MİRCEA ELİADE’NİN KUTSAL ANLAYIŞI
Çağdaş dünyada insan manevi hayatından vazgeçmiş gibi
görünmektedir. Günümüzde sosyal çevrenin oldukça büyük bir bölümünü, herhangi
bir dini inanıştan ya da dini yaşantı biçiminden kendini yalıtmış insanlar
oluşturmaya başlamıştır. Uzun vadede aydınlanma döneminin bir ürünü
sayılabilecek olan, dini hayattan soğuma ve manevi yaşantıyı terk etme eğilimi,
çağdaş kentli insanın genel niteliği haline gelmektedir. Kendini dindar olarak
tanımlamayan, dine mesafeli bir duruş benimseyen insanların mistisizm,
maneviyat gibi olgulara uzak bakması ve yabancı kalması bir derece doğal
görünebilir. Şaşırtıcı olan şey, bugün dindar tanımlamasına uyan kişinin
inancını rasyonel bazı ölçütlerle sınayarak ve değerlendirerek yaşama
çabasıdır. Artık dinin bir gereği olarak emredilen şey ahlaki ya da toplumsal
bir iyiyi karşıladığı için benimsenmektedir. Dini hayat toplumsal alandan
kişisel alana taşınmış ve buraya sıkışmıştır. Dindar insan bile artık dinin
mistik, manevi, aynı anda hem coşku, hem korku hem hayranlık veren ayırıcı
yönünü yaşamaktan vazgeçmiştir. O artık rasyonalize olan zihin yapısıyla, dini
belki de geleceğin belirsizliği korkusu ve hayatına bir anlam ve değer katma
arayışına bir cevap olarak görmek istemektedir. Ayrıca dini geleneklerde
insanoğlunun kendi cinsinin yeryüzü tecrübesinin kadim bilgeliklerini gördüğünü
de söyleyebiliriz. Özellikle yoga, meditasyon, oruç gibi bedensel olarak icra
edilmesi gereken bazı ritüeller ve ibadetler, yine bedeni arındırarak ruhun
arınmasına araç olan beslenme teknikleri bile sağlıklı yaşam anlayışı içinde
gerçekleştirilmektedir. Dinsel kökenli bu olguların popüler kültür içinde
tamamen ticari bir anlayışla derinliğinden ve özgün dini alt yapısından
soyutlanarak sunulması da olayın kaygı verici bir boyutunu oluşturmaktadır.
Kısaca dindar olsun ya da olmasın modern insan artık
kutsala yabancılaşmıştır. Dünyamızdan hiçbir şeye benzemeyen bütünüyle başka
olan kutsal, manevi ve transandantal bir hayatı ihmal etmeye güçlü bir eğilim
taşıyan modern birey için de ancak bu şekilde tarif edilebilir. O bizim
bildiğimiz her şeyden farklı olan, dünyamıza yabancı bir şeydir. Aslında bir
sıfat olan bu kelimeyi bir kişiliği ifade bir ismi ima edercesine kullanmak
yadırganabilir. Biz kutsal kelimesi ile dini hayatın içinde varolan, dini
tecrübede ortaya çıkan, tanımlanması güç olan bir dinsel duyguyu kastediyoruz.
Kutsallık bir şeyi nitelediğinde o şeyin, yüce, farklı, dokunulması yasak,
haram, inananın içinde heybet ve korku uyandırırken, aynı zamanda hayranlık ve
bağlılık, acizlik duygusu hissettiren ilahi bir güçle olan ilişkisinden
bahsediyoruz. Kutsallık olgusu din araştırmalarında temel bir kavram olarak
düşünülmüştür. Dinin ayırt edici özelliklerinden bir olarak da görülen kutsal
kavramına en yoğun ilgiyi de Rumen asıllı ünlü dinler tarihçisi Mircea Eliade
vermiştir. Eliade dinler tarihine özel bir önem ve misyon yükleyerek bu bilimin
bir çıkmaza girmiş gibi görünen özelde -batı medeniyeti insanına- genelde tüm
insanlığa yeni bir açılım sağlayabileceğini iddia etmiştir. Din medeniyeti
belirleyen en önemli olgulardan biridir ve tarih dine tamamıyla kayıtsız
kalabilmiş bir toplumu kaydetmemiştir. Haklarında bilgiye ulaşabildiğimiz
toplulukların şekillenmesinde din önemli bir rol oynamıştır. Eliade’nin nihai
amacı -okumalarımdan anlayabildiğim kadarıyla- kavramsal düzeyde evrensel bir
din olgusuna ulaşmak gibi görünmektedir. İnsanın varoluşsal olgularından biri
olan dinin çeşitliliği ortak bir kaynağın varlığı ihtimalini yok etmemelidir.
Eliade çalışmalarında dini düşünce ve gelenekler arasındaki geçişimleri ve
paralellikleri ortaya koyup, dinlerin paylaştıkları yönleri vurgulamıştır.
Dinler tarihini de kutsalın açığa çıkışının tarihi olarak gören Eliade kutsalı
arkaik toplumlara mensup dindar insanın varlık ve gerçeklik anlayışı ile
bağlantılı olarak incelemiştir. Dindar insan için kutsalın açığa çıktığı yerde
aslında gerçeklik ve varlık ortaya çıkmaktadır. Kutsal zaman ise gerçekte var
olan zamandır. Onun dışında kalan dindışı zaman, doğal tarihsel an hiç
yaşanmamış bir yanılsama olarak bile sayılabilir.
Eliade’nin kutsal anlayışını incelemeye çalıştığımız bu
mütevazı çalışma, elbette ki birçok kitap yazarak bilgisini bizlerle paylaşan
Eliade’nin tüm eserlerine vakıf olarak hazırlanmamıştır. Onun konuyla ilgili en
önemli kitapları olan Kutsal ve Dindışı, Dinler Tarihine Giriş adlı kitapları
baz alınmıştır. Dindar insanın kendini yerleştirdiği zihinsel evrenin temelini
oluşturan kutsal kavramının modern insana da verebileceği şeyler hala mevcutken
onu ihmal etmede ısrar etmek faydasızdır. Eliade’nin sanatçı ruhlu bir bilim
adamı, her şeyden önce şair ve romancı olduğunu da aklımızda tutarak, bırakalım
kutsalın tezahürü bizi de varlığa ve gerçekliğe yakınlaştırsın.
KUTSAL KAVRAMI
İnsanoğlu yeryüzünde somut anlamdaki yaşantının yanında,
manevi, anlamlara yönelik bir yaşantıya da sahiptir. Hatta bu anlam arayışı ve
manevi yaşam insan hayatının diğer boyutlarını şekillendirebilecek bir güce ve
etkiye sahiptir. İnsan kendini, çevresini, diğer insanlar ve doğayla olan
ilişkisini bazı ölçütlere göre şekillendirir ve anlamlandırır. Dünya üzerindeki
varlığının anlam ve amacını da bu ölçütlere göre sorgular ve ona göre
varoluşunu temellendirir. İnsanoğlu ile ilgili manevi olguların en başta geleni
dindir. İnsan ve manevi alem arasında ilişki kurmak ve kutsal güce sahip olanı
tanımanın yollarını göstermek, tüm dinlerin en belirgin işlevidir. İnsana has
bir olgu olan din, insanın sınırlı ve ölümlü bir varlık oluşundan kaynaklanan
durumuna karşı aradığı bir çaredir. Din, insana kendinden daha kapsamlı ve daha
kalıcı, ebedi bir gerçekle kendini tanımlayarak, bu fani yeryüzü yaşamını
anlamlandırmasına katkıda bulunur. Ayrıca insan bu sonsuz evrende kendi
yalnızlığını ve acizliğini de dinin güven ve değer veren özelliğiyle hissetmez
ya da daha az hisseder. Tarihte de haklarında bilgiye ulaşabildiğimiz bütün
toplulukların anlam dünyaları dini olarak nitelendirilebilecek özelliklerle
şekillenmiştir.
Dini tecrübenin özü kutsaldır. İnsanın dini deneyiminin
başat etkeni olan kutsal tarih boyunca kendini dindar olarak tanımlayan
insanlar için önemli bir nitelik olagelmiştir. Zamanda ve varlıkta yer alan
kutsallık araştırmacılar tarafından geniş bir ölçekte çok çeşitli bakış
açılarıyla tanımlanmıştır.
Kutsal yüce, yüksek, temiz; çok derin bir saygı uyandıran
veya uyandırması gereken; bozulmaması, dokunulmaması, karşı çıkılmaması icap
eden bir varlık, bir şey veya bir yer için kullanılır. [1] Kutsalın diğer bir tanımı da şöyle yapılmıştır:
“Başlangıçtan beri insan tecrübesinin bir parçası olan; yaratıcı ile olan
ilişkisinden doğan özel bir niteliğe sahip olan veya dini bir amaç için tahsis
edilen şeydir.”[2] Kutsal bütünüyle farklı olan şey, nihai gerçeklik ya da
güç, mutlak gerçek, varlık, sonsuzluk, ilahi, kültürün ve tarihin ötesinde,
yaşamın ve doğurganlığın kaynağı olarak tanımlanmıştır. Kutsal, varlığın gayesi,
temeli ve kaynağıdır.[3]
Kutsal dini olguların yorumlanmasında da birinci derecede
öneme sahiptir. Genel olarak kutsal mutlak bir değere sahip olan, insanı aşan
ve onun saygı ve hayranlığıyla beraber Otto’nun “Yüce varlık karşısında yaratık
olma duygusu” olarak nitelendirdiği kendine özgü bir aşk ve coşku yaratan bir
niteliktir. Kutsal bilinmeyene karşı duyulan merak, korku ve ihtişam
duygularının bütünü ve büyük bir ihtimalle daha fazlasıdır.
Kutsal kavramı din tarihçileri, teologlar, sosyologlar ve
etnologlar tarafından kullanılmış ve incelenmiştir. Kutsal kavramının böyle
farklı bilimsel disiplinler tarafından kullanılması onun hem ne denli önemli
olduğunu hem de içeriğindeki belirsizliği ve anlamının mükemmel bir şekilde
elde edilemeyeceğini gösterir. Kutsalın mutlak anlamda tanımlanması, anlam ve
içeriğinin tam olarak tüketilmesi hemen hemen imkansızdır. Kutsal,
gerçekleştiği ve ortaya çıktığı ortamda ve davranışlarda hissedilebilir. Dini
deneyimde kutsal ile kutsal olmayanı birbirinden ayıran çizgi sadece uygulamada
ortaya çıkar; bu çizgi zaman ve mekana göre değişiklik gösterir ve inananın
gündelik yaşamını büyük ölçüde etkiler.
Kutsallık tüm dini sistemlerin değişmez temelini
oluşturmaktadır. İnsanın şu veya bu şekilde kutsalla teması dini duygunun
esasını teşkil eder. Zamanın, mekanın, nesnelerin, insanların kutsal kabul
edilmesi, kutsalın aniden kendini açığa vurmasına dayanır. “İnsan kutsalın
bilinicine varır, çünkü kutsal kendini kutsal olmayandan (profan, dindışı)
farklı bir şekilde gösterir. En ilkelinden en gelişkinlerine kadar , tüm
dinlerin tarihinin, kutsal
gerçeklerin açığa çıkmaları aracılığıyla kutsalın tezahürlerinin birikimi olduğu
söylenebilir.”[4]
Kutsal kavramı din bilimlerinin merkez kavramlarından
biridir. 20. yüzyılın ilk çeyreği boyunca kutsal, karşılaştırmalı din
çalışmasında baskın bir kavram haline gelmiştir. Bu arada dilbilgisi açısından,
nesneyi niteleyen bir sıfat olan kutsalın bir isim olarak ilk kez kullanan kişi
Alman filozof Wilhelm Windelband’ tır. (1848-1915). Windelband 1903’te yazdığı
bir makalede buna değinmiştir. Sıfattan isim kavramlar oluşturma örneği de yeni
değildir; Alman filozof Hegel, (1770-1831) das göttliche ( the divine)
terimini bir sıfat olarak değil, isim olarak kullanmıştır. [5]
İsveçli teolog Nathan Söderblom (1866-1931), 1913 tarihinde
dinin merkezi kavramının “kutsallık” olduğunu ve kutsal ile profan (dindışı)
arasındaki ayrılığın bütün dini hayatlarda temel olduğunu iddia etmiştir.[6] Söderblom’a göre Budizm örneğinde olduğu gibi bir din,
belirgin bir tanrı anlayışına sahip olmayabilir, fakat kutsal ve kutsal olmayan
arasında bir ayırım yapmayan hiçbir gerçek din mevcut değildir. Diğer bir
deyişle dini, din yapan sahip olduğu kutsal anlayışıdır. Dinin gerektirdiği
şeyler sadece tanrısallık fikrinin varlığı değil, onun manası, gücü ve
kutsallığıdır. Din çalışmalarında tanrısallık kavramına fazladan önem verilmesi
din dünyasında bazı dışlamalara neden olmuştur. İlkellerin dini hayatlarındaki
bir çok davranış, özellikleri itibarıyla dini olmasına rağmen büyü ve onun
türevleri olarak görülmüştür. Günümüz dünyasının büyük dinlerinden biri olarak
kabul edilen Budizm ve benzeri inanç ve ahlak sistemleri tanrı inancı
içermemektedir. Bu durumda dini olup olamama konusundaki tek güvenilir ölçü
kutsallıktır. Kısaca ifade etmek gerekirse, baştan beri kutsallık dini anlamda
tanrısallığın en temel özelliğini oluşturur. Din esasında, kutsal olanın kutsal
olmayandan ayrılmasıyla nitelenmektedir.[7] Bilimsel incelemelerin yapıldığı ilkel olarak nitelenen
toplumlarda ve antik toplumlarda her şey kutsal ve dindışı
şeklinde iki kategori
altında gruplandırılır. Kutsal, sıradan hayattan kesinlikle ayrılmaktadır.[8] Kutsal kavramının yorumlanmasında önemli bir yere sahip olan diğer bir
bilim
adamı, kutsalı
işlevsel bir kavram olarak kullanan
Fransız sosyolog Emile
Durkheim’dir.(1858-1917) Durkheim, indirgemeci bir bakış
açısıyla yaklaşarak dini toplumsal tecrübenin bir yansıması olduğunu iddia
etmiştir. Dini sistemlerin insan kültüründe çok yaygın olduğunu ifade eden
Durkheim, dinin basitçe entelektüel bir yanılgının sonucu olduğuna ve tamamen
hayali düşüncelerle ilgili olduğuna inanmanın zor olduğunu ifade eder.
Durkheim’e göre dindar insan, çok gerçek tecrübi bir nesneyle ilişkilidir. Bu
çok gerçek nesne de, her bir insana davranış kurallarını zorla kabul ettiren,
onun toplumsal hayatının şeklini belirleyen ve insan ilişkilerinin bir ağı
olarak insan deneyiminin somut alanında var olan toplumdur.[9] Durkheim bütün dini inançların ortak bir özelliği
paylaştığını ifade eder. İnsanlar reel ve ideal, düşündükleri her şeyi ikili
-çoğu zaman karşıt iki grup- bir sınıflandırmaya tabi tutarlar. Bu
sınıflandırmayı Durkheim genel olarak kutsal ve dindışı olarak adlandırır. Buna
göre, insanın dünyası iki alana bölünmüştür. Bir bölümü bütün kutsallıkları
içerirken, diğeri de tüm dindışılıkları içermektedir. Durkheim’e göre bu, dini
düşüncenin temel bir özelliğidir. Kutsal denildiğinde tanrılar veya ruhlar
olarak adlandırılan soyut varlıklar anlaşılmamalıdır. Herhangi bir somut nesne
kutsal olabilir. Kutsal olan şeyler, doğal olarak güç ve değerlilik konusunda
dindışı şeylerden üstündürler.
Durkheim için de kutsal din araştırmalarında vazgeçilmez,
başat bir kavramdır. Kutsalı ayırt edici olarak bir unsur olarak kullanan
Durkheim, tanrı fikrini ihmal ettiği halde
kutsalı kabul eden Budizm dinini örnek gösterir. Kutsalın ortaya çıkışı
konusunda
Durkheim, toplumun devamlı olarak kutsal şeyleri ürettiğini
ifade eder. Ona göre bazı şeyler diğerlerinden ayrı tutularak, yalıtılır ve
kutsallaştırılır. Bir fikir, toplumsal ittifakla kabul ediliyorsa, bu inkar
edilemez veya tartışılamaz. Herhangi bir şey, insanlar onu sıradan, gündelik
kullanımdan kaldırdığında kutsal olur; toplum tarafından yasaklanarak tabu
haline getirilen şeyde de aynı durum mevcuttur. Durkheim’e göre bu yasaklama
totem inancını doğurur. Sonuç olarak da toplum tarafından yasaklanan şeye gösterilen
dini saygı aslında, toplumun kendisine duyulan saygıdır. Kutsal olan şey,
esasında toplumun kendisidir.[10]
1917’de Alman teolog ve dinler tarihçisi Rudolf
Otto’nun(1869-1937) dünya çapında yankılar uyandıran kitabı Das Heilige
(kutsal) yayınlanmıştır. İngilizce’ye “The Idea of Holy” olarak çevrilmiştir.[11] Otto, yeni ve özgün bir bakış açısıyla dini tecrübenin
özelliklerini analiz etmiştir. O kitapta dindar adamın “nümen”[12] tecrübesini tasvir ederek din çalışmalarında büyük bir
etki yaratmıştır.[13] Otto kutsalın bütünüyle farklı bir bilinçle tecrübe
edilebileceğini iddia etmiştir. O kutsallık tecrübesini, korkutucu ve hayran
bırakıcı sır (mysterium tremendum et fascinas) olarak nitelendirir. Yani dini
korku, dini yaşantının asıl bir yönüdür. Otto kutsalda bütün dinlerin temel
unsurunu ve yaşayan ilkesini oluşturan ilahi değeri görür. Ruhun bu ilk verisi
sayesinde insan, kutsalı keşfeder; inandığı yüce varlık karşısında kendini
güçsüz, küçük ve ona tabi hisseder. Devamında bu onda dehşete kadar uzanan bir
korku uyandırır. “Otto’ya göre insanlığın çeşitli dinlerinin kökeninde,
insanlık tarihindeki kutsalın tecellisi bulunur.”[14]
Otto Das Heilige’de Tanrı fikrinde irrasyonel unsurları ve
bunun rasyonel unsurlarla olan ilişkisini araştırır. Otto aklın a priori ve a
posteriori işlevlerini savunan Kant geleneğini takip eder. Amacı da Kantçı akıl
eleştirisinin uygulamasını genişletmektir.
Otto dini tecrübenin tasvirini yapmaya çalışmıştır.
Tanrısallık huzurundaki özel bir farkındalığı dinin karakteristiği olarak
sunmuş ve bunun için “numinous” kelimesini icat etmiştir. Numinous Otto için,
bir kişinin yüksek ve üstün bir gücün huzurunda bir yaratık olarak hissettiği
duygudur. Bu duygu, insandan bütünüyle farklı olan (ganz andere) , insanın
içine korku ve ürperme salan (tremendum[15]), büyüleyici (fascinas[16]), kendisiyle iletişim kurmak için insanı cezbeden bir
gizemin (mystery) farkında olmayı içermektedir.
Kitapta okuyucunun dikkati, bir doktrinin tarihinden çok,
dini hayatın tarihine, yani kavramsal olandan ziyade psikolojik ve sembolik
olan bir alana çekilir. Otto’nun söylemeye çalıştığı, Kantçı aşkın bilgi
problemine tatmin edici, dini nitelikli cevabın muhtemelen rasyonel-çözümlemeci
olmaktan çok, derin bir şekilde kişisel olduğudur.[17] Otto dini duyguyu tasvir etmek için bir yapı sağlamaya
çalışmış ve bunu yaparken de rasyonel eğilimli insanlara duyguyu tavsiye
etmiştir. Otto’nun cesareti ve yeniliği buradadır.
Otto numinous olarak adlandırdığı, gizem ve büyülenmenin
etkileyici tonları tarafından karakterize edilen bir algı biçimini anlatmaya
çalışmıştır. Sonuç olarak Otto için dinin temeli gizemli ve olağanüstü bir
anlam içeren bağımsız bir duygu olan kutsaldır.[18]
20. yüzyılın ilk çeyreğinde bir çok dinler tarihçisi kutsal
kavramını ve kutsal yerleri, kutsal insanları, kutsal olayları ve kutsal
eylemleri dini hayatın merkez unsurları olarak kabul etmişlerdir. G. van der
Leeuw ve W.B. Kristensen gibi din fenomenologları kutsalı merkez olarak
düşündüler ve sistematik çalışmalarındaki malzemeyi aşkın nesne, kültik
etkinliğin öznesi insan ile birlikte kutsalın biçimleri ve sembollerinin
incelenmesi etrafında düzenlediler.[19]
Dini anlamada kutsalın önemini vurgulayan diğer bir bilim
adamı da Rumen asıllı Dinler tarihçisi Mircea Eliade’dir. Çalışmalarının
merkezine kutsal kavramını yerleştiren Eliade’nin de amacı dinlerdeki kutsal
kavramını irdeleyerek açıklığa kavuşturmaktır. Eliade’ye göre kutsal tüm dini
unsurları kendisine bağlayan bir üst unsurdur.[20]
Araştırmamızın konusu olan kişi Avrupa dillerinde yazan bir
bilim adamı olduğu için kutsal kelimesinin Latince’de geçirdiği anlam aşamalarından
ve İngilizce’de kutsalın karşılığı olarak kullanılan holy' ve sacred
kelimelerinden bahsetmek yararlı olacaktır. Latince’de kutsal kavramının
içeriği tanrıların alanına ait olanla sınırlandırılmıştır. Sacer tanrısal alana
ait olan anlamına gelmektedir. Bunun dışında kalan seküler olarak
niteleyebileceğimiz dünyevi alan dindışıdır, yani profanustur. Bu bağlamda sacer
ile profanus birbirine zıttır; profanus tapınaktan
çıkarılan, insanların kullanımına sunulan şey anlamına gelir. Bununla birlikte
dini terminolojide kullandığımız ‘kutsal’ doğrudan “sacer”den değil de ondan
türetilmiş sacrare’ye karşılık gelen “kutsamak” fiilinden gelir. Sacratus
sıfatına karşılık gelen “kutsal” sıfatı, bir “kutsamaya” bir “kutsallaştırmaya”
konu olan şeyi ifade eder. [21]
Kutsal anlamında kullanılan diğer bir kelime de “holy”dir.
Germenik kökenli bir kelime olan holy kelimesinin kullanımı Oxford English
Dictionary’nin 1933 baskısına göre, Tanrının ya da ilahinin sıfatlarının kesin
bir şekilde kutsal olması; Tanrıyla olan ilgileri dolayısıyla nesnelerin kutsal
olması ve Tanrının beklentileri olduğu düşünülen şeye uyan eylemler ve
insanların sıfatları olarak kutsal şeklinde üç kategoriye bölünmüştür.
Kutsalı ifade eden ve kökeni Latince’ye dayanan Sacred
kelimesi holy ile eşanlamlı olarak kullanılmakla beraber iki önemli
noktada ondan farklıdır. Herşeyden önce sacred İngilizce’de çok
yeni bir kelimedir. Holy ise, Germanik kaynaklı bir terimdir ve
İngilizce’nin ilk dönemlerinde ortaya çıkmıştır. Sacred
Latince’den Fransızca yoluyla Norman istilasından yüzyıllar sonra kademeli
olarak ortaya çıkmıştır. Sacred, saygı ve üstünlük hissiyle
yaklaşıldığında ilahi varlığın kendisine ya da bireyler olarak kişilere değil
de nesnelere atfedilebiilir ve böylelikle “holy”nin içerdiği anlamda kutsallığı
ifade edebilir.. Bu bağlamda Kitab-ı Mukaddes’in tanrısı “Holy one of
Israel’dir, “Sacred one of IsraeF olmamıştır. Aynı şekilde “holy
man” “sacredman” olmamıştır.[22]
Sacred kelimesinin
içeriğindeki kutsallık Tanrı tarafından kutsanmayı değil , daha çok insanlardan
kaynaklanan bir saygıyı tasvir etmektedir. Dolayısıyla bu kelime konuşan ya da
yazan kişiyi, zımnen,insani tazimin bir tasvirine yönlendirir. Buna karşılık Holy
kavramının içeriğindeki kutsallık gerçekte Tanrı’nın kutsamasıyla sağlandığına
ima eder. Başka bir ifade ile holy kavramının içeriğindeki kutsallığın kaynağı
Tantı’dır. Sacred dini bağlılığı olan insanlarca da
kullanılmasına rağmen, aynı zamanda potansiyel olarak dini topluluğun dışındaki
kişi tarafından kullanılan tasvir edici bir terim olabilir. Holy
ise bir dine mensubiyeti içeren dışlayıcı bir terimdir. İnsanlar kendi kutsal
kitapları için “holy” sıfatını uygun görürken (örn. Holy
Qoran, Holy Bible) başkalarının kitapları için “sacred”i
tercih ederler. ( Sacred Books of The East)[23]
MİRCEA ELİADE’NİN DİNLER TARİHİ
ÇALIŞMALARINDAKİ YERİ
Mircea Eliade, 9 Mart 1907’de Romanya’nın
başkenti Bükreş’te doğdu. Bir ordu memurunun oğlu olan Eliade dokuz yaşındayken
ülkesinin Almanlar tarafından işgal edildiğine şahit oldu.[24] Çocukluğunda böcekbilim (entomoloji) botanik ve kimyaya
ilgi duydu. Kendine küçük bir laboratuar dahi yapan Eliade’nin yazdığı
“İpekböceğinin Düşmanı” adlı makalesi onun bitkiler, hayvanlar ve böceklere
olan yoğun ilgisini
yansıtır.[25] Lise yıllarında ise Eliade’nin bir ömür sürecek edebiyat,
felsefe, Doğu araştırmaları ve Dinler Tarihi aşkı başladı. Eliade’nin “Felsefe
taşını nasıl keşfettim?” isimli ilk makalesi yılında “Ziarul Sitiintelor
Populare” dergisinde yayınlandı. 1921-1923 yılları arasında Dinler Tarihi ve
oryantalizm alanlarında yazdığı bir çok makale Orizontul, Lumea, Universal
Literar, Adevarul Literar dergilerinde yayınlandı. Aralık 1926’da Cuvantul
gazetesinde düzenli olarak yazmaya başladı.[26] Eliade çok üretken bir yazardır, yüzüncü makalesini
1925’te Bükreş Üniversitesi’ne girmeden önce yayınlamıştır. Eliade, Bükreş
Üniversitesi’nde filozof Nae Ionescu’nun sadık bir öğrencisi olarak felsefe
eğitimi almıştır. Rumence, Fransızca ve Almanca’nın yanında 1924-1925 yılları
arasında İtalyanca, İngilizce öğrenmiştir. Eliade, 1927’de ilk İtalya
yolculuğunu yapmış ve mastır tezini çalışmıştır. Mastır tezinde Marcilio
Ficino’dan Giordano Bruno’ya kadar İtalyan Rönesans filozoflarını incelemiştir.
Felsefe eğitimini tamamladıktan sonra, Hindistan’da eğitim görmek isteyen
Avrupalı öğrencilere Kassimbazar Mihracesi tarafından verilen bursa başvurarak
1928’de Hindistan’a gitmiştir.[27] Profesör Surendranat Das Gupta[28](1885-1952) hocalığında Hint felsefesi ve Sanskritçe
eğitimi aldı.[29] Eliade Hocası Das Gupta’nın kızı şair, aynı zamanda ünlü
Hint düşünür ve şair Tagor’un da öğrencisi olan Maitrei Devi ile duygusal bir
ilişki yaşamış ve bu olayın hocası tarafından duyulması ortamı
gerginleştirmiştir. Bu olaydan sonra Eliade altı aylık bir süre ile
Himalayalar’da Rishikesh adlı bir Hindu -ashram[30]-ında münzevi hayatı yaşamıştır.
Eliade, 1932’de Romanya’ya geri dönmüş ve 1933’te felsefe
bölümünde Yoga çözümlemesini doktora tezi olarak başarıyla sunmuştur. Bükreş
Üniversitesi’nde Nae Ionescu’nun yanında asistan olarak çalışmaya başlamış ve
bir çok konunun yanında Aristoteles’in Metafiziği ve Nicholas Cusa’nın Docta
Ignorantia’sı üzerinde dersler vermiştir. Eliade bu dönemde yoğun bir edebiyat
ve bilim etkinliğine dalmıştır. Romanlar, öyküler, doğu bilimleri tarihi,
folklor ve Dinler Tarihi alanlarında eserler vermiştir. Düzenli olarak kültür
dergilerine de yazan Eliade, bu dergilerde yayınlanan makalelerinde genel
olarak bilimsel uğraşlarını ideolojik kaygılarıyla (Rumen ruhunun canlandırılması)
birleştirdiği konuları ele almıştır. Eliade 1934’te Nina Mares ile evlenmiş
fakat eşi, 1944’te kanserden ölmüştür. [31]
1933-1939 yılları arasında Eliade, çeşitli konularda halka
açık seminerler veren Criterion adlı gruba aktif olarak katılmıştı. Criterion
kadın ve erkek entelektüellerden oluşan ve önemli çağdaş meseleler hakkında
konferanslar, sempozyumlar ve tartışmalar düzenleyen bir gruptu.[32] Fakat Avrupa’da yükselen siyasi gerilim grubun
çalışmalarının devam etmesine izin vermedi. Politik görüşleri nedeniyle bazı
üyeleri tutuklanan grup -farklı politik görüşlere sahip olan üyelerin bir arada
olmak istememesi nedeniyle- dağıldı. Eliade bu dönemi “umutsuz bir çağ” olarak
adlandırır. Eliade bu arada 1938’de Zalmoxis adlı bir dergi yayınlamaya
başlamıştır, fakat derginin sadece üç sayısı yayınlanabilmiş, 1942’de yayın son
bulmuştur.[33] Eliade’ın hocası Nae Ionescu, 1938’de anti-semitik, Nazi
sempatizanı, aşırı sağcı Rumen örgütün üyesi olmakla suçlanarak tutuklanmış,
Eliade de asistanlık görevinden alınmıştır. [34]
1938’de Romanya’da diktatörlüğün ilanından ve 2. Dünya
savaşının başlamasından sonra Eliade 1940’ta Romanya kültür ataşesi olarak
Londra’ya gitti. Bir yıl sonra da Portekiz’in Lizbon kentinde kültür müşaviri
oldu.[35] Savaşın bitiminden sonra Eliade hocası Ionescu’nun sağ
kanatla olan bağlantısı nedeniyle komünist rejimle yönetilen yeni Romanya’ya
dönemedi.[36]
1945’te daha önce tanışmış olduğu karşılaştırmalı
mitolojide önemli bir bilim adamı olan George Dumezil’in de yaşadığı Paris’e
taşınmış ve bir anlamda sürgün hayatı yaşamaya başlamıştır. Eliade 1946’da
misafir profesör olarak ders vermesi için Sorbon’da Ecole des Hautes Etudes’e
davet edilmiştir. Fransa’da kaldığı on yıl boyunca Eliade, bilimsel
çalışmalarını Fransızca olarak yazmış ve yayınlamıştır. Eliade, 1950’de
Cristinel Cotrescu ile evlenmiştir.[37] Eliade Fransa’da siyasi mülteci olarak yaşamıştır ve
doğduğu ülkeye artık resmen komünist olmuş Romanya’ya bir daha asla
dönmemiştir. Eliade ölümünden sonra yayınlanan “Les Moissons du Solstice,
Memoire II, 1937-1960” ta “üzüntü” duymaksızın ne yazık ki ünlü bir aşrı sağcı
harekete coşkuyla katılmış olduğunu kabul eder. Bu hareket Corneliu
Codreanu’nun örgütlediği, bizzat Eliade’nin üstadı Nae Ionescu’nun -ünlü bir
örgüt ideologu olarak- desteklediği “Demir Gücü”, diğer adıyla “Başmelek
Mikail’in Ordusu” adlı bir harekettir. Eliade Nazizm ve Faşizm ile sıkı sıkıya
ilgisi olan, düşünsel olduğu ileri sürülen ama son derece siyasi bir bağlamda
kanlı cinayetlere esin kaynağı olmuş milliyetçi bir harekete katılmıştır. Bu
hareket, düşünceleri Eliade’nin gazete yazılarına da yansıyan etnik temizlik
taraftarı bir harekettir. Eliade de bu arada askerleri ve şehitleri öven
makaleler yayınlamayı sürdürmüştür.[38]
1956 yılında Eliade, Chicago Üniversitesi’nde
karşılaştırmacı ve yorumcu bir bilim adamı olan Joachim Wach’ın girişimiyle
“inisiyasyon modelleri” üzerine Haskell konferansları vermek üzere Chicago
Üniversitesi’ne davet edildi. Burası Joachim Wach gibi bilim adamlarının ders
verdiği, Dinler Tarihi çalışmaları için geleneksel ve önemli bir merkezdi.
Eliade böylece kırk dokuz yaşında ikinci bir göç yaşamıştır. Birleşik
Devletlerde kitap ve makaleleri İngilizce’ye çevrilmiş ve büyük bir coşkuyla
okunmuştur.[39]
Eliade 1958’de Chicago Üniversitesi’nde Dinler Tarihi
bölümü başkanı oldu. Burada kurulan American Society for Study of Religion
(ASSR) adlı toplulukta aktif bir şekilde yer almıştır. Eliade ayrıca 1961’de
History of Religion adlı Karşılaştırmalı Dinler Tarihi alanında hazırlanan
uluslar arası bir dergi yayınlamaya başlamıştır. Jurnalin ilk sayısında Eliade
Dinler Tarihine yüklediği anlamı ifade eden “Dinler Tarihi ve Yeni Bir
Hümanizm” adlı ünlü makalesini kaleme almıştır.[40]
Mircea Eliade 23 Nisan 1986’da Chicago’da ölmüştür.
Eliade bilimsel eserlerini ağırlıklı olarak
Fransızca ve İngilizce yazarken, romanlarını ve otobiyografisini “rüyalarımın
dili” dediği Rumence yazmıştır.
2) Bilimsel Yayınlar
Yoga: Essai sur les origines de la Mystique Indienne. Paris: Guenther,
1936. Bu kitap Eliade’ın 1933’te Bükreş’te sunduğu doktora tezinin Fransızca
çevirisidir.
Metallurgy, Magic, andAlchemy. Paris: Guenther,
1936.
*Cosmologie si Alchimie Babilonia (“ Babylonian Cosmology and Alchemy”). Bucharest: Editura
Vremea, 1937. Kitap Türkçe’ye “Babil Simyası ve Kozmolojisi”
olarak tercüme edilmiştir: çev. Mehmet Emin Özcan, İstanbul, 2002
*Patterns in Comparative Religion. London: Sheed and
Ward, 1958. Fransızca’dan (özgün adı Traite d’Histoire des Religions) Rosemary
Sheed tarafından İngilizce’ye çevrilmiştir. Kitap dilimize “Dinler
Tarihine Giriş” olarak tercüme edilmiştir. çev. Lale Aslan, İstanbul:
Kabalcı Yayınevi, 2003.
*Cosmos and History: The Myth of Eternal Return. Princeton: Princeton
University Press, 1954. Fransızca’dan İngilizce’ye Willard Trask çevirmiştir.
Eser dilimize “Ebedi Dönüş Mitosu” adıyla tercüme edilmiştir:
çev.Ümit Altuğ, Ankara: İmge Yayınevi, 1994
*Shamanism: Archaik techniques of Ecstasy. London: Routledge and Kegan Paul, 1964. Fransızca’dan
Willard Trask tarafından İngilizce’ye çevrilmiştir. Eser dilimize “Şamanizm”
adıyla çevrildi: çev. İsmet Birkan, Ankara: İmge, 1999
*Images and Symbols: Studies in Religious Symbolism. London: Harvill Press, 1961. Fransızca’dan Philip Mairet
tarafından çevrilmiştir. Türkçe’ye “İmgeler Simgeler” olarak
çevrilmiştir: çev. M. Ali Kılıçbay, Ankara: Gece Yayınları, 1992
Oceanografie (“oceonography”). Bucharest: Editura Cultura Poporului,
1934.
India. Bucharest: Editura
Cugetarea, 1934.
★Alchimia Asiatica (“Asiatic Alchemy”) . Bucharest: Editura Cultura
Popurului, 1934.
Kitap dilimize “Asya Simyası”
adıyla çevrilmiştir: çev. Lale Aslan, İstanbul, 2002[42]
Yoga, Immortality and Freedom. London : Routledge and Kegan Paul, 1958. Eser Willard
Trask tarafından İngilizce’ye çevrilmiştir. Bu çalışma daha önceki Fransızca
baskısından birçok farklılık göstermektedir.
Force and The Crucible. London: Rider and
Co., 1962. Fransızca’dan Stephen Corrin çevirmiştir.
Myths, Dreams, and Mysteries: The Encounter between
Contemporary Faiths and
Archaic Realities. London: Harvill Press, 1960
*The Sacred and The Profane: The Nature of Religion. London: Harcourt
Brace Jovanovich, 1959. Fransızca’dan Willard Trask çevirmiştir. Eser Türkçe’ye
“Kutsal ve Dindışı” adıyla çevrildi: çev. M. Ali Kılıçbay,
Ankara: Gece Yayınları, 1991
Rites and Symbols of Initiation. London: Harvill
Press, 1958 (Birth and Rebirth) Fransızca’dan Willard Trask çevirmiştir.
Patanjali and Yoga. New York: Funk and Wagnalls,
1969. Fransızca’dan çeviren Charles Lam Markman.
The Two and The One
. Chicago: University of Chicago Press, 1965 (Mephistoteles et le Androgyne.)
Fransızca’dan J.M. Cohen çevirmiştir.
*Myth and Reality. New York:
Harper& Row, 1963. (Aspect du Mythe) Fransızca’dan Willard Trask
çevirmiştir. Kitap dilimize “Mitlerin Özellikleri” olarak
çevrilmiştir: çev.Sema Rifat, İstanbul: Simavi Yayınları, 1993.
From Primitives to
Zen: A Source Book in Comparative Religion. New York:
Harper& Row, 1967.
*The Quest: History and Meaning in Religion. London: University
of Chicago Press, 1969 (Fransızca “La Nostalgie des Origins”,
1971 olarak tekrar gözden geçirilerek basılmıştır.) Eser dilimize “Dinin
Anlamı ve Sosyal Fonksiyonu” olarak çevrilmiştir: çev. Mehmet Aydın,
Ankara, 1990.
Zalmoxis, the Vanishing God. Chicago: University
of Chicago Press, 1972. (De Zalmoxis a Ghengis Khan) Fransızca’dan Willard
Trask tercüme etmiştir.
Avustralian Religion. London : Cornell
University Press, 1973.
Myths, Rites and Symbols: A Mircea Eliade Reader. Edited by W.C. Beane
and W.G. Doty. New York: Harper& Row, 1975.
Occultism, Witchcraft and Cultural Fashions. Chicago: Chicago
University Press, 1976
* A History of Religious Ideas, cilt 1: From the Stone Age
to the Eleusinian Mysteries. Chicago:
University of Chicago Press, 1978 ( Paris, Payot, 1976) Fransızca’dan Willard
Trask çevirmiştir. Eser dilimizde de yayına hazırlanmaktadır.
*A History of Religious Ideas, cilt 2: From Gautama Buddha
to the Triumph of Christianity. Chicago:
University of Chicago Press, 1982 (Paris, Payot, 1978) Fransızca’dan çeviren
Willard Trask.
Ordeal by Labyrinth: Conversations with Claude-Henri
Rocquet. Chicago: Chicago University Press, 1982. Fransızca’da
çeviren Derek Coltman.
What is Religion. (Edited by David Tracy.) Edinburgh: T. And T. Clarke, 1980
*The History of Religious Ideas, cilt 3: From Muhammad
to the Age of the Reforms. Chicago:
University of Chicago Press, 1985 ( Paris, Payot, 1983) Fransızca’dan
çevirenler, Alf Hiltebeitel ve Diane Apostolos-Cappadona.
Briser le Toit de la Maison. Lausanne: Gallimard,
1985.
Symbolism, the Sacred and the Arts. Edited by Diane
Apostolos-
Cappadona. New York: Crossroad, 1986. Fransızca’dan
çevirenler, Diane Apostolos-Cappadona ve Frederica Adel, Derek Coltman;
Rumence’den çeviren M.L. Ricketts.
Fragmentarium
(“Essays”). Bucharest: Editura Vremea, 1939.
Mitul Reintegrarii
(“The Myth of Reintegration”). Bucharest: Editura Vremea, 1942.
Salazar si Revolutia in Portugalia (“Salazar and The Revolution in Portugal”). Bucharest:
Editura Gorjan, 1942.
Comentarii la Legenda Mesterului manole (“Commentaries on the Legend of Master Manole”).
Bucharest: Editura Publicom, 1943.
Insula lui Euthanasius (“ The Island of Euthanasius”). Bucharest: Editura
Fundatia Regala pentru Arta si Literatura, 1943
Scriere Literare, Morale si Politice de B.P. Hasdeu (“The Literary, Moral, and Political Writigs of B.P.
Hasdeu”). 2 cilt. Bucharest: Editura Fundatia Regala Pentru Arta si Literatura,
1937
Andronic et le Serpente. Paris: L’ Herne,
1979 (Sarpele)
Encyclopedia of Religion ( Baş editör) New York: Macmillan, 1987.
The Eliade Guide to World Religions (loan P. Couliano ve Hillary S. Wiesner ile birlikte) San
Francisco: Harper, 1991
“Cosmological Homoloji and Yoga.” Journal of the Indian Society of Oriental Art 5 (1937):
188-203
Review of Religion in Essence and Manifestation by G. van
der Leeuw Review d’Histoire de
Religions 138 (1950): 108-111.
“Techniques de l’Extase et Languages Secrets.” Confirenze di Istituto Italiano per il Medio ed Estremo
Oriente. Cilt. II (1953): 1-23
“The Yearning for Paradise in Primitive Tradition.” Diogenes, 3 (1953): 18-30. Daedalus’ta yeniden
basılmıştır. 88 (1959): 258, 261-266.
“Smiths, Shamans andMystagouges.”East and West 6 (1955): 206-215.
“Les Representations du Mort ches les Primitifs.” Temoinages. Cahier de la Pierre- qui-vire 41 (1954):
166-174
“La Tere-Mere et les Hierogamies Cosmiques.” EranosJahrbuch 22 (1954).
“Mythology and the History of Religions.” Diogenes 9 (1955): 96-113.
“The Structure of Religious Symbols.” Proceedings of the IX International Congress for the
History of Religions, Tokyo, (1958): 506-512.
“Encounters atAscona.” Spritual Disciplines , Eranos Jahrbuch’tan, Bollingen
series, cilt 4, (1959): xvii-xxi.
“Structures and Changes in The History of Religion. ” City Invincible- A Symposium of Urbanisation ad Cultural
Development in the Ancient Near East, ed. C. Kraeling ve R. Adams. Chicago:
University of Chicago Press, 1960.
“History and the Cyclical View of Time. ” Perspect.ves 5 (1960): 11-14.
“Recent Works on Shamanism: A Review Article.” History of Religions 1 (1962): 152-186.
“Cargo Cults and Cosmic Regeneration.” Millenial Dreams in Action, ed. S. Thrupp.
The Hague: Mouton, 1962.
“Two Spirutual Traditions in Rumania.” Arena 11 (1963): 15-25.
“Yoga and Modern Philisophy.” Journal of General Education 2 (1963): 124-137.
“Mystery and Spritual Regeneration in Extra-European
Religions.” Man and Transformation:
Eranos Yearbooks’tan, cilt. 5, ed. Joseph Campbell. New York: Pantheon, 1964,
3-26.
“Shamanism in South-East Asia and Oceania.” International Journal for Para- psychology 6 (1964):
329-361.
“Paul Tillich and the History of Religions.” Paul Tillich: The Future of Religion, ed. J.C. Brauer. New
York: Harper& Row, 1966.
“Initiation Dreams and Visions among Sibirian Shamans.” The Dream and Human Societies, ed. G.E. Grunebaum ve Roger
Callois. Berkeley: University of California Press, 196, 331-340.
“In Memoriam: Paul Tillich.” Criterion 5 (1966): 11-14.
*“Briser le toit de la Maison: Symbolisme Architechtonique
et Physiologie Subtile” Studies in
Mysticism and religion, ed. E.E. Urbach. Jerusalem. Magnes Press, 1967:
131-139. Aynı zamanda “Mircea Eliade” adlı kitapta yayınlanmıştır. Constantin
Tacou, Cahiers de l’Herne no.33. Paris: Editions de l’Herne, 1978. Bu makalenin
de (Kutsal Mimari ve Sembolizm) içinde olduğu kitap dilimizde de
yayınlanmıştır. “Din ve Fenomenoloji: Mircea Eliade’ın Eserlerine Toplu
Bakış”, ed. Constantin Tacou, çev. Havva Köser, İstanbul: İz
Yayıncılık, 2000: 141-171.
“Historical Events and Structural Meaning in Tension.” Criterion 6 (1967): 29-31.
“Marc Chagall et l’amour du Cosmos.” Xxieme Siecle 29 (1967): 137-139.
“Comparative Religion: Its past and future.” Knowledge and the Future of Man, ed.
Walter J. Ong, S.J. New York:
Holt, Rhinehard and Winston, 1968.
“The Forge and The Crucible: A
Postscript.” History of Religions 8
(1968): 74-88.
Reflective Theology’e giriş. T. N. Munson. New Heaven: Yale
University Press, 1968.
“Notes on the Symbolism of the Arrow. ” Religions in Antiquity, ed. J. Neusner. Leiden: E.J.
Brill, 1968, 463-475.
“South American High Gods, 1. kısım” History of Religions 8 (1969): 338-354.
“Notes for a Dialogue.” Theology of J.J. Altizer, ed. J.B. Cobb. Philedelphia:
Westminister Press, 1972.
“South American Gods, 2. kısım” History of Religions 10 (1971): 234-266.
“The Dragon and the Shaman: Notes on a South American
Mythology .” Man and his Salvation,
ed. Eric J. Sharpe ve John R. Hinnels. Manchester: Manchester University Press,
1972: 99-105.
The Rise of Modern Mythology’e önsöz, 1600-1800, R. D.
Richardson. London: Indiana University Press, 1972, 99-105.
“On Structural Archetypes: A Conversation Between Mircea
Eliade and John Wilkinson.”
Yayınlanmamış nüsha Mac Ricketts’ten alınmış.
“Notes on the Caluşari.” Journal of the Ancient Near Eastern Society of Columbia
University 5 (1973): 115-122.
“The Sacred in the Secular World.” Cultural Hermeneutics 1 (1973): 101-113. (jurnal 1978’den
sonra “Philosophy and Social Criticism” adını almıştır.
“On Prehistoric Religions.” History of Religions 14 (1974): 140-147.
“The Occult and the Modern World.” Journal of the Philadephia Association for Psychoanalysis
1 (1974): 195-213.
“Some Observations on European Witchcraft.” History of Religions 14 (1975):149- 172.
“Myths and Mythical Thougt.” The Universal Myth, ed. Alexander Eliot. New York:
Meridian Books, 1990 (ilk Myths, McGraw Hiil,1976 olarak
yayınlandı.
“Sacred Tradition and Modern Man: A
Conversation with Mircea Eliade.”
Parabola 1, no.3 (1976): 74-80.
“TheMyth of Alchemy.”Parabola 3, no. 3 (1978): 6- 23.
“Henry Corbin.”
History of Religions 18 (1979): 293-295.
“Some Notes on Theosophia Perennis: Ananda K. Coomaraswamy
and Henry Corbin.” History of
Religions 19 (1979): 167-176.
Leslie Maitland ile röportaj, New York Times, 4 Şubat 1979.
“History of Religions and ‘Popular’ Cultures.” History of Religions 20, no. 1 (1980): 1-26.
“Indologica I.”
History of Religions 19 (1980): 270-275.
Calus: Symbolic Transformation in Romanian Ritual’a önsöz.
Gail Kligman. Chicago: University of Chicago Press, 1981.
“Guiseppe Tucci (1895-1984).” History of Religions 24, no. 2 (1984): 157-159.
“Homo Faber and Dindar insan” History of Religions: Retrospect and Prospect, ed. Joseph
Kitagawa. New York: Macmillan, 1985.
“American Paradise.”
Art Papers 10, no. 6 (1986.
Delila
O’Hara ile Röportaj, Chicago 35, no. 6 (Haziran 1986): 147-151, 177-180.
Isabel si Apele Diavolului (“Isabel and the Devil’s Waters”). Bucharest: Editura
Nationala Ciornei, 1930. Yayınlanmamış İngilizce çevirisi M. L. Ricketts
tarafından yapılmıştır.
Soliloquii
(“Soliloquies”). Bucharest: Editura Cartea cu Semne, 1932.
Intr’o manastire din Himalaya (“In a Himalayan Monastery”). Bucharest: Editura Cartera
Romaneasca,1932.
Introarcerea din Rai (“Return from Paradise”). Editura Nationala Ciornei, 1934.
Lumina ce se Stinge (“The Light That is Failing”). Bucharest: Editura Cartea
Romaneasca, 1934. Yayınlanmamış İngilizce çevirisini M. L.
Ricketts yapmıştır.
Santier (“Work in
Progress”). Bucharest: Editura Cugetarea, 1935.
Huliganii (“The
Hooligans”). 2 cilt. Bucharest: Editura Nationala-Ciornei, 1935.
*Domnisora Christina (“Mistress
Christina”). Bucharest : Editura Cultura Nationala, 1936. Kitap dilimize “Matmazel
Christina” olarak çevrildi: çev. Roza Hakmen, İstanbul, 1991
Sarpele (“The
Snake”). Bucharest: Editura Nationala-Ciornei, 1937
Nunta in Cer
(“Marriage in Heaven”). Bucharest: Editura Cugetarea, 1938. Yayınlanmamış
İngilizce çevirisini M.L. Ricketts yapmıştır. (Bu roman 1983 yılında
İtalyanca’ya çevrilmiş ve 1984’te İtalya’da en iyi roman olarak Elba-Brignetti
ödülünü kazanmıştır.)
Nuvele (“Short
Stories”). Madrid: Editura Destin, 1963
*Maitrei. Rumence’den
(La Nuit Bengali) Alain Guillermou çevirmiştir, Lausenne:
Gallimard, 1950. Fransızca’dan İngilizce’ye de Catherine Spencer (Bengal
Nights) çevirmiştir, Chicago: University of Chicago Press, 1994. Eser
dilimize “Bengal Geceleri” olarak tercüme edildi: çev. A. Nüvit
Bingöl, İstanbul: İthaki Yayınları, 2000.
*Mademoiselle Christina. Paris: L’ Herne, 1978 (Domnisora Christina)
Iphigenia. İlk
baskısı Iphigenia: piesa in trei acte olarak çıkan oyun, Valle Hermosa,
Arjantin: Editura Cartea Pribegnei, 1951. aynı zamanda Ifigenia: peisa in trei
ate: cinci tablouri olarak da yayınlanmıştır. Bucharest: 1974. Yayınlanmamış
İngilizce çevirisi Arjantin baskısının gözden geçirilmiş versiyonuna
dayanılarak M.L. Ricketts tarafından yapılmıştır.
*“Nigts at Serampore.”. William Ames Coates tarafından çevrilmiş ve “Two
Strange Tales” isimli kitabın içinde yayınlanmıştır Boston and London:
Shambala, 1986. Bu öykü -
“Serampor Geceleri”-
dilimize de “İki Tuhaf Öykü” adıyla yayınlanmış olan kitapta yer almaktadır:
Mircea Eliade, Miguel de Unamuno, çev Azer Kılıç, İstanbul: İthaki
Yayınları,2001.
”The Secret of Dr. Honigberger”. William Ames Coates tarafından çevrilmiş ve “Two Strange
Tales” isimli kitapta yayınlanmıştır. London: Shambala, 1986. Bu öykü dilimize -“Doktor
Honigberger’in Sırrı”- olarak çevrilmiş ve “Mistik Öyküler,
Kutsal ve Dünyevi” adlı kitapta yayınlanmıştır. Çev. Berat Çelik,
İstanbul: İthaki Yayınları, 2000
“Men andStones.”
Oyun. Yayınlanmamış çeviri: M.L. Ricketts.
“A Great Man.”
Eric Tappe tarafından çevrilmiştir. “Fantastic Tales” adlı
kitapta yayınlanmıştır. London: Dillon’s, 1969.
“Twelve Thousand Head of Cattle. ” Mihai Niculescu ile birlikte yazılmıştır. Eric Tappe
tarafından tercüme edilmiş ve “Fantastic Tales”te yayınlanmıştır.
London: Dillon’s,1969.
The Forbidden Forest. Notre Dame:
University of Notre Dame Press, 1978. M.L. Ricketts ve Mary Park Stevenson
tarafından tercüme edilmiştir. (Noaptea de Sanziene)
“The Captain’s Daughter.” Yayınlanmamış İngilizce çevirisini M.L. ricketts
yapmıştır. Özgün basımı “La tiganci si alte povestiri”.
Bucharest: Editura Pentru Literatura, 1969.
*“With The Gypsy Girls.” William Ames Coates çevirmiştir. “Tales of the
sacred and Supernatural” in içinde yayınlanmıştır. Philedepha:
Westminister Press, 1981. Bu öykü dilimize “Çingeneler” olarak
çevrilmiş ve “Mistik Öyküler, Kutsal ve Dünyevi” adlı kitapta
yayınlanmıştır. çev. Berat Çelik, İstanbul: İthaki Yayınları, 2000.
“A Fourteen-Year-Old Photograph.” M.L. Ricketts tarafından çevrilmiştir. “The
Louisberg College Journal” da yayınlanmıştır. Cilt VIII (1974):
3-15. Özgün olarak “Nuvele”nin içinde yayınlandı. Madrid;
Colectia Destin, 1963.
* The Old Man and the Bureaucratus. Mary Park Stevenson
tarafından tercüme edilmiştir. Notre Dame and London: University of Notre Dame
Press, 1979. (Pe Strada Mantuleasa) Kitap dilimize “Yaşlı
Adam ve Bürokratlar” olarak çevrilmiştir. Çev.Gamze Sarı, İstanbul:
İthaki Yayınları, 2000.
The Endless Column.
Oyun . Mary Park Stevenson tarafından çevrilmiştir. Dialectics and
Humanism 10, no.1 (1983): 44-88.
Two Generals’ Uniforms. Yayınlanmamış çeviri
M.L. Ricketts.
Incognito at Buchenwalt. Yayınlanmamış çeviri M.L. Ricketts.
The Cape. Rumence’den çeviren M.L.Ricketts. “Three Fantastic
Novellas” ta yayınlandı. London: Forest Books, 1989.
“Les Trois Graces.”. M.L. Ricketts
tercüme etmiştir. “Tales of the Sacred and SupernaturaF da
yayınlandı. Philelphia: Westminister Press, 1981.
Youth Without Youth. M.L. Ricketts
tercüme etmiştir. “Three Fantastic
Novellas” ta
yayınlandı. London: Forest Books, 1989.
Nineteen Roses. M.L. Ricketts tercüme etmiştir. “Three Fantastic
Novellas ” ta
yayınlandı. London: Forest Books, 1989.
Dayan. Yayınlanmamış çeviri M.L. Ricketts.
In the Shadow of a Lily. Yayınlanmamış çeviri
M.L.Ricketts.
Journal I, 1945-1955. Chicago, University of Chicago Press, 1989 (“Fragments
d’un Journal”in 1-228. sayfaları, Paris, Gallimard, 1973) Rumence’den çeviren
M.L. Ricketts.
Journal II, 1957-1969. Chicago, University of Chicago Press, 1989 (aynı zamanda
“No Souvenirs: Journal, 1957-1969” olarak da yayınlandı. New York: Harper&
Row, 1977 (“Fragments d’un Journal”in 229-571. sayfaları Eliade’ın 1976 tarihli
önsözü eklenerek)
Fransızca’dan çeviren Fred H. Johnson, Jr.
Journal III, 1970-1978. Chicago , University of Chicago Press, 1989 (“Fragments
d’un Journal, II, Paris, Gallimard, 1981.) Fransızca’dan çeviren Teresa
Lavender Fagan.
Journal IV,1979-1985. Chicago, University of Chicago Press, 1989. Rumence’den çeviren M.L.
Ricketts.
Autobiography, cilt I: Journey East, Journey West,
1907-1938. San Fransisco:
Harper
& Row, 1981.
Autobiography, cilt II: Exile’s
Odyssey, 1938-1969. Chicago : Chicago University Press, 1988
“...Yaklaşık bir yüzyıldan beri dinler tarihini
özerk bir disiplin haline getirmeye çalışıyor, ama bunu başaramıyoruz; herkesin
bildiği gibi, Dinler Tarihi antropoloji, etnoloji, sosyoloji, dinsel psikoloji
ve hatta şarkiyatçılık ile karıştırılmaya devam etmektedir. Bütün gücüyle bir
“bilim” olmanın Dinler Tarihi de çağdaş bilimsel zihniyetin bütün bunalımlarına
maruz kalmıştır....pozitivist, ampirist, rasyonalist veya tarihsici
olmuşlardır Din olgusuna getirilen bütünsel
ve sistematik açıklamaların hiçbiri bir dinler tarihçisinin eseri olmamıştır;
bunların hepsi de önde gelen dilciler, antropologlar, sosyologlar veya
etnologlar tarafından ortaya atılan ve daha sonra dinler tarihçileri de dahil
herkes tarafından sırası geldikçe kabul edilen varsayımlardan kaynaklanmışlardır.”
[43]
Eliade dini çalışmalardaki bu indirgemeci anlayışı her
zaman eleştirmiş ve dini olguları kendi bağlamlarında, kendi ölçüleriyle
değerlendirip anlamak gerektiğini ifade etmiştir. Bunun için de bir anlamda
dinler tarihçisinin kendine ait olan bir şeye sahip çıkmasını istemiştir. O
dini bir fenomeni dinler tarihçisi olarak ele almaya, anlamaya ve anlatmaya
çalışmıştır. Dini fenomeni kendi açılarından inceleyen psikolojik, sosyolojik, antropolojik
ve etnolojik araştırmaları küçümsememekle ve onların da dini fenomenin bir
yönünü açıklığa kavuşturmak için vazgeçilmez olduklarını teslim etmekle
beraber, konuya dinler tarihçisinin yaklaşımını çok daha önemli bulmuştur.
Psikologlar dindar insanın davranışlarını kendi terminolojileriyle açıklayarak
basit bazı ruhsal durumlar olarak açıklama eğilimindedirler. Etnologlar ise
dini fenomeni ortaya çıktığı doğal çevresindeki yerine oturtarak tarihten ve
karşılaştırma uzmanından da yararlanmak suretiyle dini fenomenin tarih ve
coğrafya içindeki dolaşımını göstererek, eğer mümkünse bu fenomenin yayılım
merkezini, yayılımın aşamalarını ve kronolojisini ortaya çıkarabilirler.
Sosyologlar ise daha çok dinin toplumsal işleviyle ilgilenirler. Dini davranışın
kökeni, bunların toplumun biçimlenmesindeki rolleri, dini liderlik gibi
konuları araştırırlar. Bu şekilde bu bilimlerden elde edilen veriler dinler
tarihçisinin elinde bulunan inceleme malzemesinin somutluğuna katkıda
bulunurlar ve onu, dine ilişkin soyut, kurgusal açıklamalar yapma teşebbüsünden
korurlar. Dinler tarihçisi bu verileri alarak işlemeli ve kattığı yorumla dini
fenomenin anlamı hakkındaki son sözü söyleme hakkını kendinde görmelidir, dini
olguların şifresinin çözülerek derin anlamlarının ortaya çıkarılması işi
doğrudan doğruya dinler tarihçisine aittir. Psikolog, sosyolog, etnolog hatta
filozof veya teolog da kuşkusuz, her biri kendine özgü bakış açısından ve kendi
yöntemine göre bu konuda diyecek bir şeyler bulacaklardır. Fakat psikolojik, sosyolojik,
etnolojik, felsefi hatta teolojik olgu olarak değil, dini bir olgu olarak , bir
din olgusu hakkında en çok geçerli şey söyleyebilecek olan , dinler
tarihçisidir.[44]
Eliade Dinler Tarihine büyük bir tarihi görev yüklemiştir.
O Batı medeniyetinin içinde bulunduğu kültürel tıkanmanın yeni bir hümanizmle,
bu yeni hümanizmin de Dinler Tarihi alanında yapılacak çalışmalarla
sağlanabileceğini savunmuştur. Eliade’ye göre Batı dünyası yüzyıllardır kendini
tarihin aktif öznesi olarak görerek diğer medeniyetleri kendi gözünde pasif
nesnelere indirgemiştir. Böylece Batının manevi ve kültürel değerleri
tartışmasız bir biçimde otorite haline getirilmiştir. Fakat zamanla bu pasif
nesneleri oluşturan Asya halkları ve diğer milletler bu rollerinden silkinip
tarih yapıcı özne olma eğilimini göstermişlerdir. Batının değerleri batılı
olmayanlar tarafından incelenmekte, karşılaştırılmakta ve yargılanmaktadır.
Aynı şekilde Batılılar da arkaik dünyanın ve Asya’nın anlam dünyasını,
inançlarını, değerlerini anlamaya, analiz etmeye yönelmişlerdir. Tabii ki
Batılı anlama çabasının tarihi arka planında sömürgeci
paradigmayla yapılmış kütüphaneler dolusu doküman mevcuttur. Fakat artık bir
karşılaşma ve diyalog süreci başlamıştır. Bu diyalogun gerçek anlamda
karşılıklı, verimli ve gerçeğe uygun bir diyalog olması için de tarafların
birbirlerini bilmeleri ve anlamaları gerekmektedir. Bu bilgiye ulaşmak için de
onların dini kaynakları bilinmelidir. İşte Eliade’ye göre bunu sağlayabilecek
tek bilimsel disiplin Dinler Tarihi’dir, Dinler Tarihi çağdaş kültürel hayatta
çok önemli bir rol oynamaya davet edilmiştir. Bu sadece, arkaik ve yabancı
dinlerin anlaşılmasının bu din temsilcileriyle girişilecek diyalogda manidar
bir yardım sağlayacağından değil: bilakis dinler tarihçisinin, incelediği
dokümanlar tarafından ifade edilen existansiyel durumları anlamaya çalışarak,
insanın daha
derin bir bilgisine ulaşacağı içindir. İşte dünya çapında
bir hümanizm böyle bir bilgi bazının üstünde gelişebilecektir. [45]
Eliade günümüz kültürel yaşamında, gerek arkaik, etnolojik
dinlerin ve büyük dinlerin anlaşılmasında, gerekse tarih boyunca insan
tarafından yaşanmış olan tüm durumların kavranılmasında , Dinler Tarihine ağır
sorumluluklar yükler. Böylece Dinler tarihçisi Batı insanının alışık olmadığı
bir çok durumu ortaya çıkarmaya davet edilmiştir. Bu alışık olunmayan
durumların anlaşılmasıyla da Dinler Tarihi Batının içine düştüğü “kültürel
taşralılık” konumunu aşmasına, Batının kültürel ufku gelişmesine, Doğu, Batı ve
etnolojik kültürlerin yakınlaşmasına katkıda bulunabilecektir.[46] [47]
Dinler Tarihi’nin kendisine yüklenen bu anlamı
taşıyabilmesi ve görevi yerine getirebilmesi için Eliade’nin bazı önerileri
vardır. Bu konuya takip eden bölümlerde özellikle hermenötik başlığı altında
açıklık getirilecektir.
Eliade’nin Dinler Tarihçiliğine döndüğümüzde, onun “Homo
Religiosus”un dini deneyimini en başından kabul ederek çalışmasına başladığını
görebiliriz. Eliade’ye göre Dinler Tarihinin öncelikli konusu, taş devrinden
günümüze kadar varlığın kutsal boyutunu yaşamış olan dindar insanın
davranışının keşfedilmesi ve anlaşılmasıdır. Onun için bu deneyim, kutsalın ve
bu kutsallığı barındıran her dini fenomenin temel dayanağını ifade etmektedir.
Eleştirilerin aksine Eliade bir çok çalışmasında dini fenomenin kendi açısından
değil Dindar insan açısından, onun için sahip olduğu dini anlamı
yorumlamaya çalışır. 47'Dindar insan tarihsel olarak özel, et ve kandan müteşekkil, bireysel
bir inanan (mü’min) olarak tanımlamak doğru değildir. Dindar insan
muhtemelen kutsal dini deneyimin nesnesi olan bir tip, bir kategori, bir
nitelik ve insan doğasının bir yönüdür. Bir tür, bir evrensel kategori olarak homo
religiosus, homo modernusun zıddıdır. Onun iddiasına göre dindar insan
dini deneyimin idealize edilmiş, zorunlu nesnesidir.[48] Eliade dini değer ve anlamları herhangi bir dinin mensubu
olan bireysel bir müminin bakış açısından değerlendirmeksizin, genel anlamda
bir din teorisi ortaya çıkarmaya çalışmıştır. Bu anlamda dindar insanı genel
insanlık durumunun parçası olan bir kategori olarak değerlendirir. Eliade,
dindar insanın düşüncesini, deneyimini ve bilincini incelemiştir. Ona göre
dinler tarihçisi dindar insanın deneyimiyle ortaya çıkan dini fenomenlerin
bilinçli olarak inceleyerek, her şeyden önce ortaya çıkan çeşitli dini
anlatımların doğası ve anlamını yakalamalıdır. Bunun için de Eliade filolojiye
indirgemeden, sosyolojik, psikolojik, etnolojik, antropolojik ve felsefi
alanlarda tartışılan teorilere teslim olmadan büyük tartışmalı konuları
tartışmaktan kaçınmayan bir Dinler Tarihi disiplinini savunur. Dinler Tarihi,
bu şekilde çağdaş kültüre, dinin ve dinlerin eşsiz katkısını ve özel anlamını
anlatmaya yardım eder.[49] Eliade, din bilimini, mitolojiyi, ayinleri ve çeşitli
halkların düşünce dünyalarını oluşturan iç dengeleri, yapıları, mekanizmaları
araştırmanın dinler tarihçisi için çok önemli olduğunu ifade eder.[50] Dini olguların niteliği her ne olursa olsun incelemeye
değer bulunması ve ciddiyetle ele alınması gerektiğini ifade ederek onların ne
olduklarının ve neleri açığa çıkardıklarının bulunup incelenmesini salık verir.
Dini bir olgu kendi değerinde anlaşılmadıkça, yani dini bir düzlemde
çalışılmazsa, kendini açığa çıkaramayacaktır. Bu olguyu fizyoloji, psikoloji,
sosyoloji, ekonomi, dilbilim ve sanatla sınırlandırmak ona ihanet etmektir.
Onun eşsiz ve indirgenemez özelliğini yani kutsallığını kaçırmaktır.[51]
Eliade aynı zamanda “en ilkellerinden en gelişkinlerine
kadar, tüm dinlerin tarihinin, kutsal gerçeklerin açığa çıkmaları aracılığıyla
kutsalın tezahürlerinin (hierophanie) birikimi” olduğunu söyler.[52] Zaten dindar insanın dini deneyimini ifade eden her dini
fenomen kutsalın açığa çıkmasıdır Eliade burada evrimci bir anlayışla değil,
kullanacak daha uygun bir terminoloji geliştirilmedi ği için ilkel (primitive,
archaic) kelimesini çoğu zaman tırnak işaretiyle kullanmakta ya da ‘kendilerine
ilkeller denilen milletler’ gibi ifadeler kullanmaktadır.[53]
Dinler Tarihçisine böyle bir yetkiyi ve görevi verdikten
sonra Eliade Dinler Tarihi’nin, yani aslında dinler tarihçilerinin birçoğunun
kendi uzmanlık alanları tarafından çepeçevre kuşatılmış olduklarından da
şikayet eder. O, bu tarihçilerin Dinler Tarihinin uçsuz bucaksız alanının ancak
zavallı küçük bir sektörüyle içli dışlıdırlar demektedir.[54] Eliade bu kısırlaştırıcı uzmanlaşma eğiliminin kültürlü
kitleyi Dinler Tarihine yabancılaştırdığını ve bu alanda yazılan eserlerin
ancak çok kısıtlı bir akademik çevrede okunduğunu ifade eder. Eliade bu
anlayışla yazılan kitapların ya çok teknik olmaları ya da can sıkıcı
olmalarından ve sonuçta hiçbir zihinsel yarar sunmadıklarından dolayı
okunmadıklarını söyler.[55] Yazdığı ve yayınladığı çok geniş bir çeşitliliğe sahip
eserlerine bakıldığında onun Dinler Tarihinin ansiklopedik eğilimli büyük
müelliflerinden biri olduğu anlaşılır.[56] Eliade aynı zamanda dünyanın en etkili dinler tarihçisi ve
en ünlü mit ve sembol yorumcusu olarak nitelendirilmiştir. Time dergisinde
Eliade “kuvvetle muhtemel, dünyanın yaşayan en ünlü manevi mit ve sembollerin
yorumcusu” olarak tanımlamıştır.[57]
Eliade dinler tarihçisinin uzmanlık sahasının kalıpları
içinde sıkışıp kalmasını eleştirir. Dinler tarihçisinin temel görevinin dini
olguların içerdiği anlamı açığa çıkarmak olduğunu vurgular. Bunu yapabilmek
için dinler tarihçi uzmanlık alanı dışındaki diğer dinleri de incelemeli ve
böylelikle mitoloji, ritüeller, dua, büyü, giriş törenleri, yüce tanrı gibi
dini olguları anlayıp karşılaştırarak onlardaki tarih ötesi anlam ve mesajı
-kendi yorumunun da yardımıyla- ortaya çıkarabilmelidir.
Din bilimlerinde de etkili olan evrimci bakış açısını kabul
etmeyen Eliade, sadece dini değil genel anlamda insanoğlunun zihinsel yaşamının
tarihi kesintisiz bir evrimden çok, temel kuramların bozulmasına ve ölmesine
bağlı bir uyumla düzenlenmekte olduğunu ifade etmiştir[58]. Eliade’ye göre dini fenomenlerin incelenmesinde en
basitten karmaşığa doğru ilerleyecek bir yöntemin kullanılarak bir çalışmanın
yapılması gerekli değildir. Evrimci bakış açısıyla yapılan bir çalışma
muhtemelen mana inancından başlayarak ilerlemeci bir vizyonla tek tanrı
inancına varacak olan bir çalışma olacaktır. Hiçbir şekilde doğrulanamadığı ve
herhangi bir kanıta dayanmadığı halde dinlerin bir evrim geçirdiği varsayımını
zorunlu tutan bu girişim bilimsel açıdan yanıltıcı olacaktır. Eliade’nin amacı
en temel kutsal tezahürleri içeren basit bir dini formu araştırmaktır. Bunun
içinde kendine çalışma alanı olarak Asya halklarını ve arkaik kültürün
halklarının düşünce dünyalarını seçmiştir. O dindar insanı genel insanlık
durumunun bir parçası olarak görmüş ve bu bilinç halinin her zaman aynı
özellikleri gösterdiğini savunarak çağdaş ve ilkel düşünce arasındaki her türlü
ayrımı engellemek istemiştir. Eliade varoluşun başına dini yaşamın basit
biçimlerini yerleştiren ve basitten bileşiğe (karmaşığa) doğru ilerleyen bir
gelişim düşüncesini savunan evrimci düşünceye karşı uyarılarda bulunmuştur.
Buna göre dinler tarihçisi, yazısı olmayan toplulukların dinlerini, başlangıçta
belli bir dini ideal ölçüt olarak alıp, bu dinle olan benzerliklerine veya
ondan uzaklaşıp, bozulmalarına göre değerlendirmemelidir. Bunun yerine, onların
uygarlık ve kurumlarını kurarak, insanlığın varlığına bir anlam kattıklarına
inandıkları kökenlerin mitik ve yaratıcı edimlerine inanan bu halkların kutsal
tarihlerini anlamaya çalışmalıdır.[59]
Eliade’nin Dinler Tarihi anlayışını genel hatlarıyla
verdikten sonra onun çok geniş kapsamlı çalışmasının ana hatlarını verebiliriz:
O, çok çeşitli etnolojik ve tarihi malzemeyi özenle inceleyerek Asya’nın büyük
dinlerini ve eski etnolojik dini düşünceyi araştırmış, ve bu somut verilere
dayanarak sabırla yapılmış analizler sonucunda, kutsal ve sembol üzerine
kurulmuş çok zengin bir morfoloji ve tipoloji çalışması ortaya çıkarmıştır. Bu
fenomenolojik temelden yola çıkarak, bütünleyici karşılaştırma yöntemini Dinler
Tarihinin tüm alanına yaymıştır. Eliade hiyerofaninin çok geniş ve çeşitli
alanında, temel bağlantı noktalarını ve uygunlukları aramıştır. Eliade’nin bunu
yapmadaki temel amacı davranışın arkeolojisini, düşüncenin yapılarını, sembolik
mantığı ve dindar insanın düşünsel evrenini keşfetmektir. Çünkü konu her zaman
aynıdır : “...biz her zaman insanın anlayışını ve dünyadaki durumunu anlamaya
çalışıyoruz.” [60]
Eliade
için Dinler Tarihi dindar insanın sürekliliğinin ve varoluşsal durumunun
anlaşılabilmesi için mükemmel bir araçtır. Ayrıca Dinler Tarihi, Batının şu an
içinde bulunduğu kültürel tıkanmanın aşılmasına, Doğu, Batı ve etnolojik
kültürlerin yakınlaşmalarına katkıda bulunarak, insani durumun evrenselliğinin
daha derinden farkına varılmasına imkan sağlayacak bir bilim dalıdır. Dinler
Tarihinin amacı ve katkısını kısaca “homo sum humani nil ame alienum” (
insanım, insani olan hiçbir şeye yabancı değilim) sözü ile özetleyebiliriz.
D) METODOLOJİK AÇIDAN
DİNLER TARİHİNE KATKILARI
Eliade’ye göre dinler
tarihçisinin zihni, dini deneyim ve dünyanın dini olarak algılanışı ile ilgili
olan, dini fenomenler ve dini sembollerle uğraşmaktadır. Dinler tarihçisinin konuyu ele alış tarzı tanrı ve insan arasındaki
ilişkilerin net bir şekilde anlaşılması üzerine sistematik bir düşünce
faaliyetini öngören teolojiden farklıdır. Dinler Tarihi dini fenomenler
konusuna tasviri bir yaklaşım metodu kullanır. O anlamaya ve başkaları için de
anlaşılır kılmaya çalıştığı dini-tarihi olgularla ilgilenir. Dini fenomenin hem
tarihini hem de anlamını yakalamak ister, bunu yaparken de bir yönelim uğruna diğerini
kurban etmemeye çalışır. Daha sonra bulgularının sonuçlarını düzenler ve dini
fenomenlerin yapısı üzerinde çalışır. Çalışmasını da bir din fenomenologu ve
filozofu olarak tamamlar.[61] Eliade’ye göre terimin geniş anlamıyla, Din Bilimleri
fenomenolojinin yanında din felsefesini de kapsar.[62] Fakat bu onun tarihi bağlamı görmezden gelmesi anlamına
gelmez, aksine tarih onun çalışmasının somut zeminini oluşturur.
Eliade dini olgunun kendi düzeyinde, yani “dini” olarak
incelenmesi gerektiğini iddia eder. Ona göre temelde kutsal ve onun ortaya
çıkışı olan dini fenomen, indirgenemez “sui generis” bir doğaya sahiptir. Onu
filolojik, sosyolojik, psikolojik ölçütlerle incelemek anlamını gözden kaçırmak
anlamına gelir. Bununla beraber Eliade “saf dini fenomen” in olmadığını da
belirterek bu konuda şunları söylemektedir; kendi kültürel ve sosyal muhtevası
dışında, tarihin dışında “saf bir dini fenomen” mevcut değildir. Çünkü hiçbir
“insani fenomen” yoktur ki “tarihi fenomen” olmasın. Her dini tecrübe, özel bir
tarihi muhteva içinde ifade edilmiş ve nakledilmiştir.”[63] Tarihin dışında, zamanın dışında “saf’ dini olgu yoktur.
En soylu dini çağrı, mistik deneyimlerin en evrenseli, en genelinden insan
davranışı -örneğin dini kaygı, ayin, ibadet- ortaya çıktıkları andan itibaren
özelleşmekte ve sınırlanmaktadır. Örneğin Tanrı’nın oğlu bedene bürünüp İsa
olduğunda Aramice konuşmak zorunda kalmıştır, kendi dönemimin İbranisi gibi
davranmıştır.” [64]
Dini deneyimler, dini fenomenlerin tüm ifadeleri ya da
kavramsal formülasyonları tarihi bağlam içine batmıştır. Dolayısıyla da bütün
ifadeler ve formülasyonlar diğer bütün kültürel veriler, sanatsal yapıtlar,
sosyal ve ekonomik fenomenler gibi, “tarihi dokümanlar” haline gelmişledir.[65] Bu durumda dini fenomeni tam olarak anlayabilmek için,
onun tarihi de incelenmeli ve anlaşılmalıdır. Bu fenomenin tarih içinde
geçirdiği değişiklikler ve bu değişikliklerdeki aşamalar çözülmelidir. Sonuçta
fenomenin kendi bütünlüğü içinde kültüre olan katkısı ortaya konmalıdır.[66]
Dinler Tarihi çalışmasında ilk adım bir tarihçi gözüyle
atılmalıdır. Dini biçimlerin tarihi yeniden kurulmalı ve her birinin toplumsal,
ekonomik ve siyasi şartları, yani kültürel ortamı belirlenmelidir. Bu nedenle
doğu bilimlerinin, tarihçilerin ve etnologların belgeleri dikkatle kullanılmalı
ve göz ardı edilmemelidir.[67] Dinler tarihçisinin tarihi- dini olgularla uğraşması ve
elindeki çok çeşitli belgeleri -metinler, anıtlar, kitabeler, sözlü gelenekler,
adetler[68] - mümkün olduğu kadar tarihsel bir bakış açısı içinde
düzenlemeye çalışması, onun incelemesinin somut niteliğinin tek güvencesidir.[69] Tarihi, sosyolojik ve etnolojik dokümanlar dinler
tarihçisini dinin soyut açıklamalarına girişmesini önler.[70]
Eliade’nin tarihi metodunu anlamaya çalışırken onun tarihi
nasıl ve hangi anlamda kullandığını da bilmek aydınlatıcı olur. Eliade’ye göre
tarih, iki anlamda kullanılmaktadır. Dünyada “olup bitenler” anlamına gelen
tarih ve “historio-grafya” (bir olayın tarihinin yazımı) anlamına gelen tarih.
İlk anlam birkaç farklı anlama gelebilir. Bazı mekan zaman sınırları içinde
olup bitenler, yani bir halkın ya da bir dönemin tarihi veya “insanın tarihsel
varlığı”, “tarihsel durum”, “tarihsel an” gibi deyimlerdeki genel anlamıyla ya
da varoluşçuluğun verdiği anlamda ‘insan “durum içinde” yani, tarihin içinde
vardır’ derken kastedilen anlamda tarih olarak anlaşılabilir. [71]
Eliade tarih kelimesinin bu şekilde ifade edilen anlam
çokluğunun bir karmaşa yarattığından bahseder ve Dinler Tarihi disiplinine en
uygun düşen anlamın “tarih”in genel ve felsefi anlamı olduğunu ifade eder.[72] Çünkü Eliade için dinlerin tarihi her zaman ve zorunlu
olarak dinlerin tarih yazımı değildir. Dinler Tarihi çalışması ancak, dini
olayların oldukları gibi, yani tezahür ettikleri kendilerine has ortamlarda
incelendiklerinde gerçekleşmiş olur. Zaten tezahür eden dini olay her zaman
tarihseldir, somut ve varoluşsaldır.[73]
Eliade en ilkel hiyerofanilerden en karmaşıklarına kadar,
her şeyin kendini tarihsel somutluk içinde dışa vurduğunu, şu ya da bu şekilde
tarih tarafından koşullandığını belirtir.[74] Dinler tarihçisi
başat amacı olan dini olgunun “ne demek istediğini” ortaya çıkarmak için onun
tüm tarihi dışavurumlarını incelemelidir. Dini fenomen saf durumda bulunmadığı
ve tarih ile kuşatıldığı için “dinler tarihçisi öncelikle tarihçi olmalıdır”.[75]
Eliade tarihi Dinler Tarihi çalışmasının somut dayanağı ve
dini olguların tam olarak anlaşılabilmesinin bir aracı olarak görür. Ancak,
“Dinler Tarihi” ifadesinde vurgunun tarih kelimesine değil dinler kelimesine
yapılması gerektiğini de belirtir.[76] Bunu sağlamak için de dini olgunun tarihsel arka planını
inceledikten sonra, bu olguları kendi bağlamında yani, dini olarak ele almayı
sağlayan fenomenolojiye yönelir.
2)
FENOMENOLOJİK YAKLAŞIM
Dinler Tarihinin çalışma konusu olan dini fenomen, dindar
insanın ifadelerinde ve davranışlarında ortaya çıkan, belli bir çerçevede
yaşanmış tecrübelerdir. Bu tecrübelerin çeşitliliği ve çokluğu, bilgisine
ulaşabildiğimiz, dinler, kültürler ve inançların sayısıyla doğru orantılıdır.
Eliade’ye göre dini fenomenler olarak tanımlanan şey;
“davranışlardan, inanışlardan ve kuramlardan
meydana gelen kimi zaman kaos boyutlarına ulaşan çok yüzlü bir kütledir”. Aynı
zamanda bu olgular hiçbir formüle, hiçbir tanımlamaya uymayan karmaşık bir
labirenttir. Bu labirent tabu, ritüel, simge, mit, demon, tanrı gibi dini
olgulardan oluşmuştur.[77]
Bu verileri elde ettikten sonra düzenlemek ve dini fenomen
ile ilgili genel bir bilgi elde edebilmek için de özel, spesifik fenomenler
incelenerek genel bir öze bağlanmalı ve içerdikleri anlam ortaya
çıkarılmalıdır. Bu çalışma da fenomenolojik analiz aracılığıyla yapılabilir.
Fenomenoloji, ele aldığı fenomenleri isimlendirerek sınıflandırır. Daha sonra
da bu fenomenlerin yapısını (morfoloji) ve anlamını ortaya çıkarmaya çalışır.[78]
Bir çok kez tekrarladığımız gibi Eliade, kutsal özelliği
nedeniyle, indirgenemez olarak kabul ettiği dini fenomenin incelenmesinde,
dinin temel olarak alınmasını ister. Dolayısıyla dini fenomen, kendi özünü
oluşturan kutsal çerçevesinde anlaşılmalıdır. “Fenomenologun görevi, dini
fenomenlerin özlerini ve yapılarını anlamak, her hiyerofaninin anlamını
yorumlamak, oradan da ilham edilmiş içeriği ve dini anlamını çıkarmaktır.”[79]
Eliade’nin metodolojisinde fenomenoloji
tarihten elde ettiği verileri kendi anlam düzeyleri içinde anlamaya ve tasvir
etmeye, dini fenomenlerin “yapısını” ve “özünü” anlamaya çalışır. Eliade G. van
der Leeuw’ün “din fenomenolojisinin başlıca işi dini fenomenlerin iç yapılarını
aydınlatmaktır” görüşüne katılır.[80]
Eliade’ye göre dinler tarihçisinin en önemli görevi, dini
verilerin anlamını ortaya çıkarmaktır. Dinler tarihçisi nesnel bir çalışma
yapma amacıyla eski malzeme toplayan bir antikacı durumuna düşmemelidir.
Araştırmacı, dini davranışın en temel ve yalın biçimlerini ortaya çıkarıp,
niteliklerini incelemek amacıyla yazısı olmayan halkları ve antik kültürleri
çalışma alanı olarak belirler. Bunun yanında tabii ki bütün dinler onun
araştırma konusudur. Eliade’nin eleştirdiği nokta araştırmacının faaliyetini
sadece alan araştırması yapmak, monografi yayınlamak ya da çeşitli biçimlerde
elde edilmiş kültürel-dini malzemenin dökümünü yapmakla sınırlamasıdır. Bu
konuda tek yetkili olarak dinler tarihçisini gören Eliade için Dinler Tarihi
çalışmasının “antikacı” faaliyetle hiçbir ortak yönü yoktur.[81] Eliade’ye göre,
Dinler Tarihine geçerli bir yorum uygulandığı zaman, “Dinler Tarihi, bir
fosiller, harabeler ve modası geçmiş şeyler müzesi olmaktan kurtulacak ve her
araştırıcı için, anlaşılmayı ve ortaya çıkarılmayı bekleyen bir mesajlar dizisi
haline gelecektir”.[82]
Rönesans ve Reform hareketleri ile başlayıp Aydınlanma ile
hız kazanan dinden uzaklaşma ve sekülerleşme süreci, günümüz modern dünyasında
da etkisini sürdürmektedir. İnsan artık düşünme ve değerlendirmede din ve
geleneklere bağlı kalmaktan kurtulup kendi aklı, kendi görgüleriyle hayatını
yaşamaktadır. Modern insan böylelikle herhangi bir metafizik bağı reddetmekte
ve kendine yalnızca kendini referans alarak yaşamaktadır. Bilimsel
paradigmadaki ampirik ve pozitivist eğilimler hala etkisini sürdürmekte ve insanın
bilinci bu bakış açılarıyla sınırlanmaktadır. Dinden, dini düşünce tarzından
uzaklaşma ile, dini inançlar, uygulamalar, yasaklar ve emirler anlamını
kaybetmiştir. Bununla birlikte Eliade’nin de çok haklı olarak ifade ettiği
gibi, “hiçbir normal insan, sadece bilinçli, rasyonel faaliyeti ile
sınırlandırılamaz. Çünkü modern insan hayal görmekten, aşık olmaktan, müzik
dinlemekten, tiyatroya gitmekten, film seyretmekten, kitap okumaktan geri
kalmıyor. Kısaca o, sadece tarihi ve tabii bir dünyada yaşamıyor, aynı zamanda
existansiyel, özel imajiner bir dünyada da yaşıyor”.[83]
Modern öncesi toplumlarda sosyal ve siyasal kurumlarla
beraber insan yaşamının tüm alanlarını etkileyen kutsallık ve dini düşünce
çağdaş toplumlarda hissedilemez hale gelmiştir. Fakat her şeye rağmen din
olgusu özel yaşamlarda, bütün bu yok etme girişimlerine direnen öznel bir tortu
biçiminde yaşamaktadır.
İnsanlık durumunun bir unsuru olarak gördüğü
dini boyutun anlaşılması için, Eliade dinler tarihçisinden elindeki
kültürel-dini malzemeyi inceleyip içinde sakladığı anlamı ortaya çıkarmasını
ister. Böylelikle daha önce ifade edildiği gibi insan düşüncesinin -özellikle
Batı kültüründe- içine düştüğü bu dar ve sınırlayıcı çıkmazdan Dinler Tarihi
çalışmalarıyla açığa vurulan insani durumların yorumlarıyla kurtulabileceğini
iddia eder. Dinler tarihçisinin çalışma konusu olan dindar insanın sembollerde,
mitolojilerde ve tabiat üstü varlıklarda ifade edilen dini tecrübesi, yani
kutsalın dışa vurumu, (Eliade’ye göre her dini fenomen bir kutsalın açığa
çıkmasıdır,[84]) - Eliade’nin kendi terminolojisiyle ifade edecek olursak-
hiyerofaniler özel ve özenli bir yoruma ihtiyaç duymaktadır. Daha önce de
belirttiğimiz gibi Eliade bu görevi Dinler tarihçisine hasretmiştir. Dinler
tarihçisi çalışma konusu olarak belirlediği artık kaybolmuş kültürlerden ve çok
eski topluluklardan gelen verileri inceleyip yorumlamalıdır.
İnsanlık durumunun evrensel niteliği bu “eski” malzemenin
eskimesine izin vermez. Dinler tarihçisinin bu malzemeden çıkaracağı mesajlar
ise “ ...bize sadece çoktan ölmüş bir geçmişten bahsetmezler, aynı zamanda
modern insan için de doğrudan doğruya ilgi konusu teşkil eden temel
existansiyel durumları da ortaya koyarlar.”[85]
Dini veriler tarafından ifade edilen bu varoluşsal
durumları anlamaya çalışmak insanın daha derin bir bilgisine ulaşmamıza yardım
edecektir.[86] Eliade bu amaçların elde edilmesinde çok yararının
olacağını düşündüğü yorum çabasına -hermenötik- üstün bir yer verir, fakat bu
konunun Dinler Tarihinin en az gelişmiş yönü olduğundan şikayet eder. [87]
Dinler tarihçisi tarihi bir araştırma ile düzenlenmiş,
fenomenolojik inceleme ile doğru bir biçimde yorumlanmış olan belgelerden yola
çıkarak mesajı açıklayabilmek ve sentezini yapabilmek amacıyla, bir
karşılaştırma çalışmasına girişmelidir. Günümüz insanı tarafından anlaşılabilme
amacı güden bu çalışma, dini olguların içerdiği mesajı çözümleme işlemidir.
Eğer morfoloji ve tipoloji, dini bir olguyu dini bir anlamda tanımlamayı
sağlıyorsa, hermenötik de dini olgulardan tarihi aşan (transhistorique)
özellikte olanlarını ayırmayı dener.[88]
Hermenötik sayesinde dini belgeler çağdaş insan için
anlaşılır kılınabilir ve böylece Dinler Tarihi gerçek anlamda kültürel işlevini
yerine getirmiş olur.
Eliade devamlı olarak dinler tarihçisi için hermenötikten
daha önemli bir şeyin olmadığını tekrarlamış ve şöyle demiştir, “Dinler
tarihçisinin nihai hedefi, özel teoloji, semboloji eşliğinde, mevcut olan dini
davranışın şemalarını veya belirli sayıda tiplerini belirtmek değil; daha çok
onların manalarını anlamaktır. Son tahlilde dinler tarihçisi hermenötikten
vazgeçemez. [89]
Eliade’nin hermenötiğe verdiği
önem bu şekilde belirtildikten sonra onun
hermenötiğini kısıtlı ölçüler içinde ifade etmeye
çalışabiliriz.
O araştırma nesnesini (dini verileri) anlamak, analiz etmek
için Dilthey ve Schleiermacher’e kadar uzanan ve Wach ile G. van der Leeuw’ün
de din bilimlerinde uyguladıkları Alman hermenötik geleneğinden gelen
kavramları uygular. Bu hermenötik anlayışta “özne” merkezdir, yani bu yorum
geleneği öznenin yorumudur, bir tarafta “onun” ifadelerinin, diğer tarafta da
bir hermenöt olarak “onun” empatisinin yorumlanmasıdır.[90] Dilthey’in
hermenötik programının temel öğretisi olan “(tarihsel araştırmada) verilen şey
her zaman hayatın anlatımlarıdır; duyular dünyasında olan şeyler her zaman bir
zihnin anlatımlarıdırlar ki bu ifadeler bizim anlamamıza yardım ederler. Bu
hermenötik modelde bilincin homojenliği empati’in (Verstehen)[91] temelidir. Diğer bir ifade ile insan doğasının homojenliği
“anlamayı” mümkün kılar. G. van der Leeuw “ilk hanedanın (Mısır) anıtları büyük
bir zorlukla anlaşılabilir, fakat bir anlatım olarak, insani bir ifade olarak
bir meslektaşımın mektubundan daha zor değillerdir” derken bu homojenliği
kastetmektedir.[92] Eliade bilincin
yapısını tasvir etmeye ve tanımlamaya çalışır, çalışma konusu da dindar insanın
zihin yapısı ve davranışları olduğu için tasvir etmeyi amaçladığı şey de
inananın zihnindeki dini yapılardır. Eliade, evrensel bir insanlık durumunu
varsaydığı için, bir başkasının deneyimini anlamak bir sorun oluşturmaz.[93] Fakat bu empati girişimi Dilthey’in uyguladığı şekilde
değildir, Eliade’nin tarzı daha farklıdır. “Eliade insanın tecrübesini kendi
zihninde yeniden yaratmaya girişmez. O daha çok, insanın yaratıp, şifrelediği
tecrübelerin görünümüne dayanan somut dini fenomenleri analiz eder, böylece bu
tecrübenin altında yatan fenomenolojik yapının yeniden yapılandırılma aracı
olarak bu olgu kullanılabilir. Eliade dindar insanın zihnine girmeyi dener.
Eliade Dinler Tarihine Giriş olarak dilimize çevrilen
eserinde görüleceği gibi açık bir şekilde yapılmış bir tiplendirmeyi esas
alarak kutsal üzerine kurulmuş olan, sembol ve mitosların dili aracılığıyla
algılanan bir hermenötik sunar. Ona göre insanlığın sayılamayacak kadar çok
miktardaki dini-tarihi olguları -sözü edilen kitapta incelenmiş olan- temel
birkaç dini tecrübenin farklı tarihi ve kültürel bağlamlarda, sonsuz bir
çeşitlilikle ifade edilmelerinden ibaret olduğunu düşünür. Tarih öncesi
çağlardan günümüze kadar insanlığın dini belgeleri aracılığıyla ifade edilmiş
varoluşsal durumları anlamaya çalışarak, dindar insanın anlayışına, zihin
yapısına varmaya çalışır.[94] Bu basit bir ilkel zihin yapısını araştırma çalışması
değildir. Dünyada iki farklı varoluş biçimi olduğunu belirterek dindar insanın
dünyada dini olarak varoluşunu ve onun dünyasını anlamaya çalışır. Eliade
dindar insanın davranışlarını inceleyerek şu sonuca ulaşır, kutsal bilincin
tarihinde bir evre değil, bilincin yapısının bir unsurudur.[95]
MİRCEA ELİADE’NİN
KUTSAL ANLAYIŞI
A) ELİADE’YE GÖRE KUTSALIN MORFOLOJİSİ
Eliade’nin düşünce sistemi bütüncül bir niteliğe sahiptir.
Eliade’deki bir kavramı layık olduğu biçimde anlayabilmek için onun
düşüncesinin ana hatlarının bilinmesi gerekir. Kutsalın tezahürlerini
kronolojik bir düzen içerisinde çözümlediği Dini İnançlar ve Düşünceler Tarihi[96] ismiyle dilimize tercüme edilen üç ciltlik kitabını
kesintisiz bir okumayla birkaç günde okunabilecek şekilde tasarlamıştır.
Böylelikle okuyucu dini fenomenlerin temel bütünlüğü ve dini ifadelerin bitmek
bilmez yeniliğini açık bir şekilde fark edebilir. Yine aynı şekilde Dinler
Tarihine Giriş isimli kitabının da arada sırada bakılacak ansiklopedik
nitelikli bir kitap olmadığını, ancak bütünleyici ve kesintisiz bir okumayla
yararlı olabileceğini söylemiştir.
Daha önce de değindiğimiz gibi onun için en sadesinden en
gelişmişlerine kadar tüm dinlerin tarihi, hiyerofanilerin, yani kutsalın
tezahürlerinin tarihidir. Etnolojik ve antropolojik malzeme üzerinde yıllar
boyunca yaptığı titiz ve detaylı incelemeler ona din düşüncesi hakkında
görüşlerini ifade etme hakkı tanımıştır.
Eliade’ye göre arkaik dinlerin tümünde onun arketip olarak
adlandırdığı bazı temel unsurlar mevcuttur. Dinin kökenini araştırarak en temel
ve sade haline ulaşma çabalarının sonuçsuz kalacağını düşünen Eliade, yine de
tarihin en eski devirlerinde yaşamış antik toplumların ve günümüzde de bu tarz
bir yaşamı sürdüren arkaik toplulukların dini yaşantılarının incelenmesiyle
bazı fikirler edinilebileceğini savunur. Dini sistemlerde tespit ettiği bu
unsurları Eliade Dinler Tarihine Giriş kitabında sınıflandırmış ve etnolojik
ayrıntılarıyla anlatmıştır. Bu arketipler göksel simgeler ve kutsallık, güneş
ve güneş tapımları, ay ve ayın gizemi, sular ve su simgeleri, kutsal taşlar,
toprak, kadın ve doğurganlık, bitkiler ve yenilenme, tarım ve bereket
tapımları, kutsal mekanlar ve merkez simgeciliği, kutsal zamanlar ve ebedi
yenilenme düşüncesidir.[97] Eliade’nin dini sistemi bu öğelerle son bulmaz. Ona için
mitoloji bugün anlaşıldığı gibi masal ve hayal ürünü değildir.[98] Mitler bizzat kutsal bir tarihi, yaşayan canlı bir tarihi
ifade etmektedirler. Yunan mitolojisinin tamamen dini duygu ve düşüncelerden
arındırılarak salt edebi bir metne indirgenmesi mitolojinin gerektiği gibi
anlaşılmasını engellemiştir. [99] Mitoloji kutsal tarihtir, ilk ataların eylemlerini ve
hayatı karşılayışlarını içerir ve bunların örnek olarak sonraki nesillere
aktarılmasını sağlar. Modern insan nasıl kendisinin Tarih tarafından
oluşturulduğu kanısında ise, arkaik toplumların insanı da kendini belli sayıda
mitsel olayın sonucu olarak görür. Şüphesiz ki mitolojinin dili yalın değildir,
sembolik ve karmaşık olabilir. Mitolojiler arasında en önemlisi ve başta geleni
doğal olarak kozmogoni mitleri yani dünyanın yaratılışı ile ilgili mitlerdir.
Zira yaşadığımız bu dünyanın bir başlangıcı olması gerekir. Kozmogoni mitleri
köken mitleri ile de alakalıdır. Bir bitkinin yetiştirilebilmesi için onun ilk
olarak nasıl ortaya çıktığı ile ilgili kutsal bilgi bilinmelidir. “Mitleri
bilmek demek, nesnelerin kökenindeki sırrı öğrenmek demektir.”[100] Eliade’ye göre mitlerin yapısı ve işlevini çok kısa bir
şekilde özetlemek istersek şunları söyleyebiliriz: Mit, doğa üstü varlıkların
eylemlerinin öyküsünü oluşturur. Bu öykü kesinlikle gerçek (çünkü gerçeklerle
ilgilidir) ve kutsal olarak kabul edilir. Mit her zaman bir “yaratılışla”
ilgilidir, bir şeyin nasıl yaşama geçtiğini, ya da bir davranışın, bir kurumun,
bir çalışma biçiminin nasıl yaratılmış olduğunu anlatır. Bu özelliğinden dolayı
da mitler insana özgü her anlamlı eylemin örnek tiplerini oluştururlar.[101] İnsan miti bilmekle nesnelerin “kökenini” de bilir, bu
nedenle de nesnelere egemen olmayı ve onları istediği gibi yönlendirip
kullanmayı başarabilir. Burada “dıştan”, “soyut” bir bilgi değil de (mitin ya
tören havası içinde anlatılması ya da kanıtını oluşturduğu ritüelin
gerçekleştirilmesiyle) rit biçiminde “yaşanan” bir bilgi söz konusudur. İnsan
bir şekilde yeniden anımsatılan ve yeniden gerçekleşme aşamasına getirilen
olayların kutsal, coşku verici gücünün etkisine girmek anlamında miti “yaşar”. [102] Mit, insan uygarlığının temel bir öğesidir, boş bir
olaylar dizisi değildir, aksine sürekli başvurulacak olan yaşanan bir
gerçekliktir, soyut bir kuram ya da imgeler dizisi değil, ilkel dinin ve pratik
bilginin gerçek bir düzenlemesidir.[103] Mit, metafiziğin ve teolojinin ortaya koyduklarını yapay
yollardan dramatik bir biçimde ifade eder.[104]
Mitin içerdiği sembolik dil ve dini semboller de Eliade’nin
ağırlıklı olarak ilgilendiği konulardan biri olmuştur. Eliade, dindar insanın
davranışlarının yapılarını belirlemeye ve bu yapılara temel oluşturan
sembolleri çözümlemeye çalışmıştır. Eliade’ye göre sembol, bir yandan insanın
tarih ötesi dünyaya açılımını, diğer yandan aşkın olanla temasını, sürekli
olarak kutsalla dayanışma içerisinde bulunmasını sağlar.[105] Sembol bağımsız bir ilham şekli ve dünyanın bütünlüğü
üzerinde bilinçlenmeyi sağlayıcı bir dildir. Sembol hiyerofani bağlamında,
dindar insana kutsal boyutların bilgi ve bilincini ilham eden bir varlık, ilahi
bir şekil, bir nesne bir mitos veya bir ayin olabilir.[106] Arkaik toplumların dindar insanının kutsalı yaşamsı
sembolik bir anlayış içinde gerçekleşir. Mitosların sembolizmi aracılığıyla ile
dindar insan yaşamın kaynakları ile olan ilişkisini sürdürerek, kişisel
tecrübesini manevi etkinliğe
dönüştürür. İnsan olağan, gündelik yaşantısında tanıyamadığı, ulaşamadığı bu
boyuta , bu boyutun ortaya çıkmasına sembol aracılığıyla tanık olur. İleride
değineceğimiz kutsal mekan deneyiminin merkez simgeciliği ile olan bağıntısı
ile ilgili bir örnek verirsek, dindar insan varlık ve gerçekliğe ulaşmak, ilahi
güçlerle iletişim sağlamak için merkezde yer aldığına inandığı kutsal mekanda
olmak istemiştir. Yine insan başlangıçların ilksel efsanevi büyüsel zaman
simgeciliği ile ataların yaşadığı zamana (ab origine, ab initio), her şeyin
mükemmel olduğu o anlara dönmek ve onları yaşayabilmek için tarihsel dindışı
zamanı yok sayıp, ilga ederek kutsal zamana sıçramak istemiştir. Böylelikle
zamanda bir kopma meydana gelmiş, dindışı süre inkıtaya uğramış ve “o anlar”
tekerrür etmiştir.
Eliade’nin din anlayışının yapı taşlarına kısa bir şekilde
göz attıktan sonra onun kutsal anlayışını irdelemeye geçebiliriz.
Eliade için kutsal için yapılabilecek ilk tanımlama
dindışının zıddı olduğudur.[107] Kutsal kendini
daima “doğal” gerçeklerden tamamen farklı bir gerçek olarak göstermektedir. Ona
göre kullandığımız dil, kutsalı ancak çok yüzeysel ve kaba bir biçimde ifade
edebilir. Kutsal, güce ve bunun sonucunda, gerçekliğe tekabül etmektedir.
Kutsal, gerçek varlık ve güce sahip, ebedi ve etkin bir niteliğe sahiptir.
Dindar insan, varolmayı, izafiyet ve fanilikten kurtularak gerçeğe katılmayı
derin bir şekilde istemektedir. Onun kutsalla olan sıkı münasebetinin temelinde
bu düşünce yatmaktadır. Kutsalın önemini bu şekilde ön plana çıkararak
anlatmaya çalışmak abartılı bir tavır olarak görülmemelidir. Kutsallıkla
kuşatılmış bir yaşam ve dünya anlayışı alışılmadık bir durum değildir. Hatta
Eliade’nin dediği gibi aslında dünyanın bütünüyle dindışı olarak algılanması ya
da tamamıyla kutsallıktan arındırılmış bir evren inancı insan zihninin oldukça
yeni keşiflerinden biridir. Eliade modern insanın kutsallıktan arındırılmış bir
evrende yaşama isteğini tespit edip değerlendirirken, bunun din dışı bir
varoluşa düşüş olduğunu ifade etmekte tereddüt etmemiştir. Hıristiyan düşüncesi
açısından bakıldığında dindışılık insanın yeni düşüşüne denktir, diğer bir
deyişle dindışılık insan dini bilinci yaşama kapasitesini kaybetmiş ve böylece
onu anlama yeteneğini de yitirmiştir.[108] İkinci düşüşten sonra dini duyarlılık öncekinden daha da
uzağa, bilinçdışının derinliklerine gömülmüş, yani çağdaş insan tarafından
unutulmuştur. İnsan tarihi bir varlık olmuş, kendini tarih içinde belirlemiş,
sadece tarih içinde varolmaya karar vermiş ve kutsal gerçekliği terk ederek onu
unutmuş, tamamen dindışı bir varlık olmuştur. Kendisini tarihe mahkum ederek
dindışı bir varoluş yaratmıştır.[109] Diğer bir deyişle modern insan, kendisi için insanlık durumu
dışında herhangi bir modeli kabul etmemektedir.[110] Modern-dindışı insanların genel yaşam deneyimi
kutsallıktan arındırma üzerine kurulmuştur. Bu nedenle de genel olarak dini
duygudan yoksun, kutsallıktan arınmış bir dünyada yaşayan veya yaşamaya çalışan
modern insanlar olarak bizler de dindar insanın mümkün olduğunca uzun bir süre
kutsal bir evrenin içinde kalmak için gösterdiği çabayı ve kutsala olan
tutkusunu anlamakta güçlük çekmekteyiz.[111] Modern insanın anlayışı ve bilinci açısından bakıldığında
zaman tekdüzedir, mekan homojen ve olağan, nesneler ise değer açısından
nötrdürler. Dünya üzerinde yer alan bütün mekanlar, konumlar çağdaş insan için
ancak doğal özellikleri jeolojik, coğrafi, iklimsel olarak farklılıklar
gösteren doğal varlıklardır. Çağdaş insanın mekan deneyimi hiçbir anlam ve
değerle yüklü değildir. Zaman dediğimiz şey de tarihsel ana indirgenmiştir.
Tarih modern insan için bir kez varolup biten, bir daha tekrarlanmayan. geri
dönüşü olmayan bir şekilde doğrusal bir yönde ilerlemektedir. Fakat dindar
insan için bütün bu sayılanlar bir şekilde bir anlam ve değerle yüklüdür, asla
tekdüze ve aynı değere sahip değildir. Çağdaş insan dindar insanın hiyerofani
olarak algıladığı şeylerde yalnızca doğal nesneler görmeye meyillidir.[112] Modern insanın bakış açısından bakıldığında normal organik
süreçler olarak görülen en basitinden fizyolojik eylemler bile dindar insan
için hiçbir zaman sadece fizyolojik olgular olmayıp ya kutsaldır, ya da
kutsallaştırılabilir bir niteliğe sahiptir.[113] Aslında inanan
insan için kainatın bütünü kutsaldır veya kutsallığı açığa çıkartma
potansiyeline sahiptir. Bunun tersine modern insan geleneksel topluluklara
mensup olan insanlarla kıyaslandığında oldukça yeni bir özellik kazanmıştır.
İnsan artık kendini yüzde yüz tarihsel bir varlık olarak görmeye başlamıştır.
Tarih içerisinde kendi olmaya ve kendini gerçekleştirmeye karar vermiştir. Daha
da önemlisi o, artık kendini gerçekleştirebilmeyi ancak kutsallıktan
arındırılmış bir evrende yaşayarak mümkün görmektedir.[114]
Eliade kutsalın kavramsal çerçevesini çizmenin
güçlüklerinden bahseder. Fakat bu güçlüklerden önce uygulamaya yönelik
güçlüklerin de mevcut olduğunu söyler. Ona göre dini olguların nerelerde
aranması gerektiğine karar vermek ve kökene en yakın, saf nitelikte olanları
ayırt etmek, dini olgunun tanımını yapmaya çalışmaktan önce çözülmesi gerekli
olan sorunlardır. Kutsal araştırmasının sahası dindar insanın dini yaşantısı ve
tecrübesidir. Bu yaşantıyla ilgili olan her şey bu araştırmanın da alanını
teşkil eder. Kutsal kitaplar, ayinler, ritüeller, mitler, mimari yapılar,
anıtlar, kitabeler, tapınaklar, objeler bu alanın çalışma nesneleridir. Eliade
bu konuyla ilgili bilgi ve belge toplamanın güçlüklerinden bahsederek, kutsalın
değişken morfolojisini ve tarihsel oluşumunu ortaya koyabilmek için
karşılaştırmalı dinler çalışmasının yapılması gerektiğini ifade etmiştir. Bir
dini bile bütünüyle incelemenin bir ömür sürebileceğini iddia eden Eliade için,
bütün dinleri karşılaştırarak çalışma isteğinin umutsuz bir girişim olduğunu
ifade eder. Bu nedenle de tarihte kaydedilen ya da etnoloji aracılığıyla gün
ışığına çıkarılan dinlerin bazıları ve bu dinlerin de bazı yönleri ve
evrelerinin seçilmesi gerektiğini iddia etmiştir. Eliade son derece geniş ve
hiçbir kurala uymayan bu kaynakça içinde konuyu belirleme etkisi olan seçimin
de bütüncül bir niteliğe sahip olması gerektiğini söylemiştir.[115] Seçilen konu araştırmanın gidişatını etkileyip,
yönlendirebileceği için, sistemi bütünüyle görebilmeyi sağlayabilecek bir seçim
yapmak gereklidir.
Dini fenomeni anlamak için kutsalın bir durumunu ve
tarihten her hangi bir anı ortaya koyan her bir belge değerlidir. Eliade din
çalışmasının somut dayanağını teşkil eden tarihe özel bir önem atfetmiştir.
Daha önce de vurgulandığı gibi tarih içinde “saf” olarak bulunan dini bir
fenomen mevcut değildir. Başka bir deyişle, her bir dini belge ya da dini
fenomen aynı zaman da tarihidir. Kutsal her zaman belli bir tarihsel dönem
içinde ortaya çıkmıştır. En bireysel ve en aşkın mistik deneyimler bile
tarihsel koşulların etkisi altındadır. Fakat Eliade bu tarihiliğin hiçbir zaman
yinelenmeyen, tek ve eşsiz bir tarihsel deneyim oluşturduğu anlamına gelmemesi
gerektiğini söyler.[116] Eliade’nin her zaman ifade ettiği büyük dini formlar
burada da kendini göstermektedir: Her ne kadar tarih ve kültürle kuşatılmış
olsalar da büyük deneyimler içerikleriyle oldukları kadar ifade biçimleriyle de
birbirlerine benzerler.[117]
Eliade’ye göre dinler tarihçisi modern uygarlığın dışına
çıkıp insanlığımızın bir parçası olan arkaik insanın dünyasına girmelidir.
Arkaik insanlar tarihöncesi çağlarda yaşamış olan veya günümüzde doğal dünyanın
günlük bir rutin halinde hüküm sürdüğü yerlerde kabileler halinde yaşayan
topluluklardır. Eliade, bir çok kez ifade ettiği somut olayın değerinin
tartışılmazlığı ilkesini göz önüne alarak değerlendirmelerini etnolojik,
antropolojik verilere dayanarak yapmıştır.
Eliade, kutsalın bilincin tarihinde bir evre değil, insanın
bilincinin yapısının bir unsuru olduğunu söyler.[118] Kutsal, kutsallık algısı, insanlık sürecinde geçilen bir
aşama değildir. İnsan zihni bu unsurları geride bırakmış değildir. Kutsal,
bizzat insan bilincinde içkin bir unsur, bir yapıtaşıdır. İnsanlık durumunun
devamlı bir özelliğidir. Eliade’ye göre anlamlı bir dünya, kutsalın tezahürü
olarak adlandırılabilecek diyalektik bir sürecin sonucudur. Gerçek ve anlamlı
bir dünya bilinci sıkı sıkıya kutsalın keşfine bağlıdır. Kutsalın tecrübe
ederek insan aklı gerçek, güçlü, zengin, anlamlı olanla, bunlardan yoksun
olanın arasındaki farkı kavramıştır.[119] Özellikle arkaik kültürlerde yaşamış insanların gözüyle
bakıldığında -aslında bir bakıma şimdi de öyledir- yeryüzü meçhul, uçsuz
bucaksız, korkunç ve karmaşık görünmektedir. Böyle bir dünyada kutsalın
tecrübesi varlık, anlam ve gerçekliği ortaya koyarak insana hem güven vermiş
hem de onu anlam bunalımından kurtarmıştır. Eliade kutsalın tecrübesinin
getirileri ile ilgili olarak daha ileri gitmiş ve kutsalın sistematik düşünceye
yol açtığını da ifade etmiştir.[120]
Eliade dünyada iki faklı varoluş tarzı olduğunu ifade eder;
bunlar, kutsal varoluş ve dindışı varoluştur.[121] Kutsal varoluşun bilincine vararak yaşayan da dindar
insandır. Dindar insanın davranışları kutsalın tezahür edişi etrafında
düzenlenir. İnsan kutsalın bilincine varır, çünkü kutsal kendini dindışı olan
şeylerden tamamen farklı bir şekilde gösterir. Eliade, kutsalın ortaya
çıkışında her zaman aynı gizemli arka planın söz konusu olduğunu söyler. Bu
gizemli süreç, “tamamen farklı” bir şeyin, bizim dünyamıza ait olmayan bir
gerçeğin, “doğal”, “dindışı” dünyamızın ayrılmaz bir parçası olan nesneler
içinde açığa çıkmasıdır.[122] Kutsal, doğal
dünyamızdan tamamıyla farklı bir niteliğe sahip olmakla beraber yine mutlak
halinde, saf ve arı bir durumda ortaya çıkmamaktadır. O bizim normal, olağan,
dindışı dünyamızın içinde belirmektedir. Kutsalın içinde tecelli ettiği nesne
-bu bir ağaç, taş, kaya, insan olabilir- dış görünüş açısından herhangi bir
değişikliğe uğramaz, fakat ona şahit olan kimse için bu nesne doğaüstü bir
gerçekle temas ettiğinden dolayı bir değişim geçirir ve başkalaşır. Dindar
insanın davranışının ve dini tecrübesinin temel anlamı da budur. Dinler Tarihi
araştırmacısı için kutsalın tezahür etmesine aracılık eden şeylerin niteliği ön
planda değildir. Hiyerofanilerin gerçek dünyadan bir nesne ya da kozmik
enginlikten bir nesne, tanrısal bir figür, bir simge, bir ahlak kuralı hatta
bir düşünce olmasının hiçbir önemi yoktur. Kutsalın tezahüründe mevcut olan
diyalektiğin esası aynıdır: kutsal kendisinden başka bir şey aracılığıyla
ortaya konulur; nesneler, mitler ya da simgeler aracılığıyla tezahür edebilir;
ama kendisini asla bütünüyle, olduğu gibi, doğrudan ortaya koymaz.[123] Hiyerofaniler yoğun olarak mitoslarda kendilerini
gösterirler. Bu nedenle Eliade mitoslara gerçek öyküler olarak bakmış ve özel
bir önem atfetmiştir.[124]
Eliade’ye göre bir tecrübe, insanı kendi dünya hayatının
veya tarihsel akışın dışına attığında, niteliksel açıdan farklı bir evrene,
aşkın ve esenlik dolu bir dünyaya taşıdığında dini tecrübe olarak adlandırılır.
Buna örnek olarak yoga verilebilir. Yoga, dini bir değere sahiptir, çünkü yoga
yapan kişiyi -yogi- , “normal” ve “dünyevi” olana, “doğal eğilimlere” karşı
direnç göstermesini sağlamaktadır. İnsan kutsalın keşfi ve dini deneyimle dünya
üzerindeki “doğal” ve “insani” durumunu aşmaya çabalar.[125] Din, insanı, olağan, izafi, tarihsel, fani dünyanın
ötesine taşıyarak onun anlam arayışına bir yanıt olmaktadır. Eliade insanları
dindar insan ve dindışı insan olarak ikiye ayırırken, dindar olmayan insanın
aşkın olanı reddettiğini ve gerçeğin mutlak değil göreceli olduğunu kabul
ederek varoluşunun anlamından şüphe duyduğunu iddia etmiştir. Bu bağlamda
modern insan kutsalı dışlayan insandır[126]. Dini deneyimi yaşayan dindar insan ise, kendisine
görünen, başka yerden gelen bir şeyin varlığına inanmaktadır. Bu aşkın
gerçekliğe kendini adayan, insan dünyada özgül bir varoluş biçimini üstlenerek
yaşamaktadır.
Eliade daima somut olayın değerini vurgulamış ve
araştırmasını antropolojik ve etnolojik verilere dayanarak yapmıştır. Arkaik
insanın dini dünyasını kutsalın en yoğun şekilde ortaya çıktığı alan olarak
gören Eliade bunu kendi incelemesine kaynak olarak belirlemiştir. Bu toplumlar
üzerine yaptığı incelemelerde gerçekliğin bir güç, etkenlik ve süre olarak
tezahür ettiğini ifade eder. Eliade’ye göre kutsal gerçeklik ilkel insanın din
anlayışının merkezini oluşturmuştur. Dindar insan için kutsal gerçeğin ta
kendisidir. Kutsal, aynı zamanda gücü ve varlığı da ifade etmektedir.[127] Dolayısıyla dindar insan için asıl gerçeklik kutsal
olandır; çünkü yalnızca kutsal olan mutlaktır, etkindir.[128] Dindar insan, kutsala yakın olabildiğince, kutsal
sözcükleri tekrarlayıp o ilk ana dönebildiği oranda kutsala yani gerçeğe yakın
olmaktadır. Dindar insanın etrafındaki nesneleri, zamanı, yerleri, hatta evreni
kutsallaştırma faaliyeti, onun gerçeklik takıntısını ve varlık arayışını ortaya
çıkarmaktadır. [129]
İlkel insan, kendisini ancak içerik ve anlamdan yoksun olan
her şeyden, değişimden, izafiyetten, geçicilikten, “kutsal olmayandan”,
hiçlikten kurtararak gerçekliğe yaklaşır, hatta tabiri caizse kendini, Varlığa
ve dolayısıyla gerçekliğe dahil eder.[130] Kutsala yakın yaşamayı arzulayarak dindar insan, fiili
olarak objektif gerçeklik içinde yer alıp tamamen öznel deneyimlerin nihayetsiz
göreliliği içinde felç olmaktan kurtulmaktadır. O bir hayal içinde değil de,
hakiki ve etkin bir dünyada yaşamak istemektedir.[131] Onun bakış açısına göre de kutsallık ona tüm bu
istediklerini vermektedir.
Eliade’nin kutsal anlayışının temeli kutsal
ve dindışı insani fenomenler olmasıdır. Bu da insanın varoluşsal seçiminin bir
sonucudur.
B) KUTSALIN
TEZAHÜRÜ VE ÇEŞİTLERİ
Eliade, kutsalın ortaya
çıkışını ifade etmek için hiyerofani terimini önermiştir.
Kutsalın tarih içerisindeki tezahürüne hiyerofani adını
veren Eliade’ye göre kutsalın analizi öncelikle hiyerofaninin tespitini
gerektirmektedir.[132] Hiyerofani, Grekçe hiero (kutsal) ve phanein,
(göstermek)ten türetilmiştir.[133] Terim daha fazla bir ayrıntı içermemektedir, yalnızca
etimolojik içeriğinde varolanı ifade etmektedir.[134] Dolayısıyla herhangi bir ayrım gözetmeden tarih boyunca
herhangi bir nesnede ortaya çıkan her kutsala işaret eder. Kutsal ister bir
taşta veya ağaçta ya da bir insanda tezahür ederek görünsün, hiyerofani her
zaman aynı eylemi; doğal dünyamızdan tamamen farklı, fakat orada bulunan doğal
bir nesnede apaçık ve belirgin olan bir gerçekliğin yani kutsalın ortaya
çıkışını ifade eder.[135] Daha önce de değindiğimiz gibi Eliade için en
ilkellerinden en gelişkinlerine kadar tüm dinlerin tarihi, kutsal gerçeklerin
açığa çıkmaları aracılığıyla kutsalın tezahürlerinin yani hiyerofanilerin
birikimidir.[136]
Hiyerofaniler, dini davranışın çevresinde düzenlendiği
olgulardır. Dindar adamın eylemleri ve düşünceleri kutsal merkezli olup
kutsalın açığa çıkışına göre belirlenmiştir. Diğer tüm insani fenomenler gibi
hiyerofaniler de insanın tabi olduğu şeylerle, yani tarih ve kültürle
koşullanmışlardır. Hiyerofaniler aynı zamanda tarihsel belgelerdir. Çünkü
kutsal, doğal olarak belli bir tarihsel dönem içinde ve belli bir coğrafyada
kendini gösterir. Böylelikle insanlar onu algılayabilirler, ona şahit
olabilirler. Fakat bu tarihsellik her dini deneyimin ve hiyerofaninin belli bir
zaman diliminde bir defaya mahsus olarak gerçekleştiği ve bir daha asla meydana
gelmeyeceği anlamına gelmez. Eliade’nin her zaman söylediği gibi - ki bu en çok
eleştirildiği hususlardan biridir- evrensel, temel dini formlar mevcuttur.
Hiyerofanilerin yer almış olduğu dini semboller kesin bir şekilde tarihin
parçalarıdırlar, ama onlar, evrensel rolleri ile tarihi aşarlar.[137] Bu formları Eliade Dinler Tarihine Giriş’te ayrıntılı
olarak incelemiştir. Bir hiyerofaninin her zaman belirli tarihi durumlarda
ortaya çıkması, onun tüm dinleri birleştiren birleştirici yönüne hiçbir biçimde
zarar vermez.[138] Eliade antropolojik ve sosyolojik araştırmaları inceleyip
değerlendirerek, tarihsel bir çıkmaza saplanıp kalmış olan bazı hiyerofaniler
yanında, içinden çıktığı kültürel konumu aşarak evrenselleşmiş hiyerofaniler
olduğunu söyler. Hiyerofaniler bu anlamda iki çeşittirler. Yerel ve dolayısıyla
tarihsel ölçekte kalmış ve kendi ortamından dışarı çıkamamış hiyerofanilerin
yanında, çok yönlü ve evrensel özelliklere sahip olarak ortaya çıktıkları ya da
sonradan bu özellikleri kazandıkları için yayılan hiyerofaniler mevcuttur.
Hiyerofaniler kutsalı açığa çıkarmakta ve onun modalitesini
yani kipliğini, tarzını, şeklini, ne olduğunu ortaya koymaktadırlar. Kutsalın
yapısını anlayabilmek için dini-tarihi her belge -ayin, mit, kozmogoni ya da Tanrı-
bir hiyerofani olarak yani inananların zihninde kutsalın bir tezahürü, bir
ifadesi olarak kabul edilmelidir.[139]
Eliade konuyla ilgili yöntemsel güçlüklere değinirken, bir
insanın hissettiği, karşılaştığı ya da sevdiği her şeyin bir hiyerofani
olabileceğinin kesin olduğunu söyler.[140] Zaten inanan insan için evrenin bütünü kutsal olma
potansiyeline sahiptir. Eliade iddiasını daha da ileri götürerek tarihte bir
şekilde kutsallık kazanmamış önemli hiçbir hayvanın ya da bitki türünün
olmadığını düşünmenin bir sakıncası yoktur demektedir. Tüm meslekler, sanatlar,
endüstriler ve teknikler; hatta listeyi genişletirsek, günlük alışkanlıklar,
çeşitli işler (avcılık, balıkçılık, tarım) tüm fiziksel etkinlikler ve dilin
belli başlı sözcükleri dinsel bir kökene sahiptir ya da tapımla ilgili değerler
kazanmışlardır. Fakat Eliade tüm insanların bütün bu evrelerden geçtiğini, her
grubun dönem dönem bu hiyerofanileri yaşadığını iddia etmenin doğru olmadığını
ifade etmekle beraber, her insan grubunun belli sayıda nesneyi, hayvanı,
bitkiyi, hareketi, hiyerofaniye dönüştürdüğünü söylemiştir.[141] Eliade, araştırmasını ilkel topluluklar üzerinde yaptığı
ve malzeme olarak soyut argümanlardan ve çıkarsamalardan çok,
antropolojik ve sosyolojik verileri kullandığından, kutsalı
da paradoksal bir biçimde hem apriori olarak düşünmüştür; yani kutsal bilincin
tarihinde bir evre değildir, bilincin bir unsurudur, şeklinde hem de temeli
somut olgularda mevcut olan ve özellikle doğal süreçlerle kategorize edilmiş
bir kutsallıktan bahseder. Kutsalı gök, su, taşlar, ay ve güneş, kutsallıkları
olarak sınıflandırır. Kutsalı daha yalın ve daha sade halini bulma çabamız da
bizi doğal olarak özellikle arkaik insanların hayatlarında yer almış ve büyük
önemi haiz her nesneye götürür. İnsanoğlu umarsızca korktuğu, muhtaç olduğu,
müşahede ettiği, etkilendiği, değer verdiği her şeyi kutsallaştırma eğiliminde
olmuştur. Ne olursa olsun dindar adam için her şey kutsallık kazanabilir. Her
şeyin hiyerofani olabilme ihtimali tabii ki bazı şeylerin seçilmesiyle
sınırlandırılmıştır. Bir taş ya da ağaç kutsalı açığa çıkaran hiyerofani olarak
kabul edildiğinde bu bahsedilen şeylerin hepsi aynı özelliğe sahip olmaz. Belli
bazı özelliklere sahip olan bir taş ya da ağaç kutsallaştırıldığında burada söz
konusu olan şey bir ağaç ya da taş tapımı değildir. Bunlara artık sıradan bir
nesne olmadıkları, bir “nesne” olarak normal varoluş koşullarını taşımadıkları,
başka bir şeye dönüştükleri, birer hiyerofani oldukları ölçüde tapınılmaktadır.
Kutsalın açığa çıkışında doğal ve normal bir çevre içinde, olağan ve sıradan
bir nesnede, bütünüyle farklı ve değişik bir şey zuhur etmektedir.
Hiyerofaninin diyalektiği böylece az veya çok net bir seçim, bir soyutlama
gerektirmektedir. Bir nesne kendisinden farklı bir şey olduğu, yani farklı bir
şeyi ifade ettiği için kutsaldır.[142] Kutsallık kazanan nesne ötekilerden ayrılmalıdır, çünkü bu
nesne, kutsal olmayan herhangi bir nesne olmayı bıraktığı anda bir hiyerofani
olmuştur, kutsalı açığa çıkarmıştır ve yeni bir boyut kazanmış, kutsallık
boyutuna geçmiştir. Kutsallaştırmada mevcut olan seçimde Eliade, tuhaf, tek,
yeni, eşsiz ya da korkunç olan her şeyin büyüsel-dinsel güçlerin toplanması
için mükemmel bir zemin oluşturduğunu söyler. Kutsal hem direnç gösterilemez
ölçüde çekici ve güzel aynı zamanda da dehşete düşürecek ölçüde korkunç
olabilir. Eliade’nin bu açıklamasında da onun din araştırmalarında sıklıkla
kullandığı temel kavramlardan biri olan zıtların uyumu (coincidentia
oppositorum) vardır. Mükemmellik de kutsalın tezahür etmesi için uygun
niteliklerden biridir. Uygar toplumlarda bile bir dahiye ya da ermişe karşı
duyulan korkunun temelinde mükemmelliğin kutsal veya büyüsel değeri vardır.
Mükemmellik asla bu dünyaya ait bir nitelik değildir, dünyada değildir, öteki
taraftan gelmektedir.[143]
Kutsalın her şeyde tezahür edebilme potansiyeline sahip
olduğuna değinmiştik. O, her biçimde hatta en garip biçimlerde bile kendini
ortaya koyar. Eliade’ye göre paradoksal ve dolayısıyla anlaşılmaz olan husus,
kutsalın taşlarda ya da ağaçlarda tecelli etmesi olgusu değil, kendisinin
tecelli etmesi ve sonuç olarak kendini sınırlaması ve göreceli bir nitelik
kazanmasıdır.[144] Kutsal kendi içinde mutlak, belirlenmemiş ve sınırsız
olduğu halde; bir hiyerofani içinde iken belirlenmiş ve sınırlanmıştır.
Kutsalın gizemi, tezahür etme biçiminde ve tezahür edişinde ortaya çıkar. Bu
süreçte kutsal kendini görünür kılmak suretiyle sınırlamakta ve kendiliğinden
tarihe mal olmaktadır. .
Kutsalın açığa çıktığı nesne, kendi doğal
fiziksel özellikleri nedeniyle değil, kendilerinden farklı bir şeyi ifşa
ettikleri için kutsal sayılırlar. Kutsalın tecellisi durumunda, kutsala konu
olarak seçilmiş olan nesne, başkası olmakta ve kendini çevreleyen diğer
şeylerden ayrılmaktadır. Bu anlamda nesne, kendisi olmaya son vermektedir.
Kutsallık boyutu kazandığı andan itibaren, profan, dolaysız ve görünür
kimliğinden farklı bir duruma gelmektedir.[145] Tabi bütün bu bahsettiğimiz olaylar inanan insanın bakış
açısında ve zihinsel dünyasında gerçekleşmektedir. Gökyüzünün dindar insan için
anlamı ile kutsallıktan tamamiyle arındırılmış bir bakış açısına sahip olan bir
zihin için ifade ettikleri derin farklılıklar gösterir. Gökyüzü onun için aşkın
anlamda değil ama, üç millik bir yüksekliğe sahip olan yerküreyi saran
atmosferik gazlardan oluşan bir katman, doğal bir varlıktır.[146] Kutsala konu olan nesne paradoksal olarak hem kendi olmaya
devam ederek kendi doğal fiziksel özelliklerini korumakta, hem de kendisinden
ve doğal dünyamızdan bütünüyle farklı bir gerçekliği ortaya çıkararak kutsal
boyutuna girmektedir. Bu durumda kutsalın ortaya çıkmak için zorunlu olarak
dindışını gerektirmesi kutsalın tezahürünün mutlak anlamda gerçekleşmesini
engellemektedir. Kutsal, daima herhangi bir dindışı nesnenin vasıtasıyla
tezahür ederek kendi mutlak durumu sınırlandırmaktadır. Kutsal, kendisini
tamamıyla ifşa edememektedir. Bunun yanında kutsalı açığa çıkaran dindışı
çevremizde bulunan nesne de tamamıyla kutsal olmamaktadır. Profan nesne hiçbir
zaman kutsal haline gelmemektedir. Dini bir tecrübe yaşayan, bir hiyerofaniye
şahit olan dindar insan başka yerden gelen, bütünüyle farklı bir şeyi
algılamaktadır. Bu şey kutsaldır, aldığı biçim de profandır. Kutsallaşma ya da
kutsallaştırma süreci, kutsalı açığa çıkaran şey ile bunun dışında kalan diğer
şeyler arasında ‘kökten ontolojik bir ayrımı’ beraberinde getirmektedir.
Kutsalı açığa çıkaran nesne taşıdığı doğal özelliğin veya özelliklerin aşkın
olanı açığa vurması nedeniyle seçilmiştir. Aşkınlık, nesneleri, kişileri,
olguları, ilkeleri fani olma koşulundan ayıran mutlak bir durumdur. Hiyerofani
nesneleri, insanın profanı aşıp kutsalla temasa geçmesini ve ondan
yararlanmasını sağlama gücüne sahiptir.[147]
1) MEKANIN KUTSALLAŞMASI
Araştırma konumuz olan dindar insan için mekan türdeş
değildir, kopuklar, kırıklar sunmakta ve diğerlerinden niteliksel olarak farklı
mekan parçaları bulunmaktadır.[148] Eliade Kutsal ve Dindışı adlı eserine bu cümle ile
başlamıştır. Üzerinde bulunduğumuz yeryüzü ve kara parçaları homojen ve tekdüze
değildir. Bazı yerler diğerlerinden temel gerekçelerle farklıdır. Bu nedenle de
dindar insanın gözünde anlamlı ve değerlidir. Eliade’nin verdiği örneği
yinelersek eğer, Ahd-i Atik’te Tanrı Musa’ya, “Buraya yaklaşma, ayaklarından
ayakkabılarını çıkart; çünkü durduğun yer kutsal bir topraktır” der. Böylelikle
diğer yerlerden ayrı ve değişik, farklı bir değer verilmesi ve başka bir
muameleye tabi tutulması gereken yerlerin varolduğu ilan edilmektedir. Kutsal
mekan herşeyden önce diğer yerlerden ayrılmış, temayüz etmiş bir mekandır.
Kutsa mekan insanın seçim ve müdahalesi dışında bir yer olduğu için kendini
çevreleyen alandan farklıdır.[149] Eliade dindar insanın kutsal mekan deneyinin dünyanın
yaradılışına eşdeğer, öncel bir deney olduğunu ifade eder. Burada söz konusu
olan teorik bir spekülasyon değil, bu dünya hakkındaki her tür düşünceyi
önceleyen, başat dinsel bir deneydir.[150] Dindışı mekan, hiçbir yönün belirlenmediği, hiçbir yapının
ortaya çıkmadığı, varlık dışı bir yerdir. Bu dünyanın üzerinde kurulacağı ve
ilerideki tüm yönlerin merkezi eksenini oluşturan ‘sabit nokta’yı tespit etmeye
imkan veren şey, mekanda meydana gelen kopuştur. Kutsal mekanın ortaya çıkışı
coğrafi düzlemde gerçekleşen bir kopma veya kırılmaya neden olmaktadır. Seçilen
bu kara parçası artık diğerleriyle aynı statüde değildir, onlarla aynı
özellikleri paylaşmamaktadır. Bu toprak ya da mekan artık tamamıyla başka olan
bir şeye maruz kalmış ve kutsallaşmıştır. Temelde mekanda kutsalın tezahür
etmesi dünyayı ontolojik olarak kurmaktadır. Kutsal mekanın keşfi, yani ifşası
dindar insan için varoluşsal bir değere sahiptir, çünkü türdeş ve sonsuz olan
ve hiçbir dayanak noktasının yer almadığı, hiçbir yönlendirmenin mümkün
olmadığı bir alanda, kutsalın tezahürü mutlak bir ‘sabit nokta’yı , bir
‘merkez’i ifşa etmektedir. Bir dayanak noktası, bir yönelim, bir sabit nokta
olmadan hiç bir şey başlayamaz ve yapılamaz. Bu nedenle dindar insan “dünyanın
merkezine” yerleşmeye çaba sarf etmiştir. Fakat dünyada yaşayabilmek için onu
kurmak gereklidir ve hiçbir dünya aynılığın “kaosu”u ve dindışı mekanın
göreliliği içinde doğamaz. Bu nedenle sabit noktanın keşfi dünyanın
yaratılışına eşdeğerdir.[151]
Arkaik toplumların genel özelliklerinden biri,
yerleştikleri alanı düzenli, tehlikelerden korunmuş, güvenli olarak görüp ,
burayı çevreleyen geriye kalan mekanı kaotik, tehlikeli, şekilsiz, kaygı verici
derecede yabancı olarak görmesidir.[152] Bu bilinmez mekan hayaletler, şeytanlar, yabancıların
iskan ettiği bir yerdir. Bu yerler kaosun akışkan ve şekilsiz, belirsiz
özelliklerini paylaşmaktadırlar. Yerleşilmiş olan ve güvenli sayılan meskun
alanlar da daha önce bir şekilde kutsallaştırılmış ya da ilahi güçlerin bir
eseri oldukları için ya da onların dünyasıyla temasta bulunduklarından dolayı
bu niteliği kazanmışlardır. Eliade Vedik literatürden bir örnek vererek bu
iddiasını pekiştirmiştir : bir toprak parçasına yerleşmek ve onu sahiplenmek
için orada Agni’ye ithaf edilen bir ateş mihrabı dikilmelidir. Bu mihrabın
inşası ile Agni orada var kılınmış ve tanrılar dünyası ile iletişim
sağlanmıştır ve buraya yerleşim yasallaşmıştır.[153] Fakat Eliade bu olgunun daha karmaşık bir yapısı olduğunu
ifade etmiştir. Agni adına bir mihrap dikilmesi aslında yaradılışın mikrokozmos
ölçeğinde tekrarından başka bir şey değildir, alçının yumuşatıldığı su ilksel
suyla özdeş tutulmuştur; mihrabın kaidesini oluşturan alçı toprağı
simgelemektedir; yan cidarlar ise atmosferi temsil etmektedirler. İnşanın
ardından hangi kozmik bölgenin yaratıldığını anlaşılır bir şekilde ilan eden
dörtlükler gelmektedir.[154]
Sonuç olarak bir toprak parçasına yerleşmeyi ve onu
sahiplenmeyi geçerli ve mümkün kılan ateş mihrabının inşa edilmesi o dönemin
insanının düşüncesinde evrenin yaratılmasıyla aynı görülmüştür. İnsan bir
yerleşim yerine girerek ve orayı kendisi için bir mesken haline getirerek, onu
evrenin yaratılışının ayinsel bir tekrarıyla, simgesel olarak kozmosa
dönüştürmektedir. Bir toprak parçası, ancak onun yeniden yaratılmasıyla, yani
kutsallaştırılmasıyla “bize ait” hale gelmektedir.[155] İnsanoğlu yaşamak ve ikamet etmek için bir mekan
belirlerken ve burada yaşamını sürdürecek evler inşa ederken başlangıçtaki
modele öykünürler, kutsal olarak kabul ettikleri tarihlerinde , adet ve
geleneklerinde gerçekleşmiş örnek olayları tekrar ederler. Bunların başında da
dünyanın yaratılışı ile ilgili kozmogonik anlatılar gelmektedir. Arkaik
topluluklara mensup dindar insan yaşayacağı mekanı seçmeyi evrenin yaratılışına
eşdeğer görmüştür. Kutsal bir mekanda kendine yaşayacak kutsal bir evren
yaratmaya çalışmıştır. Kendi küçük evrenini kutsallaştırarak kutsal ile
iletişimini kurmaya çalışmıştır.
Kutsal mekanın belirlenmesinde insanın seçimi hemen hemen
hiç rol oynamaz. Kutsal mekan insana kendini gösterir, kendini keşfettirir.
Kutsal mekanın ortaya çıkışı bu toprak parçasını diğerlerinden ayıracak bir
kutsalın tezahürünü gerektirmektedir. Eliade bu noktada Yakup’un rüyasında
gökyüzüne uzanan ve üzerinde meleklerin inip çıktığı bir merdiveni gördüğü
yeri, uyandığında “bu yer ne kadar da korku verici! Burası gerçekten de
Tanrının evi: göklerin kapısı buradadır” diyerek kutsallaştırmasını ve buraya
bir taş dikerek zeytin yağıyla onu meshederek burayı Bethel, yani “Tanrı’nın
evi”olarak adlandırmasını örnek göstermiştir.[156]
Bazı durumlarda mekanın kutsallaşması için herhangi bir
işaret yeterli olabilmektedir. Eliade XVI. yüzyılda El-Hamel şehrini kuran kişinin
geceyi geçirmek için pınarın dibinde durakladığını ve toprağa bir sopa
sapladığını nakleder. Ertesi gün yoluna devam etmek için sopayı almak
istediğinde , onun kök salarak tomurcuklandığını gören Marabut Tanrı’nın
arzusunu görmüş ve evini buraya kurmuştur.[157]
Mekanın kutsallaşmasında herhangi bir işaretin görülmediği
durumlarda bu işaret tahrik edilerek harekete geçirilmeye çalışılır. Bu konuda
araç olarak hayvanlar da
kullanılabilir. Yırtıcı bir hayvanın peşine düşülüp,
öldürüldüğü yerde bir tapınak kurulmakta ya da evcil bir hayvan serbest
bırakıldıktan birkaç gün sonra aranarak, bulunduğu yerde kurban kesilmektedir.
Ya da köyün veya tapınağın kurulacağı yeri bir hayvan belirlemektedir.[158] Bütün bu örneklerdeki ortak nokta göreliliği ve onun
getirdiği belirsizlik ve kaosu ortadan kaldırmak amacıyla mutlak bir dayanak
noktası bulmak için bir işaret aramaktır.
Kutsalın tezahür etmesiyle mekanda bir kopma ve kırılma
gerçekleşmektedir. Kutsal kabul edilen yer kendini çevreleyen yerlerden
ayrılmakta ve farklı bir karaktere bürünmektedir. Bu mekan artık homojenliğini
kaybetmiş, farklı özellikler kazanmıştır. Kutsal mekan düşüncesi mekanı
sınırlandırıp, kutsal olmayan mekanlardan tecrit eden ilk hiyerofaninin tekrarı
üzerine kurulmuştur. In illo tempore, illud tempus’da, ilksel zamanlarda olan
örnek olayların dindar insan üzerindeki zorlayıcı etkisi burada da kendini
göstermektedir. Kutsal mekanın kutsallığının en önemli payı onu ilk kez
kutsayan hiyerofanilerin sürekliliğine aittir.[159] Bir yer bir kez kutsallaştığı zaman bunun tekrarını da
temin eder. Hiyerofani eylemi dindışı mekanın bir bölümünü kutsallaştırmakla
kalmaz, buradaki kutsallığın devamlılığını da sağlar. Kutsalın genel karakteri
gereği mekan güç, varlık ve etkinlikle dolar. Böylelikle bu yer tükenmez bir
güç ve kutsallık merkezi haline gelmektedir. Farklı inanç sistemlerinde ve
farklı kültürel çevrelerdeki kutsal mekan deneylerinin ortak ayırt edici
özelliği kutsalla temasa geçmeye imkan vermesidir. Kutsal mekan, dünya ötesi
hakikatlerle iletişime olanak sağlayan, düzeydeki bir kopuş neticesinde meydana
gelmektedir.[160] Bir kere kutsallaşan bir mekanın bu özelliğini kaybetmesi
zayıf bir ihtimaldir. Kutsal yerler bir kültürden diğerine ya da bir dinden
diğer bir dine aktarılabilir. Bugün Hıristiyanlar tarafından saygı gösterilen
mekanlar, kayalar, kaynaklar ve mağaraların tarihin en eski devirlerinden beri
kutsal kabul edilmesi bu güç ve kutsallık tezahürünün etkisini göstermektedir.[161] Yukarıda da değindiğimiz gibi kutsal mekanın belirlenmesi
insanın seçimi dışında kutsalın özerk ve bağımsız özelliğine bağlıdır. “Kutsal
kendi diyalektiğinin yasalarına göre kendini dışavurur ve bu dışavurum insanın
dışında gelişir.”[162]
Eliade’ye göre arkaik toplulukların çoğunda kutsal mekanın
belirdiği yerde bir açıklık oluşmaktadır. Bu açıklık yeraltı, yeryüzü ve
gökyüzünü birleştiren ve bu üç bölge arasında bir iletişime imkan veren bir
niteliğe sahiptir. Gökyüzü ilahi güçlerin dünyasını ve yeraltı da ölüler
dünyasını, yeryüzü de insanların dünyasını ifade etmektedir. Mekanda meydana
gelen kopma üç kozmik düzey arasında bir iletişim mümkün kılmıştır. Bir çok
dini gelenekte bu iletişim evrensel bir sütun simgesiyle ifade edilmiştir. Axis
Mundi* olarak adlandırılan bu sütun hem yeryüzü ve gökyüzünü taşımakta hem de
bunları birleştirmektedir, ayrıca da kaidesi aşağı dünyaya saplanmış
durumdadır.[163] Böyle niteliklere sahip olan kozmik sütun da elbette ki
evrenin bizatihi merkezinde yer almaktadır. Axis mundi temel direk, merdiven,
dağ, ağaç, sarmaşık gibi çeşitli simgelerle kendisine atıfta bulunulan temel
bir simgedir. Dünya bu kozmik eksenin etrafında uzanmaktadır, buna bağlı olarak
eksen “ortada”, “yeryüzünün göbek çukurunda” yer almaktadır.[164] Dünyanın merkezi olarak kabul edilen aynı zamanda da
kozmik ekseni oluşturan simgelerden en çok karşılaşılanı kozmik dağ simgesidir.
Yeraltından yükselen ve zirvesi gökyüzüne değen kozmik bir dağa sahip olan bir
kültür doğal olarak yeryüzündeki en yüksek mekanın kendi iskan ettiği mekan
olduğunu iddia edecektir: Örneğin, Filistin en yüksek ülke olduğundan, tufan
esnasında sular altında kalmamıştır; ya da dünyanın en yüksek yeri Kabe’dir
çünkü “kutup yıldızı onun gökyüzünün merkezinin karşısında bulunduğuna
tanıktır”; veya en yüksek yer kozmik dağın zirvesinde bulunan Golgotha’dır. [165] Arkaik toplumlarda
yaşamış olan dindar insan mekanın tekdüze olduğu bir yerde değil kırıklar ve
kopuklar sunan, değer kazanan ve başkalaşan mekanlarda yaşamakta, en azından
bunu arzulamaktadır. Onun yaşadığı bu yer geçirdiği kırılma ve kopuştan dolayı
yer altı ve gökyüzü düzeyleri arasında bir bağlantı noktası niteliğine
bürünmüştür. Kozmik düzeyler arasındaki bu geçirgenlik dindar insan için ilahi
varlıkların dünyası ile kurmak istediği iletişime imkan vermekteydi. İnsan diğer
dünya ile, ilahi varlıkların veya atalarının dünyası ile ancak böyle bir
mekanda iletişim kurabilir. Kutsallaşmış her mekan, öteki dünyaya, aşkın olana
doğru bir açılımı temsil etmektedir.[166] Bu inançlar dindar adamın yaşadığı toprağı nasıl
algıladığını ve değerlendirdiğini gösterir. Onun dünyası kutsaldır, evrenin
merkezinde yer alır, aynı şekilde yaşadığı ülke de dünyanın tam merkezinde
bulunmaktadır; bu nedenle yüksektir, bu yargı elbette ki tersinden de
okunabilir, yüksek olduğu için kutsaldır. Dünya üzerinde gökyüzüne en yakın
olan yer onun yaşadığı mekandır. Sonuç olarak onun iskan ederek yaşanır kıldığı
toprak mutlak olarak ayrıcalıklı bir topraktır.
Üzerinde yaşanılan yerin kutsal ve dünyanın merkezinde
olduğu düşüncesi, kutsal kentlerin ve tapınakların dünyanın merkezinde yer
aldığı inancının da temelidir. Tapınaklar da kozmik dağlar gibi axis mundiyi
teşkil etmektedirler. Eliade bu konuda çarpıcı bir örnek olarak Sümerlerin
mabetleri zigguratları göstermiştir. Sümerli rahip zigguratın yedi katını yani
dünyanın yedi katını tırmanarak, Evrenin zirvesine ulaşmaktaydı.[167]
Kutsal mekan deneyimini kısaca özetlemek
gerekirse, belli bazı işaretlerin celb edilmesiyle sabit bir nokta, bir
kerteriz noktası tespit edilerek mekanda bir değişim ve başkalaşım, bir kopma
ve kırılma meydana gelmektedir. Bu mekan artık önceki doğal ve olağan
özelliklerinin ötesinde, bambaşka bir gerçekliğe sahne olmuştur. Belirsiz,
izafi ve kaotik olan yer kutsalın belirmesi ile mutlak, düzenli, güvenli bir
kozmosa dönüşmüştür. Kutsalın mekanda tezahür etmesi evrenin yaratılmasıyla
özdeş tutulmuştur. Dünya ilahi güçler tarafından yaratılmıştır. İnsan da
başlangıçlardaki tanrısal eylemi tekrarlayarak mekanını kutsallaştırarak aşkına
yani gerçeğe yakınlaşmaya ve onu elde etmeye çalışmaktadır. Dindar insan ancak
kutsal bir dünyada yaşayabilir, çünkü sadece böyle bir dünya varlığa
katılmakta, hakikatten varolmaktadır.168 İzafi, geçici, gerçeklik ve varlıktan yoksun bir yaşam ve
dünyadan, ancak kutsallaşarak kurtulmuş ve varoluşunu gerçekleştirmiştir. Onun
yaşadığı yeri çevreleyen alana karşı hissettiği dehşet, korku ve güvensizlik kaosa,
hiçliğe karşı duyulan hislere eşittir.[168] [169] Dünya kendini kutsal dünya olarak ifşa ettiği ölçüde, bir
dünya olarak, bir evren olarak kavranılmasına izin vermektedir.
2) ZAMANIN KUTSALLAŞMASI
Eliade’ye göre dindar insan için mekan gibi zaman da
homojen ve tekdüze, değildir. Zaman kırılmalara ve kopmalara maruz kalır.
Kutsal zaman fasılaların olduğu bir zamandır. Dindar insan iki türlü zaman
tanımaktadır; fasılaları, kırılmaları olan, çevrimsel, tersine dönebilir ve
telafi edilebilir niteliklere sahip olan kutsal zaman ve dini anlamlardan
yoksun eylemlerin yer aldıkları dindışı zaman.[170] Dindar olmayan insan için zaman sadece derin varoluşsal bir
boyutu ifade eder. İnsan kendini zamandan bağımsız olarak düşünemez. Zaman
insanın en temel kavramlarından biridir. Zaman insanın kendi varoluşuna
bağlıdır. Doğumu ile bir başlangıca sahip olan zaman ölümü ile de
sonlanacaktır.[171] Genel olarak İbrahimî dinlere mensup olan insanlar ve
modern çağın insanı, bir başlangıcın ve sonun olduğu
doğrusal bir zaman ve tarih anlayışına sahiptir. Dünyanın ve zamanın bir
başlangıcı vardır. Aynı şekilde bir de sonu olacaktır. Bu doğrusal düzlemde
gelişen zaman anlayışına göre olaylar sadece bir kereliğine gerçekleşir. Aynı
olayı bir kez daha aynı koşullarda yaşamak olası değildir. Zamanın tekrarı ve
telafisi mümkün değildir. Arkaik topluluklara mensup dindar insan ve Uzakdoğu
-özellikle de- Hint dinleri açısından ise zamanın bir başlangıcı ve sonu
yoktur. Dairevi bir zaman anlayışı insanların zihinlerine yerleşmiştir.
Kutsal zaman, dindışı zamandan, sürekli ve geriye
döndürülmesi mümkün olmayan ve kutsallıktan arındırılmış gündelik varoluşumuzun
içinde yer aldığı süreden niteliksel olarak farklıdır. Zamanın kutsallaşması
sürecine katılmak dindışı olarak algılanan olağan zamandan çıkmak anlamına
gelmektedir. Dindışı zamansal süre, içinde bulunduğumuz tarihsel an, kutsal bir
zamanın, tarihsel nitelik taşımayan bir sürenin müdahalesi ile durdurulabilir.
Dindışı zamanın askıya alınması ile dindar insan kutsal zamana sıçrayabilir.
Daha önce değindiğimiz gibi mekanın kutsallaşması evrenin
yeniden yaratılmasına eşdeğer bir olaydı. Kutsal mekanın keşfiyle dünya
yaşanabilir ve iskan edilebilir bir niteliğe kavuşmaktaydı. Aynı şekilde kutsal
zaman da zamanın başlangıcını, kutsal varlıkların zamanı olan büyüsel
zamanları, Eliade’nin kullandığı tabirle “in illo tempore”, yani “o zamanlar”ı
ifade eder. Dünyanın yaratılması ilahi güçler vasıtasıyla olmuştur. İlahi
varlıkların yaşadığı dini-büyüsel bir zaman vardır. Eliade’nin “ab origine”,
“başlangıçlar” olarak da isimlendirdiği bu anlar çevrimsel bir niteliğe
sahiptir. Bu zamanlar bir kez yaşanıp da bitmemiştir. Bazı eylemlerle bu anlara
geri dönülebilir ve bu zaman parçaları yeniden yaşanabilir. ‘Kutsal zaman
bizzat doğası gereği, tersine dönebilir, bulunduğu yönde, şimdi haline
getirilmiş bir ilksel efsanevi Zaman’dır.’ [172] Bu bağlamda her dini bayram, her manevi tören, belirli
günler ve geceler, hatta ayların kutsallığının temelinde, ‘başlangıçlarda’
meydana gelmiş kutsal bir olayın yeniden yaşanması ve güncelleştirilmesi yatmaktadır.
Tekrarlanan her özel zamanda bu kutsal an, başlangıçta olduğu gibi
yinelenmektedir. Üzerinden ister bir gün ister yüz yıl geçmiş olsun, bir dini
törende ya da bayramda tekrarlanan kutsal zaman başlangıçlardakinin aynısıdır.
Kutsalın açığa çıkmak için daima kutsal olmayana ihtiyaç duyduğuna daha önce
değinmiştik. Buna göre kutsal zaman da dindışı zamanın içinde belirmektedir.
Ayrıca dindar insan için dindışı zaman kutsal zamanın müdahalesi ile
durdurulabilir.[173] Dindışı zamanın durmasıyla kutsal zaman başlar, daha
doğrusu kutsal zamana geri dönülür. Dindar insan için - mistiklerde olduğu
gibi- kutsal zamanın, zaman dışı bir zaman içinde, süresi olmayan bir an içinde
cereyan ettiği söylenebilir.[174] Mitolojilerde ve dini anlatılarda sözü edilen ilk
zamanlar, başlangıçlar kutsal zamanın özünü oluşturur. Dindar insan bağlandığı
geleneğe ait dini belgelerde iletilen anlatılarda sözü edilen kutsal
varlıkların yaptıkları ilk eylemleri model olarak kabul eder. Dindar adamın
yaşantısında ilahi modellerden yoksun hiçbir eylem ya da davranış mevcut
değildir. Dolayısıyla o hayatındaki olayları ve eylemleri kutsala yakın olduğu,
kutsalı tekrar edip anımsattığı oranda anlamlı ve gerçek bulmaktadır.
Eliade’nin ifade ettiği gibi “Her türden insani eylem zamanın başlangıcında bir
tanrı, bir kahraman ya da bir ata tarafından icra edilen bir eylemi tamı tamına
tekrarladığı ölçüde geçerlilik kazanır”.[175]
Arkaik toplumlara mensup insanlar ve dindar insan için
dünya ile kozmik zaman arasında bir birlik mevcuttur. Bu durumda evren; doğa,
gelişen ve yılın son günüyle birlikte öldükten sonra, yeni yılla birlikte yeniden
doğan canlı bir varlık olarak kavranmaktadır.[176] Evren her yıl
doğmaktadır, çünkü her yeni yılda zaman ab initio başlamaktadır. Dünya yıllık
olarak yenilenmekte, yani Yaratıcının elinden çıktığında sahip olduğu kökensel
kutsallığa her yıl yeniden kavuşmaktadır. Yeni yıl evrenin yaratılışının
güncelleştirilmesidir. Evrenin yeniden yaratılması ile ilk zamanların niteliği
elde edilmeye çalışılmaktadır. Böylelikle yaratılış esnasında var olan şeyi canlandırmak
amaçlanmıştır. Eliade yeni yıl aracılığıyla gerçekleştirilmeye çalışılan
saflaştırma, eski ve yalın haline döndürme girişimlerine örnek olarak
günahların, şeytanların veya sadece bir günah keçisinin uzaklaştırılmasını
verir.[177] Buradaki amaç
sadece belli bir zaman aralığının kesintiye uğratılarak yenisinin başlatılması
değildir. Aynı zaman da geçmiş yıl ve akmış olan zaman da yok edilir.
Böylelikle saflaştırmanın yanında, bireyin ve cemaatin günah ve hatalarının da
yanması, yok edilmesi amaçlanmaktadır.[178] Dindışı zaman insanlık halini, toplumu ve evreni eskitmiş
ve yıpratmıştır. Dünyanın ilk varoluş anının saflığını yeniden kazanarak
varolabilmesi için dindışı zamanın ilga edilmesi gerekmektedir. Bunu
gerçekleştirmek için de dünya -simgesel anlamda- yok edilmelidir. Bu da
dünyanın sonunu temsil eden ayinler aracılığıyla gerçekleşmektedir. Eliade bu
konuda bazı geleneklerden örnekler vermektedir: “ateşlerin söndürülmesi,
ölülerin ruhlarının geri dönmesi gibi ayinler kozmosun kaosa geri dönüşünü yani
yaratılış öncesinin durumuna gelişini simgelemekteydi. Bir yıl boyunca varolmuş
olan dünya gerçek olarak kaybolmaktaydı. Dünyanın çevrimsel olarak kaotik bir
değişkenliğe gerilemesi, yılın tüm “günahları”, zamanın kirlettiği ve
aşındırdığı her şey terimin fizik anlamında yok edilmekteydi.”[179] Doğaldır ki bu yok ediş ve ilganın ardından yeniden doğum
ve yeniden yaratma gelmektedir. İnsan da bu yaratıma katılarak yeniden doğuşu
yaşamakta ve yeni bir varoluşa başlamaktadır. Yeni yılın gelişi ve yapılan
ayinlerle insan, dünya gibi yeniden doğmuştur. Günahlarından ve hatalarından
kurtularak daha özgür ve saf bir varoluşa başlamaktadır. Dindar insan tarihsel
bağlamda yaşadığı tarih ne olursa olsun zamanın kutsallaştırılması vasıtasıyla,
zamanın başlangıcına dönerek dünyanın yaradılışına şahit olmaktadır. Bu zaman
“in illo tempore”, “başlangıçta...” ilahi güçlerin zirveye ulaştığı varlığın
ortaya çıktığı bir zamandır. Varlık ve gerçekliğin en yüksek bir seviyede
tezahür ettiği bu anlara yakın olmak ve bu anları yeniden yaşama isteği dindar
insanın varlık ve gerçeklik aşkının bir tezahürüdür.
Dindar insan dönüşsel olarak kutsal ve tahrip edilemez bir
zamana dalma ihtiyacı duymaktadır. Dindar insan açısından, tarih dediğimiz
dindışı sürenin varlığını sağlayan, kutsal zamanın varlığıdır. Başlangıçlarda
yapılmamış bir şeyin şu an varolması mümkün değildir. Eğer şimdi bazı eylemler,
hareketler varsa bunun sebebi in illo tempore tanrısal güçler böyle yaptıkları
veya insanlara bunu öğrettikleri için vardır. Efsanevi kutsal zaman aynı
zamanda, tarihsel, varoluşsal zamanı, dindışı zamanı da ihdas etmektedir, çünkü
onun örnek modelidir. Dindar insan için gerçeklerin ve bizatihi hayatın kökeni
“dinsel”dir.[180] İşte bayramlar olarak adlandırılabilecek kutsal zamanlar,
geceler ya da günler hayatın kutsal boyutunu tam anlamıyla yeniden ortaya
çıkarırlar.
Arkaik dindar insanın köken tutkusunun temelinde ilahi
olarak tanımladığı varlıklara, zamana ve çevreye olabildiğince yakın olmak
yatmaktadır. Kutsal zaman ile olağan tarihsel sürenin dışına çıkarak dindar
insan başlangıçlardaki o büyüsel zamana ulaşabilir. Eliade’nin cennet özlemi
olarak tanımladığı bu duygu insanın yaratılışın ilk anlarına dönüp, ilahi
varlıklarla yaşama isteğidir. İnsan yaratıcının elinden çıktığı haliyle taze,
saf ve güçlü bir dünyada yaşamayı arzu etmektedir.[181] İnsan mitler aracılığıyla kutsal olmayan ve kronolojik
özellikteki zamanın dışına çıkar, nitelik açısından farklı bir zamana , hem en
eski hem de sonsuza dek yakalanabilecek olan “kutsal” bir zamana açılır.[182]
Sonuç olarak kutsal zaman deneyimi arkaik insanlara dindışı
zamanın getirdiği kirlenme ve tahribatı yok etme imkanın vermektedir. Tarihsel
sürenin yıprattığı ve eskittiği hayat kutsal zamanlar vasıtasıyla
yenilenmektedir. Günahlarından ve kötülüklerden yeni yıl ayinleri, kutsal
bayramlar aracılığıyla arınan insan hayatına yeniden doğmuş gibi başlamaktadır.
Zamanın kutsallaşmasının bu özgürleştirici deneyimi ile ilahi güçlerin zamanına
dahil olarak insan güce ve gerçekliğe katılmaktadır.
SONUÇ
Eliade insanları dindar olanlar ve olmayanlar (homo
religiosus ve homo areligiosus) olarak ikiye ayırmış ve dünya da kutsal ve
dindışı olmak üzere iki tür varoluş biçimi olduğunu ifade etmiştir. Dindar
insan için kutsal, güç, etkenlik, varlık ve en önemlisi gerçek anlamına
gelmektedir. Hangi tarihsel aralıkta yaşarsa yaşasın dindar insan dünyamızı
aşan buna rağmen dünyamızda tecelli ederek burayı yaşanılır ve gerçek kılan
kutsala her zaman inanmıştır. Dindar insan için hayat, kutsal bir kökene
sahiptir. İnsan da varoluşunu dinileştirdiği, yani dini bir varoluş biçimini
yaşadığı zaman gerçekliğe katılmaktadır. Dolayısıyla dindar insan kutsala yakın
olabildiği ölçüde izafi ve fani durumdan kurtularak gerçekle buluşabilir. Fakat
çağdaş dünyanın modern insanının hayat anlayışı sekülerleşme ve kutsallıktan
arınma üzerine kurulmuştur. Modern insan tüm kutsallıklardan kurtulduğu,
tanrıyı öldürdüğü zaman gerçek anlamda kendisi olabileceğini düşünmektedir.
Dindar olmayan insan, aşkınlığı reddetmekte ve gerçeğin mutlak değil izafi
olduğunu düşünmektedir. Dahası varoluşunun anlamını ile ilgili ciddi kaygılara
sahiptir. Fakat dindışı insan da son tahlilde dindar insanın soyundan
gelmektedir. Onunla ortak olarak paylaştığı bazı nitelikler mevcuttur. O
kendini ne kadar kutsalı olumsuzlamaya şartlasa da hayatında kutsaldan bir çok
iz görmek mümkündür. Örneğin modern seküler dünyada yapılan yeni yıl
kutlamalarının coşkusunun temelinde zamanın kutsallaşması yatmaktadır. Eliade
insanın hayal gören, tiyatroya giden, aşık olan bir varlık olduğunu
söylemektedir. İnsan sadece reel ve doğal bir dünyada değil, aynı zamanda özel
ve imajiner, hayali bir dünyada yaşamaktadır. Bu nedenle de Eliade, insanın
bütünüyle rasyonel bir varlık olduğu iddiasının bir sadece bir kurgulamadan
ibaret olduğunu söylemiştir.
Kutsal deneyimi ve kutsal varoluş biçimi göz önünde
bulundurulursa, dindar insan için kutsal en temelde gerçeği temsil etmektedir.
Kutsala yakın olmak, gerçeğe yakın olup ona katılmak anlamına gelmektedir .
İnsan gerçeğe katılarak öznel, izafi, geçici durumundan kurtulmaya
çalışmaktadır.
Dindar insan için yeryüzünün her parçası aynı değere sahip
değildir. Bazı topraklar, yerler, binalar dış görünüş açısından diğerlerinden
hiçbir farklılık göstermeseler de dindar insan için bütünüyle farklı bir şeyi,
yani kutsalı açığa çıkardıkları için değerlidirler. Burada kutsal tezahür etmiş
ve artık bu yer eski halinden çok farklı bir hale bürünmüştür. Kabe ve
çevresinin, Ganj nehrinin, Golgotha’nın, Kudüs’teki mekanların inananları için
ifade ettikleri anlam elbette ki buralara dindışı bir gözle bakan kişininkiyle
aynı olmayacaktır.
Zaman da aynı şekilde sürekli ve homojen bir nitelikte
değildir. Dindar insan için dünya üzerindeki her şeyin mevcut olmaya başladığı
bir ilk an vardır. Bu an, tanrısal güçlerin etken olarak dünyayı yarattığı ve
hayat verdiği andır. Varlığın ve gerçekliğin zirveye eriştiği bu anlar (ab origine,
ab initio, in illo tempore) sadece bir kez gerçekleşmiş ve olmuş bitmiş
değildir. Dindar insan bu anlara geri dönebilir. Ayinler ve ritüeller
vasıtasıyla dindar insan zamanı kutsallaştırır. Bu kutsallaştırma dindışı
sürenin inkıtasını gerektirmektedir. Zaman, kırılmalara ve kopmalara maruz
kalmaktadır. Dindışı zaman ilga edilerek kutsal anlara dönülebilmektedir.
Bayramlar, yeni yıl başlangıcı ve dini anlamda özel günler ve gecelerde dindar
insan bu deneyimi yaşamaya çalışmaktadır.
Kutsallıktan arınma üzerine kurulu bir dünya anlayışının
yoğun olarak yaşandığı zamanımızda, kutsala böyle hayati bir değer vererek onu
hayatının merkezine yerleştirmiş olan dindar insanı anlamak bize zor
gelmektedir. Dindar insan tarafından üstlenilen konumu anlayabilmek, onun
manevi evrenine girebilmek, insan hakkındaki genel bilgimizi ilerletmek
anlamına gelmektedir. Biz, başta kendimiz olmak üzere insanı tanımak, anlamak
ve varoluşumuzun sırrını biraz da olsa aralamak istiyorsak insan tarafından
gerçekleştirilmiş olan bütün halleri anlamak zorundayız. Bu durumlardan en
önemlisi de kutsal ve kutsal varoluş tarzıdır. Eliade için kutsal ve dindışı,
dünyada varolmanın iki farklı tarzıdır. Son tahlilde, kutsal ve dindışı insanın
varoluşsal seçiminin sonucunda ortaya çıkan iki insani fenomendir.[183] Eliade’ye göre dindar insan, kutsalı sadece dini olup
olmaması anlamında algılamamıştır. Onun kutsalda bulduğu, varlığa ve gerçekliğe
doymuş bir varoluş biçimidir. Dindar insanın kutsal boyut içinde yaşaması, onun
seçiminin sonucudur. Dindar insan varoluşsal bir seçim yapmış ve kendini aşkın,
mutlak bir gerçekliğe atfederek yaşamayı ve hayatını bu yüce gerçekle
doldurarak anlamlandırmayı seçmiştir.
Eliade dini tecrübenin arkaik biçimleri üzerinde çalışarak,
din ile ilgili sonuçlara varmaya çalışmıştır. Etnolojik ve antropolojik
verileri öngördüğü şablona göre yerleştirmiş ve yorumlamıştır.
Eliade kutsalın ihmal edildiği çağımızda çalışmalarını onun
üzerinde yoğunlaştırmıştır. O, bilimsel çevrelerden çok, kültürlü bireyler
üzerinde kutsala çağıran bir etki bırakmıştır. Bilimsel açıdan, özellikle
Eliade’nin yöntemsel tavrı bir çok eleştiriye konu olmuştur. Fakat kutsal
konusu bilimsel sınırlar içinde değerlendirilemeyecek kadar kapsamlı ve
karmaşıktır. Eliade’nin edebi ve sanatçı yönü yazdıklarının onu okuyanların
daha derinden etkilenmesine neden olmuştur. Eliade daha çok arkaik ve ilkel
toplumların dini ile ilgilenmiştir, fakat bu günümüzde mevcut olan dinlerin soyut
ve gelişmiş manevi yapılarının kutsalı yeterince kapsamadığı anlamına
gelmemelidir. Tarih boyunca yaşanan insanlık serüveni insanı geliştirmiştir,
fakat özünde değiştirmemiştir. Zaten insani deneyimleri anlama çabamızın
temelinde bu olgu mevcuttur. Hac bugün de, dinlerde en önemli ibadetlerden
biridir ve mekanın kutsallaşmasının en yetkin örneğini temsil etmektedir. İslam
bağlamında kurbanın sahip olduğu yoğun sembolizm, inananı o ilk ana, Hz.
İbrahim’in oğlunu Allah’ına sunduğu ana döndürmesini de içermektedir. İnsan onu
yaşamayı dilediği takdirde kutsal açığa çıkmaktadır.
BİBLİYOGRAFYA
Allen, Douglas, “Eliade’s View of The Study of Religion as
the Basis for Cultural and Spiritual Renewal”, Changing Religious World and
End of Eliade, Ed. Brian S. Rennie, New York 2001,
Altizer, Thomas J.J., Eliade and the Dialectic of the
Sacred, Philadelphia 1963.
Aydın, Mehmet, “Eliade’de Hermenötik ve Metodoloji”, Dinler
Tarihi Araştırmaları I, Dinler Tarihi Derneği Yayınları, Ankara 1998.
Bianchi, Ugo Dinler Tarihi Araştırma Yöntemleri, (çev.
Mustafa Ünal), Kayseri 1999.
Borgeaud, Philippe, Karşılaşma Karşılaştırma, Dinler Tarihi
Araştırmaları, (çev. M. Emin Özcan), Dost Kitabevi, Ankara 1999,
Challaye, Felicien, Dinler Tarihi, (çev. Samih
Tiryakioğlu), Can Yayınları, İstanbul 1998.
Comstock, Richard W., Religion and Man, The Study of
Religion and Primitive Religions, New York 1971.
Cox, James L., Kutsalı İfade Etmek, (çev. Fuat Aydın), İz
Yayıncılık, İstanbul 2004.
Demirci, Kürşat, Dinler Tarihinin Meseleleri, İnsan
Yayınları, İstanbul 1997.
-
“Eliade,
Mircea”, Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi, c. 11.
Eliade, Mircea, “Kutsal Mimari ve Sembolizm”, Din ve
Fenomenoloji, Ed. Taco Constantin, (çev. Havva Köser), İz Yayıncılık
İstanbul 2000
-
“Methodological
Remarks on The Study of Religious Symbolism”, The History of Religions:
Essays in Comparative Religion, ed. Joseph Kitagava ve Eliade, The
University of Chicago Press, Chicago 1959.
-A History of Religious Ideas, The University of Chicago Press,
Chicago 1985.
-Babil
Simyası, (çev. Mehmet Emin Özcan), İstanbul 2002.
-Dinler
Tarihine Giriş. (çev. Lale Arslan), Kabalcı Yay. İstanbul 2003.
-Ebedi
Dönüş Mitosu, (çev. Ümit Altuğ), Ankara 1994.
-Dinler Tarihi Sözlüğü Ioan P, Couliano ile beraber, (çev:
Ali Erbaş), İnsan Yayınları, İstanbul 1997 .
-İmgeler
ve Simgeler, (çev. M. Ali Kılıçbay), Gece Yayınları Ankara1992,
-Kutsal
ve Dindışı, (çev: M. Ali Kılıçbay), Gece Yayınları, Ankara 1995.
-Mircea Dinin Anlamı ve Sosyal Fonksiyonu, (çev. M. A. Aydın),
Kültür Bakanlığı Yay., Ankara 1990.
-Mitlerin
Özellikleri, (çev. Sema Rifat), Simavi Yayınları, İstanbul 1993.
-Patterns
in Comparative Religions, Sheed &Ward, London 1976.
-Şamanizm,
(çev.İsmet Birkan), İmge Yayınevi Ankara 1999.
Güç,
Ahmet, “Dinlerde Kutsal ve Kutsallık Anlayışı”, Dinler Tarihi Araştırmaları
I, Dinler Tarihi Derneği Yayınları, Ankara 1998.
Harman,
Ömer Faruk, “Günümüzde Batıda Dinler Tarihi Çalışmaları”, Dinler Tarihi
Araştırmaları I, Dinler Tarihi Derneği Yayınları, Ankara 1998.
Hyers,
Conrad, “Eliade: A Retrospective” Theology Today, vol.44, no. 2- July,
1987.
Kitagawa,
Joseph M. “Eliade” c.5. (E.R)., Encyclopedia of Religions, Encyclopedia of
Religions
(ER), Macmillans Co., New York, 1986.
Meydan
Larousse, İstanbul 1969, c.7
Murphy,
Tim, “Eliade, Subjectivity and Hermeneutics”, Changing Religious World, The
Meaning
and End of Eliade,
Otto,
Rudolf , The Idea of Holy, Oxford University Press, New York, 1958.
Oxtoby,
Willard G., “Holy, The Idea of” , c.6. (ER), Encyclopedia of Religions,
Encyclopedia of Religions (ER), Macmillans Co., New York, 1986.
Rennie, Bryan S. Reconstructing Eliade, Making Sense of
Religion, New York 1996
Reno, Stephen J. “Hiyerofani Sembol ve Tecrübeler”, Din
ve Fenomenoloji, Din ve Fenomenoloji, Ed. Taco Constantin, (çev. Havva
Köser), İz Yayıncılık İstanbul 2000.
Ries, Julien, “Dinler Tarihi, Fenomenoloji ve Hermenötik”, Din
ve Fenomenoloji, Ed. Taco
Constantin, (çev. Havva Köser), İz Yayıncılık İstanbul
2000,
Sami, Şemsettin, Kamus-i Türki, İstanbul 1985;
Schimmel, Annamarie, , Dinler Tarihine Giriş, İstanbul
1999,
Sharpe, Eric , Dinler Tarihinde Elli Anahtar Kavram, (çev.
Ahmet Güç), Arasta Yay. Bursa 2000,
Söderblom, Nathan, “Holiness”, Encyclopedia of Religion and
Ethics (ERE), Ed. James
Hastings, Edinburgh 1981, c.6,
Studstill, Randall, “Eliade, Phenomenology and Sacred”, Religious
Studies an
International Journal for the Philosophy of Religion, Cambridge Univercity Press, c.36, no,2 , Haziran 2000,
www.fontbonne.edu/libserv/fgic/REL100/sacredtime.htm
www.kirjasto.sci.fi/eliade.htm www.westminister.edu/staff/brennie/eliade/mebio.htm
[1] Şemsettin Sami, Kamus-i Türki, İstanbul 1985;
Meydan Larousse, İstanbul 1969, c.7, s. 680.
[2] Ahmet Güç, “Dinlerde Kutsal ve Kutsallık
Anlayışı”, Dinler Tarihi Araştırmaları I, Ankara 1998, s.340.
[3] Ugo Bianchi, Dinler Tarihi Araştırma
Yöntemleri, (çev. Mustafa Ünal), Kayseri 1999, s. 35.
[4] Mircea Eliade, Kutsal ve Dindışı, (çev: M. Ali
Kılıçbay), Gece Yayınları, Ankara 1995, s.IX.
[5] Willard G. Oxtoby, “Holy, The Idea of’ ,
Encyclopedia of Religions (ER), Macmillans Co., New
York,
1986, c.6 s.432
[6] Oxtoby, “Holy, The Idea of’ E.R., s. 432, ayrıca bkz.
http://www.mizii.com/jesusi/inlight/religion/rites/Sacred.htm
[7] Felicien Challaye, Dinler Tarihi, (çev. Samih
Tiryakioğlu), Can Yayınları, İstanbul 1998, s.18.
[8] Nathan Söderblom, “Holiness”, Encyclopedia of
Religion and Ethics (ERE), Ed. James Hastings, Edinburgh 1981, c.6, s.731; Eric
Sharpe , Dinler Tarihinde Elli Anahtar Kavram, (çev. Ahmet Güç), Arasta Yay.
Bursa 2000, s.51.
[9] Richard W. Comstock, Religion and Man, The
Study of Religion and Primitive Religions, New York 1971, s.9.
[10] E.R., “The Sacred and The Profan” , c.12, s.
[11] Rudolf Otto , The Idea of Holy, Oxford
University Press, New York, 1958.
[12] Numen, Latince’de tanrı, gizemli, korku ve
heybet uyandıran muhteşem varlık anlamına gelmektedir. Ayrıca bknz. Otto, 1958.
[13] Eliade, Kutsal ve Dindışı, s.VII.
[14] Julien Ries, “Dinler Tarihi, Fenomenoloji ve
Hermenötik”, Din ve Fenomenoloji, Ed. Constantin Taco, (çev. Havva
Köser), İz Yayıncılık İstanbul 2000, s.13.
[15] Annamarie, Schimmel, Dinler Tarihine Giriş,
İstanbul 1999, s.310. “Tremendum” korkutan,titreten sır anlamına gelmektedir.
Otto, bu terimi uluhiyetin karanlık,hiddet cezalandıran,mehabetli yönü, insanın
aklı için yok olan, görünen ve tasavvur edilen, herşeyden ayrı olan celal
tarafı için kullanmıştır.
[16] Schimmel, s.310. “Fascinas”, saadet bahşeden,can
çekici sır anlamına gelmektedir. Otto, terimi uluhiyetin aydın, huzurlu, insana
sevgi selam ve kurtuluş gönderen, cemal tarafı olarak kullanmıştır.
[17] Otto, s.5.
[18] Oxtoby, “Holy, The Idea of” ER.s.432;
Comstock, The Study of Religion, s. 7
[19] Comstock, s. 7.
[20] Kürşat Demirci, Dinler Tarihinin Meseleleri,
İnsan Yayınları, İstanbul 1997, s.90.
[21] Philippe Borgeaud, Karşılaşma Karşılaştırma,
Dinler Tarihi Araştırmaları, (çev. M. Emin Özcan), Dost Kitabevi, Ankara 1999,
s. 37-38; Eric Sharpe s. 49.
[22] Borgeaud, s. 38.
[23] Oxtoby, “Holy, The Idea of’, (ER), c.6, s.
434.
[24] Joseph M. Kitagawa, “Eliade” ER, c.5, s.85.
[25] Kitagawa, “Eliade” ER, s.85.
[26] Eliade, Ioan P, Couliano, Dinler Tarihi
Sözlüğü, (çev: Ali Erbaş), İnsan Yayınları, İstanbul 1997 s.15.
[27] Demirci, “Eliade, Mircea”, Türkiye Diyanet
Vakfı İslam Ansiklopedisi, c. 11 s. 33.
[28] Eliade’nin hocası Surendranat Das Gupta,
Kalküta Üniversitesinde ders veren, Cambridge Üniversitesi mezunu, beş ciltlik
History of Indian Philosophy isimli kitabın yazarıdır.
[29] Kitagawa, “Eliade” ER, s.85.; ayrıca bkz., www.kirjasto.sci.fi/eliade.htm
[30] Ashram inziva yeri, keşiş kulübesi anlamına
gelmektedir.
[31] Ayrıntılı bilgi için bkz. www.kirjasto.sci.fi/eliade.htm
[33] Kitagawa, “Eliade” E.R., s. 85.
[34] Bkz. www.kirjasto.sci
[35] Kitagawa, “Eliade” E.R., s.85.
[38] Borgeaud, s. 124-126
[39] Bkz, www.westminister.edu/staff/brennie/eliade/mebio.htm, Joseph M. Kitagawa, “Eliade” ER, s.
85.
[40] Kitagawa, “Eliade” ER, s. 85.
[41] Eliade’nin eserlerinin dökümü Bryan S.
Rennie’nin Reconstructing Eliade, Making Sense of Religion, New York 1996, adlı
kitabının 261-285. sayfalarından alınmıştır.
[42] * işaretli eserlerin dilimize çevirisi
yapılmıştır.
[43] Eliade, İmgeler ve Simgeler, (çev. M. Ali Kılıçbay),
Gece Yayınları Ankara1992, s.4
[44] Eliade, Şamanizm, (çev.İsmet Birkan), İmge
Yayınevi Ankara 1999, s.11.
[45] Eliade , Dinin Anlamı ve Sosyal Fonksiyonu,
(çev. M. A. Aydın), Kültür Bakanlığı Yay., Ankara 1990, s. 9.
[46] Ries, , s.14.; Eliade, İmgeler ve Simgeler,
s.XVII.
[47] Bryan S. Rennie, Reconstructing Eliade, Making
Sense of Religion, New York 1996, s. 43.
[48] Douglas Allen, “Eliade’s View of The Study of
Religion as the Basis for Cultural and Spiritual Renewal”, Changing
Religious World and End of Eliade, Ed. Brian S. Rennie, New York 2001, s.
210.
[49] Bianchi, s.179.
[50] Ries, , s. 7.
[51] Eliade, Patterns in Comparative Religions,
Sheed &Ward, London 1976 , s.22
[52] Eliade, Kutsal ve Dindışı, s. IX.
[53] Eliade, Dinin Anlamı, s.8; Murphy, Tim,
“Eliade, Subjectivity and Hermeneutics”, Changing Religious World, The
Meaning and End of Eliade, s.43.
[54] Eliade, İmgeler ve Simgeler, s.2.
[55] Eliade, İmgeler ve Simgeler, s.2.
[56] Hyers, Conrad, “Eliade: A Retrospective” Theology
Today, vol.44, no. 2- July, 1987, s.251.
[57] Allen, “Eliade’s. View of The study of
Religion as The Basis for Cultural and Spiritual Renewal”, s. 207’den nakil,
Time 87, Şubat 11, 1966:68 “Scientist of Symbols”.
[58] Eliade, Babil Simyası, (çev. Mehmet Emin
Özcan), İstanbul 2002, s.19.
[59] Ries, s. 9.
[60] Eliade, “Methodological Remarks on The Study
of Religious Symbolism”, The History of Religions: Essays in Comparative
Religion, ed. Joseph Kitagava ve Eliade, The University of Chicago Press,
Chicago 1959, s.88.
[61] Eliade “Methodological Remarks”, s.88
[62] Eliade “Methodological Remarks”, s.88
[63] Eliade, Dinin Anlamı, s. 13.
[64] Eliade, İmgeler ve Simgeler, s.7.
[65] Eliade, “Methodological Remarks”, s.89.
[66] Mircea, Dinin Anlamı, s.14.
[67] Ries, s. 8.
[68] Ries, s. 8.
[69] Eliade, Şamanizm, s.11.
[70] Eliade, Dinin Anlamı, s. 27.
[71] Eliade, Şamanizm, s. 12.
[72] Eliade, Şamanizm, s. 12.
[73] Eliade, Şamanizm, s. 13.
[74] Eliade, Şamanizm s. 13, Patterns in
Comparative Religions, , s. 28.
[75] Ries, s. 9.
[77] Eliade, Patterns in Comparative Religions,
s.23
[78] Ömer Faruk Harman, “Günümüzde Batıda Dinler
Tarihi Çalışmaları”, Dinler Tarihi Araştırmaları, s. 319.
[79] Ries, s. 10.
[80] Eliade, Dinin Anlamı, s. 45.
[81] Eliade, Dinin Anlamı, s. 2.
[82] Eliade, Dinin Anlamı, s. 2
[83] Eliade, Dinin Anlamı, s.4.
[84] Eliade, Patterns in Comparative Religions,
s.23
[85] Eliade, Dinin Anlamı, s.2.
[86] Eliade, Dinin Anlamı, s. 9.
[87] Eliade, Dinin Anlamı, s. 7.
[88] Ries, s. 11.
[89] Mehmet Aydın, “ Eliade’de Hermenötik ve
Metodoloji”, Dinler Tarihi Araştırmaları I, s. 310 ; Murphy , s.37.
[90] Murphy, s. 46.
[91] Randall Studstill, “Eliade, Phenomenology and
Sacred”, Religious Studies an International Journal for the Philosophy of
Religion, Cambridge Univercity Press, c.36, no,2 , Haziran 2000, s. 179.
[92] Murphy, s. 38.
[93] Studstill, s. 191.
[94] Ayrıntılı bilgi için bkz., Eliade, Dinler
Tarihine Giriş. (çev. Lale Arslan), Kabalcı Yay. İstanbul 2003.
[95] Eliade, Dinin Anlamı ve Sosyal Fonksiyonu, s.
1.
[97] Bkz. Eliade, Dinler Tarihine Giriş.
[98] Eliade, Mitlerin Özellikleri, s. 9.
[99] Eliade, Dinin Anlamı ve Sosyal Fonksiyonu, s.
83.
[100] Eliade, Mitlerin Özellikleri, s. 19.
[101] Eliade, Dinler Tarihine Giriş, s.392.
[102] Eliade, Mitlerin Özellikleri, s. 23.
[103] Eliade, Mitlerin Özellikleri, s. 23.
[104] Eliade, Dinler Tarihine Giriş, s.399.
[105] Eliade, Dinler Tarihine Giriş, s.424.
[106] Ries, “Dinler Tarihi, Fenomenoloji ve
Hermenötik”, Din ve Fenomenoloji, s.15.
[108] Altizer, Thomas J.J., Eliade and the Dialectic
of the Sacred, Philadelphia 1963, s. 27. ; Eliade, İmgeler ve Simgeler, s.9
[109] Altizer, s. 27, Rennie, Reconstructing Eliade,
s.41.
[110] Eliade, Kutsal ve Dindışı, s.180.
[111] Eliade, Kutsal ve Dindışı, s.XI.
[112] Allen, “Dini Tecrübenin Fenomenolojik
Tahlili”, Din ve Fenomenoloji ,s.75.
[113] Douglas, “Dini Tecrübenin Fenomenolojik
Tahlili”, s.75.
[114] Altizer, s. 23.
[115] Eliade, Dinler Tarihine Giriş, , s.27-28.
[116] Eliade, Dinler Tarihine Giriş, s.29.
[117] Eliade, Dinler Tarihine Giriş, s.31.
[118] Eliade, Dinin Anlamı, s. 1.
[119] Eliade, Dinin Anlamı, s. 1.
[120] Eliade, Dinin Anlamı, s. 1.
[121] Altizer, s. 24.
[122] Eliade, Kutsal ve Dindışı, s. IX.
[123] Eliade, Dinler Tarihine Giriş, s. 49.
[124] Eliade, Mitlerin Özellikleri, (çev. Sema
Rifat), İstanbul 1993, s. 15.
[125] Douglas, “Dini Tecrübenin Fenomenolojik
Tahlili”, s. 72.
[126] Altizer, Thomas J.J., s. 23.
[128] Eliade, Ebedi Dönüş Mitosu, (çev. Ümit Altuğ),
Ankara 1994, s .25.
[129] Eliade, Ebedi Dönüş Mitosu, s. 25.
[130] Eliade, Dinler Tarihine Giriş, s. 54.
[131] Eliade, Kutsal ve Dindışı, s. 9.
[132] Demirci, s. 90.
[133] Rennie, Bryan, Reconstucting Eliade, s.7.
[134] Eliade, Kutsal ve Dindışı, s.IX.; Reno,
Stephen J. “Hiyerofani Sembol ve Tecrübeler”, Din ve Fenomenoloji, s.50.
[135] E.R. “Hierophanie”c. 9, s. 315.
[136] Eliade, Kutsal ve Dindışı, E.R.
“Hierophanie”c. 9, s. 315.
[137] Bianchi, s.180
[138] Eliade, Dinler Tarihine Giriş, s.28-29.
[139] Eliade, Dinler Tarihine Giriş, s.35.
[140] Eliade, Dinler Tarihine Giriş, s.35.
[141] Eliade, Dinler Tarihine Giriş, s.35.
[143] Eliade, Dinler Tarihine Giriş, .s.38.
[144] Eliade, Dinler Tarihine Giriş, s. 52.
[145] Reno, s. 51.
[146] Rennie, Reconstructing Eliade, s.13
[147] Allen, “Dini Tecrübenin Fenomenolojik
Tahlili”, s.75
[148] Eliade, Kutsal ve Dindışı, s.1.
[149] “Sacred Space”, E.R., c.12 , s. 526
[150] Eliade, Kutsal ve Dindışı, s.2.
[151] Eliade, Kutsal ve Dindışı, s.2.
[152] Eliade, İmgeler ve Simgeler, s.16., ayrıca
bkz. James L. Cox, Kutsalı İfade Etmek, (çev. Fuat Aydın), İz Yayıncılık,
İstanbul 2004, s.130.
[153] Eliade, İmgeler ve Simgeler, s.16.
[154] Eliade, İmgeler ve Simgeler, s. 11
[155] Eliade, İmgeler ve Simgeler, s. 11
[156] Eliade, İmgeler ve Simgeler, s.16.
[157] Eliade, İmgeler ve Simgeler, s.16.
[158] Eliade, İmgeler ve Simgeler, s.16.
[159] Eliade, Dinler Tarihine Giriş, s.356.
[160] Eliade, “Kutsal Mimari ve Sembolizm”, Din
ve Fenomenoloji, s.145.
[161] Eliade, Dinler Tarihine Giriş, s.356.
[162] Eliade, Dinler Tarihine Giriş, s.356.
[163] Eliade, Kutsal ve Dindışı, s. 17.
[164] Eliade, Kutsal ve Dindışı, s. 17., Eliade,
“Kutsal Mimari ve Sembolizm”, Din ve Fenomenoloji, s.147-149.
[165] Eliade, Kutsal ve Dindışı, s. 17. , Eliade,
Babil Simyası, s. 27, Eliade, Dinler Tarihine Giriş, s.362.
[166] Eliade, “Kutsal Mimari ve Sembolizm”, s.145.
[167] Eliade, Kutsal ve Dindışı, s. 20.
[168] Eliade, Kutsal ve Dindışı, s. 44.
[169] Eliade, Kutsal ve Dindışı, s. 44.
[170] Eliade, Kutsal ve Dindışı, s. 48, 49.
[171] Eliade, Kutsal ve Dindışı, s. 51.
[173] Eliade, Kutsal ve Dindışı, s. 51.
[174] Eliade, İmgeler ve Simgeler, s. 44.
[175] Eliade, Ebedi Dönüş Mitosu, s. 36.
[176] Eliade, Kutsal ve Dindışı, s. 53.
[177] Eliade, Kutsal ve Dindışı, s. 58.
[178] Eliade, Kutsal ve Dindışı, s. 58.
[179] Eliade, Kutsal ve Dindışı, s. 58.
[180] Eliade, Kutsal ve Dindışı, s. 68.
[181] Eliade, Kutsal ve Dindışı, s. 71.
[182] Eliade, Mitlerin Özellikleri, s. 22.
[183] Altizer, s. 24.
Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.
Yorumlar