konular ulaşabildiğimiz
kaynaklarda yer almıştır. Fakat doğru olan bu bilgilere karşı, Şiilerin hissi
ve mübalağalı geleneksel yaklaşımı anlaşılan Şeriati'yi de etkilemiş ve Şii
taassubundan kurtulamayarak ashaba karşı haksız ithamlarda bulunmuştur.
Günümüzde bazı fikir mensupları,
kendi sermaye karşıtı görüşlerine Ebû Zerr'i örnek göstermek suretiyle,
İslâm'ın zenginliğe ve ferdi mülkiyete karşı olduğunu ileri
sürmektedirler. Bu tür kişilerin temelde
İslâm'a karşı olumsuz tavır takınmalarına rağmen, her ne hikmetse ferdi görüş
ortaya atan birisinin düşüncelerine sarılmaları, onu örnek göstermeleri dikkate
şayandır. Şunu hatırlatmakta fayda var ki, Ebu Zerr'in görüşleri kendisini
bağlar ve ona aittir. Yani ferdidir. Bunu İslâm'ın geneline yaymak yanlış olur.
Aksi takdirde her görüş sahibinin düşünceleri İslâm'a mal edilmelidir. Ayrıca
Ebû Zerr'in görüşleri ashabın büyük çoğunluğu tarafından benimsenmemiş ve desteklenmemiştir.
İslâm'ın, değil sermayeye karşı olması, bilakis helal yoldan ticareti teşvik
ettiği de bilinmektedir.. Ebû Zerr
bir görüş ortaya atmış ve bu görüşünde çoğunluğa göre yanılmıştır; Dileyen bu
görüşleri benimser ve dileyen de reddedebilir. Dolayısıyla ferdi görüş yerine
çoğunluğun kanaatini esas almak İslâm'ın öngördüğü bir prensiptir. Ümmet ferdi
kanaatlere değil, çoğunluğa tabi olur ve o yöne sevk edilmelidir. Yine
tartışmalı hususlarda çoğunluğun kanaatini benimsemek İslâmî bir esastır.
Buradan hareketle ne Kur'an'm çizdiği prensipler ve ne de Ebû Zerr'in
görüşlerinin bu tür ideolojilerle örtüşmediği hatırdan çıkarılmamalıdır
Ebû Zerr el Gıfarî Rebze'ye
gönderildikten sonra, Hz. Osman hanımı ve kızını bir deve yükü eşyayla birlikte
peşinden göndermiştir. İbnü'l Esir'in
bildirdiğine göre Halife oha bir miktar deve, günlük ihtiyaçlarını karşılayacak
kadar maaş ve iki de hizmetçi vermiştir.
Belazuri'nin anlattığına göre,
bir kısım insanlar halifeye giderek "Ebu Zerr'i Rebze'ye senin sürdüğünü
söylüyorlar. Bu konuda ne diyorsun?" diye sorunca Hz. Osman, "Hayır,
böyle bir olay asla vuku bulmamıştır," cevabını vermiştir.
Ebû Zerr Rebze'de ikamet ettiği sırada bir sohbet
esnasında söz dolanıp Hz. Osman'dan açılmıştı. Oradakiler muhtemelen Ebû
Zerr'in duygularına tercüman olmak için, Hz. Osman'ı yaptığından dolayı tenkit
etmişler ve halife hakkında yakışıksız sözler sarfetmeye başlamışlardır. Ebû
Zerr onları uyararak, "Hayır, Osman hakkında hayırdan başka hiç bir şey
söylemeyin," diye müdahalede bulunmuştur.
Bütün bu bilgilerden anlaşıldığı
gibi, Ebu Zerr'in Rebze'ye sürgünle mi yoksa kendi isteğiyle mi gittiği açık
bir şekilde belli değildir. Ebû Zerr'in gerek Muâviye ile gerekse Halife ile
ihtilafa düştüğü kaynaklarda net olarak yer almış olmasına rağmen, onun
Rebze'ye gönderilmesinin gerçek mahiyetini kesin ifadelerle söylemek zor
görünmektedir. Fakat onun Şam'dan Medine'ye halifenin talimatıyla geldiği ve
burada, da aykırı faaliyetlerine devam edince bazı yasaklara maruz kaldığı
bilinmektedir. Olayların akışına göre değerlendirmede bulununca, bir anlamda
Ebû Zerr'in şehri terke zorlandığı ve Ebû Zerr'in de muhtemelen sebep olduğu
fitneyi bildiğinden dolayı buna ses çıkarmadığı düşünülebilir. Ayrıca Hz. Osman
daha sonra Ebû Zerr'e reva gördüğü uygulamadan muhtemelen halfan da tepkisiyle
pişmanlık duymuş olacak ki, hanımını ve kızını peşinden bir miktar malla
göndermek suretiyle, onun gönlünü almaya çalışmıştır.
Ebû Zerr el Gıfârî, vakarı,
zühdü, takvası ve Hz. Peygamber salla'llâhü aleyhi ve selleme duyduğu
yakınlığıyla ashab arasındaki müstesna yerini korumuştur. Onun başından geçen
olaylardan çıkarılacak pek çok ders vardır. Henüz Rasûlüllah salla'llâhü aleyhi
ve sellemin davetim duyar duymaz ilgi göstermesi ve Mekke'ye gelip kendisine
teklif edilmeden bizzat kendi isteğiyle müslüman olması onun dünyasının
zenginliğini, ne derece manevi potansiyele sahip bir kişi olduğunu göstermektedir.
Bununla ilgili Hz. Peygamber'in Ebû Zerr'i öven pek çok sözler söylediğini
görüyorüz. Müslüman olduktan sonra büyük
çoğunluğa aykırı düşen nev'i şahsına münhasır bir İslâm anlayışına ermesi ve
hayatını bu münferidlik içinde sürdürmesi onun yaratılışından sahip olduğu bu
manevi potansiyelin ağırlığından ve zenginliğinden kaynaklanmıştır.
Onun münferidliğini, şahsına
özgü kişiliğini Hz. Peygamber şu sözlerle dile getirmiştir: "Allah Ebû
Zerr'e merhamet eylesin. O tek başma yürür; tek başına yaşar, tek başına ölecek
ve tek başına haşrolacaktır."
Ebû Zerr'in zühdü, kendisini sürekli müstesna kılmıştır
ve ashab içinde dünya malına en az kıymet verenlerdendir. Şüphesiz bu derece hassas davranmasında Hz.
Peygamber salla'llâhü aleyhi ve selleme duyduğu muhabbet ve onun hayat düsturunu
sürdürmek istemesinin önemli etkisi olmuştur. Onun zühdü, vakarı sadece ashab
arasında değil, Hz.
Peygamber salla'llâhü aleyhi ve sellem tarafından bile takdire şayan bulunmuş
ve Resûlüllah onun hakkında, ''Ümmetim içerisinde Ebû Zerr, Meryemoğlu İsa'nın
zühdünü yaşayan tek kişidir," diye övgüyle söz etmiştir.131
Ebû Zerr el Gıfârî düşündüğünü
hayata geçiren, özü ile sözü bir olan ender şahsiyetlerden birisidir. Doğruyu
gözünü kılmadan her platformda savunabilen, dürüstlüğü şiar edinen bu kişi
hakkında, Hz Peygamber salla'llâhü aleyhi ve sellemin şu övücü sözleri de
söylediğini görüyoruz:
"Onun gibi doğru sözlü birisini ne yer taşıdı, ne
gök gölgeledi." Bunun
gibi pek çok kere Hz Peygamber salla'llâhü aleyhi ve sellemin övgüyle söz
ettiği büyük sahabi Ebû Zerr, ömrünün son iki yılını ne yazık ki sürgün hayatı
geçirmekle tamamlamıştır. İslâm öncesinden müslüman olmasına ve müslüman
olmasından Rebze'de hayata veda etmesine kadar, onun başından geçenlerin bir
ibret tablosu olarak karşımıza çıktığım, onun hayatından alınacak pek çok
dersin olduğunu görüyoruz.
Ebû Zerr zühdü ve takvasının yanısıra
ilimde de önemli bir konuma sahiptir. O ilimde. Abdullah b. Mes'ud'a denk
sayılmıştır. Onun ilim kesbetmesinde
özellikle Medine'ye geldikten sonra Ashabı Suffa'da bulunması ve sürekli Hz.
Peygamber salla'llâhü aleyhi ve sellemin yanında yer almasının önemli bir payı
vardır. Fakat ilimde önemli bir konuma sahip olmasına rağmen, bunu halka yayamadığını
görüyoruz. Bu konuda Hz. Ali b. Ebi Talib kerrem'allahü veche radiyallâhü anhin
onun hakkında söylediği şu sözler dikkat çekmektedir: "Ebû Zerr insanların öğrenmekten
aciz kalacağı derecede ilim kesbetti. Fakat sonradan bu ilimden dışarıya bir
şey sızdırmadı." Buna
mükabil fazla hadis rivayet ettiği gerekçesiyle Hz Ömer radiya'llâhü anh tarafından kendisine
yasaklama getirildiği de söylenmektedir.
Fakat bütün kısıtlamalara rağmen doğru bildiğini anlatmaktan geri
durmadığına değinmiştik. :
Ebû Zerr'den pek çok sahabi ve
lıadisçi rivayette bulunmuştur. Özellikle Ahmed b. Hanbel'in Müsned'inde Ebû
Zerr'den rivayet edilen pek çok hadisin yer aldığı görülmektedir.
Ömrünün yaklaşık yirmi yılı
.aşkın bir bölümünü bizzat Hz. Peygamber salla'llâhü aleyhi ve sellemin yanında
geçiren Ebû Zerr'in İslâmî terbiyesi, o derece kemale ermiştir ki, müslüman
olmadan önce yol kesip, yağma yaparken İslâm'dan sonra fakirlerin, muhtaçların
sığınağı olmuş, hatta onların duygularının tercümanlığını yapmıştır.
İslâm öncesinde yiğitliği,
gözüpek kişiliğiyle karşımıza çıkan Ebû Zerr'in benliğinde Rasûlüllah
salla'llâhü aleyhi ve sellemden aldığı terbiye oldukça derin izler bırakmıştır.
O yaptığı bir yanlıştan dolayı zenci kölesinin ayağının altını öpecek kadar
alçak gönüllülük ve tevazünün abidesi olmuştur. Bir keresinde o, annesinin
siyahi olmasından dolayı kölesini aşağılayan bir ifade kullanmıştı. Onun bu
davranışını öğrenen Hz. Peygamber, "Sende cahiliye adetlerinin kalıntısını
görüyorum," diye azarlamıştı. Rasûlüllah salla'llâhü aleyhi ve sellemin bu
uyarısı kendisini büyük bir pişmanlık ve nedamete şevketmiş, derhal gidip önüne diz çökmüş ve
ayağını öpmek istemiştir. Yine o kölesiyle aynı sofrayı paylaşan, kendi
giydiğinden ona da giydiren, sade, mütevazı hayat yaşamaya çalışan mümtaz
insanlardan birisidir.
Rebze'de ikamete mecbur
edildikten sonra hayatının son iki yılını burada geçiren Ebû Zerr'in bu
yıllarının son derece fakirlik ve yalnızlık içinde geçtiğini görüyoruz.
Rebze, Medine'ye üç mil uzaklıkta tenha bir . köydür. Hz. Ömer bu bölgeyi
hâzineye ait develerin otlağı olarak kullanmıştır. İbn Sad buradan söz ederken, Ebû Zerr'in daha
önceden bölgeyi tanıdığına, Benû Gıfâr'ın yolculuk esnasında burada çadır kurup
dinlendiğine ve Ebû Zerr'in burada Hz. Peygamber'in develerini otlattığına
değinmiştir.
Ebû Zerr el Gıfârî Rebze'de
ikamet ettiği sırada zaman zaman Mekke'ye uğramış ve tanıdıklarıyla görüşme
fırsatı bulmuştur. Burada kendisini pek çok sahabi ziyaret etmiş, onunla bazı
görüş alışverişinde bulunmuşlardır. H. 30 (M. 652) yılında Rebze'de ikamete mecbur
edilen Ebû Zerr'in H. 32 (M. 654) yılında vefat ettiği bildirilmektedir. Onun
cenaze namazım Kabe'ye ziyarete gelen bir grup Iraklı hacı ile birlikte Abdullah
b. Mes'ud'un kıldırdığı nakledilmektedir.
Ebû Zerr'in Rebze'de yalnız ve sade bir hayat yaşadığı,
cenazesinin kaldırılnasına kadar yansımıştır. O vefat ettiğinde yanında hanımı
ve kızından başka hiç kimse bulunmuyordu. Vefatına yakın hanımına yaptığı tavsiye onun
hayatıyla ilgili önemli dersleri içermektedir. O hanımına, "Vefat
ettiğimde cesedimi kefenleyip yol üstüne bırakın. Muhtemelen oradan geçenler
beni görür ve cenazemi kaldırırlar," tavsiyesinde bulunmuştu. Gerçekten de Ebû Zerr'in düşündüğü gibi
olmuş, vefat ettiği zaman hanımı ve kızı tavsiyesine uyarak onu kefenleyip yol
üzerine koymuşlardır. O sırada yoldan geçen bir grup hacı adayı cenazeyi
görünce Ebû Zerr olduğunu anlamışlar ve oldukça müteessir olmuşlardır. Abdullah
b. Mes'ud onun yüzünü görünce Hz. Peygamber'in Ebû Zerr hakkında söyle dıği,
"O yalnız yürür, yalnız gezer ve yalnız ölecektir," sözlerini
hatırlamış, bir hikmet tecellisi olarak bu sözlerin gerçekleştiğini görmesi İbn
Mes'ud'u oldukça müteessir etmiş ve göz yaşlarım tutamamıştır.
Ebû Zerr el Gıfârî H. 32 (M. 654)
yılında Rebze'de defnedildikten sonra hanımı Ümmü Zerr ve; kızı Mekke'ye
dönmüşler ve hayatlarının geri kalan bölümünü burada tamamlamışlardır.
Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.
Yorumlar